#söz gaspı
Explore tagged Tumblr posts
Text
Barikayı Hakikat Müsademeyi Efkârdan Çıkar
Terör devletin kullanışlı bir aparatı kılınmaya devam olunuyor. Darbeci Kenan zibidisi ol tiplemeden, başı sık��ştığında karşısındakini alt edebilmek için sokakta kimi temsillerin de kullanışlı addettiği ol terör kavramı bugünün yönetim katının ve beraberindeki avenesinin de en çok kullana geldiği yozlaştırılmış bir kavramı bildirir. Her itiraz edeni, olan biten bu katran karanlığının akıbetine dair birkaç söz söyleyeni tefe koymak için kullanıla gelen ve aslında devletlerin icadı olmuş bir kavram olan terör, yıldırı bir kere daha sahneye “sabit” olunur. Behemehal yerel seçimlerdeki hezimet / bozgun sonrasında devreye konulan tüm o normalleşme / siyasette yumuşama / ılımlılık bahislerinden dem vurulurken cerahat tüm gerçekliği kapsamaktadır. Tümüyle bildiğini okumaktan kaçınmayacak olagelen bir aklın, devlet yönetim şablonunun suna geldiği her şey o terör mefhumu günceller. Bariz kılınan her hamlede bir kere daha müşterek bir yaşam tahayyülünün hiç edilmesi söz konusudur. O Gezi direnişinde görünüp on bir yıldır kayıplara karıştırılmış olagelen ve birlikteliğini tüm farklılıklarla var edebilen bir ülke temsilini hiç kılmak için ayrıştırmanın başat ögesi olarak “terör” lafzı / sözcesi sürekli güncellenir.
Mütemadiyen yeniden katara eklenenlerle birlikte ol cerahat sarmalının ortasındaki -ülke fikriyattan bir sabite dönüştürülür. İçeriğin derinleştirildiği, kimi zaman eylemlerin alenen doğrudan sıradanı hedef kıldığı bir döngünün güncelliğinde terör hakikatin önünü alan bir mefhuma dönüştürülür. Seçilme iradesinin sıfırlandığı, güncel itiraz hakkının def edildiği, yaşamda en ufak bir dönüşümün dahi önünün alınıp, her kararın ağızdan burundan açıkça getirildiği bir coğrafya gerçekliğinin yansıları var edilir o kısır döngü dahilinde. Şimdinin, şu anın çitlerle çevrilip kuşatılması, şok doktrinlerinin birisi bitmeden bir başkasından açık medet umulması bu yansıyı bildirir zaten. Ekonomik çökertme halinin yansımalarını birer yanılsama değil doğrudan hakikat olarak, yoksunlukla paylaşırken bir ülke tümüyle kesin bir seçim yengisinin ardından var edilen demokratik kazanımların da bozuk para gibi harcana geldiği bir düzlemin meselidir terör fiiliyatı. Her şekilde olan biten kıyıcılığı örtbas edebilmenin bir yöntemi olarak var edilen o nefret siyaseti, hedef gösterme gayreti ve bunlarla birlikte cereyan eden ırkçı / ayrımcı aksiyonlar ve güdümlü yargı kararlarıyla o terör mefhumu bir siyaset biçemi kılınır. Burada söz eylemenin gerçekten gereksiz bir mesele dönüşümü var edilmek istenir. Bu ülkede ötekisine hayat yok mudur!
Mezopotamya Ajansına bağlanalım: “Belediyeye kayyım atanmasıyla iradelerine darbe yapıldığını söyleyen Colemêrgliler, “Sonuna kadar toprağımızı, dilimizi ve kültürümüzü korumaya ve bunun için mücadele etmeye devam edeceğiz” ifadeleriyle dayanışma çağrısı yaptı.
Colemêrg'te 31 Mart'ta yapılan seçimlerde yüzde 48.92 ile Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi'nden (DEM Parti) Belediye Eşbaşkanlığı görevine seçilen Mehmet Sıddık Akış, sabah saatlerinde Wan'da gözaltına alındı. Akış'ın gözaltına alınmasının ardından belediye ablukaya alındı. İçişleri Bakanlığı, , Akış'ın "geçici bir tedbir olarak İçişleri Bakanlığı'nca görevden uzaklaştırıldığı" yönünde açıklama yaparak yerine Vali Ali Çelik kayyım olarak atadı.
Kayyım kararı ve gözaltına ilişkin tepkiler sürüyor. Colemêrgliler, kayyum atanmasına ilişkin Mezopotamya Ajansı’na (MA) tepkilerini dile getirdi.
Akp’li Kürtlere İstifa Çağrısı
Kürt halkının seçilmişlerine yönelik son bir ay içerisinde gerçekleşen cezai durumların Kürt halkına karşı bir hakaret olduğunu belirten Fatma Turan, Eşbaşkan Akış’ın gözaltına alınmasının hukuksuz olduğunu ve kayyım atamanının bir irade gaspı olduğunu vurguladı. “Yeter artık” diyen Turan, “Herkesin el ele vererek bu duruma tepki göstermesi gerekiyor. Kürt halkı bu tutuma karşı birliğini sağlaması gerekiyor. İrade gaspına karşı AKP yanında saf tutan Kürtlerin derhal istifa edip haklı ve halkından yana olması gerekiyor. Bu zulüm politikaları nereye kadar sürecek. Kesinlikle bu hukuksuzluğa karşı sessiz kalmayacağız ve kimse de kalmasın” dedi.
‘Yeter Artık Bıçak Kemiğe Dayandı’
Yapılanların Kürt halkının iradesine karşı bir “darbe” olduğunu söyleyen yurttaşlardan Leşker Tarhan, seçimlerde halkın kayyımlara ve AKP’ye gerekli dersi verdiğini ve Mehmet Sıddık Akış’ı irade olarak gördüğünü belirtti. Kayyım atamasının anlamının demokratik kesimler ve Kürt halkı iradesinin “tanımamak” anlamına geldiğini vurgulayan Tarhan, “AKP yalan ve dolanlarla bu halkın iradesini gasp ederek Kürt halkı iradesini ayaklar altına aldı. Tüm Colemêrg halkı, bu tutuma sessiz kalmamalı ve iradesine sahip çıkmalıdır. Kurmaca dosyalarla gasp edilen belediyemize sahip çıkmalıyız. Kayyıma karşı hepimiz ses çıkarmalı ve tepkimizi göstermeliyiz. Yeter artık. Bugün bizler bu hukuksuzluğa sessiz kalırsak yarın tüm demokrasiden yana olan halkların belediyelerine kayyum atanır seçilmişleri tutuklanır. AKP’nin kayyum politikalarına karşı bıçak kemiğe dayandı” diye konuştu.
‘Planlanmış Bir Gasptır’
DEM Parti Colemêrg İl Eşbaşkanı Hümeyra Armut, kayyım atamasının Kürt halkına karşı bir “düşmanlık” politikasının sonucu olduğunu belirterek, “Kayyım zihniyetliye karşı karşıyayız. Kayyımlar eliyle Kürt halkı iradesi, kültürünü, dili ve hafızası yok edilmeye çalışılıyor. Colemêrg’te seçimde yapılanlar ve bugün gerçekleşen kayyum ataması tamamıyla seçim öncesi planlanmış bir durumdur. AKP Colemêrg halkının iradesini tanımayacağını ilk günden itibaren yaptığı seçim hileleriyle göstermiştir. Öfkemiz her zaman mücadele alanlarında verilen cevaplarla olacaktır. Bu halkın iradesi öyle kolay teslim alınıp yok sayılamaz. Kenti elde edecek hevesine kapılan AKP nasıl sandıkta gerekli cevabı aldıysa bugünden sonra da alacaktır. Bu gaspa karşı herkesi birlikte mücadele etmeye çağırıyoruz” dedi.
Mücadelemiz Sürecek
Kayyım atamasının Kürt halkının kültür, dil ve topraklarına karşı yok etme ve kabul etmeme politikası olduğunu söyleyen Yasin Demir, “Kesinlikle bu durumu kabul etmiyoruz ve elimizden geleni ardımıza bırakmayacağız. Bugün kayyım atayanlar Kürt halkına düşmanlık gösterenlerdir. Dilimizi biz seçmedik bize Allah’ın bir lütfudur. Bu lütfu kimsenin gasp edip baskı altına alma hakkı yoktur. Kürtler dışında tüm halkların diline ve etnik kimliğine saygı duyulurken neden sadece Kürtlerin hakları gasp ediliyor ve hakları elinden alınıyor. Herkesin bu duruma tepki gösterip direnmesi gerekiyor. Colemêrg halkına yapılan büyük bir ayıptır. Bizler sonuna kadar toprağımızı, dilimizi ve kültürümüzü korumaya ve bunun için mücadele etmeye devam edeceğiz” ifadelerini kullandı.
Kürt İradesine Yönelik Bir Kumpastır
Colemêrg’in tarihten bu yana sistem partilerine karşı baş eğmediğini ve mücadelesini sürdüğünü bu nedenle ilk kayyum atamasının adresi Colemêrg olduğunu söyleyen Mahmut Duran, “Colemêrg Kürt halkının tarihi bir kentidir. Colemêrg Kürt halkı için, Kültür, dil ve varlık demektir. Colemêrg halkı seçimde tüm kirli politikalara rağmen iradesine sahip çıktı. Sisteme karşı ilk tepkinin çıkış noktası Colemêrg olduğu için irade gaspı yapılarak özgür bir yaşam sürmesini her seferinde engelliyorlar. AKP Türkiye’de her konuda yok oluşta olduğu için Kürt halkının iradesine kayyım atayıp seçilmişlerini yok sayıp nefessiz bırakmaya ve savunmasız bırakmaya çalışıyor. Bu Kürt halkına yönelik bir kumpastır. Yüzlerce kez kayyım atansa bile Kürt halkını durduramazsınız. Kürt halkının yüreği esir tutulamaz. AKP’ye sesleniyorum hani demokrasiden yanaydınız? Ne oldu da bir günde demokrasi karşıtı oldunuz. Demokrasi sadece Kürtler için mi yok. AKP bu partinin gerçek demokratik anlayışından korktuğu için kayyum atıyor. Ama tüm kumpaslarınız boşa çıkacaktır” dedi.
Darbe ve Gasptır
AKP’nin bu politikasını hiçbir şekilde kabul etmediklerini söyleyen DEM Parti Colemêrg Belediye Meclis üyesi Nurettin Korkmaz, “Colemêrg halkı 31 Mart’ta tüm kesimlere Mehmet Sıddık Akış şahsında DEM Parti olduğunu gösterdi. AKP 8 yıldır olduğu gibi bir kez daha Colemêrg halkının iradesini tanımadı. Onurlu Kürt halkının, demokrasiden yana olan tüm kesimler bu durumu kabul etmemesi gerekiyor. Demokrasi, barış, eşitlik ve özgürlükten yana olan herkesin bu darbeye karşı ses çıkarması gerekiyor. Bugün Kürt’e yapılan gasp yarın tüm Türkiye halklarına yapılır. Bu gaspının diğer belediyelere sirayet etmemesi için herkesin tavır alması lazım. Bu açık ve net bir darbe ve gasptır” diye konuştu.”
Terörün illa ki silahla değil kalemle de var edilebileceğini, son sekiz yıldır üç defadır yine yeni ve yeniden var edilen o kayyım politikasıyla sürdüregelen bir iktidar kliğinin elinden çıktığını görmek için müneccim olmaya gerek yoktur. Doğrudan müdahalelerle bir yanda, mesajı aldık diye bildirirken, Batı’da özellikle ılımlılık / normalleşme diye bir mefhumun tam dibinden cümleler kurmaya devam ederken baş efendi, tek karar merci olduğu bir düzlem ve istikamette o yıldırıyı bir başka biçimde Mehmet Sıddık Akış’ın davasını öne sürerek, alelacele gizli tanığın ifşaatına rağmen, tehditle alınan bir söylemi Akış’a yükleyip on dokuz yıl altı ay hapis cezasını infaz ettirerek seçimi boşa düşürür. Demokrasi deneyiminin küflü bir laf kalabalığından ibaret kılındığı bir zeminde her şeyin ortalamasının alındığı yer, karnemizi gördüğümüz zemin, halkın sesini işittiğimiz meydan denilip dururken o sandığın Kürdistan sathı mahallinde bir kere daha göz ardı olunduğu var edilir. Demokratik ideden uzak, kendi bildiği zulmü yeniden biçimlendiren ve tökezlediği iktidarda daha fazla kalabilmek için her şeyi olur addeden bir yönetim katının hamleleri “terör” kavramının nasıl da gündelik bir mefhuma dönüştürüldüğünün de ayan beyan kanıtıdır. Yengilerin en ağırlarını var etmiş Bakur Kürdistan’ı coğrafyasında halkın iradesini boşa düşürebilmek için, taşıma kolluk kuvvetiyle oy kullandırmaktan, kimi yer ve mezralarda blok oy atmalara kadar işi çığrından çıkartanların karşısında onurları için mücadele eden bir temsilin / halkın hezimete uğratılması böyle bir tutsaklıkla söz konusu olunabilir mi? Sekiz koca yıldır onca seçimden sonra üç kere kayyım atanabilecek kadar o sathı mahalli Kürd’ün yönetemeyeceğine dair kanaat kimin eseridir sahiden neyin eseri!
Davanın içeriğindeki malum gülen yapılanmasının izleri de mi bir şeyleri aksettirmez misal. O haberi de iliştirelim: “Colemêrg Belediyesi'ne kayyım atanmasına gerekçe yapılan davanın iddianamesini yazan savcı D.Y.'nin "FETÖ'den arananlar" listesinde olduğu ortaya çıktı.
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partili (DEM Parti) Colemêrg Belediye Eşbaşkanı Mehmet Sıddık Akış, gözaltına alındıktan sonra jet hızla görevden uzaklaştırıldı ve yerine kayyım atandı. İçişleri Bakanlığı, Akış'ın görevden alınmasına dair yaptığı açıklamada, Akış hakkında "örgüt yönetmek", "örgüte üye olmak" ve "örgüt propagandası yapmak" iddialarıyla Hakkari 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nde 2014/173 esas sayılı dava dosyası bulunduğu belirtildi. Ayrıca yargılamanın devam ettiği kaydedildi.
Söz konusu davanın (KCK davası) iddianamesini hazırlayan savcı D.Y.’nin, 2023 yılından bu yana İçişleri Bakanlığı’nın “terörden arananlar” listesinde “FETÖ” firarisi olarak yer aldığı ortaya çıktı. T24'ün haberine göre; İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 15 Temmuz askeri kalkışma sonrası “FETÖ” ile ilişkili hâkim ve savcılara yönelik yürütülen soruşturma sonucu D.Y.'nin de aralarında olduğu 25 isim hakkında “örgüt üyesi olmak” suçlamasıyla iddianame hazırlandı. İstanbul 24. Ağır Ceza Mahkemesi’nde 2017’de başlayan yargılamada savcı D.Y. de sanık olarak yer aldı.”
-Barikayı hakikat müsademeyi efkârdan çıkar. Fikirlerin çarpışmasından hakikat çıkagelir anlamını barındıran bir eski deyimdir. Tümüyle terör lafzını ortaya çıkartıp, bir asırdan da uzunca bir süredir memleket sathını yaşanmaz kılabilmek için türlü çeşit oyunlar kurulmaya devam olunuyor. Seçim hiçe sayılıyor. İtirazlar kulak arkası ediliyor. Alicenap oyunlarıyla kurulmuş davalar, yazılmış fezleke ve iddianamelerle o hakikat çalınmaya devam olunuyor. Colemerg / Hakkari’de ses verildiğinde tepkime hep aynı noktadan bir kere daha Kürd halkının mücadelesini hedef kılarak susturulmak isteniyor. Bir yanda vekil darp edeceksin, halka zor kullanacaksın, kolluğu şiddetin öznesi kılacaksın sonra çıkıp Türkiye demokratik ülke, ekonomisi sağlam ülke diye geçinip duracaksın. Kepazelikler silsilesi içerisinde olan biten bir halkın umuduna çöreklenmek. direnişi bu şiddet mi sonlandıracaktır. Direnişi, hayatta var olma mücadelesini, tırnaklarıyla kazına kazına elde edilmiş hakların tamamını bu şiddet sarmalı, duraksamadan güncellenen ol kayyım trajedisi, terör kurgusu mu alt edecektir? Demokrasiden, yepyeni bir anayasa yazım sürecinden bahsedilirken bu ülkenin halklarının hakları ne olacaktır? Bu kadar dip dibe, kökten olagelen Kürd halkının başına örülen çoraplar, bitimsiz kıstırma halleri ve hiç tükenmeyecek adaleti çalmalar, yıkmalar, yağmalar ve şiddetle Türk’ün imtihanı hiç biter mi? Kötülüğü yerle yeksan edebilecek o müşterek cüret, ortak isyana meram her nerededir?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: Malumun İlamı... https://www.evrensel.net/haber/520071/emep-bolge-orgutu-kayyuma-gecit-vermeyecegiz
Meramda Paylaşılan Haberler
Colemêrgliler: Hukuksuzluğa Karşı Sessiz Kalmayacağız https://mezopotamyaajansi.net/GUNCEL/content/view/243790?page=14
Kayyıma Gerekçe Yapılan Davanın Savcısı 'Fetö'den Arananlar' Listesinde
https://mezopotamyaajansi.net/GUNCEL/content/view/243824?page=11
#meram#arzihal#türkiye gerçekliği#demokrasi#adalet#mehmet sıddık akış#colemerg#şaredari#özerk#hak#bakur kürdistan#dem parti#dbp#siyasa#seçim#yerel seçimler#hakkaniyet#kayyım#akp#kötülük sarmalı#karanlık çağ#yol nereye?#hakikat meseli
0 notes
Text
Bakara 182.Ayet: فَمَنْ خَافَ مِنْ مُوصٍ جَنَفاً اَوْ اِثْماً فَاَصْلَحَ بَيْنَهُمْ فَلَٓا اِثْمَ عَلَيْهِۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ۟
.
Bakara 182.Ayet: Her kim, vasiyet edenin haksızlığa yahut günaha meyletmesinden endişe eder de (alâkalıların) aralarını bulursa kendisine günah yoktur. Şüphesiz Allah çok bağışlayan hem de esirgeyendir.
.
.
İslam hukukunda ilk yargıçlık, savcılık, avukatlık temelleri burada ancak devletten bağımsız bir şekilde, kişinin kendi nüfuzuna ve yetkinliğine bağlanan aracılık kurumuna vurgu görülebilir.
Haksızlığa uğrayanın hayatta olmaması ona bir hak arayıcı vasi kaynağını Allah'tan alan bir hak ile toplumsal yaşama dahil edilmektedir.
Vasiyet edenin günaha meyletmesinin anlamı muğlak gibi görünmektedir. Bir kişi sahip olduklarını istediği şekilde dağıtabilir vurgusundan sonra günah işleyebilir ifadesi bazı özel durumlara yapmalıdır.
Bu özel durumlar, vasiyet eden kişiye bütün hayatını adayarak hizmet eden kişinin emeklerinin başkasına vasiyet eden kişi eliyle teslim edilmesi, devredilmesi durumunda gerçekleşebilir. Hizmet eden bu hizmeti karşılıksız yapmış olsa bile. Hayatını vasiyet eden kişinin ölümünden sonra idame ettirmekte bir güçlük yaşarsa orada bir günah söz konusu olabilir.
Günahın olmaması, negatif müdahalenin hak gaspını uygulamak İSTEYEN kişiye yönelik olmasından ileri gelir. Hak gaspı yapan kişi elde edeceği çıkarı şahitler ve aracılar aracılığıyla elden kaçırabilir, yitirebilir. Bu durum kişi için kayıp ancak toplum, toplumsal bilinç için bir kazanımdır.
Buna göre aracı olan kişinin, yerel özerk yargıcın olaya müdahalesi hakka olumlu müdahalesi, inşaaya pozitif katkısı içeriğine sahip olacağından kişiye yararı olmasa bile zararı yoktur şeklinde anlaşılabilir.
Bu bilgi kümesinin içeriğini anlayabilmek için geçmiş dönemleren şimdiye aktarılan toplumsal yaşamda uygulanan miras anlayışına bakmak gerekir.
YEREL düzeyde her insanın en azından kendi aile miras ilişkilerinden bazı sonuçlar çıkarması mümkündür.
Bunu İslam'a bağlamak her ne kadar gerçekçi görünmese de, devletin müdahil edilmediği bazı toplumsal sorunlarda bazı çözüm üretimlerine tanık olmak ve bu ilişki biçimini İslam hukukuna dayandırmak mümkündür.
Sürecin işleyişini devlet YERİNE TOPLUMA ve toplumsal bilince dayandıran ayet, adaletin bir şekilde ve tarafsız olarak sonuçlanacağına güvenir gibidir.
Devlet için zaman aşımı kavramı varken, toplumsal hafıza için neredeyse yok gibidir. Sorunlar ÇÖZÜLENE kadar gizli veya açık mücadele devam eder.
Bunun kanıtı olarak da İslami yönelimlerin bin yılı aşkın süredir devam eden çatışmaları gösterilebilir.
.
.
HaNAR
.
.
#thehanardevelopment #personalconstutionaltrials #hanargelisim #HaNARgelisim #hanargelisimtakvimi #theroad #birey #kişiselanayasadenemeleri #dive #kişiselanayasa #God #bakışaçısı #tasarım #religionofnewworldpeace #религиюмира
0 notes
Link
Bu gün yerel bir mahkeme , anayasa mahkemesinin kararını yok saymış , tanımamış , anayasa mahkemesinin hak gaspı var , yeniden y...
Bu gün yerel bir mahkeme , anayasa mahkemesinin kararını yok saymış , tanımamış , anayasa mahkemesinin hak gaspı var , yeniden yargılama gerekir hükmünü uygulamayarak , kendini anayasa mahkemesinin üstüne konumlandırmıştır , , Ayaktan baş , baştan ayak olmaz . Yerel mahkeme, Anayasa Mahkemesi'nin Enis Berberoğlu kararını tanımadı!Bu bir darbedir .Hukuğa , kanuna ve yasaya yapılan bir darbedir . Bu kararla Anayasa Mahkemesi'ne had bildiren bir alt mahkeme oluşmuşBu güne kadar Görülmemiş bir olay meydana gelmiştir . Beğen veya beğenme, hiçbir alt mahkemenin en üst mahkemeyi tanımama hakkı yoktur Bu yapılan Hukuk sistemine açık açık bir darbedir . Yasama,Yürütme veYargı ayrıdır. Kaymakamlar da İçişleri Bakanlığının kararlarını tanımayabilir mi? Ya da müftülükler Diyanet İşleri kararlarını yok sayabilir mi? Yasama organı (Meclis) ulusun yasalarını yapar.Yürütme (siyasi iktidar) devleti hizmetlerini yürütür.Yargı, hukukla ilgili işleri görür. Demokraside/hukuk devletinde; siyasi erkin başı, yasama veya yargının alanına karışamaz.Dikta ayrı. Demokrasi; hukuk devleti olmayı gerektirir.Hukuk devletinde;-Yasama-Yürütme-Yargı ayrıdır (Kuvvetler ayrılığı) Bu üç kuvvet tek elde toplandığında artık dikta var demektir. Artık bireyin hukukundan ya da "hukuk"tan söz edilemez.Çok temel bilgiler ama hatırlatmakta yarar var.Hukukun olmadığı yerde kimsenin;-Canı-Malı-Irzı güvende değildir. Her konuda yetkili, gücün tek sahibi olan bir diktatör; İstediği kişinin malına çöker,İstediğini içeri tıkar,İstediğini ipe çeker,İstediğini azleder,İstediğini istediği konuma getirir.Zulümdür! Dikta ile yönetilen bir ülkenin insanıysan;Canın , malın ırzın güvencede değil.Özgür değilsindir . Esas olarak hiçbir hakkın yok, eğer kırıntı düşecekse ona da diktatör karar verir. Hayatınla ilgili her konu, onun iki dudağı arasında.Razı mısın? Son söz ..Adalet gün gelir herkese lazım olurHatta onu ayakları altına alıp paspas yapana dahi ! A.Atam
1 note
·
View note
Photo
Çomar I Selim Temo Siz siz olun kimseye Çomar demeyin. Çünkü o, kahraman bir isyancı aslında. Temmuz iki bin on dörtte twitter hesabımı iki arkadaşa teslim ettim. Şifreyi verirken “Doçent oluncaya kadar geri vermeyin” diye tembihledim. Herkese Karşılaştırmalı Edebiyat dedim, ama aslında Kürt Dili ve Edebiyatından başvurdum. Dereceyi alacak ve “el koymaya çalıştığınız bölümlere geçmeyeceğim” diyecektim. Sonra bir şeyler oldu, ortalık karıştı, sonuçlar gecikti, sonunda yirmi altı Aralık iki bin on altıda Doçentlik Bilgi Sistemi’ne (DBS) “Eser Sonucu” düştü. Ayıptır söylemesi, beşte beş ile geçmiştim. Birkaç hafta içinde sözlü jüri toplanacaktı. Ama sonuçtan on bir gün sonra, gece yarısı halı sahada gol üstüne gol atarken, bilmem kaç numaralı bir KHK ile ihraç edildim. O dert değil, ama doçentlik başvurum ve dahi sonucum da DBS’den uçuverdi. Birkaç haftaya jüriye girerim diye beklerken Adnan Satıcı’nın “hiç yaşamamış ve hiç ölmemiş gibiyim artık” dizesini hatırlatır şekilde hiçbir akademik çalışma yapmamış gibi kalakaldım. Yazdığım makaleler, kitaplar, aldığım dil puanları, verdiğim dersler, yürüttüğüm proje ve tezler yokmuş meğer! Aslında yokluk kulağa fena da gelmiyor. Yaşasın solipsizm ona bakarsan! Aklıma Met-Üst’ün atasözü hükmündeki lafı da geliyor: “Düşünüyorum, o halde VAR’ım. Düşünmüyorum, o halde YÖK’üm!” Bir hak gaspı bu. Tamam, memuriyetten at da akademik derece ile memuriyetin ne alakası var hacı? Herhalde “Dîvân��a kalmaz bu iş. Neyse, söz nereye geldi, ne diyecektim? Hah, Twitter kullanırken bir “çomar” lafıdır uçuşup duruyordu, devam ediyordur herhalde. Özellikle karşıt kamplarda olan kişiler birbirlerini “Orta Asya çomarı”, “Mezopotamya çomarı”, “Ak çomar” diye niteleyip duruyordu. Peki çomar ne ya da kim? Çomar sözcüğüyle ilk karşılaşmam, Batman Altmışıncı Yıl Cumhuriyet Ortaokulu, birinci sınıfında başlar. Üç dergi alıyorum: Milliyet Çocuk, Tercüman Çocuk ve Türkiye Çocuk. Milliyet Çocuk dergisinde bir çizgi dizi vardı. Adı: “Hızlı Hafiye Çomar.” Hafiyemiz bir köpek olarak çizilmiş. Bizim hafiye kılı kırk yaran bir dikkatle olayların iç yüzünü ortaya çıkarıyordu. Sonra Yapısalcılar gibi dedektif romanlarına ilgi duymamın bir nedeni bu olmalı. Ernest Mandel aklıma geldi şimdi. Mealen ne diyor “Hoş Cinayet” kitabının girişinde: “Benim gibi Marksist bir kuramcının böyle ucuz edebiyat takip etmesini yadırgamayınız!” Yıllar sonra İlhan Berk’in “Bir Halk Ayaklanması Notları” şiirinde “Ben Üsküdar cenginde / Sağ cenahı tutan / Çomar Bölükbaşı. / İzoli Kürdi kabilesindenim / Van dağlarında adım söylenir” dizeleriyle karşılaşınca beni bir meraktır aldı. Bu şiir bin dokuz yüz kırk yedide yazılmıştı. Cumhuriyet sonrasında Kürt sözcüğünü kullanan dördüncü ya da beşinci şiir. Peki Çomar Bölükbaşı kimdi? Evliya Çelebi, bir seyyaha yakışır şekilde yorgun argın menziller aşıp bin altı yüz kırk dokuzda İstanbul’a varınca cümle Osmanlı askerinin Gürcî Nebî, Katırcızâde ve Çomar Bölükbaşı’nı takip ve dahi tedibe çıkmışken bunların yüz bin Celâlî ile Üsküdar şehrinin etrafındaki bağlara hendek kazdıklarını öğrenir. Okuyunca ben de öğrendim; meğer Çomar Bölükbaşı bir Celalîymiş. Evliya Çelebi, “Seyahatnâme”sinde olan biteni anlatır: Asker-i Osmanî topları kirpi gibi yan yana dizer. Binlerce cünd-i Müslimîn “Allah yekdir yek” nidalarıyla cenge tutuşurlar. Osmanlı askeri daha Öztürkçeci, gerçi yek Farsça-Kürtçe ama! Zaten Osmanlı’da Türkçe ezan da var ona bakarsan. Ignác Kúnos, İstanbul’da Türkçe ezanı duyar ve aktarır: “Yoktur tapacak, yoktur tapacak, Çalapdur ancak!” Neyse, kırk pare gemi ve beş bin asker İzmit Boğazı ile Pendik, Kartal, Darıca ve Heleke yollarını tutar. Celalîler akın akın Üsküdar’a ilerler. Sultana samur kürk giydirip başına mücevher taç takan zamanın danışmanları ise, dua ve sena ile “Serdârı ekremim ve çârhacı vezîri mükerremimsin. Yürü talî‘ai askeri İslâm’ım ol. Allah işin âsân getire!” deyü seferi başlatırlar. Abhaz, Çerkes ve Gürc�� atlılarıyla Hersek sınırı gazileri tam takım hazır edilir. Velhasıl “mübalâğa cenk olundu.” Evliya Çelebi, küffara karşı ordunun böyle hazırlandığını yazar, ama “Celalîlerin dahi İslâmdan olduğunu” söylemek zorunda kalır. Resmi tarih böyle bir şey! Savaş sahneleri, bir tür edebî etkinlik gibi anlatılır. Eli mercan tespihli, “nârin pabuç giyer çelebiler” savaşı seyre gidip Kâğızhâne, Okmeydânı, Karaca Ahmed Sultân Tekyesi ve Miskinler Tekyesi civarında gezintiye çıkar, hevâyî fişek atar, top oynar, murabba, dübeyti, taksîm ve varsağı okuyup türlü türlü şakalar ederlermiş. Ama savaş, bu ince ruhlu şehrîlerin (İstanbullular) edebî hülyaları gibi değildir. Can pazarında, birbirini paralayan bir erkek denizi vardır. Evliya Çelebi savaş sahnelerini öyle ustalıkla anlatır ki, Ertuğrul, Kuruluş, Muhteşem Yüzyıl, Söz, Tek Türkiye, Sungurlar, Mançurlar vb. dizilerin senaristleri solda sıfır kalır. Bu senaristlerin taşkın millî ruhu yoktur savaşta. Bazı şeyler hiç değişmiyor dedik ya, bakın mesela savaşı izleyip mangal yapanlar da var, üstelik şâhrâh (otoban!) kenarında da değil, tam üstünde: “Niçesi ol izdihâmda şâhrâh üzre oturup pasâtırma ve sucâyık ve kaşâkaval panayırı ve kestâne ve leblebi ve fındık ve fısdık tenâvül ederler.” Şehrî zarifler her gün Üsküdar’ın karşı kıyısında oturup savaşı seyrederler. Bir tür eğlencedir bu. Savaşa giden asker ve rütbelilerle alay ederler. Yani adını andığım dizilerdeki ortaokul piyesi zekâsı gibi bir durum yok ortada: “İhtimâlcileri miskînler mezâristânı sedlerinde sengi mezârlar üzre ferrâcelerin altlarına koyup kimi gemi meymûnu gibi oturur, kimi kazığa urulmuş gibi ayakların sarkıdup oturur ve âyende vü revendeye ta‘n-âmîz nükteler ile zebân-dırâzlık edüp gözüne kestirdiği cenge giden âdemlere ve niçe a‘yân [u] eşrâfa ‘Ağa uğurlar olsun ve gâzânız kutlu olsun. Bolay kim evine oğlanın ile bir baş göndereydin’ der. Biri dahi ‘Ağa sen bunun sözüne bakma ve tehlikeye kendini atma. Bu cenk yerinde baş çok olacakdır. Bir baş satın alup ehline geçüp bir baş ile var’ der. Ba‘zısı ‘Ağa gâzân kutlu olsun. Bolay kim şu gazâda sana şehâdet müyesser ola.’ Ba‘zısı garîb âdemdir, ‘Allah versin şehîdliği’ der. Ve kimi dahi ‘Ağa bu silâhı bît bâzârından âriyetî mi aldın’ der. Biri ‘Yok şirdenzâdeden ödünç aldı’ der (…) Kimi ‘Ağacığım gayret eyle, boklu şehîd olmayup hür şehîd olup dîn uğuruna sağ gelmeyesin!’der.” Haftaya devam edeyim de siz siz olun kimseye Çomar demeyin diyeyim şimdilik. Çünkü o, kahraman bir isyancı aslında. Efendiler adını kirletmek için türlü şeyler yaptılar. Bize de onu yeniden hatırlamak ve hatırlatmak düşer. BİR GÜN Bir kısmı misafir olan birkaç arkadaşla Amed’de, büyük bir bahçesi olan bir meyhaneye gittik. Garson, dalgın ellerle masayı topladı. Ona söylenen şeyleri göz teması kurmadan duydu. İçeri geçip döndükten sonra mezeleri, salatayı masaya dizerken şöyle dedi: “Birazdan ara sıcaklar da gelir. Siz şimdi bunları komünal bir şekilde yiyin!” Misafirlere dönerek şöyle dedim: “Halkımızı bu kadar bilinçlendirmeyecektik!” 14 Haziran 2017 Selim Temo
3 notes
·
View notes
Text
Genel Başkanımız Kani Beko’nun #OHALdeYeter Forumundaki konuşması
“CHP İşçi Sendikaları ile STK’lardan Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı” tarafından düzenlenen #OHALdeYeter Forumu’nun “Emekte OHAL” başlığında DİSK Genel Başkanı Kani Beko, KESK Eş Genel Başkanı Mehmet Bozgeyik, TMMOB Yönetim Kurulu üyesi Kemal Zeki Taydaş, TTB Başkanı Raşit Tükel ve Birleşik Kamu-İş Genel Başkanı Mehmet Balık konuşmacıydı.
DİSK Genel Başkanı Kani Beko’nun Cumhuriyet Halk Partisi tarafından 15 Ocak 2018 tarihinde düzenlenen forumda yaptığı konuşma
Sayın Genel Başkan,
Cumhuriyet Halk Partisi’nin değerli yöneticileri,
Değerli sendikacı arkadaşlarım
Değerli basın emekçileri, değerli mücadele arkadaşlarım,
Konuşmama başlamadan önce 20 Temmuz 2016’da ilan edilen OHAL’in tekrar uzatılacağının AKP tarafından ilan edildiği bu günlerde bu çalıştayı düzenlediği için Cumhuriyet Halk Partisi’ne teşekkür ediyorum.
20 Temmuz 2016’da ilan edilen OHAL 10. kez uzatılıyor.
Ülkemiz bir buçuk yıldır adeta bir sivil darbeye dönüşen OHAL ve tek adam rejimi ile yönetiliyor.
Bu ülke 15 Temmuz 2016 tarihinde kanlı bir darbe girişimine tanık oldu. Bu kanlı darbe girişimi sırasında 250 yurttaşımız darbeciler tarafından katledilirken binlerce yurttaşımız da yaralandı. Burada bir kez daha ölen yurttaşlarımıza rahmet, yararlananlara sağlıklı bir ömür diliyorum.
Biz darbeleri iyi biliriz.
Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu 12 Eylül 1980 askeri darbesinin sendikal alandaki en büyük mağdurudur. Konfederasyonumuzun faaliyetleri 11 yıl boyunca durduruldu. Başta Genel Başkanımız Abdullah Baştürk olmak üzere yöneticilerimiz tutuklandı, işkence gördü ve idamla yargılandı. Yüzbinlerce üyemiz iradeleri dışında başka sendikalara peşkeş çekildi. DİSK yok edilmek istendi.
Biz darbeleri ve darbecileri iyi biliriz.
O nedenle halka, anayasaya ve hukuk devletine karşı işlenmiş en ağır suçlardan biri olan 15 Temmuz 2016 darbe girişimini en başından beri tereddütsüz lanetledik ve darbecilerin yargılanarak cezalandırılmasını savunduk.
“Darbecilerin yargılanması, darbe girişimin siyasi ayağının ortaya çıkarılması ve devlet içindeki paralel yapının dağıtılması demokrasi ve hukuk devleti açısından yaşamsal öneme sahiptir” dedik.
15 Temmuz darbe girişimine ilk günden karşı duran, lanetleyen ve darbeye karşı demokrasiyi ve hukuk devletini tavizsiz bir biçimde savunan DİSK, darbeyle mücadele adına TBMM’nin devre dışı bırakılarak OHAL ilan edilmesini ve ülkenin KHK’lar ile yönetilmesine karşı çıktı, çıkmaya da devam ediyor.
DİSK başından beri OHAL’in kaldırılmasını, darbeciler ve onların mensup oldukları FETÖ ile mücadelenin TBMM işletilerek ve hukuk devleti kurallarına bağlı kalınarak yürütülmesini savundu.
Hükümet darbecilerin kapatmak istediği ve darbeye karşı hep beraber direnen Meclis’i işleterek darbeyle mücadele etmek yerine Olağanüstü Hal ilan etmeyi tercih etmiştir. OHAL amacından saptırılmış ve Anayasa ihlal edilmiştir.
OHAL Anayasal sınırları aştı, keyfi yönetime dönüştü.
KHK’lar Anayasa Hükmünde Kararnamelere dönüşmüş, Meclis’in yasama işlevi büyük ölçüde sınırlanmıştır.
Hükümet, KHK çıkarma yetkisini anayasal sınırları aşarak kötüye kullanmakta ve TBMM’nin iradesini gasp etmektedir. Bir buçuk yıllık OHAL döneminde 30 KHK yayınlanırken yüzden fazla yasada değişiklik yapıldı.
KHK ile yapılan düzenlemelerin önemli bir bölümünün OHAL’in ilan edilme gerekçesiyle ilgisi yoktur. Kış lastiğinden Varlık Fonuna, Rektör seçiminden grev ertelemeye ve taşeronların kadroya alınmasına kadar pek çok konu KHK ile düzenlenmiştir.
24 Aralık 2017 tarihinde 696 sayılı KHK’da taşeron işçilere yönelik kadro düzenlemesi yapıldı. Böylece taşeron işçilere kadro verilmesi konusu işçilerin ve milletin temsilcilerinden kaçırıldı. 1 milyon işçiyi ilgilendirecek düzenleme kanun hükmünde kararname ile düzenlendi. Çalışanların en temel hakkı olan çalışma hakkının düzenlenmesine ilişkin bir konunun KHK ile düzenlemesi ancak OHAL fırsatçılığı ile açıklanabilir.
120 bin civarında kamu görevlisi ihraç edildi.
Çalışma hakkı OHAL döneminde en yaygın ihlal edilen hak oldu
Bir buçuk yıllık OHAL döneminde 120 bin civarında kamu görevlisi ihraç edilmiş, Cumhuriyet tarihinin en büyük kamu görevlisi tasfiyesi yaşanmıştır. 12 Eylül döneminde kamu kuruluşlarından 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu kapsamında yaklaşık beş bin kişinin çıkarıldığı düşünülecek olursa 15 Temmuz darbe girişimi sonrası yaşanan tasfiyenin boyutları daha iyi anlaşılabilir.
Kamuda yaşanan tasfiye, darbe ve darbecilerle mücadele sınırını aşmış, hukuk devletinin temel ilkelerini çiğneyen bir hal almıştır. Darbe girişiminin siyasi ayağı ısrarla ortaya çıkarılmamakta, darbecilerin mensup oldukları örgütün devleti işgal etmesine göz yumanlar, onunla işbirliği içinde hareket edenler hakkında hiçbir işlem yapılmamaktadır. Ama geçmişte suç olmayan bir fiilden dolayı kamu görevlileri kamudan ihraç edilmektedir. Bu durum adil değildir, hukuka uygun değildir, ölçülü değildir.
120 bin civarında kamu görevlisi somut bir delile dayanmadan, savunma hakkı tanınmadan ve adil yargılanma yolları tıkanarak kamu görevinden çıkarılmış, sadece kamu görevinden çıkarılmakla kalınmamış, ihraç edilenler damgalanmış, suçlu ilan edilmiş, emekli ikramiyelerinden mahrum bırakılanlar olmuş, pek çoğunun özel sektörde de iş bulmasını engelleyici uygulamalar söz konusu olmuştur.
Bilindiği gibi, kayyum atanan belediyelerin birçoğu DİSK Genel-İş Sendikası’nın örgütlü olduğu belediyelerdir. Genel-İş Sendikamıza üye binlerce işçi ya kayyum veya KHK marifetiyle işten çıkarılmıştır.
7 bine yakın akademisyenin ihraç edildiği bu dönemde, Barış Bildirisi imzacılarından olan ve birçoğu aynı zamanda emeğin sorunlarıyla ilgili çalışmalarda bulunan 400’den fazla akademisyen üniversitelerden uzaklaştırılmıştır.
Çalışma hakkı elinden alınanların adil yargılama yolu da kapalıdır. İdari yargı organları KHK ile yapılan ihraçlar konusunda görevsizlik kararı vermiş, Anayasa Mahkemesi OHAL KHK’larını incelemekten kaçınmış, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ise iç hukuk yolları tüketilmediği için başvuruları kabul etmemiştir. Bilindiği gibi bu konuda Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu kurulmuştur.
Komisyon aldatmaca ve oyalamadır
Ancak bu komisyona 110 bin başvuru gelmesi, yılda 250 gün ve günde ortalama 8 saat çalışılması durumunda, her dosyaya 5 dakika ayrıldığında dahi başvuruların sonuçlanması için 5 yıl gereklidir. 1 yıl içinde başvuruları tamamlamak için her dosyaya ayrılması gereken süre 65 saniyedir. Nitekim OHAL’in üzerinden bir buçuk yıl geçmesine rağmen komisyon kayda değer bir işlem yapmamıştır.
Bir buçuk yıllık OHAL döneminde işçiler ve sendikalar çeşitli baskı ve engelleme ve tehditlerle yüz yüze kaldı
OHAL bahane edilerek birçok sendikal faaliyet ve işçi eylemi yasaklandı veya engellenmiştir. Konfederasyonumuzun üyesi Genel-İş, Birleşik Metal-İş, Lastik-İş, Gıda-İş, Güvenlik-Sen, Limter-İş, Nakliyat-İş ve Sosyal-İş sendikalarımızın da aralarında olduğu sendikaların, çalışma yaşamına ilişkin konulardaki bazı basın açıklamaları, hak arama girişimleri, yürüyüş ve protesto eylemleri ve bilgilendirme amaçlı kimi salon toplantıları engellenmiştir.
OHAL döneminde beş grev keyfi olarak ertelendi.
AKP OHAL’e kadar olan iktidar döneminde toplam 8 grevi ertelemişken sadece bir buçuk yıllık OHAL uygulaması boyunca beş büyük grev milli güvenlik, genel sağlık ve finansal istikrarı bozucu olduğu gerekçesiyle ertelenmiştir/yasaklanmıştır.
Yasaklanan grevler arasında Birleşik Metal-İş sendikamızın iki grevi de vardır. Grev ertelemelerinin OHAL uygulamasının bir parçası olduğu bizzat Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından iki kez işveren örgütlerinin toplantılarında ve altı çizilerek vurgulanmıştır.
OHAL döneminde 165 basın, yayın, radyo, televizyon ve haber ajansı kapatıldı
OHAL döneminde 39 kişi intihar etti.
Saptayabildiğimiz kadarıyla OHAL döneminde KHK ile ihraç edildiği ve işinden atıldığı için intihar eden yurttaşlarımızın sayısı ise en az 39 kişidir.
Sonuç olarak OHAL, işçilerin haklarının hukuk dışı biçimde gasp edilmesinin bahanesi haline getirilmiştir. “OHAL’in millete karşı ilan edilmediği” iddiası bizzat hükümetin icraatları ile çürütülmüştür. Unutulmamalıdır ki bugün ülke yurttaşlarının en az üçte ikisi ücret gelirleriyle yaşamaktadır. Eğer emeği ile yaşamını sürdürenler “millet” değilse “millet” kimdir?
OHAL emeğe zararlıdır. Emeğe zararlı olan OHAL, açıkça millete karşıdır.
Sermayeye olağanüstü sömürü olanakları sağlayan, olağanüstü işsizlik, güvencesizlik ve hak gaspı yaratan OHAL derhal kaldırılmalıdır.
Adalet için, demokrasi için, barış için, kardeşlik için, insan hakları için, sendikal hak ve özgürlükler için OHAL düzenine son verilmelidir. OHAL’in kalkmasıyla beraber, eşitlikçi, özgürlükçü ve demokratik bir Anayasa için çalışmalar başlatılmalıdır.
Bu ülkede yaşayan 80 milyonun ihtiyacı OHAL değil, laik-demokratik-sosyal bir hukuk devletidir.
Bu duygu ve düşüncelerle hepinizi selamlıyor, “faşizme karşı omuz omuza” mücadeleye devam diyorum!
http://ift.tt/2mGQYKo
0 notes
Text
Mülk Sahiplerinin İzni Olmadan Baz İstasyonu Kurulamayacak!
Mülk Sahiplerinin İzni Olmadan Baz İstasyonu Kurulamayacak!
Turkcell’in Genel Müdürü olan Kaan Terzioğlu, baz istasyonu kurulumundaki belediyelerden ruhsat alımı şartının kaldırılmış olması hakkında değerlendirmelerde bulundu.
Kaan Terzioğlu’nun, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından çıkarılmış olan Planlı Alanlar İmar Yönetmeliği’ndeki elektronik haberleşme istasyonları kurulumuna yönelik belediyelerden alınması zorunlu olan ruhsat şartının kaldırılması hakkında yapmış olduğu bu değerlendirmede, iletişim bir ülkenin en önemli stratejik alanları arasında altyapısının yer aldığını ifade etti.
Bir bölgede iletişim altyapısının oluşturulması için gerekli görülen tüm şartların Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı ile beraber Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK) tarafından belirlenmiş olduğunu da anımsatan Terzioğlu, bu iki kuruluş haricinde herhangi bir idari kuruluşun izin verme gibi bir yetkisinin bulunmadığını açıkladı.
Kaan Terzioğlu açıklamalarında ayrıca, bu yönetmelik ile beraber devletin yetki verme gaspına engel olunduğunun altını çizerken, Türkiye’nin dijital alt yapısının güvenilir ve hızlı bir şekilde gerçekleşmesinin önünün açıldığını da dile getirdi. Bu düzenlemenin kentsel dönüşümün var olan konut ihtiyacını gidereceği gibi, bu durumunda dijital dönüşüm alt yapısı sağlanması bakımından önemli bir düzenleme olduğunu, eskiden mevcut olan yetki gaspı ve kanun dışılığın yapılacak olan yeni yetkilendirme sayesinde engelleneceğini de belirtti.
Ülkede karayolu ve köprüler gibi iletişim altyapısının da önemli bir ihtiyaç olduğuna vurgu yapan Terzioğlu, bu tür durumlarda kanun koyucuların belirlenmiş olduğunu ve bunun haricinde başka bir kurumun yetkilendirme mercii olduğunu varsaymamak gerektiğinin altını çizdi.
Turkcell Genel Müdürü Kaan Terzioğlu, daha öncesinde bu konu üzerine çıkarılmış olan bir takım yasaların belirsizliğe neden olduğuna da değinerek, daha eski zamanlarda belediyelerden ruhsat alınması gibi bir zorunluluğun bulunmadığını, yer seçim belgesi adında bir konudan söz edildiğini fakat bunun nasıl alınacağı, kurallarının ne olduğu, ne kadar ücret ödeneceği hakkında da herhangi bir bilgi verilmemiş olduğunu hatırlattı. Şuan da baz istasyonları ruhsatlarının Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı’ndan alındığını ve alınmaya devam edileceğini vurguladı.
Özel mülkiyet olan arazi ve binalarda baz istasyonu kurulabilmesi için kiralama sürecinden geçileceğini söyleyen Kaan Terzioğlu, belediyeler tarafından ayrıca bir izin alınmayacağını fakat kimsenin özel mülküne de izinsiz bir baz istasyonu kurulmayacağını da açıklamalarına ekledi.
https://gayrimenkuleks.com/mulk-sahiplerinin-izni-olmadan-baz-istasyonu-kurulamayacak
0 notes
Text
Kişisel Hal
1-Genel Bakış: Toplum içinde bir kişiyi diğerinden ayırmaya o kişinin ferdi ailevi ve siyasi durumunu tayine yarayan birçok özellikleri vardır.Adı yaşı cinsiyeti evlilik durumu gibi.İşte bu özelliklerin tümü kişinin halini(statüsünü) belirtir.Kişinin hali ve bunları meydana getiren unsurlar o kimsenin özellikleri olduğuna göre başkasına devredilemezler a)Ferdi hali meydana getiren unsurlar:Kişinin adı cinsiyeti yaşı bu grupta yer alır. b)Ailevi hali meydana getiren unsurlar:Kişinin evli veya bekar dul veya boşanmış olması hısımlık ilişkileri de bu grupta yer alır. c)Siyasi hali meydana getiren unsurlar:Kişinin vatandaşlık ve hemşehrilik durumu mahkum olup olmaması da bu grupta yer alır. Kişinin ferdi ve ailevi hali dar anlamda kişinin hali veya kişinin medeni hali olarak da ifade edilir.Bir kişinin hali onu toplum içindeki durumunu belirlemeye yaradığı cihetle onun şahsı kadar toplumu da ilgilendirir.Bu yüzden kişisel hali düzenleyen kurallar kamu düzeninin ilgilendirdiği için emredici hukuk kuralı niteliği taşırlar. aytekin çağlar turan II-Kişinin Adı: 1-Genel bilgiler: Bir kişinin hüviyetinin tespitinde ilk bakılacak unsur onun adıdır.Ad üzerindeki hak kişilik haklarının bütün özelliklerini taşır mutlaktır devredilemez;uzun süre kullanılmasa dahi devam eder.Ad üzerindeki hakkı sahibi istediği gibi kullanabilir.Bunun sınırı üçüncü kişilerin haklı menfaatidir.Ad sahibi olma hakkı sadece gerçek kişilere tanınmış olmayıp aynı zamanda tüzel kişilerin de sahip olduğu haktır.Tüzel kişilerde ad üzerindeki hukuki korumadan yararlanır. 2-Adın çeşitleri: a)Soyadı:Nesilden nesile intikal eden ve bir kişinin bir soya bir aileye bağlılığını ifade eden addır. b)Öz adynı ailenin fertlerini birbirinden ayırmaya yarayan addır.Tek bir kelimeden ibaret olabileceği gibi birden çok kelimeden de teşekkül edebilir. c)Müstear ad(takma ad; mahlas)Bir kimsenin belirli bir iş yaptığı bir faaliyette bulunduğu sırada gerçek adının yerine kullandığı takma addır. d)Lakap:Üçüncü kişiler tarafından keyfi olarak bir kişinin adının yanına eklenen veya adı yerine kullanılan ve böylece o kişiyi nitelendiren bir addır. e)Ticaret Unvanı:T.K.mad.41/2 uyarınca her tacir ticaret işletmesine ilişkin işlemleri ticaret unvanı ile yapmaya ve işletmesi ile ilgili senet ve diğer evrakı bu unvan altında imzalamaya mecburdur.Ticaret kanununun bu hükmü uyarınca kullanılan ticaret unvanı da bir addır. 3-Adın kazanılması: a)Soyadının kazanılması: Soyadı ya nesep bağı ile ya evlenme ile ya da evlat edinme yolu ile ya da idari kararla kazanılır.Soyadı kanunu çıktığı zaman seçerek de soyadı kazanma imkanı tanınmıştır. aa)Nesep bağı yoluyla: Evlilik içinde doğan çocuk doğar doğmaz babasının soyadını kazanır.Bu hüküm emredicidir,şu veya bu şekilde çocuğa başka bir soyadı verilmesi mümkün değildir.Evlilik dışı çocuklardan babaları tarafından tanınanlar veya kişisel sonuçlarıyla babalığa hüküm alınarak babalarına gayrı sahih nesep bağıyla bağlananlar babalarının soyadını alırlar.Evlilik dışı çocuğun nesebi ana bananın evlenmesiyle düzelmişse çocuk babasının soyadını alır.Evlilik dışı çocuk babaya gayrı sahih nesep yoluyla bağlanmamış ise veya nesebi düzelmemişse ananın soyadını alır.Ana başka bir erkekle evliyse çocuk anasının kızlık soyadını alır. bb)Evlenme Yoluyla: Evlilik bağı kurulur kurulmaz kadın kocanın soyadını alır.Bu hüküm de emredicidir.1998’de yapılan değişikliklerle evlenen kadının kendi soy ismini kullanmasına izin verilmiştir.Boşanma ile evlilik sona ererse kadın bekarlık soyadına geri döner.Şayet kadının menfaatine uygun düşerse kadının talebiyle hakim kocasının soyadını taşımasına izin verir.Ancak koca şartların değişmesi halinde bu iznin kaldırılmasını talep edebilir.Kadının boşanmadan sonra bekarlık soyadına döneceği emredici şekilde görülse bile bu düzenleme ihtiyaçlara cevap vermediğinden “evlenmeden önceki soyadına” olarak yorumlanması daha uygun olur.Evliliğin butlan kararı ile sona ermesinden sonra kadın önceki soyadına döner. cc)Evlat edinme yoluyla: Bir kimse başka biri tarafından M.K.hükümlerine göre evlat edinilince evlatlık kendisini evlat edinenin soyadını alır.Evlat edinilenin reşit olması sonucu etkilemez.Evlat edinme ilişkisi sona ererse evlatlık eski soyadına döner.Evlat edinenin ölümü evlatlık ilişkisini sona erdirmediğinden evlatlık evlat edinenin soyadını taşımaya devam eder. dd)İdari karar ileoyadı kanunu gereğince kendiliğinden bir soyadı seçmeyenlerle anası babası belli olmayanlara soyadı idari makamlarca bir kararla verilmiş söz konusu kişiler soyadlarını bu idari kararla kazanmışlardır.Nüfus kanunun 21.maddesine göre de anası babası belli olmayan çocukların soyadını nüfus memuru koyar. ee)Soyadı seçme yoluyla: 2 Ocak 1935 tarihinde yürürlüğe giren soyadı kanunu ile her Türk için soyadı taşıma yükümlülüğü getirilince iki yıl içinde soyadı seçme imkanı tanınmıştır. aytekin çağlar turan b)Öz adın kazanılması: aa)Evlilik içi çocuk için:Evlilik içi doğan çocuğun adını velayet hakkına sahip baba ve anası koyar.Ana ve babadan biri ölmüşse yahut temyiz kudreti yoksa yahut velayeti haiz değilse çocuğun adını diğeri tek başına koyar.Ana babanın her ikisi de ölmüşse veya velayet hakları nez edilmişse çocuğun adını vasi koyar.Ana baba çocuğun adını yasal çerçeve içinde dilediği gibi seçebilir. bb)Evlilik dışı doğan çocuk için:Evlilik dışı çocuklar için öz adı kimin koyacağı hakkında bir hüküm yoktur.Çocuğun velayet anaya verilmişse ana babaya verilmişse babanın çocuğa öz adı koyacağı şayet bir vasi tayin edilmişse vasinin bu işlemi gerçekleştireceği kabul edilir. cc)Ana babası bilinmeyen çocuklar için:Bu durumda öz adı nüfus memuru koyar. c)Müstear adın kazanılması:Bu konu tartışmalıdır.Bizce müstear ad ilk kullanımla kazanılmış olmaktadır. d)Lakabın kazanılması:Lakabın genel bir tarzda kullanılması ve bir kimsenin bu lakapla tanınmış olması ile lakap kazanılmış olur. 4-Adın Değiştirilmesi: Öz ad ve soyadı nüfus kütüğüne yazılmakla belirlenmiş olur.Adın değiştirilmesi doğru olarak kütükte kayıtlı adın değiştirilmesi bir ek yapılması bir harfin çıkarılması hallerinde söz konusu olur. a)Adın değişmezliği kuralı: Bir kimse zorunlu olarak taşıdığı öz adını dilediği gibi dilediği zaman değiştiremez.Çarpışmakta olan toplumsal yararla kişisel yararı bağdaştırmak üzere kanunumuz adın değiştirilmesini ancak haklı bir sebep bulunması halinde müsaade etmiştir. b)Ad değişikliğini haklı kılan sebepler: Haklı sebeplerin neler olacağı hakkında önceden bir şey söylemek imkanı yoktur.Herhalde dürüstlük kuralına göre kişinin o adı taşımamakta bir yararı varsa adının değiştirilmesine cevaz verilmelidir.Aileden birinin önemli işlemesi halinde diğer bireylerin ad değiştirme yönündeki istekleri haklı görülebilir.Veya din ya da uyruk değiştirilmesi halinde adın değiştirilmesi talebi de haklı görülebilir. c)Usul: Dava ilgilinin “oturduğu yer”(ikametgah) asliye mahkemesinde açılır.Dava Cumhuriyet Savcısı ve nüfus baş memuru veya nüfus memuru huzuruyla görülür ve karara bağlanır.Mahkeme kararına karşı taraflar Yargıtay’a başvurabilir.(Temyiz yolu açık) Ad değiştirmek kişiye sıkı sıkıya bağlı haklardandır.Hakkın şahsen kullanılması gerekir.Ve kullanmak için temyiz kudretinin varlığı yeterlidir.Mahkeme kararı ile kabul edilen değişiklik nüfus siciline kayıt ve ilan olunur. d)Adın değiştirilmesine itiraz: Bir kişinin adının değişmesi yüzünden bir başka kişi zarara uğrarsa bu kişi değişikliği öğrendiğinden itibaren 1 yıl içinde değişiklik kararına itiraz edebilir.İtiraz ad değişikliğine karar veren mahkemeye yapılır.Soyadını değiştirenin yalnız eşiyle reşit olmayan çocuklarının da birlikte soyadlarının değişeceği kabul edilir. 5-Ad üzerinde hakkın korunması: M.K.25.maddesi kişinin adının iki çeşit tecavüze karşı korunması imkanını düzenlemiştir.Adın ihtilafa meydan vermesi ve adın gaspı.Ad üzerindeki hak bir kişilik hakkı olduğundan ada tecavüz kişilik hakkına da tecavüz teşkil eder. a)Adın ihtilafa meydan vermesi halinde koruma: Bu bir kimsenin bir adı taşıyamayacağı itirazı ile karşılaşmasıdır.Bu hallerde kanun adın sahibini korumak için kendisine o adı taşımaya ve kullanmaya hakkı olduğunun tespitini hakimden talep hakkını tanımıştır. b)Adın gaspı halinde koruma: Adın gaspından maksat bir kimsenin hakkı olmadan başkasının adını kullanmasıdır.Fakat özellikle bir kişiyi belirlemeyen başkalarının da sahip olduğu bir adın bir ürüne verilmesi adın gaspı değildir.Gasp halinde adı haksız olarak kullanan kimsenin bu konuda kusuru bulunsun bulunmasın ,kanun,adın sahibine adının haksız yere kullanılmasına son verilmesini talep etme hakkı tanımıştır.Uymayan mütecavize karşı “tecavüzün men edilmesini dava hakkı edilebilir.Adın tecavüze uğrayacağı hakkında inandırıcı belirtiler varsa önleme davası da açılabilir.Şayet adı gasbeden kimse kusurlu ise adın sahibi ayrıca eğer uğradığı bir zarar varsa bu zararın tazminini isteyebilir. c)Kişiliği koruyan davalardan yararlanma: Adın sahibini küçük düşürecek şekilde bir eşyaya ya da hayvana verilmesi kişiliğe tecavüz teşkil eder ve kişiliği koruyan davalardan yararlanılabilir. aytekin çağlar turan III)Hısımlık: 1-Kavram: Hısımlık bir kişinin belirli bir kişi grubu içinde belirli hale gelmesini sağlayan önemli bir ilişkidir ve esas itibariyle bir kişinin bir soya bağlılığını ifade eder.Bu anlamdaki hısımlığa kan hısımlığı denir.Bundan başka bir kişinin eşinin kan hısımları ile de hısım olacağı kabul edilmiştir.Buna da sıhri hısımlık (kaim ya da kayın hısımlığı) da denir.Nihayet bir kimsenin bir başkası tarafından evlat edinilmesi ile de kan hısımlığına benzer bir ilişkinin sözleşme ile kurulduğu ifade edilir.Buna cali (yapmacık) veya sun’i hısımlık denir. 2-Kan hısımlığı: a)Kan hısımlığı: Birbirinden üreyen veya ortak bir asıldan üreyenlerin aralarındaki bağı ifade eder. aa)Usul füru hısımlığı:Birbirinden üreyenlerin hısımlığına denir.Büyük baba oğlu ve torunu arasındaki hısımlık.Bu hısımlık düz çizgi şeklinde gösterilir.Bunun için düz çizgi kan hısımlığı da denir.Usul yerine üstsoy füru yerine de altsoy da denir. bb)Civar hısımlığı:Ortak asıldan üreyenlerin hısımlığına denir.Yeğenler arasındaki hısımlık böyledir.Buna da yan çizgi hısımlığı da denir.İki civar hısmının bir tek kökleri ortak ise bunlar yarım kan civar hısmıdır.İki kökleri ortak ise tam kan civar hısmı olurlar. b)Hısımlık derecesi: M.K.mad.17’ye göre hısımlığın derecesi nesillerin adedine ile ölçülür.Pratik bir ifade ile iki kişi arasındaki hısımlık derecesi aralarındaki çizgi sayısına göre belirlenir.Civar hısımlığı 2.dereceden başlar. c)Kan hısımlığına bağlanan hukuki sonuçlar: 1-Evlenme yasağı:Usul füru arasında evlenme kesinlikle yasaktır.3.dereceye kadar olan civar hısımlarının da evlenmesi yasaktır. 2-Dernekte oy kullanma yasağı: Dernek üyeleri dernekle usul füru arasındaki işlerde oy kullanamazlar. 3-Vasi olmada:Vasi olarak atanmada kan hısımlığı tercih sebebidir. 4-Mirasçılık:M.K.kanuni mirasçılık ve mahfuz hisseli mirasçılık sıfatını kan hısımlığına göre belirlemektedir. 5-Nafaka ödeme yükümlülüğü:Herkes yardım etmediği takdirde kötü duruma düşecek usul ve füruuna yardım etmekle mükelleftir. 6-Tanıklıktan kaçma:Hukuk ve ceza davalarında usul füru ile 3.dereceye kadar olan civar hısımları mahkemede tanıklık yapmaktan kaçınabilir. 7-Hakimin davaya bakma yasağı ve davaya bakmaktan kaçınabilmesi:Hakimin usul ve füru ve 3.dereceye kadar olan civar hısımlarının taraf olduğu davalara bakması yasaktır.Diğer taraftan hakim 4.dereceye kadar olan hısımlarının taraf olduğu davaya bakmaktan kaçınabilir. 8-Anonim ortaklıkta denetçi olamamanonim ortaklığında yönetici olanların usul füru olanların denetçi olamayacakları kabul edilmiştir. 3-Sıhri Hısımlık: a)Anlamı:Bir kimsenin eşinin kan hısımları ile arasındaki hısımlıktır.Halk dilinde yerleşmiş ifade ile kayın hısımlığı olarak da ifade edilir.Bir kimsenin kayınpederi veya kaynanası o kimsenin usül füru sıhri hısmıdır.Eşin erkek kardeşi civar sıhri hısmıdır.Sadece bir eşin kan hısımları ile diğer eş sıhri hısım olabilir.İki eş arasında hısımlık yoktur ve bir eşin hısımları ile diğer eşin hısımları arasında da bir hısımlık bağı yoktur.Evliliğin boşanma ve butlan kararı ile sona ermesi doğmuş olan sıhri hısımlığı sona erdirmez. b)Sıhri hısımlığın derecesiıhri hısımlığın dereceleri kan hısımlığının dereceleri ile aynıdır.Bir eşe kan hısımları hangi derecede hısım ise diğer eşe de o derecede sıhri hısım olur. c)Sıhri hısımlığın hukuki sonuçları: 1-Evlilik sona ermiş olsa bile eşlerin birbirlerinin usül füru kan hısımları ile evlenmelerine engeldir. 2-Vasi olarak atanmadan sıhri hısımlık tercih sebebidir. 3-Usul hukukunda usül füru veya 2.derecede dahil civar sıhri hısımlığı tanıklıktan kaçınma sebebi olarak görülmüştür. 4-Davanın usül füru veya 2.derece dahil civar sıhri hısımları ile ilgili olması halinde hakimin davaya bakması yasaktır. 4-Evlat edinmeden doğan hısımlık: Evlat edinenle evlatlık ve evlatlığın füruu arasında kan hısımlığına benzeyen bir sun’i hısımlık doğar.Evlatlık ilişkisi evlat edinme sözleşmesi ile doğar.Evlat edinmeden doğan evlatlık ilişkisi sadece evlat edinenle evlatlık ve evlatlığın füruu arasında oluşur.Evlatlık bağı sona erdirilirse bu bağ ortadan kalkar.Miras hukuku açısından evlatlık ve füruu evlat edinene mirasçı olurlar;evlat edinenin kan hısımlarına mirasçı olamazlar.Diğer taraftan evlat edinen evlatlığa mirasçı olamaz.Ancak evlat edinenle evlatlık sözleşme ile mirasçılık hakkını kaldırabilirler.Evlatlık ilişkisi sona erince buna bağlı hısımlık da sona erer. IV)İkametgâh: 1-Kavram ve önemi: İkametgah bir kişinin bir yere bağlılığını ifade eden kavramdır.İkametgah bir kişinin kanundaki şartlar uyarınca bir yerle olan ilişkisidir.ikametgahın önemi herkesin bir ikametgahı olması ilkesini gerekli kılmıştır.Bunun yanında herkesin ancak tek bir ikametgahı bulunması ilkesi yer almıştır.Birincisine ikametgahta gereklilik ilkesi ikincisine ikametgahta teklik ilkesi adı verilir. 2-İkametgahta gereklilik ilkesi ve ikametgahın çeşitleri: M.K.sisteminde her kişi sorunlu olarak bir ikametgaha sahiptir.Aslolarak ikametgah bir kişinin niyetinin değerlendirilmesi ile tespit edilir.Bu tarzda belirlenen ikametgaha ihtiyari ikametgah (isteğe bağlı) denilmektedir.Fakat böyle bir yerin tespit edilememesi durumunda kanun ikametgah sayılacak yeri tayin eder.Bu tarzda tespit edilen ikametgaha itibari(saymaca)ikametgah denir. a)İhtiyari ikametgah:M.K. ihtiyari ikametgahı yerleşmek niyetiyle oturulan yer olarak ifade etmektedir.İki unsurun gerçekleşmesiyle belirlenebilir. aa)Birinci unsur oturulan yerdir.Objektif unsur da denilir.Bir yerde oturmak geçici olarak bir yerde bulunmaktan öteye bir ilişki kurmak anlamına gelir.Yerleşme niyetinin bulunması bu yere ikametgah sıfatını kazandırır.Aksi halde burası konut (mesken )durumundadır. bb)Oturulan yere ikametgah sıfatını kazandıracak “yerleşme niyeti” ne sübjektif unsur denir.Yerleşme niyeti bir kimsenin söz konusu yeri yaşamasının;kişisel ilişkilerinin ,aile hayatının,mesleki faaliyetinin merkezi kılmasından anlaşılır.İkametgahın varlığını kabul etmek için yerleşme niyetinin daimi olması da gerekmez.Yerleşme niyeti ile kurulan bir yerin ikametgahın kurulması için bu yerin bir ev olması şart değildir,bir otel odası da mümkündür. b)İtibari İkametgah:Bir kimse ancak yeni bir ikametgah kurmakla eski ikametgahıyla olan ilişkisine son verir.Bir kimse eskiden oturduğu yerden kesin olarak ayrılmış fakat henüz yerleşmek niyeti ile yeni bir yer seçememişse böyle bir yer seçinceye kadar artık oturmadığı ve yerleşme niyetini kaldırdığı eski ikametgahı onun ikametgahı addolunur.Keza ikametgahı belli olmayanların fiilen oturdukları yer yani meskenlerinin bulunduğu yer yerleşme niyeti bulunmasa bile onların ikametgahı addedilir.İşte bu tarzda kanunun addettiği yerlere “itibari ikametgah” denir. c)Kanuni ikametgahslolan herkesin ihtiyari bir ikametgaha sahip olmasıdır.Fakat bazı hallerde kanun bir kişinin ikametgahını başkalarına bağlı olarak tayin eder.Bu takdirde kanuni ikametgah söz konusu olur.Bu tarzda bağımlı ikametgah evli kadınlar ile velayet vesayet altındakiler için söz konusudur. aa)Evli kadının ikametgahı: aaa)Genel olarak:Evli kadının ikametgahı kocasının ikametgahıdır. Kanuni istisnalar saklı kalmak kaydıyla karının ikametgahını kocanınkinden farklı bir yerde kurmasına imkan yoktur. bbb)İstisnalar:Kocanın ikametgahı belli değilse karısı bağımsız bir ikametgah kurabilir.Hüküm ancak kocanın ikametgahının bilinmemesiyle uygulanır.Karının kocasından ayrı yaşamamakta haklı olduğu hallerde de ayrı bir ikametgah kurma yetkisi vardır.4 ayrı halde böyle bir yetki kazanılır. -Hakim ayrılığa hükmetmişse -Evlilik birliğini korumak için tedbir olarak ortak hayata son vermişse -Ortak hayatın devamı yüzünden karının sağlığı şöhreti ya da işinin ilerlemesi ciddi olarak tehlikeye düşmüşse -Boşanma veya ayrılık davası açılmışsa dava süresince kadın ayrı bir ikametgah kurabilir. bb)Velayet altındaki çocuklar:Velayet altındaki çocukların ikametgahı velayeti haiz ana babanın ikametgahıdır.Bu hakka ana babadan biri haizse ikametgah ona göre düzenlenir.Ananın ayrı bir ikametgah kurmaya hakkı olduğu durumlarda çocuğun ikametgahı babaya göre belirlenir.Velayeti haiz olanların ölümü ile velayetin sona ermesi halinde vesayet altına alınıncaya kadar velisine göre belirlenmiş ikametgaha bağlı kalacağı kabul edilir.Velayet hakkı sahibinin ikametgahı belli değilse ve çocuk başka bir ikametgaha bağlı değilse temyiz kudretine sahip olmak kaydıyla çocuk ihtiyari bir ikametgah kurabilir.Velayet hakkı sahibinin fiilen velayet hakkından feragat ettiği hallerde çocuğun ikametgahının velayete bağlı olarak tayinine doktrinde istisnalar getirilmiştir.Buna göre velayeti fiilen kim kullanıyorsa ikametgah ona göre belirlenir.Evlilik dışı çocuğun velayet hakkı ana babadan hangisine veriliyorsa ikametgahı da buna göre düzenlenir.Evlilik dışı çocuk velayet değil de vesayet altına konulmuşsa ikametgahı vesayet makamının bulunduğu yerdir.Vesayet altındaki kimsenin ikametgahını değiştirmesi sulh mahkemesinin izni ile olur.M.K.396 uyarınca sulh mahkemesi tarafından bir meslek ya da sanatla uğraşmasına izin verilen kişilerin bağımsız ikametgah kurması uygun görülmelidir.Vesayet altında bulunan evli kadının ikametgahı vesayet makamının bulunduğu yer değil kocasının ikametgahıdır. 3-İkametgahta teklik ilkesi: Bir kimsenin ancak bir tek ikametgahı bulunması ilkesi ikametgahtan beklenen amacın görülmesini sağlar.Bir kimsenin bir ikametgahı bir ticarethanesi,ticarethanenin bir şubesi olur. V)Kişisel Hal Sicilleri: 1-Anlamı ve Düzenleniş Tarzı: Bir kimsenin kişisel hallerinin düzenlendiği sicillere kişisel hal sicilleri adı verilir.Bu siciller sayesinde gerek devler gerek kişinin kendisi açısından kişisel hali kolayca belirlenmesi imkanı sağlanmış olur.Her Türk Türkiye’deki ikametgahının veya sonradan ikametgah olarak edindiği yerin nüfus memurluğuna kendisini yazdırması ve bir nüfus cüzdanı almaya mecburdur.Reşit olmayanların nüfus olaylarını yazdırıp nüfus cüzdanlarının alınmasına veli ya da vasi ödevlidir.Doğum ölüm evlenme boşanma gaiplik nesep tashihi tanıma evlat edinme evlatlık sözleşmesinin kaldırılması ve yer değiştirme olaylarının bildirilmesi yükümlüğü kanunda ayrı ayrı belirtilmiştir.Yükümlülüğü yerine getirmeyenlere para cezası öngörülmüştür. 2-Nüfus İşleri Örgütü: 3-Kişisel Hal sicilleri ve tutulması: Nüfus kütükleri ilçe esasına göre tutulur.Her mahalle ve köy için ayrı kütükler tutulur.Bu kütüklerin tutuluş şekilleri ve bütün belgelerin formülleri yönetmelikle belirlenir. a)Doğum Kütüğü:Bu kütük nüfus dairesinde tutulan doğum tutanaklarının tümünden oluşur.Doğumu en geç bir ay içinde nüfus memurluğuna bildirmek gerekir.Bu beyan iki tanık yanında sözlü olarak yapılır.Ölü doğan çocuklar nüfus kütüğüne kayıt edilmezler.Bunlar hakkında doğum tutanağı düzenlenmez. b)Ölüm Kütüğü:Bu kütük ölüm tutanaklarının bir dizi haline getirilmesiyle oluşturulur.Her ölüm ve bulunan her ölü M.K.41’e göre en çok 10 gün içinde nüfus memuruna bildirilmesi gerekir.Ölüm hangi yerde vuku bulmuş ise o yerin nüfus memurluğuna bildirilir,ölüm yeri bilinmiyorsa ceset nerede bulunmuş ise oranın ölüm bir taşıt içinde olmuşsa bu taşıttan çıkarıldığı yerin nüfus memurluğuna bildirilir. c)Yer değiştirme kütüğü:Bu kütük yer değiştirme tutanaklarının bir dizi haline getirilmesiyle oluşur.Nüfus kanunu ikametgahın değiştirilmesi halinde yeni ikametgah ittihaz edilen yere varış tarihinden itibaren 2 ay içinde aile kütüğünü yeni ikametgaha nakledilmesi zorunluluğunu getirmiştir. d)Evlenme Kütüğü:Bu kütük evlenme belgelerinden oluşur.Evlenme tarihinden başlayarak 1 ay içinde evlenme akdini yapanlar.örneğine uygun 3 nüsha evlenme bildirisini bulunduğu yer nüfus memurluğuna onlar de erkekle kadının kayıtlı olduğu nüfus memurluğuna göndermekle yükümlüdür. e)Boşanma Kütüğü:Bu kütük boşanma belgelerinin bir kütük haline getirilmesiyle oluşur.Boşanma kararını veren mahkemenin başkatibi kararın kesinleştiği andan itibaren 30 gün içinde 3 nüsha karar örneğini bulunduğu yer nüfus müdürlüğüne bu müdürlükte kararı kocanın kayıtlı bulunduğu nüfus memurluğuna gönderir.Burada kararlardan biri merkez arşive diğeri de karının kaydının nakledileceği yer nüfus idaresine gönderir. f)Kayıt ve yaş tashihi kütüğü:Nüfus kanunu kayıt ve yaş belgelerinin de bir kütük haline getirilmesini amirdir. g)Diğer kişisel hal değişiklikleri kütüğü:Yukarıda belirtilen kişisel hal kütüklerinin dışında kalan kişisel hal değişikliklerine ilişkin belgelerin de bir kütük haline getirilmesi gerekir. h)Aile kütüğü:Yukarıda sayılan münferit kütükler yanında bir de aileye bağlı kişilerin bütün kişisel hallerini toplu olarak gösteren bir kütük tutulur.Her mahalle ve köy için farklı aile kütüğü tutulur.Aynı soydan gelen aynı soyadını taşıyan fakat ayrı yaşayan aileler için ayrı kütük tutulur.Aile kütükleri ailedeki tüm bireylerin adlarını cinsiyetlerini yaşlarını babasının anasının soyadlarını sağ olup olmadıklarını doğum yeri ve tarihlerini vücuttaki değişikliklerini okur-yazar olup olmadıklarını medeni hallerini ve diğer kişisel hal değişikliklerini gösterir.Aile kütüklerinde kayıtlı fertlerin evlat edinilme evlenme hallerinde kayıtları kapanır.Ailenin kaydı ise yer değiştirmeler ailenin bütün fertlerinin ölmesi kızların ve kadınların evlenmesi ile kapatılır. 4-Sicil tamamlayıcı kayıtlar ile kişisel hal değişikliklerinin kütüğe işlenmesi: Sicili tamamlayıcı kayıtlar N.K.47.mad “meslek sanat din ve herhangi bir arıza sebebiyle vücuttaki şekil değişiklikleri ile nüfus kütüklerine yazılması gerektiği halde her nasılsa yazılmamış ve dayanağı belgede kalmış olan ana baba adı doğum yeri cinsiyet ve soyadı gibi haller “olarak ifade edilmiştir.Bunlar ilgililerin bağlı bulundukları daire kurum ve işyerinden köy ve mahalle ihtiyar kurulundan alacakları belge ve ilmuhaber üzerine en büyük idare amirinin emri ile aile kütüklerine işlenir. 5-Cinsiyet değişikliğinin kütüğe işlenmesi: 6-Kütükteki yanlışın düzeltilmesi: Nüfus kütüklerindeki yanlışların düzeltilmesi için hakimden karar alınması gerekir.Yaş ad soyad ve diğer kayıt değiştirme davalarına bakmaya ilgilinin bulunduğu yer asliye hukuk mahkemesi yetkilidir.Düzeltme davası Cumhuriyet başsavcısı ve nüfus başmüdürü veya memuru huzuru ile görülür ve karara bağlanır.Nüfus memuru her safhada yargılamada bulunabilir ve gerekli gördüğü takdirde temyiz yoluna da başvurabilir.Kesinleşen karar üzerinde aile kütüğünde düzeltme ilgilinin künyesi hizasındaki düşünceler sütununa yazılarak yapılır. 7-Nüfus Kütüklerine ilişkin ilkeler: a)Sicil kayıtlarının bütünlüğü ilkesi:Kişisel hal ve kütüklerinin ayrıntılı ve düzenli bir biçimde tutulması ile güdülen amaç tüm ülke içindeki veya dışındaki vatandaşların kişisel hal ve değişikliklerin tam ve toplu olarak belirtilmesidir. b)Kamuya kapalılık ilkesi:M.K.’daki diğer sicillerin aksine nüfus kütükleri kamuya açık siciller değildir.Nüfus kütükleriyle dayanaklarının ancak nüfus başmemuru ve sorumlu memurlarla denetleme ve teftişe yetkili olan kimseler görüp inceleyebilirler.Askerlik şubesi ve adalet mercilerinin dışında mahallin en büyük idare amirinin yazılı emri olmadıkça hiçbir daireye kopya özet ve bilgi verilemez. c)Nüfus kayıtlarının ispat gücü:Kişisel hal sicilleri de resmi sicillerin ispat gücüne sahiptir.Bunlara dayanılarak tespit edilmiş olayların bir hukuki işlem olduğunu aksi sabit oluncaya kadar itibarda olacaklarını belirtmiştir.Nüfus kaydının yokluğu ölüm ve doğumun belirlenmesi için açılan davanın reddini gerektirmez.
0 notes
Text
Karanlık Hayatı Kuşatırken...
Kendini mütemadiyen tekrarlayan bir fasit döngü içinde, yekpare bir karanlık arşınlanıyor şimdi. Her şey birbirine girmiş durumda. Her günün apayrı yaralara çıktığı kesintisiz, açık ve bariz bir hakikatken, mutlak iktidarın yolunun madun siyaset pratiklerinden geçtiğini iş bu sahnede sürekli tekrardan sahiplenenler eliyle bir yıkım hali sürekli kılınıyor. Simsiyah diye yazdığımız, birkaç yazı öncesinde kısaca değindiğimiz karanlık artık tek doğru / yol ve uzam bildiriliyor. Tümden çürümeyi güncelleyen, en olmayacak belagatli halleri aleni bir biçimde tek hamlede olur addeden bir cenahın karşısında insanın nutku tutuluyor artık. Genel geçer değil doğrudan var edilmiş olagelen cerahatin, süreğen kılınmış kuşatma hali ve isteminin suna geldiği her şey o fasit döngüyü yeniden, yeniden imal ediyor artık. Bir hal, bir yol, bir uzam yoktur artık. Bir şimdi, bir de şimdiye çökmüş olagelen aklın sunup her gün yeniden var ettiği bir cüretkar tahakküm, var olmaya karşıt, koşulları her dem çok daha afaki bir sınırlandırmaya çıkagelen bir fasit döngü var edilir. Bütünüyle karanlığın her nasıl imal edildiği artık giz değildir.
Birbiri ardına karanlığı ispat eden gelişmeler var edilir. Yoksulluk artık tek ortak payda olarak var edilir misal. Bir ucundan koyverilen şiddet sarmalının, yoksulun, yoksul bir başkasını kırdığı “açlık oyunlarına” dönüşümü var edilir misal. Sermaye, eline kan olan, bulaşmış, ranttan ve nemalanmadan gelecek tahayyülünü var edebilmek için devamlı bir hal ve çabayla sömürenlerin sunduğu yegane düzenekte ifşa olandır misal karanlık. Bir asırlık ilerleme, muasırlık denilirken varılan eşiğin hepten simsiyah, her gün çok alenen bir yıkım / yıldırı haline dönüşümüne zemin kılınmasıdır misal bir başka örnek. Örnekler örnekleri kovalarken, atıldı mı mangalda kül bırakılmayan demokrasinin kötürüm / sakat konulmasının meselidir meramımız. Yok yere değil, bir sabık iktidar tahayyülü için dün o kemalist akım neyi var ettiyse, neyi imha, kimi ya da kimleri yok saydıysa bugün de mot-a-mot aynı güzergahı takip eden siyasal islamcı, neofaşist, düpedüz ırkçı, tek adamın yeni suretinin sunduğu / payda / ortaklık olarak çıkarta geldiği de o zalimane haldir. Bugün iş bu raddede ayrıntılarıyla, var edilen, hayata dahil edilen her etmenle bu bahis bir kanıttır artık. Yaşam sathı mahalli, meramından eylemine kuşatılarak, görmek, bilmek, anlamak bahisleri çarçur edilerek zehir edilendir, kesin bilgi.
Mezopotamya Ajansından aktaralım: “Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından gazetecilere yönelik yürütülen soruşturma kapsamında bugün Ankara, İstanbul, Van, Diyarbakır, Urfa ve Mardin'de birçok eve baskın düzenlendi. Ayrıca Mezopotamya Ajansı’nın (MA) Ankara bürosuna baskın düzenlendi. Baskınlarda MA Yazı İşleri Müdürü Diren Yurtsever, MA muhabirleri Selman Güzelyüz, Zemo Ağgöz, Berivan Altan, Hakan Yalçın, Emrullah Acar ve Ceylan Şahinli gözaltına alındı.
Ayrıca Jinnews muhabirleri Habibe Eren, Öznur Değer ve Derya Ren de gözaltına alındı.
Derya Ren'in farklı bir soruşturma kapsamında gözaltına alındığı öğrenildi.
Akarsel’in Fotoğrafı Yırtıldı
MA Ankara bürosuna baskın düzenleyen polislerin araması devam ediyor. Abluka altına alınan büroda, 1990’lı yıllarda katledilen gazetecilerin fotoğraflarına el konuldu. Ayrıca Süleymaniye’de uğradığı silahlı saldırı sonucu katledilen Jineolojî dergisi editörü ve gazeteci Nagihan Akarsel'in duvara asılmış fotoğrafı yırtıldı.
Tehdit, Darp, Hakaret…
Kısıtlılık kararı bulunan dosya kapsamında kentte gazetecilerin evlerine de baskın düzenlendi.
Polisler, koçbaşıyla evlerin kapısını kırarak, gazetecilere uzun namlulu silah doğrulttu. Gözaltına alınana Berivan Altan ile beraberindeki gazeteciler, ters kelepçelenerek uzun bir süre yerde bekletildi. Polislerin, yere yatırdıkları gazetecilerin üzerine oturarak, hakaret ve küfürler savurduğu öğrenildi.
Bir polisin, gazeteci Berivan Altan’ı, “Ben sana yapacağımı bilirim, buradan gidince göreceksin” şeklinde tehdit ettiği belirtildi.
‘Türk Müsün?’
Farklı bir eve yapılan baskında ise polislerin, “Türk müsün?” sözleriyle evde bulunanlara hakaret ettiği ve silah doğrulttuğu aktarıldı.
Gazeteci Ekipmanlarına El Konuldu
Polisler, evde bulunan bilgisayar, not defterleri, gazete, Kürtçe dergi, kimlik kartı ve 100’ü aşkın kitaba el koydu.
Mersin’de Ev Baskını
Mersin’de ise Yeni Yaşam Gazetesi çalışanı Hamdullah Bayram'ın ikamet etmediği eve baskın yapıldı. Evdeki eşyaları dağıtan polisler, bilgisayar, Xwebun Gazetesi, Yeni Yaşam Gazetesi, kitap ve dergiler ile bir miktar paraya ve Mezopotamya Ajansı'nın (MA) mikrofonuna el koydu. Evde ikamet eden Yeni Yaşam Gazetesi dağıtımcısı Hacı Arpaç, polislerin hakaret ve tehditlerine maruz kaldı. Arpaç, polislerin sürekli olarak, "Hamdullah nerede? Sen bu gazeteyi niye dağıtıyorsun. Buranın sorumlusu kim? Gel sana başka bir iş bulalım. Burada senin başına bir iş gelir" diyerek kendisinin tehdit edildiğini söyledi. Arpaç, "MA'nın sarı mikrofonuna da el koydular. 4 saat arama sürdü. Hamdullah burada yaşamamasına rağmen arama yapıldı. Bendeki tüm telefonlara ve eşyalara el koydular" dedi.
Baskında bir adet dizüstü bilgisayar ve MA sarı mikrofona el konuldu.”
“Avukatları aracılığıyla mesaj gönderen gözaltında tutulan gazeteciler, mesleklerine dönük bir saldırı olduğunu belirterek, hakikat mücadelesinde ısrar edeceklerini ve baş eğmediklerini söyledi.
Ankara merkezli soruşturma kapsamında 25 Ekim’de yapılan ev baskınlarında Mezopotamya Ajansı ve Jinnews muhabiri 11 gazeteci gözaltına alındı. Ankara Emniyet Müdürlüğü’nde tutulan gazeteciler, avukat yasağının sona ermesinin ardından avukatlarıyla görüşebildi.
Mezopotamya Ajansı (MA) Yazı İşleri Müdürü Diren Yurtsever, muhabir Berivan Altan ve Selman Güzelyüz ile Jinnews muhabiri Habibe Eren, avukatları aracılığıyla mesaj gönderdi.
Israrımız Hakikat Mücadelesi
Diren Yurtsever: "Beklediğimiz bir şeydi. Çünkü devlet ne zaman suç üstü yakalansa gerçekleri açığa çıkaran basını hedef almıştır. Bizler de habercilik duruşumuz, gerçekleri açığa çıkardığımız ve bu gerçekleri topluma ilettiğimiz için gözaltına alındık. Bu bizler açısından yeni bir şey değil. Daha yakın zamanda 16 arkadaşımız tutuklandı. Bizler ne olursa olsun haber yapmaktan, gerçeği açığa çıkarıp topluma iletmekten geri adım atmayacağız. Özgür basın geleneğini sürdürme ısrarımız bir hakikat mücadelesidir. Bizler de bu mücadelemizi sürdürmeye devam edeceğiz. Dayanışma çağrısında bulunuyorum.”
Karanlık Dönemlere Rağmen Gerçekleri Yazacağız
Habibe Eren: "Her süreçte topluma gözdağı verilmek için önce gazeteciler hedef alınıyor, susturulmak isteniyor. Özellikle Kürt ve muhalif gazeteciler olmamız, son süreçte yaşanan gerçekleri topluma duyurmamız daha fazla hedef alınmamıza neden oldu. Daha yakın zamanda 16 arkadaşımız tutuklandı. Henüz onların iddianamesi hazır değilken, biz de ne olduğunu bilmediğimiz; ancak son süreçlerde oluşturulmaya çalışılan mizansenlerden tahmin edebildiğimiz gerekçeler ile gözaltına alındık. 80'lerde, 90'larda tarihin tüm karanlık dönemlerinde ne pahasına olursa olsun gerçekleri yazmaya devam edenler olduysa bugün de olacaktır. Bugün bu sesi çok daha gür çıkarmak gerekiyor çünkü Kürtler, muhaliflerle başlayıp devam eden bir durum söz konusu. Tüm bu örgütlü kötülük karşısında kolektif irade ile gazeteciler mesleğini her koşulda sürdürmekte.”
Altan: Tek Faaliyetimiz Gazetecilik Yapmak
Berivan Altan: “Tek faaliyetimiz gazetecilik yapmak, o yüzden buradayız. Dışarıdaki arkadaşlardan tek beklentimiz gazetecilik mesleğine sarılsınlar, kalemimizi yerde bırakmasınlar. Biz başımızı eğmedik, onlar da eğmesin.”
Mesleğimize Dönük Saldırı
Selman Güzelyüz: “Sonuç ne olursa olsun, yazmaya devam edeceğiz. Bu mesleğimize yönelik bir saldırıdır.”
Saçmalık ötesi bir tirada dönüşen, gözaltı kararı sonrası savcılığın yaptığı sorgulamadaki acayiplikleri de ekleyince bütünüyle karanlık nasıl bina ediliyor bir kere daha ortaya aleni bir biçimde saçılır. Mezopotamya Ajansı muhabiri Zemo Ağgöz, 26 Ekim günü uzun bir sorgulama süreci / savcılık tahkikatı sonrasında salıverilir. Gazeteciliğin suç isnadına hiç ama hiçbir biçimde dönüşmeyecek olduğunu belgeleyen insanların elinde yaptıkları haber ve bildirdikleri hakikat dışında pek bir şey olmamasına rağmen, devletin ısrarlı bir biçim ile savunduğu “örgüt” (kim, ne, nasıl, neden) etiketlemesinin ulaştığı paranoyak hallerin içinde gazetecinin esareti diğerleri için sürdürülür. Demokrasi pratiğinin kıyısından ya da köşesinden bihaber kalmış, vizyon belgesi, yeni yüzyıl, açılım, ilerleme bahislerinde attılar mı mangalda kül bırakmayanların, konu özlede Bakur Kürdistan’ı, genelde de dört parçalı Kürdistan, sonra da Türkiye’de muteber sayılmayan öteki halklara reva görülen tüm o şiddet / yıkım / kırım eksenli eylemlere yanıtsız hallerinin aslında derdest etmek adına / için olduğu bir kere daha görünür kılınır. Bütün bunların müsebbibi tek satır da olsa Başur Kürdistan’ında HPG milislerine karşı bir operasyon sırasında TSK’nin malum kimyasal silah kullanıp kullanmadığının sorgulanması çabasıdır. İnsan hakları beyanname ve anlaşmalarında kendisinin bizatihi imzacısı olduğu savaş hallerinde dahi insanlık suçu kapsamına düşen eylemlerin sorgulanabilirliğini örtbas adına gazeteciler esaret altına alınır. Bütün mesele o hakikat kapısını aralayarak, ne olup bittiği kamu nezdinde hemen hiç sorulamasın diye var edilir. Budur yeni ülke, bu kadardır demokrasi, eşitlik, adalet vs.
29 Ekim 2022 sabaha karşı 03:00’te çıkagelen haberdir: “Ankara merkezli soruşturma kapsamında 25 Ekim’de gözaltına alınan Mezopotamya Ajansı (MA) Yazı İşleri Müdürü Diren Yurtsever, MA muhabirleri Berivan Altan, Deniz Nazlım, Selman Güzelyüz, Hakan Yalçın, Ceylan Şahinli, Emrullah Acar ile JİNNEWS muhabirleri Habibe Eren ve Öznur Değer ile MA’nın Ankara bürosunda bir süre stajyer olarak çalışan Mehmet Günhan, 4 gün sonra getirildikleri Ankara Adliyesi’nde alınan savcılık ifadeleri tamamlandı.
Gazetecilerin yaptıkları haberler, sanal medya paylaşımları ve seyahatleri suçlama konusu yapıldı.
5 saat sonra karar veren savcılık, MA Yazı İşleri Müdürü Diren Yurtsever, MA muhabirleri Berivan Altan, Deniz Nazlım, Selman Güzelyüz, Hakan Yalçın, Ceylan Şahinli, Emrullah Acar ile Jinnews muhabirleri Habibe Eren ve Öznur Değer’i tutuklama talebiyle mahkemeye sevk etti.
MA’da bir dönem stajyerlik yapan Mehmet Günhan ise adli kontrol şartıyla mahkemeye sevk edildi.
9 Gazeteci Tutuklandı
Mahkemeye çıkarılan MA Yazı İşleri Müdürü Diren Yurtsever, MA muhabirleri Berivan Altan, Deniz Nazlım, Selman Güzelyüz, Hakan Yalçın, Ceylan Şahinli, Emrullah Acar ile Jinnews muhabirleri Habibe Eren ve Öznur Değer, “örgüt üyeliği” iddiasıyla tutuklandı.
Mehmet Günhan ise yurt dışı yasağı ve adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı.
Adliye önünde bekleyen gazetecilerin aileleri ve meslektaşları kararı, "Özgür basın susturulamaz" sloganları ve alkışlarla protesto etti.”
Her gün apayrı bir karanlık döngüye mahkum ediliyor. Kendini mütemadiyen bir biçimde sürekli kılan fasit döngü içinde söz boğuluyor. Silahlı kuvvetlerin bir başka ülke toprağını arşınlarken, yasaklı olarak addedilen bir kimyasal silahı, düşmanına karşı kullanmasının bir biçimde sorgulanmasının önünü almak için gazeteciler tutsak ediliyor. Bu ülkenin en baş sorunu olan insan hakları konusunda attığı adımlarla, var ettiği gayretkeşlik ile nice örtbas edilecek yarayı adalet önüne çıkartan, bir hekim, bir hak savunucusu olması kadar gerçekliğin peşinde koşan bir insan olan Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı’nın paldır küldür bir günde derdest ettirilmesi gibi, soran, edeni hapse tıkayan bir özgürlükler ülkesi var ediliyor. Kimyasal silahın PKK’si, HPG’si, bilmiyoruz kim ya da kimlere karşı var edilen bir mesel olmasının yanında, her an kullanılabilecek kadar gözü dönmüşlüğün artık bu dünyada birilerine karşı hemencecik var edilebildiği bir gerçekken, silahlı kuvvetlere ve dolayısıyla bu devlete sual etmenin her neresi tutsaklık sebebi kılınabilir ki? Daha yeni Artsakh, Dağlık Karabağ savaşında elinin altında zümrelerle, çeteleşmiş tiplemelerin ellerine sıkıştırdıklarıyla kırıma imza atmış, daha yeni Afrin’den Kuzey Rojava toprakları dahilinde onca yıkıma imza atan, bunu da barışı götürmek olarak addeden bir devletin hiç silah, kimyasal, bomba falan kullanmayacak olmasını akıl hafsala alıyor mu? Kürde karşıt olaraktan, Kürd sorununu tıpkı, Ermeni, Rum, Süryani sorunlarında olduğu gibi, Ezidi ve Alevi halklarının haklarını gasp ederken acımadan yineleyen bir cerahatin karşısında hakiki bir yüzleşme, bütün bu ölümleri sonlandıracak hamle, o haberlerin sorgulanması o iddia ve nicesinin peşinden esaslı bir soruşturma açılması ile sağlanmayacak mıdır? Yeni, ülke, yüzyıl, gelişim ve dönüşüm meselleri aksettirilirken olur olmadık her yerde hemen her ��ekilde bir ülkedeki yaşam akdinin topyekun çöpe basılmasının da bir sonu olacak mıdır sahiden? Biteviye ezberler, hep aynı fasit döngü içerisinde karanlığa rehineliği ne eksik, ne fazla tam gaz devam olunurken, cerahati görmeden, sorguyu var etmeden hiç ama hiçbir biçimde adalete sözü getirmeden bir yarın inşa edilebilir mi? Basın habersiz bir hale dönüştürülürken, sorgu imkansız kılınırken, yazan kalemi kırmaya hala bunca teşne bir yönetim anlayışı varken hiç doğru düzgün bir yarın inşa edilebilir mi? Düşünür müsünüz?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2021
Görsel İçin Kaynakça: Türkiye’de Basın Özgürlüğü: Bağımsız ve Sivil Medya Mümkün Mü? - Sivil Sayfalar
#söz hakkı#meram#arzihal#kürd halkı#özgür basın#bakur kürdistan#görmek#anlamak#duymak#gazete#haber#sorgu#karanlık çağ#akparti#yeni ülke#siyasa101#beyaz soykırım#söz gaspı#hayat yıkılırken#biyopolitika#cerahat#demokrasi nerede#hürriyet#hayat#özgür basın susturulamaz#gazetecilik suç değildir
0 notes
Text
Yeni Ülke Çürütüyor....
Toplumsal bir dönüşüm hamlesini betten, feci olandan kuran / güncelleyen bir menzilden bildiriyoruz. Hayatın pervasızca ayaklar altına alınıp paramparça olunmasına çalışılan bir sahnenin kıyısından sesleniyoruz. Her günü bariz bir çürümenin rotasına rehin eden, günü ve günceyi bununla birlikte dönüştüren ve güncelleyen bir uzam yeniden var ediliyor. Bet ile feci olanın yönü belirginleştirilirken hayat muktedir eliyle tırpanlanıyor. Devlet denile gelen “gölge” yapının var ettiği hayatı sıradanın elinden çalmak olduğu kesintisiz hakikat kılınıyor. Bir toplumu dönüştürmek tahayyül değil hakikatte kötülük ile biçimlendiriliyor.
Gecesi, günü, dünü ve şimdisi ve yarını bu benzetilmez, sorgulanamaz aslen tartışılması bile imkansız kılınan yaralarla birlikte bir soluk alma haline “rehin” ediliyor. Yeni ülke çürütüyor. Yeni diye bildirilen kendi ol dününü devamını var ediyor. Menzil bir çukur, hayat delik deşik kılınırken ol biyopolitik döngü her yeri kuşatıyor. Devlet yok ettiği kadarıyla, devlet güncelleyebildiği şiddetiyle iş bu sahayı ülke olmaktan alıkoyuyor.
Genel geçer değil sabit olunan tek şey yaşama istencine en kestirmeden vurulan kettir iş bu sahada. Tahakküm biçim değiştirir. Denetimle gözetim mekanizmaları artık stabil / sabit bir tahayyül olarak hayat mefhumuna yer vermemenin faili iki kavramdır. Her hamle bir çürümeyi var eder. Hemen her çürüme ağır bir yenilgiyi, yenileme hali diye bildirenlerin elinde gündelik bir mesel kılınır. Bir ülkenin yenileştiği zikredilirken eskinin kucağına rehin olunan hali meydana çıkar. Bu kadar kötülükle hemhal bir halde bir kara döngü hemen her gün biraz daha, bir kereliğine değil süreğen bir halle çürümeyi kalıcı kılmaktadır.
Mezopotamya Ajansı’ndan aktaralım: “Urfa’nın Suruç ilçe merkezinde 14 Haziran 2018 tarihinde AKP Urfa Milletvekili İbrahim Halil Yıldız’ın koruma ve yakınlarının saldırısı sonucu 2 oğlunu ve eşini kaybeden anne Emine Şenyaşar ve saldırıda yaralı kurtulan oğlu Ferit Şenyaşar yargı sürecinde ilerleme olmadığını belirterek Urfa Adliyesi önünde oturma eylemi başlattı. Adli tatilin bitmesiyle dün Urfa Cumhuriyet Başsavcısı’yla görüşmeye giden Şenyaşar ailesi, Başsavcının ilk günden beri kendilerine söylenen şeyleri tekrarladığını, bu sebeple görüşmenin ardından oturma eylemine başladıklarını belirtti. Şenyaşar ailesi, bu sabah da dosya savcısıyla görüştü. Aile, dosya savcısının da aynı cümleleri tekrarladığını söyledi.
AKP Milletvekili İbrahim Halil Yıldız’ın yakınlarının kendilerine önce dükkânlarında sonra ise hastanede saldırdığını kaydeden Ferit Şenyaşar, Devlet Hastanesinde babasının ve 2 kardeşinin öldürüldüğünü hatırlattı. Bir kardeşinin üzerinden 17 farklı silahtan çıkan mermiye rastlandığını aktaran Şenyaşar, şöyle devam etti: “Hepsi otopsi raporunda yazıyor. Olay üzerinden 15 ay geçti. En son geçen Şubat ayında Urfa Cumhuriyet Başsavcısı’yla görüştük. Başsavcı o zaman bize bir ay içerisinde iddianamenin hazırlanacağını söyledi. Gereken herkesin cezasını çekeceğini belirtti. Biz de başsavcının samimiyetine inandık ve bekledik. Araya adli tatil girmişti. Dün tatil bitti. Gelip tekrardan başsavcıyla görüştük. Başsavcıya derdimizi anlatıp, çözüm beklediğimizi söyledik. Başsavcı ise bize gülerek cevaplar verdi. Bize yine ‘Gidin evinize oturun. Rahat olun. Biz gerekeni yapacağız’ dedi. Olay üzerinden 15 ay geçmiş. Bu katliamı yapanlar Suruç’ta dükkânımızın önünde ellerini kollarını sallayarak geziyorlar.”
Artık dayanacak güçlerinin kalmadığını sözlerine ekleyen Şenyaşar, “Şuan dosyada bir tek tutuklu var. O da kardeşimdir. Onu da Elazığ Cezaevine sevk etmişler. Tek kişilik hücrede tutuyorlar. O da bu acıdan dolayı günden güne eriyor. Biz de savcının dünkü tavrından dolayı oturma eylemine başladık. Bu sabah da dosya savcısıyla görüştük. Yine aynı cevabı verdiler. Ne kadar bekleyeceğiz, neyi bekleyeceğiz bilmiyoruz. Biz adalet talebinden vazgeçmeyeceğiz” dedi.
Ailenin adalet talebiyle dün geceden beri sürdürdüğü eylemden dolayı Urfa Baro Başkanı Abdullah Öncel, Cumhuriyet Başsavcısı ile yeniden görüştü. Ailenin talebini başsavcıya ileten Öncel'e başsavcının olayın bir ay içinde çözülüp davaya dönüşeceği konusunda söz verdiği öğrenildi. Başsavcının söylediklerini aileye aktaran Öncel, aileden eylemi bitirmelerini istedi. Aile de Öncel'in talebi üzerine eylemlerine son verirken, bir ay sonra hala dava açılmamışsa eylemi tekrarlayacaklarını belirtti.”
Şenyaşar ailesinin başına getirilen fecaatin bir istikamette var edilmiş bet / fecaat için her nasıl bir örnek olduğu ortadadır. Can almaların menzilde herhangi sıradan ve gündelik bir mesel kılındığı, üstünün alelacele örtbas olunduğu bir sahada varlığı kesintisiz kılınmış ol cerahattir mesele. Sorunların yüzleşilmeden, hiçbir biçimde sorgulanmadan geçiştirildiği yerde adaleti her ne var eder, her ne şekilde var olabilir? Thales’in terazisinin çalındığı bir uzamda güncelliği sağlanan adaletsizliğin her neyi var ettiğini anlamak bunca zor mudur? İktidara tabi olmayana, ona teslimiyetini bildirmeyene var edilen cehennemi hal nereye taşır iş bu ülke denilen sahayı? Bir adalet çağrısına dahi kayıtsız kalınan yerde hayatiyet meseli tam olarak nedir? Adalet mesele edilmeyendir. Böylesi bir fasit döngü içerisinde hiçbir hakkın tesis olunmadığı bir düzlemde adalet her neyin meselidir. İnsanlar canlarını yitirirken, ellerini kollarını sallayıp ulu orta gezen katillerin el üstünde tutulduğu bir yer, sahnede adalet neyi işaretlemektedir sahiden?
Muğla Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İşletme Bölümü ikinci sınıf öğrencisi, 21 yaşındaki Şerzan Kurt, 12 Mayıs 2010'da vurulup, ağır yaralanır. İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'nde 19 Mayıs'ta yaşamını yitirir. Adalet mefhumunun çalınmasına bir başka örnek olarak güncellenen şu aşağıdaki utanç vesikası geçtiğimiz hafta Çarşamba günü gerçekleştirilir. Bianet’ten aktaralım:
“Muğla’da polis kurşunuyla öldürülen 21 yaşındaki üniversite öğrencisi Şerzan Kurt ile ilgili dava bugün yeniden görüldü. Eskişehir 1. Ağır Ceza Mahkemesi, Kurt’u vuran polis Gültekin Şahin hakkında, “neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama” suçundan 12 yıl hapis cezasına hükmetti, haksız tahrik nedeniyle 1/4 indirim yapılarak 9 yıl ve iyi hal indirimiyle neticeten 7 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verdi.
Bugünkü duruşmaya katılan Kurt’un babası Ömer Kurt “35 yıllık öğretmenim. Öğrencilerime hep hakkı hukuku anlattım. Dokuz yıldır adalet istiyorum” dedi. Kurt’un avukatları da beyanlarında Eskişehir 1. AğırCeza Mahkemesi’nin ikinci kararı olan “kasten öldürme suçundan” verilen cezada ısrar edilmesini talep etti. Polis Şahin bu suçtan hüküm giymiş ve 16 yıl hapse mahkum edilmişti. Şahin’in avukatı ise duruşmada, “Benim müvekkilim masum, 6,5 yıl boşuna hapis yattı” iddiasında bulundu. Savcı da mütalaasında Gültekin Şahin'in kasten öldürme suçundan değil, Yargıtay’ın son bozma kararı uyarınca neticesi sebebiyle ağırlaştırılmış yaralama suçundan cezalandırılmasını talep etti. Kurt ailesinin avukatları ise mütalaaya, “Yargılama esnasında katılanlara hakaret eden, bu zabıtlarda da ortada olan sanık hakkında iyi hal indirimi yapılmamasını” talep etti. Yerel mahkeme sanığın duruşmadaki tavrı sebebiyle bir önceki kararında iyi hal indirimi yapmamıştı. Avukatlar ayrıca, polis Gültekin Şahin'in sadece 24 ay kademe durma disiplin cezası aldığını, cezaevinde olduğu zaman da maaşını aldığını, oysa memuriyetten ihraç edilmesi gerektiğini ifade etti. Mahkeme ise savcı mütalaasına uyarak iyi hal indirimleriyle birlikte 7 yıl 6 ay hapis cezasına hükmetti.”
Davanın evveliyatı ise şu şekildedir. “Kurt ailesi davayla ilgili açıklamasında, polise nasıl ceza indirimi verildiğini şöyle anlattı: “İki buçuk yıl mahkeme sürdü. Tanıklar, kanıt ve kamera görüntüleri polisin Şerzan’ı kasten hedef alarak vurduğunu tespit etmesine rağmen mahkeme ‘olası kast’ maddesinden ceza vermiş gibi yaparak ve 2005 yılında uygulamadan kalkmış bir maddeyi de işleterek polisin serbest bırakılması sağladı. Serbest bırakılan polisin, Muğla Üniversitesine giderek tekrar olayların çıkmasına sebep olduğu basına yansıdı.
Yargıtay “fiilin kasten işlendiği” ve “polis Şahin'in görevden atılması gerektiği” kararıyla yerel mahkemenin kararını bozdu ve davanın yeniden görülmesine karar verdi.
Yeniden görülen davanın karar duruşması 20 Şubat 2015’te Eskişehir 1. Ağır Ceza Mahkemesinde yapıldı. Kasten öldürmekten yargılanan polis Şahin’e bu suçtan önce müebbet hapis cezası veren mahkeme, uyguladığı tahrik indirimiyle cezayı 16 yıla indirdi. Şahin tutuklandı.
Karar tekrar bozuldu, Yargıtay sanığın “karşı gruptan taş atıldığı” gerekçesiyle haksız tahrik indiriminden ve mahkemeye saygısından ötürü takdiri indirimden faydalanması gerektiğini söyledi.”
Bir canın çalınmasının ardından çıkagelen sırt sıvazlamanın utancı bir yana, katillerin üniforma giymiş olanlarını kayırma öte yana bir yurttaşın göstere göstere canının alınıp katledilmesine dahi adaletin tecelli ettirilmediği bir düzlem var edilir. Bunca afaki olan, bir o kadar kesintisiz bir biçimde bu yurtta ötekinin hayatına düşürülen gölgelerin bu kadar afaki savunulmasıdır mesele. Şerzan Kurt katledilmiştir, katilinin cezasının açık bir biçimde süreğen hamlelerle indirime gidilmesi adalet denilen meselin Kürd’e kadar olan / oldurulan bir tahayyül olduğunu yeniden göstere gelmektedir. Böylesine sinsice işlenmiş bir yıkıma bile şerhlerin, indirimlerin, handiyse katilleri taltif etme yolları ve yöntemleri bu kadar ayyuka çıkarken, hangi ülkeden bahis açabiliriz. Hayatın bu kadar alenen çalınabildiği, davasının dahi yarım koyulduğu, katledene indirim yolunun açıldığı yerde adalet bahsi her nedir, nasıldır?
12 Eylül darbesinin üzerinden otuz dokuz yıl geçmiştir. O karanlığın yolunun ve yönünün bugünün ülkesinde bir kılavuz çizgisi kılınması karşısında sormalıyız hani nerede adalet? Kenan Evren ve dikta kabinesinin zeminini oluşturduğu cerahatli hal bugün var edilen ol faşizan iklimi sabitlerken yolun yönün hayattan uzağa konumlandırılmasının gerçekliğine nihayet ayıyor musunuz? Biyopolitik bir çürüme halinin varlığı bu sahada her yeri kuşatıp çevreleyen halinin insana karşıtlık olduğu otuz dokuz yılda unutturulur. Dikta tükenmiştir gel gelelim zihniyeti bugünlerde hala canlıdır. O karanlıkta var edilen bugünün pratiğidir. Bugün bir yer / yurt halinin eksikliği biteviye biçimlendirilendir.
12 Eylül’ün var ettiği, düze çıkarttığı bir sahadaki hemen her anlamda demokrasi meselinin hiç kılınmasıdır. Adalet yoktur. Hukuk yoktur. Hakkaniyet yoktur. Fikir hürriyeti yoktur. Soluk alma gailesine müsamaha yoktur. Yokların kümesi, yokluğun tam anlamıyla kesişimi dahilinde barbarlığın güncelliği otuz dokuzuncu yılındadır. Şerzan Kurt’tan, Kemal Kurkut’a, Ceylan Önkol’dan, Cemile Çağırga’ya, Uğur Kaymaz’dan, Berkin Elvan’a, gencinden çocuğuna kadar sürdürülen, geliştirilen bir cerahatin temelleri ta 12 Eylül’de atılmıştır. Diyarbakır 5 No’lu Cezaevinde temellendirilmiştir.
Diyarbakır’da bugünlerde var edilen annelerin seslenişi bahsinden, HDP’nin terörize edilmesine, kayyımların saraylarda ağırlanmasından, halkların kimliğine yağılan saldırı ve itibarsızlaştırma çabalarına, PKK’nin müsebbibi olan devlet şiddetinin gerçekliğine ve bütün bunların gözardı edilmesine her şeyin başlangıç noktası o karanlık dönemeçlerin en yakın tarihlisi olandır 12 Eylül. Hiddet, şiddet ve nefret döngüsünde bir yeri vahşete rehin kılmak var edilendir. Ülke kabusun ta kendisidir hala ve hala. Bir asırdır yerinde saymaya devam edenin, yolu / yönü ve rotasının nasıl / kaç kez daha çalındığının / çalınabileceğinin ifşasıdır ol 12 Eylül 1980.
TAZ Gazete’de Erk Acarer’in şu iki sorusuna, Türkiye İnsan Hakları Vakfı Başkanı olan Şebnem Korur Fincancı’nın söylediklerini bir son söz olarak iliştirelim:
“12 Eylül olmasaydı bugün farklı bir toplumda mı yaşayacaktık?
Eşit, dayanışma içinde olan bir toplum yapısı olacaktı. Daha çok tüketen değil, daha çok üreten bir Türkiye’de yaşayacaktık. Entellektüel hayat zenginleşecekti. Bilim, sanat ve eğitim, paradan önce gelen değerler olarak görülecekti. Hayallerimiz asgari ölçülerde gerçekleşebilirdi.
Darbenin bugünkü Türkiye üzerindeki etkisi nedir?
12 Eylül’ün amacı Türkiye’de neoliberal politikaları uygulayabilmekti. Bu uygulamalar toplumsal yapıyı da etkiledi. Kar hırsı olan, güç ve paraya tapan benmerkezci, “topluluk“ yapısı ortaya çıktı. 12 Eylül, her şeyden önce toplumsal değer kaybı ve erezyondu.”
Mezopotamya Ajansı’na bağlanalım: “Diyarbakır merkez Bağlar ilçesi 5 Nisan Mahallesi Emek Caddesi üzerinde seyir halinde olan polise ait zırhlı aracın ezdiği 6 yaşındaki Efe Tektekin, yaşamını yitirdi. 11 Eylül'de zırhlı arç çarpması sonucu ağır yaralanan ve Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde tedavi altına alınan Tektekin, tüm müdahalelere rağmen kurtarılamadı. Selahattin Eyyubi Devlet Hastanesi’ne otopsi işlemleri için getirilen Tektekin’in cenazesi, Yeniköy Mezarlığı'nda defnedilecek.
Tektekin'in dedesi Mehmet Tektekin (85) ise 6 Haziran 2018 yılında TOMA’nın çarpması sonucu yaşamını yitirmişti.
Açılan davanın 19 Ağustos 2019 tarihinde görülen karar duruşmasında mahkeme hakimi, "taksirle öldürme" suçundan sanık polis Uğur K.'ye 2 yıl 6 ay hapis cezası vermiş cezada 1/3 oranında artırım yaparak 2 yıl 16 ay hapis cezasına çıkarmış ancak cezanın sanığın geleceği üzerindeki olası etkilerini dikkate alarak hapis cezasını 2 yıl 9 ay 10 güne indirmişti. Hakim, ayrıca cezanın ertelenmesine karar vermişti.”
Genel geçer değil, düşük yoğunluklu savaşın var ettiği kırım haline her gün yeni eklemeler yapılırken bir çocuğun daha canı çalınır. Bakur Kürdistan’ı sahanlığında bir ülkenin deneylerinin tükenmezliği bir çocuğun soluğuna kastederek onu hayattan kopartarak var edilir. Bu kadar kolayca, bir dolu ismin var edildiği bir kara tabloda, çocuklar ölmesin seslenişine bir kez daha kan sıçratır, devlet! Bir Bakur Kürdistan gerçeği... yaşatmayan, yaşamı bile isteye yağmalayan bir düzlemde Efe'nin de canı çalınır. Kimse hesabını vermeyecektir. Sorgusuna düşen terörist ilan edilecektir. Kırk yıldır çocuklar katlediliyor. Bir ömürdür yara hep sabit kılınıyor. Bir ömürdür bu sahada yaşama istenci tırpanlanıyor. Bir koca asırdan uzunca bir zamandır, hayatın üstü çiziliyor. Hayat ne demek bu bahsin karşılığı unutturuluyor.
Hayatın pervasızca ayaklar altına alınıp paramparça olunmasına çalışılan bir sahnenin kıyısından sesleniyoruz. Her günü bariz bir çürümenin rotasına rehin eden, günü ve günceyi bununla birlikte dönüştüren ve güncelleyen bir uzam yeniden var ediliyor. Bet ile feci olanın yönü belirginleştirilirken hayat muktedir eliyle tırpanlanıyor. Bir mübalağa değil can kırıklarının ortasında her gün bir oradan bir buradan bir de şuradan hayatların çalınmasına, yaralar içinde terk edilmesine, çürütülmesine tanıklık ediyoruz. Görünen köy kılavuz istemiyor artık! Düşe kalka büyüdüğü söylenen demokrasi ediminin, hayatın ta kendisinin artık çürüdüğü bir sır olarak kalmıyor. Hakikat bir yerlerde, birbirinden bağımsız görünen tüm devletli pratiklerindeki şiddetle / yıkımla çıkageliyor. Bunca açık olana, bu kadar kesintisiz var edilene karşı sessizlik can yakıyor, şimdi anlatabiliyor muyuz? Bir toplumu dönüştürmek, hiçbir zaman geri dönülemeyecek kadar yıkımların orta yerine rehin etmek söz konusu ediliyor, şimdi anlatabiliyor muyuz? Şimdi sahiden de bir ülkede yaşamın çökertilmesini anlatabiliyor muyuz, anlıyor musunuz?....
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2019
Görseller – Tuğba ÖZSOY - Behancé
#türkiye gerçeği#arzihal#anarşizan#söylencelik#insanlık meseli#yaralar#söz hakkı#çürümeye karşı isyan#şerzan kurt#şenyaşar#riha#yıldırı#devlet terörü#kötülük#yok etme cüreti#hayat gaspı#on iki eylül#1980#darbe#demokrasi#çocuklar ölmesin#amed#efe tektekin#cüret#biyopolitika#hakikat#çocuk hakları#yazınsal#sözcükler#kişisel
1 note
·
View note
Text
Uzlaşmıyoruz... Anlaşmıyoruz... Hikayemizi Geri İstiyoruz.
Kararsız ve belirsiz, her yeri kördüğüm, her günü karanlığın rehini kılınmış, bir hikayenin değil tam da hakikatin var edildiği bir hayat tecrübesinin satırları kalıyor geriye. Bir halin, kurgu diye bildirilenin değil binlerce hakikatin birbirlerinden bir biçimde kopartıldığı bir deney sahasından bildiriyoruz. Hakikat hep eksikli, bir türlü sıradandan yana değil yahut da öyleymiş gibi görünüyor. Behemehal bir dün var ediliyor. İleriye hep ileriye, durmak yok yola devam, hedef şu, hedef bu diye dört dönüşürken aslında bir düne demirleme hali ve gayreti güncelleniyor.
Akrep, yelkovan daim ilerisini bildirirken bizde bu bahis zaruri bir geriye gitmeye tekabül ettiriliyor. Devletlinin teamülü iş bu zaman akışının öncesinde olduğu gibi şimdisini de ne yapıp edip zehirlemeye devam ediyor. Bütünlüklü bir hazan, siyasetin gereğiymiş gibisine pazarlanıyor. Yıkım, yok etme ve rehinelik mütemadiyen bu döngünün başat eylemleri kılınıyor. Bunlar eliyle zaman mefhumu, bir “şimdi” çürütülüyor. Böylesi bir toplam ile günler geçiriliyor.
Basit olanın zora koşulduğu yerde, sıradanın gündelik derdi, müştereklerimizin çerçevesi günbegün daraltılıyor. Hayat şimdi muktedirin oyun sahasına bir biçimde dönüştürülüyor. Tek renkliliğin, birörnek tahayyüllerin ve hiç aralıksız hemen her anlamda bağnazlığın iş bu sahada yüceltildiği zaman aralığında gerilemek sıradana reva görülüyor. Hayat nedir, ne hallere koyulmaktadır bu bahisler hiç sorgulanmasın denilerek güncellik dönüştürülüp, karanlığa demirliyor ülke!
Yaşatma pratikleri aralıksız olarak linç edilirken, yerine ikame olunan o biçimsizlik, bariz bir dünyaları başa yıkma hali yaşam diye pazarlanıyor. Cerahatin keskinliği, var edilenin tüm o kötülüğü hiçbir kelama sığmıyor. Cerahatin kökündeki kötülükten bir ülke yaratımı süreğen kılınıyor. İsmi, cismi yeni ülke diye sunulan şey bir ömür törpüsünden ötesi artık olmuyor, oldurulamıyor. Yenilendiği zikredilen sahnenin bir gerileme halini güncellemesi bir yerden, kötülüğü gündelik bir tavır kılınması öte yandan, cürümlere boğdurularak tüm o sıradan mahpus kılınarak mı yeni var edilir? Yeni ülke sahiden de her nedir?
Kesintisiz bir uçurum hali vaat değil hakikat kılınan mefhum olarak çürüme sabit olunur, yeniden yeniden yapılandırılırken nedir ki yeni ülke? Yenilendiği söylene gelen mesele dünün şimdiye taşınmasıdır. Bu kadar yakıcı bir o kadar eksiltici, bariz bir dışlayıcı ve ötekileştirici tavır mütemadiyen güncellene gelendir. Yenilik lafın gelişi bir tahayyülün ta kendisi olarak var edilirken bir türlü eskimeyen devletli mekanizması her gün yeniden ve bir biçimde tazelenir. Devletli şimdiyi o dün gibi kılmak, dünden var edilmiş kötülüğü iş bu ana taşımak, yok edici ve suskunluğa rehin düzlemi var etmek için çabalanmaktadır. Bu bahislerden bir yeni türetmekse artık hazindir. Böylesi bir mefhumdan nasıl bir yeni ülke var edilmektedir bunu görmek bile dehşet kelimesinin karşılığına denk düşmektedir.
Gündelik bir mesele indirgenen, seçim bahsinde hiçleştirilen, önemsizdir diye yaftalanan yaşama istencidir. Dün, bugün ve yarın benzeş kılınırken sahiden neresidir bu hallerden ırak diye anılan yeni? İlanlar, şatafatlı toplantılar, açılış seremonileri, kesintisiz kılınmış nutuklar, hiç bitmeyen anlatımlar, biteviye sıradanın hedef alındığı nice biyopolitik olan tezahür. Cerahat ama her defasında çok daha ağır yaraları var etmenin cüreti, kötülük, daha da fazla kötülük ve benmerkezci bir istencin hezeyanı hiddet. Bu bahislerin toplamı olan bir yerin her yönü, her günü yeni kılınsa ne yazacaktır sahiden? Ülke olma istencinin eski ya da yeni olması değildir meselemiz. Yaşatma gailesine bile bunca bariz ket vurulup durulurken bunların göz ardı edilmesine dairdir isyanımız, meramımız.
Bir mübalağa değil, ismi yeni olarak anılanda yaşam her nasıl eskinin / eskimiş olanın bariz bir benzeşi kılınıyor budur dert, tasa ve mesel. Devletlinin güncel kıldığı ülke halleri her nasıl kötülükten türetilmektedir bunlar barizdir. Yaşadıklarımız, yaşatıldıklarımız tüm o mesele kanıttır. Bir hikaye gibi gösterilip, anılıp geçilenler hepimizin hayatlarının biçim ve dönüm ve eksiltme hallerinin yekununu göstere gelmektedir. Burası bu kadarlık bir yer bir o kadarlık menzildir. Melodram seslenişi değil, hayatlarımızın acılı arabesk hakikatine demirlemiş olmasının yansısıdır mesele. Hikayeler filmlerde, şarkılarda tatlılıkla bağlanıp sonuca ulaştırılırken, bizlerin yaşadıklarında durum fecaatin bir başka yüzeyidir. Cennetin bir parçası diye anılan yerin cehennemin suretlerinden birine dönüştürülmesindeki halleri, alelaceleciktir mesele.
Hikaye değil hakikat ulu ortadadır. Bir hikaye değil hakikat birörnek günleri yaşamaya devam ederken her an dehşetin başkaca bir yüzüyle buluşmaktır. Takat kesen, aklı lal kılan, düşünceyi eksilten bir toplamdır var edilen. Çürümenin güncelliğinde her ne var edilmektedir o bahis açığa çıkmaktadır. Bay E ve şürekasının, AKP ve MHP koalisyonu olarak çıkagelen tahayyülün cüretle savunduğu, hep birlikte ülkeyi savurduğu menzil bir kez daha karanlığın sahnesidir.
Muasır medeniyet sözleri savrulup durulurken olmakta olanın iç çürütücü halidir varlığı kesintisiz kılınan. Bir iktidar mefhumu için toptan topyekun bir menzilin geriye hiçbir zaman dönülemeyecek kadar çürütülmesidir mesele. Hepimizi taşımaya çalıştıkları saha, yer karanlığın menzildir ve bu bir hikaye değildir. Hakikat hepimizi eksikli koyanların var ettiği bir halin ta kendisine mahkumiyetimizdir. Üçüncü havalimanı işçileri bir direniş sergilemişlerdir. Bu mefhum salt kendileri için değil kölelik düzeninin her yana taşınması haline karşı çıkabilme halidir. O inşaatta çalışan işçilerden birisi Evrensel Gazetesi’nden Vedat Yalvaç’a konuşur.
“Çalıştığım eski firmadaki formeni arayıp iş aradığımı söyledim. Aradı gittim. O gün de eylem oldu” diyen işçi sonrasında yaşadıklarını şu şekilde anlattı: “Bu sıkıntıları ben de yaşadım, düzeltilmesini istiyordum. Greve katıldım ben de öğleden sonra. Akşama kadar birlikte hareket ettik işçilerle. Orada öyle bir atmosfer var ki; biri bir şey yapsa, herkes yapacak. Çünkü iç içesiniz. Hele ki işe gidiş saatlerinde hemen hemen bütün işçiler, aynı saatte birbirlerine bakıyorlar. Biri bir şeyler yapsa, yüzlerce kişi hak verse ne olur, büyük bir kalabalık olur. Kendiliğinden bir kişi sıkıntısını dile getirmiştir, yolu kapatmıştır, onu gören onlarca, yüzlerce kişi destek vermiştir, yüzlerce kişiyi gören binlerce kişi de o yüzlerce kişiye destek vermiştir. Ben de oraya geliyordum, yolda öğrendim grev olduğunu. Gelmişken destek olayım dedim. Sonuçta kötü bir şey yapmıyoruz. Sadece düzgün ve verimli çalışmak için bize verilen hakların yerine getirilmesini istiyoruz. Bunları çok gördüler işçilere. İlk başlarda ‘Siz işinizin başına gidin biz yapacağız’ diye geçiştirmeye başladılar. Kabul edilmedi. İGA bu talepleri karşılayabilecek durumda. Türkiye’nin koskoca 5 şirketi. Basit şirketler değil. Ama onlar da bugün bunları kabul edersek yarın başka şeyler de talep edecekler, başka yerlerdeki inşaatlarımıza da yansıyacak kaygısıyla hep geçiştirdiler. Bir de hükümetin kolluk kuvvetlerini arkalarına aldılar. O şekilde bizi bastırdılar, sindirdiler.”
“Jandarmanın gece 03:00’te koğuşa geldiğini, kapıları şiddetli bir şekilde çaldığını belirten işçi, “Tutuklanacağımızı hiç beklemiyorduk. Benim yaptığım hiçbir şey yok. Sadece yürüyüşe katıldım. Üzerimde ne varsa alıp gözaltına aldılar. Neden olduğunu soruyorum, konuşmama dahi izin vermiyorlar. Kamp amirliğine götürdüler. Geleni geçeni dövüyorlardı. Ben de şiddetli bir şekilde dayak yedim. Mesela birini gösterip kim olduğunu soruyor. ‘Bilmiyorum, tanımıyorum’ dediğin an ‘Beraber eylem yapıyorsunuz, nasıl tanımıyorsunuz’ deyip tekme tokat vuruyorlardı. Boynunu sıkıyorlar, karnına vuruyorlar, tekmeliyorlar. Sancılı bir süreç yaşadık gözaltında” dedi.”
“Daha sonra Arnavutköy Karakoluna götürüldüklerini aktaran işçi şöyle devam etti: “Oradan hastaneye gittik. Darp raporu aldık sözde. Kelepçeler çok sıkıydı, ellerimiz morardı. Ama doktora gösteriyoruz, kelepçeyi dahi açtırmadı. Kelepçeyi çıkartır diyorum, gerek yok diyor. 5 metre karelik alanda 20 kişi kalıyorduk. Ne yatabiliyorduk, ne uzanabiliyorduk, ne de oturabiliyorduk. Yani üst üsteydik. İki koğuş vardı, ikisinde de aynı durum vardı. Hayvanları ahıra soktuğunda bile o muameleyi yapmazsın yani. 1 buçuk gün orada kaldık. Daha sonra Sarıyer’e götürüldük. Bir gece de orada kaldıktan sonra mahkemeye çıkarıldık. 12 saat boyunca kelepçeli kaldık. Yemeğimizi, suyumuzu içemiyorduk. Mahkemede de sanki yukarıdan gelen bir karar vardı. Hiçbir sorgu sual yok. ‘Anlat, otur’ sadece. Hiçbir şey sormadı. Direkt cezaevine gönderdiler. Cezaevi sürecinde de herkes yıkıldı. Kendime üzülemedim. Kendini demir parmaklıklara vuran mı, duvara vuran mı, jandarmaya saldıran mı dersin... Sanki her şeyini kaybetmiş durumdaydı insanlar. Her şeyin elinden gidiyor, her şeyden önemlisi özgürlüğün elinden gidiyor. Daha önce böyle bir şey yaşamamıştım. Benim hiç alakam yok eylemle, grevle, siyasetle. İnsanların o tepkileri vermesi zaten ilk defa olduğunu gösteriyor.”
“Askerlik denildiği zaman akan sular dururdu bizim aile için” diyen işçi, bu süre zarfında kendisinin ve ailesinin tüm algısının değiştiğini şu sözlerle anlatıyor: “Bizim için askerlik kutsaldı o zamana kadar. Şimdi bakıyorsun, asker diyorsun, vatan millet diyorsun ama bu zulmü bize yapan bu asker, başımızdakiler. Bir şey yaptım suç işledim desem, eyvallah, gam yemeyeceğim. Başımı eğerim, devlet baba, bizim asker derim. Yine saygı ve sevgimi gösteririm. Ama ortada bir suç yok, bir hata yok. Şok yaşıyorsun. Hiç beklemiyordum ben askerlerden böyle bir şey. Ama şunu öğrendim, asker ve polis bütün dünyada sermayenin arkasında. Sermayenin kolluk kuvveti, milletin değil. Maaşlarını bizim vergilerimizle alıyorlar ama bizim için orada değiller. AK Parti konusunda da ailemin algısı değişti. 5-6 sene öncesine kadar anne baba, ablalarım hep AKP yanlısıydı. Baskılar artıkça yavaş yavaş neyin ne olduğunu anlamaya başladılar. Sonra onlar da muhalif olmaya başladılar. Son 5 yıldır AK Parti’ye tahammülleri yok. Zaten bu olaydan sonra hepten, sadece AK Parti değil, jandarma, polis, hükümet, devlet... Tüm algı değişti.”
Hayatın olduğu gibi her defasında çok daha fecisine bir biçimde ulaştırılan, yeniden ve yılmadan devlet eliyle dönüştürülen bir mesel kılınmasının meramını paylaşır inşaatta çalışmış olan işçi. Burada anlatılanların yanında daha geçtiğimiz hafta içerisinde işçiler alacakları için eyleme geçerler yeniden o bir yanı açılmış her yanı karman çorman yerde, bir işçi mezarlığı halini barındıran dünyaca meşum havalimanı sathında. Her şeyin hemen her şekilde birbirine çarptırıldığı bir uzamda hayat istenci delik deşik, eksik gedik koyula gelmektedir.
Mamafih yaralar hep açıkta, her gün bir el daha yükseltilmiş bir devletli politikasına rehin kılınandır. Karanlığın güncelliği bariz olanın bir hikaye değil hayat tecrübesinin ta kendisi olduğunu işaretlemektedir. Devletin sıradana olan bakışı açığa çıkandır. Kayıt altına alma çabasına düştüğümüz şey bunca vahameti barındıran yerin bir ülke olarak duyurulmasıdır. Kesintisiz cerahat, hiç bitmeyen bir biyopolitik taarruz ve hiç duraksamadan devamlılığı sağlama alınan itibarsızlaştırma, sindirme ve yoksunlaştırma politikaları ile o yeni denilen dünün / geçmişin ta kendisini güncelleyendir artık. Geçip gittiği zikredilenin varlığıdır iş bu sahada sorun.
Bugün bir ülke tahayyülünün her nasıl boşa düşürüldüğü ajanslara düşen haberlerden de barizdir. Ana akımın değil özgür basının duyurabildiği her bahis o ülke şablonunda her nasıl bir ülkenin imal olunduğunu anlatmaktadır. Yaraların mütemadiyen güncellendiği bir yerde o düne demirlemiş yer artık sabit / sabık kılınmaktadır. Cerahat ise hemen her yerdedir. Yıkımı genel geçer değil daimi bir istikamet kılınması göreceli değildir afakiliği sağlanandır.
Foucault’nun toplumsal devinimin en üst perdeden devletli kurgusunun her neye yol ya da mahal verdiğini bildirdiği yazını bugünün ülkesini de açıkça ifşa eder. Görünenlerin ve bilinenlerin bir de sanılanların var ettiği cürüm ekseni bu anlatılanlar tüm o yıldırıdan hala medet uman devletlinin istencini bildirmektedir. Ekranlarda sunulanlarla özgür medya kanallarından duyurulanlar arasındaki derin uçurum afakiyken hal nedir, yol her nereyedir. Bu menzili hakikati sahiden de ne zaman başlayacaktır! Hakikat hepten eksikli bir mesele mahkum edilirken, gerçekleri duyurabiliyor musunuz? Hakikat bütün bu kara düzenin var ettiği yıkım halinin belgelenmesidir. Hakikat artık gizli örtük yıkım hamlesini var eden devlete rağmen hayatta kalma mücadelesidir.
Kızıl Bayrak’tan aktaralım: “İstanbul Hadımköy sanayi bölgesinde yer alan Pamir Gıda / Haribo Şekerleme fabrikasında 3 yılı aşkın bir süredir çalışan 40 yaşındaki Veli Erdoğdu isimli işçi, fabrikadaki tarikatların kendisini camiye gitmeye zorlamasını kabul etmediği için Alevilere yönelik hakaretle karşılaştı. Buna tepki gösteren işçi tazminatsız olarak işten atıldı.”
“Esenyurt’ta ikamet eden işçi, yaptığı yazılı açıklamada; çalıştığı süre boyunca hiçbir uyarı, tutanak almadığını belirterek yaşadığı bu olaya kadar fabrikada özel bir sorun yaşamadığını söyledi.
Bölgedeki birçok fabrikada olduğu gibi Haribo’da da cemaat örgütlenmesinin mevcut olduğunu söyleyen işçi yaşadığı olayı şu şekilde anlattı: “Bu cemaate mensup birçok işçi tarafından Alevi olmam bilinmesine rağmen sürekli cemaat sohbetlerine çağrılıyordum. Ben bu işlerle işim olmadığını söyledim her seferinde. Son defa, Ocak ayının ortasında yine bir cemaat üyesi işçi tarafından Camiye sohbete çağrıldım. Aynı cevabı verdim. Bunun üzerine bana ‘Cem evine gidiyorsun ama’ dedi. Ben de ‘ben özgür bir insanım istediğim yere giderim’ dedim. Sonrasında o işçi bana ‘siz Cem evinde mum söndü oynuyorsunuz’ dedi. Ben de bu laf üzerine öfkelenerek onu itekledim, tepki gösterdim. ‘Seni idareye söyleyeceğim’ dedim. Ama o benden önce davranıp vardiya amirlerine şikâyet etmiş. Şikâyetinde ‘Camiye küfretti, bana vurdu, buraya dayak yemeye mi geldim’ demiş. Bunun üzerine vardiya amiri-bölüm şefi beni çağırdı, olayın nasıl yaşandığını sordu, ben de tüm yaşananları anlattım. Bana neden vurdun dediler. Vurmadığımı söylememe rağmen beni hatalı gösterdiler. Beni dinlemediler bile. Onların da mezhepçilik yaptığını düşünüyorum. Yoksa beni dinlerlerdi. Olaydan 3 gün sonra gece vardiyası girişinde beni fabrikaya almadılar. Çıkışımın verildiğini söylediler. Üstelik servise binmeme bile izin vermediler.”
Erdoğdu, üstelik iş yasasının 25/2 maddesi gerekçe gösterilerek işten atıldığı için 3 yıllık tazminat hakkının da gasp edildiğini belirterek bu durum karşısında fabrikada yetkili olan Tek Gıda-İş Sendikası’na gittiğini aktardı. Ancak sendikanın kendisine, “İşyeri yönetimi kararını vermiş, bizim yapabileceğimiz bir şey yok” diyerek ilgilenmediklerini, sendika genel merkezinin ise kendisini telefonda oyalayarak görüşmediğini anlattı.
Yaşadığı ayrımcılığa tepki gösteren işçi, “Emeğin Alevisi - Sünnisi olmaz” diyerek son olarak şunları söyledi: “Ben bu güne kadar her zaman alın terime, hakkıma sahip çıktım. Bir haksızlığa uğradığımda sessiz kalmadım. Bu işin peşini de bırakmayacağım. Uğradığım haksızlığa karşı sonuna kadar, gide bildiğim yere kadar gideceğim. Bu yazıyı yazmamdaki amaç yaşadığımı sizlerle paylaşmak ve her kesin haksızlıklara karşı çıkmasına bir vesile olmak. Herkes haksızlıklara ses çıkarırsa haksızlıklar ancak o zaman ortadan kalkar.”
Hakikat eğilip bükülen zaman diliminde ayakta kalabilme istencinin ta kendisidir. Birbiri ardına çıkagelen nice cerahat dolu hamlenin, şu yukarıdaki iki örnekte olduğu gibi ülkeyi muktedirin taşıdığı karanlığı bilmek bile başlı başına hakikati imler. Çözümlemeler ardılı sıra türetilirken, devletli, hiddetiyle yaşamı yağmalamaktadır. Ne için, ne hakla, hangi ulvi neden öne sürülerek hayatlarımız, hikayelerimiz çalınmaktadır buna bir yanıt henüz yoktur. Geleceği örselenmiş, şimdisi ağır bir cendereye rehin kılınmış yerde sahiden de görüyor, soruyor ve anlıyor musunuz? Uzlaşmıyoruz bu karanlık cenahla nedenini şimdi duyuyor musunuz? Bir cerahat gibi hayat kuşatılırken, daha ne kalmıştır ki kaybedecek hiç bunu düşünüyor musunuz? Uzlaşmıyoruz... anlaşmıyoruz... hikayemizi geri istiyoruz.
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2019
Görseller: Human Monologue – Olga SABKO v/ Behance
#mücadele#yaşama uğraşı#emek gaspı#üçüncü havalimanı#fabrika#işçiler#söz hakkı#türkiye meseli#başka türkiye var#yıldırı#biyopolitika#cerahat#kuşatma#hayat hakkı#nisyan#yorum#devlet102#deneysel#hakikat meseli
3 notes
·
View notes
Text
Nefessiz Kalmaya Alışıyor Musunuz?
Tükenişe alenen rehin edilmiş bir sahnede yaşamın eksiltilmesi artık daimi / olağan bir sonucu bildirmektedir. Erk, muktedir, iktidar aklından türetilen her şey açıkta bir tükenişi güncelleme gayreti olarak biçimlendirilmektedir. Menzilde ‘yaşamın’ kökünün kurutulması bir biyopolitik tezahürün gerçekliğidir. Aleni kılınan ol cürümlerle yinelenen yeniden ve hep yeniden kurulan bir cendere ağı söz konusudur. Tükenmeye rehin kılınmış sıradan için; hayatın bundan sonrası hep bir çukura itilmektir. Menzilin dört yanında bütün bütün bu cendere hali bir ülke imini de artık hiçleştirmektedir.
On altı yıl ve son bir buçuk yılın tezahürünü, o olağanüstü hal ve karar hükmünde kararnameler, kanunları yerle yeksan eden hareketler ile meclisi saf dışına öteleyen sistem, herkesi terörist kılan yaygın yaftalama sistematiği ve nicesiyle tükenişe ulaştırılmış bir menzil hakikat kılınmaktadır. Çürük ülke tükenişi artık yaşamımıza pay edendir. Söz hakkının üstünün çizildiği, ses verenin sesinin kesildiği, astığım astık kestiğim kestik güncelliğinin bina olunduğu yerde tükeniş vaat değildir artık habis ur, bir hakikattir. İstanbul 13 ve 26. Ağır Ceza Mahkemelerinin, Anayasa Mahkemesi’nin gazeteci / akademisyenler Mehmet Altan ve Şahin Alpay hakkında verdiği kararı tanımaması buna bir örnektir. Kural kaide yoktur buralarda. İki gazetecinin serbest bırakılıp bırakılmamasının ötesinde olan durum; yargıdaki kaosu gösterir.
Hakim Murat Aydın Evrensel’e anlatır “Bu ortamda hukuk güvenliği var sayılamaz, hukukun kişi hak ve özgürlüklerinin teminatı olduğu söylenemez. Böyle bir ortamda nefes alınamaz.” Olağanüstü Halin uzatılmasına tepki gösteren 91 Kadın ve Lgbti örgütü, yaptıkları ortak basın açıklamasıyla “ohalin olağan hale gelmesine alışmıyoruz” der. Ohal haklarımızın, demokratik ve siyasal kazanımlarımızın gasbedilmesi demektir” diyen Kadın ve Lgbti örgütleri ‘çatışmayı derinleştiren, yoksulluğu, eşitsizliği, adaletsizliği büyüten, şiddeti ve nefreti meşrulaştıran karar hükmünde kararname düzeni sona ersin’ talebini dile getirir.
Tükenişin bir siyaset olarak bina olunmasına karşı müştereklerin savunulmasına dikkat çeker Kadın ve Lgbti örgütleri. Ol Biteviye kılınmış zulüm, her güne yaygınlaştırılmış olan tehdit döngüsü günbegün kaşınmaya çalışılan nefret, salyalar saçarak güncellenen faşizm menzil tahayyülü bu tükenişi var etmekte, sabit kılmaktadır ötesi yaşatıldığımızdır. Ötesi her güne düşürülen sayısız gölgelerdedir. Erkan ya da devletli, onun yancıları için, hedefe koyulanların sayısı ne kadar çoksa tükeniş ediminin de yaygınlığı o kadar çok ivme kazandıracak ve daha beterlerini var etmeye sevk ettirir. Kadın ve Lgbti örgütlerinin seslendirdiği bu tahayyülün ta kendisine dur demek gayretidir. Uyarının ne kadar elzem ve ivedi olduğudur mesel.
Uyarılar, dikkat çekmeler bir mesel, laf olsun beri gelsin bir tahayyül değil, bir mübalağa değildir içine çekildiğimiz çukurun en kestirmeden ve yalın bir biçimde görünür kılınmasıdır. Tükenişe rehineliğe isyandır doğrudan. Tükenişin var edilmesine, bunca kanıksatılmasına tepkidir mesele. Herkesin kafasını kuma gömdüğü yerde, cerahatin her neye dönüştüğünü bildiren bir edimdir eylenen, mesel, onca meram. Cumhuriyet Halk Partisi tarafından düzenlenen “Ohal’de yeter” forumunda bu konular yeniden konuşulur.
Türk Tabipleri Birliği (TTB) Başkanı Raşit Tükel, grev yasaklarına dikkat çekerek, OHAL’in çalışma hakkının gasbı, iş güvencesinin kaldırılması, sendikal hakların sınırlandırılması gibi birçok özelliği itibariyle sermaye için güvence anlamına geldiğini söyler. “OHAL’in ilan edilişinden bu yana sendika ve meslek örgütleri ihraçlar, işten atmalar ve yasaklarla karşı karşıya kaldı. Yasaklanan grevler, yüz bini aşkın ihraçlar ve KHK’lerle hem işçi-emek hareketini hem de muhalefeti sindirmek için birçok adım atıldı.”
Raşit Tükel, OHAL’de ihraç edilmenin uzun süre iş bulamamak, mesleğini icra edememek, hak ettiğinin altında ücretlerle çalışmak, sosyal çevresini ve sağlığını kaybetmek gibi birçok anlama geldiğini anlatır. Tıp fakültesi öğrencilerinin mezun olduktan sonra devlet hizmeti yükümlülüğü bulunduğunu hatırlatan Tükel, güvenlik soruşturmasının olumsuz gelmesi sonucu birçok mezunun zorunlu hizmete başlayamadığını söyler. Tükel, diğer alanlardaki ihraçlarda, kişilerin özelde çalışma imkanı varken tıp alanında bu imkanın da bu nedenle bulunmadığını belirtir.”
Olağanüstü Hal aynı zamanda bir hak gasbının da ta kendisidir. Yaşama kurulan tuzakları az bulan devletlinin daha beter / daha feciye olan tahayyülünü hakikat kılma edimine araçtır bu hal olağanüstü ol hal. Kimsenin görmek istemediği küçük detaylardadır tükenişin yolunun nasıl açıldığını aleni bildirecek olan. Maviş İplik Fabrikası işçilerinin Evrensel’e yolladıkları kısa bir notta üç yüz yetmiş kişinin çalıştığı fabrikada her çalışandan yasal olmadığı ve ne maksatla kullanılacağı açıklanmadan e-devlet şifresi istenir. “Vermeyenler işten atılıyor. Bunu da yüzsüzce Fabrika Müdürü Mustafa Şahin tarafından altına imza atılarak ilan panosuna asılarak yapıyorlar. CHP Milletvekilimiz Sayın Turabi Kayan bu konuyu soru önergesi olarak Meclise taşıdı. Fakat bu baskı devam ediyor. ��ifresini vermeyen işçiler işten atılmaya devam ediyor. Bu baskılara ne zaman dur denilecek merakla bekliyoruz” diye sorar fabrika çalışanları. Düzenin daimiliğinin bunca açık bir tehdit döngüsüyle var edildiği bir yerde hayat her ne haldedir?
Gizem Örnek ve Vedat Yalvaç’ın haberidir. Ali Polat, Avcılar Belediyesi Fen İşleri Bölümünde taşeron işçidir. Asgari ücrete yol ve yemek parası eklendiğinde aylık geliri iki bin iki yüz türk lirasıdır. Ancak üç aydır ödenmeyen maaş yüzünden ev ekonomisi çökmüştür. Bir tek koltuğun sığdığı odada dört çocuk ve beş yetişkinin yaşadığı bir dünya Polat ailesinin başlarına düşürülür. Ücretleri son iki yıldır düzenli ödenmeyen, son üç aydır da hiçbir ücret alamayan Ali Polat eşten dosttan borç para alarak çocuklarına harçlık verebildiğini anlatır.
Ali Polat’ın eşi Fatma Polat, Belediye Başkanı olan Handan Toprak Benli’ye seslenir: “Belediye Başkanından tek bir isteğimiz var; maaşları düzenli yatırsınlar, kimse bu kadar sıkıntı çekmesin, çocuklarımızın harçlığı olsun. Biz bir şekilde idare edebiliyoruz ama çocuklar edemiyor. Sen bir belediye başkanısın, bir kadınsın, elini vicdanına koy, bir düşün. Bu kadar insanın da günahını vebalini alma. İnsanca yaşamak istiyoruz biz, derdimiz o.”
Ali Polat sıkıntının en başından beri daimi olduğunu imler. “İki yıldır belediyede taşeron olarak çalışıyorum. Direnişe başladıktan sonra hayatın hemen her alanında direnişte olduğumuzu fark ettim. Sendikalaştığımız için işten atıldık. Yedi ay çadırda kaldık. O zamandan bu eziyeti yaşıyoruz. Direniş sonucu fen işlerine almak zorunda kaldı belediye bizi. Ama burada da bir yıldır maaşlar düzensiz, iki, üç ayda bir maaş ödeniyor, üç aydır maaş alamıyoruz. Bizi bir nevi cezalandırdıklarını düşünüyorum. Dilenci gibi 2-3 günde bir eşten dosttan para istemek zorunda kalıyoruz. Kira bekliyor, bakkala borç var. Borçların birazını ödüyorum gerisi yine kalıyor, hayatımızı böyle idame ettirmeye çalışıyoruz.”
Ajanslara düşen bir başka haberdir. “İki yıl önce emekliliğine üç yıl kala geçirdiği iş kazası sonrası eli kesilen otuz altı yıllık inşaat işçisi Mustafa Alakurt’un yaşamı altüst olur. Malulen emeklilik için gittiği devlet kurumunda çalışabilirsin denilen Alkurt, iş için gittiği devlet kapısından işe yaramazsın diye geri çevirilir.” “Sesimizi duysunlar halimizi görsünler diye illa kendimizi yakmamız mı lazım” diyen işçi Mustafa Alakurt’un hikayesidir.
İşçilerin üretimden gelen gücünün kıllanılması talebine kulak tıkayan Türk-Metal, Arçelik sonrası Ford’da da anket ile nabız yoklar. Ankette işçilerin düşük zamma razı olup olmayacakları sorulur. “Satış bağıra bağıra geliyor” diyen Ford İşçileri “komitemizi kurarak, satışa dur diyelim” çağrısı yapar. Sincan Arçelik bulaşık makinesi işçisi, Türk-Metal’in oyun oynadığını belirterek “biz yan yana gelmezsek her zaman yaptıkları gibi el ele verip bizi satarlar bunlar bizi” der. Tükenişi içten dışa, dıştan ta en içe kadar süreğenleştiren menzilin ol yalan, riya ve talanın yanında bir de bu hak gasplarını unutmamak lazım gelendir.
Tükeniş hal ve meselinin bunca ardışık kılındığı sahnede var edilen her gün bir başka eksiltmedir. Sabık, o didaktik tahayyüllerin hakikat kılındığı menzilde cürmü ardılı cürüm gerçek kılınırken tükeniş hayata düşürülen şerhlerin toplamıdır. “DİSK’e bağlı Birleşik Metal-İş Sendikası 2 Şubat’ta 30 işyerindeki 12 bin işçiyle beraber greve gideceklerini açıkladı. Taksim’de düzenlenen basın toplantısında Birleşik Metal-İş Genel Başkanı Adnan Serdaroğlu, Türkiye Metal Sanayicileri Sendikası (MESS) ile işçiler arasında Ekim 2017’den bu yana yaşanan anlaşmazlığın aşılamadığını ve işçilerin grev haklarının yasaklandığını söyledi.
Serdaroğlu, grup toplu sözleşmeleri nedeniyle oluşan anlaşmazlık karşısında yapacakları grevin yasaklanması halinde, yasağı tanımayacaklarını belirtti.” Salt ekonomik değil artık yaşam standartlarını iyice çürüğe çıkartan bir menzile isyandır, ses verme edimidir mesel. “Egemen olan berikisine karşıtlığını her gün başka bir iktidar aparatını güncelleyerek vermektedir.” Adalet, demokrasi, eşitlik ve insana dair, ait olan her şeyin çürütülmesidir mesele. Artık kesintisiz bir zorbalık mefhumu güncellenmektedir. Bir ülkeyi değil tam tersine koşan bir çukuru tüm şu yukarıdaki birkaç satırlık yıkımlara rehineliği sağlama almak güncellenmektedir.
Olan biten yıkımın, var edilen sonuç çürümenin ta kendisi olarak kalıcılaştırılandır. Memleketin altını üstünü getirme gayretini bir de Afrin’e sınırın dışına taşımak kesintisiz kılınandır. Bunca açık ve bariz bir halde Kürd’ün kaderini tayin hakkını, emperyalist bir oyun kurucuları sofrasında yerle yeksan etmek için hayat savunan “YPG-YPJ” terörist ilan olunur. Suriye Devrimci Güçleri ve farklı adlar ya da tanımlarla yola devam eden oluşumların tümüne karşı, Özgür Suriye Ordusu denilen ama hangi fundamental örgüt varsa bunlarla ilintili, bir gün o ad, bir gün bu ad altında kendilerini birleştiren, bölüştüren, memleketlerini! savunduklarını zikrederken, işkencelerin altına imzalarını atan, yağmalayan, katleden ve insanları esir eden çete ağıyla Afrin’e saldırı, kesintisiz bir harekata dönüştürülür.
Oralara karışmak artık devletlinin meseli olarak ortak nokta ilan edilir. Yeni ülke o bilindik çetelerle birlikte bir hayata karşıtlığı onlar teröristler diye günceller. Beşinci günü geride kalmasına ramak varken yıkımı taşımak bu sınırlardan ol öteye taşımak kesintisizdir. Barış tahayyülünü dile getirenlere alışılageldik refleksler dışında ne kadar küfür varsa bunu kullanan, onları hedef haline dönüştüren psikolojik harp elemanları olarak yeni ülkenin mimli trolleriyle, sahneden hedef gözetenler birbirlerini tamamlar.
Yıkımı şu yukarıda anlattığımız ekonomik, güncel, gündelik yıkımın yanında bir de savaşın yükü artık gizli saklı olmadan var edilir. Bombalar, silahlar, sağlı sollu saldırılar, ölümler, can almalar, işgalleri takip eden tehdit cümleleri, barış diyenleri göz altına almalar ve hakaretler hiçbiri birbirinden bağımsız olmayan bir karanlık güncellenir. Bizatihi sahneden tehdit edilmiş olan Kuzey Kıbrıs’ta yayınlanan Afrika Gazetesi, “Kıbrıs’a Barış Harekatı, Suriye’ye Zeytin Dalı Harekatı… Türkiye’den Bir İşgal Harekatı Daha” manşeti nedeniyle gazete önünde toplanan kalabalığın taşlı saldırısına uğrar.
Gazetenin yayın yönetmeni Şener Levent, Kuzey Kıbrıs’ta Madımak ruh halini yaşadıklarını, Bianet’ten Ekin Karaca’ya söyler. Bay E’nin hışmına uğrayanlardan birisi daha eklenmiş olur böylelikle. Burası özgürlükler ülkesidir ama şimdi sıkıyönetim kurallarının at koşturduğu, hayatı dar ettiği, istediğini rehin aldığı, gözdağı verdiği ya da linç ettiği bir menzildir. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı, sosyal medyada yazdıklarıyla “terör propagandası” yapmakla suçlanan 30 kişinin gözaltına alındığını açıklar.
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı, “TSK'nın 20 Ocak Cumartesi günü başlattığı, 'Zeytin Dalı Harekâtı' ile ilgili sosyal medya hesapları üzerinden ‘halkı kin ve düşmanlığa tahrik edenler’, ‘silahlı terör örgütleri PKK/KCK/PYD-YPG ve DEAŞ ile ilgili propaganda yapıp, provakatif eylem çağrısında bulunanlar’ hakkında soruşturma başlattığını açıklamıştır. Soruşturma kapsamında, İl Emniyeti İstihbarat, Terörle Mücadele ve Bilişim Suçları Müdürlüğü ekipleri, sosyal medyada yapılan paylaşımları incelemeye alır. İnceleme sonucunda, Türk Ceza Kanunu ve Terörle Mücadele Kanunu'nun ilgili maddeleri gereğince haklarında yasal işlem başlatılan 30 kişi gözaltına alınır. Gözaltına alınanlar, Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü'ne götürülür. Gözaltına alınanlar arasında Gazeteci, Yazar ve Aktivist Nurcan Baysal’da vardır.
Sözün, sesin ve anlamın hayatı savunmak için bir gösteren olması, bunun çabasıyla Kürd halkının tahayyüllerini paylaşan, kanı değil hayatı savunan Baysal gözaltına alınır. “HDP Adana Milletvekili Meral Danış Beştaş, Baysal’la ilgili Twitter’a şunları yazar: “Dün gece saat 12.10’da Nurcan Baysal evin kapısı çalınmadan kapı kırılarak, gözaltına alındı. Sebebi; barış istemesi. Bir yazarın bile savaşa karşı olması ve sosyal medya paylaşımları nedeniyle gözaltına alınması savaşa karşı olmanın haklılığını gösteriyor.”
T24'e konuşan avukatı Reyhan Baydemir; “Müvekkilim bu sabah 00:10 sularında, evinin kapısı kırılarak gözaltına alındı. Terörle mücadele şubesinde tutuluyor. Kendisiyle bu sabah görüştüm, gerekçe olarak Afrin paylaşımlarını göstermişler” açıklamasını yapar. Memleketin vardığı menzil, ulaştığı eşik artık barış edimini toptan bir “kenara atmak” olarak güncellenir. Nurcan Baysal bugün serbest bırakılır. Söz tehditle susturulabilirmiş gibi g��nlerce rehin alındıktan sonra serbest bırakılır.
Halkın Nabzı Gazetesi Yayın Yönetmeni, İshak Karakaş’da geceyarısı İstanbul’daki evinde gözaltına alınır. Sosyal Medya paylaşımları öne sürülerek onlarca insan gözaltına alınır, bir o kadarı için de soruşturma açılır. HDP’de dışarıda kalan vekillerden ikisi için gözaltı kararı, DTK Eş Başkanı Leyla Güven gibi göz önünde bulunanlar ise hemen gözaltına alınır. Artık bu sınırların belirli bir perspektifi vardır.
Savaş demeden savaş sıkıyönetim demeden sıkıyönetim ve Kürd Sorunu demeden ol sorunu kangren etmek, barışı bir daha hatırlatmamak için her türlü olasılık değerlendirilir. Erk, muktedir, iktidar aklından türetilen her şey açıkta bir tükenişi güncelleme gayreti olarak biçimlendirilmektedir. Menzilde ‘yaşamın’ kökünün kurutulması bir biyopolitik tezahürün gerçekliği kılınır. “2 senedir yurt dışında sürgün hayatı yaşayan Yazar Aziz Tunç’un İstanbul’daki evi gece saatlerinde terörle mücadele polisleri tarafından basıldı. Olay gece saat 00.00 sularında gerçekleşti. Aziz Tunç hakkında sosyal medyadaki Afrin paylaşımları gerekçesiyle gözaltı kararı olduğunu söyleyen polisler 40 dakika boyunca evde arama yaptı. 2 senedir yurt dışında sürgün hayatı yaşayan Aziz Tunç’u evde bulamayan polisler, Emek Partisi tarafından 10 Ekim Ankara Katliamı’nda yaşamını yitirenler adına çıkarılan “Ölümsüzler” kitabına ve çeşitli notlara el koydu. Polisler aramanın ardından evden ayrıldı.”
Gazeteci Hayri Demir Ankara’da gözaltına alınır... Mezopotamya Ajansı muhabiri Seda Taşkın kısa süre önce özgürlüğüne kavuşmuşken, yeniden tutsak edilir. Sadece fikrini ve haberini paylaştığı için. 21 Ocak günü Van’da gözaltına alınan gazeteci İdris Yılmaz, 16 Ocak’tan beri gözaltında bulunan Demokratik Modernite dergisi editörü Haydar Ergül, 23 Ocak günü çıkarıldıkları mahkemelerce tutuklanmalarıyla tutsak gazetecilerin sayısı 156 olur. Olağanüstü halin getirdiklerinin yanında artık kalıcı kılınan ol erkan karşıtı, sesini ve sözünü hayattan yana kuranlar için bu menzil dar edilmektedir, kelime anlam karşılığı tam olarak budur. Barışın karşılığına konulan her şey bir fecaate kapısını aralamakta bu ülkeyi yaşamdan alıkoymaktadır. Nefessiz kalmaya alışıyor musunuz?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2018
Görseller – Serpil ODABAŞI
#yaşam hakkı#barışa ne oldu#türkiye#afrin#saldırı#işgal#çürüme#katliam#kırım#emek gaspı#mücadele#işçi hakları#yoksulluk#ekonomik#çürüten düzen#vahşet#suç#politikmeram#arzihal#söz hakkı#yaşama uğraşı
2 notes
·
View notes
Text
Bakara 139.Ayet: قُلْ اَتُحَٓاجُّونَنَا فِي اللّٰهِ وَهُوَ رَبُّنَا وَرَبُّكُمْۚ وَلَـنَٓا اَعْمَالُنَا وَلَكُمْ اَعْمَالُكُمْۚ وَنَحْنُ لَهُ مُخْلِصُونَۙ
.
Bakara 139.Ayet: De ki: Allah bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbiniz olduğu halde, O´nun hakkında bizimle tartışmaya mı girişiyorsunuz? Bizim yaptıklarımız bize, sizin yaptıklarınız da size aittir. Biz O´na gönülden bağlananlarız.
.
.
Tartışmaya girişenler bilgi dağarcığı aracılığıyla bir iktidar tesis etmek çabasına girişebilir.
Bunu iktidar olduğu halde de yapar.
Yeni bir bilgi karşısında bilgiyi inkâr eder çeşitli kelime oyunları ve güç ilişkileri aracılığıyla bizi alt eder, ardından bir süre sonra kendisi, kendisinin malı gibi bu bilgiyi kullanmaya başlar.
Böylece hem iktidarını korumuş olur, hem de en doğru, en gerçek, en faydalı bilgiye kavuşmuş olur.
Allah, Tanrı'nın tarihte adı konmuş son özel ismidir.
Tarihî takip edenler bilir ki, bazen bilgiler çoğalmaz ancak yeni kılıflara girerek uygarlığa taze kan pompalar, yeni Dünya'nın temellerini kurar.
Antik Mısır, antik Yunan, Babil, Sümer ve diğer uygarlık kaynaklarının tanrıları bazen tek bazen çok ve HİYERARŞİK yapıda en büyük olanda birleşir, bütünleşir. Hepsinin de ismi vardır. Hepsi arasında çeşitli dönemlerde savaşlar olur.
Burada gerçek bir savaştan söz etmek söz konusu değildir.
Buradaki bilinç savaşlarıdır. Bilinç düzeyleri mücadeleleridir.
Bu mücadelelerin maddi yaşama yansımaları hayat şekilleri şeklinde görünür olur.
Tanrı'nın yokluğunu ispatlamadığı gibi Tanrı'nın kullandığı uygarlık kurma yöntemlerinden, kıyas noktaları oluşturmak için ve bilinç inşasını bunlar arasındaki özellik farklarına dayandırarak kurmak için biridir. Bu yöntemin içeriğini sorgulamak ideal bilinç düzeyine ulaşmak GEREKLİ olduğu gibi, yöntemin kendisini sorgulamak ise Tanrı'ya ulaşmak için bilimsel metotları kullanmanın mümkün olduğu yönündeki iddialara açık kapı bırakır.
Bu durumda ulaşılan en ideal Tanrı olan Allah konusunda yapılacak tartışmalarda hak gaspı yapmak dünyevi kazanımlar açısından önem taşıyabilir.
Muhammed'in bu noktada yenilgisi haklılık düzeyinde mümkün olmadığı için onu inkar etmek büyük bir saldırı niteliği taşımaktadır.
Dünyevi çıkarlar peşinde koşturanlar için ise zorunlu birer hamledir.
.
.
HaNAR
.
.
#thehanardevelopment #personalconstutionaltrials #hanargelisim #HaNARgelisim #hanargelisimtakvimi #theroad #birey #kişiselanayasadenemeleri #dive #kişiselanayasa #God #bakışaçısı #tasarım #religionofnewworldpeace #религиюмира
0 notes
Text
Devlet Bahçeli: Bildirinin görülmeyen imzası Kılıçdaroğlu'na aittir
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli partisinin TBMM'deki grup toplantısında konuştu. Emekli amirallerin yayınladığı bildiriyi sert sözlerle eleştiren Bahçeli, CHP'ye yönelik tepkide bulundu. Emekli amirallerin bildirisi için "Bal gibi darbe çağrısıdır" diyen MHP lideri Devlet Bahçeli, CHP liderini de "4 Nisan bildirisinin görünmeyen imzası Kılıçdaroğlu’na aittir" diyerek suçladı. Bahçeli'nin açıklamaları şu şekilde: CHP geçmişiyle müsemma tavrını yine sürdürmüştür. Darbeler tarihi bir bakıma CHP tarihidir. Darbelerle yüzleşmek CHP ile yüzleşmektir. Kılıçdaroğlu, 15 Temmuz'a tiyatro demiş FETÖ'ye zeytin dalı uzatmıştır. Bu yandan çarklı 15 Temmuz gecesi korkakça tankların arasından sıyrılıp Bakırköy Belediye Başkanı'nın evinde soluğu almıştır. Kılıçdaroğlu yine şaşırtmamıştır. 4 Nisan bildirisinin neresi sahte gündemdir? Sahte olan sen misin, yoksa gündem midir? Soğan, patates, patlıcan kadar milli iradenin onuru yok mudur? Kılıçdaroğlu'nun iskelesi hasarlıdır, rotası savruktur, dümeni kırıktır, pusulası bozuktur, zihniyeti batıktır. CHP yönetimi bir kez daha demokrasiyle ters düşmüştür. Çapulcularla birleşmiştir. 4 Nisan'ın görülmeyen imzası Kılıçdaroğlu'na aittir. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Montrö "104 emekli amiral, Türk demokrasi tarihinin kara bir lekesidir, işledikleri suç cezasız kalamaz" dedi. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli partisinin TBMM'deki grup toplantısında konuştu. Bahçeli, emekli amirallerin yayınladığı bildiriyi sert sözlerle eleştirdi. "Montrö kırmızı çizgimizdir" diyen Bahçeli "104 emekli amiral Türk demokrasisinin kara bir lekesidir. 104 amiral büyük bir suç işledi cezası kalamaz" diye konuştu. Bahçeli ayrıca, "İbreti alem için 104 emek amiralin rütbeleri sökülmeli, emeklilik hakları elinden alınmalı emekli maaşları alınmalıdır. Arkasında kim var, alayı ortaya çıkarılmalı ve milletimize teşhir edilmelidir" dedi. Bahçeli'nin açıklamasından satırbaşları şöyle: Türkiye'nin koronavirüsle mücadelesine gölge düşürmeye çalışanlar gölge lobisidir. Adımız bir olduğu kadar, acımız birdir. Bunların pis tezgahlarını başlarına geçireceğiz. Kim ne söylerse söylesin biz hepsinin yanındayız, biz Türkiyemizin safındayız. Siyasi işportacıların oyunlarını mutlaka bozacağız. Muhatap olduğumuz her tedidin bir arka planı vardır. Hiçbir hadise tesadüfen ortaya çıkmış değildir. MHP, dünyayı başkent Ankara vizyonuyla kavramaktadır. Eğer başkalarının dolduruşuna gelirsek, kurgulanan senaryoları isabetle idrak edemezsek, teslimiyetin anaforuna düşmemiz kaçınılmazdır. Fakat biz vatan ve millet aşığıyız. Kimin kiminle yürüdüğünü görecek, buna karşı tavır alacak kadar ferasat sahibiyiz. Türkiye'yi meşgul eden iç ve dış vakaların birbiriyle ilişkisini yorumlayabilecek çevik bir dirayenetin tarafıyız. UKRAYNA-RUSYA GERİLİMİ 2014'ten beri suların durulmadığı Ukrayna'nın tekraren vasat bulmuştur. Kırım'ın ilhaki hala kanayan bir yaradır. MHP, bu işgale sonuna kadar karşıdır. Bizim nezdimizde Kırım Ukrayna'dır. NATO uçakları ile Rus uçakları 29 Mart 2021'de tehlikeli bir it savaşına girmiştir. Kafkaslar, patlamaya hazır barut gibidir. Karadeniz'den Akdeniz'e uzanan geniş coğrafya ve deniz alanında gerginlik farklı boyutlar kazanarak tırmanmaktadır. Zillet ittifakının yalan ve dedikoduları yoğunluk kazanmaktadır. Terörist Demirtaş, üçüncü ittifak kartını masaya koymuş ve adına da sözde demokrasi ittifakı demiştir. Bu gelişmelerin hepsi birbiriyle eklenmiştir. Ürdün'de darbe girişimi, Mozambik'te sıvılaştırılmış doğalgaz temelli iç karışıklık, Myambar'da darbe sonrası gelişen çalkantılı süreç, emperyalizmin kumpar şiddetini artırdığına işarettir. Önce 126 eski büyükçelçinin sorunlu ve şüpheli bildirisi yayınlanmıştır. Bunlar arasında yer alan partimiz üyesi ve Aydın eski Milletvekili Ertuğrul Kumcuoğlu'nu kesin ihraç talebiyle ve tedbirli olarak disiplin kuruluna sevk ettik. Yani şaşmaz ve tartışma kabul etmemiz irademizi gösterdik. EMEKLİ AMİRALLERİN GECE BİLDİRİSİ Montrö tartışmaları ve Kanal İstanbul anlaşmazlıkları derken Türkiye 4 Nisan'da 104 emekli amiralin bir nevi muhtırasıyla sarsılmıştır. 1936 tarihli Montrö Boğazlar Sözleşmesi Lozan Antlaşması'nın tamamlayıcı bir halkasıdır. Aynı zamanda bizim kırmızı çizgimiz, Karadeniz'in barış ve istikrar güvencesidir. Kaldı ki, hiçkimsenin Montrö'yü tartışmaya açtığı feshedelim dediği falan da yoktur. Türkiye'nin kendi egemenlik sahasında iç deniz yolu açmasının nasıl bir bağı kurulmaktadır. Bu zorlama, zeka özürlü yaklaşımın failleri herkesi kendileri gibi aptal ve ahmak mı zannediyorlar? Gizli emellerinin esiri olan 104 emekli amiral Türk demokrasi tarihinin kara bir lekesidir. Bu lekeyi temizlemek demokrasinin, hukukun ve milli iradenin tarihe karşı namus borcudur. Türkiye'ye yönelik husumet bloğunun kalabalıklaştığı bir zamanda demokrasi düşmanlarına yeşil ışık yakan, 104'lükler büyük bir suç işlemişlerdir. Bu suç cezasız kalamaz, kalmayacaktır. Hayret etmemek elde değildir. Mavi vatanımızı bu çürüklerler nasıl savunmuşuz, milli egemenlik haklarımızı bu darbe sevdalılarıyla nasıl muhafaza etmişiz. Bu 104 emekli amiral bozuntusunu bir araya getiren ortak bir bildiriye imza attıran, gece yarısı muhtıra iştimasına sokan asıl motivasyon nedir. İplerini tutan zihnyetin eşgali ve robot resmi kimleri göstermektedir? Mesur kokuşmuş bildiri, günü birlik ve lokal bir tepki midir? Bir türk kripto haberleşme dili midir? Yoksa zincirleme reaksiyonun ilk etabı mıdır? Bir süredir ülkemizin maruz kaldığı siyasal ve ekonomik sorunlar birbiriyle kopuk değil aynı karanlık amaca ortaklaşa, yalnızca farklı yollardan ulaşma gayretidir. Bize göre 4 Nisan çıkışını detaylarıyla ele almak şarttır. Bunlar denizci değil, denizcilerin ve denizciliğin yüz karalarıdır. Söz konusu muhtıra emeklilikte canı sıkılan, aksiyon arayan biraz da adımızdan söz ettirelim diyen bir grup meczubun işi değildir. Bunları deniz nasıl tutuyorsa, hukuk da öyle tutmalı. Netice itibarıyla cüretlerinin bedelini ödemelidirler. Gece yarısı bildiri neyin nesidir. Bu çağrı bal gibi darbe çağrısıdır, bu bildiri demokrasiyi hedef alan torpidodur. Bu bildiri hukuk gaspı milli iradeye doğrultulmuş silahtır. Hiçkimse sinir uçlarımızla oynamasın. Darbeler sayfası kapanmıştır. Darbe demek, kan, göz yaşı demektir. Hayasızlar, muhtıracı münafıklar önce bizim bedenimizi çiğnemek zorundadır. Şerefsizleri birer birer toprağa gömeriz. Cumhurbaşkanımızıİbreti alem için 104 emek amiralin rütbeleri sökülmeli, emeklilik hakları elinden alınmalı emekli maaşları alınmalıdır. Arkasında kim var, alayı ortaya çıkarılmalı ve milletimize teşir edilmelidir. CHP'YE TEPKİ Darbeler tarihi bir bakıma CHP tarihidir. Darbelerle yüzleşmek CHP ile yüzleşmek demektir. Bu yandan çarklı tankların arasından atlayıp zıplayıp Bakırköy belediyesine gitmişti. Ey kendini bilmez 4 Nisan bildirisinin neresi sahte gündem. Daha hangi hallede parmak sallayacaksın. Kılıçdaroğlu’nun pusulası bozuktur. Bildiride görülmeyen imza Kılıçdaoğlu'na aittir. CHP yönetimi darbeci genetiğini cuntacı özelliğini saklamakta beyiz görmeyen bir zihniyetten başkası değildir. AKŞENER'İN BİLDİRİ AÇIKLAMASINA TEPKİ İP yönetiminin trajik açıklamaları da rezaletin daniskasıdır. 104 amiralin içinde bir İP’linin de olması suç üstüdür. İP’in başkanı zevzeklikle suçlamıştır. 104 şuursuz sadece gevezelik mi yapmıştır, İP’in başkanı zevzek arıyorsa etrafını kolaçan etmelidir. Darbe heveslileri zevzek değil haysiyetsizdir. 4 Nisan bildirisine karşı amasız fakatsız duruş göstermeyen siyasi kadavralardır. Gerçek demokrasiyi biz savunacağız. Milletin hukukunu bir muhafaza edeceğiz. HDP’NİN KAPATILAMASI İÇİN AÇILAN DAVA AYM’nin kararı bizim açımızdan yok hükmündedir. AYM’nin HDP’yi arkalayan kararı yok hükmündedir. AYM adil ve hakkaniyetli bir karar vermemiştir. Bu vatanda bulunmamızın usul sorunları var mı? Usul eksiklikleri var diye iade eden zat hainlerin karşısına çıkabilecek yüreğe sahip midir? Biz millet ne diyorsa ona göre hareket ediyoruz. HDP’ye zaman kazandıran AYM’nin hassasiyet göstermediğini görüyoruz. Mahkeme başkanının tarafsızlığı söz konusu değil. AYM bugünkü haliyle devam edemez. AYM’nin kapatılması ile ilgili teklifimizi sulandırmaya çalışanları şaşkınlıkla izlediğimizi herkesin bilmesinde fayda vardır. PKK'nın siyasi ayağı HDP kapatılmalıdır. Read the full article
0 notes
Text
GELİR ANLAŞMASI KIBRIS TÜRK HALKININ EŞİT HAK VE ÇIKARLARININ GASPIDIR
Dışişleri Bakanlığı Güney Kıbrıs’ın Noble Enerji Şirketi ve ortaklarıyla yaptığı doğal gaz gelir anlaşmasının Kıbrıs Türk halkının eşit hak ve çıkarlarının gaspı olduğunu bildirdi. Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan yazılı açıklamada, Afrodit yatağından çıkartılacak doğal gaza ilişkin bir “gelir anlaşmasının” GKRY’nin 18 yılda çıkartılması öngörülen gazdan 9 milyar dolar elde edilmesini öngördüğü hatırlatılarak, söz konusu anlaşmanın kabul edilmez olduğu vurgulandı. “BU VİZYONDA KIBRIS TÜRK HALKININ EŞİT HAK VE ÇIKARLARINA YER YOKTUR” Açıklamada, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin, Kıbrıs Türk tarafının Ada etrafındaki hidrokarbon kaynaklarına ilişkin tüm iş birliği çağrılarını görmezden gelerek, tek yanlı, hukuka ve hakkaniyete aykırı faaliyetlerini artırarak sürdürmesinin, 1960 Ortaklık Cumhuriyeti’ni işgal eden Rum yönetiminin, Ada’nın geleceğine ilişkin vizyonunun ne olduğunu bir kez daha gözler önüne serdiği belirtildi. Açıklamada şunlara yer verildi: “Bu vizyonda, Kıbrıs Türk halkının eşit hak ve çıkarlarına yer yoktur ve Kıbrıs Rum tarafının paylaşmaya hiç de hazır olmadığının en somut göstergesidir. Hâl böyleyken, bu kabul edilemez adımlar Ada ve bölgedeki istikrar ve güvenliği de tehdit etmekte, tansiyonu tehlikeli bir şekilde artırmaktadır. Bu durumun sorumlusu tek yanlı faaliyetlerini sürdürmekte ısrar eden GKRY olduğu kadar, söz konusu faaliyetleri cesaretlendiren uluslararası toplum ve ilgili şirketlerin hakkaniyetten yoksun tutumlarıdır.
SONDAJ ÇALIŞMALARINA EN KISA ZAMANDA BAŞLAYACAĞIZ GKRY, Ada etrafındaki hidrokarbon kaynaklarına ilişkin tek yanlı faaliyetlerini sürdürdüğü ve tarafımızla ortak haklarımıza ilişkin iş birliğinden kaçındığı sürece, KKTC olarak, TC ile birlikte, halkımızın eşit hak ve çıkarlarını korumak amacıyla gerekli tüm adımları kararlı bir şekilde atmaya devam edeceğimizi ve Türk Petrolleri’ni yetkilendirdiğimiz alanlarda sondaj çalışmalarımıza en kısa zamanda başlayacağımızı kamuoyuyla paylaşırız.” Read the full article
0 notes
Text
Bu Ülkede Hayattan Söz Açılabilir Mi?
Biyopolitik tahakkümün yenilenmiş odakları adına hayat denilen bu mefhumun sınırlarını dört bir yanda günbegün daraltıyor. İnsanın o değersizliğinden çıkarımlar peyderpey yaşatılanlarda güncel bir edime dönüştürülüyor. Sıradanın hayatına müdahalelerle ona verilen değerin hiçliği ilan ediliyor. Dört bir yanda süregiden cürüm, daim bir mesele olarak kurgudan öteye taşınan hamleler bütünü, hayatın istikametini biçimsiz bir yere taşıyor. Meselenin özü / özeti / olarak güncellenen bedene kasıt, süreğen bir hamle bütünü olarak var ediliyor.
Hayat duvarları yerle bir edildikten sonra bedenin dönüşümü iyice sağlama alınmaya çalışılmaktadır. O meselin önü ve ardılı hiç kılınıp, yaşayana değer esirgenirken, onu var eden beden de çürütülüyor. Bir rutin olarak tahayyül olunan bedene kasıt kesintisiz olarak erkçe çürütme istenciyle hemhal olandır. Yaşama eylemine düşülen her şerh ile mutlak, kesin olarak ol hayat yıkımı güncellenmektedir. Behemehal yapılanların ortaya çıkarttığı cürüm istikameti hayatın her ne hale koyulduğunu da imlemektedir. Hayatın sıradanın elinden çalınması kesintisiz bir ‘istenç olarak’ dünden yarına daima vurgulanan ve hep eylenendir. Biyopolitik tahakkümün, yine yeniden var edilmiş olan odakları bu ülkedeki hayat akışının onarılmaz bir merhaleye terk etmektedir. Cürümler ardılı cürümler ülkesi bir gerçekliktir.
Kare kare, hayata gölgesi düşürülen şey bedene karşıtlığın da mihmandarı olan devlettir. Anlık olarak güncellenen mesel bu gölgeyle hayatı kuşatmaktır iş bu menzilde. Devlet topyekûn o mekanizmalarıyla, ona teslim olmuş personalarıyla, kural ve kanun görünümlü dayatmalarıyla hayatı zehirlemektedir. Cürüm ötesindeki, çürümenin anlık suretleri değil, hakiki karşılıkları burnumuzun ucundadır. “Gelecek” tahayyül olunan değil şu anda çürümekte olandır. Bir uzamın biyopolitik tahakkümle yolunun kesintisiz buluşturulması güncellenmektedir. Görünen köy kılavuza hacet koymayacak kadar açıkta / alenidir.
Cürümle hemhal menzilde hayata kastın biteviyeliğidir daim olarak sorun. Hiçbir sorununu zamanında çözümleyemeyen, hiçbir yarayı zamanında önemsemeyen, her şekilde bunları göz ardı eden, konuşmayan, tabu kılan, sorgulamayıp, sorgulatmayan menzilde var edilendir ol hakikat. Dört yanda sürdürülen cürüm daim bir mesel olarak her gün de bariz hakikat kılınanlar hayatımızın istikametini biçimsiz bir hale terk etmektedir. Aylardır yoktan, tutsak edilmiş olan Cumhuriyet Gazetesi çalışanları hakim karşısına 24 Temmuz günü çıkartılır.
11’i tutuklu, 17 “Cumhuriyet çalışanının” FETÖ-PDY, PKK-KCK örgütlerine üye oldukları iddiasıyla dava, şu yukarıdaki imin ol hakikat halini bir kere daha bildirmektedir. ‘Bylock’ kullanıcıları ile görüşüldü iddiası HTS Sistem kayıtlarıyla çökertilir. İddianamede aslen imza yetkisi bulunmayan, Kadri Gürsel yetkiliymiş gibi gösterilir. Kırk yıllık çalışanlar sanki Cumhuriyet Gazetesini ele geçirecekmiş gibi suçlanırlar. Duruşma salonunda ilk gün bir silahlı üsteğmenin olmasına tepki gösteren avukatlar, “Silahların gölgesinde yargılama yapılamaz” dedikleri yerdedir işte o biyopolitik tahakküm.
Akın Atalay’ın savunmasından alıntılayalım: Bu davanın 2 amacı var. Cumhuriyet Gazetesi’ni susturmak yahut da teslim almak, ikincisi siyasi iktidarın istemediği haberleri, hoşuna gitmeyecek yazıları yayınlamayı düşünebilecek, aklının ucundan geçirecek gazeteci ve gazetelere maruz kalacakları akıbeti göstertmektir” der. “Türkiye’de bağımsız gazeteciliğin bedeli tutuklanmak ve cezaevine konmak, beş ay boyunca iddianameyi beklemek, 9 ay sonra hakim karşısına çıkmaktır der Gazeteci Murat Sabuncu.
Davanın savcısı olan “Murat İnam”ın FETÖ-PDY üyesi olmaktan yargılandığını “heyete!” hatırlatır. “Biz ağırlaştırılmış tutukluluk koşullarında dokuz aydır bu davayı bekliyoruz. O işinin başında müebbetle yargılanıyor, üstelik tutuksuz. Bizim manşetlerimizi, haberlerimizi dört yıl süreyle incelemiş. 1400 manşet demek bu. Bizi bu manşetlerin içinden cımbızladıklarıyla değerlendirmiş savcı ve bilgisayar mühendisi olan bilirkişi. Adetalarla dolu adeta bir iddianame der Sabuncu.” “Biz 31 Ekim günü tutuklandık. 31 Ekim’den bu yana yirmi Cumhuriyet emekçisi gözaltına alındı, tutuklandı. On dördü değişik zamanlarda Silivri Cezaevine konuldu. Onunla yetinmedi iddianame, bu iddianamelerdeki adı geçenlerin anneleri, babaları, eski eşleri bile hesaplarıyla birlikte sorguya dahil edildiler. Bir arkadaşımızın beş yaşındaki çocuğunun bile mal varlığı sorgulandı”
Yeterince açık bir biçim ile dava diye ortaya çıkartılan kadük durumun trajikomik hali artakalandır. “İddianamede yer alan manşetlerden biri, ‘Cadı Avı Başladı’. Bu manşeti anlatmaya gerek yok biz karşınızdayız. İbrahim Kaboğlu, Cihangir İslam, Murat Sevinç bu cadı avının mağduru değil, 120 bin kişinin ihraç edilmesi cadı avı değil mi? Demokrasinin iyi olduğu dönemlerde gazetecilik kolay yapılır ama ülkede karışıklığın olduğu dönemlerde gazetecilik zordur. İleride bu günlerle gurur duyacağız. Bizim görevimiz bu zor günlerde de sorgulamayı yapabilmek” der Murat Sabuncu.
Biyopolitik tahakkümün artık nesnelleştirilmiş hallerinde ortaya çıkan tablo sırf şu savunma metinlerinden bariz bir halde faş olandır. İnsanın değersizliğinden yola çıkılarak, kurulan her çatı ve hem hamle; bu bahse konu, kokuşmuş yeni ülkeyi açıktan imler. Güray Öz’ün savunmasından alıntılayalım: "Savcının suçlamaları hukuki temelden yoksundur. Hemen söylemem gerekir ki suçlamalarda yasaların suçlamaların kişilerle bağlantısının kurulması ilkesi ihlal edilmiş, suçlamaların birtakım emarelere değil somut kanıtlara delillere dayanması gerektiği ilkesi göz ardı edilmiştir. Oysa somut delil zorunluluğu daha gözaltı aşamasında şart koşulmakta, Ceza Muhakemeleri Kanunu'nun 91. maddesinde bu konunun altı çizilmektedir. Gözaltılarla ilgili olarak yasa koyucu daha önce var olan “emarelere” terimini maddeden çıkarmış, “gözaltına alınma kişinin bir suç işlediği şüphesini gösteren somut delillerin varlığına bağlıdır” demiştir. Ama her şeyden önce Anayasa'nın 38'inci maddesinde açık ve net bir şekilde “ceza sorumluluğu şahsidir” denildiğini hatırlıyorum. Türk Ceza Kanununun 20. maddesinde de “ceza sorumluluğu şahsidir” denilerek bu temel ilke açıkça belirtilmiştir. Ayrıca izleyen 21. madde de “suçun oluşması kastın varlığına bağlıdır” denilerek, savcının sık sık kullandığı “bilerek isteyerek” klişesinin delillendirilmesi iddianamenin hiçbir satırında gerçekleştirilmemiştir."
İngiliz The Times Gazetesi başyazısında şu ibareyi vurgular. “İstanbul’da başlayan davada o gazetecilerin Sayın Erdoğan’ın “eleştirel sesleri susturmak” amacıyla bastırmasının ilk kurbanı olduklarını gösteriyor. Çürümenin abecesi devletli şablonunda savunulan hemen her hamle ile ifa edilmiş bir pasife etme veya sınırlandırma çabasıdır. Cumhuriyet Gazetesi çalışanlarının yargılandığı davada gazeteci Ahmet Şık’ın verdiği hukuk ve gazetecilik dersinde ortaya çıkan tahakkümün bu biyopolitik sarmalın asıl vaadinin her ne olduğunun da ifşasıdır.
‘Çöp muamelesi yapılması gereken bir iddianame şablonundan, o darbe kliğinin bir ucunda duranların ülkeyi yönetme mücadelelerine, gazetecilik faaliyetlerinden terörizm eylemi çıkarma istencine, ithama hepsi bir, hepsi dolaysız ve doğrudan hayata kastın ifşasına her detayı gösteren / bildirendir Ahmet Şık tarafından yapılan ithamname. İtham ediyorum diye çıkagelen metnin, savunmanın sözün birlikteliğinde bu çürük çarık menzili yönettiğini iddia edenlere -isyandır.
“Dün gazeteciydim. Bugün gazeteciyim. Yarın da gazetecilik yapmaya devam edeceğim. Yani hakikatleri boğmak isteyenlerle aramızdaki bu uzlaşmaz çelişki hiç bitmeyecek.” Yazılanlar, çizilenler her şey bu ülkenin bir gününde değil hemen hemen var olduğu ilk gününden bu yana süregiden tehdidin, kontrol mekanizmalarının aleni ifşasıdır. Kendiliğinden değil bile isteye güncellene gelen, bir tahayyül olmaktan öte var edilen adaletsizlik, hukuksuzluk, özgürlüğün sınırlandırılması vb. temel hakların linçidir.
Halkların Demokratik Partisi’nin Amed’den başlattığı ol “Vicdan ve Adalet Nöbeti” polis ablukası altında gerçekleştirilir. Eylemin yapıldığı parka polis yurttaşları sokmaz. HDP Eş Genel Başkanı Serpil Kemalbay, eyleme dair yaptığı açıklamada şu sözleri eyler. “-Halkımıza sesleniyoruz. Faşizm geldim ama kendiliğinde gitmeyecek. Direniş ve mücadele kazanacaktır.” Kare kare hayata gölgesi düşürülen şey bedene, ruha ve fikre karşıt olan devlet tahayyülüdür. Devlet sistematik bir çürütmenin mihmandarıdır. Park halka kapalı tutulur. Altı gün sonunda devletlinin yeni konuşuna haiz olan sabah paçavrası, Diyarbakır’dan Teröre Yüz Yok manşetini atar. İtham ve yaftaların bir gazetecilik değil bariz bir tetikçilik hali karşı karşıya kalınandır.
Sallanan cümleler, kurulan irtibatlarla düz ovada siyaseti hedef almak kesintisizdir. Demokrasi bu tahayyülle yıkıma terk edilendir, yine. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisinin verilerine göre Olağanüstü Hal’in ilan edildiği 20 Temmuz 2016’dan bu yana 1963 işçi iş cinayetlerinde yaşamını yitirir. Bin dokuz yüz altmış üç bir rakam değildir. İşlerini geri almayı talep eden Nuriye Gülmen ve Semih Özakça ağır tecrit, hak gaspı ve yaşamlarına inat ve ısrarla işkence boyutundaki müdahalelere maruz bırakılırlar. Halkın Hukuk Bürosu, Sosyal Medya’dan yaptığı açıklama ile “Müvekkilleri olan Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın 28 Temmuz saat 00.00’dan sonra iradeleri dışında zorla hastaneye götürüldüğünü duyurdu. Açlık grevlerinin 76. gününden itibaren tutuklu bulunan Gülmen ve Özakça’nın Sincan İnfaz Kampüsü Hastanesi’ne kaldırıldığı belirtildi. Açıklamada, Semih Özakça ve cezaevinde birlikte kaldığı refakatçisinin nakil sırasından darp edildiği ifade edildi. Açıklamada ‘hayatını tek başına idame ettiremez’ raporuna rağmen Gülmen ve Özakça’ya hala refakatçi verilmediği de vurgulandı.”
Biyopolitik cerahat iklimi böylesine bet, birlikte imal edilendir işte. Büyükada gözaltıları sonrasında tutsak edilenlerden Uluslararası Af Örgütü Türkiye Direktörü, İdil Eser birinci dereceden yakını olmadığı için görüş yapamaz olarak, bir de bu bahis ile “tecrit” edilir. Biyopolitik olan mefhum bu yıkım şablonudur.
Halkların Demokratik Partisi Wan Milletvekili Tuğba Hezer ile Şirnex Milletvekili Faysal Sarıyıldız’ın vekillikleri “devamsızlıkları” öne sürülerek düşürülür. HDP’nin Meclisteki sandalye sayısı elli beşe iner. Tahakkümün zoru, sıradan olanın sözünü yağmalamak, hayat hakkını bir hiç kılmak, kendini savunmasına zemin bırakmamaktır. Yukarıdaki örneklerde olduğu gibi vekilliklerin meclis geçmişinden bu yana ilk kez resmen devamsızlık öne sürülerek iptal edilmesi gerçekliğindedir mesele.
Daha önce Eş Genel Başkan Figen Yüksekdağ ile vekil Nursel Aydoğan’ın milletvekillikleri haklarındaki “mahkumiyet kararları” öne sürülerek düşürülmüştür ha keza! HDP Grup Başkanvekili, Filiz Kerestecioğlu’nun demecidir: Tarihe çok önemli bir not daha düştünüz. SMS ile çağrılıp koşa koşa buraya geldiniz. Boş bıraktığınız meclisi bir anda iki vekilin vekilliğini düşürmek için doldurdunuz bu da size şeref madalyası olsun. “Biyopolitik” cürüm ekseni dört bir yanda güncellendikçe hayat ediminin, dokunulmadık, deşilmedik, yara açılmadık hiçbir yeri, köşesi bırakılmamaktadır.
AKP ve MHP işbirliğinde hazırlanarak Mecliste gündeme getirilen İçtüzük değişikliği iki parti üyelerinin oylarıyla kabul edilir. “Usul tartışmaları 3 dakika, grup önerileri söz konusu olduğunda öneriyi veren gruptan bir vekil beş, diğer gruplar içinse üçer dakika ile sınırlandırılır. Meclise vekiller, pankart ve döviz ya da benzeri materyallerle girmesi yasak edilir. HDP Milletvekili Meral Danış Beştaş, “Geçmişle yüzleşme ve hakikatlerin ortaya çıkartılması engellenmek isteniyor. Farklılıkların mecliste zikredilmesi yasaklanmak isteniyor. Kürdlerin, Alevilerin, Ermenilerin yaşadıklarının anlatılması engelleniyor. Tekçi zihniyet tekamül ettirilmeye çalışılıyor.” “Egemenlik kayıtsız şartsız iktidarındır, ol çoğunluğundur.” Bahsi gerçek kılınarak millet iradesi gasp olunduğunu ilave eder Beştaş.
Hayat bu menzilin her gününde biteviye apaçık bir biçimde daraltımı için çalışılarak güncel, bir tecrit sahnesine dönüştürülüyor. Yaşam istencinin çürütülmesi artık ortalık yerde, göstere göstere, bile isteye yapılandır. Kürdistan, Ermeni, Pontos, Rum Soykırımı ya da Medz Yeghern, Sayfo demek bir biçimde bu tüzük değişikliği ile sağlama alınmak istenendir. Güçlü, büyük ülkede bu sesleniş hamleleri, kelimeler dahası eylemler yasaklanmak istenendir. Demokrasinin ilerisi olarak bu menzilde öne çıkartılan sahne yeniden dününe rehin edilendir. Söz hakkından çekinilen yer güçlü ülke mi olur? Söz hakkını iğfal eden yer ülke midir? Sözün üstünü çizen menzil büyük ve güçlü olsa ne yazar!
Seslendirilen kelimelerden çekinerek bir normalleşme söz konusu edilebilir mi? Hayat bunca ucuza yerle yeksan edilirken, dile pelesenk edilmiş özgürlük ve demokrasi kadar, medeniyet ağızdan düşürülmezken, daha burnunun ucundaki, toprağında yer etmiş olana öteki diyerek yaftalamak, sorgulatmamak sesini kestirmek necidir? Vicdan ve Adalet Nöbeti’ne dair ithamlar, Amed’de gözdağının orta yerinde serilen, gerçek kılınan yok sayma süreğen bir hali bildirirken ne olacaktır yarın, ya sonrası, nedir?
Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in öldürülmesine ilişkin davada savunma yapan dönemin Samsun Jandarma İstihbarat görevlisi Astsubay Birol Ustaoğlu, Samast’ın yakalandıktan sonra götürüldüğü TEM Şube’deki mülakat esnasında MİT’ten “Recep” isimli birinin odada bulunduğunu söyledi. Ustaoğlu, Samast'ın bayraklı görüntüsü için "talimatı başsavcı verdi" dedi.
Cumhuriyet Gazetesinden Canan Coşkun'un haberine göre, “Hrant Dink'in öldürülmesine ilişkin tetikçi, azmettirici, kamu görevlisi ve jandarma görevlilerinin yargılandığı davanın dünkü duruşmasında dönemin Samsun polis ve jandarma görevlilerinin savunmaları alındı. İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi'nde bugün görülen duruşmada savunma yapan Jandarma İstihbarat görevlisi Birol Ustaoğlu, cinayetin incelenmeyen MİT ayağıyla ilgili ifadeler kullandı.” Aleni bir kin güderliğin sofrasında, sanki on yıl değil dün gibi olan / olmuş / yapılmış olan cürümler ve cinayetler söz konusuyken daha ne kadar suskunluk vaaz olunacaktır.
Masalların hakikatin önünde set edildiği, masal diye kabusların gündelik kılındığı, gündelik halin toptan çürütmeye rehin edildiği bir menzilde tahakkümün boyutunu fark ediyor musunuz? Bugün basit gibi söze katılmayan, anılmayan nice şeyin nasıl incelikli bir hesap kitap bahsiyle şekillendirildiği aleni olurken, görünürken hayatın sınırları nereye kadar daraltılacaktır. Terörle Mücadele şubesinde çekilen görüntülerin duruşmada izlenmesinin ardından Ustaoğlu, “MİT’ten Recep diye biri vardı. Recep olarak biliyordum. TEM şube müdürü de ifadesinde bir MİT görevlisinin olduğunu söylemişti.
Dink ailesi avukatlarından Hakan Bakırcıoğlu’nun Ustaoğlu’na “MİT’in çektiği görüntü oldu mu” diye sorması üzerine Ustaoğlu, “Herkeste telefon vardı. O anda tüm dikkatim bilgi almaktı” yanıtını verdiği yerde, ciddi ciddi devletin nasıl hayatımızı kuşattığını görebiliyor musunuz? Dünden bugüne, şimdiden yarına var edilmek istenen bu tahakküm hali kesintisiz bir çürümedir, hayatınız için endişe edip, sorguluyor musunuz? Yarın halimiz nice olacaktır?
Yarın bu ülkede bir hayat hakkı söz konusu olacak mıdır? Bütün kepazeliğiyle aleni çürütmeye teşneliğiyle, kırımla / kıtalle ve yıkımla bir hayat bahsi kalacak mıdır? Düşünüyor musunuz? Cinayetleri düzenleye karmaşık kümelerin aslında devletin imecesi olduğu ilaveye gerek olmadan ortadayken, iş bu raddede bu ülkede bir hayattan söz açılabilir mi? Sorguluyor musunuz?
Görsel – Untitled – Mohau MODISAKENG
#cumhuriyet gazetesi#biyopolitika#iktidar#savaş#yıkım güncesi#gazetecilik suç değildir#söz hakkı#demokrasi#çürüme#hayat hakkı#mesele#erdoğan#vicdan#adalet#nuriyevesemihyaşasın#insan hakları#agos#hrant dink#müesses nizam#milli ve yerli#tahakküm#başka türkiye var#arzihal
3 notes
·
View notes
Text
Geçmişin Karanlık Suretinde Yürüyen Ülke...
Biteviye, neredeyse bu sahnenin dört bir yanında yankılanmaya devam ediyor sesler. Bir öteyi var edebilmek için bir yerlerde, belirli mekanlarda, o mekanları işgal edenlerin kulaklarında bir yer etsin diye çağrılar yapılıyor. Yol nereye! Her ne olacaktır bu menzildeki “hayat hakkı” ve ona karşıtlık meseller dile getiriliyor bütün o seslenişlerle. Bütün bahsi bunu bildirmek için bir çabaya dönüşür ol dertli seslenişler.
Muktedirin inatla görmezden geldiği, ısrarla duymama gayretine düştüğü her bir şey bu menzildeki hayat hakkına karşıtlığın meselleridir o’nu varlığı ile boğmaya gayret edenlere karşı bir tek sesleniş kalmıştır, birkaç kelamlık söz. Var edildiği bildirilen yeni ülke o cerahatin üstünde yükseltilirken, geleceğin nasıl da muğlak koyulduğu / bırakıldığıdır mesele. Sesler ve sözcüklerle kurulan kelamın o yıkımın varlığını sorgulatmak adına olduğu yinelenmelidir.
Çürümenin bir uçtan bir uca o memleket mefhumunu kuşattığı yerde varlığı kesintisiz kılınan cerahat hepimizin hayatını eksiltmektedir. Dert ettiğimiz, yaramız dediğimiz, geleceğimizi bir hiç kılan menzilin varlığına karşı bir uyarıdır o muktedirin bir türlü görmediği seslenişler. Bir boşlukta, bir düzlemin, bir sahnenin tam ortasında sallanıyor tüm o seslenişler. Bu toprağın her nereye dönüştürüldüğünü afişe eden her meram o koyaklardan yayılan seslerle anlaşılabilir kılınıyor.
Doksan beş yıllık özet, özetten mülhem kılınan ülke gerçekliği bu sathın istikamet belirlenip, yön tayin edilirken nasıl ç��rütüldüğünü ortaya çıkartıyor. Çöküş öylesine pek, çürüme o kadar sık tekrarlanan bir metafor ki cürümlerin ardından çıkagelen hemen her şey yeniden ve yeniden bu bahisleri açmayı gerektiriyor. Yaşatmakla ilgili sorunları bulunan bir devletin açık ve alenen yaşayana reva gördüklerini yazmaya bu satırlar kafi değildir. Hangi kelamı etseniz o kadar eksikli kalacak bir meseldir, varlığı tescillenmiş devlet şablonu doksan beş yılda önce o, sonra şu, diğerinde de berikini hedef kılarak, yok etmenin ucuna taşıyarak bir menzili var eder. Doksan beş yılın özeti hazandır, kocaman derin bir yaranın ta kendisidir, neyi nasıl her ne şekilde yazalım!
Biyopolitik bir düş kırımı menzilinin halleridir meselemiz. Her günü bir öncesinden ağır olan, kılınan sınavlarla donatarak ilerleyen bir menzilde toptan yıkımın istikametini imlerken erkanı muktedir bütün o pembe masallar birer vakit kaybıdır. Cürüm sahnesinde bir ülke var edilmez böylesi bir tahayyülle bir yeniye varılamaz. Güzergah bu kadar açık ve seçik bir çukuru imlerken ne olacaktır sorgusu yersiz değildir. Halin perişanlığını sağlama alan bir ülke, yönetim ve anlayış hepimizi kuşatırken o var edilen sesler, seslenişler bitimsiz olan bir isyanın nüvesidir.
Müştereklerimiz ayaklar altına alınıp, paramparça edilip, un ufak olunurken bu bahis, tüm ses verme çabası bir hayatta kalma mücadelesidir. Bir ülkeymiş gibi anılan, çukurda bile bir hayat mücadelesi verilmektedir. Yeni sistemin icat ettiği bir bahis olarak çıkagelen bir meseledir ol yüz günlük icraat planı. O sistematik yapılandırma ile bu istencin önüne set kurulmak istenir. Bu halle, icraat sözcüğü kurumsallaştırılırken hayatın yağmasına devam denilir. Anlatılanlarla yapılanlar arasındaki derin uçurum hali yeni ülkede sabittir. Koca bir menzilin yeniliği ancak o dünü kadardır.
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Halkların Demokratik Partisi Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı Berdan Öztürk ile Diyarbakır Milletvekili İmam Taşçıer ve Dersim Milletvekili Alican Önlü hakkında “örgütü propagandası yapmak” iddiasıyla fezleke düzenledi.
Fezlekede suç olarak iddia edilen konuşmalar şöyledir: * Buldan hakkında genel seçimler öncesi 21 Haziran 2018'de Siirt Cumhuriyet Meydanı'ndaki miting konuşması.
* Öztürk hakkında 21 Mart 2018'de Ağrı'daki Newroz etkinliğinde yaptığı konuşma.
* Taşçıer hakkında sosyal medya hesabından 24 Mayıs 2018'deki paylaşımları ile 8 ve 9 Eylül 2018'de Diyarbakır'da yaptığı konuşmalar.
* Önlü hakkında da 21 Mart 2018'de Dersim’deki Newroz etkinliğinde yaptığı konuşma.
Fezlekeler, milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması için meclise iletilmek üzere Adalet Bakanlığına gönderildi. Cerahatin var ettiği yıkım, freni patlamış bir ülkenin vaatten hakikate hiç olmadığı kadar yakınlaştırdığı şey bu çürütme halidir. Politik bir eksenin yıkıma rehineliği, daha önceki yargısız infazlarda olduğu gibi bu yenilerinde de ol devamlılıktan enikonu anlaşılır kılınmaktadır. Bunlarla mıdır, böylesi bahislerle bu ülkenin üçüncü büyük partisi, bir ülkede var edilmiş öteki kimliklerin yekununa dair söz imecesine karşı taarruzlar ile yeni ülke var edilecektir. Eski HDP Milletvekili on insan, dahası yeni dönemin seçilmiş isimlerinden Leyla Güven mahpusken, hala rehinken nedir yani yapılmak istenen bir ses kısma gailesinden gayri, düşünüyor musunuz!
İş bulamadığı için AKP Ağrı Milletvekili Ekrem Çelebi ile görüşmeye çalışan Deniz Yıldırım kendisiyle görüşülmeyince meclis çatısına çıkarak intihar girişiminde bulunur. Deniz Yıldırım KPSS’de birinci olmasına rağmen kendisine belediyede iş verilmediğini söyler. Özgürüz’den aktaralım: “Milletvekillerinin odalarının bulunduğu TBMM Halkla İlişkiler binası çatısına çıkan ve iş istediği öğrenilen Deniz Yıldırım adlı yurttaşın intihar girişiminde bulundu. Meclis itfaiyesi devreye girerek bahçeye hava yastığı açtı. İntihar girişiminde bulunan Yıldırım’ın 20 gündür bir milletvekiliyle görüşmek istediği ancak görüşemediği kaydedildi. Olaya müdahale eden AKP Bingöl Milletvekili Feyzi Berdibek, intihar girişiminde bulunan Yıldırım’a 10 bin lira vermeyi teklif etti.”
“Yıldırım, tüm partililerin çabasıyla ikna edildi.Edinilen bilgiye göre intihar girişiminde bulunan Deniz Yıldırım daha önce Ankara Büyükşehir Belediyesi’nde çalıştı. Yıldırım’ın Belediye Başkanı Mustafa Tuna ile görüştürülüğü, Tuna’nın konuyla ilgileneceğini söylediği ifade edildi. KPSS’den 68 puan alan Yıldırım’ın Sağlık Bakanlığı’nda çalışmak istediği, bunun üzerine de Sağlık Bakanı Fahrettin Koca ile görüştürüldüğü öğrenildi.”
Biteviye bir boşlukta sesler yankılanıyor. Yıkımın varlığı örtülemezken hayatların paramparça olunması güncelleniyor. Geleceksiz bir uzamın inşası biteviye yapılandırılan tahakküm hamle ve eylemleri ile eksik gediksiz bir cürüm istenciyle imal olunuyor. Yolun, yönün ve bütün o gelecek tahayyülünün hiç kılınması kesintisizdir. Gelecek geçmiş olanın yıkıcılığından halen el bulunarak güncellenendir.
Kürt siyasetçiler ve gazetecilere yönelik 9 Ekim'de yapılan operasyonda tutuklanan 20 isim hakkında ayrı ayrı yürütülen soruşturmalar iddianameye dönüştü. TJA aktivisti Pınar Işık hakkında, "Ülkenin içinde bulunduğu yakın tehlike kriteri" denilerek 20 yıla kadar hapis cezası istendi. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’nın talimatı ile 9 Ekim günü Kürt siyasetçiler ve gazetecilere yönelik 9 ilde yapılan operasyonda 142 isim evlerine düzenlenen baskınlarda gözaltına alındı. Gözaltına alınanların büyük çoğunluğu emniyet ve savcılık ifadelerinin ardından serbest bırakılırken, aralarında HDP İl Eşbaşkanı Mehmet Şerif Çamçı ve gazeteci Kibriye Evren’in bulunduğu 25 kişi ise tutuklandı. Savcılığın üst mahkemelere yaptığı itirazlar sonucu haklarında yakalama kararı verilen 7 isimden biri daha gözaltına alınarak tutuklandı.
Mezopotamya Ajansı’ndan aktaralım: “Gizli tanık Ezel'in “TJA’nın KCK'nin Toplumsal Alan Koordinasyonuna bağlı Kadın Alan Yapılanması içerisinde faaliyet yürüttüğü" iddialarından hareketle Işık’ın TJA aktivisti olması, "örgüt üyesi olduğunun" kanıtı olarak kabul edildi.
Gizli tanıklar Ezel ve Firar'ın hakkında bu yönlü suçlamalarda bulundukları Pınar Işık'ın soyadını bilmedikleri de ortaya çıktı. Özellikle gizli tanık Firar'ın soyadını bilmediği Işık ile birlikte "Cezaevi Dış Koordinasyonu'nda yer aldığını" öne sürdüğü diğer 8 kişinin isim ve soyadlarını bilmesi dikkat çeken bir diğer ayrıntı oldu.
İddianameye dair dikkat çeken bir diğer şey, değerlendirme kısmında Işık'ın cezalandırılması için “konjonktüre” özel vurgu yapılması oldu. Değerlendirme kısmında bu yönlü olarak savcının, "Ülkemizde yaklaşık kırk yıldır süregelen terör faaliyetleri dikkate alındığında, mevcut dosya kapsamında yakın tehlike kriterinin de oluştuğu, tüm dosya kapsamından anlaşılmakla…" ifadeleri yer aldı. Bu suçlama ve delillerle hazırlanan iddianame ile Işık hakkında 7 yıldan 20 yıla kadar hapis cezası talep ediliyor.”
Muktedirin yeni ülkesi her şeyden nem kapan, her sorguyu, eylemi, tahayyülü bir biçimde kendine karşıt olarak gören, değerlendiren bir anlayışın ithamları ve yıkım gayretine rehin edilendir. Muktedirin yeni ülkesi siyaseti düz ovada var edin diyen barış zamanındaki sözü nasıl çiğnediğini bir kez daha ifşa etmektedir. Konu, kadın ve siyaset olduğunda nasıl da umarsızca her şeyi körelttiği, insanlık hakkı meselinin her nereye doğru konumlandırıldığı da afakidir artık. Konjonktürel, yakın tehlike gibi ucube yakıştırmalar, nesnel ve doğrudan doksan beş yıllık bir devletli aklının tezahürü olarak insanların derdest olunması devamlılığı sağlama alınandır. Bunlar var edilirken nedir ki yeni ülke!
Gazete Fersude’den aktaralım: “Dersim’in Hozat ilçesinde yaşayan 71 yaşındaki Fatma Güler’e, 5 Ekim 2012 tarihinde hayvanlarını otlattığı Çat bölgesinde yaşanan bir çatışma nedeniyle hakkında açılan davada, “örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek” iddiasıyla 5 yıl hapis cezası verildi. Tunceli 1. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından verilen kararın Yargıtay’ca onanması üzerine 31 Ekim günü kızının ziyaretine gittiği Aydın’ın Didim ilçesinde tutuklanan Güler, Aydın E Tipi Kapalı Cezaevi’ne konuldu.”
Tunceli Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanan iddianamede, Çat bölgesinde yürütülen operasyonda 2 PKK’linin yaşamını yitirdiği, Candaş Bozkurt’un isimli şahsın ise yaralı olarak yakalandığı ileri sürüldü. Tutuklanan Candaş Bozkurt ile birlikte operasyon bölgesinde hayvanlarını otlattıkları belirtilen Fatma Güler ve Sibel Kılıç hakkında “Devletin birliğini ve bütünlüğünü bozma”, “6136 sayılı Kanuna muhalefet”, “Örgüte yardım ve yataklık” suçlamalarında bulunuldu.
Hazırlanan iddianamede sanıklardan Güler ve Kılıç için “Şüpheli Fatma Güler’in bulunduğu yerden başka bir yere gitmesi ve sessiz olması konusunda uyarmalarına rağmen şüpheli Fatma’nın aynı davranışı devam ederek, ardından yüksek sesle ‘zu were, asker asker’ şeklinde bağırmaya başladığı, daha sonra aynı yerde bulunan şüpheli Sibel Özdemir’in de bu kez BTÖ mensuplarının bulunduğu yere koşarak ‘asker geldi’ şeklinde bağırarak BTÖ mensuplarına bu sesleri duyurduğu anlaşılmıştır” değerlendirmesinde bulunuldu.
Dosyada tanık olarak gösterilen 6 asker ise, Kürtçe bilmediklerini beyan etmelerine rağmen Fatma Güler’in örgüt üyelerine Kürtçe seslendiğini “tahmin ettiklerini” beyan etti.
“Tanık 2010-M-287/” koduyla ifadesi alınan asker, ifadesinde şunları söyledi: “Keçileriyle birlikte yanımıza bir bayan geldi. Bu bayan 45-50 yaşlarındaydı. İçimizden geçerken Kürtçe olarak, epeyce bağırdı. Bu kadın ilk başta karşı da BTÖ mensubu olduğunu görmedi. Biz ona sessiz olması yönünde telkinde bulunduk. Kürtçeyi pekte anlamıyorum. Bu kadının bize yönelik herhangi bir hakareti olup, olmadığını da bilmiyorum. Kürtçeyi bilen arkadaşlar vardı. Onlara sorduğumda sürüye hitaben söylendiğini anlattılar. Daha sonra bu kadın, genç bir kadınla önümüzden geçti ve BTÖ mensuplarını fark ettiler. Kürtçe konuştukları için ne dediklerini tam anlamamış olsam da sadece, ‘asker’ kelimesini anladım. Hem bağırıp hem de BTÖ mensuplarına doğru koşuyorlardı.”
Biteviye kılınan zulüm döngüsü, yapılandırılan ülke bir hikaye değildir. Bunca bariz ve katıcı bir düzende, bir iklim diye var edilmiş olan yeni’de dünün varlığı kesintisizdir. Kürd dilini hiç bilmeden suçlar isnat etmek, nasıl olsa karışan görüşen yok kabilinden herkesin bir diğerine karşı düşman ilan etmek / kılmak ve daha öncesinde Sise Bingöl örneğinde olduğu gibi Fatma Güler’e de bu hınçla kotarılan memleket şablonundan payını aldırmaya çalışmak bu ülkenin halini de özetlemektedir. Sesler akışta bunca devletli gümbürtüsünde iyice kaybolup giderken, geriye kalan ah’lar her şeyin en kestirmeden sonucunu bildirmektedir.
Mezopotamya Ajansı’ndan aktaralım: “Musa Anter cinayetine ilişkin açılan davada 5 yıllık tutukluluğun ardından tahliye edilen ve JİTEM'ci Abdülkadir Aygan’ın cinayetin faili olarak gösterdiği Hamit Yıldırım, yerel seçimler için Şırnak'ın Kumçatı Beldesi'nde AKP'den aday adayı oldu.”
Diyarbakır’da 20 Eylül 1992 tarihinde sokak ortasında vurularak öldürülen Kürt gazeteci ve yazar Musa Anter'in (Apê Musa) ölümüne ilişkin açılan davada katil zanlısı olarak yargılanan Hamit Yıldırım, Şırnak merkeze bağlı Kumçatı Belde Belediyesi Başkanlığı için AKP'den aday adayı oldu. 90'lı yıllarda bölgede koruculuk yapan Yıldırım'ın 3 gün önce adaylık için resmi başvuruda bulunduğu öğrenildi.
JİTEM'ci Abdülkadir Aygan tarafından Anter cinayetinin faili olarak gösterilen Yıldırım, 29 Haziran 2012’de gözaltına alındıktan sonra tutuklanmış ve 5 yıllık tutukluluk süresi dolduğu için geçtiğimiz yılın Haziran ayında tahliye edilmişti.
İtirafçı Aygan verdiği bir röportajında Yıldırım hakkında şu itiraflarda bulunmuştu: "Hamit Yıldırım geldiğinde heyecanlıydı. Herkes de silah vardı. Tabanca vardı üzerinde. Şırnaklı Hamit Yıldırım’a umman isimli 9 milimetrelik 14’lü bir silah verilmişti. ‘Niye yanımıza getirmedin’ diye sordum. O da, ‘Şüphelendiler o yüzden vurmak zorunda kaldım. Vurmak zorunda kaldım’ dedi." Hamit Yıldırım’ın fotoğrafını teyit eden Aygan, "Katil bu. Cemil Işık’ın adamıydı. Şırnaklı Hamit olarak biliniyordu. Şırnak merkez Kumçatı’lı Şırnaklı Hamit Yıldırım olarak JİTEM ve Yeşil’in görevlendirdiği kişi buydu. Kesin olarak teşhis ediyorum. Cinayetten bir sene önce ve 9 sene sonra çekilen fotoğraflar aynıdır. İnce ve uzundur. O zaman gömlek giymiş ve tabancayı gömleğin altına koymuştu. Olay gecesini hatırlayınca sinirlerime hakim olamıyorum yazık ya" demişti.
Bir koca asırdan uzun olan geçmişinin tüm ol karanlık suretinde yürüyen bir ülke vardır yine, yeniden. Bir koca asrı devirmiş olan cerahatin kuşatması altında bir ülke var edilendir yine ve yeniden. Bir yüz yılla, üç sene geçtikten sonra hala mı aynı noktalarda sabit kalınır hala mı kör karanlık savunulur bunun meramıdır şu yukarıdaki üç yahut da beş satır, on ya da yirmi cümle. Bu kör, bunca katran ve zift kaplı bir menzilin yönü ve istikameti “yeni” denilse ne olur, her tarafında başlangıçlar kurumsallaştırılsa ne olur. Hala seslenişlerin duyulmadığı, hala esas derdin önem bildirilmeden geçilip gidildiği bir düzlem var edilirken daha kaç yüz yıl kaybedecektir bu ülke şu yer bu coğrafya. Katillerin el üstünde tutulup, sırtlarının sıvazlandığı bir menzilde çürüme almış başını gitmişken sormalı yeniden sindirebiliyor musunuz bunca kepazeliği.
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2018
Görseller - The Figuration Of Tragedy IV / Children By Kim BYUNGKWAN v/ Behance
#başka türkiye var#yeni dönem#türkiye#çürüme#yıkım#kürdler#söz hakkı#mesele#meram#arzihal#yıldırı#işkence#vahamet#hikaye#sesler#hdp#fezleke#milletvekili#dokunulmazlık#emek gaspı#iş cinayeti#intihar#tbmm#tja#kürd özgürlük hareketi#bakur kürdistan#fatma güler#musa anter#jite
0 notes