#hrant dink
Explore tagged Tumblr posts
kirlisiyah · 1 year ago
Text
Tumblr media Tumblr media
"Evet kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde görebilirim, ama biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz. Güvercinler kentin ta içlerinde, insan kalabalıklarında dahi yaşamlarını sürdürürler. Evet biraz ürkekçe ama bir o kadar da özgürce."
Yerin güzel olsun.. Nur içinde yat..
35 notes · View notes
umudunhayali · 1 year ago
Text
"Gücünüzü zekâ sanıyorsunuz, şiddetinizi ahlâk, cehaletinizi büyüklük.."
Tumblr media
39 notes · View notes
modussoperandi · 1 year ago
Text
Tumblr media
հրանդ տինք faşizme inat, kardeşimsin hrant.
3 notes · View notes
seslimeram · 1 year ago
Text
Adaletsiz, Eşitliksiz, Ahparigsiz!
Tumblr media
Doğrunun esamesinin okunmadığı bir zeminde her şey eğri, yanlış ve karanlığın kılınıyor bir kere daha. Bir asrı aşkın demokrasi deneyiminden feyiz alındığı, rehber edildiği ifade olunan bir sahadan mutlak ve kesin bir doğrunun imali söz konusu edilmiyor. Tümden ve doğrudan yıkıma işlevsellik kazandırılıyor. Tek adam rejiminin güncelliği içerisinde tüm o doğru yerle bir edilirken yerine ikame olunan her şeyle bir yalan tiradı güncelleniyor. O yıkım daimi bir biçimde hep sıradana reva görülüyor. Hayatın ehemmiyeti, biricikliği bir biçimde talan edilirken, cerahat ve cürümle el yükseltilen bir iktidar şablonu eliyle açıkta doğrunun yıkımı gerçek kılınır. Bugünün yeni yepyeni ülkesi denilen sahnesinin yönetim katıyla iktidar ve tüm bileşenleriyle birlikte kurumsallaştırdığı yerin yönelimi ve sonuçları böyle bariz bir eksiltme halidir. Biyopolitik bir cerahat sarmalı, bütünüyle yaşamı kuşatan bir denklemler toplamında mutlak, kesintisiz bir cerahat imal olunur. Her yanlış her türlü riya, her güne sığdırılan tahakküm / tehdit ve ötesiyle bu cerahat hali ülke diye sunulur. Gündelik yaşam zora koşulurken cerahat, cürüm, cinnet üçlemesine rehin olagelen bir yer var ediliyor, ne eksik, ne fazla.
Düpedüz yalın bir riya ikliminin aralıksız muktedir eliyle çoğaltıldığı zeminde olmasına devam olunan hamlelerle hayat ehveninden alıkonuluyor. Artık itiraz edebilecek bir cüret, bunu ortaklaştırabilecek bir irade, öteki değil bizatihi bu ülkenin ortak yaşam pratiklerine dair bir şeyler söylemek imkansız kılınıyor. Tahakkümü, denetim ve gözetimi var eden ol siyasi manevra kümesinin, onadığı, izin verdiği kesimlerin patırtısı içerisinde doğruluğun izleri yerle bir olunur. Yoksunlaştırma, eksiltme ve tekdüze ezber olunmuş bir ahkam hali eylem bütünlüğünde demokrasinin izleri de tahrif edilir. Bugünün ülkesinin bunca alenen bir sorunlar toplamından mülhem yere dönüşümü ol izahatı, şu anlama gayretin ve bütün o sorgulayabilme çabasının önünün alınmasıyla birlikte söz konusu edilir. Hakikatimiz en kestirmeden yalın bir buhrandır. Birbiriyle bütünleşik, varsılların iktidar kümesindeki erk ile birlikte yazıp, çizip, oynadıkları bir tahayyüller birlikteliğinde o mutlak yazgıymış gibi var edilen yalanlarla hayat dönüştürülür. Milenyumun bir çeyrek asrı devrilirken olmakta olan bütünüyle devamlılığa kavuşturulan bir kere daha devletlinin izninden azade tek bir günün var edilemeyeceğidir. Bütünüyle dibine kadar bodoslama dibine doğru seyreden bir yerde bundan daha açık bir yıkım istikameti söz konusu edilebilir mi? Bu hallerle yol nereye çıkar ki!
Artı Gerçek’ten aktaralım: “Maraş merkezli 6 Şubat depremlerinin üzerinden 11 ay geçmesine rağmen depremzedelerin mağduriyetleri sürüyor. Depremlerin vurduğu 11 kentten biri olan Diyarbakır’ın Lice ilçesine bağlı Birlik Mahallesi ile Şüktmeyik mezrası da yaşanan felaketten etkilendi.
Herhangi bir can kaybı yaşanmayan her iki yerleşim yerinde evler ağır hasar gördü. Birlik Mahallesi’nde bulunan 19 hanenin 15’i, Şüktmeyik mezrasındaki 15 hanenin ise 13’ü hakkında yıkım kararı verildi.
Uzun süre çadırlarda kalan depremzedeler sonrasında konteynerlere yerleştirildi. Ancak konteynerde yaşamanın özellikle çocuklar, yaşlılar ve engelliler için getirdiği zorluklar var.
Depremzedeler konteynerlerin yetersiz olmasından kaynaklı kendi imkânlarıyla barınak, lavabo ve duş yerleri inşa ettiklerini kaydetti. Yaşamlarını koşullarını kolaylaştırmaya çalışsalar da bir an önce kendileri için ev yapılması talebinde bulunan depremzedeler, Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı’nın (AFAD) yapılacak evler için kendilerinden 1,5 ile 4 milyon TL arasında ödeme yapılmasını istediğini söyledi. Depremzedeler, bu parayı verecek imkanlarının olmadığını da ekledi.
'Aylar Geçti, Evler Yok'
Birlik Mahallesi’ndeki evi ağır hasar gören depremzede Hayriye Benice, yetkililerin ‘bugün, yarın, bu ay yapacağız’ dedikleri evler için bugüne kadar adım atılmadığını belirtti. Benice, “Küçücük bir konteyner vermişler, o da su kaçırıyor, soğuk alıyor. Konteynerlerin içinde soğuktan ölüyoruz. Hastalığım var, dizimden ve kalbimden ameliyat oldum. Zaten bu hastalıklarımın hepsi bu soğuktan kaynaklı oluştu. Ne tuvaleti ne mutfağı ne de banyosu, hiçbir şeyi yok. İnsan gıdalarıyla beraber orada nasıl yaşasın?” diye sordu.
'Ev İçin 1.6 Milyon TL İstendi'
AFAD’ın ev için kendilerinden 1 milyon 600 bin TL istediğini söyleyen Hayri Benice, tepkisini “O parayı verebiliyor olsaydık, bir senedir kendi evimizi kendimiz yapardık” diyerek gösterdi. Yaşlı ve hasta olduğunu, bu nedenle daha fazla konteynerde idare edemediklerini dile getiren Benice, evlerinin bir an önce yapılarak, kendilerine verilmesini istedi.
9 Kişi Konteynerde Yaşıyor
9 kişi bir konteynerde kaldıklarını belirten Cemile Yakacı da konteyner yaşamının zorluklarını şöyle dile getirdi: “Bebeğim ve yaşlılarım var. Yaşlı teyze yatalak, kalkamıyor. İhtiyaçlarını 2-3 kişi kaldırıp indirerek karşılıyoruz. Banyo yaptırıyoruz, tuvaletini yaptırıyoruz çok zorluk yaşıyoruz. Bu bir senedir perişan olduk. Şimdiye kadar çadırda kalıyorduk. Bayramdan sonra konteyner geldi. Tuvaleti, banyosu yok.”
Yakacı, Mart ayına kadar temelleri atılacağı söylenen evlerinin bir an önce yapılmasını istedi.
‘Biz Evimizi, Hayatımızı İstiyoruz’
Ailesiyle konteynerde kalan depremzede Remziye Yakacı ise, geçen 11 aylık zamanda yaşadıklarını “Deprem sonrası hayatımız rezillik içinde geçti. Her türlü sorunu yaşadık Kimse sorunlarımızı dinlemek için gelmiyor. Biz evimizi, hayatımızı istiyoruz” diyerek söze döktü.
5 Bin TL Elektrik Faturası
Konteyneri ısıtmak için elektrikli ısıtıcı kullanmak zorunda kaldıklarını fakat bu kez de 5 bin TL fatura geldiğini söyleyen Benice, TEDAŞ’a gidip ödeyemeyeceklerini söylediklerinde faturanın 2 bin 300’e düşürüldüğünü, onu da borç yaparak ödeyebildiklerini kaydetti. Ev için kendilerinden 4 milyon TL talep edildiğini paylaşan Behice, “İmkanımız yok, bunları düşünmeleri gerekirken milleti daha çok mağdur ediyorlar” diyerek, yapılacak evler için para alınmaması istedi.
AFAD'a Ulaşılamadı
Depremzedelerin dile getirdiği para talebini sormak için aranan AFAD yetkililerine ise ulaşılamadı.”
Doğrunun esamesinin her nasıl okunmadığına başlı başına bu örnek kafi gelecektir. Bir biçimde on bir aydır kendi hallerine terk edilmiş insanların deprem felaketi sonrasında bir kere daha bu defa da devlet eliyle izole edilmelerinin utancı ne yana düşmektedir. Sorgu, sual edeni kalmadığı için artık bir yıkımdan kurtulan insanlara reva görülenler insanlığa sığıyor mudur, sığar mı? Duraksamadan güncellenen her hamleyle bir kere daha yaşama eyleminin önüne setler çekilmeye devam ederken, onca badireden sonra halen ellerindeki o umudu törpüleyebilmek, yok etmek adına olmadık işlerin altına imza atmak neyin nesi, neresi doğrudur? Bitimsiz bir girdabın ortasına terk edilip, kendileri hayatta kalabildikleri için suçluymuş gibi davranılan, bir temel insanlık hakkı olagelen barınma hakkını parasını verirseniz neden olmasına indirgeyen bir yapının hangi eylemi o müşterekleri sağlayacak, sahiden insanların geleceğini düşünmesine müsaade edecektir.
Doğrunun esamesinin okunmadığı bir zeminde her şey eğri, yanlış ve karanlığın kılınıyor bir kere daha. 2007 yılının 19 Ocak tarihinde bünyemizde açılmış olan koca bir yaranın ta kendisini de bu bağlamda görmek mümkündür. “Agos Gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink, 19 Ocak 2007'de gazete binası önünde o dönem 17 yaşında olan Ogün Samast tarafından düzenlenen suikast sonucu yaşamını yitirir.” Koca bir boşluk. Bir biçimde hayatlarımızı topyekun etkileyen, bir daha düzeltilemeyecek bir yaranın özneleri arasında yerini alan bir cinayetin ardından çıkagelen her şey bu eğrelti, şu yanlış ve daimi bir biçimde karanlık olageleni de bildirir. Bir düzlemdeki Ermeni kimliğinin hakikatinden bahisler açabilmenin yollarını onca engellemeye rağmen açabilen bir temsilciydi Hrant Dink. 1915’te yaşatılan Medz Yeghern’in hemen ardından sessizliğe gömülmüş, ancak 1965 yılından, birkaç jenerasyonun devinimi sonrasında kendi belleğinde yer edileni arar, sorar, sorgular hale gelmiş bir kimliğin elinde kalanları birleştirerek bir hikayenin tam ve eksiksiz anılmasını / anlaşılmasına çaba sarf eden bir temsildi Hrant Dink. 19 Ocak 2007 günü onu, tüm doğrularından, belleğimizin dibinde kalakalmış olagelen korkuların hiç de uzakta ötede olmadığını bilerek, göstermek isteyen bir çete / yapı / küme bir tetikçi eliyle, onu yönlendirenler sayesinde katletti. 1915 sonrasında var edilmeye çalışılan bir avuçtan az kalan Ermeni’nin meramını bildirebilme çabasının elbet bir karşılığı olacaktı. O melun günün ardından kalakalan yegane şey susun çağrısının artık aleni kılınmasıydı. Eğrelti, yalan, yanlış ve kötücül bir aksin eline rehin kılınmış olagelen yerde, baş efendinin tabiri ile kendisini de aşan bir cinayet sistematiği ile bir can katledilir. O günden bu yana adaletin her nerede olduğu muallaktır.
Hrant Dink’in katledilmesine giden sürecin başlangıcını oluşturan Sabiha Gökçen’in yetim bir Ermeni kızı olmasının hikayesinden sonra devamlılığı sağlama alınan sürek avı o eğrelti yolun nasıl da biçimlendirildiğini örnekler. 2019’dan bir haberi aktaralım: “2002-2008 yılları arasında İstanbul Valiliği’nde azınlıklarla ilgili iş ve işlemlerden sorumlu olan Ergun Güngör, 24 Şubat 2004'te Hrant Dink'le valilikte görüştüklerini, bunu MİT'in istediğini beyan etti.
Güngör, Dink'in Agos Gazetesi'nde Sabiha Gökçen'in Ermeni olduğunu iddia ettiği yazının o dönemde infiale yol açtığını söyledi. İstihbarattan gelen kişilerin Dink'le bir görüşme ayarlanmasını istediklerini aktaran Güngör, "Böyle bir görüşmenin vali izni olmadan yapamayacağımı söyledim. Dönemin İstanbul Valisi Muammer Güler’in olur vermesiyle bu görüşme gerçekleşti. İstihbarat görevlileri yanımdayken Dink’i aradım. Kendisiyle toplumda oluşan bu hassasiyeti konuşmak istediğimizi ve habere konu olan belgeleri görmek istediğimizi söyledim. Kendisi davetimiz üzerine geldi" ifadeleri kullandı.
Güngör, MİT mensuplarına "Sizi Dink'e ne olarak tanıtayım?" diye sorduğu, MİT çalışanlarının "Yakınlarım dersiniz" dediklerini iddia etti. Dink'in verdiği evrakları MİT mensuplarının aldığını söyleyen Güngör, “Bu görüşmenin ardından vatandaşlar tarafından suç duyuruları, protestolar oldu. Emniyet bununla ilgili önlemler aldı. Dink’in hayatının tehdit altında olduğuna dair bize aktarılan herhangi bir bilgi yok. Resmi nezaket kuralları içerisinde yapılmış bir görüşmedir” dedi.
Güngör'e mahkemede MİT mensuplarının konuyla ilgili ifadeleri hatırlatıldı. MİT çalışanları söz konusu görüşmeyle ilgili "Valilik'e gittiğimizde tesadüfen Dink de oradaydı" yanıtını vermişti. Güngör bunu reddederek “Hayır bu mümkün değil. MİT’in talebi üzerine bu görüşme yapıldı” sözlerini kullandı.”
Doğrunun varlığının hiç edildiği bir zeminde sadece Ergun Güngör’ün açık ettikleri dahi her nasıl bir karanlık kozanın imal olunduğunu örnekler. İçine çekilen ötekisi için alenen kurulmuş olagelen yok etme şablonunun istikametini bildirir, zamanında. On yedi koca yıl sonra varılan menzilde, adaletin küflü bir tahayyüle indirgenişi söz konusu olur. Ol samast denen meczubun arkasının toplandığı, çetenin diğer üyelerinin de kahraman edasıyla karşılandığı bir zeminde her yanlış, her kötülük bir kere daha devletli eliyle ya da yönlendirmesiyle taltif olunur. Ki kamu personelinin Cerrah’tan, Güler’e, Öz’den, Uzun, Akyürek, Güngör ve nicesinin davada yargılanmaları bir yana, o cinayetteki payları göz ardı olunur, olundu. Bu kadar zaman sonrasında elde kalakalan sadece bir avuç hayalden ötesi kılınmaz. Düzenin var ettiği öteki nefretinin bugünün çok daha açık bir biçimde hedef kılmaları beraberinde taşıdığı bir zeminde Devletin tüm kliklerinin bir düzlemde pay ve eylemde fail olduğu cinayetlerden birisi olarak kalmaya devam edendir Hrant Dink cinayeti. Onca zaman sonrasında ortaya çıkan garabetlik adalet seremonisinin hiçbir biçimde / anlamda hakikate yer bıraktırmayan bir eğrelti, eksik, gedik haller toplamında o adalet çalınmıştır. Hrant Dink Vakfı’nın sitesinden davanın geniş bir özetine, alınan karar ve ardından çıkagelen karanlığın nasıl biçimlendirilmeye devam olunduğunun yansısına göz atılabilir. Bir memleketin alnına çalınmış koca bir leke haline dönüşen, Ermeni’nin yarasının da ötesini simgeleştiren, onca zaman sonrasında halen yerinde sayan ülkenin korkunç hayal kırıklığından bir kesit yaşamdaki yerini muhafaza etmeye devam ediyor. Öyle ya da böyle doğrunun esamesinin geçmediği / bilinmediği bir zeminde takvimler bir kere daha acıya çıkıyor. Adaletsiz, hürriyetsiz, eşitliksiz, Ahparigsiz... Eksik. Umursuyor musunuz?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: Berge ARABIAN – Agos Gazetesi
6 notes · View notes
tigristear · 2 years ago
Text
Tumblr media
8 notes · View notes
massispost · 3 months ago
Photo
Tumblr media
New Post has been published on https://massispost.com/2024/11/glendales-artsakh-creative-retail-pop-up-accelerator-program-welcomes-new-tenants/
Glendale’s Artsakh Creative Retail Pop-Up Accelerator Program Welcomes New Tenants
Tumblr media
GLENDALE  – In its continued effort to support and uplift local businesses, the City of Glendale’s highly successful Artsakh Creative Retail Pop-Up Accelerator Program is proud to announce the addition of two new tenants: No Easy Props, a hip-hop studio for all ages and skill levels, offering a dynamic space to learn, grow, and express through movement and Wallflower Market LA, a female-run pop-up marketplace that champions small businesses and community collaboration. Now in its 5th phase, the Artsakh Creative Retail Program supports small business owners looking to grow into brick-and-mortar stores by providing six months of free rent in City-owned…
0 notes
rayhaber · 5 months ago
Text
Hrant Dink'in Katledilmesi Davası: Karar Duruşması Gerçekleştirildi
Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in Katledilmesi Davası Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in, tetikçi Ogün Samast tarafından gazete binası önünde katledilmesiyle ilgili olarak kamu görevlilerinin yargılandığı davanın karar duruşması, bugün İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nde gerçekleştirildi. Duruşmaya, tutuklu ve tutuksuz sanıklar SEGBİS (Ses ve Görüntü Bilişim…
0 notes
kirlisiyah · 1 month ago
Text
...
Güzel insanları hep götürdüler..
2 notes · View notes
umudunhayali · 1 month ago
Text
Hrant Dink: “Ben üç dil biliyorum: Ermenice, Kürtçe ve Türkçe. Benim içimde bu üç dil hiç kavga etmiyorlar, barış içinde yaşıyorlar.”
Tumblr media
1 note · View note
heretic-child · 2 years ago
Text
Tumblr media Tumblr media
heart of two nations, hrant dink
17 notes · View notes
modussoperandi · 1 month ago
Text
Tumblr media
hrant için, adalet için.
0 notes
seslimeram · 1 month ago
Text
Hakikat, Adalet, Hrant!
Tumblr media
“Demokratik ülkelerde çoğunluğun yanında azınlık olarak yaşamak bir keyif unsuru belki.
Demokrasisini üretememiş ülkelerin bahçesinde ise tek renk çiçeklerin yanında bir diken, kökünden sökülüp bahçe duvarının dışına atılması gereken bir yabanotu sanki.
Azınlık olmanın yaşamsal bir tadının olduğuna inananlardanım. Bize “Nasıl bir tat?” diye soracak olursanız, cevabım şu:
“Eğer özgürseniz ve kendinizi güvende hissediyorsanız –ki biz hiç böylesini yaşamadık– herhalde çok tatlı bir tat. Yok eğer değilseniz, müthiş bir acı. Bazen özgür, bazen değilseniz, o zaman da ekşi mi ekşi –çoğunlukla bizim yaşadığımız gibi.
Azınlık olmanın tadı, tat alanların yetisinden ziyade çoğunluğun tat verme yetisiyle doğrudan ilişkili.
Sorun aslında azınlıkların değil, çoğunlukların.
***
Onun içindir ki benim gibilerin çırpınışı siz çoğunluklara rağmen bir çırpınıştır.
Bu benim için de böyle, bir Kürt için de, kimliği köşeye sıkıştırılmış bir diğeri için de.
Tabii ki bu sıkıştırılmışlık altında kolay değil işimiz.
Hem kimliğimizi savunacağız, hem de o kimliğin tutsağı olmayacağız.
Zor ama başka çaremiz yok, becereceğiz.
Peki bu çırpınışımızı size rağmen değil de, sizin de katkınızla, sizinle birlikte yapsak, işimiz daha kolaylaşmaz mı?
Bi düşünseniz ha! Bi düşünseniz.
Biraz Dertleşsek Mi? - BirGün - 24 Şubat 2005”.
Çoğunluğa, çok olana isabetli bir dille seslenerek, onlara derdin aslında her ne olduğunu anlatabilen insanlardan birisiydi Hrant Dink. Siz bu satırları okuduğunuzda 2007 Ocağın 17’sinde İstanbul’un orta yerinde katledilmesinin üstünden on sekiz yıl geçmiş olacak. Ol karanlığın çekip aramızdan çaldığı, bu sahnede, Ermeni’nin s��zünü savunabilen, cerahatli bir bakışın karşısında mutlak insanı arayan yegane temsillerden oldu Hrant Dink. Sözünü, sesini eğip bükerek değil, tam da yukarıda okuduğunuz dertleşme makalesindeki gibi en kestirmeden, doğrudan Türk’ün gözünün içine bakarak, dilinin var ettiği zenginliği, çokça yepyeni izahatlar ile birlikte başkaca yollar açabilmek için kullanmıştı. Kör karanlığın bir istikrarlı tahakküm çetelesinin, bildiğiniz fecaatin arka çıktığı bir çetenin, halen kimin ne olduğu bilinse de “sesini kestik” diye böbürlendiği, bazılarının bir kademe daha arttırarak soykırımcı diyenlere şimdi göreceğiniz var meselini naklettikleri bir cinayetin ardından bugün artık yoklar hanesine atanmış bir isim oldu Hrant Dink. Yarasından soykırımın tamı tamına yüz sekiz yıldır akmaya devam ettiği bir kimliğin taşıdığı elemi, kederi biraz daha açık bir ifadeyle hem buralı, hem öteki sanılanın akıbetini sual edenlere belirgin bir gözdağı var edilmişti, 2007, Ocak 19’unda.
Özgürlüğün bir var, bazen yok, çoğunlukla da hiç addedildiği bir zeminde ötekisi sanılana dair, ondan bir kesiti, yaranın meselini ortaya serebilen kaç insan vardıysa, Hrant Dink ol sözü savunanların sonuncularından birisiydi. Karanlık sarmalı, köşe kadılarından, bugün halen ekranların en çok aranan yüzlerinden, bir zamanların en istikrarlı bürokrat ve kolluk kuvvetinden, kendi halinde yaşadıklarına inanmamız salık verilen bir çete ve onun o sene henüz reşit dahi olmayan tetikçisini buluşturan / birleştiren bir yok etme retoriğiydi. Bir bütünlük halinde o ele geçen kısmi özgürlüğü de mahvetmek tek gaile idi, bugün varılan odakta bunun da başarıldığını görmek söz konusudur. Hrant Dink o karanlığın Ermeni’nin varlığını, kimliğini, anlatmaya çaba sarf ettiği sözünü yok saymaktan öte sonlandırmaya çaba sarf edenlere bedeniyle bir kaldırımın ortasından seslendi, o yara hiç susmaz, asla. Yanlış addedilen özgürlük anlayışının, demokrasi diye ortaya çıkan hukuki garabetliklerin gözetiminde Türkiye’nin hakikatinden dem vurmanın karşılığı o üç kurşunla katledilmek olarak çıka gelmişti, ne çabuk geçti zaman ve ne kadar uzağa düştük o sözden kelamdan ve sahici bir adalet tahayyülünden bugün anlıyor musunuz?
İsimleri uzunca bir listeyi tanımlayan Ramazan Akyürek, Veli Küçük, Sevgi Erenerol, Kemal Kerinçsiz, Muzaffer Tekin, Sabri Uzun, Engin Dinç, Ali Fuat Yılmazer, Reşat Altay, Ergun Güngör, Celalettin Cerrah, Muharrem Güler, Yasin Hayal, Erhan Tuncel ve nihayetinde ol Ogün Samast gibi birbirlerinden her durumda aksi odaklardan insanların birlikteliğinde, milli ve yerli bir müştereğin katlettiği, buna yol verdiği bir zeminde o adalet tahayyülünün nasıl sümen altı edildiği gözler önüne serilmemiş midir, hala mı? Gülen yapılanmasının varlığının yanında, ırkçı hizbin hemen her koldan sabah akşam hedef gözettiği, günbegün yayınlarda / köşe yazılarında hatta ol dönem sürmanşetten hedef kıldığı / buna göz yumulan bir ülkede halen cinayetin kimin ya da kimlerin işlediğine dair bir şüphe söz konusu edilebilir mi? Dersim’in karanlıklarla buluşmasına vesile kılınmış, ilk yerli / kadın pilotumuz diye gönenç ifadelerle anlatılan o Sabiha Gökçen’in geçmişinin araştırılmasının, Xatun Sebilciyan olabileceğine dair bir anı, anlatı, sorgulama çabasının nihayetinde Ermeni’nin varlığını sual etmenin, kimlerin o insanın canını çalıp, bambaşka birisine dönüştürülebildiğini anlamaya çabalamanın sonu katledilmek miydi? Sekiz sütuna bu adama haddini bildiriniz diye coşa duran manşetlerin, ekranlardan ağızlarındaki salyaları akıtarak, hududunu bilsin canım Ermeni, gereken neyse yapılır yoksa diye bir şeyler geveleyenlerin “cinayet sonrasında” sessizlik perdesinin ardına saklanmasının misal hesabını kim verecektir ki her nasıl? Tetikçi O.S. rumuzundan, devletin gerektiğinde kullandığı, bir sır küpü Çakıcı gibi bir karanlıkla özel hasbıhal edebilecek Bay Samast’a dönüşümünün akıbetini sual eden kalmış mıdır? Hedef kılınanın davasını sulandırıp, gerçek örtbas edilebilir mi? Ankara’nın karanlık dehlizlerine terk edilmeyecektir buyrulurken, bir arada, bizim de boyumuzu aştı diyen o dönemin başbakanı, bugünün baş efendisinin de elinin / imkanının yetmediği bir hak tanımı, adaletsizlik gerçekken, sahiden kim verecektir Ermeni’nin hesabını her nasıl, ne zaman?
19 Ocak öğleden sonrası üç civarı, bir kaldırımın ortasına serilmiş koca bir beden. Herkes ama herkesin bir biçimde tanık kılındığı bir yok etme pratiği ile o cinayetin daha en başından adaletle hiçbir zaman buluşmayacak olduğu bir menzil var edildi bu ülkede. Şu sahnede demorkatik, eşit, adil ve hakkaniyetli bir yüzleşme ihtimalini, Türk kimliğini öcü değil gerektiğinde masaya oturulup konuşulabilecek bir muhatap addeden, kendi yarasının temellerindeki o can yakıcı / kesif ağrının müsebbipleri olanlardan hesap sorma tahayyülünü değil, onlarla ortak acının ne kadar ağır bir yük olduğunu sormanın gayretini devam ettirecek son isimdi Hrant Dink. Katledildiği andan itibaren sürekli gerilemeye hal ve koşullar altında devam diyen bir ülkenin sağduyu sahibi olmasını beklediğimiz aklı da inatla tüketmesinin başlangıç noktalarından birisiydi Halaskargazi Caddesi, Sebat Apartmanı önündeki cinayet artık.
“Bir ezgide, düzene karşı muhalefetin vurup kırıp değil, doğrudan onların bildiği sözü tam olarak yeniden işleyerek, kelamı birlikte sahiplenerek mümkün olduğu bildirilmişti asırlar evvel. Bir memleketin hazin hikayesinin, arkalarda saklanmak istenen, karanlıkça tutsak edilip de yok sayılan yaralarından birisinin sesini duymak için hakikat arayıcılarına ihtiyacımız vardır. Hrant Dink tam da bu hakikatin savunucusu bir insandı, kaybının onca yıl sonraki yaranın neden hala can yakıcı olduğunu görmek için sadece yaşatılanların, Ermeni’nin her neye tekabül ettirildiğini görmek bile can yakıcıdır. Upuzun cümlelere gerek yok artık iş bu sathı mahalde. Bir can katledildi. 2007’den bu yana adaletin paramparça olunduğu bir garip girdap için sözüm ona hak yerini buldu. Ne emri var edenler, ne yol açanlar, ne tüm o devletli kademesi, ne Ankara’nın dehlizlerinde bu dava kaybolmayacak diyenler. Birkaç numunelik, gözden çıkartılan kukla, maşa, beslenip büyütülen tetikçi temsil dışında bir cinayetin hesabı daha verilmedi. Tıpkı, Krikor Zohrab, Taniel Varujan, Siamanto, Melkon Gürciyan (Hrant), Yervant Sırmakeşhanlıyan, Paramaz ve yoldaşları gibi, Levon Ekmekçiyan gibi, Sevag Şahin Balıkçı gibi, muammalara kurban edilmiş Maritsa Küçük ve daha nicesi gibi. Tıpkı, geçmişten bugüne var edilmiş tüm devletin gölgesinin değdiği kırımlar gibi. Tıpkı Medz Yeghern gibi... Tıpkı...”
On sekizinci yılında Hrant Dinksiz, Ahparigsiz bir düzlemin her nasıl bodoslamadan tam anlamıyla karanlıkların hüküm sürdüğü bir sarmala evrimi yaşamaya devam ediyoruz. Üç milyonla başlamış olan hikayenin, üç yüz binlere, şimdilerde de hepsi hepsi kırk beş binin üstünde bir rakama indirgendiği bir Türkiyeli Ermeni gerçekliğinin ortasında acının, elemin, yasın başlamasına müsamaha edilmeye bir zemine uyanıyoruz her gün. Biraz daha açık bir dille, o ötekisi olarak anılan Ermeni’nin nihayetinde bu topraklardan ilelebet silinmesinin yollarının artık çok daha açıktan eylene geldiği bir düzlemi yaşıyoruz. Her gün biraz daha ağır sınavlara, her an bariz diyetlere gebe, aleni bir sınama halinin ortası, sağı solu kaybedilmiş seslerin izleriyle, onca açıktan katledilen kelamın yankısıyla dopdolu. Hrant Dink bir kahraman, bir önder değildi. Hrant Dink Ermeni benliğinin, kimliğinin sunduğu sesleri bütünleştiren bir anlatıcıydı. Kelimeleri eğmeye bükmeye, illa süslemeye hacet kalmadan dilinin yalınlığıyla diyaloğu var edebilen bir insanı kamildi. Her şekilde unutturulmak istenen o Ermeni’nin yarasından, Kürd’ün ve tüm azınlık olarak görülen halkların insanlık mücadeleleri için bir neferdi, insandı, düpedüz soran, eden ve normalinde olması gerektiği kadar açık, çetrefilsiz, hesapsız bir yüzleşen. İnsanı kaybetmenin acısını yüreğinde hissedenler için esas kahramanlık “parrhesiastes” olmayı başarmış bir insanın boşluğunda dahi halen seslendirdiklerinin anlamıdır, yankılanmasıdır duyuyor musunuz?
Yıllar evvel söylediğimizi yinelemenin vaktidir; “Halaskargazi Caddesi boyunca yerde yatmaya devam eden bir naaş var. Yüzümüze bakmaya devam eden bir sima var. Benliğimizi, taşıdığımız yükü, meramımızı anlatan bir yıkım var. Soruyor musunuz 19 Ocak’ta ne oldu? Cidden soruyor musunuz, komşunuzu sizden kim, kimler, ne hakla ve nasıl çaldı. Sahiden 19 Ocak nasıl 23.5 Nisan kılındı? Sahiden 19 Ocak gizli tehcirin nasıl ilk adımı oldu. Sahiden, sahiden, sahiden... güvercin nasıl vuruldu!” Tümüyle yenilendiği söylenen bir ülkenin yeni yüzyılında da Ermeni’nin meselini sormaya / sorgulamaya teşne olan kaç kişiyiz artık? Biteviye yalanların, yepyeni örtbas hamlelerinin ortasında hakikati, yalın ve doğrudan hakikati merak eyleyen, gerçeğin yalın suretini soran eden kaç kişiyiz? 19 Ocak 2007’de nasıl hayat mahvedildi, Ermeni’den Türk’e bir yaşam gailesinin ortak bir aklın köküne nasıl kibrit suyu döküldü, dert eden kaç kişiyiz, düşünüyor musunuz? Meleti’li bir yetimin ardından, onca var ettiği sözün arkasından neredesiniz sahiden hiç mi kaybın derinliğini görmüyorsunuz? Monoloğa dönüşmüş olagelen, bir tabunun ta kendisi kılınmak istenen Ermeni’nin hakikatinden dem vurmak ne zamandır, hangi acılar, daha hangi sınavlar vardır, kalmıştır, sahiden de, durup da düşünüyor musunuz? Hakikati, yalın gerçeğin yükünü hiç mi sormuyorsunuz, sahiden? Ahpariğimizi kim katletti, Ermeni halkını bir süreç dahilinde kim / kimler susturdu, ısrarla yalnızlaştırdı, artık fark ediyor musunuz?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2025
Görsel: Ozan KÖSE – AFP – Getty Images - Ազատություն
1 note · View note
sanchopanzasblog · 26 days ago
Text
Bir güvercin ürkekliğiyle sevmiştim seni..güvenerek..bilirim bu ülkede güvercinleri bile vururlar..🐞 #Hrant Dink
5 notes · View notes
massispost · 6 months ago
Photo
Tumblr media
New Post has been published on https://massispost.com/2024/09/sixteenth-international-hrant-dink-award-laureates-announced/
Sixteenth International Hrant Dink Award Laureates Announced
Tumblr media
ISTANBUL — The sixteenth International Hrant Dink Award laureates were announced during the ceremony which took place on Sunday, September 15. The award is granted to Mor Çatı Women’s Shelter Foundation from Turkey for being one of the longest-standing women’s organizations in Turkey, with its efforts in enabling women to stand together and empower together, for being one of the strongest symbols of the feminist movement, for facilitating the intergenerational transfer of the feminist movement, and for relentlessly combating violence for decades. The award is also granted to Rugiatu Neneh Turay from Sierra Leone for her efforts to transform a deep-seated tradition in Sierra Leone, though…
0 notes
turqlands · 1 month ago
Text
Hrant Dink Roportaj
youtube
Kırma Gönül'ü, Gönlün Sahibi Allah'tır... İnsan Ölür, Yerini
İnsan Olur, Yârîni
Yarın Olur, Âmelini Bulur
Dün Olur, Doğan Atasını
İnsan Eşini, Dostunu
Bulurda, İnsanlığını Götürür
Nâzım Olmalı, İnsan
Edepli Olmalı, İnsan
Âdîl Olmalı, İnsan
Vav İdi Anne Karnında İnsan, Elif Dosdoğru Olmalı İnsan !
Nasip PAMUK ✍🏻
Tumblr media Tumblr media
4 notes · View notes
mariacallous · 1 year ago
Text
ISTANBUL (JTA) — “Jews not allowed,” read the sign in English and Turkish above Rağman Şahaf, a used book store next to Istanbul University and not far from the city’s famed Grand Bazaar.
Even after the sign was taken down on Friday, the store’s owner said he stuck by the message.
“I do not want to buy anything from Jews right now, I do not want to sell anything to Jews right now, this is how I tell them,” Ozkan Mustafa Küçükkural told the Jewish Telegraphic Agency.
“Maybe it should have said Zionist or Israeli, but I was angry and emotional,” he added. “My brothers in Palestine are dying.”
Anti-Israel banners and graffiti, along with Palestinian flags, have become commonplace across Istanbul, as many of its citizens fume over Israel’s response to the Hamas attacks on Oct. 7 that left over 1,400 dead. Images have also circulated of taxis with signs saying that their drivers would not serve Israelis.
Antisemitic incidents have taken place beyond Istanbul, too. In Izmir — a city once home to tens of thousands of Jews now in the midst of a small-scale Jewish revival — a synagogue was defaced with graffiti that read “Murderer Israel” on Saturday.
Turkish President Recep Tayyip Erdoğan, who has had an up and down relationship with Israel over the course of his 20 years as Turkey’s head of state, has come out firmly defending Hamas’ actions on Oct. 7, calling the terrorist group a “a liberation group.” In response, Israel recalled its diplomats from Turkey on Saturday.
It has all amounted to a tense atmosphere for Turkish Jews, who now number around 15,000 and descend mainly from Sephardic families but also include Ashkenazi, Romaniote and Mizrahi communities. That number was close to 80,000 in the founding year of Turkey’s republic in 1923 — exactly 100 years ago on Sunday.
Antisemitic rhetoric has spread throughout Turkish politics, too. A day after a hospital in Gaza was hit by rocket fire on Oct. 17, a politician from Turkey’s ruling AKP party, Süleyman Sezen, representing a small municipality called Atakum in the Black Sea city of Samsun, said at a public hearing that he was praying for the soul of Hitler, adding that the world will find peace when it is cleansed of Jews and that the Holocaust was “unfinished.” Evidence showing that the explosion was likely from a Palestinian Islamic Jihad rocket has not nullified such outbursts.
“The Hitler rhetoric is not new in Turkey,” said Turkish-Jewish publisher and author Rifat N. Bali, who has written about political Islam’s portrayal of Jews. “I cannot say that it comes from ultranationalist political fractions… Why? Because they are fed day in, day out, pictures of ‘babies killed by IDF.’”
On Oct. 10, Huda-Par parliamentarian Şahzade Demir addressed the Turkish parliament, calling to revoke citizenship for Turkish Jews if they volunteer for the Israeli military. Days later, Yeni Akit, a far-right media outlet, called for Turkish Jews to be denaturalized, under the false claim that they all have dual Israeli citizenship. (The Hrant Dink Foundation, a Turkish NGO devoted to minority issues in the country and named after a murdered Armenian-Turkish Journalist, has called out Yeni Akit as among the most prolific publishers of hate speech in Turkish media.)
“This fear scenario is not new. It was also brought up during the Mavi Marmara controversy, and the issue of citizenship of Jews who are citizens of the Republic of Turkey and who served in the Israeli army was brought to the agenda,” said Serdar Korucu, who writes a column on antisemitism in Turkey for the Jewish site Avlaremoz. He was referencing a deadly clash between the Israeli army and a flotilla of pro-Palestinian activists from Turkey in 2010. “There has never been such a practice in the history of the Republic of Turkey. The harshest sanction would be to prevent them from doing military service in the future.”
Several large pro-Palestinian protests have taken place in Istanbul since Oct. 7. In one demonstration, Turkish protesters briefly breached the fence of the Israeli consulate before being dispersed by Turkish police.
Erdogan, who had warmed to Israel in recent years, has regularly met with leaders of Hamas, which is considered a terrorist organization by the United States, the European Union and most Western powers. His foreign ministry said in a statement on Sunday that it rejects the idea that its rhetoric on Israel has been antisemitic.
“We reject the baseless accusations of anti-Semitism, and the slander and insults against our President and our country,” read the statement released on Sunday. “It is known to everyone that Türkiye’s track record on this issue is spotless — unlike many countries that support Israel unconditionally today.
“It is a truth acknowledged by all historians that Türkiye has been a safe haven for all those who were oppressed throughout history, including the Jews,” it added.
In 1492, the Ottoman Sultan, Bayezid II, sent ships to Spain to ferry exiled Spanish Jews to his empire, resulting in the country’s large Sephardic community of today. But Turkish Jews have also faced several periods of oppression, including an infamous tax in the 1940s and pogrom in the 1950s which have become the subject of a popular Turkish Netlfix series.
The local Jewish response to the situation has not been all shock and dismay. Jacob Behar, a Turkish Jew who owns a shop around the corner from the Istanbul shop that had the “Jews not allowed” sign, expressed disappointment at the sign but said it didn’t make him feel insecure.
“It doesn’t represent the general ideals of Turkish society,” he told JTA. “My family has been here over 500 years, we wouldn’t still be here if we didn’t feel safe. Of course, there are individual things, but there are also individual things in Israel.”
17 notes · View notes