#cerahat iklimi
Explore tagged Tumblr posts
Text
Hayatın İstikameti
Her şeyin zıvanadan çıktığı bir cerahat sarmalında ilerliyoruz. Hayaloğlu’nun “siz benim kime, niye kızdığımı nereden bileceksiniz” dizesindeki gibi ketumluğun kar, ses vermenin bir karşılığının bırakılmadığı, her şeyin tarumar edildiği bir güncelliğin ortasından bildirir buluyoruz kendimizi. Dümdüz çürüyorken menzil aman ses etmeyin diye bildirenlerin var ettiği bir kuşatmada, derdin de tasanın da ne olduğunu unutuşa terk ediliyoruz. Sahici ama sahiden de yaşamla iltisaklı olagelen her ne varsa onun kökten zayi olunduğu bir sahnenin varlığına alışırsınız buyruluyor, her nasıl alışılabilirse. Tümüyle bir girdap bina edilir. Bir yalın çürüten menzilin gerçekliğine uyanılır her gün sil baştan. Daha yeni sosyal medyaya düşmüş olagelen nice cerahatli tutumun, üstüne yatılamayacak kadar afaki bir halde taşan, fışkıran bir irinin var edilebildiği bir zeminde, düzen sağlam pabuç değildir, zaten hiç de öyle bir meselesi olmamıştır. Sabıkalıların el üstünde tutulduğu, cerahatin bizatihi devletli nezdinde hınçla, tehditle, hizaya geçirmek, had bildirmek için reva görüldüğü bir menzili gözler önüne serdiğinizde, gördüğünüzde ne düzgün olabilir ki bu düzende! Sahiden kim nasıl fark edecektir ki, sıradanın neye, kime kızdığını nasıl bilecektirler.
Cürmün ardılı sıra koşa duranların el altında yücelttikleri nefret eliyle hayatlar kısıtlanır, bariz sönümlenir. Gün aşırı bir cinayetin, ağırlıkla kadına ve çocuğa yönelik şiddet iklimi ve tezahürünün cinayetlere dönüştüğü, yıkımın en hazin suretlerinden birisi olagelen tüm o tacizin bir normun ta kendisiymiş gibi var edilebildiği bir sahnede kim neyi sahiden de görecektir, soracaktır, duyacaktır. Hiddetin aleni bir duruş olarak bildirildiği zeminde tüm o katran karası tahayyüllerin birer hakikate dönüşümü kesintisiz kılınır. Ahlaki bir normu kalmamış, tükenmiş insaniyetinin üstüne boca edilmiş tahakküm / tehdit ve yıldırının ister cinsel, ister kimliksel olsun baskıyı var ettiği bir zeminde çürümenin kalıcılığı ‘kesintisiz’ kılınır. Küçük çocuklara zorbalıkların var edildiği Discord ayinleri, birbiri peşi sıra cinsel ya da siyaset içerikli hakaretlerin havada uçuştuğu sözüm ona görüş bildiriyoruz Raveleri, bambaşka boyuttan bildiriliyormuş gibi kafasını kuma gömüp Tiktok cenahında peyda olan ırkçı / turancıyız biz abicim derken verilen falsolar ile çıkagelen uyuşturucu ticareti, kara para aklama rezilliği ve kimin nasıl bunca rahatça var ettiği belirsiz olan panelcilerin ellerindeki verilerle insanları tehdit edebilme / kendileri için çıkar sağlama yolunu var ettikleri bir açmazlar silsilesi çürümeyi bildirir. Bunca uzun solukta anlatmaya çalıştığımız o karanlığın bile isteye güncellendiği, her yerde apayrı bir cerahatin boy verdiği ve artık sınırın / sanal ya da gerçek / kalmadığının beyanı ortalara saçılır. Cennet vatan cinnetin kılınır, çürümenin, kokuşmuşluğun.
Euronews Türkçe’den aktaralım: “İstanbul Fatih'te 19 yaşındaki Semih Çelik'in İkbal Uzuner ve Ayşenur Halil'i vahşice öldürdükten sonra intihar etmesinin ardından sosyal medya platformu Discord'daki şantaj ve taciz gruplarına yönelik başlayan operasyonda iki kişi daha tutuklandı. Soruşturmada tutuklu sayısı Cumartesi sabahı itibariyle beşe yükseldi.
Discord'da 'C31K' ismiyle yayın yapan grubun yöneticilerinden E.K. ve A.T, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nın yürüttüğü soruşturma kapsamında gözaltına alındı ve Ankara Emniyet Müdürlüğündeki işlemlerin ardından adliyeye sevk edildi. Soruşturmayı yürüten savcıya ifade veren şüphelilerden E.K. tutuklanırken, A.T. adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı.
Yine Discord'dan yapılan yayında bir kız çocuğundan vücuduna kolonya döküp yakmasını istediği öne sürülen şüpheli Ö.P. de çıkarıldığı mahkemece tutuklandı.
Discord, Çelik'in işlediği cinayetlerden sonra kadına şiddetin, cinayetlerin övülmesi ve kız çocuklarına yönelik şantaj ve istismar videolarıyla gündeme gelmişti. Bu içerikleri paylaşan Discord kullanıcılarına yönelik soruşturma devam ederken, Türkiye, ABD merkezli iletişim platformu Discord'a 9 Ekim'de erişim engeli getirmişti.
Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, kullanıcıların metin, ses ve video üzerinden iletişim kurabildiği Discord'a getirilen yasağı X hesabından duyurmuştu.
Bakan Tunç, "Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nın talebi üzerine Ankara 1. Sulh Ceza Hakimliği'nce Discord isimli sosyal medya platformuna 5651 Sayılı 'İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun'un 8/1 maddesinde yer alan 'çocukların cinsel istismarı ve müstehcenlik' suçlarının işlendiğine dair yeterli şüphenin bulunması nedeniyle tüm yayınlarının içerikten çıkartılarak, belirtilen URL adreslerine Türkiye'den erişimin engellenmesi kararı verilmiştir," ifadelerini kullanmıştı.
"Geleceğimizin teminatı gençlerimizi ve çocuklarımızı sosyal medyanın ve internetin suç teşkil eden zararlı yayınlarından korumakta kararlıyız. Toplumsal yapımızın temelini sarsmaya yönelik girişimlere asla müsaade etmeyeceğiz."
Üç Kişi Tutuklanmıştı
İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, 6 Ekim'de sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, bir kız çocuğunun sosyal medyadaki bir program üzerinden tehdit edildiğine dair paylaşılan videodaki görüntülerin Siber Daire Başkanlığınca incelendiğini ve videonun kurgu olduğunun belirlendiğini duyurmuştu.
İzmir Emniyet Müdürlüğünün, E.N.B. adlı çocuğun adresinde muhafaza altına aldığını, ifade işlemlerinin psikolog eşliğinde alınacağını bildiren Yerlikaya, E.N.B'nin sözde tehdit ve şantaja maruz kaldığı görüntüleri, halkı yanıltıcı şekilde internet üzerinden yayımlayan ve dezenformasyon yapan 18 yaşındaki T.D'nin ise Ankara'da gözaltına alındığını bildirmişti.
Discord'daki paylaşımlara ilişkin Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nca başlatılan soruşturma kapsamında daha önce 'HAHA' ismiyle yayın yapan grubun yöneticilerinden T.D. ve M.E.Ö ile F.T. tutuklanmıştı.”
Cumhuriyet Gazetesinden devam edelim: “Eskişehir Emniyet Müdürlüğü Siber Suçlarla Mücadele Şubesi ekipleri, Gökben Duman’nın yaptığı sosyal medya canlı yayınları sırasında küçük yaşta olduğu belirtilen kızlara karşı müstehcen hareketlerde bulunduğunu belirledi. Gelen şikayetlerle birlikte Gökben Duman hakkında soruşturma başlatıldı.
Sosyal medyada da Gökben Duman hakkında tutuklanması için kampanya başlatılırken, canlı yayınladığı anlardan videolar paylaşıldı. Videoların birinde şehit oğlu olduğunu anlatan bir çocuğa hareket ettiği görüldü.
Eskişehir Cumhuriyet Başsavcılığı’nın talimatıyla Gökben Duman, evinde yakalanarak gözaltına alındı. Eskişehir Emniyet Müdürlüğü’nde ifadesi alınan Gökben Duman, işlemlerinin ardından elleri arkadan kelepçeli olarak adliyeye sevk edildi.
Tutuklandı
Eskişehir’de sosyal medya platformlarında canlı yayın yapan ve 'müstehcenlik' suçlamasıyla gözaltına alınarak adliyeye sevk edilen Gökben Duman (22), çıkarıldığı mahkemece tutuklandı.
Sosyal medyada gelen tepkiler üzerine Gökben Duman’nın gözaltına alınmadan önce hakkındaki iddialara cevap verip özür dilediği ortaya çıktı.
Gökben Duman, sosyal medya platformlarında paylaştığı özür yazısında, “Öncelikle gördüğünüz görüntüler için hepinizden özür diliyorum. Biliyorum bu hareketleri yapmam yanlış olabilir fakat ben bir insanım ve YouTuber’ım diye her yaptığım hareketimden yargılanmamalıyım. Tabi ki YouTube'da sergilediğim davranışlarım normal hayatımda sergilemiyorum. Ben YouTube da farklı Discord da farkı bir kişiliğim. ‘Babası şehit olan çocuk’ konusunda kendisi de benim gibi Discord'da yayın açıp troll yapan birisi ve aylar sonra denk geldiğimizde aslında olayların tamamen şakadan ibaret olduğunu kanıtlayan bir video kaydı bulunuyor. İnanmayanlar için sunu eklemek istiyorum videoda ilk babasının şehit olduğunu söylediğinde ben ses kalabalığından duyamıyorum ve ikinci net söylediğinde çocuğa herhangi bir kötü laf söylemiyorum ve hiçbir şekilde gülmüyorum fark ettiyseniz” diye yazdı.”
İç içe geçmiş olagelen bir yok etme kuşağının ortasında hayatın berhava edilmesini yeniden tanıklık ediyoruz. Kadın cinayetlerinin, hakaretamiz savunmalarla geçiştirilmeye devam olunduğu, İstanbul’un ortasındaki yıkımın / kör karanlık cinayetin bile isteye mizah sayılmasını öne sürdükleri biçimlerle alaya alınabildiği bir zeminde o soruşturmalar sade suya tirit görünen çürümenin kıyısından birer hamledir. Yarayı iyi edecek, insani normları o alay edenlerin aklına mıh gibi kazıyacak bir tahayyül, yüzleşme imkanı söz konusu edilmeyendir. Kaldı ki, kadın cinayetleri sadece o Edirnekapı’da sonlanmamışken, her gün bambaşka bir yerlerde, genci, yaşlısı, bekarı, evlisi, annesi herhangi bir makamdan, mevkiden herhangi bir sıradan insanın canı daha kolayca çalınırken, sorun bir kırıma dönüşürken, o yıkıcılığın bir ucundan tutmaya devam diyen o sanal çetelerin var ettiklerini idrak ne zamandır, hangi zaman? Bütün bu katran karanlığı ortasında devreye giren şiddeti yüceltme, kötülüğe tarafgirlik, sonu hiç bitmeyecek ötekisine karşı duyulan nefretin taraftarlığı gibi nice aksiyon söz konusuyken nasıl fark edilecektir, imdat diye çıkagelen koca ülke!
Bitimsiz, kendini mutlak yıkıcılık üstünden güncelleyen bir iktidar pratiğinin var ettiği tüm o sokaklardan, sanal medyada saldığı / önünü açtığı cerahatli akıllarla birlikte hayat imecesi çarçur ediliyor. Gözler önünde, her gün apayrı bir dehşetin var edilebildiği bir zemin, can alarak, cana göz koyarak, hakaretler yağdırılarak, şiddetin her türden işkenceyi, sözlü fiziksel saldırıyı önceleyerek / işleyerek bir menzilin dönüşümü var ediliyor. Müşterek bir yaşam tahayyülünün geriye izi kalmasın diye cerahatle hayatların dönüşümü mütemadiyen güncelleniyor. Bitimsiz bir karanlıklar sarmalı içerisinde birlikte o hayatın müdafaasına dair kafa yorulmayan her gün başka bir yaraya dönüşüyor. Yüzleşme, sorunları idrak, meselleri konuşmak yerine linç kültürü her yeri çitliyor, bölüyor. Duraksamadan imal edilen nefrete boyut, yeniden tanımlama, biçimlendirme dün işaretlemelerle var edilirken bugün sosyal medyada karakterlerin suna geldiği “yıkıcılığı” bir arzu nesnesi, sahiden de hak gören akıllarla peşkeş çekiliyor. Cerahatin el üstünde tutulduğu, her gün toplumun bir kesiminin, cinsinin, türünün apayrı hedef kılınabildiği bir sahnede onca nutuk boşa düşer. İlkelliğin ortasında medeniyetin varlığını arayabilmek boşunadır. Cürmün ardı yeniden cürümlere çıkarken kaybedilenin hayat olduğunu, hiçbir insanın hikayesine vakıf olunamadan, yarasını bilmeden bir başka acıya tanıklık edilirken o yara hiç iyileşme ihtimalini barındırır mı? Böyle bir ülkede hayatın istikameti her nice olur, kalır, bırakılır... düşünür müydünüz!
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: Feeling Censored – Shawn O SMITH – Fine Art Photography Awards
Meramda Paylaşılan Haberler
Discord Üzerinden Şantaj ve Taciz Soruşturmasında Tutuklu Sayısı Beşe Çıktı - Euronews
https://tr.euronews.com/2024/10/12/discord-uzerinden-santaj-ve-taciz-sorusturmasinda-tutuklu-sayisi-bese-cikti
Kız Çocuklarını Taciz Etmişti: Discord'da Yayım Yapan Gökben Duman Tutuklandı - Cumhuriyet
https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/kiz-cocuklarini-taciz-etmisti-discordda-yayim-yapan-gokben-duman-2256989
#meram#arzihal#yıldırı#türkiye gerçekliği#çürüme#karanlık çağ#ülke#demokrasi#adalet#yaşam hakkı#kadınlar#şiddet#siyasa#akp#başka türkiye vardır#yıkım#cerahat iklimi#hayat ne yana düşer#çığlık#isyanameram#hayal kırıklığı#söz#anlam#günce#kıyıdan notlar#hakikat#müştereklerimiz
0 notes
Text
Katran Karası
Dur durak bilmeyen, bir biçimde sonuna varılamayan bir nefret simbiyotiği içerisinde bu ülkenin katran karanlığına mahkum hali güncelleniyor. Cerahat öylesine pek, cürüm kesin ve kati bir biçimde o kadar yaygın ki insandan nefretin her türlü örneğine esir edilmiş bir yer gerçekliğine kavuşturuluyor. O nefretin sahnesi bir imge olmaktan öte hakikatin özü, ta kendisi ilan ediliyor. Yaşanan güncelliğin fonuna sabit olunan kör karanlığın demirbaşı ve mihenk taşı olagelen şiddet bu tahayyüllerin tamamlayıcısı kılıyor. Memleketi sahiden de yangın yerine çeviren nefret mütemadiyen güncelleniyor. Her yerde hemen her şekilde bir sarmal bina ediliyor. Bir cerahat kümelenmesinin ortasında yanıyor koca menzil. Ülke tahayyülünün yaşatan yer olmaktan çıkartılıp çürüten bir sahnenin tam tekmil suretine bir biçimde dönüşümünde ol nefret halen medet umulan bir değnek olarak kullanılıyor. Hayat mefhumuna tutunma hallerinin çürütüldüğü her günün eksik kılındığı bir zeminde cerahat halinin el üstünde tutulmasının tezahürü olarak var edilenlerdir mesela nefret!
Nefret iktidar klikleri ile yol verdiği göz ardı ettiği çetelerin birlikteliğinde bütün sorunlar / sorgulamalar karşısında yüceltilen ve öncelenen bir mefhuma dönüştürülür. Kalıcılığı iş bu sahada sağlama alınmış olagelen cerahat erkinin sunduğu perspektif birbirilerini artık giz / sır olmadan besleyen bu yapıların her nasıl memleketi cendereye aldığını da göstere gelir. Günbegün var edilen nefret / arttırılan ayrımcılık / duraksamayan şiddet pratiklerini ve yönlendirmeleriyle birlikte o cendere kalıcı kılınır. Nefret salt şiddetle değil benzeş bir hal ve istikamette siyaset pratiği olarak sözle de eyleme dökülür. Memleketin önemli bir kısmı cerahatle başa çıkmaya çabalarken, badireleri birbiri ardına çıkagelen tüm o yıkıcı kuşatma hallerine karşı nefes açma çabasındayken “yoksulluğu” bir makam olaraktan en kestirmeden güzelleyen bir akım var edilir. Cennete erken gidilebileceğinden, sabrın ta kendisinin en güzel ahlak olduğundan bahisler gibi nice şarlatanlıklar imal edilirken öte yandan har vurup harman savrulması sorgulanmasın istenir. Diyanet işleri başkanlığında yardımcı olarak görev alan Huriye Martı gibi temsillerin var ettiği, savunduğu gibi fakir, yoksunluğun tamah edilmesi elzem, aksinin / itiraz etmenin nankörlük olarak ele alındığı bir tirat dahi her şeyi gözler önüne serer. Devamı google’ın arama sonuçlarında, defalarca yinelenen tahakküm hallerinin kıyısında, susma, sebat etme, sıra neferi olma hallerinin tam da yekununda ilave olunan şiddet istemiyle, göz dağlarıyla görünür. Bu kadardır, bu kadar kolaydır her şey çünkü.
Ekonomim Gazetesinden aktaralım: “Türkiye’de son yıllarda gelir adaletsizliği artarken, servet dağılımında da fark açılıyor. En zengin yüzde 1’lik kesim servetin yüzde 40’ını alırken, yüksek enflasyon ortamı da bu makası daha da açıyor. Zenginlerin servetlerinin arttığı bu dönemde, yoksul da daha yoksullaşıyor.
Dünyanın en çok takip edilen yayınlarından olan The Economist dergisi, son sayısında Türkiye’deki gelir eşitsizliğine dair bir analiz yayımladı. Yazıda gelir farkında uçurumun derinleştiğine dikkat çekildi.
“Türkiye'de varlık fiyatlarında patlama: Bazıları için iyi ama çoğunluk için kötü/Zengin daha zengin” (Turkey’s asset-price boom is good for some but terrible for most/The rich are getting richer” başlıklı yazıda, Türkiye'de lüks tüketim patlaması, varlık fiyatlarındaki “fahiş” artış ve enflasyon etkileri detaylıca ele alındı.
Lüks tüketim arttı, ortalama bir Türk ise daha zengin değil
Enflasyon ve ardından yüksek faiz oranlarının neden olduğu zorlukların ele alındığı yazıda, zenginlerin daha zengin olmasına örnek lüks tüketim alanları şu şekilde verildi:
“Hafta içi bir öğleden sonra, İstinye Park AVM’de butikler zarif bir şekilde hareketleniyor. Şehrin Michelin yıldızlı restoranları aylarca dolup taşıyor ve yat limanları dolu. Türkiye'nin en büyük şehrinde, lüks malların tüketimi artarken, şaşırtıcı bir servet patlamasının belirtileri her yerde görülüyor. Zenginler daha da zenginleşiyor: Türkiye'de ultra zenginlerinin (30 milyon dolar veya daha fazla servete sahip olanlar) sayısı 2022 ile 2023 arasında yüzde 10 arttı. Ancak ortalama bir Türk'e daha zengin olduklarını hissedip hissetmediklerini sorun, cevap neredeyse kesinlikle hayır olacaktır.”
Yazıda bir yanda lüks tüketimin patladığına dikkat çekilirken, diğer yanda da enflasyon nedeniyle düşük ve orta gelirli sınıfın satın alma gücündeki erimeye değinildi.
Krediye erişimi olan kesim varlık alarak yatırımla korunuyor
The Economist’teki yazıda, UBS’in Türkiye raporuna değinilirken, Türkiye’de bir ortalama bir kişinin varlığının (mali ve mülk varlıklar eksi borçlar) 2022 ile 2023 arasında TL cinsinden yüzde 158 oranında arttığı ifade edildi. Bu oran, diğer ülkelerle kıyaslandığında oldukça yüksek kalırken, Türkiye'de enflasyon oranının temmuz ayında yüzde 61,8 olduğu da hatırlatıldı.
TL’nin dolar karşısında yüzde 19 değer kaybettiğine dikkat çekilirken, bunun da gayrimenkul fiyatlarının dolar bazında hızla artmasına neden olduğu belirtildi.
Yazıda, “Türkler, tasarruflarının değerini korumak amacıyla varlıklara yatırım yapıyor. Ayrıca, kredi erişimi olanlar negatif reel faiz oranlarıyla daha zenginleşme fırsatı bulabiliyorlar” ifadelerine yer verilirken, düşük ve orta gelirli kesimin durumunun ise çok olumsuz olduğu vurgulandı.
Gelirlerdeki artış kâğıt üzerinde
Dar ve orta gelirli kesimin gelirindeki artışın “kâğıt üzerinde” olduğuna dikkat çekilirken, eriyen satın alma gücünün ve nominal ortalama ücretlerin son yıllarda düştüğü belirtildi.
Türkiye'nin yeni ekonomi yönetiminin, Mehmet Şimşek’in liderliğinde enflasyonu kontrol altına almak için geleneksel politikaları geri getirmeye çabaladığı belirtilen yazıda, TCMB’nin yüzde 50 seviyesinde tuttuğu faiz oranları ve kredi limitlerindeki düşüşün yanında asgari ücret başta olmak üzere maaşlarda zamların sona erdiği ve kiraların da artmaya devam ettiği belirtildi.
“Yeni” varlık yönetimi
The Economist ünlü iktisatçı Murat Üçer’in değerlendirmesine de yer verdi:
“Finansal riskten korunabilenler daha zenginleşiyor, korunamayanlar ise daha da yoksullaşıyor.”
İstanbul ve Bodrum gibi popüler bölgelerde harcamaların artmasının ardında Türkiye’nin “yeni süper zenginleri” için hizmet veren bir varlık yönetimi sektörünün de ortaya çıktığı belirtilirken, bu sektörün, Türk varlıklarının hacminin yıl sonunda 123 milyar dolara yaklaşması da bekleniyor.
“En büyük aileler zaten iyi korunuyor”
Türkiye’de işletmelerin yüzde 95’inin aile şirketi olduğuna da dikkat çekilen yazıda, varlıkların korunmasının kuşaklar arasında önemli olduğu vurgulanırken, Karman Beyond’un kurucusu Özge Doğan’ın ailesinin Londra’da mülk alarak yaptığı yatırıma ve şu değerlendirmesine yer verildi:
“En büyük aileler zaten iyi korunuyor, ama şimdi başka aileler de var.”
Dünya kapitalinin / elinde kan oturan sermayenin seslerinden birisinin dahi öngörülenin ta kendisine dair tespitlerinde şüpheye yer vermediği bir zeminde istikamet nasıl böylesi bir nefret / tahakküm simbiyotiğine rehin kılınıyor görebilmek can yakıcıdır. Tümüyle hal ve gidişatın sıradanı daha da yoksullaştırmak / sessizleştirmek, zengini / bütün bu yağma ikliminde çuvalla götürenleri daha da kuvvetlendirmek, paralarına para kattırmak adına çıkagelen her hamle biraz daha bariz bir yıkımın varlığını işaret eder. Enflasyonu yedik, ezdik, geçti bitti sayıklamaları arasında ol finansal yağmacıların, kam emici sermayenin elini güçlendirmek, kasasını donatmak dışında sıradan insana daha fazla vergi yükünü ve bitimsiz sıkıştırma / ekonomiyi daraltma hakkını elinde bulunduran, bunu hak bilen bir aklın karşımıza çıkarttığı her şey o nefret cürüm şiddet üçlemesinin de istikametini anlatıyor şimdilerde.
Ülke katran karanlığında yürümeye devam ediyor. Yönetim katının, ekonomi kurmayları, sermayenin önde gelenlerinin onca canhıraş çabalar sarf etmelerine rağmen bu karanlığın bir süreklilik kılındığı göz ardı edilsin isteniyor. Ürettiğini satamayan çiftçiden, ithal edile durulan etler yüzünden sıfırı çekmeye rehin edilmiş besicilerden, üç kuruşa çalışmalarına devam edilsin istenen Carrefoursa ve getir gibi büyük ölçekli sömürücü sermayede kölelik ile çalıştırılmaya halen devam olunan yüz binlere, bir tek iyi gün bırakılmayan bir menzil karanlığın dibine çekilmeye devam olunur. Kazanımların belirli bir aralıkta hepten çürümeye terk edilsin istendiği, verili hakların talan olunduğu, ezilip geçildiği bir zeminde daha ötesi de olmaz, olmuyor işte... Yol sahiden nereye!
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: Francisco SECO – AP Photos – Asharq Al Awsat
#meram#yıldırı#memleket#politik#ekonomik#cendere#karanlık çağ#ülke nereye?#cerahat iklimi#hayat neydi?#sıkıntılar#yaşam gücü#hayat akarken#mesel#meram hayat#yol nereye?#akp#siyasal islam#tahakküm#tehdit#kısır döngü#ekonomik çökertme#dizayn#yeni ülke#demokrasi#eşitlik#adalet
0 notes
Text
Kötülüğün Esareti, Korkunun İklimi
Bariz, belirgin bir korku çağının içindeyiz. Karanlığın ve bir türlü tükenmeyen cehaletin bir hiza bildirici kılındığı saha, yerde sorgulamaktan vazgeçmek korkunun diri tutulması eylemini var eder. Korku öne sürülerek hayat kuşatılıyor. Devletin abecesi olagelen her hamlede bu tahayyüle yeni bir biçim kazandırmak süreğen bir mesele dönüştürülüyor. Yol ve yordamın, anlam ve mesel edilenin ta kendisi göz ardı edilerek korkularla bir yön tayinine girişiliyor. İstikamet belirlenip yeni yıkımlara girişiliyor. Düzen aşina olunan bir tahakküm pratiğini bir devamlılığa kavuştururken o cerahat sorgulanmasın diye korkuyu domine ediyor her gün yeniden. Bir cerahat sarmalı haline dönüşen menzilde yaralar hiç konuşulmasın, kimse olan bitene vakıf olmasın isteniyor. Sistemin yönetim katını temsil eden makamların sahiplerinin var ettiği her şey bu yıkıcı denklemi güncelliyor. Anın hiç sorgulanmaması en büyük meseldir. Herhangi bir yaranın fark edilmemesi gailesi sistem denilen yapının en büyük açığıdır. Hayat bariz bir hiçlik kılınırken her şey güllük sahici bir gülistanlık diye anılırken, çürüme, kokuşma, çöküş o korkuları diri tutarak güncelliği var edilir. Sanılanın ötesinde bir hızla hayat her gün bu korku fasıllarıyla birlikte tarumar ediliyor behemehal.
Bariz, belirgin bir korku imali güncellenirken cerahat ile birlikte hayatın mahvedilmesine de devam olunur. Onca nutka, bir dolu söze, her defasında yeniden var edileceği zikredile gelen anayasal hakların tanziminden, gerçekten demokrasinin var edileceği söylemlerine onca lafzı bir araya getirirken muktedir olan biten yalın bir çürümenin ta kendisidir. Açık, aleni bir esareti güncellemek için o korkulardan el bulunur. Bir gün ekonomik gediği, var edilmiş karanlık sorgulanmasın diye vergi icat edilir, evlere şenliktir. Cerahat erkinin hep kendisini düşündüğü, altlarına çektikleri son model araçlardan, yiyip içtiklerine har vurup harman savurma hallerindeki savurganlığa kadar bunları karşılayacak enayiler pardon ol yurttaşlara vatandaşlık vazifesi diye naralar atılarak vergiler cebellezi edilir. Süre giden o şatafat, itibardan tasarruf olmaz lafzını ara sıra değil sürekli yinelenirken açılan gediği bir biçimde kapatmanın yolunu aralıksız gündelik yaşamda yeri olan her şeyi zamlayarak var eder. Bunun yanında iki satır zevk olan, içkinin, arada bir bile içilse sigaraya da vergilerin ardı sıra bindirilmesiyle beraber kotarılan curcuna içerisinde onca oyunla birlikte hayatın korkularla muhafazası sağlama alınır. Bir oyun parkı, korku evinde falan değilizdir açıkta, aleni bir ülke denilen sahadayız, hal bu!
Cumhur İttifakı'nın destekçisi Büyük Birlik Partisi (BBP) Genel Başkanı Mustafa Destici, AKP'nin 100 bin TL ve üzeri kredi kartı limitine sahip yurttaşlardan 750 TL vergi alınmasını öngören kanun teklifini eleştirenleri hedef aldı. Destici, ek vergiye itiraz edenleri Yunanistan’ı, Batı’yı, Ermenistan’ı savunmakla suçladı.
Destici, "100 bin liranın üzerinde kredi kartı kullanan devlete 750 lira savunma sanayisine destek verecek. Ver kardeşim. Vermezsen sonun Suriye gibi olur, Irak gibi olur, Filistin gibi olur. Mehmetçik canını veriyor, polis kanını veriyor, güvenlik korucusu ailesini veriyor, sen 750 lira vermişsin çok mu" şeklinde konuştu.
Destici’nin bu ifadeleri, kamuoyunda çeşitli tartışmalara neden olurken, muhalefeti hedef alan söylemleri de dikkat çekti.
Destici, muhalefeti de provokatif bir dille eleştirerek, “Bunlar milliyetçileri değil, DEM’lileri savunurlar” sözlerini sarf edip şöyle devam etti:
"Bunlar Türkiye ile Yunanistan karşı karşıya geldiğinde Yunanistan’ı savunurlar. Batı’yı, Ermenistan’ı savunurlar. Bunların hiçbir zaman Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni savunduğunu görmedik. Atatürkçülük adı altında, Atatürk ve laiklik kelimelerinin arkasına saklanarak devlet, vatan ve din düşmanlığı yapıyorlar. Benim tavsiyem şu: Onun vermediği 750 lirayı da biz veririz, bu millet verir. Bu milletin ve devletin, onun gibi düşünenlerin parasına da ihtiyacı yoktur. Gitsin o 750 liraya bir büyük rakı alsın, demlenmeye devam etsin."
Kısacık cümleler arasına sıkıştırılmış bir ötekisine nefret mi istersiniz, yoksa bariz ayrıma mahal veren kör bir şiddet istemi mi arzu edersiniz hepsi birden üstüne boca edilmiş kinin ta kendisinden mülhem olagelen çağın vebalarından birisi olan toplumu ayrıştırma gailesi mi hangisini isterseniz oraya uygun gelen bir çoğaltma hal ve isteminde korkuyu diri tutma güncellenir. Destici, iktidarın küçük sözcülerinden birisidir. Denenip, denendikçe de yeniden imal edilebilen bir had bildirme tahayyülünün bilmiyoruz kaçıncı sınamanın ta kendisine yeni mihmandar seçilendir. Savunma sanayisini güncellemek bir ek kaynak yaratmak değil, toplumun gözünün içine baka baka cerahatle birlikte bir yurdu yaşanmaz kılma isteminin her nasıl yeniden bedel / diyetle çıkageldiğini de aksettirir. Tümüyle nobran, bariz ve apaçık insanını keriz yerine koyan, ortada olmayan bir tanımlanmış kredi üstünden halkından vergi toplama, haraç kesme cüretini göstermesi açısından da ibretlik ola gelen bir tahayyül pratiğe kavuşturulmak istenir. Her yanın çarçabuk çamura saplandığı bir menzilde nasılsa yerler diyerek daha ne yumurtalar ortaya saçılır, tuzaklar kurulur ki yenilsin, yutulsun halk diye bir çabalanma hali süreğen kılınır.
Bereket versin, o korku iklimini var eden temsilin partisi, bu çıkış sonrası, maliye bakanı olan zatın bakınız iki gözüm önüme aksın ki her kuruşu savunma sanayine giderek derken paldır küldür, ismi kesinti, cismi haracı 2025 yılına erteler. Cerahat her yerden fışkırmaya devam olunurken Destici bu defa erken tongaya düşen, tufaya gelendir. Dediği ırkçılık, tüm o aleni nefretine kılıf bulmalara bu erteleme sonrasında da devam eder, şuradan aktaralım: “Geçtiğimiz hafta hükümet savunma sanayii güçlendirme fonuna aktarılmak üzere 100 bin liranın üzerinde limiti olan kredi kartlarından aylık 62,5 lira yıllık ise 750 lira pay alınmasıyla ilgili bir teklif hazırlandığı söylendi ve Meclis’e sunuldu. Hükümet bunu Meclis’e getirir getirmez, uygular uygulamazlar kendi bilecekleri iş. Biz neresindeyiz, biz konunun önemine binaen savunma sanayiimizin desteklenmesi gerektiğini ifade ettik ve aynı yerde duruyoruz. Bunu ifade ederken kimseye hakaret etmedik, kimseyi itham etmedik ama öyle olduğu halde sadece Türkiye düşmanlarının terörle mücadelede ve dış politikada takındığı tavra vurgu yaptım. Hal böyleyken söylemediğim sözler üzerinden itham edildim. Buraya gelmeden önce bir TV programındaki açık oturumda, bir gazetecinin yorumuna istinaden söyledim. Buna karşı çıkanlara Ermeni dedi, DEM’li dedi, Yunanlı dedi. Benim böyle bir ifadem yok ama onlar bunu kendilerine yakıştırıyorlarsa bir şey diyemem kendi tercihleri. Benim ne dediğim kayıtta da var. Bir kez daha söylüyorum Türkiye’nin terörle mücadelesinde PKK’lılar, Yunanistan ve Ermenistan’la ihtilaflarımızda Yunanistan’ı ve Ermenistan’ı savunanlar… Bunları yaşamadık mı? Bir CHP’li vekil Türkiye’nin Azerbaycan’da ne işi var demedi mi? Avrupa Parlamentosu’nda ya da bütün uluslararası toplantılarda DEM’in sözde vekilleri Türkiye aleyhine konuşmadılar mı? Hep Batı’nın yanında durmadılar mı? Ben gerçekleri söylüyorum. Biz BBP’yiz, biz Muhsin Yazıcıoğlu’nun geride bıraktıklarıyız.”
Korkuyu yılmadan diri tutmak için eldeki tüm imkanları seferber eden bir iktidar pratiği, kullanışlı maşalarından birisi olagelen Destici gibi bir ismi kullanmaktan çekinmez. Erk, muktedir, iktidar, düzenin suna geldiği her ihtimali sıradanın hayatını dar etmek adına o ya da bu biçimde kullanırken, cerahati sürekli güncelleyen bir akım sağanağı altında hayat berhava olunur. Korkuları yepyeni çığırtan hallerle, hamlelerle örtbas edebileceğini imlerken muktedir, cerahatiyle, cürmüyle, topyekun soygunculuğuyla hayatı yaşanmaz kılmaya devam edeceğini bildirir. Bundan ötesi hep ayn�� terane. Yirmi üç küsur yıldır var edilmiş ezberler, az biraz gevşek bırak nefes alsınlar, hemencecik o oh denildiği anda biti veren bir taarruz silsilesi, eyvah memleket elden gidiyor, imdat vatan bölünüyor paranoyası gibi nicesinin sunumuyla birlikte cerahatin yeniden imali ve bölüm sonu canavarı. Yinelendikçe daha da kekremsi bir hal alan, Destici gibi, figürasyon ekibinin diğer üyeleri Bahçeli, Perinçek, Oğan, Özdağ vesaire nice temsilin, en sonuncu halkalardan birisi olarak Sarıgül gibi kah iktidarın sağladığı konfor sahasından sallayıp, kah ona karşıtmış gibi davranarak biteviye havanda su dövmelerle hayat ehven olandan alıkonulur. Korkular diri tutulurken, dehşet dolu bir çürüme kalıcı ve kesif bir kokuşma artık bu sahnenin yegane gerçekliği haline dönüştürülür. İyi midir bu hallerle birlikte ve biteviye çürürken hayat, meram, mesel, söz. Bu kadar mıdır, hep bu mudur layığınız diye az biraz daha herkesin payına düşürülecek olan ülke.
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: Grafiti – Bleeps via Widewalls
Meramda Paylaşılan Haberler
Destici Kredi Kartı Vergisine İtiraz Edenleri Yunanistan’ı, Ermenistan'ı Savunmakla Suçladı - Evrensel https://www.evrensel.net/haber/530706/destici-kredi-karti-vergisine-itiraz-edenleri-yunanistani-ermenistani-savunmakla-sucladi
Mustafa Destici, Savunma Sanayii Fonu'yla İlgili Sözleriyle İlgili Konuştu: Böyle İfadelerim Yok - Ensonhaber https://www.ensonhaber.com/gundem/mustafa-destici-savunma-sanayii-fonuyla-ilgili-sozleriyle-ilgili-konustu-boyle-ifadelerim
#meram#tahayyül#korku#türkiye#ses#yıkım#yıkıcılık#hayat nereye?#söz#tahakküm#tehdit#yıldırı#savunma#ne ayak#kötülük sarmalı#karanlık çağ#demokrasi#vergi#haraç#kökten ayrımcılık#nefret#milliyetçilik#bozkurt terör örgütü#cerahat nedir#sesler#acı#elem#başka türkiye vardır#akp
0 notes
Text
Sesli Meram #69 - Karşı Radyo (27.11.2018)
“hayat hakkının yağmalanması gailesi karşısında durabilmeyi bir tek gün değil, salt bir vakada değil şu ülkede, eşitlik, adalet, özgürlük mefhumlarının hepsi için birlikte eyleyebildiğimizde bir hikayeye başlayacağız. bir tahayyül olmaktan ötede artık gerçekten soluk alabilmenin mücadeleyle mümkün olduğunu belki bu toprakların tek sahibi biziz diyenler de ancak böyle anlayacaktır… ancak böyle farkına varacaktır… bilginize.”
podcast image credit: illustration - by jim cooke
https://archive.org/details/KarsiRadyoSesliMeram27Kasim2018
#seslimeram#karşı radyo#politik#anarşist#söz hakkı#mesel#müştereklerimiz#cerahat iklimi#hdp#selahattin demirtaş#leyla güven#insan hakları#devlet nedir?#yıldırı#kötülük#demokrasi#podcast#sesler
0 notes
Text
Çürüme, Karanlık, Perişanlık...
Müştereklerimiz meselinin iyice tarumar olunduğu, un ufak edilen “hayat” tahayyülünün artık hiç bahsinin açılmadığı / açtırılmadığı bir yerden bildiriyoruz. Hayat mefhum ve meselini var eden sıradanın müştereklerinin alaşağı olduğu bir güncellikte yaşıyoruz. Önümüz ve ardımız, sağımız, solumuz, yanımız, yöremiz bu katran karası tahayyül ile kuşatılıyor. Yaşama dair ses etmek, imkansıza koşullandırılıyor / sınırlandırılıyor, biliyoruz, tanığıyız. Güncellenmeye hala devam denilen ülke mefhumu artık bariz bir biçimde bu döngüyü süreğen kılarak var ediliyor. İş bu sahnenin hayat ile ilintisine vurulan her ket başka bir gediği var ediyor. Yarın meselini iş bu sahnede şimdi yerle yeksan ediyor muktedir.
Ne olacak yarınlar demek suç olarak tescilleniyor. Bir tahayyül değil karanlık belirgin / sabit kılınırken bu haller nedendir demek imkansızlar sahasına taşınıyor. Ya yarın, ya daha sonrası ne olacaktır! Hayatın devletli elleriyle işlevselleştirilen hamlelerle zehirli bir sarmaşık gibi kuşatılması bizatihi çürütülmesi gerçekken yol her nereyedir sahiden? Devletlinin vakfedildiği zikredilen yeni ülkenin dünün temelleri üstünde yükselmesi kesintisizliğini korurken, yarın ne getirecektir yıkımdan ve zulümden gayri? Bilindik tüm şartlanmışlıklarıyla devlet geleneğinin vaat olarak değil yaşamın ortasında bina ettiği cendere içerisinde hayat derdest olunmaktadır. Görünenler ve yaşatılanlar yarınlara aktarılanlar bu halin süreğen kılınmasını ifşa etmektedir. Hayat ehvenden koparıldıkça dehşet dolu bir fasit döngüye açık / yalın ve kesin dönüşür.
Hayat meseli tartışılmaktan alıkoyuldukça içine hapsolunan bir Michel Foucault tahayyülünü ihtiva eden pratiklere ulaştırılır. Renkler artık tekdüzedir. Sesler artık tek bir gümbürtüdür. Ol sözler artık menzildeki hiçbir kimseyi kurtaramayacak kadar, bir efsane kılınan babilon kulesi gibi çetrefilleştirilip, ayrıştırılmıştır. Müştereklerimiz mefhumunun yerle bir edildiği yerde ol yerine ikame olunan şey hep daha fazla tahakküm, bunlarla imal olunan bir çürümedir. Biteviye kılınan devletli şablonu o cerahatle hayatın akışını biçimsizleştirmekte geleceğin tam da şu anda yıkımını bildirmektedir.
Var edilen biyopolitik sarmalın oluşturulan müşterek talanının en kestirmeden güncelliği 1915’ten bu yana var edilen karanlıkta belirgin kılınandır. Sıradan olanı, devletliye uygun adım hareket etmediği, biat konusunda çekinceli davranıp itiraz ettiği için uyumsuz toplumdan dışlanmalı diye bildiren aklın fecaat ol tarihten bugüne süreğendir. Cumhuriyet döneminde yaratılan, geçmişten alınan ol fecaat geleneği hemen her fırsatta ötekinin yaşamına kasıt olarak çıka gelendir. Budur devletli perspektifinde Türkiye. Bu kadarıyla var edilen bir mefhumla Türkiye Türklerindir (devletlinin, ona yamananındır).
İçinde yaşanmaya çalışılan menzilin, dönüp dolaşılıp tek tip / tek tahayyül / tek düzen imalinin her neye yol verdiği karanlık geçmişten şimdiye kadar, 1915 öncesinde 1890 – 1896, 1919, 1920, 1923, 1937, 1955, 1964 ve 1980’e kadarki geniş bir tarih aralığında, hiç aralıksız olarak var edilen yıkımlarda okuyabilmek mümkündür. Bir memlekette makus talih olarak addedilen öyle diye bildirilenin nasıl da cerahatli bir nüktenin ta kendisi olduğu ortaya çıkmaktadır işte bir kez daha. Dönüp, dolaşıp, anlatmaya çalıştığımızın ortak olan hayat istencinin tarumar edilmesi hali olduğuna dair başkaca verilebilecek örnek söz konusu değildir. Onca zamanla, inat ve ısrarla güncellenmeye devam edilen / olunan yaşama kastın süreğen demirbaş halleridir, ne ilk ne de son, süreğen ve biteviye.
Berkin Elvan’ın cenazesine katıldığı gerekçesiyle 5 Ocak’tan beri tutuklu bulunan Devrimci Gençlik Dernekleri Genel Sekreteri ve İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğrencisi Berkay Ustabaş 'ın 5 Eylül’de görülen duruşması öncesi Çağlayan Adliyesi önünde basın açıklaması düzenlendi. Açıklamaya, Berkin Elvan'ın annesi Gülsüm Elvan, HDP İstanbul Milletvekilleri Züleyha Gülüm ve Hüda Kaya, HDP İzmir Milletvekili Serpil Kemalbay ve ÖDP Başkanlar Kurulu üyesi Alper Taş da katıldı. Basın açıklaması sırasında sıklıkla ' Berkay Ustabaş'a özgürlük' sloganları atıldı. Açıklama sırasında söz alan Ustabaş'ın avukatı Erman Öztürk tutuklama kararlarının tamamen siyasete göre alındığını belirterek, "Berkay kaçma şüphesi yokken tutuklandı. Savcı kendi dosyasında tutuklama gerekçesi bulamayınca FETÖ'den aranan Savcı Muammer Akkaş tarafından hazırlanan iddianameyi tutuklamaya gerekçe oluşturuyor" dedi.
Açıklamanın devamında "4 yıl önce Berkin için adalet aradığımız gibi bugün de 9 aydır hukuksuzca tutsak alınan Berkay için adalet arıyoruz" denilirken 15 yaşında öldürülen bir çocuğun milyonlarca kişinin katıldığı cenazede bulunmayı suç sayanların tüm bu saldırıları bu ülkenin tüm sol, sosyalist, demokrat ve devrimci kesimine gözdağı vermek amacıyla gerçekleştirdiğini biliyoruz" denildi. Celsede yaşanan savcı tarafından sanıkların tutukluluk hallerinin devamına dair kanaat ile mahkeme heyeti kararını açıklar. Adaletin olmadığı, hiç ama hiçbir zaman gerçekten var edilmediği bir düzlem bir kez daha bina olunur, tescillenir. Berkay Ustabaş tutsak edilmiş binlerce öğrenciden birisidir, suç olarak addedilenin trajedisi artık hayatlarımızı kuşatan devletin aklının nasıl fecaatle hemhal olduğunu da göstere gelir.
Belge Yayınevi sahibi olan yayıncı Ragıp Zarakolu hakkında 2011 yılında Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) Siyaset Akademisi’nde yaptığı bir konuşma nedeniyle “örgüte yardım ve yataklık” iddiasıyla İstanbul 3. Ağır Ceza Mahkemesi'nde açılan davada kırmızı bülten çıkarıldı.
2013 yılından beri İsviçre’de yaşayan Zarakolu, yazarı olduğu Evrensel Gazetesi’ne konuya dair verdiği demeçte, hakkında 6 yıl sonra çıkarılan kırmızı bülten ile iadesinin talep edilmesine tepki gösterdi. Türkiye’nin iade talebini “taciz” olarak nitelendiren Zarakolu, “Anlaşılan insan haklarına, azınlık haklarına , ifade özgürlüğüne sahip çıkmaya devam etmem, barışı savunmam, düşüncelerimi açıklamam ve yazılarım yine birilerini rahatsız etti. Rahatsız olsunlar. Yola devam!” dedi. Zarakolu, kamuoyuna da “Gelecek duruşmam 28 Eylül tarihinde yapılacak. Bu duruşmadan önce bu kararın kaldırılması için kampanya yürütmek önem taşıyor. Göstereceğiniz duyarlılığa şimdiden teşekkürler” sözleriyle çağrıda bulundu.
Mezopotamya Ajansı’ndan aktaralım: Ragıp Zarakolu’nun avukatı Sennur Bayboğa, mahkemenin yanlış iş yaptığını dile getirerek, "Ragıp'ın adresini bildirmiştim ve kabul etmişti talebimi mahkeme. Sonra 'yasa buna uygun değil, diye düşünüyoruz' dedi. Özgür Gündem Ana Davası’nda Ragıp için müebbet isteniyor; ama bu dava için istinat mahkemesine yaptığım talebim kabul oldu. Bir üst mahkemeye itiraz ettim. Ancak; UYAP'ta itirazımın sonucunu göremiyorum. Üst mahkemenin yakalama kararını kaldırabileceğini düşünüyorum. Çünkü hukuksuz bir karar. Yurt dışı adresi orada var. Zaten Ragıp, KCK Ana Davası'ndan vareste tutulmuştu değerlendirmesinde bulundu. Dilbilimci Necmiye Alpay’ın Twitter’dan yazdığı meramıdır: “Bir insan sözlerinden ötürü yargılanabilir diyelim, her ne kadar demokrasilerde son derece istisnai bir durumsa da. Peki, ya tutuklamak, hele kırmızı bültenle aramak? (bkz. Ragıp Zarakolu) Öcü yaratma politikalarına ihtiyaç artıyor anlaşılan.
Amasya Cumhuriyet Başsavcılığı’nca hazırlanan iddianameye göre, sosyal medya hesaplarından paylaşım ve beğeni yapan Ahmet Ş., Fuat T., Gülgün K., Serdal D. ve Uğur D. isimli beş öğrenciye soruşturma açılarak evlerinde arama yapıldı.
Terör suçu sayılan beğeniler;
-Grup Yorum’un ‘Dağlara Gel’ isimli şarkısı ile bazı Kürtçe müzik videoları paylaşmaları.
-KHK ile kapatılan İMC TV isimli kanalın Facebook sayfasını beğenmek.
-FETÖ/PDY tarafından devletin gizli bilgilerinin sızdırıldığı Fuat Avni rumuzlu Facebook hesabını, Med Haber isimli internet sitesinin Facebook sayfasını, KHK ile kapatılan Özgür Gündem isimli yayın organının Facebook sayfasını, Sosyalist Halk Platformu isimli Facebook sayfasını beğenmek.
-Eski HDP eş genel başkanları Figen Yüksekdağ, Selahattin Demirtaş, eski HDP milletvekilleri İdris Baluken, Ferhat Encü, Faysal Sarıyıldız ile HDP milletvekili Meral Danış Beştaş’ın Twitter sayfalarını takip etmek.
İddianamede “Şüphelilerin Facebook, Twitter profillerindeki paylaşım ve yorumların ayrı ayrı, silahlı terör örgütlerinin cebir, şiddet içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek, bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propaganda suçunun yasal unsurlarını oluşturduğu” görüşü savunuldu. İddianame Amasya Ağır Ceza Mahkemesi’nce kabul edildi. Dava kasım ayında başlayacak.
Berkay Ustabaş, Ragıp Zarakolu ya da Öğrenciler... Adlar / meslekler / suçlamalar değişse de bu sınırların güncel kıldığı yegane şey bariz bir halde müştereklerimiz tahayyülünün biteviye linç olunmasıdır. Hayatın ehvenden çekiştirilip, itilip kakılıp eksiltilmesi, kopartılması halinin süreğen kılınmasıdır mesele. Düzenin güncellediği hemen her birimize pay ettiği şey bir derin çürüme halidir. Mevzu mesel bir rüya değil, yalan değil doğrudan bu tahakkümün yıkımı, çürütmesidir. Örnekler pekala çoğaltılabilir ne ki var edilen katran karanlığının kapsamı açtığı / açmaya çalıştığı yara hala anlaşılmayandır.
Memleket denilenin yaşama edim / eyleminden alıkonuluşu meselesi gümbürtüye konulandır. Bir anlamda yıkımın örtbas edilmesi güncelliği sağlama alınandır. Müştereklerin yıkımı bu kadar açıktır / süreğendir. Böylesine fecaat sarmalına rehin kılınan şey hayatın sıradan elinden çalınmasıdır. Evrensel’den Volkan Pekal’ın haberidir: “Adana'nın Aladağ ilçesinde, 11'i çocuk 12 kişinin yaşamını yitirdiği, 24 öğrencinin de yaralandığı, Süleymancılar cemaatine ait kız yurdu yangını ile ilgili davanın 7’nci duruşması görüldü. Kozan 1’inci Ceza Mahkemesi, Adana 1'inci Ağır Ceza Mahkemesi davanın birleştirilmesi taleplerine makul sürede cevap vermediği için dosyanın 1 Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam etmesine karar verdi. Tutuklu sanıklar Yurt müdürü Cuma Ali Genç ve dernek başkanı İsmail Uğur hakkında bilirkişi raporu ve tutuklu bulundukları süre gerekçe gösterilerek tahliye kararı verildi.”
Yeni gelen raporda tutuklu bulunan Yurt Müdürü Cuma Ali Genç ve dernek başkanı İsmail Uğur'un da tali kusurlu görüldüğü belirtildi. Savcılık makamı bu gerekçeye dayanarak mütalaasında tutuklu sanıkların tahliye edilmesini istedi. Savcı, davanın, Aladağ eski Kaymakamı Ahmet Ziya Filizer'in denetimlerde ilçe milli eğitimi ikaz etmediği gerekçesiyle yargılandığı dava ile birleştirilerek Adana 1'inci Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülmesini istedi. Raporu eleştiren sanık avukatları asli kusurlu ve tali kusurlu tespit edilmeden bir raporun kabul edilemeyeceğini belirterek Adana'ya gönderilmek istenen dava ile ilgili tahliye kararını Kozan'ın vermesinin doğru olmayacağını dile getirdi.
Av. Can Atalay, 11 kız çocuğunun ve bir görevlinin hayatını kaybettiği hassas bir dava ile ilgili gelen raporlarda asli kusurludan bahsetmeden sanıklar hakkında tali kusurlu tespiti yapılmasının inanılmaz ve kabul edilemez olduğunu belirterek "Peki bu çocukların sebebi kim? Asli kusurlu tayin edilmeden bu mahkeme sonlandırılamaz. Böyle bir rapor ne hukuka ne de vicdana sığar. Mahkemenin buna ortak olmaması gerekir" diye konuştu. Gelen raporlardan birinin İstanbul yerine Antalya Demre'den bir bilirkişiye hazırlatıldığını söyleyen Atalay, bu durumun da şüpheli olduğunu ifade etti.
Duruşmanın ardından aileler karara isyan eder. Adaletin parası olanlar için olduğunu söyleyen aileler "11 çocuk gitti. Biz onlardan birinin kılına zarar versek başımıza neler gelirdi. Suçlu olan bizim çocuklarımızmış, devlet yok, adalet yok!" derler. Avukat Can Atalay ise "11 çocuk hayatını kaybetti. Bu insanların çocuklarını yaktılar. Sen kapıları kilitlersen, yukarıya lambiri, aşağıyı halı yaparsan, kimse orayı denetlemezse, o bina kaçaksa, oraya sabi sübyanı doldurursan bu çocukları yakmış olursun" diyerek karara tepki gösterdi. Öldürenlerin hesap vermemesi için her bir numaranın denediğini söyleyen Atalay, "İşte sonuç, 2 yıl olmamış tutuklu yok. Eğtim dün Fethullahçılara teslim edildi, sonuç ortada. Bugün Süleymancılara teslim ediliyor. Eğitim kamusal olmalı, yoksul köylü çocuğu da ulaşabilmeli" dedi.
Kısası, kesintisiz bir biçimde iki sene boyunca süründürülen dosyada tutuklu sanık kalmamış, olan bitenin yıkımına karşı ne devletliden ne de sorumlu olduğu zikredilen sanıklardan herhangi bir izahat çıkagelmiştir. Biri görevli on biri öğrenci toplam on iki insanın katliamına bile ses etmeyen, adalet bahşetmeyen menzil gerçektir. Hayatını kaybeden çocukların yakınlarından biri "Bu ülkede çalıp çırpıp güçlü olacaksın. Bundan sonra zengin ve güçlü olun devlet de millet de yanınızda dursun. Yargıç, savcı onlar ne söylüyorsa onu yapıyorlar" cümlesi ile çıkagelen, kesintisiz hazan olan meselin artık nasıl biçimlendirildiği bahsidir. Budur bu kadardır Türkiye!
HDP'nin önceki dönem Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ve eski milletvekili Sırrı Süreyya Önder'in "örgüt propagandası yapmak" iddiasıyla yargılandığı davanın duruşmasında karar çıkar. Demirtaş’a 4 yıl 8 ay, Önder’e ise 3 yıl 6 ay hapis cezası verilir. Mezopotamya Haber Ajansı’ndan aktaralım: Demirtaş konuşur: “Mütalaayı veren savcı, konuşmada 'Kandil çok güçlüdür’ iması yaptığımı iddia ediyor. Savaş isteyen bir siyasiye karşı barışı isteyen beni yargılıyorsunuz. Savaş şiddet çağrısı yapan ben değilim. Birileri Ankara'da otururken biz Kürt ve Türk gençlerinin ölmemesi için elimizi taşın altına koyduk. Asker, polis, özel hareket yolumuzu kesip 'bu süreci devam ettirin' diyordu. Benim Bahçeli'den söylediğim şey neden savcıyı, yargıyı rahatsız etti. Bu yargılama ile çözüm sürecinden intikam alınmak isteniyor. Bu intikam almayı da sizin mahkemeniz eliyle yapıyorlar.”
“Bu çözüm süreci başladığında tüm tarafların ortak kanaati sürecin provoke edilmesiydi. Bu tartışmalar yürütülürken üç Kürt kadın bir büroda infaz edildi. Sakine Cansız çözüm sürecini desteklediğini yazmıştı. Kendisini şahsen tanımam. Leyla Şaylemez'i de tanımam. Ama Fidan Doğan'ı tanırım. Avrupa Parlamentosu'nda resmi lobi çalışanıdır. AKP'liler de, CHP'liler de tanır. Bir AKP milletvekili Fidan Doğan'ı yazısında yazmıştı. Ayrıca kaç toplantıda benim tercümanlığımı yaptı. Üçünün öldürülme nedeni çözüm sürecini bitirmek olduğunu hepimiz çok iyi biliyoruz. Bu olay, 4 gün önce başlayan çözüm sürecini bitirebilirdi.”
“1991 yılında kurulan HEP'in devamıyız. Ben bu konuşmada Newroz şehitlerimizi andım. Sizin için önemli olmayabilir ama bizim için önemlidir. Doksanlar son bu güne bir sürü partilimiz Newroz'larda öldürüldü. Kemal Kurkut kameraların önünde katledildi. Vedat Aydın JİTEM tarafından kaçırıldı, cesedi Maden'de köprü altında bulundu. Bunlar benim şehidimdir. Onlarla gurur duyarım ve anarım. Bunu size soracak değilim. Mehmet Sincar Batman'da sokak ortasında katledildi. Yüz yıllarca ceza verseniz de anarım. Seve Demir Silopi'de katledildi. Partilimdir. Ben parti ve Newroz şehitlerimizi andım. Bin yıl ceza verseniz de geri adım atmam. Bu üç kadın Paris'in göbeğinde alçakça katledildi. Yakın tarihte olduğu içinde onların şahsını andım. Olaya ilişkin ortaya çıkan belgelerde MİT'in işin içinde olduğu ortaya çıktı.”
“Mahkeme Başkanı: Kurumları itham edemezsiniz. Selahattin Demirtaş: FETÖ'cüleri hedef alan sözlerim sizi rahatsız etti. Ben de bunu tutanağa geçiyorum. Ben kurumları itham etmiyorum. Bu soruşturma FETÖ ile ilişkisi bulunan iki kişinin şikayeti ile başladı. 5 yıl sonra yargılanıyor olmamız manidardır. Biz barış mücadelesi yaptık. Türkiye'nin barıştan başka kurtuluşu yok. İmralı’da tecrit sonlandırılmalıdır. Ben barış mücadelesinden geri adım atmayacağım. Ben hukukun üstünlüğüne inanıyorum.” diye bitirir. Önceden alınmış kararlar, ardı / arkası her nasıl geleceği kestirilen bir karanlığa karşı insanların direnişleri güncellenmektedir. Demokrasinin varlığı için mangalda kül bırakılmayan bir menzilin hakikati bir kez daha fâş olunur.
Önümüz ve ardımız, sağımız, solumuz, yanımız, yöremiz bu katran karası tahayyüller ile kuşatılıyor. Yaşama dair ses etmek, imkansıza koşullandırılıyor / sınırlandırılıyor, biliyoruz, tanığıyız. Güncellenmeye halen devam denilen ülke mefhumu artık bariz bir biçimde bu döngüyü süreğen kılarak var ediliyor. İş bu sahnenin hayat ile ilintisine vurulan her ket başka bir gediği / yeni bir yarayı var ediyor. Yarın meselini iş bu sahnede şimdi yerle yeksan ediyor muktedir. Yarın diye bir bahis kalmasın diye, dününün tüm hatalarını güncellemeye, eşitlik ile adalet, özgürlük ile demokrasi gibi içi çoktan küflenmiş olanları, onca eksik gediğine rağmen var edilenleri de yağmalıyor. Plastikleşmiş bir büyük ülke şablonu için her şey delik deşik her bir mesel hınçla insanı, sıradan olanı susturmaya sevk ediyor. Böylesi bir gidişatın hakikati salt ve sırf çürümedir, artık eminiz, son kararımızdır! Böylesi bir düzlemin arkası bir çukurun dipsiz karanlığıdır, farkındayız, ses veriyoruz... Böylesi bir halin ardı perişanlıktır yineliyoruz, hep kendimize, hep birlikte, her yerde sadece sıradana değil muktedirin yanındakilere de hâlâ... umursayanların nazar-ı dikkatlerine paylaşıyoruz...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2018
Görseller – 1) Live Now 2-Now-當下二-Now
2) Lanwei 05-Big Business-2006-China-Guangzhou By Anothermountainman
#yeni türkiye#cerahat iklimi#yıkım#faşizm#söz hakkı#çürüme#isyan#nükte#berkay ustabaş#berkin elvan#ragıp zarakolu#insan hakları#sosyal medya#devlet102#biyoiktidar#aladağ#çocuk hakları#kırım#hdp#demirtaş#türkiye gerçeği#yaşama uğraşı#demokrasi#hayat ne olacak?#meram#arzihal#sözcükler#mesele#vicdan#tahakküm
0 notes
Text
Çürüme Meseli... Yeni Ülkenin Eskimeyen Çürütme Cüretine İtiraz...
Kesintisiz bir cerahatin var edildiği topraklardayız. Hayatın peyderpey lime lime edilmesinin tek bir gün değil hemen her gün her yerden şekillendirildiği bir uzamdayız. Cerahatin varlığı, kurulan ve düzenlenen her yeni eylem planıyla bu menzilin yegane hakikati kılınıyor bunların idrakindeyiz. İçinde kalakaldığımız menzil bu halin hem kaygı verici hem de geleceksiz halini tam ve eksiksiz göstere gelendir. Aman dengeler şaşmasın, aman birlik ve bütünlüğümüze halel gelmesin, ama dış mihrakları şimdi güldürmeyelim diye diye sonunda cerahatin tekil ve kesintisiz yıkımı var edilir. İsmi yeni kalan her şeyi bizatihi ol eskinin ta kendisi olan ‘menzil’ cerahati her yerdedir.
Her günü bir evvelinden ağır yıkımlarla donatan yerin ol sahanın meselidir bu cerahat. Her anı ayrı bir çürümeye, rezilliğe uzanan / erişen sahanın belirgin eylediğidir cerahat. Bugün işte bu topraklarda bir yaşam ihtimalinin zerresi geriye konulmasın diye hareket edilmektedir. Düzen denilenin belagati artık örtülemeyen, saklanamayan, karanlık olduğu için görülmediği sanılıp, umursanmazken kabak gibi ortada olandır. Kendisine yamanmayan muktedire teslimiyetlerini bildirmeyenler için öngörülen şey bu bağlamda bir cerahat sarmalına rehineliktir. Türkiye’nin ol dünü gibi şimdisi de bu gözdağı şablonları, biteviye kılınmış olan talanlarla en başından en sonuna kadar sıradana taarruzlar ile haklarını çalınmasıyla güncellenen bir meseldir. Halen de bu yolda yürünmektedir!
“Döviz, elektrik, doğalgaz ve temel gıda maddelerinin fiyatlarındaki yükselişle geçim şartları iyice ağırlaştı. Açlık sınırı dört kişilik bir aile için 1800 TL, yoksulluk sınırı ise 5 bin 900 TL gibi bir rakama yükselir.” Evrensel’in duyurduğu Türk-İş araştırmasının spot cümleleridir iş bu yukarıda yer verdiğimiz meram. “Türk-İş tarafından çalışanların geçim koşullarını ortaya koymak ve temel ihtiyaç maddelerindeki fiyat değişikliğinin aile bütçesine yansımalarını belirlemek amacıyla her ay yapılan "açlık ve yoksulluk sınırı araştırması"nın ağustos ayı sonuçları açıklandı. Araştırmaya göre, bu ay dört kişilik ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken gıda harcaması tutarını ifade eden "açlık sınırı" bin 812 lira olarak belirlendi. Gıda ile giyim, konut, ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer harcamaların toplam tutarına denk gelen "yoksulluk sınırı" ise 5 bin 904 lira oldu. Ankara'da yaşayan 4 kişilik bir ailenin "gıda için" yapması gereken asgari harcama tutarı bir önceki aya göre yüzde 4,26 oranında arttı. Yılın sekiz aylık döneminde fiyatlardaki artış yüzde 12,71 oranına ulaştı. Gıda enflasyonunda son oniki ay itibarıyla artış oranı yüzde 20,45 olurken, yıllık ortalama artış oranı ise yüzde 12,05 olarak hesaplandı.”
Yinelenen cerahatin kelime karşılığı kadar hayattaki durumuna dair kısa bir tespittir bütün bu rakamlar, beraberinde ortaya serilen rapor. Yazı akardan çıkagelen sonunda da hepimizin işte bu sınırlarda yaşamaya çalışan herkesin hanesine kaydedilen şey fakirliktir. Türetilen, daima ve daima yinelenen bir intiba, mübalağa yahut da sanrı değildir. Cerahat her ne demektir ona dair kestirmeden bir anlam bildirimdir. Yaratılan ortam dahilinde artık ol güvencesiz çalışma düzeni, sigortasız hayat akışı, geleceği çoktan tarumar edilmiş maaşlı köleliğin nasıl insanları dara koyduğu, onların emeklerini bir hiç kıldığı meydana serilir. Bu kadar ağır yıkıma rağmen rapora karşılık ne bir ses çıkar hükümetten, ne de bir düzenleme, düzeltme. Yeni Türkiye odur kesintisiz ve hala.
Petrol-İş Sendikasına üye oldukları için işlerinden edilmiş olan Flormar İşçileri direniştedir. İşçiler üzerindeki baskı ise her geçen gün kademe kademe arttırılır. “Son olarak Kocaeli Valisi, direniş alanında ses aracından anons yapılmasını ve müzik yayını yapılmasını yasakladı. Yasağa tepki gösteren Petrol-İş Gebze Şube Başkan Yardımcısı Şivan Kırmızıçiçek, “Söz konusu işçilerin hak ve menfaatleri olunca, işverenlere kol kanat geren devlet yetkilileri, sermayenin her türlü talebini direktifmiş gibi yerine getiriyor” dedi. Geri adım atmayacaklarını belirten Kırmızıçiçek, dayanışma çağrısında bulundu.”
“Yasak kararının önceki gün kendilerine iletildiğini dile getiren Şivan Kırmızıçiçek şunları söyledi: “Polis ‘müzik çalınmayacak’ dedi. Nedenini sorduğumuz da ise ‘Valilik kararı’ yanıtını aldık. Karara ilişkin hiçbir belgede göstermediler. Daha önce yüksek sesle müzik dinleniyor şikayetleri üzerine biz sesin çok yüksek olmamasına zaten dikkat ediyorduk. Ancak işçiler yemek ve çay molalarına çıktığında onlara seslenmek için ses aracını kullanıyoruz. Düne kadar izin veriyorlardı. Sürekli çalınmamasını istiyorlardı sadece. Biz de bir denge sağlamıştık. Ancak ne olduysa pazartesi gelip ‘Hiç çalmayacaksınız’ dediler. Yasağı dinlemedik ve çay saati geldiğinde ses aracını çekip müziği açtık. Bunun üzerine polisler gelip ‘Arabayı bağlarız. Artık araç da buraya girmeyecek. Valiliğin talimatı bu yönde’ diyerek yine engellemeye çalıştılar. Dün sabah da yine gelip ‘Ses aracı neden geldi. Müzik çalınmayacak’ dediler.”
“Kırmızıçiçecek “İşveren bir şey istiyor, ‘Tak hemen gelip ‘şikayet var’ deyip, ‘Bunu yapmayacaksın’ diyorlar. 3 aydır yaptığımız şeyler bir sorun yaratmazken. İşverenin en ufak şikayeti direktif gibi algılanarak yaptığımız şeyler engellenmeye çalışılıyor. Devletin valisi mi, devletin polisi mi yoksa işverenin ki mi, ben anlamadım” dedi.” Her gün ayan beyan ortada olan, güncellenen bir düzlemdeki vahşetin böylesi bir boyunu işlevsel kılınmaktadır. Ekonomik olan çöküşün yanında sıradan olanın emeğinin hiç kılınması, bir günde yüzlerce insanın kapı önüne konulması ve artık süper vali yetkileri diye geçiştirilen kalıcı olağanüstü hal düzenlemeleriyle bu ülkede cerahat sarmalı daimi kılınır. Flormar işçileri gibi, Hugo Boss işçileri, MMK Metalurji ve nicesindeki direnişlerde, var edilen kırım güncelliğine tüm burada var edilmiş cerahat sarmalına isyan meseli ortaya serer. Ne olacaktır böyle!
Hayatın çarçur edilmesi bir istenç değil artık bugün bu şartlarda normatif kılınandır. -Cerahat sarmalının dipsiz koyaklarına çekilen sestir, sözdür, yaşama istencinin ta kendisidir. Hayatları berhava ederek, onu kuşatıp enikonu eylemden alıkoyup düpedüz bir deney sahası kılarak ve hep / hemen her bir şeyi tehdit olarak algılayarak her nereye varılacaktır bariz bir cerahatten gayri.
İçten dışa, dıştan ta içe doğru güncellenen bir sarmal herkesin, hemen her şeyin fecaate rehin kılındığını göstere gelir. Bu bahislerdedir artık yeni – eski Türkiye ve onun biçimsiz bir inşa / bina süreci. Kesintisiz güncellene gelen her bahiste doğrudan cerahat yeniden biçimlendirilir. Bir pazarlık lafı bile söz konusu değildir. Sıradanın hayatının heder ettirilmesi gaile değildir sadece tümden / toptan / topyekûn erkin, muktedirin deneyim, denetim alt yapısıdır. Cendere, mengene içine sıkıştırıldıkça, kuşatıldıkça halk vahim olanın güncellenmesi biteviye kılınır.
Yaşamaya doğrudan ve hiç kesintisiz bir biçimde taarruzlarla yerle yeksan etmek “yeni ülke” denilen mefhumun cibiliyetini de örneklemektedir. Vahşetin her ne olduğunun detayları tam da şu yukarıdaki bahislerdedir, sorguluyor musunuz? “Uzun bayram tatili süresince Almanya tarafından yapılması tasarlanan mali yardım planı haberlerinin etkisiyle sakinleyen kurlar yeniden yükselişe geçer. Dolar 6.80 TL’yi, Euro 7.90 TL seviyelerine ulaşır. Bankalara döviz sağlama, yurt dışı para takasına sınır getirme gibi önlemler kurları durduramadığı gibi yan etki olarak faizleri artmasına yol açar.” Moody’s, Türkiye’deki 20 bankanın notunu, Türk lirasındaki değer kaybı ve fonlama imkanlarının azalma ihtimali gerekçeleriyle indirir. BBC Türkçe'nin haberine göre, konuyla ilgili bir açıklama yapan Moody’s, “Notların azalmasının nedeni, yatırımcıların güveninin daha da azalmasıyla fonlamanın kısılması ihtimalinin artmasıdır” ifadelerini kullandı. Moody's 17 Ağustos'ta da Türkiye'nin kredi notunu "Ba2"den "Ba3"e düşürmüş ve not görünümünü "durağan"dan "negatif"e çevirmişti.
İhsan Çaralan Evrensel’den seslenir. “İşçiler ve emekçiler, ücret mağduriyetlerinin giderilmesi için “ek zam” talep ettiğinde ya da “TİS’lerin bu yükselişi de dikkate alarak yapılması”nı gündeme getirdiğinde; sermaye propagandacıları hemen, “Ama o zaman da enflasyon artar. Enflasyonun artması yoksullar ve zenginler arasındaki uçurumu daha da büyütür” diye itiraz etmektedirler. Ama emek cephesi bunları talep etmekte ısrarcı olmalıdır. Zira“Bu da geçer yahu!” diyen Cumhurbaşkanı bunu asıl olarak sermaye sahiplerine söylemektedir. Emekçiler için “Bu da geçer” lafı boş bir laftır. Emekçiler ancak mücadele ederlerse eğer; “doların yükselişi” üstünden yapılacak sermaye operasyonlarından kendilerini koruyabilirler. Ve bu da ancak bu yük “Bu da geçer yahu” diyenlere ve onların sözcüsü olduğu sınıfa yıkıldığı ölçüde mümkündür.”
Ajanslara düşen her haberde, bu ekonomik daraltım silsilesinin kesintisiz çöküşü var etmesi işlevselleştirilir. Yaşatılanlar birer mübalağa, laf değildir. Bu ülkede muktedir olanın sıradan olana bakışın da özetidir. Bir saik olarak cerahatin kesintisizliği böylece süreğen kılınır. Yarının her ne olacağı artık muammadır. Toplumsal bir devinimi yıkımla bina eden memleket tahayyülü gerçekten gerçek kılınandır. Süreğen tahakküm, biteviye zalimanelik tabandan tüm o tavana kadar yaygınlaştırılan biyopolitik hamlelerle birlikte bu menzilde bu da geçer bahsi bir kez daha yaraların ta kendisiyle birlikte yaşamak olarak güncellenir.
Emekçilerin Özgürlük Kongresi (EMK) sözcüleri Mahmut Alınak ve Arkadaş Canpolat, artan adaletsizlik ve hukuksuzluğu protesto etmek için Diyarbakır’dan, Şırnak’ın Cizre ilçesine “Vahşete karşı hak yürüyüşü” başlatır. Yürüyüş Diyarbakır Valiliği tarafından yasaklanır! İstasyon Meydanından başlattıkları yürüyüşü günlük 40 kilometre yol kat ederek, Cizre’de sonlandıracaklarını belirten Alınak, yaptıkları yürüyüşün nedenini şu sözlerle anlattı: “Hayvanlara bile reva görülmeyecek dil yasağını; Kürtçe, Arapça, Çerkesçe, Lazca ve diğer mazlum dillere vurulan prangalara, siyasetçilerin düşüncelerinden dolayı cezaevlerinde çürütülmelerini, memur ve işçilerin KHK’lerle işlerinden atılarak işsizliğe mahkum edilmelerini, milyonlarca gencin bitmez çilesi olan işsizliği, halkın insanca yaşama hakkını elinden alan zincirleme zamlar ve hayat pahalılığı, milyonlarca emekçinin bir kasırga gibi vuran zamlar ve hayat pahalılığı karşısında eriyen asgari ücretle yaşamaya mahkum edilmelerini, mevsimlik işçilerin acınası ücretlerle kölece çalıştırılmaları ve bu düzeni korumak için halkın parasının savaş uçaklarına, füzelere, silaha, tank ve topa harcanmasını protesto etmek için ‘vahşete karşı hak yürüyüşünü’ başlatıyoruz.”
Sur’a bağlı Çarıklı Mahallesi’nde polislerce yolları kesilen Alınak ve Canpolat, Diyarbakır Valiliği’nin güvenlik gerekçesiyle yürüyüşlerini yasakladığını belirtti. Konuya ilişkin Mezopotamya Ajansı'nın görüştüğü Alınak, kararı tanımadıklarını söyledi. Alınak, “Şuan Çarıklı’da bekliyoruz. Polisler de bizi yürütmemek için bekliyor. Faşizm karanlık yüzünü bir kez daha göstermiş oldu. Bu kararı tanımadığımızı söyledik. Bu yollar, bu meydanlar bizim. Hiçbir güç bu yolları ve meydanları bize yasaklayamaz. Aldıkları bu kararın yanlış olduğunu anlayacaklar. Devleti yönetenler bilsinler ki biz bu mücadeleden vazgeçmeyeceğiz” ifadelerini kullandı.
Cerahatin kesintisizliği yaşama düşürülen devletli gölgesinin peyderpey hallerinde ortalıklara saçılandır. Burası bir zamanlar ülkedir. Bugünün dehşet dolu döngüsü her gün yinelenen her bir hamleyle daha derin bir yıkımı var etmektedir. Aynı gemideyiz şablonu zikredilmeye her fırsatta devam olunurken, asıl öncelik muktedirin bekası olduğu gözlerden kaçırılmaktadır. Bu sahadaki demokrasi tahayyülü / meramı ve eylemi topyekûn lime lime olunandır. Amed’deki Alınak ve Canpolat’ın yürüyüşlerine kasıt bunun bir başka örneğidir kesintisiz. Biçimsiz, eğri, eğrelti bir düzlem var edildi bugün. Her gün bambaşka açılardan yıkımlar istimlâk çalışmaları güncelleniyor. Bir ülkeden artakalan alenen ol “yıkım” kalıcı kılınsın diye güncelleniyor. Bu kadardır Yeni Türkiye!
Halkların Demokratik Partisi (HDP) Ankara İl Örgütü, Kürt Aktivist Ramin Hossein Panahi’nin Salı günü idam edileceğinin duyurulmasını protesto etmek için Tahran Caddesi'nde bulunan İran Konsolosluğuna siyah çelenk bırakmak istedi. HDP milletvekilleri ve STK üyelerinin de olduğu grup polis tarafından engellendi. Grubun basın açıklamasına ve çelenk bırakmasına izin verilmemesi üzerine polislerle tartışma yaşandı. Polisin engellemesine direnen HDP’li vekiller polisler tarafından sözlü ve fiziki müdahaleye uğradı. HDP Diyarbakır Milletvekili Saliha Aydeniz kendisine parmak sallayan polisi uyardı. Bunun üzerine polis memuru Aydeniz’e, “Ben devletin polisiyim silahıma güveniyorum” diyerek elini silahına doğru götürerek tehdit etti. Polis grubun açmak istediği pankartı yırtarak, HDP’lileri uzaklaştırdı. Bu sırada polis gazetecilerin de çekim yapmasını engelledi.
Polis müdahalesinin ardından grup, HDP Genel Merkezi önüne geldi. HDP Ankara Milletvekili Filiz Kerestecioğlu burada kısa bir açıklama yaptı. Kerestecioğlu, polisin müdahalesini idamın onaylanması olarak yorumlayarak şöyle konuştu: “Gördüğünüz gibi baskının faşizmin, tescilini yaşadık. Aynı zamanda idamın onaylandığıdır, tescillidir. İran ile hangi kirli pazarlık içerisindeler ne yapıyorlar bilmiyoruz; ama bizim yapmak istediğimiz Ramin Hossein Panahi’nin idamını önlemek. Dünyanın her yerinde bunun için gösteriler yapıldı ve yapılmaya devam ediyor. Biz de aynı şekilde idam cezasın devletin taammüden adam öldürmesinin karşısında olduğumuzu ifade etmek ve 22 yaşında işkence ile gözaltına alınmış, tutuklanmış ve avukatıyla bir kez görüştürülmüş olan bir mahpusun idam edilmemesi için basın açıklaması yapmak istedik.”
Darp edildiklerini ve şiddete maruz kaldıklarını belirten Kerestecioğlu, polisin izin vermemeye 2911 sayılı kanunu gerekçe gösterdiğini belirtti. Kerestecioğlu, “Çelenk koymamız engellendi, buna direndik. Ama gerçekten hem Ankara hem de Türkiye’de OHAL kalkmış değil. Çok ciddi bir OHAL’i yaşamaya devam ediyoruz. Silahlı gücü, kaba gücü arkasına almış olanlar hiçbir şekilde diyaloga geçmediler. Bugün ne Valisi ne Emniyet Müdürü cevap verdi. Sadece saldırmayı, engellemeyi biliyorlar. Acı olan o dur ki hukukçu olan vekillere 2911 sayılı yasayı anlatmaya çalışıyorlar. Diyorlar ki ‘kanuna aykırı, Türkiye Cumhuriyeti’nin kanunlarına saygı göstermeniz gerekiyor’. Biz bu baskıları 1980’lerde de , 1990’larda da kırmayı becerdik. Bugün de kırmayı becereceğiz. Bizler Ramin Hossein Panahi’nin idamının durdurulmasını istiyoruz. Dünyada idam cezasının kaldırılmasını, her ülkeden def edilmesini istiyoruz” diye konuştu.
Aynı saatlerde İstanbul’daki İran Konsolosluğu önünde de benzer şiddet mefhumu güncelliği sağlama alınır. HDP Merdin Milletvekili Tuma Çelik darp edilir. Yıkımın sağlı sollu bina olunduğu bir menzilde düşük ya da hafif yoğunluklu savaş da Bakur Kürdistan’ında devam etmektedir. Cerahatin kuşatması Hazro’da yaşatılanlardan belirgin kılınır.
Diyarbakır'ın Hazro ilçesine bağlı Çitlibahçe (Helhel) mahallesinde HPG'liler ile askerler arasında çıkan çatışma sonrası incelemelerde bulunmak amacıyla giden HDP heyeti, hazırladıkları raporu kamuoyu ile paylaştı. Raporda, HDP Diyarbakır milletvekilleri Remziye Tosun, Selçuk Mızraklı, Musa Farisoğulları ile HDP Diyarbakır İl Eşbaşkanı Mehmet Şerif Çamcı'nın yer aldığı belirtildi. Raporda, heyetin ilk olarak çatışmanın yaşandığı yerde incelemelerde bulunduğu, gözaltına alınan kişilerin evlerini ziyaret ettiklerini ve son olarak da köy kahvesinde yaklaşık 25 kişiyle olay ile ilgi bilgi alındığı aktarılır.
Mezopotamya Ajansı’ndan aktaralım: “Heyetin yaptığı inceleme ve köyde olaya tanıklık edenlerden edinilen bilgilerin de paylaşıldığı raporda, "Bir gün önceden devlet güçlerince köyün ablukaya alındığı, olay günü sabah 05.00 saatlerinden itibaren 4-5 helikopterin köyün çeşitli noktasına yoğun ateş etmeye başladığın, eşzamanlı olarak köy çevresine konumlanmış pek çok panzerden de silahla yoğun atışların yapıldığı, havadan helikopterlerle ve panzerlerden yapılan atışlar sonrası 3-4 helikopterden köye havadan birliklerin indirildiği, çatışmanın köyün orta yerinde ve köyde yaşayan sivil insanların güvenliği hiçe sayılarak operasyonun yürütüldüğü, çatışma boyunca kimsenin evinden çıkmaması ve sokağa çıkma yasağı olduğuna dair anonsların yapıldığı, pek çok evde, bahçede ağır silahlara ait mermi izlerinin bulunduğu, köylülere ait bazı hayvanların da mermilerin hedefi olduğu, köyde oturan 2 aileden 3 kişinin, operasyon bitimiyle birlikte evlerine yapılan baskınla gözaltına alındığı, Hazro'daki askeri birlikte gözaltında tutulan Yahya Tekin, Mülkiye Tekin, 1 yaşındaki çocukları ve Adnan Daşlık adlı kişilerin akıbetine dair askeri birliğe giden yakınlarına, yetkililerin hiçbir bilgi vermediği, gözaltı sırasında baskın yapılan evlerin özensizce aranarak, evlere zarar verildiği, köylülerin halen büyük bir korku ve endişe içinde oldukları" ifadelerine yer verdi.”
Çatışma ortamı artık sıradanın yaşam alanlarının orta yerine çekilirken, cerahat de sınırsızca güncellenir. Yıkımın, bunca bariz kırımın karşısında ol sıradanın sözü ne duyulacaktır ne de bilinecektir. Kesintisiz bir cerahatin var edildiği topraklardayız. Hayatın peyderpey lime lime edilmesinin tek bir gün değil hemen her gün her yerden şekillendirildiği bir uzamdayız. Bütün anlatmaya çalıştığımız şey bu kadar kesintisiz olanın var ettiği çürümedir. Hayatın altı üstüne getirilip, yerle yeksan olunmasının yönü aralıksız güncellenirken buradan sonrası her ne olacaktır, meselemizdir!
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2018
Görseller – Cheung Nam & Even The Outline Of Your Own Life Lost It’s Sharpness – Kos Cos v/ Saatchi Art
#arzihal#memleket#yeni ülke#başka türkiye var#cerahat iklimi#türkiye#sospol#söz hakkı#biyopolitika#türk-iş#ekonomi#flormar#ihsan çaralan#evrensel#mahmut alınak#cizir#bakur kürdistan#panahi#idam cezası#yaşama istenci#hazro#savaş#insan hakları#tahakküm#direniş#sözler
0 notes
Text
Korku, Yıkım, Yıldırı, Çürüme: Bir Biyopolitika Meseli
“Görünenin iyi, iyi olanın görünür" olarak kabul edildiği günümüzde, demokratik(?) gösteri rejimi, ortak olanın elimizden alınması şeklinde sahnelenmektedir.” Giorgio Agamben – Gelmekte Olan Ortaklık – MonoKL – 2012
Korkunun hakimiyetini artık sağlama almak için eldeki tüm imkanları seferber eden, cüretiyle yaşamı yıkıma terk ettiğini saklamayan bir muktedirin insafına terkiz. İnandığını savunmanın, bunu yazıya dökmenin yahut da seslendirmenin karşılığı terörle ilintilenmek, hayatın ağızdan burundan getirilmesi olarak güncellene geliyor. Halkların perişanlığı üstüne eklenen, her yeni hamle korkuyu sabit kılma çabasıdır. Burası nasıl bir ülkedir? Yarını şimdiden çürüten şimdiyi şu anın içinde yaptıklarıyla zulmün rehini kılan kötülüğü bariz normatif bildiren bir yönetimin sahnede olduğu yer nasıl ülke olabilir, her nasıl toprak yaşam vaat edebilir?
Vasatlığın iktidarı, korkunun düzlemdeki sabitliği, vahşet ile nefretle hemhal olunan şu katran karası menzil için ne uygundur, çukur, kuyu, çöl; hangisi. Yaşam(ak) bunca bariz doğrudan / kesintisiz, yalın bir tekinsizliğin elinde, o muktedir ile paramparça olunurken, onca korkunun cilalanıp satılması, cana kastı düşündürücüdür, düşünüyor musunuz? Korkuyu, var edilen bu karanlık döngünün tamamlayıcısı olarak gören / değerlendiren cüretin kendi versiyonuna dahil ettikleri yeni saha dediği düşündürücü bir menzildir cidden sorguluyor musunuz?
Hayatı hemen her anlamda hiç eyleyen / kılan ol sahanın yarını yoktur, umursuyor musunuz? Dünün cürüm hemhal düzenini bugünün biyopolitikası ile yenileyen düzenle burada yaşam(ak) yıkımdadır farkında mısınız? Seçim, oy, sandık, başkan, vekil, demokrasi, yeni ülke ve bir dolu söylem bu tahayyülü uzağa taşımamaktadır maalesef, çürüyen, çöken bir ülkeyi! Bunu önemsiyor musunuz? Söz konusu sınırlar, yüz ölçümü birimleri, bayrak, din, dil, ol tek tip bir ülke hayali ile yıkıma terk edilen sıradanın sesi, sözü meseliyken gelecek olanın farkında mısınız?
Korkunun hakimiyetini diri kılmak, var edilen cerahat hiç sorgulanamasın diye yepyeni yara ve yıkımlar icra edilen saha ol yerde kim güvendedir? Dününü şimdi güncelleyen, şimdiyi bir biçimde yarının tükenişi için kurgulayan, kuran ve güncelleyen, düzende kim güvendedir, sahiden? Biçimsiz sonu hiç gelmeyecek tahakküm parametreleri güncellenirken yıkım her yerdeyken kimdir, kimlerdir ol güvende olan. Korkuyu bir normatif kılıp cüretle, şiddet, nefret ve linç üçlüsünde bir ülke bina edilebilir mi? Sahiden olur mu böyle bir ülke? Bu kadar doğrudan ve kesintisiz bir biçimde şu sahanın aldığı şekil, şemail de mi bir şey anlatmamaktadır, hala mı anlaşılır değildir olanların yekununda dönüştüğümüz ucubelik?
“Almanya’dan Türkiye’ye giriş yapan Sanatçı Pınar Aydınlar, Atatürk Havalimanı'nda pasaportuna el konularak gözaltına alındı. Aydınlar'ın 2015 genel seçimlerinde Halkların Demokratik Partisi’nden (HDP) İzmir Milletvekili olarak seçim çalışmaları kapsamında yaptığı konuşmalardan dolayı aldığı 10 aylık cezanın onanması nedeniyle gözaltına alındığı öğrenildi. Bakırköy Adalet Sarayı'na getirilen Aydınlar, hakkında kesinleşen karar yüzüne okunarak, Bakırköy Kadın Kapalı Cezaevi'ne gönderildi. Aydınların 7,5 ay hapis yatacağı öğrenildi.”
Taylan Kulaçoğlu Aydınlar ile görüştüğünü belirterek Twitter hesabından şu notu paylaştı: Sevgili dostum, yoldaşım Pınar Aydınlar'la görüştüm, tutuklanmış! Bakırköy'e götürüyorlar! Son söz olarak bana "Ülkemim zindanlarda faşizme direnerek yatmayı, Avrupa'nın süslü sokaklarına özgürce yürümeye tercih ediyorum" dedi! Seninle onur duyuyoruz!” İnsan hakkı ve hukukunu savunmanın, bir zeminde ortak olanın ol derdi paylaştığımız müşterekler için çabalanmanın önü nasıl rahatça alınabiliyormuş görüp de sorguluyor musunuz? Böylesinden bir ülke söz konusu olabilir mi?
“Tiyatrocu Barış Atay'ın Çarşamba günü 06:00'da evine gelen polisler tarafından gözaltına alındığı bildirildi. Atay'ın avukatı Efkan Bolaç, söz konusu gelişmeyi sabah saatlerinde Twitter hesabı üzerinden duyurdu. Bolaç, Evrensel gazetesine yaptığı açıklamada, Atay'ın Fatih Vatan Caddesi üzerindeki Güvenlik Şube Müdürlüğü'ne götürüldüğünü ve gözaltı gerekçesinin henüz açıklanmadığını söyledi. Evde arama yapılmadığını belirten Bolaç, "gözaltı gerekçesinin son günlerde yaşanan tartışmalarla ilgili olmasının yüksek ihtimal olduğunu" söyledi. Barış Atay, 301 madencinin hayatını kaybettiği Soma'da bir madenci yakınına tekme atan, dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın müşaviri Yusuf Yerkel'in özür mesajının ardından, Pazar günü Twitter'da "Hepiniz ağlayarak özür dileyeceksiniz. O gün geldiğinde; affedeni, acıyanı, yargılamaktan vazgeçeni de unutmayacağız! Yok öyle “torunlarla emeklilik, hepimiz kardeşiz, kavga istemiyoruz” falan. Her şey yeni başlıyor. Bu ülkeye, insanına yaptıklarınızın hesabını vereceksiniz!" sözlerini paylaşmıştı.
Müvekkiliyle görüştüğünü söyleyen avukat Efkan Bolaç, Deutsche Welle Türkçe’ye konuşur. Bolaç, gözaltına alınma gerekçesinin Atay'ın kısa süre önce Soma'da maden işçisini tekmeleyen Yusuf Yerkel'e ilişkin Twitter paylaşımı olduğunu ifade etti. Bolaç, adliyeye sevki sonrası cep telefonunun incelenmesine karar verilen Atay'ın, İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü’ne geri götürüldüğünü ve geceyi gözaltında geçireceğini söyledi. Avukat Bolaç, Atay'ın telefonundaki Twitter paylaşımlarının inceleneceğini belirtti.
Deutsche Welle Türkçe’ye konuşan Bolaç, "Attığı tweette insanlara yargılanacaksın ben bunun peşini bırakmayacağım, hukuk devletinde senden hesap soracağım demesi nasıl bir tehdit ya da kin ve düşmanlığa tahrik ediyor bunu bilmiyorum. Bundan dolayı bir insan hakkında gözaltı kararı alıp, özgürlüğünde mahrum etmek ve sonrasında yargılama safhasına geçilmesi doğru bir şey değil. Ancak bu olabiliyorsa, yargılamanın sonucunu kestirmek mümkün değil" dedi.” Ahmet Kaya’dan, Hrant Dink ve Tahir Elçi’ye, yazar görünümlü olan tetikçilerin kalemlerinden dökülenlerce hedef göstermeyi maharet sayan Hürriyet’in yeni ülke edisyonunda yer bulan Ahmet Hakan Coşkun tarafından Barış Atay hedef gösterilir.
Korkunun dimağına / sahasına terk edilmek istenen hayattır. Oluk oluk kan akıtmaktan, kanla duş almayı tehdidin normatifi bilen, bunu paylaşan, vatana kalkan eller kırılsın gibi nice cümlelerin ortası ya da kıyısını yeni nefret ve linç seremonileridir. Barış Atay, haddini bildirin diye yazan insan müsveddesinin kurbanıdır, gerisi devletin eylediğidir. Sürdürülen, yeniden ve yeniden ve yine yeniden imal edilen şey bir cerahat ikliminin parametreleridir. Soralım bir kez daha böyle bir halde bir ülke var edilebilir mi?
Barış Atay gözaltına alındığı günün gecesi serbest bırakılır. Ol günün gecesinde ‘suç namına’ pek bir şey bulunamadığı ortaya çıkar. Onca gümbürtü, velvele arasında kalıcı ve bizatihi sabit kılınmak istenen yıldırının bu sefer mayası bozuk olduğundan tutmayandır, tutmayacak olandır. Düzenin istenci / sınırları belirsiz koyulan bir tahakküm nesnelliğinin ta kendisidir. Bununla var edilen yeniyi, korumayı tahayyül etmektedir. Cerahat göz önünde büyütülendir.
Yapılmak istenen, illa ki varılmaya çalışılan, mesel edinilen şey, düş kırımının gerçekliğini barındıran bir çukuru var etmektir. Yeni ülke diye kırımlara düşülürken, Atay’a olduğu gibi sözünü savunanlara gözdağı da artık gizli / saklı olmadan var edilmektedir. Tehdit, korku ve nefret şimdinin ana öğeleridir. Ana haberlere bile düşmeden geçilen tehditler, soluk almaksızın yinelenen cerahat istenci bunun örneklemidir.
Birkaç örnek aktaralım, birkaç cümle kuralım. "Cezaevindekiler kader kurbanı olmaktan çıkıp FETÖ'nün, PKK'nın kurbanı haline gelir, seçime 1 hafta 10 gün kala bir talimat ile isyan başlatırlar ise ne olur?" der Faşist partinin Bay Devlet’i. Göz önünde bir faşist çete liderini güzelleyen, af talebini sırf o cerahat haznesindeki kesimler için önceleyen, seçim yatırımı olarak gören Bay Devlet’in hiç eveleyip gevelemeden güncellediği şey gözdağını mütemadiyen yineleyen iktidara ortaklıktır.
“Türk Silahlı Kuvvetleri’ne (TSK) ait savaş uçaklarının bombardımanı sonucu 19’u çocuk 34 kişinin hayatını kaybettiği Roboski Katliamı ile ilgili Anayasa Mahkemesi’nin verdiği ret kararıyla iç hukuk yollarının tükenmesi üzerine dava dosyasının taşındığı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), başvuruyu reddetti. Mahkeme iptale gerekçe olarak başvuru sonrası talep edilen bir belgenin avukatlar tarafından 2 gün geç ulaştırılmasını gösterdi.
Kararı, başvuruda bulunan isimlerden biri olan Hukukçu Kerem Altıparmak, sosyal medya hesabı Twitter’dan duyurdu.” “AİHM, Encu/TR kararında avukatların AYM'ye iki gün geç belge yollaması nedeniyle çoğu çocuk 34 kişinin katledildiği Roboski katliamını tarihe gömdü. Mahkemenin adını artık Avrupa Kabul Edilemezlik Mahkemesi olarak değiştirmek lazım, çünkü en iyi yaptıkları şey o! Roboski davasında AYM ve AİHM'in yaptığı adaletsizlik kadar canımı yakan bir vaka olmamıştı. İçim kaynıyor. Çoluk çocuk 34 kişi katledildi, 7 yıl hiçbir şey yapılmadı. Şimdi bu 7 yıl unutuldu, avukatların 2 gün gecikmesi nedeniyle dava reddedildi. Söyleyecek söz bulamıyorum!” diye yazar.
Yaşanan karanlık döngünün aslında her nasıl biçimlendirildiğini de sırf şu süreklilik içinde bir katliamı önce örtbas, sonra da adaletten uzak tutarak, suçluların hesap vermesinin önünü alarak bir kez daha başartır, muktedir. Yaraya sahip olan HDP Milletvekili, tutsak Ferhat Encü’nün açıklamasıdır: “Yedi yıldır Roboskili aileler olarak büyük bedeller ödeyerek bu mücadeleyi yürüttük. Yüzeysel bir yaklaşım sonucunda ise bütün emekler boşa gitti. Katliamın olduğu günden beri hukuki boyutun sahiplenilmesi gerektiğini, bunun için bir komisyon kurulması gerektiğini tüm yetkililerle paylaştık. Sadece sözle sahiplenmenin yeterli olmayacağını söyledik. Bu sözlerimiz her defasında bizler bu sorumluluğu alıyoruz diye cevaplandı. Anayasa Mahkemesi aşamasında -olması gerektiği gibi- dosya, 1100 avukatla Anayasa Mahkemesi’ne taşındı. Ancak dosyanın sorumluluğunun çok küçük bir avukat grubuyla yürütülüp hem kamuoyuna hem de bu avukatlara bilgi verilmediğini Anayasa Mahkemesi kararı ile birlikte öğrendik. Dosyayı teslim ettiğimiz ilgili Baro, bu sürecin organizasyonunu ve Anayasa Mahkemesi ile irtibatı sağlayacak, diğer barolar ve avukatlar da buna destek sunacaktı. Ne yazık ki hiçbiri yapılmamıştı.”
“Ailelerin ilk günden beri dosyada ne olup bittiği sorusu karşısında ise hep, bir sorun yok, her şeyle ilgileniyoruz cevabını almıştık halbuki. Bu nedenle, tüm bu olanlar karşısında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararı için bir kalemde bu bir siyasi karardır diyerek kestirip atmak, sorumluluktan kaçmaktır. Bu şekilde sorumluluktan kaçılmaya çalışılmakta, gerçekler çarpıtılmaya, yüzeysel yaklaşım ve boş vermişlik meşrulaştırılmaya çalışılmaktadır. Bu kabul edilemezdir. Biz, Roboskili aileler bu yaklaşımı kabul etmiyoruz. Roboski’yi unutmayacağız diyen herkesin de bunu kabul etmemesi gerekiyor. Topluma mal olmuş bir dosyada, siyasi karar açıklamasıyla vicdanlar rahatlatılamaz. İlgililerin bunun özeleştirisini vermesi, bizlerin beklentisidir. Bunun sorumluluğunun hem hukuki hem de siyasi olarak üstlenenlerin kamuoyuna bir açıklama borçları olduğunu düşünüyoruz. Acımıza tuz basan bu kısmın yanında, adalet kavramının failin bulunması ve cezalandırılmasına eşit olmadığını, adaletin bir ceza adaletinden ibaret olmadığını katliamın ilk gününden beri vurguluyoruz. İlk bombanın düştüğü andan bugüne ve yarınlara uzanan süreçte bizlerin yaşadıklarını hiçbir mahkeme kararı telafi etmeye yeterli olamayacaktı.”
Özel Harekat polisleri dün (16 Mayıs) Şemzinan'ın Şapatan köyüne baskın yapıp bir köylüyü meydan dayağından geçirdi. İncesu köyünde de aynı şekilde bir vatandaş darp edilmiş. Doktor pansuman etmiş rapor vermemiş. Şapatan köyünde geçen yılda köylülere köy meydanında işkence yapılmıştı.” Colemerg’in Şemzinan ilçesinin Şapatan köyü belirli aralıklarla kollukça, devletli eliyle taciz olunan bir yerdir. Bu kaçıncısıdır sorgusuna bile düşülemeyendir artık.
Pınar Aydınlar “çıplak” aramayı kabul etmediği için cezaevinde darp edilir. Milletvekilliği seçimleri için HDP tarafından İstanbul’da aday gösterdiği isimlerden birisi olan Ahmet Şık hedefe koyulur “terörist” ilam olunur. Meram ortadadır. Altmış insanın katledildiği ol Gazze Saldırısına karşı tertip olunan Kudüs Mitingi’nde antisemitizm rüzgarlarının dibinde demirlemiş bir menzil bina edilir. O, bu, şu aslında tek bir şeye “yıkıma” çıkartılır.
Cerahat bu toprakların ayrışmaz öğesi ilan olunur. Biyopolitika budur. Bütün bu tahakküm aparatlarıyla bir menzilin yönetimi sağlama alınmaya çalışılmaktadır. Bir cüret, iki heves, üç sabık olan inatla bu menzilde yaşam hakkı perişan olunmaktadır. Vahim olanın yolunda yürüyen aklın eyledikleri ortada, yaşamımızın arka planındadır. Biyopolitika budur. Kesintisiz bir cerahat imal olurken, yarının şimdiden tükenmesi sağlama alınmaktadır. Biyoplitika budur.
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2018
Görseller – H-art Collective via BantMag
#meram#arzihal#söz hakkı#cerahat iklimi#biyopolitika#devlet102#siyasa#barış atay#pınar aydınlar#gözaltı#tutsaklık#cürümler menzili#kepazelik#yaşama istenci#hayat meseli#yıkım#seçim 2018#agamben#deneysel#roboski#insan hakları#aihm#ahmet şık#başka türkiye var#çürüme
0 notes
Text
Zifiri Karanlık
Tahakküm etme suretleriyle donatılıyor bir menzil. Baş efendi ve şürekasının eylediği, bu sahada güncel bir tavırla savuna geldiği, yurt denileni dönüştürürken yardımcı araç kıldığı ve bellediği tahakküm hallerinin yekununda bir ülke bahsi hiç ediliyor. Müştereklerimizin talan olunmasının, demokrasinin delik deşik edilmesinin yolunun / yönünün açılması tüm bu minvalde şekillendiriliyor. Cerahat hayatın tam da ortasında imal ediliyor. Belirgin bir yaşam tahayyülünü eksik gedik kılma hakikat eyleniyor. Tahakküm ve bedene yönelik ola gelen sindirme politikasının, tehditlerin toplamında cerahat uzak öte değil doğrudan bariz bir sonuç kılınarak her yurttaşa pay ediliyor.
Yazılmış olan müşterek temellerin, anayasal ve hukuki değerlerin, insanlık hakkı mesellerinin dahilinde çürüme bu hoyratlık dahilinde ufak ufak yıkılarak bedenlere taksim ediliyor. Tahakküm suretlerinin toplamında yaşama eylemi zehirleniyor. Devlet tüm mekanizmalarıyla birlikte bir hayat imgesini dönüştürüp tanımlanamaz kılıyor. Olabildiğince yalın bir biçimde doğrudan o tahakküm etme halleri dolayında bir yarın bırakılmıyor. Aralıksız 2023, 2053 vizyonları denilirken yapılan tüm o göndermeler, ortaya saçılan nutuklar, vaatler ve bitmeyen laf ebelikleriyle birlikte bir menzilin yenisi dününden güncellenmeye devam olunuyor. Dün bu yerin yegane eksiksiz bir istikameti kılınıyor, sorgusuz ve sualsiz. Hep geçmişine yollanıyor ülke. Her dem muktedirin var ettiği istikamet / çıkış diye suna geldiği pratikler dünün vahametinden feyiz alıyor. Her yan yangın yeriyken hala ve hala dünün gölgesine sığınıyor, yirmi yaşında, on dokuz yıldır iktidar olan bir siyaset.
Düzen, var ettiği her hamleyle birlikte bir yaşam idesinin çürümesini savuna geliyor. Her hamle biraz daha derin bir kırılmayı güncelliyor. Her eylem bariz bir biçimde o yaşamsal olanın köküne bir darbeyi daha var ediyor. Temellendirilen her yıkıcı eylem, ortalıklarda güncellenmiş olan her tehdit nüvesi, her bir cürüm sonuç olarak bir müşterek kırımının da yolunu belirginleştirir. Döne dolana, bata çıka bir menzilin istikamet diye kullana geldiği rota, belirlediği yönelim, sonucunda hep ama her dem daha karanlık olanı işlevselleştirir. Budur hakikati bir ülkeden arta kalanın var ettiği. Cürümler peş peşe yinelenirken cürmü yeni yıkım hamleleri ile güncellerken muktedirin ülkesi, ülke olmaktan alıkonulan bariz bir çukur olmaya mahkum edilmiştir. Asırlardır fethedilmeye devam olunan, bir türlü hiç ama hiçbir türlü o bu vatanın sahiplerinin addedilemeyen, dönüştürülemeyen yerin hakkı da hukuku da böyle açık bir fasit döngüde zehir edilir. Yeni / eski fark etmeksizin ülkenin potansiyeli bu katran karanlığından çıkartıla gelir. Bu karanlık yol bellenir.
Gazete Duvar’dan aktaralım: “Karadeniz bölgesini etkisi altına alan yağışlar sonrası Kastamonu, Sinop, Bartın, Ordu ve Rize çevrelerinde gerçekleşen sel ile ilgili açıklama yapan Ekoloji Birliği, iktidarın 'doğal afet' söyleminin doğru olmadığını ve suçun doğaya atılamayacağını vurguladı.
Ekoloji Birliği'nin açıklamasında şöyle denildi: "AFAD’a yüzlerce kayıp başvurusu yapıldı. Bölgede en az 30 bin haneye elektrik verilemiyor. Dere, çay yatağına yapılan çok sayıda bina yıkıldı veya hasar gördü.
Daha birkaç gün önce de Van’da şiddetli bir sel yaşamıştık.
İktidar güçleri yaşadığımız yıkımın doğal afet olduğunu söylüyor. Dere yatakları çevresine imar izni verenler, her dere üstüne sayısız HES yapıp dere ekosistemini yok edenler, dereleri “ıslah” adı altında doğal yataklarından alıp beton kanallara hapsedenler kendileri değilmiş gibi, suçu doğaya attılar.
Büyümekte olan iklim krizinin olası uzun vadeli etkilerinin neler olacağını bildikleri halde doğa düşmanı politikaları hayata geçirenler tüm bu yıkımdan sorumludur. Ülkenin güneyini 16 gün boyunca etkileyen yangınlara karşı yeterli önlemi alamayan iktidar, kendi büyüttüğü yıkım sürecinin etkileriyle mücadele edemez hale gelmiştir.
Madencilik, enerji, turizm, otoyol, köprü vb. için yapılan orman kıyımı, betonlaşma, dere yataklarının yapılaşmaya açılması, HES’lerle boğulan dereler, müteahhitlere peşkeş çekilen kamu arazileri bu süreci yaratmıştır. 400 metre genişliğe sahip dere yatağının 15 metreye indirilip imara açılması yıkıma davetiye çıkarmaktır.
Kastamonu Bozkurt’ta yaşanan felaketin nedenleri konusunda bölge halkının ve bilim insanlarının ciddi şüpheleri bulunmaktadır. Bozkurt’taki su baskını çok kısa bir süre içerisinde, hızla büyümüştür. Ani gelen ve hızla miktarı artan sele Bozkurt üstünde yer alan HES’ in etkili olduğu konusunda halkta ve kamuoyunda ciddi endişeler vardır. Her ne kadar Kastamonu Valiliği ve DSİ reddetse de konunun ivedilikle bilim insanlarınca incelenmesi ve gerçeklerin kamuoyu ile paylaşılması zorunludur.
Rant uğruna HES ve baraj kurulmadık dere, nehir, akarsu bırakmayan sermaye ve sermaye ortakları, bugün “doğal afet” diyerek yarattıkları ekolojik krizi ve iklim krizini örtbas etmeye çalışmaktadır.
31 Mayıs 2011’de Hopa meydanında Karadeniz’de yapılan HES’e karşı “Doğaya, ağaçlara dokunmayın” diyen Metin LOKUMCU, polis şiddetiyle hayatını kaybetti. Metin LOKUMCU’nun direnişinin haklılığını bir kez daha görmüş olduk. Onu saygı ile anıyoruz. Mücadelemizde yaşatacağız.
Halkın değil şirketlerin temsilcisi olan iktidar, doğayı ve insan hayatını korumak yerine yaşanan her felakette ekonomik yükü vatandaşa yüklemeye çalışarak IBAN göndermeyi tercih ediyor. Hiçbir krizi yönetemeyen iktidar, son zamanlarda yaşanan orman yangınları ve sel felaketlerini yalnızca seyretmekle kalıyor.
Bizler doğa ve yaşam savunucuları olarak, yangın ve sel cinayeti yaşanan bölgelerin tümünün afet bölgesi ilan edilerek, iktidarın sorumsuzlukları sonucu zarar gören tüm vatandaşların ihtiyaçlarının acilen karşılanmasını ve temelde bu felaketlere sebep olan politikalardan derhal vazgeçilmesini istiyoruz.
İklimi değil, sistemi değiştir!"
Tahakküm etme pratikleriyle donatılıyor bir menzil. Cürümler, yıkımlara geçit verirken, her yıkım bambaşka bir can kırığına dönüşürken, sel felaketi de bu tumturaklı yolda var edilmiş olan en keskin kırılmalardan birisini ortaya serer. On dokuz yıllık iktidar pratiği için doğanın esamesinin, beton / rant, talan üçlüsünden daha değersiz kılındığı ortaya serilir. Onca nutka rağmen ulu orta var edilmiş olan şey / çıkan kısmın özeti bu bahistir. Sermaye için kurban edilen yaşamlar, insandan, hayvana ve doğaya kasıt ile bir menzilde kökün kurutulması bir kere daha ele alınandır. Cerahati ile yok etme kültürü ve bitimsiz hiç tükenmeksizin var edilen yağmacılık anlayışının açtığı gediğe dair Ekoloji Birliğinin meramı ortadadır. Düzenin en ufak bir iyileştirme çabasına düşmeksizin, afetin yaraları, ortaya serdiği kırımı onarmak yerine iban talep etmesinin utanmazlığı da cabasıdır gören gözlere. Resmi olarak duyurulan altmış iki insanın canını almış bir felaketin ardında ol ortaya çıkan surettir mesele, hicap edilmesi gereken. Gereken de kim farkındadır ki sahi ama sahiden?
Bianet’ten aktaralım: “İnsan Hakları Derneği (İHD), Çorum merkeze bağlı Tekke Köyü'nde Şanlıurfalı mevsimlik tarım işçilerinin 4 Ağustos'ta saldırıya uğradığına dair haberlerin ardından bir heyet oluşturup ile gitti.
İHD'liler İsmail Boyraz, Nuray Çevirmen, Osman İşçi ve Mahir Uslu'dan oluşan heyet, saldırıya uğrayan ailenin yerleştirildiği Bozbuğa Köyü'nde H. Ç., İ. Ç., H. A., Ö. A. ile görüştü.
Saldırıda alnından yaralanan H. Ç., heyete olayı şöyle anlattı:
"45 gündür içme suyumuz yok, arabalarla taşıyarak getirmeye çalışıyoruz. Tekke Köyü'nün muhtarının dayısı gelip bize bağırıp çağırdı. Tekke Köyü muhtarı bizden şikayetçi olduğu için astsubay geldi ve bize 'Buradan taşınacaksınız, terk edeceksiniz, buraya çöp bırakıyorsunuz, gidin, burada sizi istemiyorlar' dedi.
"Yolun öteki tarafına götürüp pislik temizletmeye çalıştılar. Biz de Bu çöplerin büyük bir kısmının kurban kesimi sonrası köylüler tarafından atıldığını, kendi attıklarımızı temizleyeceğimizi söyledik. Fakat tümünü bize temizletmeye çalıştılar, biz de kabul etmedik.
Bunun üzerine astsubay, muhtarı ve beraberindeki kişileri bize karşı kışkırttı ve muhtar, iki oğlu, muhtarın dayısı toplam beş altı kişi bizlere saldırdı, yanımızda küçük çocuklar vardı. Yumruklar attılar. İki kişi de elindeki bıçakla saldırdı. İki kişi bıçakla hafif yaralandı. Beş kişi darp raporu aldık.
"Astsubay saldırıda kullanılan bıçakları aldı, tek yönlü görüntü alarak bizi saldırgan olarak gösterdi. Leblebi TV'ye bu görüntüler verilmiş ve bizi suçlu olarak gösterdiler, yanlış haber yapmışlar, olay esnasında biz çoğu çocuk ve kadın olmak üzere 10 kişi bile yoktuk.
"Bizlerin onlara saldırması veya darp etmesi söz konusu değildir. Astsubayın tavır ve davranışlarından cesaret alarak saldırı gerçekleştirdiler. Astsubayın kışkırtmaları olmasaydı saldırı olmazdı.
Biz bu köye yedi yıldır geliyoruz ve hiçbir sorun çıkmadı. Aynı akşam köyde 500 kişi toplandı, jandarma bizim etrafımızı sararak saldırıdan korudu. Kalabalık tarafından bize küfredilip buradan taşınmamız istendi, 'Teröristler dışarı' diye bağırdılar.
"Olaydan dolayı şikayetçi olduk, ifademizi olayda rol oynayan astsubayın olduğu karakol aldı. Beş kişi Hitit Üniversitesi hastanesinden darp raporu aldık.
"Bize saldırı olan köyde alacaklarımız var, onları vermeme durumları olabilir. Darp sırasında askerler tarafından bizlere, çocuklara yakın gaz sıkıldı."
İ. Ç. de "Astsubay bize bağırdı, 'Bize bağıramazsınız' dedim. Daha sonra bize saldırdılar. Bana bıçaklı saldırı oldu. İ. Ç., H. A., K. A. ve A. S.'de darp edildi" dedi. H. A. ise "Biz astsubaydan şikayetçiyiz. Şu anda Bozbuğa Köyü'nde elektrik ve su yok, zor koşullarda yaşamaya çalışıyoruz" diye konuştu.
İHD heyeti, saldırıya uğrayan aile üyelerinden sonra Çorum Adliyesi'nde savcı vekiliyle de görüştü. Görüşmede, saldırıya uğrayan ailenin şikayetleri aktarıldı ve etkin bir soruşturma yapılması istendi. Nöbetçi savcı, dosyanın kolluk biriminden henüz gelmediğini, Savcılık bilgisi dahilinde hazırlık işlemlerinin sürdüğünü ve soruşturmanın "titizlikle yürütüleceğini" ifade etti.
Daha sonra Çorum Valiliği'ne giden heyet, Vali Yardımcısı Tamer Orhan, Çorum Emniyet Müdürlüğü'nden bir yetkili ve Çorum İl Jandarma Komutanlığı'ndan olayla ilgilenen bir yetkiliyle görüşüp saldırıya uğrayan ailenin verdiği bilgileri paylaştı.
İHD, gerek Orhan'ın gerekse de İl Jandarma Komutanlığı ve Emniyet Müdürlüğü yetkilisinin "işçilerinin güvenliğinin sağlandığını" belirttiklerini aktardı.
İHD'nin görüşmelerin ardından yayımladığı sonuç ve talepler şöyle:
*Toplumsal olaylara müdahale eden kolluk görevlilerinin ayrıştırıcı, ötekileştirici dilden sakınmaları oldukça önemlidir.
*Somut olayda sorumluluğu olduğu iddia edilen kolluk görevlileri hakkında etkili soruşturma yürütülmesi,
*Tarım işçilerinin elektrik, su, tuvalet ihtiyaçlarının karşılanması, çöp dökme alanlarının belirlenmesi, bulundukları çadırların çevresinde hijyenin belediyelerce sağlanması konusunda ek tedbirler alınması,
*Saldırıya uğrayanların çalıştıkları köydeki ücret alacaklarının alınması için yetkililerin yardımcı olması,
*Gerek saldırı sırasında köylüler tarafından gerekse saldırı sonrasında sosyal medyada tarım işçilerine yönelik nefret söyleminde bulunanların tespit edilerek haklarında gerekli yasal işlemlerin yapılması; etkili, kapsamlı ve şeffaf soruşturması açılması,
*Saldırı olayı ile ilgili olarak devam eden soruşturmanın tarafımızdan takibinin yapılacağını da kamuoyunun bilgisine sunuyoruz.”
Tahakküm etmenin pek çok farklı suretiyle donanıyor bir menzil. Düzenin ulu orta açığa düşürdüğü, elinin altında kullanışlı addettiği bir kimlikleri hedef alma şablonu her defa apayrı yaraları var ediyor. Hükumetin açık ortağı faşizan klik için biçimlendirilmiş açık bir hedef olarak Kürd kimliğine dair atıflar, HDP gibi bir siyasi müşterek çatıya dair itham ve tenkitler, iki arada bir derede sıkıştırılan terörist lafları ve benzerleriyle birlikte bir cürüm daha kalıcılaştırılır. Çorum’un Tekke köyünde o tutumların, siyaset erkanından yaygın medyanın tavrına birlikte kotarılan tavrın şiddete dönüşümü bir kere daha var edilir. Kim verecektir ki bunca soruya yanıtı, dahası sahiden kim müdahale edecektir ki var edilmiş ayrımcılığın, şiddet övme hallerinin yekunda bir menzili enikonu çorak bir sahaya dönüştürdüğünün sahiden kim?
Şu satırlara sığan birkaç örnek dahi her nasıl bir cendereye rehin edildiğini menzilin açık ve yalın bir biçimde göstere geliyor. Tahakküm veçheleri dönüştürülürken, sabitlenirken, bir biçimde yeniden imal edilirken yaşamsallık derdest ediliyor. Koca koca insanların bir ülke tahayyülünü yerle yeksan etmelerinin güncelliği kendiliğinden, kendi sözlerinin de hemen arkasından var edilenlerle çıkageliyor. Yorum değil, mana okumak değil, abartılı bir tahayyül değil, tahakküme dört elle tutundukça devletli hiçbir sıradan yurttaş için bir hayat tecrübesi geriye konulmuyor. Hiçbir biçimde bir yarın umudu söz konusu edilmiyor ne eksik, ne fazla. Her yurttaşa pay edilmiş cerahat o mizansen ülkenin, medeniyetlerin birlikteliği bahsine konu olan yerin, eşit, adil ve özgür ülke nidalarının, laik, demokratik ülke pratiklerinin de boşa düşmesine vesile oluyor. Her teşebbüs bir başka tahakkümün zeminini bildiriyor. Her teşebbüs bir başka eksilmeye çıkıyor. Her gün biraz daha zifiri karanlık. Görüyor musunuz, duyuyor musunuz, sahiden fark ediyor musunuz?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2021
Görsel: Kuyu / Bîr Belgeseli İçin Hazırlanan Görsel – Serpil ODABAŞI
#arzihal#meram#mesel#türkiye hakikati#başkalaşmış#kötülük#sarmal#karanlık#fasit döngü#yıkım#doğa#kırım#kötülük sarmalı#cürüm#insan nedir?#devlet102#siyasa#aksiyon#pragmatizm#ırkçılık#dur de#kürd#saldırı#pogrom#ayrımcılık#anlam#kesin#güncel#durum#tahayyül
1 note
·
View note
Text
Geleceksiz Kalmış Toprakların Meramı... İçten Dışa...
Biyopolitik olan salt bedenlere değil, bir tek bununla sınırlı değil, hayatın her alanında hemen hemen her biçimde insanlık mefhumunun yerle yeksan olunmasının elebaşıdır. Bir tahayyülün ya da anlam verme çabası değil yaşanan hayat döngüsünün başından sonuna kadar bir süreğen hal içinde ol biyopolitik cerahat yeniden, yenilenerek imal olunmaktadır. Hayatlarımıza seçim zamanları muktedirin, muhalefetin aklına düşerken geriye kalan zamanlarda (istisnalar hariçtir elbette) bilinen güzergah, biyopolitik cerahat yeknesak bir makamdan hep güncel kılınır.
Açık ve aleni yasaklar, men etmeler, engellemeler, en başta seslenişi, sesleri, sözleri ve savunmayı hiç kılmalar ve nicesiyle bu habis döngünün yeni ülkesi hemen her şartlanmışlıkla birlikte ol devamlılığa kavuşturulur. Burası bir zamanlar ülkedir. Şimdi yepyeni diye anılan bir toplama kampı, hayat öğütücüsü bir sahnenin ta kendisine terk olunandır. Biyopolitik olanın niteliği bu sınırların alaşağı edildiği kuralsızlığın yeni kural diye ilan olunmasıyla beraber güncellenmiş halidir. Yaşamın muktedirin iktidar oyunun aralığından belirlenenlere göre şekillendirilen bir deneyim toplamına dönüştürülmektedir. Bir deney sahası kılınmış olan sahada, hayatın hakkı her ne olacaktır?
Cürümler günbegün yeniden imal edilen, bir gözdağı olarak sıradanın hayat akışına konumlandırılırken, sandık, seçim zamanı atılan onca nutuk, yazılan çizilen onca söz her necidir? Geleceğini dünün çürük temellerini muhafaza ederek kotaran, kurmaya çalışan ol ülke yeni falan değildir, dünün devamıdır. Biyopolitik olanın güncellendiği bir yer bir ülke değil, bir çukurun güncellenmesi gerçek ılınırken bu bahsin ötesi bir hakikat olmayacaktır. Ol devletlinin doksan beş yılda vardığı menzil on altı yıla yaklaşan bu yeni denilen klikin icrası ile hemhal olarak denetim, gözetim ve tahakküm çürümeyi sabit kılar.
O, bu, şu değil herkesi, hepimizi içinde rehin eden fasit döngünün ta kendisidir mesele. Biçimlendirilip bir şablonun ta kendisi kılınan, sonra da her gün bir mengene gibi sıkıştırılan devletli mekanizmasının var ettiği karanlık, çoğalttığı yıkım, süreğen kıldığı çürümedir mesele. Bülent Falakaoğlu’nun Evrensel Gazetesi’ndeki haberidir. AKP seçim manifestosunun yeniden şahlanıyoruz denilip duyurulduğu gün, altı aylık geçici iş izdihamlarına yenileri eklenir. Seçim öncesi İşkur üzerinden başlatılan, 6 aylık geçici işlere başvurular uzun kuyruklar ve izdiham görüntüleri eşiliğinde devam eder.
“Kilis’te, toplum yararına program (TYP) kapsamında 6 ay süreyle çalıştırılacak 3 bin 250 kişilik iş için binlerce kişi, İŞKUR önünde uzun kuyruklar oluşturdu. Kentteki kamu kurumlarında 6 ay süreyle geçici işçi alınacağının duyurulmasıyla kentteki çok sayıda işsiz, müracaat için İŞKUR’a koştu. Başvuru sayısının fazla olması nedeniyle İŞKUR önünde uzun kuyruk ve yoğunluk oluştu. Kadın ve erkeklerin ayrı sıralarda müracaatta bulunduğu İŞKUR binasının duvarındaki bir pankart işsizler tarafından ‘şaka’ gibi bulundu. Pankartta, “Çalışmak isteyene fırsat. Tarihin en büyük istihdam seferberliği” yazıyordu.
Hepi topu altı aylık geçici bir iş için ‘büyük fırsat’ denilmesi büyük işsizlik karşısında gerçekten de şaka gibi duruyor. Resmi verilerin dışında gerçek işsizlik ise yüzde 40’ı aşıyor. Ağır işsizlik, Kilis’in başlıca geçim kaynaklarından birisi olan sınır ticaretini yasaklayan, yasaklamakla da kalmayıp sınırı beton duvarlar ve dikenli tellerle geçilmez yapan hükümet politikasının bir sonucu.” Bedene kastın sadece onu sıkıştırmak, işkence etmek, zulüm bildirip hayat hakkını alaşağı etmek olmadığı bir de onu var ettirme çabasına, hayatı idame etme gayretine karşıtlık ile güncellenmesi ortadadır, biyopolitik olan budur.
Evrensel Gazetesi’nin 9 Mayıs manşetidir: “Ölen İşçileri Suçlu Gösterme İnsafsızlığı” “Başbakan Binali Yıldırım’ın Uluslararası İş Sağlığı ve Güvenliği Kongresi’nin açılışında “İş kazalarının yüzde 80-85 insan hatasından”, “Eldiven takmaz, baret giymez, güvertede çalışır kemer takmaz. Sürekli peşlerinden koşacaksın”, “Bu kazalar olduktan sonra tepki olarak düzenlemeler yapıyoruz. İpin ucunu da kaçırıyoruz” açıklamalarına tepki yağdı.”
Disk Gıda-İş Genel Başkanı, Seyit Aslan’ın dediği bahistir, biyopolitik olan. “16 yıldır kendisini her koşulda sermayeye siper eden, rafine bir sermaye iktidar var. Örneğin Cumhurbaşkanı Erdoğan en büyük patron örgütleriyle yapılan toplantıda ‘OHAL’i grevleri yasaklamak için kullanıyoruz’ demekten kaçınmıyor. İş cinayetleri devam ediyor, grev yasakları sürüyor. 16 yılda 21 bin işçinin ölümü, on binlercesinin sakat kalması, sayısı belli olmayan meslek hastalıklarının yaşanması dile bile getirilmiyor. Cumhurbaşkanı, Başbakan... yani iktidar, işçilere ölümü reva görüyor.”
TMMOB İstanbul İKK’nin açıklamasıdır. “Açıklamada AKP iktidarları döneminde 21 bin 22 işçinin yaşamını yitirdiği belirtilerek şu ifadelere yer verildi: “22 aylık OHAL sürecinde toplum hak ve özgürlükleri sınırlandırıldığı gibi işçi hakları ve sendikal mücadelelerde kısıtlanmıştır.” Açıklamada “İş cinayeti ne kader ne de fıtrattır. Temelinde patronların kâr hırsı olduğunu bir kez daha hatırlatıyoruz” dendi.” Bir devamlılık bahsi olarak yıldırı bu menzilde var edilendir inat ve ısrarla. Bay E tarafından basit, cüce politikalar diye geçiştirilenler bu menzilde hayat hakkının iğfal olunmasına dair bir karşıtlık meselidir. Bunca kötülüğün bir ehven hal taşıması söz konusu değilken bunların anılması mıdır cüce politikalar.
Bay E, Bay Y, Bay D hep ortada hep birlikte, kimi zaman dakik, birörnek zikrettikleri her mesel bir teferruat değildir doğrudan ve kesintisiz olarak bir terör / yıldırı örneklemi olarak günbegün bir zihniyet tahayyülünün ta kendisidir. Biyopolitik tahakküm salt bedenlere yönelik değil doğrudan ve kesintisiz olarak bir yıldırı iklimini var etmesi söz konusudur. Şu kadarcık mesel bile doğrudan menzilin halini geleceğin nasıl karanlıkta koyulduğunu ifşa etmektedir.
Hayatlarımız muktedirin istencine ve tahayyülüne göre eğilip bükülen, yeniden biçimlendirilirken siyaset sahnesinden vurulan her yeni im, yepyeni bir gözdağı kabilinden güncellenerek var edilen bir habis döngüye rehin olunandır. Cerahat orta yerde, her şekilde ve hemen her anlamda vakfedilen yeninin temsilini imler. İhsan Çaralan’ın köşesinden aktaralım: “AKP sözcülerinin de dediği gibi, kampanya sonuçta “sanal alemde bir kampanya”; ama sanal alemdeki bir kampanyanın bile Hükümet ve AKP saflarında paniğe yol açması, Twitter’da “T A M AM” diyenlerin sayısının çokluğundan öte AKP’nin “öz güvenini” yitirmiş bir parti olduğunun göstergesidir.
“Sandıkta hesabın sorulacağını, sanal alemin değil sandığın önemli olduğu...” gibi iddialar da bu “öz güvesizliği” yatıştırmak üzere öne sürülüyor. Çünkü; AKP eskisi gibi, “Her girdiği seçimi kazanan bir parti” değil. 7 Haziran seçiminin, arkasından 16 Nisan referandumunun sonuçlarını herkesten iyi bildiği için, bir referanduma da dönüşen 24 Haziran seçimini kaybetme ihtimalinin yükseldiğini de fark ediyor. “T A M A M” kampanyası karşısında çıkan “panik hali” de, “D E V A M” kampanyasındaki başarısızlıktan sonra “en ağır toplar”ın “yalanlama” ve “karalama” kuyruğuna girmesi de, polisin “T A M A M” diyenlerin üstüne salınması da, “T A M A M” diyenlerin FETÖ’cü ve terör örgütü yandaşları ilan edilmesi de bundandır.” Cürümler iklimi haline dönüşmüş olan menzilin istikameti o yazıda bildirilendir.
Burası artık biyopolitik bir cerahatin sahnesidir hemen her anlamda. Biyopolitik edim salt, sırf edim olunan bedene yönelik bir taarruz değil aynı zamanda hayatın “zindan” kılınması gayreti olduğu afakidir. Cürümler üstünden yükseltilen menzilde hayat hakkı berhava olunan, çürüme edimine bunca açık terk edilendir. Seçim, sandık, oy, ötesi değildir artık mesele. Bütün, bariz, birleşik, daim ve hiçbir beis görmeden devam denilmesi istenen bir yerin kök çürütülmesidir.
Menzilin hali, yaşatılanların toplamı burada duyulan ve görülenler kadar çeşitli, çok iç kırımın tam tekmil örneğidir. Burası hala bir ülke midir? Bir tahayyül olmaktan ötede var edilen yerin, sağladığı şey, sağlama aldığı mesel cerahatken burası hala bir ülke midir? Genel geçer değil ol sorun yumağı bir menzilin ortasındayız. İnsanlık mefhumu yerine robotlaşmış tepkileri sığlığı, tektip düzenin sağladığı evet, hayır bahisleri dışında düşünmeyen, sorgulamayan varlıkları şu sahada imaline çalışılan bir yerdeyiz, ya sonrası? Hayatlarımız seçim güncesinde hatırlanırken o vakit geçtikten sonra unutturulan bu hal ve şu gidişat düzeni içten içe bir yıkımken hala bir ülke bahsi söz konusu edilebilir mi?
Soma Maden Cinayetinin, üç yüz bir cana mal olan yıkım halinin üstünden beş yıl geçer. Biz değil anlatmaya çalıştığımızı özetleyen cümleleriyle şurada sözü Soma 301 Madenciler Sosyal Yardımlaşma Derneği Başkanı İsmail Çolak’a bırakalım.“Bizler beşinci yıla ‘Ölüm madencinin kaderidir’ diyen Cumhurbaşkanını, gömleği kirlenen enerji bakanını, işçinin yemek yediği kabı tekmeleyerek ‘hadi hadi’ diyen amirleri, madenci yakınlarını tekmeleyenleri, olayın başında beri iktidarın yanında yer alan sendikayı hafızamıza kazıyarak giriyoruz. Bizler Soma’nın, Ermenek'in, Şirvan’ın nedeni biliyor, sorumlularını tanıyoruz. Sorumlular işçisinden önce çıkarılan madenin tonunu hesaplayan patronlardır. Sorumlular kamusal denetimle yükümlü Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Maden İşleri Genel Müdürlüğü, Enerji ve Tabii Kaynaklar Genel Müdürlüğüdür. Sorumlular 301 canımızın ardından sahte gözyaşları döküp verdikleri sözleri tutmayanlardır. Sorumlular maden kazalarına ‘fıtrat’ diyenlerdir. Sorumlular iş güvenliği tedbirlerini yerini getirmeyenlerdir. Sorumlular iktidarlarını işçi kanıyla sulayanlardır, iktidardır.”
301 madencinin yaşamını yitirdiği Soma Katliamı'nın dördüncü yıl dönümünde miting yapıldı. Madenci aileleri yeni Soma’lar yaşanmaması için madenlerin kamulaştırılmasını ve taşeron çalışmanın yasaklanmasını istedi. Soma'da, Soma Kömürleri AŞ’ye ait Eynez Maden Ocağında 13 Mayıs 2014’te yaşanan ve 301 işçinin yaşamını yitirdiği katliamın yıl dönümünde “Soma İçin Adalet Türkiye İçin Adalet” mitingi düzenlendi. Mitingi, Soma 301 Madenci Aileleri Derneği, Sosyal Haklar Derneği (SHD), Türk Mimar ve Mühendis Odaları Birliği (TMMOB), Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK), Kamu Emekçileri Sendikalar Konfederasyonu (KESK) ve Soma’da bulunan kitle örgütleri ortaklaşa düzenledi. Mitinge, Manisa'nın yanı sıra, İzmir, Aydın ve Balıkesir'den yoğun bir şekilde katılım oldu. Ege Linyitleri İşletmesi Müdürlüğü (ELİ) Soma Şubesi önünde başlayan yürüyüşün en önünde madenci ailesinin yaptığı “Acıları Bal Eyledik Yanan Nefeslerle. Somalılar Sizleri Özler Susmayan Nefeslerle” pankartı taşındı. Mitinge Cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce, HDP Milletvekili Filiz Kerestecioğlu, CHP Grup Başkanvekili ve Manisa milletvekili Özgür Özel, EMEP Genel Başkanı Selma Gürkan CHP milletvekilleri Engin Altay, Mehmet Tüm, Musa Çam, Orhan Sarıbal, Tur Yıldız Biçer, Tacettin Bayır katıldı. Ege Üniversitesinden güvenlik soruşturması ile çıkarılan Genel İş 7 Nolu üyesi taşeron işçiler “Somanın Ateşi Katilleri Yakacak” ve “İş Cinayetlerine Son” dövizleri ile yürüdü. TMMOB üyeleri “Kar Hırsına İşçi Cinayetlerine İş Katillerine Tamam” pankartı açarken maden bölümü öğrencileri “Sizin Attığınız Tekme Bizim Yüreğimize Geldi. Atılan Son Tekmeyi UnuTAMAM” pankartı ile yürüdü.
‘Soma Madenci Anıtı önünde bir dakikalık saygı duruşunun ardından madenci aileleri adına konuşma yapan Soma 301 Madenciler Sosyal Yardımlaşma Derneği Başkanı İsmail Çolak, “Soma faciası alınmayan önlemlerin ve formalite denetimlerin sonucu, işçinin sağlığı ve güvenliğinden çok çıkarılan madenin tonunun önemsendiği çalışma koşullarında ve göz göre göre gerçekleşmiş bir katliamdır. 4 yıldır adalet arayışımız sürüyor. Karar aşamasına gelen davada her türlü baskı ve zorbalığa şahit olduk. Dava süreci yukarıdan müdahalelerle çarpıtılmaya çalışılıyor. Gerçek suç örtbas edilmeye çalışılıyor. Dün olduğu gibi bugün de davamızın peşindeyiz. Ve biz bitti demeden bu dava bitmeyecek” dedi.
Katliamın sorumlularına değinen Çolak şunları söyledi: “Bizler beşinci yıla ‘Ölüm madencinin kaderidir’ diyen Cumhurbaşkanını, gömleği kirlenen enerji bakanını, işçinin yemek yediği kabı tekmeleyerek ‘hadi hadi’ diyen amirleri, madenci yakınlarını tekmeleyenleri, olayın başında beri iktidarın yanında yer alan sendikayı hafızamıza kazıyarak giriyoruz. Bizler Soma’nın, Ermenek'in, Şirvan’ın nedeni biliyor, sorumlularını tanıyoruz. Sorumlular işçisinden önce çıkarılan madenin tonunu hesaplayan patronlardır. Sorumlular kamusal denetimle yükümlü Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Maden İşleri Genel Müdürlüğü, Enerji ve Tabii Kaynaklar Genel Müdürlüğüdür. Sorumlular 301 canımızın ardından sahte gözyaşları döküp verdikleri sözleri tutmayanlardır. Sorumlular maden kazalarına ‘fıtrat’ diyenlerdir. Sorumlular iş güvenliği tedbirlerini yerini getirmeyenlerdir. Sorumlular iktidarlarını işçi kanıyla sulayanlardır, iktidardır.”
Verdikleri mücadelenin yitirdikleri için değil kalanlar için olduğunun altını çizen Çolak “Mücadelemiz, günde ortalama 4 işçinin yaşamını yitirdiği ülkemizde bir daha Soma yaşanmaması içindir. 4 yıldır görüyoruz ki patronlar hâlâ yasal zorunluluk ve denetim sınırlarını aşmaktadır. Şu açıktır ki iş sağlığı ve güvenliğinin alınmadığı her ocak yeni Somalara, yeni Şirvanlara gebedir. 4 yıldır inatla söylüyoruz; madenler kamulaştırılmalı, taşeron çalışma yasaklanmalı ve iş sağlığı ve güvenliği zorunlu hale getirilmelidir. 301 rakam değil, bir avuç kömür için bir ömür verenlerin simgesidir dostlar. Bizler de aileler olarak bu katliamın sorumluları hesap verene dek, işçi sağlığı ve işçi güvenliği önlemlerinin alındığı güvenceli bir geleceği inşa edene dek mücadele etmeye devam edeceğiz. Adalet talebimizi haykırmaktan geri durmayacağız” dedi.
Tükenişin, yıkımın, varlığı kesintisiz kılınan yıldırının sofrasında hayatlar bunca açıktan yem edilirken ol düzene, bir yer söz konusu olabilir mi, bırakınız ülkeyi bir çukurda bile bu kadarı fazla değil midir? Yaşadığımız dünyanın halini ve ahvalini belirgin kılan devletler sayesinde bugünümüz dünden beter yarınımız artık bahsi bile olunmayandır.
Geleceksizliğin nasıl biçimlendirildiği şu yukarıdaki Türkiye örneklerinde olduğu gibi, İsrail’in Nakba’nın yıl dönümünde, Amerika işbirliği ile kotardığı cerahat, katliam döngüsünden de okunabilecektir. Hayatlarımız, biz sıradan olanın hayatı bunca ucuza devletlere rehin kılınmaktadır. Çukurun tam tanımı bu yaşatılanlarda barizdir. “ABD Başkanı Donald Trump'ın Kudüs'ü 'İsrail'in başkenti' olarak tanıma kararı sonucu Tel Aviv'den taşınan büyükelçilik Pazartesi günü Kudüs'te açıldı. Gazze sınırında düzenlenen protestolarda İsrail'in müdahalesi sonucu ölenlerle yaralananların sayısı kat be kat arttı.
Gazze 2014'ten beri en kanlı günü geçirdi.” Şu satırlar yazıldığı sırada altmış civarında insanın canı çalınmış, dokuz yüz kadar insan yaralı en az sekseninin durumunun ağır olduğu bilgisi düşüyordu ajanslara. Hayat hakkının üstünün bu kadar aleni bir biçimde çizilmesi geleceğimizin karanlığını da bildiriyor. Geleceğimiz hali / meseli artık bir ütopya hali olmaktan ötesini belirginleştirmiyor. Bir inat için uğruna orada ya da burada ya da şurada, ismi siz koyun canlar alınmaya, muktedir, güç sahibi ya da en direkt terörün asıl sahipleri olan devletler kanalıyla hayatlar çalınıp, üstünde tepiniliyor.
Müştereğin, müşterek bahsin temeli olan sıradanın hakkı, hukuku hiç ediliyor. Biyopolitik olan Trump, Netanyahu, Erdoğan ya da başkaları ve pek çokları ve hepsi birden hepsiyle birlikte çağımızın karanlığını işliyor. Her yer kan gölü her gün bir başkamız için yaşama mücadelesi, umursuyor ve nihayetinde sorguluyor musunuz? Açık seçik biyopolitik cendere işleniyor. Kör tuttuğunu topal bulduğunu üflemek için sıra bekliyor. Olan sıradan insanların hayat haklarına oluyor. Devletler katildir. Katiller devletlidir. Sıradan insanlar, kimlikler, inançlar, değildir hiç ama hiçbir zaman sorguluyor musunuz? Meclis gündemine gelen ve Türkiye'nin İsrail'le yaptığı anlaşmaların iptalini isteyen önergenin AKP vekillerinin oylarıyla reddedildiği bildirilir. Sıradan insanlar, kimlikler, inançlar değildir katil olan, katleden düzen, mekanizma ve onu var edenlerdir. Sorguluyor musunuz?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2018
Görseller - Ömer İlksen AKÇİL
#biyopolitik#mesele#arzihal#meram#yıkım#israil#filistin#gazze#siyasa#katlia#cüret#dehşet#emek#mücadele#evrensel#haklarımız#müşterek#hayat meseli#devlet102#soma#maden cinayeti#soma301#yok etmeler#cinayet#coğrafya#kırım menzili#çürüme#hasbıhal
1 note
·
View note
Text
Senin, Benim, Bizim Hikayemiz
Sorgulanabilir olanın talan edildiği, sıradana ait olan hemen tüm müştereklerin cerahat ile boğulduğu, kuşatıldığı bir yer bir uzam o ismi yeni denilen ülkede aralıksız güncelleniyor. Soru sorma hakkından, yaşama düşürülen gölgeleri sorgulamaya yarını belirsiz bir yerde hayatı savunmaya ne yer, ne mefhum bırakılıyor. Ne doğrunun varlığına dair bir tahayyül, ne eğrinin bunca bariz kılınmasına karşı bir ünleme izin veriliyor. Dosdoğru eksiksiz belli bir döngü içerisinde çürümenin mefhumu güncelleniyor. Dibine kadar çürümeye rehinelik kalıcı kılınırken erk, muktedir, iktidarın vaveylası arasında ortaya serilenler bariz bir kötü, kapkaranlık bir menzili göstere gelirken, susun deniyor, ne yaparsak yapalım sadece iş bu sınırlarda susun, sorgulamayın!
Muktedirin pandemi sürecinin gerek öncesinde, gerekse de normalleşme diye çıkageldiği o tarih aralığına kadar var edilen güncelliği içerisinde bu sorgulamama hali süreğen bir hal ve tavra dönüştürülür. Devlet gerçeklerini esirgeyen, sorgulatmayan, düşündürtmeye gerek duymayan, var ettiği açmazları biteviye kılan bir mekanizmadır artık. 2020 yılının nasıl bir döngü / kırılmayı var eden sahne olduğu artık ama ve fakatsız kesintisizleştirilen her hamlede, hemen her gün var edilmiş olan bir insan hakkı ihlalinde belirginleştirilendir bugün bir kez daha. Sorgulama hakkının talan olunması, cerahatin güncellenmesi, arasız, fasılasız bir biçimde bir yurdun çürümesi güncellenendir. Mesel biyopolitik, tahayyüllerin ötesine ulaşmış olan kırım hali kesintisiz, denek bilinmemiz kesintisizdir. Bu mudur ülke!
Mezopotmaya Ajansı’ndan aktaralım: “AKP- MHP iktidarının baroların seçim sistemini değiştirmeye yönelik Meclis’e sunduğu yasa taslağına karşı İstanbul Barosu’nun Çağlayan’da bulunan İstanbul Adliyesi önünde düzenlediği “Savunma Mitingi” binlerce avukat katıldı. Mitingin olduğu alanda avukatlar sık sık “Aç aç barikatı aç”, “Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiç birimiz”, “Çek çek yasayı geri çek”, “Fevzioğlu istifa” ve “Bölünmeye hayır” sloganları attı.
Yüzlerce avukat alanın küçüklüğü nedeniyle miting sahasının dışarıda kaldı. İstanbul Barosu Başkanı Mehmet Durakoğlu, dışarıda kalan ve engellenen avukatlar içeri geçmeden mitingin başlamayacağını söyledi. Avukatlar da hep bir ağızdan barikatın açılması için slogan attı. Bunun üzerine polis bariyeri genişletti ve dışarıda kalan avukatların bir kısmı içeri alındı. Buna rağmen yüzlerce avukat alanın dışında kaldı.
Daha sonra Durakoğlu konuşma yaptı. Konuşması sık sık “Fevzioğlu istifa” sloganıyla kesilen Durakoğlu, mitinge çok sayıda hukuk bürosu ve meslek odalarının katıldığını söyleyerek katılanlara teşekkür etti. Durakoğlu, “Bütün görüşlerin olduğu yerde ortak bir dille haykıracağız. Meclise sunulan doğru değil. Buradan Ankara’ya bilinç götüreceğiz dedik. Bu işin sonu yok. Hep birlikteyiz bugün. Yapmayın, bölmeyin bizi dedik. 80 baro bir araya geldik. Çekin bu teklifi dedik. Gelin konuşalım, bunlar değil sorunlarımız dedik. Gelin konuşalım bizde ikna olmaya hazırız dedik” dedi.
Devasa sorunlarının olduğunu ve teklifin avukatların sorunlarını içermediğini ifade eden Durakoğlu, “Bu kapıdan girerken sorunlarımız başlıyor bizim. Stajer avukatların sorunu var. Bir virüs süreci yaşadık. Bürolarımızı kapattık. Gelin bunları konuşalım dedik. Dosyalarımızı saklayıp bize vermiyorlar. Bizden saklıyorlar. Niye bunun avukatlığını yapıyorsun denilerek sorgulanıyoruz. Avukatların kimisi açlık grevinde kimisi ölüm grevinde. Yaşamları için değil mesleklerini kaybedecekler diye grevdeler. Avukatlar adil yargılama istiyor. Gelin bunları konuşalım dedik. Hiç konuşulmayanları konuşalım. Çocuk savcılarla, suça bulaşmış hakimlerle sorunumuz var. Gelin konuşalım. Çoklu baro getirdiler. ‘Sizi parçalayacağız. Adliyelerdeki odalarınızı artıracağız’ dediler. Her görüşten 80 barodaki arkadaşımız ortak metne imza attı. Bize ‘siz siyaset yapıyorsunuz’ dediler. Biz siyaset yapmadık. Allah aşkına siyasetin suç olduğu bir yer söyler misiniz bana. Hukukçular siyaset konuşmasın istiyorlar. Konuşacağız” diye konuştu.
“Bunları engellersen, susturursan burası hukuk devleti olmaz” diyen Durakoğlu, “Adaleti sağlayanlar avukatlardır. Bize tahammül edeceksiniz. Avukat olmazsa, onun örgütlü gücü barolar olmazsa, yıkılır İstanbul Sözleşmesi. İşkence 1990’lardaki gibi yeniden hortlar. Yaşanası bir dünya ararsın kendine. Bunları para için yapmıyoruz. Üç kuruş için gece yarıları sorgulara giriyoruz. Ne çektiğimizi biz biliriz. Ankara’ya söylüyorum: Barolar susmaz. Bunu bilmeli Ankara. Yaşamı değiştirelim. Yasayı değiştirelim. Gel konuşalım dedik. Yargıyı FETÖ’ye teslim ediyorsunuz dedik. FETÖ diyemezsiniz dediler, o bizim muhterem hocamız dediler. Yapmayın diyoruz yine. Bu ülkenin avukatları olarak bizi hiç Allah affetsin demedik. Gördüklerimizin karşılığı bu mu? Bizi göreceksiniz. Biz avukatız biat etmeyiz” ifadelerini kullandı.
Yapılmak istenen sistemin bir FETÖ projesi olduğuna işaret eden Durakoğlu, “Unutun, terk edin bunu. Sembolik bir yürüyüş yaptık. Baro başkanları Ankara’ya giremedi. Bağırmak istiyorum. Baro başkanları Ankara’ya giremedi. Bir zulümden, bir polis devletinden söz ediyorum. Kendilerine de seslendik. Biz buradan dönemeyiz. Dönersek meslektaşlarımızın yüzüne bakamayız. 28 saat sonra açmak zorunda kaldılar. Çünkü eğer açılmazsa barikatlar size iki saat süre veriyoruz dedik. Bütün avukatları buraya çağırırız dedik. Bu ülkenin dirence ihtiyacı var. Korku iklimine teslim olmayacağız. Demokrasiye daima inancımız olacak. Bu ülkenim avukatları olarak bu teklifin üniter devlet yapısına aykırı olduğunu kanıtlayacağız” diye belirtti.
Durakoğlu, avukatların bedel vermeye hazır olduklarını söyledi. Teklifin bugün Meclise sunulduğunu hatırlatan Durakoğlu, şunları söyledi: “Çoğunlukları var belki çıkarırlar ama geçmemesi için bütün demokratik hatlarımızı kullanacağız. Bilmedikleri bir şey var. Bunların en fecisini darbeciler yaptı. 1980’de İstanbul Barosu'nun kapısına mühür vurdular. Kapattıkları sandılar ama avukatlar mührü kırıp geçti. Orhan Apaydın’ı o zaman kaybettik. Kapattıklarını zannettiler. Avukatlar kırıp attı o mührü. Baroları sindiririz sandılar. Bambaşka bir mücadele kodu gelişti. Sonuna kadar mücadele edeceğiz. Eğer mücadele etmezsek, susarsak Orhan Apaydın’a ihanet ettiğimizi düşünürüz. Yargı bağımsızlığı, toplum için, halk için mücadele edeceğiz.”
Adalet tahayyülünün bir sahadaki hak ve hukuk terimlerinin geçersiz kılınmasının yolu, zemininin yoklanması bir kez daha karşımıza çıkartılır. Bir sahnenin hak ve hukuktan ol bahislerin sunduğu demokrasi, eşitlik ve hakkaniyet tanımlarından ırak kalmasının zemin etüdünün varlığı korkunçtur. Bir asırlık ülke tahayyülüne çeyrek kala, elli koca yılda hiç ama hiçbir surette var edilemeyen demokrasinin yine / yeniden çürümeye sevk olunması, var edilmiş hakların da un ufak edilmesinin utancı kalıcılaştırılandır. Böyle bir menzil, bu kadar bağnazca “tek tip” kılınmak istenen bir sahanın yaralara merhem olması değil tam tersine bütün bütün yaraları var etmesi kesintisiz kılınacaktır. Sorgunun tasarrufunun tam da üç otuz kuruş kılınmasının bir sureti var edilendir, ya sonra!
Gençlerle yaptığı internet buluşması sırasında aldığı “beğenmeme” rekoru üstüne bir kez daha sosyal medya platformlarını kapatma / kısıtlama girişimine girişir baş amir! Açıktan denemelerin var edildiği, akla seza haller ve tavırlarla suskun kılınmış bir toprakta, bariz bir fiş çekme operasyonu için nabız bizzat baş amir tarafından yoklanır. Düzenin tüm bu yukarıdaki adalet / hukuk kavramlarına karşıtlığının, engellemelerle baroları lağvetmesini sanal ağa taşıdığımızda demokrasinin de eğrelti bir halde dahi kalmadığı / bırakılmadığı bir menzile ulaşılır. Yeni ülke diye çıkılan istikamette on sekiz koca yılda varılan eşiğin her ne olduğu, her nasıl sıradana karşıtlık olduğu o tehditlerin, bizzat canlı yayınlardaki genç tepkimesini dahi kabullenmediğini gösterir. İnsan hakları konusunda her gün biraz daha gerileyen, her an biraz daha çöken bir sahanın varlığı, ortaya çıkan resmin her nasıl biçimsiz kılındığının sureti şu sözlerdedir.
BBC Türkçe’den aktaralım: “Partisinin il başkanları toplantısı sırasında şu bahis ile çıkagelir Erdoğan; Kızı Esra Albayrak ve hem damadı, hem ülkenin Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak'ın yeni dünyaya gelen bebekleriyle ilgili yapılan sosyal medya mesajlarına değindi: "Geçen gece 8. torunum Hamza Salih dünyaya geldi. Berat Bey evladının doğumunun sevincini yazdığı bir sosyal medya mesajıyla kamuoyuyla paylaştı. Bu mesjaın altına on binlerce kişi tebriklerini ifade eden yorumlar yaptı. Ancak sayıca az da olsa bırakınız ahlakı, namusu, haysiyeti; insanlıktan dahi nasibini almamış, kalbi kararmış bazı alçaklar içlerindeki kötülüğü sergileyen hakaretlerle bu güzel iklimi kirletmeye çalıştı. Yargı ve emniyet teşkilatımız hemen harekete geçip kimliklerini tespit etmeye ve işlem yapmaya başladı. Bir bebek üzerinden ailesine ve temsil ettiğini düşündüğü değerlere saldıran bu alçakların peşini bırakmayacağız. Her birinden işledikleri suçun hesabını soracağız."
Erdoğan, bu yorumlara gösterdiği tepkinin ardından bunun sebebinin sosyal medya kullanımı olduğunu söyledi ve "tamamen kaldırılması için" hızla adım atılacağını söyledi:
“Benzer saldırıları farklı vesilelerle daha önce de yaşamıştık. Bu tür ahlaksızlıkların artmasında bu mecraların kontrolsüzlüğünün rolü vardır. Niçin Youtube, niçin Twitter, niçin Netflix gibi sosyal medyalara karşı olduğumuzun ne demek olduğunu anlıyor musunuz? Bu ahlaksızlıkları ortadan kaldırmak için. Bunlar ahlak sahibi değil. Bu millete layık olmayan bu gelişmeleri yaşamak, görmek istemiyoruz.”
Erdoğan, sosyal medya mecraları için "bu ülkeye bu tür mecralar yakışmıyor" dedi: “Asıl üzerinde durmamız gereken konu medya ve sosyal medya mecralarının nasıl olup da böyle bir kokuşmuşluğun aracı haline dönüşmeleridir. Bir düzene sokulması şarttır. Bu millete, bu ülkeye bu tür mecralar yakışmıyor. Onun için de bir an önce biz bunları parlamentomuza getirip bu tür sosyal medya mecralarının tamamen kaldırılmasını, kontrol edilmesini istiyoruz. Küresel firmalar temsilcilikler vasıtasıyla her türlü hukuki ve mali sorumluluğu üstleniyorlar. Türkiye'de ise ısrarla bundan kaçınıyorlar."
“Erdoğan, konunun TBMM'de hızla ele alınması ve yasama dönemi bitmeden düzenlemenin hazırlanması çağrısı yaptı: Milletimize karşı sorumluluğumuz, bu doğrultuda gereken mekanizmaları kurmayı ve işletmeyi gerektiriyor. Sosyal medya karşısında eli kolu bağlı kalmayı kabul edemeyiz. Bu konuda kapsamlı bir düzenleme üzerinde çalışıyoruz. Hukuki düzenleme tamamlandığında erişim engeliyle adli ve mali yaptırımlar dahil her türlü yöntemi devreye sokacağız. Türkiye bir muz cumhuriyeti değildir. Türkiye'nin hukuki ve idari makamlarını hiçe sayanları biz de hiçe sayarız. Buradan parlamentomuza ve parti grubumuza konuyla ilgili düzenlemenin süratle hazırlanması ve yürürlüğe konulması çağrısı yapıyor, yasama dönemi bitmeden bu konunun halledilmiş olmasını diliyorum.”
Bir kadına yönelik hakaretamizliğin salt muktedir olana değil sıradana her gün uygun görüldüğü bir yerde, baş amirin kızına yönelik olarak atfedilen yakışıksız ifadelerin ne ifadeyle, ne hakla, ne de insanlıkla bağdaşık olmadığı afakidir. Gel gelelim o bahsi var etmiş olan aktörlerden adalet makamı önünde hesap sormak yerine, topyekun internetin fişini bir kez daha çekmeye çalışmak (ki sosyal medya handiyse tüm trafiğin %60’ından fazlasını oluşturuyor) her şeyin nasıl ikilemlerle / deneye yanıla var edildiğinin göstere gelir. Bir uzamda topluma güvenin bunca eksik kılındığı, bir müşterek olan internetin dahi bile isteye tek tip, sınırlandırılmış, hiçbir şeyden haber vermeyen bir mefhum hali ve yapısına dönüşümünün garabeti her neyi imler. Bir çürüme halinin içerisinde bir menzilin her günü bir öncesinden ağır sınavlar kılınırken, insanlar var edilmiş olanı fark etmesin diye engeller çıkartmak sorunları çözmez, çözmedi, çözmeyecektir! Sosyal medyanın değil konuşan ve sorgulayan Türkiye halklarının hedef kılınmasında, ilelebet sessizliğe rehin edilmesinde bir kez daha ortaya düşülür, sonu hayrolsun!
Evrensel Gazetesi’nden aktaralım: “Türk Tabipleri Birliği (TTB) Koronavirüs İzleme Grubu üyesi Prof. Dr. Kayıhan Pala hakkında Bursa Valiliğinin talebiyle Uludağ Üniversitesi tarafından "halkı yanlış bilgilendirmek" suçlamasıyla açılan soruşturma protesto edildi. Bursa Akademik Odalar Birliği (BAOB) ortak salonunda yapılmak istenen basın açıklaması yoğun katılım nedeniyle konser salonunda yapıldı.
Tarih boyunca bilim insanlarının birçok kez dile getirdikleri şeyler için yargılandıklarını hatırlatan Bursa Tabip Odası Başkanı Güzide Elitez, “Bilim adına konuşan bu insanlar tüm karalamalara karşı tarihin onur sayfalarında yer aldılar. Bugün de Prof. Dr. Kayıhan Pala pandemi sürecinde bilimin doğrularını insanların sağlığını korumak adına kamuoyuyla paylaştığı için soruşturma isteniyor” dedi.
Prof. Dr. Kayıhan Pala'nın pandemiye ilişkin önlemler konusunda, başından itibaren yetkililere, topluma düşüncelerini önerilerini aktardığını belirten Adıyaman, şöyle devam etti:
"21 Nisan günü kendisine yöneltilen sorular üzerine, Bursa iline yönelik pandemiyle ilgili bilgilendirme yetersizliği, verilerin tam olarak paylaşılmaması, çalışmaların şeffaf olmaması, filyasyon test merkezi sayısının yetersizliği, Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesine test yetkisi verilmemesi, ücretsiz ya da sembolik ücretle su sağlanmaması gibi konularda, düşüncelerini, önerilerini bilgilerini paylaşmıştır.
Bursa Valisi, Kayıhan Pala’nın bu açıklamasına atıfla ‘halkı yanlış bilgilendirdiği, paniğe yönlendirdiği’ iddiasıyla hakkında Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı’na şikayetçi olmuştur. Vali, toplumun doğru bilgiye ulaşmasını, bilim insanının toplumu bilgilendirmesini baskılamak için harekete geçmişti.
Kayıhan Pala açıklamasını bir bilim insanı olarak ve Bursa Tabip Odası verileri üzerinden yapmıştır. Salgın kamucu bilimin, kamucu sağlık sisteminin, kamucu sosyal politikaların önemini bir kez daha gösteriyor. Bu duruma işaret edilmesi, hakikatin ortaya konulması istenilmiyor.
Salgınla ilgili değerlendirme yapmaya yetecek bütünlükte, epidemiyolojik veri açıklanmadan başarı hikayeleri yazılırken vaka sayıları artmaya devam ediyor. Buna karşı doğru bilgiye en çok ihtiyaç duyulan ve toplumun en savunmasız olduğu bu dönemde ona doğru bilgiyi aktarmayı bilim insanının sorumluluğu olarak gören Kayıhan Pala da doru bilgiyi en çok ihtiyaç duyulan dönemde topluma aktarmak için çaba gösteriyor.”
“Bilim insanının akademik özerkliğini ve mesleki bağımsızlığını tehdit eden soruşturmalar ve incelemeler asıl olarak toplumun sağlık hakkını, doğru bilgiye ulaşma hakkını tehdit etmektedir. Bilim insanının hakikati aramasına izin vermeyen, bilimsel yaklaşıma baskı girişimlerinin karşısında haklarımızı savunmak için buradayız. Yalnızca bilim insanları için değil, toplumdaki, dünyadaki her insan için ve gelecek nesiller için bu baskılara karşı çıkmak gerektiğinin bilincindeyiz.”
Sorgulama ihtimal dahi kalmasın isteniyor. Bir menzil toptan topyekun zalimliğin doruğu kılınmış bir saha haline dönüştürülüyor. Covid19’un yıkıcı etkisi, test yapmamaktan açık bir halde insanların birbirini enfekte ettiği “normalleşme” sürecine tam gaz devam denilip binlerce insanın canı bir kez daha rehin ediliyor. Bunu bildirdiği için bir hekim hakkında soruşturma şak diye yerine getiriliyor. Bir yanda baroların durumuna dikkat çekmek isteyen, o düzenleme diye çıkagelen geçmişin gülenci taktiğinin yeni versiyonuna bir dur, sıradanın hakkı çalınmasın diye ses verenlere darp / şiddet / gaz reva görülüyor. Bariz bir halde düşüncenin / idenin önüne yeni setler “muktedirin” krizi fırsat olarak gördüğü halin bir başka tezahürü ile yekten gerçek kılınmak isteniyor. Bir saha var ediliyor ne sorulsun ne sorgulansın. Bir saha var ediliyor, çürüsün; mütemadiyen o haline şükretmeye devam etsin! Bir saha var ediliyor bir lokma bir hırkadan seçilmişlerin varsıllığı için kölelik bir daha bina ediliyor. Bir saha var ediliyor ötekilere yapılanlar artık bu vatan bizim diyenler; Türk kimliğinin ta kendisine de reva görülsün, görülebilsin. Meclis kapısında kuşatma bir kentteki fabrika patlamasında sansürle, emekçiye üç kuruş zammı reva görüp, karunlar gibi memleket dediklerini sömürmeye, her ranttan pay almaya bir menzil var ediliyor, ne gam! Neresinden bakarsanız o kadar çürüme, nasıl görürseniz görün o kadar eksik gedik olmadan bir tuhaf yıkımın güncesi var ediliyor. Ne garip zamanlardayız, ne kadar acayip zamanlardayız. Hala dönüp dolaşıp temel haklarımızın bekasını muhafaza edebilmek için elimizdeki üç otuz hakkın da çalınmasına tanık yazılıyoruz. Ne acayip, ne bet ne kadar içten içe çürüyen bir sahnedeyiz artık görüyor musunuz. Çürüyor arasız hayatlar, gözden çıkartılıyor tüm o yaşamlar. Gözdağı bildirilen senin, benim, bizim hikayemiz. Sorgular mısınız!
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2020
Görseller: Zeynep KURAY v/ Twitter
#arizhal#meram#mesele#yeni türkiye#baş amir#sansür#engel#hayat#internet#düzenleme#barolar#savunma#savunma direniyor#söz hakkı#adalet#hak#hukuk#normatif#türk#anlam#yeni çağ#gündem#ırkçılık#hizip#kutuplaşma#karanlık çağ#pandemi#covid19#ispanyol gribi#nefes
0 notes
Text
Kayda Geçsin
Bir cinai şebeke hattının ortasında, her günü farklı bir fasit döngü içinde ‘hayat’ lime lime olunuyor. Erk, muktedir, iktidarın var ettiği her eylem ortaya serdiği her şablon bu kırılma halini biteviye kılıyor. Hayata yer bırakmayan, umudu çürüten bir ülke hakikat kılınıyor ve kılınacak. Cürüm hemhal hal içerisinde bir uzamın güncelliği arasız / fasılasız hakikat kılınıyor. Biçimlendirilen, güncellenen, daimi kılınan hayatın marazlara rehin olunması olduğu gözlerden kaçırılıyor. Bir yağma düzeni var ediliyor lime lime edilmesi kesintisiz kılınmış olan hayatın hiçbir türlü esamesi okunmasın diye her dönemeç / etapta bir kere daha sıradana karşıtlık bina ediliyor. Bariz bir cinai şebeke hattının üstünde, her günü tam anlamıyla zehirleyen bir yapı var ediliyor.
Çürümüşlüğü neresinden tutarsanız orasından elinizde kalakalan bir cerahat sarmalının ta kendisi yeni diye kakalanıyor. Yeni ülkenin yeniden ve yılmadan öne sürdüğü her vakada bir kez daha bu karanlık hal kesintisiz gerçek kılınıyor. Yönelimini insanın hak ve hukuğu kısmını lağvetmek olan bir düzlem bina olunur. Trollerden ak medya denilen rezilliklerin birinci elden savunucusu yayın organlarına, devletli erkanından baş amirin var ettiği her türden iğneleme ve hedef almalara bir ülkenin sinir uçlarıyla oynamak kesintisiz kılınan, sürekli devam olunandır. Gelişigüzel değil, basbayağı hesaplı kitaplı bir müfterilik halini memleket diye yutturmak devam olunandır. Demokrasi varmış gibi yapmalardan, sözünü eyleyenleri mahpus etmelere, hakkı da hukuku da ezip geçip, herkesi terörist ilan etmelere o son kalanların ne olacağının şüphesinden gün aşırı var edilen darbe paranoyalarına, tam tekmil komplo teorilerine inanma hallerine bir menzil çürümenin en pik noktalarını yaşar. Bu mudur yeni ülke!
Mezopotamya Ajansı’ndan aktaralım: “Kars'ta 13 Şubat tarihinde "örgüt üyesi olmak" iddiasıyla gözaltına alınan Kürt Siyasetçi ve yazar Mahmut Alınak'ın suç isnadı hakimlikte 302'nci maddeye çevrildi. Suç iddiası değişen Alınak, "Devletin topraklarının tamamını veya bir kısmını yabancı bir devletin egemenliği altına koymak, devletin birliğini bozmak, devletin egemenliği altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmak, devletin bağımsızlığını zayıflatmak" maddesine göre müebbet hapisle yargılanacak.
Hem savcılık hem de çıkarıldığı Sulh Ceza Hakimliği'nde tutuklanma talep eden Alınak'ın hakimlikte suçlandığı konular ve verdiği cevaplarda ortaya çıktı. Alınak, savunmasında "Polis ve savcılık sorgusundan da anlaşılacağı gibi PKK/KCK üyeliği suçlamasıyla soruşturma başlatıldı ancak savcılık ifadesinden sonra ne olduysa suçlama ülkenin birliğini ve bütünlüğünü bozma suçuna dönüştürüldü. Bana isnat edilen suçlar; birincisi, içler acısı feci bir hayat geçiren kağıt toplayıcıları ile birlikte çöplükten çekçeklerle kağıt toplama girişiminde bulunmak. İkincisi bir kavga meselesinde barış için aracılık yapmak isteyen iki kişi ile konuşmam. Üçüncüsü ise Emekçilerin Devrim Hareketi (EDH) Sözcüsü olarak iki kişinin bize katılmaları konusunda telefon görüşmesi yapmak. Dördüncü suç ise yasaklanan Mehmet Tunç ve Bêkes adlı kitabımın gelirinin Tunç ailesine bağışlanmasını konusunda Mehmet Tunç'un ailesiyle görüşmek" dedi.
Soruşturmanın saçma ve ucube olduğunu söyleyen Alınak, "Bu saçma delillerle bir polis ordusuyla evim basıldı, bilgisayar ve cep telefonuma el konuldu, bu yetmedi gözaltına alındın ve 5 gün boyunca soğuktan korunmak için 7 giysi giyip battaniyeye sarıldığım bir kafeste tutuldum. Devlet yöneticileri padişah sefası sürsün diye sarayda sefa yapıp yandaşlarının parasını oluk oluk akıtırken, insanları tıktığı kafeslere bir kalorifer peteği koymuyor. Belli ki yazdığım makaleler ve düşünceler AKP'yi ve onun halk ve özgürlüklere karşı bir giyotin baltası olarak kullandığı yargısını çok rahatsız etti. Bu askeri faşizmi teşhir ettiğim için benden intikam alınmak istenmektedir. Bu operasyonunun Ankara'daki mimarları beni korkutacaklarını düşünüyorlarsa bu boş bir hayaldir. Bu pespaye delillerle bir insanı suçlamak devletin aczini ve perişanlığını göstermektedir. Bu operasyon da bunu göstermektedir. Hitler faşizminden destek alan bir faşizm ile karşı karşıyayız." dedi.
Kendisini tarih ve insanlığa karşı sorumlu hissettiğini ifade eden Alınak son olarak şunları söyledi; "Tarihin yılmaz kalemi iyi ve kötüyü saniye saniye kaydediyor. Bütün bu olup bitenler yıllar sonra okunacak ve kimin ne yaptığı tekrar tekrar gün yüzüne çıkacaktır. Ben kendimi tarih ve insanlığa karşı sorumlu hissediyorum. Ben tarihe ve tarihin vicdanına güveniyorum. Söyleyeceklerim şimdilik bu kadar."”
Bir cinai şebekenin var ettiği cerahatle hayatlar lime lime ediliyor. Hayat bu uzamda erkin tahayyülünde bir kurguya rehin ediliyor. Abecesi çalınan, el kitabı yakılan, standartların dahi yerle yeksan olunduğu bir uzam gerçeğin ta kendisi kılınıyor. Bir yıldırı iklimi lamı da cimi de olmadan demokrasi denilirken var ediliyor. Düz ovada siyaset pratiğine sahip çıkan Halkların Demokratik Partisi’ne yapılan neyse, Kürd özgürlük hareketine karşıtlık ile çıkagelen de odur. Bunca bariz ve afaki olanın, bir o kadar belirgin ve düpedüz kılınan bir cerahat halinin ta kendisidir. Mahmut Alınak alınan kaçıncı tutsaktır. Daha kaç defa bu hayat gasp olunacaktır her ne kadar, nereye kadar? Düpedüz bu memleketin bir tarafı, bir yönünde vuku bulan hakikat rehin alınınca örtbas edilebilecek midir?
Demokrasi meselinin her ne halde olduğu, adalet kavramının nasıl çarpık kılındığı birkaç gün önce var edilmiş olan Gezi Direnişi davasında ortaya serilen ucubelikten ortaya dökülür. Milyonlarca insanın ortaklaşma / müşterek bahsinin “darbe” olarak yaftalanması için çıkılan yolda, duvara çarpan muktediri bir kez daha bildirir, karar duruşması. Öncesi, sonrası ile tam anlamıyla muz cumhuriyeti kılınmış yeri bildirir o dava. Esra Yalçınalp’in BBC Türkçe’deki haberinden aktaralım: “Mayıs 2013'te İstanbul'da başlayan ve zamanla Türkiye'ye yayılan Gezi Parkı eylemleri nedeniyle biri tutuklu 16 sanığın yargılandığı davada karar açıklandı. Davanın tek tutuklu sanığı Osman Kavala'nın da aralarında olduğu dokuz kişi beraat etti.
İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi beraat gerekçesini, Osman Kavala, Ayşe Mücella Yapıcı, Yiğit Aksakoğlu, Can Atalay, Tayfun Kahraman, Ali Hakan Altınay, Yiğit Ali Ekmekçi, Çiğdem Mater Utku ve Mine Özerden hakkında "söz konusu suçlardan hukuka uygun somut ve kesin delil bulunmaması" olarak açıkladı.
Yedi sanık hakkında çıkarılan yakalama kararları ise kaldırıldı.
Sanıklar Ayşe Pınar Alabora, Can Dündar, Gökçe Tüylüoğlu, Handan Meltem Arıkan, Hanzade Hikmet Germiyanoğlu, İnanç Ekmekçi ve Mehmet Ali Alabora hakkında "ifadelerinin alınmasına yönelik" ayrı ayrı yakalama emri çıkarılmasına karar verildi. Bu kişiler hakkında yeni bir dosya açılarak yargılama devam edecek.”
xxx
Kavala'nın avukatı İlkan Koyuncu, "mahkemenin o aşamaya gelmediğini gördükleri için" bu celsede savunma yapmayacaklarını açıkladı.
Gizli tanık olarak dinlenen Murat Pabuç'un isim değiştirip Murat Eren adını aldığı ve "kimlik tespiti bile yanlış yapılarak" "hukuka aykırı olarak savunma makamı olmaksızın dinlenen" bu tanığın beyanlarının geçerli olmadığından dolayı tekrar dinlenmesini talep etti.
Koyuncu, ayrıca Adalet Bakanlığı'nın "AİHM kararının kesinleşmedi" diye bir dilekçesi olmadığını tespit ettiğini ve Adalet Bakanlığı'na bunun sorulmasını talep etti.
Bir başka müdafi avukatı Aslı Kazan, 2013 yılında Nazmi Ardıç tarafından yazılan fezleke ile savcının mütalaasının aynısı olduğunu iddia etti.
Müdafi Avukat Tora Pekin, "şimdiye kadarki taleplerinin davayı uzatma sebebiyle yapıldığın suçlamasıyla karşı karşıya kaldıklarını fakat aslında delillerin yok sayılması marifetiyle mahkemede davayı kısaltma iradesinin mevcut olduğunu" söyledi.
Sanık Mücella Yapıcı, "Savunma yapmayacağını çünkü savunmasını zaten beraat ettiği mahkemede yaptığını" söyledi. "O günden bugüne hiçbir şey değişmediği" için o mahkemenin beraat kararını okudu.
Yapıcı sözlerini, "Gezi toplumun yüz akıdır. Gezi yargılanamaz. Canlarını kaybetmiş gençlerimizin ve gözlerinin nuru gitmiş dostlarımın önünde saygıyla eğiliyorum" diye bitirince izleyici bölümünden bir alkış koptu.
Bunun üzerine mahkeme başkanı izleyicileri tekrarı halinde dışarı çıkaracağı şeklinde uyardı. Sanık Mücella Yapıcı, "Gezi toplumun yüz akıdır, Gezi yargılanamaz, canlarını kaybetmiş gençlerimizin önünde saygıyla eğiliyorum" dedi.”
Bu kararın açıklandığı celseden sonra, akşam saatlerinde “Osman Kavala hakkında 15 Temmuz darbe girişimi soruşturması kapsamında gözaltı kararı verilir.” Hakimler ve Savcılar Kurulu (HSK), Gezi davasında ‘beraat’ kararı veren mahkeme heyeti ile ilgili harekete geçer. “HSK Birinci Dairesi, Mahkeme Başkanı Galip Mehmet Perk, üye Ahmet Tarık Çiftçioğlu ve Talip Ergen hakkında inceleme ve soruşturma izni verdi. 9 sanıkla ilgili beraat kararı veren İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi üyeleri hakkında inceleme başlatıldı.”
Baş Amir kıyıdan artık kabak tadından hallice olan adalet mekanizmasının nasıl kendisine uygun dönüştürüldüğünü ister istemez itiraf ettiği bir nutuk çeker. Vekil Sezgin Tanrıkulu şu tweeti yazar: “Erdoğan dün verilen Gezi Davası kararı için çok açık bir biçimde “içerde olan malum zat dün verilen kararla beraat ettirilmeye çalışıldı” diyerek Osman Kavala'nın neden tahliye edildikten sonra gözaltına alındığını ve kurum olarak yargının olmadığını bütün dünyaya açıklamış oldu.” Kalanı da aktaralım “Gezi Parkı’nda güya ağaç bahanesiyle başlayan olaylar kısa sürede büyüyerek devlete ve millete karşı sivil kalkışma halini almıştı. Gezi olayları, tıpkı askeri darbeler, muhtıralar, terör örgütlerinin saldırıları, FETÖ’nün 17-25 Aralık ve 15 Temmuz darbe girişimleri gibi devleti, milleti hedef alan alçak bir saldırıdır. Bay Kemal bunu zannediyorum dünkü konuşmasıydı aydınlık gençler diye vasıflandırıyor. Bunlar başta şahsı olmak üzere aldatılmış gençler. Bu aldatılmış gençlere orada çevreci sıfatı verilmek suretiyle bu ülkede milyonlarca ağaç diken iktidara ağaç sökme yaftası yapıştıranlara sadece lanet okurum. Bunlar masum bir ayaklanma hadisesi değildir ciddi manada perde arkasında Soros türü bazı ülkeleri ayaklandırmak suretiyle oraları karıştıran tipler vardır. Onun da Türkiye ayağı içerideydi bir manevrayla dün onu beraat ettirmeye kalktılar.”
Ahmet Şık’ın dava sonrasında, Twitter’dan bildirdiğidir: “İstanbul Çağlayan Adliyesi içinden edinilen bilgileri sıralayalım: Gezi davası ile ilgili beraat ve tahliye kararı bizzat Recep Tayyip Erdoğan tarafından verildi.
Hatta bu karar, kamuoyunun yakından tanıdığı bazı gazeteciler tarafından duruşmadan bir gün önce, pazartesi gecesi bazı sanık avukatlarına da “Beştepe’dem gelen müjde” olarak iletildi.
Pelikan Terör Örgütü (PETÖ) çatışma halinde oldukları Abdülhamit Gül’ün bu hükmün çıkmasında etkili olduğu düşüncesiyle kendilerine rağmen alınan bu kararın çıkacağını duymuş ve karşı hamle için bazı planlamalar yaptılar.
30.ACM kalemi memurlarına, başsavcılık tarafından kararla ilgili dlekçe gönderileceği ve işleme sokulmasınınstendiği ve bu nedenle mesai saati bittikten sonra gece yarısına dek kimsenin görev yerinden ayrılmaması talimatı iletildi.
Aldıkları talimatın gereğini yerine getirmelerine rağmen şimdi haklarında “kripto FETÖ” suçlaması yöneltilen heyetin kararını açıklamasından sonra herkes Osman Kavala’nın serbest bırakılmasını beklerken başsavcılık süre turum dilekçesi vererek istinafa itiraz hakkını korudu.
Silivri hapishanesine tahliyeyi geciktirme talimatı verildikten sonra da Osman Kavala’nın yeniden tutuklu kalması için ne yapılacağı tartışıldı. Tahliye edildiği, darbecilik suçlaması yöneltilen 309. madde ile ilgili dosyadan yeniden tutuklama kararı verilmesine karar verildi.
İlk günden bu yana Gezi direnişini “darbe” diye niteleyen ve tüm siyasi diskurunu bunun üzerine kuran AKP kadroları ve PETÖ, beraat kararından sonra sosyal medyada ortaya çıkan zafer havasının yarattığı olumsuz etkinin Erdoğan’ın yenilgisi anlamına geldiğini iknaya çalıştı.
Gezi davasının Batı’yla ilişkilerdeki yükselen maliyeti nedeniyle bazı pazarlıklar sonucu beraat kararı aldırtan ancak kitlesi nezdinde zayıflamış görüntüsü ortaya çıkan Erdoğan çark ederek bu kez tutuklama kararı alınması için yolu açtı.”
Ahmet Şık’ın gazetecilik refleksleriyle birlikte duyurduğu yeterince açıktır. Böylesi bir düzlemin bina edildiği yerde hayat bunca pervasızca yıkıma terk edilirken olmakta olan çürümedir. Gezi Başkaldırısını yargılama tahayyülündeki cüretle, oradan tahliye edilen bir insanın düşürülmüş On Beş Temmuz darbesindeki rolü diye bir suç icat ederek onu o potaya dahil etme gayretinin perde arkası da mı yeterince açık çürümeyi bildirmez. Bu kadar pervasız bir mafya / çete devletinde adaletin gölgesi dahi yok edilendir. İlk kez değil lakin en feci tahayyüllerle Thales’in terazisi yeniden yerle yeksan edilendir.
Cerahatin ortasında bir menzil yükseltiliyor. Çukurun bir bataklığa dönüşümü güncel kılınıyor. Tek eksiği cüppe giymesi olanın kendini hakim / savcı olarak atamasının var ettiği her edim / eylem bu bataklığın sahasını güncelliyor. Bir menzilde tek söz sahibi o muktedir kılınıyor. Tek adam denilirken bir insanın tahayyülünün nasıl bir facia dizisini var edeceği ima edilirken burun kıvrılan bir sahada yaşamak bir biçimde imkansızın kıyısına taşınıyor. Her gününe bir cerahat sıkıştırılıyor. Her gün birileri öteki ilan edilip bizatihi o erk eliyle linç olunuyor. Her gün kalemler kırılıp, yepyeni yıkımların rotasında ufak ufak ilerleniyor. Her gün birkaç görevlisi katledilirken savaş naraları atmaktan hiç geri kalınmıyor. Her gün bir elin parmağı kadar insanın intihar haberi dolaşıma girerken ekonomi mükemmel oyununa devam ediliyor. Burasına dikkat bahisleri gırla giderken yok edilen, ezilip geçilen şey insanın benliği / onuru olduğu unutturuluyor. Cehennem zaten tam da bu değil miydi? Cehennem tam da bu körlemesine yıkımın ta kendisi değil miydi... Süregiden çürümenin, behemehal devreye konulan yıkımın birlikteliğinde bir yer bir hayat bir cennet tahayyülü artık söz konusu değildir, kayda geçsin...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2020
Görseller: Uğur ŞAHİN – Behance
#çürüme#su çürüdü#hayat hakkı#gezi direnişi#kötülük#yıldırı meseli#hayat#sözcükler#direniş#anlam#devlete rağmen hayat#üç beş ağaç#viran#thales#adalet#mahmut alınak#kürd özgürlük hareketi#siyasal#politik#insanlar#çözümleme#kayda geçsin#meram#arzihal#fecaat#fasit döngü#sarmal#insan hakları#baş amir#türkiye gerçeği
0 notes
Text
Bu Muydu O Yeni Ülke!
Her gün, hemen hemen her yerde bambaşka addedilen oysa hep aynı sonuca varan çöküş halinin sahnelendiği bir güzergahtayız. Bugünümüz dünden de fena kılınıyor. Aklın zayi, fikrin firari, behemehal yaşam yetisinin çürük koyulduğu bir yerde her anlamda çöküşün tezahürleri ile kuşatılıyoruz. Muktedir, gücü ele geçirdikçe, var ettiği yönetim anlayışında sıradanın hayatını bir biçimde sınırlandırır. Bugün içinden çıkılmaz bir cerahatle sınırların kuşatıldığı yerin temeli hep böyle atılıyor. On sekiz yıllık iktidarın güncellediği / günceye dahil ettiği her hamle bir daha o çöküşü var ediyor. Benzersiz değil doğrudan yalın ve bir hayli kesintisiz bir çürüme halinin ortasına rehin bir yer, yurt hakikat kılınıyor artık.
Batısından Bakur Kürdistan’ına, Rojava topraklarından Suriye’de ilhak olunan sahaların, Libya’ya taşırılmış (taşeronlaştırılmış) olan cerahate her şekilde hayat meseline kasteden bir muktedir gerçek kılınıyor. Hemen her günün başat ve belirgin bir halde tüm o çürüme hali ile hemhal bariz bir biçimde yaşam ihtimali geriye bırakılmayan menzil hakikatin ta kendisi kılınıyor. Cerahatin güncelliğinde yaşam bir mutlak tesadüfler silsilesi haline tam anlamıyla indirgeniyor. Devletin gölgesi değmediği anlarda var edilebilen bir meselin ta kendisi kılınıyor. Hasbelkader devam olunan yaşam halinin ta kendisi var ediliyor. Her gün başka bir yıldırı iklimi var ediliyor. Her gün apayrı bir çukurun şekillendirilmesine devam olunuyor. Birbirini tamamlayan her hamle iş bu sahadaki sorgu edimini def etmek için güncelleniyor.
Terör, yıkım ve cerahat üçlüsünde fikirler yaşam istenci zayi ediliyor. Bildiğimiz anlamda bir ülke hal / istenci ve meselesinin köküne kibrit suyu dökülüyor. Bir asırlık deneyimin en sonunda varılan menzil cerahatin hia belirlediği, astığım astık, kestiğim kestik bir saha kılınıyor. Yeni Türkiye dedikleri bu ezberlenmiş ama her defasında bambaşka cerahatlere zemin olan bir sahneyi temsil ediyor. Böylesi bir toplamda hayat her ne olur? Çöküşün ol hayatı gölgelenmesi olduğu gözlerden kaçırılırken hangi yara iyileştirilebilir? Birbirlerini artık fark etmeyen kitlelerin var edildiği bir sahada cürümler peyderpey kılınırken yol her nereyedir? Cümlemizin cümlesi olagelen, yanıtı hiçbir türlü bulunamayan bu fecaat hali / sarmalından bir çıkış tahayyülü var mıdır ola?
Çöküşün, şiddet ve tükenişin bunca açık ve pervasız bir biçimde güncellendiği bir yerden sesleniyoruz. Böylesi bir yer hakikatken yol nereyedir sahiden umursuyor musunuz? Bir biçimde benzersiz değil daha önce gidilmiş olan yollara saparak bir yarının bırakılmadığı afaki değil midir? Hayatiyet ayaklar altına alınıp lime lime edilendir. Ekranlar kahkahalar ile yok yere yapılan yorumlar, onca patırtı ve gürültü ile donatılırken sıradanın hayatı bir kenara konulur. O hayat meseli bu sathı meselesi bu sathı mahalde çöküşü var edenlerin rehini kılınır. Çöküş yine yeniden var edilirken hayatın her neye dönüştüğü unutuşlara rehin edilendir. Sıradanın yaşam hakkı tarumar olunurken bir öte / gelecek hal, tahayyülü sıfırlanır. Yaşatmazlık sabit olunandır.
Her gün, hemen hemen her yerde bambaşka addedilen oysa hep aynı sonuca ulaştırılan bir çöküşün sahnesindeyiz. Erk, muktedir, iktidar eliyle kotarılan her hamle hemen devreye konulan her tahayyül bir kez daha ama son kez değil bu cürüm istenç, hayatın hemhal olunduğu zemini gösterir. Bir kurgu değil hakikat bizatihi çürütendir. Bir çürüme hali ki hayatın her anlamda heder olunmasına zemin kılınır. Yaratılan iklim, değişim, dönüşümü mutlak yıkımlar üstünden biçimlendirilen bir sahadır. Var edilen fecaat sanki hep aynı rotada var edilip benzer işler gibi görünse de her günü apayrı odakları / sonuçları bulunan bir cerahat hali var edilendir.
Burası Türkiye yok öyle bahsinin kelime karşılığı artık anlamca bu kadar kesintisiz olan tükeniş halinin ta kendisidir. Varlığı ile cerahatin teminatı olan muktedirin ortaya serdiği her edim bir başka fecaatin yolunu / yönünü güncellemektedir. Her günü çöküş kılınan yerin köşe hatları ol devletli tahayyülünde şu menzilin hemen her gününde bir kırılmayı da beraberinde getirir. İnsana verilen değerin hazan halidir mesele. Müştereklerimizin ayaklar altına alındığı, onca zamanın en nobran, en kıyıcı iktidar hali bugünün var edilmiş karanlığı hemen her şeyi özetliyor. Cerahat bu mıntıkada bir yol, yön belirleyici kılınıyor. Cerahat bu toprak parçasında bir savmış gibi savunuluyor.
Çöküş bir devletli politikası olarak var ediliyor yeniden ve yeniden. Hayat yıkıma terk edilip çürüme bir hizada, bir hiza bildirici olarak konumlanıyor. Günler geçiyor takvimin yaprakları hızlıca uçup gidiyor, sonuç ortada. Sonuç bu sahada hep afaki bir biçimde tüm o yıkımın üstünde ilerlenmesidir. Bildiğimiz anlamda bir ülke, yer tahayyülü yerle yeksan olunandır. Bu çöküş istencinin sahnelendiği yerde ortaya çıkan her dönüşüm atılan hemen her hamle bu bahsi günceller. Her gün bambaşka bir yıldırı hamlesinin şiddet tezahürünün ve sınırsız dayatmanın var edildiği yerde cerahat öylesine düz anlam değildir. Yaşatmayan, duymayan, duyumsatmayan ve hiçbir şeyin farkında olmayan bir yerin / yurt tahayyülünün güncelliğidir mesel olunması gereken. Bir çöküş, çökertme silsilesinin ortasında hala bir ülkenin var olabileceğine kanaattir mesele.
Daimi haber kaynağımız Mezopotamya Ajansı’ndan iki haberi iliştirelim: “Şırnak’ın İdil ilçesinde dün (15 Şubat Cumartesi) Şen ailesinin evini basan polisler, yerine kayyım atanan İdil Belediye Eşbaşkanı Murat Şen’in 90 yaşındaki annesi Fatim Şen ile Abdurrahim Şen’i darp ederek, kardeşi Nurettin Şen’i de soğuk havada yarım saat dışarıda bekletmişlerdi. Abdurrahim Şen ve annesi Fatim Şen, darp edilmeleri nedeniyle hastaneden sağlık raporu alarak, polisler hakkında suç duyurusunda bulunmaya hazırlanıyor.
Ailesinin maruz kaldığı duruma tepki gösteren Eşbaşkan Murat Şen, polis baskınını, “Evde terör estirmişler” diyerek özetledi. Polislerin, 90 yaşındaki annesine açtırdığı sandıkta birşey bulamadığını ve sandığın kapağını annesinin elinin üzerine bırakarak yaralanmasına neden olduklarını dile getiren Şen, “Bu kabul edilebilecek bir şey değil. Korkuyorlar. Ama bu korku onların sonu olacaktır. Bu halk hiçbir zaman baş eğmedi, diz çökmedi. 90 yaşındaki annem de diz çökmeyecek ve aman demeyecek” ifadelerini kullandı.
Annesinin maruz kaldığı durumun bilinçli yapıldığını ifade eden Şen, ailesinin korkutulmak istendiğini söyledi. Şen, “Onlar korku eceli ile sonu bulacaklar. AKP faşist bloğu, kendi polisleriyle gerçekten Türkiye Cumhuriyeti hukukunu bile tanımıyorlar. Dün Van’da beyaz Toroslar, bugün İdil’de 90 yaşındaki annenin yaralanmasına sebep olan kişiler, ülke hukukunu kabul etmiyorlar. Bunların peşini bırakmayacağız. Bunun hesabını hakkın, hukukun önünde verecekler” dedi.
Sabah kalorifer yakmaktan gelen abisinin de karlar üzerinde yarım saat bekletildiği bilgisini veren Şen, bu durumu izleyen komşularında polisler tarafından tehdit edildiğini aktardı. Şen, polisler hakkında suç duyurusunda bulunacaklarını söyledi.”
“Cezaevindeki oğlunu ziyaret etmek için 24 Ocak’ta Batman'dan İstanbul'a gelen ve aynı gün akrabalarıyla görüştükten sonra bir daha kendisinden haber alınmayan Mehmet Bal'ın ailesi, Bağcılar’da bulunan Batmanlılar Derneği’nde basın açıklaması düzenlendi. “Mehmet Bal Nerede?” pankartının açıldığı açıklamaya Halkların Demokratik Partisi (HDP) PM üyesi Ferhat Encü, Özgürlük için Hukukçular Derneği (ÖHD) üyeleri, Batman Dernekleri Federasyonu üyeleri, Doğu ve Güneydoğu Derneği (DGD) üyeleri ve Bölge gençlik dernekleri üyelerinin yanı sıra çok sayıda yurttaş katıldı.
Açıklamada ilk olarak söz alan Bal’ın akrabası Abdulselam Bal, 24 gündür kendisinden haber alınamayan Mehmet Bal’ın devlet sorumluluğu altında kaybolduğunu kaydetti.
Daha sonra söz alan Bal’ın oğlu Nihat Bal ise, 24 gündür babasının kayıp olduğunu ve ortaya çıkarılması gerektiğini belirtti. Babasının derhal bulunmasını isteyen Bal, “Babamın nerede olduğunu bilmek bizim hakkımız. Bu süre zarfında tek bir haber almış değiliz. Bir yerde düştü mü yaşıyor mu hiçbir bilgimiz yok. Yetkili kurumlar bize bilgi vermiyor. Babamın derhal bulunmasını istiyorum” dedi.
Ardından söz alan HDP önceki dönem milletvekili ve Parti Meclisi(PM) üyesi Ferhat Encü, parti olarak Mecliste soru önergeleri ve farklı platformlarda Mehmet Bal’ın bulunması için açıklamalar ve girişimlerde bulunduklarını ifade etti. Kürt toplumunun hafızasında kaybolan insanların durumun derin yarılmalara yol açtığını belirten Encü, “24 gündür Mehmet Bal’ın akıbeti bilinmiyor. Niçin bulunmuyor? Kimler kaçırdı? Hala bu sorulara cevap almış değiliz. Dolasıyla bir kişi eğer kayboluyorsa, devlet kurumlarının sorumluluğu vardır. Devlet yetkilileri ve mekanizmaları bu konu üzerinde durması gerekirken, ne yazık ki gayri ciddi açıklamalarla geçiştiriyorlar. Niçin kayıp olduğu konusunda devlet bir açıklama yapmak zorundadır. Bizler de HDP, ailesi ve halk olarak bu konunun takipçisi olduğumuzu belirtiyoruz. Mehmet Bal bulunana kadar bu konunun takipçisi olacağız” diye belirtti.
Ardından Özgürlük için Hukukçular Derneği adına konuşan Serhat Çakmak, kayıp vakalarında yargı makamları ve devlet kurumlarının ciddiyetle yaklaşmadığı için kaybın başka anlamlar taşıdığını söyledi. Devletin üzerine düşen görevi yerine getirmesi gerektiğini, aksi taktirde hafızalarının kendilerini 1990’yıllara götüreceğini kaydeden Çakmak, “Bizlerin hafızası 1990’lı yıllardaki faili meçhullere gidiyor. Yeni o dönemde kaybolmalara gidiyor. Gölbaşında MİT’e ait olduğu bilinen gayri resmi yerler var. İnsanlar zorla alınarak oraya götürülüyor. Ve beli bir müddet tutuktan sonra devletin resmi görevlerine bilgi veriyor. Bu tür durumlar olduğu için, hukukta yeri olmayan pratik uygulamalar olduğu için bunu diyoruz” diye konuştu.”
Zincirleme bir Kürd asimilasyonunun, bir asır öncesinde gayrimüslim halklara reva görülen her ne fecaat varsa bunların noktasına virgülüne yeniden ve yeniden biçimlenip, şeklinin şemailinin yolunda yürünen ülkede çürüme lafta değildir. Çürümüşlük bugünün her yanına sinmiş bir meseledir. Gününü karanlık kılmaktan kaçınmayan muktedirin tüm o var ettiği cerahat, Van’da polis görünümlü paramiliterlerin insan kaçırma çabasının ifşa edilmesinden (bkz önceki yazı), İdil belediye eşbaşkanının annesine yapılan işkenceden, Mehmet Bal’ın kayıp kılınmasına birbirini tamamlayan, tümleyen bir yıkım halini ihtiva eder. Yeni diye anılan ülkenin var ettiği cürümler artık uzak öte değil tam da göstere göstere var edilir. Böyle bir halde, böylesine açık bir biçimde, şu sahanın yöneliminin her nasıl bir istençle kuşatıldığı afakidir. Kim verecektir bunca yaranın hesabını / her nasıl?
Artı Gerçek’ten aktaralım: “İstanbul Teknik Üniversitesi'nde dış cephe temizliği yaparken, üçüncü kattan düşen taşeron işçi Murat Danacı'nın ölümüyle ilgili davada mahkeme sanığa 24 bin lira ceza verdi. Mayıs 2017’de yaşanan iş cinayetinde 52 yaşındaki Danacı, İTÜ’de dış cephesini temizlemek için çıktığı binanın 3. katından düşerek hayatını kaybetmişti. 22. Asliye Ceza Mahkemesi tarafından taksirle bir kişinin ölümüne neden olma suçu gerekçesiyle asli kusurlu bulunan sanık, 4 yıl hapis cezası ile cezalandırıldı. Sanığa verilen ceza, yargılama sürecindeki ‘olumlu’ davranışları göz önüne alınarak altıda bir oranında indirim yapılarak 3 yıl 4 aya indirildi. 3 yıl 4 aylık ceza ise sanığa verilen “hürriyeti bağlayıcı cezanın suçun işleniş biçimi, şahsi, sosyal ve ekonomik durumu ve sabıkasız oluşu” göz önüne alınarak günlüğü 20 liradan toplam 24 bin 300 TL adli para cezasına çevrildi. Bu rakam da 20 ay taksite bölündü.
Diğer yandan Evrensel gazetesine konuşan Danacı'nın oğlu Ozan Danacı, “Ben hapis cezası bekliyordum ki, bundan sonra kamuoyu oluşsun ve başka insanların canı yanmasın” dedi. Oğul Danacı “Ben çalışma ekonomisi mezunuyum. Bu bölümü okurken iş kazalarının ne kadar ciddi olduğunu görüyorduk. Mahkemeye adım atmamış sanık için yakalama kararı çıkarıldı ama adam sanki sır oldu hiçbir yerde bulunamıyor. 4 yıl hapis cezası veriyorlar, hakim yargılama sürecindeki olumlu davranışlarını göze alıyor ve cezayı düşürüyor. Bu adam mahkemeye gelmemiş, yüzünü görmedik. Telefon açmadılar. Bu adam işçi olarak çalışan bir adamdı. Bizim milyarlarımız yok ki. Bu adamların zaten parası pulu var. 24 bin 300 TL ceza verildi. Taksit taksit kan parası mı desek, devlete yardım parası mı desek, bu paraya bu işi kapatıyorlar. Hukuk bu. Başka bir şey söyleyemiyorum. İstinafa gideceğiz" ifadelerinde bulundu.”
Hayatın üç otuz kuruş kılınmasının cerahatidir bir kez daha karşımıza çıkartılan. Murat Danacı, gündelik bir mesel olarak dahi görülmeyen iş cinayetlerine kurban giden kaçıncı insandır? Adalet mekanizmasının yirmi dört bin üç yüz tl’ye sıkıştırılmış olan hallerine ne buyrulur! Tümden topyekun varsılların, gerektiğinde devletin kendisinin bir hayatı, Murat Danacı örneğinde olduğu gibi korunaklı kılınmasının, cezasızlık ile kuşanmaları dert değil midir, hala değil midir? Bunca kolayca sineye çekilebilen yıkımların olduğu yerde bir hayat ihtimali söz konusu edilebilir, sahiden de var edilebilir mi, düşünüyor musunuz?
On sekiz yıllık iktidarın güncellediği / günceye dahil ettiği her hamle bir daha o çöküşü var ediyor. Benzersiz değil doğrudan yalın ve bir hayli kesintisiz bir çürüme halinin ortasına rehin bir yer, yurt hakikat kılınıyor artık. Bütünüyle hayatın sömürüldüğü, yerle bir edilen hakların yerlerine ucube kararların ikame ettirildiği, cürmün cezasız, yıkımın hiç sonsuz, demokrasi meselinin lafta bırakıldığı bir düzlem gerçek kılınıyor. Böyle bir halde, bunca açık bir tahayyülle birlikte kuruluş tahayyülleri zikrediliyor. Çürüme almış yürümüş, dört bir yana cerahat saçmaya devam eden, dost değil düşmanlıkları değerli sayan, hayat hakkını zehirleyen bir sahanın her yanı yüzüncü yıla koşsa ne fark edecektir! Benzersiz değil doğrudan yalın ve bir hayli kesintisiz bir çürüme halinin ortasına rehin bir yer, yurt hakikat kılınırken, bunca cerahat ne olacaktır! İçimiz dışımıza çıkartılırken, her an yüreğimiz ağzımızda gezerken, o olacak, bu çıkacak, şu inecek beklentilerinin arasında bir menzilin hayatı / anlamı olduğu gibi yağmalanıyor. Bu muydu o yeni ülke!
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2020
Görseller: Cyesis – Eleni NIKOLAKOPOULOU – Behance
#adalet#arzihal#meram#mesel#türkiye#yeni ülke#çürüme#işkence#düzen#faşizm#yıldırı#devlet102#baş amir#kötülük#fecaat#hayat hakkı#insan hakları#yorum#mehmet bal#kaybedenler#murat danacı#iş cinayetleri#sözcükler#yaşama#insan#demokrasi#eşitlik#hürriyet
0 notes
Text
Yıkım Sabit, Yara Sabit, Çürüme Sabit! Yol Nereye!
Birbiriyle benzeşen, birörnek aralıksız yeniden ve yeniden imal edilen biyopolitik denklemin asal öğesi kılınan yalan ve riyanın güncelliğindeyiz. Devletin tahayyülü olarak çıkagelen bu cürüm ekseninin biteviye kılındığı bir sahnedir. Devletten hepimize pay edilen bir şablona itiş kakış sıkıştırılmış olan cenderenin ta kendisidir. Yalan ve riyanın yolunda yürüyen bununla bir hayat imgesini kotaran ve buna göre yön belirleyen menzil hakikattir. Doksan dört yıllık edim, cumhuriyet olarak tanımlanan şey artık bir tabela nüvesi kılınmasının sacayakları bu bahisler ile tamamlanandır.
Yitirilenin yerine konumlandırılan şey bütünlüklü bir tahakküm döngüsü o fasit dairedir. Bu sarmalda şu karanlıkta var edilen yegane şey biteviye bu histerik mahvetme döngüsüdür. Yalan ve riyadan el alınarak hayat dönüştürülmektedir. Muktedirin fecaatle halen savunduğu, önemseyip bir de güncellediği şey bu ikili ile bir memleketi yeniden imal etmektir kesin ve kesintisiz olarak. Sahnedeki bir oyun değildir hayata kastın gerçekten gerçek imalidir işte bir kez daha. Yalan ve riyanın ekseninde kurulan her cümle başka bir ataleti imlemektedir.
Bugün bu sahanlıkta yaşatılan karanlık döngünün lalettayin ya da mübalağa olmadığı aleni bir hakikattir. Ol mesel, tahayyül ve eylem artık hayata kesintisiz dokunan ‘devletliyi’ ifşa ediyor. Eylemlere karar verip, düzenlemek biçimlendirilirken zor olanın yolu da açılmış olur. Bu ülke yaşama zerre-i miskal değer vermeyenlerin eline rehin edilendir. Düzen sağdan soldan güncel kıldığı hamleleriyle, orta yerde bu cürüm halini güne dahil eder. Türkiye Cumhuriyeti ol nam tabelanın sağından solundan bina olunan her manevra bütün bu denklemi ortaya sermektedir. Yalan ve riyanın hegemonyası kesintisizleştirilendir.
Bir geçmiş tahayyülünün mirasçısı olup, bununla yön belirleyen, o karanlığı hala inkar edilen her şeyin yeniden imalidir söz konusu olan. Karanlığın belki de en dip derinlerdeki suretinin var edildiği o uzun geçmişin nihai finali 1915’ten, 1923’e kadarki yıkımla biçimlendirilmiştir. Dört milyon civarında gayri-müslümün, zamana yayılarak iş bu menzilde kurban edilmelerinin var ettiği dehşettir mesele. Yalan ve ol riyanın yeni ülkeyi kuruyoruz söyleminin nasıl bağnaz faşizan bir milli kimlik yarattığı, ülke diye bir cehennemî sahnenin önde gidenini biçimlendirdiği ortaya çıkandır.
Karanlığın üstüne eklenmiş olan her çaba, her tahayyül bu geçmeyen geçmişi yeniden var etmektedir. O günler, zamanlarda geçiştirmek fiili henüz icat olunmadığından düzen bunu gerektiriyordu. Sürgün ve kıtale tabi tuttuk, öldürmedik diye savunulan şey hayatların istimlak edilmesidir. Yalan ve riya ile nefretin birleştiği / bütünleştiği bir düzlemde hayatın kanla boğulması güncellenendir. Kara yılların dahilinde, tahayyülden gerçeğe dönüştürülmüş olan katran karanlığı bugünün menzili içerisinde de var edilendir.
Çürütmeyi gerçekten gerçek kılmak süreğen bir tahayyül ve eylem olarak Yeni Türkiye’de de öncelikli kılınandır. Muktedirin cerahatli eylemleri, attığı hemen her adım bunun için bir başlangıçtır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’a Faşist Diktatördür diyen CHP Parti Sözcüsü Bülent Tezcan hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturma başlatılır. Evrensel Gazetesi’ne konuşan Tezcan, hükümet sözcüsü Bozdağ’ın “Böyle bir şey olmaz, Türkiye demokrasi, özgürlükler ülkesi” sözlerine atıf yaparak, bir siyasi ifadeyi savcı kanalıyla soruşturmak hangi rejimdir? Savcı Bozdağ’ı tekzip etti” diye konuşur.
Tahakkümün zıvanadan çıkmış halini güncelleyen, 15 Temmuz sonrası kurulan yeni düzenek olağanüstü hal ediminin getirdikleriyle bu bahse konu faşizan karanlık zaten bir hakikattir. Başlı başına ‘yeni’ diye dünü takip eden bir düzen imal olunandır. Yönetenlerin, o, bu, şu olması sistemin faşizm ile hemhalliğini değiştirmemektedir. Faşist diktatörlük meseli bir uzamın hallerini bildirmenin yolunda atılmış tüm adımlara göndermedir. Birbiriyle benzeşen, birörnek aralıksız yeniden ve yeniden imal olunan biyopolitik denklemin asal öğesi kılınan yalan ve riyanın sofrasında nihai olarak faşizm boyut kazanır ve güncellenendir.
Tümden güncellenip yenilenen, duraksamadan işlevselleştirilen bir tahakküm nüvesi değildir sadece bütün bu karabasan döngüdür. Faşizmin nüktedan değil doğrudan bu sathı mahalde güncelliği bütün bu meramı da özetlemektedir artık işaretlere gerek olmaksızın. Faşizm bu ülkenin yönetim şablonu olarak kullanıla gelendir. Hak gasplarının tavan yaptığı bir dönemde adına torba denilen yasa paketleriyle düzenlenmek istenen işte bu bahsin ta kendisidir.
Hak gasplarının ardışık kılındığı cürümlerin bütünleşik ol hal ve imalinin olduğu yerde tahakküm kesintisizdir. Birbiriyle hemhal kılınan birörnek olarak şekillendirilen biyopolitik denklemin asal öğeleri yalan ve riya bu menzildeki talanın da esaslı yönünü belirlemektedir. Cerahat uzakta, ötede değil tam da menzilin ortasındadır. Çürümenin nihai bir rota kılınması günceldir. Ağır, baskı rejimi koşullarında yaşıyoruz. Devletin temsilini oluşturan, yalan ve riya ile kötülük bir gelecek tahayyülünü hiç ediyor. Hiddet ve kör nefretin birlikteliği bu bahsin yekten tamamlayıcısıdır.
Birbiri üstüne kurulan, konumlandırılan işte bu yeni devletin şablonu hayatı sıradana dar etme gailesi ile imal edilendir. Bugün yaşatıldığımız çukurun ne ilk ne de sonuncu olduğu bunca afakiyken asıl mesel, esaslı dert yeknesak faşizm arzusudur. İdam isteriz histerisinin ulaştığı boyut, mahkemelerde yargılamadan çok daha önce verilmiş olan karar ve hükümlerin, MİT tarafından beyan olunan ithamlarla atılan adımlara 4 dörtlük bir cinayet sahnede işlenmektedir.
Gever’de var edilen abluka, sokağa çıkma yasakları döneminde yaptığı haberler nedeniyle on yedi ay önce tutuklanan, kapatılmış Dicle Haber Ajansı muhabiri Nedim Türfent hakkında 22.5 yıla kadar hapis istemiyle açılan davanın dördüncü duruşmasında tanıklar Emniyet’te alınan ifadelerin baskı, işkence altında alındığını bildirirler. “Türk’ün gücünü göreceksiniz” nam rezaletin belgeleyicisi olan Nedim Türfent’in hedefe koyulması gümbürtüde unutturulmak istenendir. Gerçekten, hakikatten bahsetmek işte bu ülkede halen suç addedilendir. Gerçekliğin kaydını düşmek bağnazca suç addedilendir işte bu menzilde.
İçişleri Bakanlığı malum kayıt için soruşturma açıldığını bildirirken, gazeteci ol Türfent’in deyimiyle bu olayı açığa çıkarttığından dolayı, intikam için kendisi rehin alınır bu dava açılır. İddianamede tanık ifadelerinin tamamı çökünce, bu defasında da gizli tanık bahsi ön plana çekilir. Böylesine bariz bir kırım iklimi gerçek ilan edilir. Türfent’in tutukluluğuna devam olunur. Memleketi yönetenlerin insanına yabancılaşması, onu artık mahpus kılınacak birer öğe addetmesi ve gerçekliği ile ifşa olandır yeni denilen o eski Türkiye.
Kaseti evirip, çevirip bir kez daha başa saralım. Cürüm hemhal, cühela cüretiyle bariz ve birörnek kırımlar ile tahakkümün altına imza atılan, yalan ve riyanın düze çıktığı / kuşattığı bir yerdeyiz. Sızma belgelerin, gizli tanıkların, olmayan kayıtların, bylock diye bir programdan bihaber olarak ol müzik aplikasyonu içerisinde o sistemin sunucularına yönlendirilen insanların, sesinin, sözleri ve tahayyüllerinin üstünün çizilip, bu nefret sarmalına rehin edildiği ülke gerçekliğindeyiz hal ve gidişat bunu bariz kılandır.
Yalan ve riyanın ikliminde bir hayat ibaresi kalmasın diye her şeyin paldır küldür yinelendiği bir sahnedeyiz. Devletin hepimize pay ettiği şey bu bedbin hal toplamında çürümektir vesselam. Doksan dört yıllık devinim nihayetinde kendi çeperindeki o ötekinin hayatına kasıtla güncellenendir. Prof. Ayşe Buğra, eşi İnsan hakları savuncusu Osman Kavala’nın tutuklanma kararına ilişkin yaptığı açıklamada faş olandır yeni düzen.
“Tutuklama kararıyla yitirdiğimiz şey Osman Kavala’nın özgürlüğü değil, aynı zamanda demokrasi, barış ve hukukun üstülüğüne dair umutlarımızdır.” Geçmiş değil halen süreğen bir tahayyülle hayat paramparça kılınmaktadır, halimiz perişanlıktır. Yalan ve riyanın güncelliği için dört koldan ol eksik gedik, düşük, düşkün olan demokrasi, özgürlük, adalet şablonu imhaya çalışılmaktadır. Cerahat güncellenendir. Yıkım, yok etme ve tahakküm ve zulüm üçlüsü ile güncellenmektedir. Menzil artık hayatın değil tüketen bir döngünün döl yatağıdır.
Halkların Demokratik Partisi’nden on vekil tutsak edilirken, beş insanın vekilliği düşürülür. CHP’den Berberoğlu’da bu gözdağı hal ve gidişatına tutsak edilendir. Belediyelere başkanlar yerine erkçi kayyımlar atanırken Bakur Kürdistan’ında, İstanbul ve Ankara’nın dahil olduğu pek çok yerde başkanlar istifa ettirilir. En son moda demokrasi seçilmişleri kapı dışarı ederek imal edilendir. Tahakküm bu sahnede tüm o yalan ve riyanın refakatinde güncellenendir. Artakalan hayatın gasp edilmesidir. Artakalan o çürütmenin lanetine rehin bir düzlemdir, bariz ve doğrudan nihai olan, kalıcılaştırılan bu yargı ve tahayyüldür.
İçimize,ta dibimize kadar kurulmuş olan şey bu katran karanlığı bizatihi tüm o bahsin nesnelliğidir. Didaktik görünen söylem bütününde, eylem toplamında doğrudan açık bir yıkım şekillendirilmektedir. Hayat hakkında feragat etmiş, çoktan düzene rehin olmuş ve artık kendi sesini bile işitemeyen sıfırlar, birler olarak yaşama tahayyülü gerçek kılınmaktadır. Kesintisiz ve doğrudan rehin alınmış bünyelere daha derin korkuları salarak, göstererek tüm o nihai yıkım şablonu bir hakikat kılınmaya devam olunandır. Geleceğin Türkiye’si değil dünün devamı olan bir meczup sahne var edilmektedir, gram el titremeksizin, saniye de olsa bizler ne yapıyoruz denilmeden, gümbürtüde, alelacele.
Doğrudan tek adamın ülküsü, ülkesi, tahayyülü için memleket yangın yerine dönüştürülmektedir. Bariz olan bir seçim, seçenek, değişim ya da ötesi değildir artık anlık tükeniştir. En son yapılan TEOG bahsi yerine kurulmaya çalışılan ol sınavsız düzen, parası ve imkanı olanlar için özel okulları adres bildirirken, parasız sıradanları kapının ucundaki çürütmeyi önceleyen kurumlara pespayeleşmiş tabela okullara rehin kılmayı amaç edinir. Bunlar kadar afaki, bu kadar hakikaten var edilmeye çalışılan bir karanlık açıktan ve göstere göstere imal edilmemiştir.
On beş yılda varılan menzil, son 15 Temmuz darbesinin hala yanıt verilmeyen halleri, düşeşleri, piştileri bir yana katledilen insanların ardından meseli vatan millet sakarya ile geçiştiren tüm o dizginlerinden boşalmış faşizm kutsaması ile bir ülke değil bir çukurda olduğumuz afaki olur. Yalan ve riyanın düzleminde çürüten habis ur direnişi ve sözüne sahip çıkmayı imkansız kılmaktadır burası mıdır o yeni diye anılacak ülke, sahiden! Türkün Türk’e kara propagandasının bitmediği bir yer midir o yeni!
Medz Yeghern’i sindiren, Sayfo’yu sindiren, Küçük Asya Felaketini sindiren, 1919’tan 1923’e kadarki yıkımı sindiren, orayı sindirip bu mesellerin kanla yıkanmış bir toprağı içine sindiren yer midir, halen yüzleşmemiş o yer midir yeni! 1937’deki Dersim’de icra olunan yıkımı sindiren, kırımlarla geleceğini tam da bugün anılan faşizan döngünün menzilini daha milli şef İnönü’nün kurduğu menzildeki ol tek millet, tek devlet şiarını sindirmekten çok daha evvel kanıksamış bir menzil midir bunca zaman sonra kendini yeniden var eden!
Rum mübadelesini, Septemvriana 1955’i, 20 Dolar 20 Kilo 1964’ü birbirine bağlayarak güncellenmiş bir menzilde yalan ve riyanın yol verdiği kara yıkımı önemsemeden yoluna devam diyen bir yer midir, yüzleşmeden şu günlerde devamlılık mıdır yeni! Altmış’ı, yetmiş’i, seksenin on iki eylülünü, en sonuncusu ağır olan yıkımı ta ki ol on beş Temmuz’da var edileni, yıkımı hep yıkımı sindirmiş bir yerde hayat necidir? Sivas’ı, ol Maraş’ı, bir daha Sivas’ı, tüm o doksanlardaki Bakur Kürdistan’ında cereyan etmiş kıtali, hep anılacak olan Roboski’yi, ablukanın soluk bile aldırmadığı Sur’u kanıksamış bir menzilin tüm bu yalan ve riyanın var ettiği biyopolitik çürümeyi fark etmesine daha kaç vardır?
Yeni denilip durulan, yeniden var edilmek istenen bir çorap söküğü gibi ardı gelecek olan çürütmeyken sahi neyin ne zaman farkına varacak bu millet, şu millet, o millet! Tek vatan, millet, din, dil ve ötesi ya ahlak, ya vicdan, ya sorumluluk ne olacak! Deli saçması argümanların gündem edilip durulduğu oysa yalan ve riya ile güncellenmiş bir sistemin ortasında yağmanın kesintisizliği bu menzilde hakikatken sahiden bir yarın meseline varabilmek söz konusudur mudur? Anlıyor musunuz?
Amir konuşur: “Ağızlarını her açtıklarında batılılıktan, modernlikten, çağdaşlıktan söz edenlere soralım bakalım. Dünya çapında hangi eserleri ortaya koyabilmişler? Örneğin dünya çapında bir opera sanatçısı, bir aktör, bir gitarist yetiştirebilmişler mi? nasıl bir uçak, telefon, işletim sistemi ortaya çıkartamamışsak, kültür ve sanat alanında aynı başarısızlığı ne yazık ki yaşadık. Bu bir ortam, iklim, zihniyet meseledir. İklim çorak olunca, bir taraf kavrulurken bir taraf yeşermiyor. Aslında hedef doğruydu, yöntemler yanlış olunca hedefe ulaşılamadı.”
Bay Erdoğan’ın AKM’nin yenilenmesi ile ilgili konuştuğu söylevinde değindiği şu latent cümleler, fasit bir döngünün ortasında onca ağır yıkımı başkası var etmiş gibi sahiden rahatlıkla sindirilip alkışlanırken, bu memleketin memleketlikten çıktığı artık bariz değil midir, sahiden değil midir? Cerahate kol kanat geren, yıkımla yön belirleyen, yalan ve riyayı yeniden ve yine yeniden uygun adım bir menzil inşa etmek için kullanan bir sathı mahalde ne tepki verdirecek, ne ses ettirecektir, sessizliği, sinmeyi çoktan kanıksamışlara, ah! Bunca hazin yaradan sonra o tanımlanacak hayat neyi kapsar, nasıl tasvir edilebilecektir, nasıl? Hiç düşündünüz mü?
Vahim olan tüm bu kötülük yinelene gelirken bir haber düşer iki satırlık, “Êlih'in Korik Mahallesi'nde özel aracıyla arkadaşına araba sürmesini öğreten “ismi ve rütbesi öğrenilemeyen bir asker”, 5 yaşındaki Burak İlhan isimli çocuğa çarptı. Burak'ın yaşamını yitirmesiyle sonuçlanan olayla ilgili soruşturma başlatıldı.” Yalan, riya, kötülük, yıkım, çürüme, dönüşsüz bir yok etme daha ne çok şey, bir çocuk daha katledilmişken sahiden düşünüyor musunuz, yol nereye?
Beşindeki Burak İlhan kaçıncı kurbandı, Bakur Kürdistan’ında? Medeniyet teorileri, terörle mücadele ol hayata şekil verme, şunu güvenli bunu konforlu kılma, batıya kafa tutma, onu yapma bunu var etme cüreti yinelenirken yıkım sabit, yara sabit, çürüme sabit! Yol Nereye!
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2017
Görseller – Paintings by Cesar BIOJO
#mesele#söz hakkı#arzihal#cürüm cumhuriyeti#yerle yeksan#alaşağı#hayat meseli#faşizm#diktatör#gever#nedim türfent#gazetecilik suç değildir#osman kavala#hdp#chp#vekiller#teog#milli eğitim#türkiye gerçeği#yeni ama eski#çürüme#cürüm#yol nereye#biyopolitika#sözcükler#fragmanlar
1 note
·
View note
Text
Alın Size Yeni Ülke!
“Özgürlük mücadelesi tek bir şey için, tek bir kişi için ya da tek bir erek uğruna yapılmaz. Hiçbir zaman bilmediğimiz ve görmediğimiz insanlarla siyaset yapabilmeliyiz. Bütün olanakları, koşulları zorlayın, uluslararası oluşumlar da sizi destekleyecektir. Gerekirse hapse girin. Hem hapishanede okuyacak bir sürü şey bulursunuz!” 2010 yılında Türkiye'de katıldığı bir konferans sırasındaki Judith Butler’ın söylevinden bir kesit....
Kendi kendini kandırmaya şartlandırılmış bir ülke hali güncelleniyor. Bir yıkım halinin içinde bir o yana bir bu yana savrulup dururken insanlar, hakikatin yalın hali ortadayken bir biçimlendirme hali süreğen kılınıyor. Yalan ve riya ile örülmüş olanın, hile ve şark kurnazlığı ile biçimlendirilmiş hallerin sürgit yinelendiği bir menzil gerçekten gerçeğin ta kendisi kılınıyor. Gerçekliğin bariz bir eğreltilik olarak konuşlandırıldığı, hükmün sadece muktedir eliyle tayin edilip, ilam olduğu yerde cürümler hayatlarımızı kuşatıyor sahiden. Biteviye bir biyopolitik tahakküm var edilirken her şey ötede / uzakta var ediliyormuş gibi bildiriliyor. Ekranlar susuyor, gazeteler yazmıyor, insanların olan bitene dair sorgu, suallerinin önünü almak için her şey deneniyor.
Muktedir ve avenesinin bayram rehavetinde eylediği her şeyin dökümü bile yaşatılan hali kısadan anlatmaya kafi gelecektir. Kendini şartlanmış bir fasit döngüye mahkum etmiş ülkenin hakikat kılınması gailesi bütün bu yapının / devletlinin eyledikleriyle söz konusu olur. Atılan her edim, gidişatın çok daha katran karası halini örtbas etmenin yolunu da ol ihtimalini arayanları gösteregelir. Kuvvetle muhtemel bir sorgusuzluk, bariz bir teslimiyet iklimi ve kesintisiz olarak tek adamın tahayyüllerinin olur addedildiği sahadaki her çaba / her atak bu tekinsizlikler sarmalını var eder.
Bir teslimiyet döngüsünün, süreğen bir deneyim halinin noksansız devamlılığı “sağlama” alınır. Yolun, yönün karanlığı örtbas edilendir. Yeni ülke tüm ehvenlerin tarumar edildiği, hayat hakkının lime lime olunduğu bir güncelliğin var edildiği yerdir. Kendiliğinden iş bu sahada güncellenen bir ülke şablonu değildir artık kesintisiz olan. Bariz ölçülüp, biçilerek, kesilip, tartılıp, yoğrulup yeniden katara eklenen, her gün bir kez daha tasarlanan bu habis döngünün bir yazgı olduğu güncel kılınır. Yol sahiden de nereyedir? Düzenin sahiplerinin elindeki imkanlar, varmaya çalıştıkları ülke gerçekliği hepimiz için çanları çalarken daha da gidilecek yön var mıdır, o yol sahiden de nereye çıkacaktır!
Yazılmış, derlenmiş ve toparlanmış olanın hattında bir hayat mefhumunun izi bile isteye geriye bırakılmamaktadır. Süreğen kılınanın ortasında yazgı diye anılan her nedir ki sahi ama sahiden? İnsan eliyle, ol muktedir ve tahayyülünü paylaşanların, devlet mekanizması ve kümesi eliyle oluşturulan her şablon bir eksiltmenin ta kendisiyken hayat içten dışa ol dıştan içe her yandan her gün kuşatılırken yazgı yoktur. Biçimlendirilip, kılıfına uydurula gelen bir biyopolitik cendere vardır. Biyopolitik, beden kastın türlü çeşidinin aralıksız bu sahada var edildiği bir yer / gerçeklik vardır. Denetim, gözetim ve tahakküme boyun eğip, teslimiyetin vaaz olunduğu bir yer / gerçeklik vardır.
Kesintisiz kılınanın var ettiği her istikamet, bir ihtimali değil neticesi hep daha ağır yıkımı barındırmaktadır. İş bu düzlemin, bu toplumsal sahanın müşterek tahayyülü bu kadar açık ve süreğen bir halle derdest olunmaktadır. Muktedirin olur verdiklerinin yamacında hayat hakkının yıkımı güncellene gelir. Kimliğini benliğini, sözünü, seslenişini, tahayyülünü ve tözünü, duruşunu, nefesini, attığı adımı, yediği içtiğini her şekilde denetlemeye tabi tutup dönüştüren bir erkanın yanı başında hayat istenci rastlantısal var edilmektedir. Budur yeni ülke!
Hayat tastamam rastlantısal icra olunan, toptan bir yıkım şablonunun yamacından bütün o bedene karşıtlık / dönüştürme siyasetinin kuşatması altında var edilmeye bu sahada halen devam olunandır. Yazgı değil eğilip bükülen, yerle bir edilip hakikat karşısında sıradanın mücadelesi vardır. Muktedir karşısında bir tek ses, söz ve tahayyül bırakılmıştır bütün ol sıradanın hanesine / kümesine, hepimize. Bir ülke tahayyülü yaşamda var olma hali ve istenci sıfırlanmaya meyil ettirilendir. Çürümenin ortasında güncelleme çabasına düşülen, tahakküm hamleleri hayatın hiçleştirilmesini hiç eksiksiz var eder. Muktedir cerahati ile, cühela cüretini savunmasıyla, hiddeti ve olağan saydığı mezalimi ile hayatlarımızı kuşatıp çitlemeye devam etmektedir. Bütün bu hal dahilinde insanları kanıksatmaya, çürümeyi o tam anlamıyla eksilmenin yekununa razı gelmeyi dayatmaktadır. Sağımız solumuz her bir yanımızda devletin hiddetinden payını alan yıkımlarla çevreleniyor.
Yeni, yeni diye anılanın janjanlı paketi açıldıktan sonraki hali şu yukarıdaki görünümün ta kendisidir. Bir şablondan diğerine geçişin her dem daha feci bir yol haritasıyla süreğen kılındığı / şekillendirildiği yer midir zaten o yeni! Keskin bir dönemeç yamacında durup durup kendini teskin etmesi tahayyül olunan halkın giçbir yarasına merhem olunmayacak olduğu afaki, bilindik, aşina kılınır. Baş Amirin ta kendisi ve şürekasının tamamının yol verdiği, mahir bir meseleymiş gibi halka kabule zorladığı şey bir tahakküm döngüsünün ta kendisidir. Bunlara, bunca kötülüğe, tehditle alışacaksınız buyrulur hep bir ağız, hep bir fasit döngünün dahilinde, hemavaz, avaz avaz. Bu habis döngünün var ettiği her faciaya alışacaksınız buyrulur.
Hayatı ehven kılan / kılabilecek / kılınmış hemen her şey tarumar edilirken bir gelecek / öte tahayyülü de geriye bırakılmamaktadır. Dayatmacı politikaların eksiksiz bir devinim kılınıp, her şey bete fecaate koşarken bunların ortasında yaşam tırpanlanırken meselin ta kendisi bir şimdinin dahilinde tükeniştir. Bu tükenişe alıştırmaya çalışmaktır hala ve hala. Zor / bet / feci kılınmış olanın menzilinde hala hayat normal akışındaymış gibi beklentiye düşmeden yaşamamız, uçurumun kıyısında aşağı yollanacağımız günü beklememiz salık verilir, ne ülke! Hiçbir reçeteye sığmayan, hiçbir insani normla bağdaşmayan hallerin ol yekunu sıradana bedel / diyet / riayet silsilesi olarak çıkartılır.
Bunca bariz bir habis döngüde her nedir her neyin nesidir sindirilip bir de kabullenilecek olan, bu meçhuldür. Bu biçimlendirme hali güncellenirken bir yandan da korkuyu diri tutmanın yol haritası şekillendirilir. Tümden, bariz ve bütünleşik bir düzlem içten içe rehin kılınan bir korku hali ve sarmalında hayat üç otuz kuruşluk kılınır. Cerahat artık her günün başat, her anın öznesi kılınır. Bütün bunlara bu hallerin karanlığına alışacaksınız diye buyurur muktedir. Sağından solunan, düzünden tersinden, ötesinden berisinden kendi kendini kandırmaya şartlanmış bir ülkenin varlığı sabit olunur. Hayatı bu kulvarda hemen hiç ehven koymayan, bırakmayan bir cerahatin ürettiği, var ettiği, yineleye geldiği haller bu sınırlandırma şemasını güncellemektedir. Yaşamak bir teferruat addediliyor. Her şeyin hemen her şekilde sıradana karşıt olarak bina olunduğu yerde yön de yol da bütün bu hali, belirsizlikleri beraberinde getiriyor. Bunlara da alışılacak diye bildiriliyor.
Alışılması salık verilen yıkımların belki de en görünür kılınanı ekonomik çöküştür. Bütün bahsi toparlayacak olan çürümenin vesikalarından birisini Mezopotamya Ajansı’nın yer verdiği haberden aktaralım: “Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu Araştırma Dairesi (DİSK-AR), Türkiye İstatistik Kurumu'nun (TÜİK) bugün açıkladığı Mayıs 2019 dönemi "Hane halkı İşgücü Araştırması" sonuçları ile İŞKUR Haziran 2019 verilerini değerlendirdi. Mayıs 2018'de 3 milyon 136 bin olan mevsim etkisinden arındırılmamış dar tanımlı işsiz sayısı Mayıs 2019'da 1 milyon 21 bin artarak 4 milyon 157 bine yükseldiğinin belirtildiği açıklamada “Mevsim etkisinden arındırılmamış işsizlik oranı bir önceki yılın aynı ayına göre 3,1 puan artarak yüzde 12,8 olarak gerçekleşti” denildi.
Mevsim etkisinden arındırılmış işsizliğin hem aylık, hem yıllık olarak tırmanmaya devam ettiğinin altının çizildiği açıklamada, “Mayıs 2018'de yüzde 10,6 olan mevsim etkisinden arındırılmış işsizlik oranı, Mayıs 2019'da yüzde 14'e yükseldi. Bu oran Nisan 2019'da yüzde 13,8 idi. Mevsim etkisinden arındırılmış işsiz sayısı geçen yılın aynı ayına göre 1 milyon 112 bin artışla 3 milyon 415 binden 4 milyon 527 bine yükseldi. Dolayısıyla tarım, turizm ve inşaat gibi sektörlerin mevsim etkileri hariç tutulduğunda işsizliğin hem oransal hem de sayısal olarak tırmanmaya devam ettiği görülüyor. Mayıs 2019'da mevsim etkisinden arındırılmamış işsizlikte Nisan 2019'a göre kısmi bir gerileme görünse de mevsim etkisinden arındırılmış işsizlikteki artış devam ediyor” ifadelerine yer verildi.
DİSK-AR tarafından hesaplanan geniş, tanımlı işsiz sayısı Mayıs 2018’de 5 milyon 707 bin iken Mayıs 2019’da 1 milyon 183 bin artışla 6 milyon 890 bin oldu. Geniş tanımlı işsizlik oranı Mayıs 2019’da yüzde 19,8 olarak hesaplandığına vurgu yapılan araştırma raporunun Ağustos 2018'den itibaren işsizliğin düzenli yükselişi en çok gençleri ve genç kadınları etkilediğine ve mevsim etkisinden arındırılmış genç işsizliği Mayıs 2018'e göre 6 puan artarak yüzde 19,5'ten yüzde 25,5'e yükseldiğine değinilerek, “Böylece her dört gençten biri işsiz durumdadır” denildi.”
Sendika ağalarının masa başlarında, aman şimdi şey etmeyelim, şunu da şöyle bir artı iki, üç olmadı beş + bir, iki, üçe bağlayalım diye şişine durdukları bir coğrafyada alışacaksın, katlanacaksın diye sıradana reva görülenin kanıtıdır Disk-Ar raporu. Geleceği, bütünlüklü bir şimdisi, şu anı bırakılmayan, her anı hesaplı kitaplı zehirlenen bir ülkenin yağmasında hayat hakkı, emeğin karşılığını temin etme çabasına da vurulabilecek her türlü darbe hemen hiç aksatmadan var edilir. Yoksunlaştırma bir devletin süreğen politikasının bizzat öznesi kılınır. Yüklem her defasında bir başka fecaat / facia ile tamamlanırken bir de bu halle bir de böyle bir kuşatma gerçek kılınır. Cerahatin var ettiği yıkımın, ona bile ulaşma konusundan mahrum olanların durumu yansır iki satır, birkaç haberlik metinde. Yol böyle biçimlendirilir.
Bu ekonomik çökertme gailesinin, yıkımın ta kendisinin yamacında bir de muktedirin ol siyaseti ile var ettiği çürüme hali söz konusudur. Derdest ettiği, yıktığı, yok ettiği, sonuna kadar çürüttüğü bir sahada sözün de kerameti yerle bir edilmektedir. Geçtiğimiz Pazartesi günü bu bağlamda, kestirmeden söyleyelim bir siyasi soykırım hamlesi vuku bulur. Tüm o devletlinin sabahından akşamına hedef göstermeye doymadığı Halkların Demokratik Partisi’nin kazandığı Van, Diyarbakır ve Mardin Belediye Başkanlıklarına kayyım atanır. Herkesin gözlerinin içine baka baka bir menzilde hırsıza yeniden koltuk vermek güncel kılınır.
Mezopotamya Ajansı’ndan aktaralım: “İçişleri Bakanlığı, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Eşbaşkanı Adnan Selçuk Mızraklı, Mardin Büyükşehir Belediye Eşbaşkanı Ahmet Türk ve Van Büyükşehir Belediye Eşbaşkanı Bedia Özgökçe Ertan’ı görevlerinden uzaklaştırdı. Bakanlık tarafından yapılan açıklamaya göre, Diyarbakır'a Diyarbakır Valisi Hasan Basri Güzeloğlu, Mardin'e Mardin Valisi Mustafa Yaman, Van'a Van Valisi Mehmet Emin Bilmez, belediye başkanvekili olarak görevlendirildi.
İçişleri Bakanlığı'ndan yapılan açıklamada, Mızraklı, Türk ve Ertan'ın "örgütle iltisak-irtibatı olduğu”, "örgütlere destek verdikleri yönünde tespit ve deliller bulunduğu" belirtildi. Bakanlığın açıklamasına göre, görevden alınan belediye eşbaşkanlarından Adnan Selçuk Mızraklı hakkında 1 kovuşturma ve 8 soruşturma, Ahmet Türk hakkında 2 kovuşturma ve 4 soruşturma, Bedia Özgökçe Ertan hakkında da 1 kovuşturma ve 6 soruşturma dosyası bulunuyor.
31 Mart'ta yapılan yerel seçimlerde Adnan Selçuk Mızraklı ve Hülya Alökmen Uyanık yüzde 63, Ahmet Türk ve Figen Altındağ) yüzde 56, Bedia Özgökçe Ertan ve Mustafa Avcı da yüzde 54 oyla Halkların Demokratik Partisi'nden (HDP) belediye eşbaşkanları seçilmişlerdi.
İzan / norm / kural / müşterek hayat bahislerinde her nasıl bir devletle yüz yüze olduğumuz şu sayfalarca yazılmış açıklamanın satırları arasında çıkagelen birkaç cümle ile afişe olur. Demokrasiyi bu kadarını bile sindiremeyen bir ileri demokrasi ülkesinde ikinci kez, darbeci geleneğin ta kendisinin var ettiği cerahat / kayyım yinelene gelir. Kenan Evren’i hortlatan zihniyetin bildirdiğidir: “Diyarbakır, Mardin ve Van Büyükşehir Belediye başkanlarının göreve gelir gelmez; Halkın oylarıyla Belediye Başkanı olarak seçildiklerini göz ardı ederek bölücü terör örgütü yöneticilerinin talimatları doğrultusunda belediye mevzuatında dayanağı olmayan sözde “eş başkanlık” uygulamaya ve mevcut belediye başkanının tüm yetkilerini sözde eş başkan sıfatı verilmiş kişilerle birlikte kullanmaya başladıkları, ne şekilde kim tarafından yetkilendirildiği ve seçildiği belli olmayan eş başkanlara yasadışı olarak fiilen belediye başkanlığı yaptırdıkları, belediyeleri ülkenin bütününden farklı bir idari yapıya dönüştürmeye çalıştıkları, Terör örgütü ile iltisak, irtibat ve aidiyetleri nedeniyle görevine son verilen eski belediye çalışanlarını hiçbir resmi sıfatları bulunmamasına rağmen çeşitli isimlendirmeler adı altında fiilen bu belediyelerde çalıştırmaya başladıkları ve belediyeleri yeniden bölücü terör örgütü ile iltisaklı, irtibatlı kişilerin bulunduğu bir merkez haline getirmeye çalıştıkları...”
Ahmet Türk şu değerlendirmede bulunur, “Hukukun olmadığı, haksızlığın tavan yaptığı bir dönemi yaşıyoruz. Halkın iradesini tanımıyorlar ve buna da demokrasi diyorlar. Her şey açık bir şekilde ortada duruyor” dedi. Kayyum olarak yolsuzluk, usulsüzlük ve rüşvetle gündeme gelen Vali Mustafa Yaman’ın yeniden atandığını da hatırlatan Türk, ülkedeki siyasetin anti demokratik olduğunun kanıtı olduğunu belirtti. “Siyasetin nasıl yürütüldüğü açık bir şekilde ortada” diye konuşan Türk, “Yaşananlar kanunsuzluk ve hukuksuzluktan başka bir şey değildir” ifadelerini kullandı.
Yüzlerce insanın gözaltına alındığı, bunun adının da PKK operasyonu olarak ana akım tarafından lanse edildiği yerde, kayyım atamalarının hemen ardından da bir o kadar daha insan gözlem altına alınır. Çürümenin, hak tanımazlığın var edildiği sahanın, geleceğini bir kez daha geçmişiyle bütünleştiren bir menzil karşımıza çıkartılır. Yalanın, talanın ve ol riyanın ikliminde hayata da, merama da, söze de, siyasete de gerçekten yer yoktur. Bu coğrafyada bir asır sonra hala yerinde sayan bir demokrasi tahayyülü, bana benzememiş kim varsa onun canına ot tıkamak gerçekliğe bir kez daha kavuşturulur. Kenan Evren’in zorbalığı ile yüzleştiğini söyleyen iktidar odağı, on sekizinci yılında artık süreğen kılınan darbelerin altına imzasını atmaktadır. Bundan, bu kadar açık / yalın yıkımda pay sahibi olmaktan esef duymayanların menzilidir yeni ülke! Dibine kadar çürük kokan, dibine kadar esef verici tavırların el üstünde tutulduğu, sokaklarında işkencenin, sandıklarla bir ve birlikte ortaya çıkan iradenin sayılmadığı bir yalnız kavruk, çukur, Alın size yeni ülke!
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2019
Görseller – Sertaç KAYAR – Reuters
#arzihal#sesleniş#meram#türkiye#gerçeklik#yıkım#yıldırı#ekonomik#zorbalık#tahakküm#diskar#çürüme#nesnellik#siyasa#hak#hukukçu#adalet#bakur kürdistan#siyasi irade#gasp#milliirade#amed#wan#merdin#taarruz#işgal edilmiş topraklar#zihniyet#kürd özgürlük hareketi#barışmak#anlam
0 notes
Text
Bu Ülkede Hayattan Söz Açılabilir Mi?
Biyopolitik tahakkümün yenilenmiş odakları adına hayat denilen bu mefhumun sınırlarını dört bir yanda günbegün daraltıyor. İnsanın o değersizliğinden çıkarımlar peyderpey yaşatılanlarda güncel bir edime dönüştürülüyor. Sıradanın hayatına müdahalelerle ona verilen değerin hiçliği ilan ediliyor. Dört bir yanda süregiden cürüm, daim bir mesele olarak kurgudan öteye taşınan hamleler bütünü, hayatın istikametini biçimsiz bir yere taşıyor. Meselenin özü / özeti / olarak güncellenen bedene kasıt, süreğen bir hamle bütünü olarak var ediliyor.
Hayat duvarları yerle bir edildikten sonra bedenin dönüşümü iyice sağlama alınmaya çalışılmaktadır. O meselin önü ve ardılı hiç kılınıp, yaşayana değer esirgenirken, onu var eden beden de çürütülüyor. Bir rutin olarak tahayyül olunan bedene kasıt kesintisiz olarak erkçe çürütme istenciyle hemhal olandır. Yaşama eylemine düşülen her şerh ile mutlak, kesin olarak ol hayat yıkımı güncellenmektedir. Behemehal yapılanların ortaya çıkarttığı cürüm istikameti hayatın her ne hale koyulduğunu da imlemektedir. Hayatın sıradanın elinden çalınması kesintisiz bir ‘istenç olarak’ dünden yarına daima vurgulanan ve hep eylenendir. Biyopolitik tahakkümün, yine yeniden var edilmiş olan odakları bu ülkedeki hayat akışının onarılmaz bir merhaleye terk etmektedir. Cürümler ardılı cürümler ülkesi bir gerçekliktir.
Kare kare, hayata gölgesi düşürülen şey bedene karşıtlığın da mihmandarı olan devlettir. Anlık olarak güncellenen mesel bu gölgeyle hayatı kuşatmaktır iş bu menzilde. Devlet topyekûn o mekanizmalarıyla, ona teslim olmuş personalarıyla, kural ve kanun görünümlü dayatmalarıyla hayatı zehirlemektedir. Cürüm ötesindeki, çürümenin anlık suretleri değil, hakiki karşılıkları burnumuzun ucundadır. “Gelecek” tahayyül olunan değil şu anda çürümekte olandır. Bir uzamın biyopolitik tahakkümle yolunun kesintisiz buluşturulması güncellenmektedir. Görünen köy kılavuza hacet koymayacak kadar açıkta / alenidir.
Cürümle hemhal menzilde hayata kastın biteviyeliğidir daim olarak sorun. Hiçbir sorununu zamanında çözümleyemeyen, hiçbir yarayı zamanında önemsemeyen, her şekilde bunları göz ardı eden, konuşmayan, tabu kılan, sorgulamayıp, sorgulatmayan menzilde var edilendir ol hakikat. Dört yanda sürdürülen cürüm daim bir mesel olarak her gün de bariz hakikat kılınanlar hayatımızın istikametini biçimsiz bir hale terk etmektedir. Aylardır yoktan, tutsak edilmiş olan Cumhuriyet Gazetesi çalışanları hakim karşısına 24 Temmuz günü çıkartılır.
11’i tutuklu, 17 “Cumhuriyet çalışanının” FETÖ-PDY, PKK-KCK örgütlerine üye oldukları iddiasıyla dava, şu yukarıdaki imin ol hakikat halini bir kere daha bildirmektedir. ‘Bylock’ kullanıcıları ile görüşüldü iddiası HTS Sistem kayıtlarıyla çökertilir. İddianamede aslen imza yetkisi bulunmayan, Kadri Gürsel yetkiliymiş gibi gösterilir. Kırk yıllık çalışanlar sanki Cumhuriyet Gazetesini ele geçirecekmiş gibi suçlanırlar. Duruşma salonunda ilk gün bir silahlı üsteğmenin olmasına tepki gösteren avukatlar, “Silahların gölgesinde yargılama yapılamaz” dedikleri yerdedir işte o biyopolitik tahakküm.
Akın Atalay’ın savunmasından alıntılayalım: Bu davanın 2 amacı var. Cumhuriyet Gazetesi’ni susturmak yahut da teslim almak, ikincisi siyasi iktidarın istemediği haberleri, hoşuna gitmeyecek yazıları yayınlamayı düşünebilecek, aklının ucundan geçirecek gazeteci ve gazetelere maruz kalacakları akıbeti göstertmektir” der. “Türkiye’de bağımsız gazeteciliğin bedeli tutuklanmak ve cezaevine konmak, beş ay boyunca iddianameyi beklemek, 9 ay sonra hakim karşısına çıkmaktır der Gazeteci Murat Sabuncu.
Davanın savcısı olan “Murat İnam”ın FETÖ-PDY üyesi olmaktan yargılandığını “heyete!” hatırlatır. “Biz ağırlaştırılmış tutukluluk koşullarında dokuz aydır bu davayı bekliyoruz. O işinin başında müebbetle yargılanıyor, üstelik tutuksuz. Bizim manşetlerimizi, haberlerimizi dört yıl süreyle incelemiş. 1400 manşet demek bu. Bizi bu manşetlerin içinden cımbızladıklarıyla değerlendirmiş savcı ve bilgisayar mühendisi olan bilirkişi. Adetalarla dolu adeta bir iddianame der Sabuncu.” “Biz 31 Ekim günü tutuklandık. 31 Ekim’den bu yana yirmi Cumhuriyet emekçisi gözaltına alındı, tutuklandı. On dördü değişik zamanlarda Silivri Cezaevine konuldu. Onunla yetinmedi iddianame, bu iddianamelerdeki adı geçenlerin anneleri, babaları, eski eşleri bile hesaplarıyla birlikte sorguya dahil edildiler. Bir arkadaşımızın beş yaşındaki çocuğunun bile mal varlığı sorgulandı”
Yeterince açık bir biçim ile dava diye ortaya çıkartılan kadük durumun trajikomik hali artakalandır. “İddianamede yer alan manşetlerden biri, ‘Cadı Avı Başladı’. Bu manşeti anlatmaya gerek yok biz karşınızdayız. İbrahim Kaboğlu, Cihangir İslam, Murat Sevinç bu cadı avının mağduru değil, 120 bin kişinin ihraç edilmesi cadı avı değil mi? Demokrasinin iyi olduğu dönemlerde gazetecilik kolay yapılır ama ülkede karışıklığın olduğu dönemlerde gazetecilik zordur. İleride bu günlerle gurur duyacağız. Bizim görevimiz bu zor günlerde de sorgulamayı yapabilmek” der Murat Sabuncu.
Biyopolitik tahakkümün artık nesnelleştirilmiş hallerinde ortaya çıkan tablo sırf şu savunma metinlerinden bariz bir halde faş olandır. İnsanın değersizliğinden yola çıkılarak, kurulan her çatı ve hem hamle; bu bahse konu, kokuşmuş yeni ülkeyi açıktan imler. Güray Öz’ün savunmasından alıntılayalım: "Savcının suçlamaları hukuki temelden yoksundur. Hemen söylemem gerekir ki suçlamalarda yasaların suçlamaların kişilerle bağlantısının kurulması ilkesi ihlal edilmiş, suçlamaların birtakım emarelere değil somut kanıtlara delillere dayanması gerektiği ilkesi göz ardı edilmiştir. Oysa somut delil zorunluluğu daha gözaltı aşamasında şart koşulmakta, Ceza Muhakemeleri Kanunu'nun 91. maddesinde bu konunun altı çizilmektedir. Gözaltılarla ilgili olarak yasa koyucu daha önce var olan “emarelere” terimini maddeden çıkarmış, “gözaltına alınma kişinin bir suç işlediği şüphesini gösteren somut delillerin varlığına bağlıdır” demiştir. Ama her şeyden önce Anayasa'nın 38'inci maddesinde açık ve net bir şekilde “ceza sorumluluğu şahsidir” denildiğini hatırlıyorum. Türk Ceza Kanununun 20. maddesinde de “ceza sorumluluğu şahsidir” denilerek bu temel ilke açıkça belirtilmiştir. Ayrıca izleyen 21. madde de “suçun oluşması kastın varlığına bağlıdır” denilerek, savcının sık sık kullandığı “bilerek isteyerek” klişesinin delillendirilmesi iddianamenin hiçbir satırında gerçekleştirilmemiştir."
İngiliz The Times Gazetesi başyazısında şu ibareyi vurgular. “İstanbul’da başlayan davada o gazetecilerin Sayın Erdoğan’ın “eleştirel sesleri susturmak” amacıyla bastırmasının ilk kurbanı olduklarını gösteriyor. Çürümenin abecesi devletli şablonunda savunulan hemen her hamle ile ifa edilmiş bir pasife etme veya sınırlandırma çabasıdır. Cumhuriyet Gazetesi çalışanlarının yargılandığı davada gazeteci Ahmet Şık’ın verdiği hukuk ve gazetecilik dersinde ortaya çıkan tahakkümün bu biyopolitik sarmalın asıl vaadinin her ne olduğunun da ifşasıdır.
‘Çöp muamelesi yapılması gereken bir iddianame şablonundan, o darbe kliğinin bir ucunda duranların ülkeyi yönetme mücadelelerine, gazetecilik faaliyetlerinden terörizm eylemi çıkarma istencine, ithama hepsi bir, hepsi dolaysız ve doğrudan hayata kastın ifşasına her detayı gösteren / bildirendir Ahmet Şık tarafından yapılan ithamname. İtham ediyorum diye çıkagelen metnin, savunmanın sözün birlikteliğinde bu çürük çarık menzili yönettiğini iddia edenlere -isyandır.
“Dün gazeteciydim. Bugün gazeteciyim. Yarın da gazetecilik yapmaya devam edeceğim. Yani hakikatleri boğmak isteyenlerle aramızdaki bu uzlaşmaz çelişki hiç bitmeyecek.” Yazılanlar, çizilenler her şey bu ülkenin bir gününde değil hemen hemen var olduğu ilk gününden bu yana süregiden tehdidin, kontrol mekanizmalarının aleni ifşasıdır. Kendiliğinden değil bile isteye güncellene gelen, bir tahayyül olmaktan öte var edilen adaletsizlik, hukuksuzluk, özgürlüğün sınırlandırılması vb. temel hakların linçidir.
Halkların Demokratik Partisi’nin Amed’den başlattığı ol “Vicdan ve Adalet Nöbeti” polis ablukası altında gerçekleştirilir. Eylemin yapıldığı parka polis yurttaşları sokmaz. HDP Eş Genel Başkanı Serpil Kemalbay, eyleme dair yaptığı açıklamada şu sözleri eyler. “-Halkımıza sesleniyoruz. Faşizm geldim ama kendiliğinde gitmeyecek. Direniş ve mücadele kazanacaktır.” Kare kare hayata gölgesi düşürülen şey bedene, ruha ve fikre karşıt olan devlet tahayyülüdür. Devlet sistematik bir çürütmenin mihmandarıdır. Park halka kapalı tutulur. Altı gün sonunda devletlinin yeni konuşuna haiz olan sabah paçavrası, Diyarbakır’dan Teröre Yüz Yok manşetini atar. İtham ve yaftaların bir gazetecilik değil bariz bir tetikçilik hali karşı karşıya kalınandır.
Sallanan cümleler, kurulan irtibatlarla düz ovada siyaseti hedef almak kesintisizdir. Demokrasi bu tahayyülle yıkıma terk edilendir, yine. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisinin verilerine göre Olağanüstü Hal’in ilan edildiği 20 Temmuz 2016’dan bu yana 1963 işçi iş cinayetlerinde yaşamını yitirir. Bin dokuz yüz altmış üç bir rakam değildir. İşlerini geri almayı talep eden Nuriye Gülmen ve Semih Özakça ağır tecrit, hak gaspı ve yaşamlarına inat ve ısrarla işkence boyutundaki müdahalelere maruz bırakılırlar. Halkın Hukuk Bürosu, Sosyal Medya’dan yaptığı açıklama ile “Müvekkilleri olan Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın 28 Temmuz saat 00.00’dan sonra iradeleri dışında zorla hastaneye götürüldüğünü duyurdu. Açlık grevlerinin 76. gününden itibaren tutuklu bulunan Gülmen ve Özakça’nın Sincan İnfaz Kampüsü Hastanesi’ne kaldırıldığı belirtildi. Açıklamada, Semih Özakça ve cezaevinde birlikte kaldığı refakatçisinin nakil sırasından darp edildiği ifade edildi. Açıklamada ‘hayatını tek başına idame ettiremez’ raporuna rağmen Gülmen ve Özakça’ya hala refakatçi verilmediği de vurgulandı.”
Biyopolitik cerahat iklimi böylesine bet, birlikte imal edilendir işte. Büyükada gözaltıları sonrasında tutsak edilenlerden Uluslararası Af Örgütü Türkiye Direktörü, İdil Eser birinci dereceden yakını olmadığı için görüş yapamaz olarak, bir de bu bahis ile “tecrit” edilir. Biyopolitik olan mefhum bu yıkım şablonudur.
Halkların Demokratik Partisi Wan Milletvekili Tuğba Hezer ile Şirnex Milletvekili Faysal Sarıyıldız’ın vekillikleri “devamsızlıkları” öne sürülerek düşürülür. HDP’nin Meclisteki sandalye sayısı elli beşe iner. Tahakkümün zoru, sıradan olanın sözünü yağmalamak, hayat hakkını bir hiç kılmak, kendini savunmasına zemin bırakmamaktır. Yukarıdaki örneklerde olduğu gibi vekilliklerin meclis geçmişinden bu yana ilk kez resmen devamsızlık öne sürülerek iptal edilmesi gerçekliğindedir mesele.
Daha önce Eş Genel Başkan Figen Yüksekdağ ile vekil Nursel Aydoğan’ın milletvekillikleri haklarındaki “mahkumiyet kararları” öne sürülerek düşürülmüştür ha keza! HDP Grup Başkanvekili, Filiz Kerestecioğlu’nun demecidir: Tarihe çok önemli bir not daha düştünüz. SMS ile çağrılıp koşa koşa buraya geldiniz. Boş bıraktığınız meclisi bir anda iki vekilin vekilliğini düşürmek için doldurdunuz bu da size şeref madalyası olsun. “Biyopolitik” cürüm ekseni dört bir yanda güncellendikçe hayat ediminin, dokunulmadık, deşilmedik, yara açılmadık hiçbir yeri, köşesi bırakılmamaktadır.
AKP ve MHP işbirliğinde hazırlanarak Mecliste gündeme getirilen İçtüzük değişikliği iki parti üyelerinin oylarıyla kabul edilir. “Usul tartışmaları 3 dakika, grup önerileri söz konusu olduğunda öneriyi veren gruptan bir vekil beş, diğer gruplar içinse üçer dakika ile sınırlandırılır. Meclise vekiller, pankart ve döviz ya da benzeri materyallerle girmesi yasak edilir. HDP Milletvekili Meral Danış Beştaş, “Geçmişle yüzleşme ve hakikatlerin ortaya çıkartılması engellenmek isteniyor. Farklılıkların mecliste zikredilmesi yasaklanmak isteniyor. Kürdlerin, Alevilerin, Ermenilerin yaşadıklarının anlatılması engelleniyor. Tekçi zihniyet tekamül ettirilmeye çalışılıyor.” “Egemenlik kayıtsız şartsız iktidarındır, ol çoğunluğundur.” Bahsi gerçek kılınarak millet iradesi gasp olunduğunu ilave eder Beştaş.
Hayat bu menzilin her gününde biteviye apaçık bir biçimde daraltımı için çalışılarak güncel, bir tecrit sahnesine dönüştürülüyor. Yaşam istencinin çürütülmesi artık ortalık yerde, göstere göstere, bile isteye yapılandır. Kürdistan, Ermeni, Pontos, Rum Soykırımı ya da Medz Yeghern, Sayfo demek bir biçimde bu tüzük değişikliği ile sağlama alınmak istenendir. Güçlü, büyük ülkede bu sesleniş hamleleri, kelimeler dahası eylemler yasaklanmak istenendir. Demokrasinin ilerisi olarak bu menzilde öne çıkartılan sahne yeniden dününe rehin edilendir. Söz hakkından çekinilen yer güçlü ülke mi olur? Söz hakkını iğfal eden yer ülke midir? Sözün üstünü çizen menzil büyük ve güçlü olsa ne yazar!
Seslendirilen kelimelerden çekinerek bir normalleşme söz konusu edilebilir mi? Hayat bunca ucuza yerle yeksan edilirken, dile pelesenk edilmiş özgürlük ve demokrasi kadar, medeniyet ağızdan düşürülmezken, daha burnunun ucundaki, toprağında yer etmiş olana öteki diyerek yaftalamak, sorgulatmamak sesini kestirmek necidir? Vicdan ve Adalet Nöbeti’ne dair ithamlar, Amed’de gözdağının orta yerinde serilen, gerçek kılınan yok sayma süreğen bir hali bildirirken ne olacaktır yarın, ya sonrası, nedir?
Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in öldürülmesine ilişkin davada savunma yapan dönemin Samsun Jandarma İstihbarat görevlisi Astsubay Birol Ustaoğlu, Samast’ın yakalandıktan sonra götürüldüğü TEM Şube’deki mülakat esnasında MİT’ten “Recep” isimli birinin odada bulunduğunu söyledi. Ustaoğlu, Samast'ın bayraklı görüntüsü için "talimatı başsavcı verdi" dedi.
Cumhuriyet Gazetesinden Canan Coşkun'un haberine göre, “Hrant Dink'in öldürülmesine ilişkin tetikçi, azmettirici, kamu görevlisi ve jandarma görevlilerinin yargılandığı davanın dünkü duruşmasında dönemin Samsun polis ve jandarma görevlilerinin savunmaları alındı. İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi'nde bugün görülen duruşmada savunma yapan Jandarma İstihbarat görevlisi Birol Ustaoğlu, cinayetin incelenmeyen MİT ayağıyla ilgili ifadeler kullandı.” Aleni bir kin güderliğin sofrasında, sanki on yıl değil dün gibi olan / olmuş / yapılmış olan cürümler ve cinayetler söz konusuyken daha ne kadar suskunluk vaaz olunacaktır.
Masalların hakikatin önünde set edildiği, masal diye kabusların gündelik kılındığı, gündelik halin toptan çürütmeye rehin edildiği bir menzilde tahakkümün boyutunu fark ediyor musunuz? Bugün basit gibi söze katılmayan, anılmayan nice şeyin nasıl incelikli bir hesap kitap bahsiyle şekillendirildiği aleni olurken, görünürken hayatın sınırları nereye kadar daraltılacaktır. Terörle Mücadele şubesinde çekilen görüntülerin duruşmada izlenmesinin ardından Ustaoğlu, “MİT’ten Recep diye biri vardı. Recep olarak biliyordum. TEM şube müdürü de ifadesinde bir MİT görevlisinin olduğunu söylemişti.
Dink ailesi avukatlarından Hakan Bakırcıoğlu’nun Ustaoğlu’na “MİT’in çektiği görüntü oldu mu” diye sorması üzerine Ustaoğlu, “Herkeste telefon vardı. O anda tüm dikkatim bilgi almaktı” yanıtını verdiği yerde, ciddi ciddi devletin nasıl hayatımızı kuşattığını görebiliyor musunuz? Dünden bugüne, şimdiden yarına var edilmek istenen bu tahakküm hali kesintisiz bir çürümedir, hayatınız için endişe edip, sorguluyor musunuz? Yarın halimiz nice olacaktır?
Yarın bu ülkede bir hayat hakkı söz konusu olacak mıdır? Bütün kepazeliğiyle aleni çürütmeye teşneliğiyle, kırımla / kıtalle ve yıkımla bir hayat bahsi kalacak mıdır? Düşünüyor musunuz? Cinayetleri düzenleye karmaşık kümelerin aslında devletin imecesi olduğu ilaveye gerek olmadan ortadayken, iş bu raddede bu ülkede bir hayattan söz açılabilir mi? Sorguluyor musunuz?
Görsel – Untitled – Mohau MODISAKENG
#cumhuriyet gazetesi#biyopolitika#iktidar#savaş#yıkım güncesi#gazetecilik suç değildir#söz hakkı#demokrasi#çürüme#hayat hakkı#mesele#erdoğan#vicdan#adalet#nuriyevesemihyaşasın#insan hakları#agos#hrant dink#müesses nizam#milli ve yerli#tahakküm#başka türkiye var#arzihal
3 notes
·
View notes
Text
Bu Mudur Meşhur Yeni Ülke?
Biçimlendirilmiş olanın eğreltiliğe meyil ettiği bir sahadayız. Bir zamanların ülkesinin iş bu cenahtaki dönüşümünün tedirgin edici hallerine teşne olmaktayız. Hayatlarımız ol erk, muktedir, iktidarın tahayyülüne teslim, o’nun arzusuna göre yerilip yıkılan, ezilip geçilen bir mesel kılınıyor bunu biliyoruz, bunu yaşıyoruz. Sözün çiğnenmesi, hayat hakkının bir hiç kılınması kesintisiz kılınıyor artık bariz ve günbegün, bunu anlıyoruz. “Tahakkümün” yönü, biçimlendirilmiş olanın ezası / belası kesintisiz bir hakikati imliyor. Var edilen yeni ülke lafzı tümü çapaklı laf ve anlatımlardan azade bütünlüklü bir çürümeyi imliyor artık.
Kendiliğinde sahada yaşama tahayyülüne kasıt biçimlendiriliyor. Erk, muktedir,iktidarın olağanı sıradanın hayatının cehennem kılındığı bir mefhumu bildiriyor. Soluk alamıyoruz artık. Yaşama düşürülen şerhlerin, hayatı yerle yeksan eden o devlet tahakkümünün bütün bu gümbürtünün orta yerinde duruyoruz. Nefesimiz kesiliyor, canımız yanıyor, endişemiz hep baki ama susmuyoruz. Biçim diye çıkagelen yıkıcılığın karşısında hiç değilse suskun kalmamaya çalışıyoruz. Biliyoruz ki bir gün sustuğumuzda yıkımın ardılı sıra güncelliği için yeni hamleler gerçekleştirilecek bunu anlıyoruz.
Biçimlendirildiği zikredilenin aslen, bariz bir fecaatin ta kendisi olduğunun gizlendiği bir sahadayız. Türkiye Devletinin halkına karşıt, koşulsuz, şartsız bir tahakkümün hemen hiç aralıksız bir cerahatin varlığını tescillediği afişe oluyor. ‘Yeni Ülke’ o’dur. Erk, muktedir, iktidarın türettiği “biyopolitik” sarmal ümidin berhava olunması adına süreğen bir tavrın devamlılığıdır. Yaşatamayan yerin, bugün nefes dahi aldırmayan düzlemin, çürüten bir mekanizmanın her ne olduğu bariz kılınandır. Doksan altıncı yılına ilerleyen cumhuriyet kendi evlatlarını gözden çıkartmaktadır. Cerahat böylesine aralıksız işlevselleştirilip pay edilendir.
Kimliksizleştirme, tahakküme rehin etme, hınçla terbiye etme, şiddet mefhumlarını birer enstrüman gibi kullanma, içişleri bakanı gibi attığı her hamle bir kepazelik olan derinlerin dibinden bir insanın sırtını kollama, ötekisini salt öteki kılındığı / bildirildiği için nefretle sınırlandırma bugünün hakikati kılınıyor. Cerahat pervasızca güncellene gelirken yıkımın her neye evrildiği unutturulmak isteniyor. Yeni Türkiye mefhumu dillendirilirken cerahat ve kalıcı kırım döngüsünün de olay örgüsündeki yeri sabitleniyor. Elimizde kalan birkaç kuru cümle, bolca avaz, çokça isyanın gölgesidir.
Biçimlendirilmiş olanın eğreltiliği, çürümenin noksansız devamlılığında var edilmiş her yeni aşamada bir başka tezahürü var ederken çıkagelir. Memleket değil bir çukur artık alenen var edilendir. Memleket değil bir gizli / açık karanlık saha güncellenendir. Hayatın böylesine bariz bu kadar aleni çarçur olunduğu bir yerde mesele farkındalıktır. Mesele olan biteni ama ve fakatsız sorgulamaktır. Yüzleşebilmektir haddizatında bir yandan da mesele.
Devlet bildiği ezberi CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’ya yönelik saldırının ol hemen ardından sürdüre gelir. Fahrettin Altun, Cumhurbaşkanlığı Sözcülerinden bir eski akademisyendir, meselin ötesini değil devletin aklına rehin olan bir laf cambazıdır. T24’te yayınlanan beyanı aşağıdaki gibidir. Altun, "Ülkemizde protesto hakkı anayasal koruma altındadır. Yaşanan olay sırasında bu anayasal sınırları aşarak fiilen şiddete başvuranlarla ilgili adli süreç zaten başlatılmıştır. Ancak CHP Genel Başkanını seçim döneminde kullandığı dil ve kurduğu ittifaklar sebebiyle protesto eden vatandaşlarımıza terörist muamelesi yapılmasını asla kabul edemeyiz" değerlendirmesinde bulundu.
Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı'ndan yapılan paylaşımda, Fahrettin Altun'un, Okan Müderrisoğlu'na yaptığı açıklamalara yer verildi. Ankara'nın Çubuk ilçesindeki şehit cenazesinde istenmeyen bir olay yaşandığını söyleyen Altun, "Elbette yaşanan olaydan üzüntü duyduk. Şiddetin hiçbir türü tasvip edilemez. Biz kimilerinin yaptığı gibi şiddetin önüne 'devrimci' sıfatı getirip, şiddeti 'devrimci şiddet' diyerek meşrulaştırmayız. Şiddetten medet ummayız" ifadesini kullandı.
Öte yandan Altun, Kılıçdaroğlu'na saldırıda bulunan gruba, '"Bir grup öfkeli marjinal insan", "organize suç şebekesi" muamelesi yapmanın doğru olmadığını' söyledi. 'Oradakilerin şehide karşı son vazifelerini yerine getirmek için bir araya gelen şehit yakınları olduğunu' söyleyen Altun, "Birileri Erdoğan nefretinden dolayı bu teröristlerin siyasi uzantılarını desteklemeyi, onlarla ittifak kurmayı kendilerine yediriyor olabilir ancak halk bu işbirliğini kesinlikle hazmedemiyor" ifadelerini kullandı.”
Birgün’den aktaralım: “Ankara Çubuk’taki asker cenazesinde CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na saldırarak yumruk atan Osman Sarıgün, adli kontrol şartıyla serbest bırakıldıktan sonra köyüne geri döndü. Sarıgün’ü ziyaret edenler saldırganın elini öperek hatıra fotoğrafı çekti. Saldırgan Sarıgün’ün elini öpen kişilerden birinin ise AKP’den Etimesgut Belediye Başkanlığı için aday adayı olan Önder Gökçekaya olduğu ortaya çıktı. Gökçekaya, saldırgandan “kahraman” olarak bahsetti.
Saldırgan Sarıgün’ün elini öpen kişinin ise AKP’den Etimesgut Belediye Başkanlığı için aday adayı olan Önder Gökçekaya olduğu ortaya çıktı. Gökçekaya, saldırgan Sarıgün’ü ziyaretleri sırasında bir video çekti. Gökçekaya, videoda saldırgan Sarıgün için “Osman amcam ile birlikteyiz, Türkiye’nin kahramanı Osman amca. Herkes Türkiye’nin kahramanını görsün’ diye bahsediyor. Sarıgün ise videonun devamında “Türkiye’ye selam olsun” ifadelerini kullanıyor.
AKP Ankara İl Başkanı Hakan Han Özcan, Twitter hesabından yaptığı paylaşımda linç girişimini savundu. Özcan, “Siz haininize sahip çıkarken, Biz yiğitlerimizi size yedirmeyiz.” dedi. Özcan’ın paylaşımı şöyle: “Hainler ile bir oldunuz, Milletimizin kudsiyeti ile alay edercesine sofralarında kaşık salladınız. Şehit acısı ile verilen tepkiye, Genel merkezinizde terör destekçilerinin ziyaretleri ile karşılık verdiniz. Siz haininize sahip çıkarken, Biz yiğitlerimizi size yedirmeyiz.”
Saldırganların sırtlarının sıvazlandığı, cerahatin ötekisi ile iş tuttular düzeyinden yine, yeni ve yeniden teröristlerle iş birliği yaptılar yalanına bağlandığı, hayat hakkının tastamam pejmürde edildiği bir yer gerçek kılınır. Eğreltilik bunların ta kendisinden çıkagelir. “Bir taraftan PKK'nın siyasi kolu HDP'yle ortaklık yapıp daha sonra çıkan olayları İçişleri Bakanlığı'na yıkmak hafıza kaybıdır. Siz unutabilirsiniz ama millet unutmamaktadır.” İçişleri Bakanı olarak görev yapan zatın dilinden dökülenlerle ol yıkımın her nereye doğru evrildiği, her nasıl tezgahların kurulduğu bir kez daha ortaya çıkartılır. Kendiliğinden bir icraatmış gibi, devletin bildik mekanizmasının kurduğu ve oyunu sürdürdüğü yıkımla toplumun ötekilerine mesaj verilmiştir.
Ortalık yerde cerahat güzellemeleri birbiri peşi sıra mağdura karşı tehditler kol gezerken varılan yer, Türkiye’nın yenisini mübalağasız doğrudan göstermektedir. Fikri sabitliğin menzili güncellenir. Durumdan vazife çıkartanların ortaya serdiği güncellik verilmiş tüm mesajlar ve daha sonrasındaki rezillikler bu yeninin de dün de kaldığını örneklemektedir. Saldırganın taltif olunduğu, handiyse ihya edildiği, fedai kılındığı bir yerde hak nedir ol hukuk necidir? Hiçleştirmenin en başta medeni olma halinin karşısında cisimleştirilmiş bu zorbalık düzeninin vardığı yer hepimiz için sorundur.
Baş Amir, Twitter hesabından bir açıklama yapar, "Ülkemizin önünde 4.5 yıllık kesintisiz bir icraat dönemi bulunuyor. Seçim tartışmalarını geride bırakarak, ekonomi ve güvenlik başta olmak üzere asıl gündemimize odaklanmamız şarttır" ifadesini kullandı.
"Dönem, musafahalaşma, kucaklaşma, birlik ve beraberliğimizi perçinleme dönemidir"
"Gayemiz, milletimizin refahını artırmak, güvenlik ve özgürlük dengesini koruyarak devletimizin bekasına yönelik tehditleri bertaraf ederek, Türkiye’yi 2023 hedeflerine ulaştırmaktır."
"Gücümüzü Milletten alarak, daima ortak akla, ortak vicdana, milletimizi bir araya getiren ortak değerlere vurgu yapacak; kimseyi dışlamadan, ötekileştirmeden siyaset yelpazesindeki herkesle Türkiye ortak paydasında buluşmanın mücadelesini vereceğiz."
Seksen iki milyonu kucaklayan bir birliktelik inşa edilecektir buyrulurken salt tahakküm nesnelliği, var edilen linç iklimi bile her şeyi özetlemektedir. Cerahat üstünde yeniden ve yeniden ülke binasını devam etmenin bir seçim değil de tek doğrultu kılınması gerçektir. Baş Amir’in sözleri faşist ortağını rahatsız eder. Zaten hayata geçirilmeyecek bir sözler dizimi olanı, zaten üstten geçilip gidilmek istenen bir olmayan demokrasi halini, şablonu yeniden biçimlendirmek çabasına düşülendir. Eldekini zayi etmiş bir menzilde her neyin nesidir bu bahisler sorgusu yanıtsızdır. Baş Amir’in Bay Zırıl Zırıl Faşist ile kurduğu ortaklığın tam ve eksiksiz bir yıkımı var etmesi bugünün özetleyen mesellerindedir.
Cerahatin her neye mahal verdiği ol saldırıdan daha da açık bir biçimde Bakur Kürdistan sınırlarında var edilen biyopolitik hamlelerden belirgin kılınır. Leyla Güven’in açık grevi eylemine karşıtlığı / koşulsuz bir yok saymanın her nereye vardığı açıktır. Kürd halkının tahayyülüne olan düşmanlık artık gizli değildir tüm o yıldırı bahsi doğrudan var edilir. Ev kuşatılır. Leyla Güven’e ses etmek isteyenler, el vermek isteyen insanların meramı basit bir dille, artık kabak tadı vermiş olan terörist bunlar argümanının ardında linç edilir. Batı Türkiye medyası üstüne vazife olmayan her konuda olduğu gibi hak arama mücadelesinin de varlığına “milli ve yerli” olarak şerhini düşer. Özgür basın masalları anlatılırken kendi elleriyle teslimiyetlerini bildirirler. Derdest olunan hakkın, hukukun yanında yaşama kasıt da gizlisiz ortada güncel kılınır. Cerahatin ulaştığı seviye ötekisine / öteki bildirilen tehdit alenidir.
Mezopotamya Ajansı’ndan aktaralım: “Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanları Pervin Buldan ve Sezai Temelli, PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecrit ve açlık grevlerine ilişkin Diyarbakır E Tipi Kapalı Cezaevi önünde açıklama yapmak istedi. Açıklama öncesi Diyarbakır Valiliği, HDP’nin açıklamasının hukuka aykırı ve kanunsuz olduğunu iddia ederek, “Meydana gelebilecek olayların önüne geçilebilmesi amacıyla bugün 13.30 -16.00 saatleri arasında ilimiz Bağlar İlçesi Doç. Dr. Ahmet Bilgin Bulvarı, Emek Caddesi ve Barış Caddesi geçici olarak trafiğe kapatılacaktır” açıklamasında bulundu.
Temelli, Leyla Güven’in 170 gündür açlık grevinde olduğunu ve cezaevlerinde binlerce tutuklunun da açlık grevinde olduğunu hatırlatarak, “Açlık grevinde olan arkadaşlarımız adalet ve hukuk seslerini duyurmaya çalışıyorlar. Türkiye’deki 92 cezaevinde açlık grevinde olan tutsaklar maalesef kritik aşamadadır. Biz cezaevlerinde kimsenin yaşamını yitirmesini istemiyoruz. Bir an önce çocuklarımızın sağlığına kavuşmasını istiyoruz. Gelinen kritik aşamada kalıcı hasarların oluşması kaçınılmazdır. Ölümler olmasın istiyoruz. Bu yüzden annelerimizle yan yanayız” diye konuştu.
Eş Genel Başkan Pervin Buldan ise cezaevi önünde yapmak istedikleri açıklamanın barikatlarla engellendiğini belirterek, “Valilik artık aylık, haftalık, günlük değil, saatlik yasakları önümüze koymaya başladı. Annelerimiz cezaevi önünde kendi evlatları için, cezaevlerinden cenazelerin çıkmaması için, o insanlar yaşamını yitirmemesi için açıklama yapacaktı. Yaşama, adalete ve hukuka dair açıklama yapacaktı. Gebze’de, Kızıltepe’de olduğu gibi bugün Diyarbakır’da da annelerimizin önüne barikat çıkarıldı” şeklinde konuştu.
Adalet Bakanlığı, hükümet ve siyasi partilerin açlık grevi taleplerinin yerine getirilmesi için destek vermesi gerektiğinin altını çizen Buldan, “Leyla’nın eli tutulmalıdır. Cezaevindeki arkadaşlarımızın eli tutulmalıdır. Annelerimizin sesi mutlaka dinlenmelidir. Annelerimizin yüreği, beyni cezaevlerinde yaşananlardadır. Hiç bir anne cezaevinde çocuğunun yaşamını yitirmesini istemez. Her birimiz bir anneyiz, babayız. Empati yapıyoruz. Yaşanacak her olumsuz tablonun altında başta hükümet olmak üzere hepimiz kalırız. Çocuklarımız yaşamalı, Leyla Güven, cezaevlerindeki binlerce insan mutlaka yaşamalıdır” ifadelerini kullandı. Açlık grevindeki çocuklarının taleplerinin karşılanması için yaptıkları eylemlerde darp edilen annelerin yanında olduklarını vurgulayan Buldan, “El eleyiz, kol kolayız, omuz omuzayız. Tecridi mutlaka kaldıracağız” dedi.”
Amed’de ve Gebze’de yaşatılanların bir başka tezahürü Kocaeli’nde de vuku bulur. Gebze M Tipi Kadın Kapalı Cezaevi önünde 9 Nisan’da başlattıkları oturma eylemi engellenen aileler, Kocaeli Valisi Hüseyin Aksoy ile yaptıkları görüşme ardından İnsan Hakları Derneği (İHD) Kocaeli Şubesi’ne gitti. Aileler orada da polislerin “Gebze’de kalsaydınız neden buraya geldiniz ki?” sorusuyla karşı karşıya kaldılar.
Polis engellemesini değerlendiren 1 Mart’tan bu yana açlık grevinde olan Hatice Çalıhan’ın annesi Zeynep Çalıhan, “Önümüzdeki günlerde neler olur bilmiyorum. Ama ben her görüşe gittiğimde kesinlikle kararlı kadınları görüyorum. Eylemi asla bırakmayacaklarını duyuyorum. Bunları duydukça biz de alanda kendimizi güçlü hissediyoruz" dedi. Cezaevi önündeki eylemler başladığından beri sağlık problemlerinin arttığını dile getiren Çalıhan, bacaklarında sıvı kaybı olduğunu ve gözaltına alınırken yapılan muamelenin kendisini zorladığını söyledi.
Kızı Newroz Bozkurt’un 1 Mart’tan bu yana açlık grevinde olduğunun bilgisini veren Sultan Bozkurt, “Zeynep Anne ile çocuklarımızın görüş günü aynı olduğu için sürekli bir araya gelirdik, açlık grevleri başladığı ilk günlerde neler yapabiliriz diye düşünüyorduk ancak kamuoyu desteği çok olmamasından çekiniyorduk. 9 Nisan’da bu eylemlere başlama kararını aldığımızda açık görüş vardı. İçeride bulunan çocuklarımız başta olmak üzere, görebildiğimiz tüm tutuklulara ve tutuklu yakınlarına kararımızı açıkladık ve olabilecek sorunlarda korkmamaları gerektiğini onlara aktardık. Ve eylemimize başladık. Başladığımız ilk günden itibaren her gün fiziki ve sözlü saldırılara maruz bırakılıyoruz” diye ifade etti.”
Basit bir biçimde yaşam hakkının yağmalanması, demir soğutmalar, seksen iki milyonluk bir birlikteliği var edeceğiz nidaları atılıp tutulurken var edilir. Batı Türkiye’den Bakur Kürdistan’ına kadar iç içe geçmiş, birbirinin tamamlayıcısı olan bir cerahat menzilini tam ve eksiksiz var etmek güncellenir. Çarmıhlar, engizisyon mahkemeleri, ateşe almalar ve dahası sözün üstünü çizmeler milenyumun ikinci on yılının sonunda şu sahada yeniden bir biçimde var edilir. Sözün yitimi, sessizliğin tam teşekküllü kılınması, ceberrut devletli tahayyüllerinin birer ikişer hakikat kılınmasıyla yaşam eyleminin hiçleştirilmesi gerçekten gerçek kılınır. Bu mudur meşhur yeni ülke! Hala aymayanlara, hala sorgulamak konusunda şerh düşenlere yaşadığımız güncellik yeterince açık bir hakikattir. Bu mudur o meşhur yeni ülke! Çürümüş, kesif bir faşizme rehin olmuş, linci, kötülüğü her şeyden üstte tutmuş, bildirmiş bir menzilde hayat nedir, sahiden sorguluyor musunuz!
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2019
Görseller : Sertaç KAYAR – Reuters
#sistematik şiddet#yıldırı#kılıçdaroğlu#memleket#chp#saldırı#linç kültürü#türkiye gerçeği#kötülük#yeni ülke#bağnazlık#medya yalanları#tahakküm#hınç#devlet 2.0#demokrasi nedir?#ötekilerin türkiye'si#hayat hakkı#kürdistan#hdp#siyasal#açlık grevi#tecrit#yaşama gailesi#1915#tehdit#güncellik#hayat akarken#söz hakkı#sıradanın sözü
0 notes