#çürümeye isyan
Explore tagged Tumblr posts
seslimeram · 1 year ago
Text
Çürük Meseli
Tumblr media
Şüphesiz ki bir çürüme sathı mahallinde debelenip duruyor ülke. Neredeyse çorak, kuraklık sınırlarında bir hakikati yaşayan ülkede, hiçbir türlü yüz çevrilmeyecek kadar en kestirmeden afaki bir cürüm hattı bina ediliyor. Gündelik insan hakları mefhumunun artık aleni bir biçimde zehir edildiği, yerle yeksan olunduğu bir -ülke- gerçeğe dönüştürülüyor. Cürümler cürümleri kovalarken gündelik yaşam idesi, hayatta kalma gibi basit hallerin bir biçimde imkansıza koşulduğu güncellik var ediliyor. Ekonomik çökertmenin binbir türlü haline rehine bilinen bir yurttaşlık hakikat kılınıyor. El üstünde tutulan, üçer beşer maaşı bir kerede indirebilen, üstüne yıpranma parasından, emeklilik gibi bir hakkı elde ettiğinde ortaya serilen astronomik tazminat ve maaşlara uzanan bir primitif yağmacılık karşısında o sıradanın gündelik rızkı talan ediliyor. Bütün bu hanedanlık sürebilsin diye. Hazretleri, baş efendinin bir oyun, tezgah diye bildirdiği enflasyondan, piyasalardaki yıkıcılığa, her an her şeye çıkagelen zamansız zamlardan, sürekli yoksullaşan halktan bihaber kılınmış o zümreler, saray sultası, sünepe tipleri, kan emicileri, sermayenin menteşeleri, kullanışlı tuzlukları, insan demeye şahit lazım paraya tapar tipleri ve bir dolu şark kurnazı varken ol sıradanı kim fark edecektir ki?
Bütünüyle kesintisiz bir çürümeye cürümlerle rehin edilirken halk hayatın hakikatinden kim ne zaman bahis açabilecektir misal? Su kaldırmayacak bir çürüme sathı mahalli her anlamda dönüştürürken, daha geçen aldığınız ürünün bir sonraki hafta zamlandığı bir yer, bir uzamda neyin garantisi kalmıştır, yaşayabilmek için. Tekdüze sıradan bir hafta yeterli gelebilecek bir mutfak alışverişinin birkaç bin liraya tekabül ettiği bir düzlemde, bir maaş artı bir maaş kadar yükselmiş kiralar mesela ne zaman dert edilebilecektir sahiden? Kimin nasıl altından kalktığı ya da kalkamadığı şiddet dozu günbegün yükseltilen kavgalar, artık bir normale dönüştürülmüş silahlı çatışmalardan, evlere saldırılara, sokaktaki gasplara bir biçimde normatif yerle bir edilirken kim fark edecektir ki sıradanı? Misal en basitinden bir gereksinim kılınmış olagelen cep telefonunun, vakti zamanında bir cinayet sonrasında ele alınmış imei kaydını bugün bir vergilendirme / çöreklenme / haraç kapısına çevirmiş o aklın eylediği, öğrencilere kıyağımız olsun, 25.000 liraya telefon var saçmalığının her nasıl yerli üretim, vasat bile olmayacak kadar berbat ötesi bir teknolojik tahayyül olduğu daha henüz taslakken sökün eder. Böyle afaki bir biçimde çürüten, eksilten, yoksullaştıran ve yoksun bırakan bir zihni tezahürün karşısında hayatın ederi, anlamı her ne olacaktır ki sahiden?
İsmail Arı'nın Birgün Gazetesindeki haberidir: “Ekonomik kriz her geçen gün derinleşirken iktidar sadece “Sabredin” demekle yetiniyor. Her geçen gün yoksullaşan, kirasını ödemeyen yurttaşlar ise sesini duyurmaya çalışıyor.
Dün sabah saatlerinde (21 Ağustos) de Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın merkez binasının kapısına giden bir yurttaş, geçinemediğini belirterek isyan etti. BirGün’ün edindiği bilgilere göre 45-50 yaşlarındaki yurttaş, “Açım, geçinemiyorum, kiramı ödeyemiyorum. Ne yapayım, kendimi mi öldüreyim?” dedi.
Bakanlıkta görevli polisler “geçinemiyorum” diyen yurttaşı gözaltına alındı. Polisin darbederek ters kelepçe ile gözaltına aldığı yurttaşın akıbeti ise bilinmiyor.
Bakanlığın Görevi Yoksulluktan Kurtarmak
Öte yandan yurttaşın geçinemediği için kapısına gittiği Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın görevlerinden biri de “Aşırı yoksulluk sınırının altında kalanların sosyal yardım sistemine dâhil edilerek aşırı yoksulluktan kurtulmalarını sağlamak” olarak açıklanıyor.”
Sistematik bir yıkım halinin ortasında dönüp dolaşıp aynı / ayrı gayrı olmayan yıkımlara çıkıyor koca menzil. Yüzüncü yılında bir cumhuriyet olduğu zikredilirken, cumhurun her ne hallere rehin edildiği mesel olunmasın isteniyor. Açlık suskunlukla karşılanırken, konu ya da mesel her ne olursa olsun tek bir kerede “geçinememek” mesel edilmesin isteniyor. O Ankara’da çıkagelen tahayyül, bütünüyle memleket sathı mahallinde varılan eşiğin de korkunçluğunu imgeliyor. Sermayeye göz kırpıp, baş efendinin gazabından kurtulabildiği kadarıyla var edilen politik faiz arttırımı yanında gündelik olan yaşamsallık taşıya gelen tüm katma değer ihtiva eden ürünlere zamlara, dolaylı vergilere ve bankalardan elde edilmeye çalışılan nakit avanslara kadar pek çok şey yüksek faizlere rehin edilirken sahiden geçinememek dert edilmesin istenir. Bundan ala cehennem, bu kadar afaki karanlık bir zemin söz konusu edilebilir mi? Yoksunluğun, yoksullukla birlikte bir istikamet, doğrudan bir edim / tavır kılındığı yerde, sessizce var edilen isyanları kim, her nasıl fark edecektir sahiden?
Evrensel Gazetesi’nden aktaralım: “Marmara Üniversitesi yönetimi, yemekhane ücretlerine yaptığı yüzde 200 zammın ardından yurt ücretlerini de bin 500 liraya yükseltti. Üniversite yönetimi geçtiğimiz hafta yaptığı zamları yemekhane önüne astığı duyurular ve öğrencilere gönderdiği mail ile duyurdu. Evrensel'e konuşan Marmara Üniversitesi öğrencileri ise zamlara tepkili.
İktisat Fakültesi 3. Sınıf öğrencisi Hilal ���KYK bursu alıyorum. Eğitim masraflarımı burs ve part time işlerden kazandığımla karşılıyorum. Dışarıda yemek pahalı olduğu için okul ya da yurtta yemek yiyordum. Ancak şimdi okul yemeğine de zam geldi. Bu şekilde geçinmemin imkanı yok. Mecbur çalıştığım gün sayısı artacak. Bu şartlar altında okula hiç öncelik veremeyeceğim” diye anlattı. Hilal merkezi bütçeden üniversite yönetimine aktarılan bütçenin nerelere harcandığını da öğrenmek istiyor.
"Cebimize Girenden Fazlasını İstiyorlar"
Ara sıra günlük işlerde çalışarak geçimini sürdürdüğünü anlatan İletişim Fakültesi Öğrencisi Eren ise “Yemek işini çoğunlukla yurt ve okulda hallediyorum ki cebimde çay içmeye param kalsın. Anlaşılan bu zamlardan sonra çaya da para kalmayacak. Çoğu arkadaşımın durumu da benimki gibi. Ayın ikinci yarısı cebimizde para kalmıyordu. Üzerine şimdi bir de okul yurduna zam geldi. KYK kredisi bin 250 lira; yurt ücretini bin 500 lira yaptılar. Gelen gideni karşılamıyor” dedi. Şu an ciddi belirsizlikler yaşadığını söyleyen Eren, “Okulu dondurabilirim, ya da part time işler de bulabilirim” ikileminde.
"Tepkilerle Kararı Geri Çektirmeliyiz"
İktisat fakültesi öğrencilerinden İlayda, “Çok fazla ekonomik problem yaşıyoruz. Okula gitmek ve okulda vakit geçirmek hayli maliyetli. Marmara en yüksek ödeneği alan okullardan biri. Bu nedenle bizden yemek başına 15 lira almasına gerek yok. Günde 2 öğün yemek yiyen bir öğrencinin KYK kredisinin yarısından fazlasını yemeğe gidecek. Yol, hijyen malzemeleri, kıyafet gibi başka giderlerimiz de var. Bir tişört 250 liradan başlıyor” ifadelerini kullandı.
Bu zamlar karşısında öğrencilerin nasıl bir tutum sergilemesi gerektiğini sorduğumuzda ise İlayda, “Biz bu zamlara hemen tepki göstermezsek cebimizden tüm paramızın yemeğe gitmesine alışacağız. Hemen tepki göstermeli ve üniversite yönetimine bu kararı geri çektirmeliyiz” dedi.”
Dümdüz, yalın bir fasit döngüye rehin ediliyor yaşamsal tüm haklar. Eğitimleri için kafa yorması gereken insanları daha en başta sınava tabi tutan bir zihniyetin, bir de maddiyatı öne sürerek kuruduğu tuzaklarla hayat iyice içinden çıkılmaz kılınıyor. Gündelik tek bir porsiyon yemeğin aşağı yukarı altmış ile doksan lira sınırlarına demirlediği bir bolluk ve bereket memleketinde, ellerine geçen üç kuruşla hayatta kalmaya çalışan milyonlarcası gibi, eğitim gören üniversiteli gençler de deneye tabi tutulur. Beslenme ve barınmanın en büyük / kalıcı ve nitelikli sorunları beraberinde getirdiği zaten tanıklıklarından, sadece ol Marmara Üniversitesinden değil genel anlamda tüm okullardan bariz kılınır. Zamlarla bir ve beraberce hayatta var olma isteminin de önüne setler bina edilir. İmkansızlıkların da birer imkan diye pazarlanabildiği bir zeminde, emeğin sömürüsü bir kere daha buradan da karşımıza çıkartılır. Kesintisiz bir girdap halinde, öğrenim dönemi boyunca öğrencilerin birer meta kılındığı, kasaya katkıları kadar, katabildikleriyle bir seviye yakalanan yerde hiçbir gelecek tahayyülüne yer var mıdır? Her şey bodoslamadan bunca kötürüm bir karanlığa rehin edilirken, ötesi var mıdır?
Su kaldırmayacak bir çürüme sathı mahallinde debelenip duruyor ülke. Dönüp dolaşıyor, konu, mesel, vaka her neyse yeniden ve yeniden bir örnek ve benzeş tahayyüllerle birlikte bir çürüme hakikate dönüştürülüyor. Ekonomik girdap, rakamları üç aşağı beş yukarı diye anons edince düzelen bir mefhum değil artık. Gündelik yaşam pratiklerini imkansız kılıp, aralıksız bir vergi / ödenek / harç / haraca bağlayan bir zihniyetin, yönetim katının elinde tıpkı demokrasi, tıpkı adalet gibi yaşamsal hakların gasp edilmesi de söz konusu ediliyor. Bir kereliğine değil, aralıksız bir biçimde her gün ama her gün yeniden kurgulanmış olanı türeterek, çoğaltarak bir çürüme aksettiriliyor. Tümden ve doğrudan hayat edimi yerle bir ediliyor. Duraksamak nedir bilmeden, madun siyasetin aktörleri, eline kan oturmuş tüm o sermayenin neferleri, medya şaklabanları, sokak şakşakçısı tiplemeler ve daha nicesiyle bir katran karanlığında çürüme hakikate dönüştürülüyor. Laf olsun diye değil artık anbean nitelikli bir kötülüğün esareti altında, zulüm var ediliyor. Aralıksız kılınmış olanın refakatinde hayat öyle eksik, böyle yarım kalmış dert edilmesin isteniyor. Kendine dahi yetemeyen bir devletin, düzenlemeler, iyileştirmeler, mücadeleler diye sayıklayıp durduğu şey bütün bu bezirganlık hal, çürüten toplam değil toplumun un ufak edilmesidir artık. Görünen köy kılavuz istemez. Eksiksiz bir çürümeye rehin edilmiş olagelen yerde hayat tamamen teferruat kılınandır. Bütünüyle toplumsal bir dönüşümün değil tastamam bir teslimiyetin vaaz olunduğu bir zeminde çürümenin içinde yolunu, yönünü kaybediyor bir ülke. Bir yurttan çok mezbahaya, öğütücüye, dönüşen yerde, hikaye her şeyi anlatıyor. Yaşıyoruz, tanığıyız.
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: Moe ZOYARI – Bloomberg
0 notes
olumsuzsozler · 3 years ago
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Percy Bysshe Shelley (1792-1822 )İngiliz yazınının ve Romantik Dönem'in en önemli şairlerinden biri. Eton'da eğitim gördü. 1811'de yazdığı "Ateizmin Gerekliliği" adlı makalesinden dolayı Oxford'dan atıldı, babası tarafından da reddedildi ve Londra'ya gitti. Orada Harriet Westbrook ile evlendi. İrlanda'da ayaklanmayı kışkırttı.Vikipedi
Percy Bysshe Shelley Sözleri-2: (1792-1822)
Eğitimli insan batıl inançlı olamaz. Percy Bysshe Shelley
Onu anlamak için o olmak gerekir. Percy Bysshe Shelley
Yalnızca inanmak isteyenleri inandırabilirler. Percy Bysshe Shelley
Her şey sadece algılandığı haliyle mevcuttur. Percy Bysshe Shelley
Aşinalığın pusu, varoluşumuzun büyüleyiciliğini gizler. Percy Bysshe Shelley
Eğer aklımız ermeyecekse neden anlamaya uğraşalım? Percy Bysshe Shelley
Halbuki inançsızlık tabiatı gereği ne günah ne sevap olabilir. Percy Bysshe Shelley
Yaşama aşinalığının pusu, varoluşumuzun büyüleyiciliğini gizler. Percy Bysshe Shelley
Ne var ki anlamadığı şeye önem atfetmek cahilin doğasında vardır. Percy Bysshe Shelley
İnsanın kibri güçlükler karşısında katılaşacak şekilde tasarlanmıştır. Percy Bysshe Shelley
Dünyada bütün dinler sorgulamayı yasaklar ve eleştirenleri istemez. Percy Bysshe Shelley
İnsan büyük tutkuları olan bir varlıktır, "hem önceye hem sonraya bakar." Percy Bysshe Shelley
Eğer doğayı bilmemek tanrıları doğurduysa, öğrenmek de onları öldürecektir. Percy Bysshe Shelley
Ona tapanlar dahi, hakkında bir fikir sahibi olmanın imkansız olduğunu kabul ederler. Percy Bysshe Shelley
Düşünsel sistemin en incelikli çıkarımlarının öngördüğü yaşam görüşü, bütünlülüktür. Percy Bysshe Shelley
İnsan yapımı bir Tanrı, kendini insanlara tanıtmak için elbette yine insanlara ihtiyaç duyacaktır. Percy Bysshe Shelley
Düşünce ve yaşam konusunda, her birimiz için durum, doğumdan önce de ölümden sonra da aynıdır. Percy Bysshe Shelley
Tanrı bir hipotezdir, bu nedenle de kanıtlanması gerekir. Kanıtlama yükümlülüğü, inananın omzundadır. Percy Bysshe Shelley
İnsan, tanrının adını sadece doğal ve bilinen sebeplerin oynadığı oyunu anlamamaya başladığında kullanır. Percy Bysshe Shelley
İnsanlar büyüdükçe bu yetenek genelede azalır ve mekanik ve alışkanlıkla hareket eden bireylere dönüşürler. Percy Bysshe Shelley
Özetle, insan, cehaletinin çözmesine mani olduğu bilinmeyen sebeplere, şaşırtıcı etkilere daima saygı duymuştur. Percy Bysshe Shelley
Düşünceler ve duygular, istemli veya istemsiz bir şekilde meydana gelir ve onları sözcükler aracılığıyla ifade ederiz. Percy Bysshe Shelley
Dünyanın kutsal bir güç tarafından yönetildiği kanıtlansa bile bundan ölümden sonra hayatın olduğu çıkarımı yapılamaz. Percy Bysshe Shelley
Gelin çocukluktaki hislerimizi hatırlayalım. Dünya ve kendimiz hakkında ne kadar da belirgin ve yoğun bir kavrayışımız vardı! Percy Bysshe Shelley
İnsan, şimdi var olduğunu bildiği kadar bir zamanlar var olmadığının da bilincindedir; o hâlde varoluşunun bir sebebi var demektir. Percy Bysshe Shelley
Çünkü ilkel zamanlarda yasaları koyanlar ve rehberlik edenler onlara bunu vazife kılmıştır. Tapın ve inanın, anlayamadığınız tanrılara. Percy Bysshe Shelley
Materyalizm, genç ve yüzeysel beyinleri bir hayli cezbeder . Müritlerin konuşmasına imkan tanır ve onları düşünmekten muhaf tutar. Percy Bysshe Shelley
Koca uluslar babalarının ve rahiplerinin tanrısına tapınmaya, sırf kulaktan dolma bilgiler(nesilden nesle aktarılan rivayetler) yüzünden devam eder. Percy Bysshe Shelley
Otorite, insanın tanrıya inanmasını ister. Bu tanrı, yalnızca onu biliyormuş gibi yapan ve dünyada onun adına bulunan birkaç adamın otoritesine dayanır. Percy Bysshe Shelley
İnsan; geçiciliğe ve çürümeye isyan eder. Yok olduğunu hayal edemez; hem gelecekte hem geçmişte yaşar; o anda neyse değil, olageldiği ve olacağı şeydir. Percy Bysshe Shelley
Otorite, alışkanlık, biat ve adet; inancın ve kanıtların yerini alır. Dizlerinin üzerine çöker ve dua ederler çünkü babaları onlara diz çökmeyi ve dua etmeyi öğretmiştir. Percy Bysshe Shelley
Çocukken gördüklerimizi ve hissettiklerimizi kendimizden ayırt etmek şimdiki gibi alışkanlık haline gelmemişti henüz. Sanki tümü tek bir kütle meydana getiriyor gibiyidi. Percy Bysshe Shelley
Daima çocuk kalan insanlar vardır. Hülyalı denebilecek bir durumdadırlar; adeta benlikleri çevrelerindeki evren sızıyor veya evren benlikliklerinin içinde emiliyor gibi hissederler. Percy Bysshe Shelley
İnsan, cehaletinin çözmesine mani olduğu bilinmeyen sebeplere, şaşırtıcı etkilere daima saygı duymuştur. Tabiatın molozlarının üzerine hayali bir kutsalın dev heykelini dikmiştir. Percy Bysshe Shelley
Tanrı, sonsuz, ölümsüz ve akıl ermezdir; cahil mantığının uydurabileceği her boş teyit kılıfına sığabilir. Ona tapınanlar dahi, hakkında bir fikir sahibi olmanın imkansız olduğunu kabul ederler. Percy Bysshe Shelley
Evrendeki tüm canlı ve cansız varlıkların ortak özelliği olan hep olduğumuz gibi kalma arzusu, ani ve daha önce yaşanmamış bir değişime maruz kalma çekincesi, ölümden sonrası fikrini doğuran üstü kapalı sebebin ta kendisidir. Percy Bysshe Shelley
Yalnızca istençli eylemleri kontrol edebiliriz; inanç ise istençsizce bir eylemdir. Zihin ya pasiftir ya da sırf istemsizce aktiftir. Buradan yola çıkarak tanrının varlığına dair dayanaklı bir ifadede bulunulamaz veyahut ifade tanrıyı kanıtlamaya yeterli değildir. Percy Bysshe Shelley
Bizim engin bilgeliğimize güvenin, çünkü biz kutsala dair sizden daha çok şey biliriz. Peki neden sizi takip edeyim? Çünkü tanrı böyle buyurdu, çünkü olurda direnecek olursan senin cezanı verecek. O halde sorgulanması gereken tanrının kendisi değil mi? Percy Bysshe Shelley
Percy Bysshe Shelley 1. Videosu https://www.youtube.com/watch?v=ts2CGi2pLv0
https://i.resmim.net/6k5Yn.gif
youtube
1 note · View note
mutsuzluktananlamcikart · 4 years ago
Text
Acı eşiğine yıldırım düşer mi
Merhaba kuzen. Bir şeyler paylaşacam senle ama okuduktan sonra unut, anlaştık mı? Anlaştığımızı varsayıyorum ve yazmaya başlıyorum. Gerçi unutmasan da bir sike yaramayacak yazdıklarım. Çünkü bana göre yükümü hafiflettiğini düşündüğüm şeyler yazdığımı zannediyorum. Hani bubi tuzağı kitabında "cehennemde yanarken herhangi bir yere tutunmanın acını hafifileteceğini düşünmek..." diye devam eden bir cümle vardı ya, bu da onun gibi işte. Cehennemdeyim ve yazmak, yazarak paylaşmak acımı hafifletir gibi hissediyorum. Yalan da olsa inanacak bir şeyler bulmak zorunda insan. Ciddiyim moruk. İn aşağı anlatacam birazdan. Bir buçuk metreden yakın mesafede oturan beyaz önlüklü felaket tellalından "kendinizi en kötüsüne hazırlayın" cümlesini duydun mu hiç? Bir cümleyle dünyan yıkıldı mı lan senin? Sur ne ki o cümlenin yanında amına koyim! Bir insanın iş tecrübesi fiziksel olarak nasıl anlaşılır, bilir misin? Mesela bir kasap? Şişmandır değil mi? Peki ya berber? Ya da gözlüklü bir terzi? Üstte tırnak içine aldığım cümleyi söyleyen doktor o kadar geçti ki, hayatında hiç ölüm görmemiş gibiydi. Söylediği insan 70 yaşındaydı lan. Evet, o yaştaydı ve benim hayatımda ilk tanıştığım ölü olacaktı. Herkes ölüyor moruk. Her şey toprak olmaya mecbur. Yok olmaya, çürümeye ve çirkinleşmeye mecbur. Duyguların dahil. Somut ve soyutun sarıldığı, seviştiği tek nokta burası. Ölüm! Bazı insanlar, hatta benim gibi çoğu insan kupa bardağın kulpundan tutmak yerine sarmalayarak tutar içindekini içmek için. Eğer içindeki kaynar derecedeyse kulpundan tutar. Eli yanmasın diye. Bunu niye söyledim biliyor musun? Çünkü doktor "en kötüsüne hazırlayın kendinizi" dediğinde içimiz yanıyordu ama yine de sarmalayarak tutunuyorduk hayata, doktorun kurduğu cümlenin kırdığı kollarımızla. Elini yakacağını bile bile sobaya soktun mu hiç dirseğine kadar? Bu da öyle bir şeydi işte. İçimiz de cehennemdi, tutunduğumuz hayat da! Tam 8 sene moruk. 8 sene yaşattık babaannemi. Amcalarım, babam ve halalarım yaşattı annelerini. Sonra bir gün, İsrail'in suru üflemesi gibi, babam da telefondan üfledi kulağıma "babaanneni kaybettik" diye. Bir söz var ya "öğrenilen çaresizlik" diye, aynını yaşadım. Ne kadar hazır olursan ol, ne kadar prova yaparsan yap o an ruhunu tırnaklıyor bazı duygular. Bkz. Gözyaşı. Bazı insanlar kanayan yaralarını dudaklarıyla bantlar, emerek! O günden bir ay sora da dedem gitti. Bunlara rağmen babam bir gün ses etmedi. İsyan da etmedi. Öylece yaşamaya devam etti moruk. Acaba delirdi mi, diye çok kontrol ettim. Gülme orospu çocuğu! Adam sırf kardeşini kaybetti diye 6 paket sigara içiyordu günde. Gülme sikerim o ananı senin. Neyse. Gayet sağlıklıydı herif. Adam kabullenmiş oğlum. Ben kendim için düşünüyorum da, götü başı dağıtırdım herhalde. Sen de düşün amına koyim, saatte 240 km hızla giderken arabanın ön iki tekerinin patladığını ve o amına koduğumun arabasından sağ çıktığını! Yani diyorum ki; babam CIA ajanı olayını yanlış anlamış, ACI ajanı olmuş. Hehehe. Ne kadar komik, değil mi? Hadi el ele tutşup şükredelim. Bizden daha az nefret et tanrım. Lütfen. Telatabileri ve Hugo'ya küfreden çocuğu da alın aranıza. Ben diyorum ki, bu siktiğimin dünyasındaysan boşuna umut etme oğlum. Umut, bir kadını anal sekse ikna etmeye çalışırken "hiç acımayacak" demek kadar saçma bir şey. Çünkü birileri ölürken çok acıyor, birilerini yaşarken kaybetmek çok acıtıyor ve bunları bilerek yaşamaya devam etmek çok ama çok acıtıyor. En başta "Yalan da olsa inanacak bir şeyler bulmak zorunda insan" dedim ya kuzen, babamdan yola çıktım onu derken. Yoksa ölürdü. Kesin ölürdü. Ben de yaşıyorsam eğer şu an, o yalanın içinde ben de varım düşüncesiyledir işte. Anlıyor musun? Yani diyorum ki; Nietsche, "Tanrı öldü!" naraları atarken, birileri çıkıp "Asıl kahraman ölürse dizi biter akıllım" demeliydi. Sen de şöyle buyur son Zerdüşt, ayakta kalma. Mutlu veya mutsuz, her film biter. Ama her son, bir acı doğurur. Kıyametten sonra dünyayı en son terk eden götoğlanı, senin de şerefine! Bu kadar!
28.04.2020
2 notes · View notes
taharruz · 5 years ago
Video
youtube
- Gaybın Kuyusu -
Önce bir fırtına çıkageldi. Yaşadığı evi temelinden sökerek aldı ve arşa çıkardı. Sonrasında var gücüyle bir hınçla yere vurdu. Sonra bir iskambil kağıdı misali dağılıverdi masum güzel anıları, inancı, umudu. Kuru otlar kucak açtı onlara.. Toprağından yer verdi. Eskisi gibi değildi. Artık gördükleri de eskisi gibi değildi. Eski… Geçmiş… geride kalmıştı. Göğsünün en derinlerinde şarapnel parçaları dağıldı. Patlayan damarlardan akan kanlar bir nehir gibi aktı geçmiş denen o havuzda. Babil hala yerli yerinde ama enkaz halindeydi asırlardır. Asma bahçeleri de artık yoktu. O gözler mezar taşına, biriken toprak yığınına bakarken akşam ezanının okunmasına da az bir vakit kalmıştı. Sararan otlara baktı bir kaç da kurumuş ağaçlara… sonra ayağının dibinde bir çekirdek kabuğunu yuvasına götürmeye çalışan karıncaya.. Sonra “Herkes gitti. Bu evrende bir başıma kaldım” dedi. Umutsuzca toplu mezarlara baktı. Toprağın altında sadece sevdiklerinin değil çocukluğunun, masumiyetinin, inançlarının, umudunun da toprağın altında çürümeye terk edildiğini gördü. Aslında görmekten ziyade geç de olsa farkına varmıştı. Bir kaç damla gözyaşı döktü. Gelmeyecek o güzel günlerin, kaybettiklerinin birer itirafıydı sanki.. Kabulleniş ve çaresizlik. Yoksa ikisinin lügattaki karşılığı aynı mıydı? Eşanlamlı sözcüklerdi artık onun için. En azından sonu olmayacak olan yeni bir başlangıcı da yoktu artık.. Başını kaldırıp semaya baktı. Gözleri Tanrı'yı aradı.. Bir işaret vermesini bekledi biçare. Ve Tanrı yine sessizdi. Köşebucak saklanacak meçhuller aradı kendine ama her defasında yine mağlup oldu. Sanki gizli bir el kabullenişten kaçışını engeller gibiydi. Kendine çıkış bir yol aradı. Mecnun gibi dolaşırken Yusuf misali kuyuya düştü. Gaybın, hiçliğin kuyusuna. Hiç direnmedi. İsyan da etmedi. Sonra elleriyle şu yazıyı kazıdı; “Yerin üstünde zaten sesimi duyuramıyordum, kuyuda ölümü beklesem ne yazar ki” 03.05.2020    
3 notes · View notes
altinovaguncel · 3 years ago
Text
Milli servet çürümeye terk edildi! CHP'nin elinde eriyen İETT araçlarının hali isyan ettirdi.
Milli servet çürümeye terk edildi! CHP’nin elinde eriyen İETT araçlarının hali isyan ettirdi.
CHP’li İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, Mercedes’i yetersiz bularak otobüs bakım ihalesini milyarlarca lira karşılığında yandaşı CHP vekil Özgür Karabat’a vermişti. 2021 yılında İETT otobüslerinin 158.657 kere arıza yaptığı kayıtlara geçmişti. Sosyal medyada konuya ilişkin çok çarpıcı bir video ortaya çıktı. Videoda arıza yapmış ve yanmış onlarca İETT otobüsünün çürümeye terk edildiği…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
dondumdolastim · 5 years ago
Text
perdesi kapalı kırık camlar
Bizim oralarda iki katlı yaparlar evleri. Evvelden ağaçtan yapmışlar da sonradan betonarmeye çevirmişler bazı yerlerini. Tuğlalar köylere inince zaten insanlar artık birbirini daha az sevmeye başlamış oralarda da. Ben gitmeyeli bilmem kaç yıl oluyor şimdi oralara. Bazen trafiğin en yoğun olduğu saatlerde, hele de sağanak yağmur vurmuşsa sabahları ansızın aklıma geliyor çocukluğumun yağmurları. İşe gidince maruz kalacağım imaları düşünmektense gök gümbürdediğinde titreyen camları, sanki koskoca bir gülle düşmüş gibi sarsılan toprağı düşünmek daha az korkulu geliyor bana. “Oğlum Ömer,” diyorum, “sen de büyüdün adam diye sıraya girdin ya!” Hiç büyüyebileceğime inanmazdım, şimdi dönüp bakıyorum geriye, kaç yılı devirmişiz bile. Bazen şaşıp kalıyorum zamanın gerçekten de böylesine hızlı geçmesine. Bak bir yıl olmak üzere boşanalı, belki de benim sınavım da o diyordun, belki günahlarının bedelini bu kadına mahpus kalarak ödüyorsun. Bak kurtulalı aylar oluyor. Güzelliği başını döndürmüş, aklını başından almıştı. Aklın başına geldiğinde çoktan iş işten geçmişti. Asıl cehennemin daha yeni başlıyordu, sen tüm hayatını orada geçirdiğini sanırken hem de. Aklın yüreğini hiçbir zaman yakalayamamıştı da sonra olanlara ne demeli? Hayatına giren her kadın ya seni öldürecek ya da süründürecek anlaşılan. Bak geldin kaç yaşına hala da vaz geçmiyorsun. Vallahi pes. Hatta şey bile demeye başladım ben aslına bakarsan, keşke gençliğime dönebilsem. Gençlik demekle kast ettiğim babama isyan bayrağını çekip Kurtuluş’a taşındığım o zamanlar da değil, daha da eskisi. Ondan yıllar yıllar evvel hatta. Gözüm trafikte bir türlü ilerlemeyen dolmuşun buğulu camlarının ardında kırmızı ışıklardan ibaret olan Üsküdar’da, sırt çantam belimi adam akıllı ağrıtırken ağırlığımı bir sağ ayağıma bir sol ayağıma vererek bekleşirken o özlediğim günleri düşünüyorum. On beş on altı yaşlarımda, köyde geçirdiğim yaz günlerinin hasretini çekiyorum. Hem yıllar var ki gitmiyorum oraya, hem de yıllar var ki geçti gitti üzerinden. Yok mudur durdurmanın bir yolu şu zamanı? Daha o zamanlardan beridir fazla yürüdüğümde sağ ayağımın aksaması. Temmuz başında ekinler biçildikten sonra elime bir orak tutuştururdu dedem, biçerdöverin ardında bıraktığı başakları tarlanın bir ucundan o bir ucundan ben biçe biçe gelirdik. O ucu bucağı sarının çeşitli tonlarına bürünmüş tarlalardan dönerken hafiften topallamaya başlayınca eve varana kadar dedemin çok çalışmaktan çıkan kamburundan, aksamayan ayaklarından utanıp birkaç adım gerisinden yürürdüm. Bir elim omzuma geçirdiğim orağın sapında, diğeri elime bir yerlerden geçen ince dayağı toprak yolda sürüye sürüye varamazdım bir türlü eve. Kimsecikler de kalmadı artık oralarda nereden baksan, ya yıllar almış götürmüş ya da yollar insanları. Ben de dahil herkes savrulmuş bir yerlerine dünyanın. Nereden baksan saatler ötede en sevdiklerin dahi,neyse ki kıyametlerce  değil henüz. Bazen şaşıp kalıyorum zamanın böylesine akıp geçmiş olmasına, şaşmamak mümkün mü hem? Üçlerle başlıyor yaşım artık, otuz üç, otuz dört, otuz beş, inanılır şey mi bu? Hala yaşadığıma da şaşıyorum bazen, bitmeyecek sandığım şeylerin bitmesine, unutamam dediğim şeyleri unutmuş olmama, olmayacak dediğim şeylerin olmasına… Ummadığım ne çok şey oldu öyle, sevinsem mi üzülsem mi bilmiyorum şimdi. Bir ev vardı bizimkinin yanında, biz küçükken epey kalabalıktı da sanki çil yavrusu gibi dağılıverdi bir anda ev ahalisi. Ne olduğunu bilmiyor kimse, yaşlanıp öldüler mi yoksa büyüyüp uçtular mı evden, yoksa her ikisi birden mi? Sık sık da girer çıkardık biz de oraya, şişman bir kadın salonda yemek pişirirdi, menemen ya da tavuk ciğeri olacak, emin değilim hangisi ama muhakkak ikisinden biri. Kokusu da sarardı bütün evi, içeri giren kokuyu hemen almasın da ne yapsın, aç değilse de acıkacak hemen. Ev yapımı mis gibi tepsi ekmeği de bizimkilerin aksine hep fazlaca kabarmış. Sahi neden söndü o ocak? Yıllar mı aldı yoksa yollar mı? Hangisi? O zamanlardan beridir eski evler daha bir ilgimi çeker, daha bir meraklanırım. Açık kapılardan kafamı uzatmamak için zor tutarım kendimi ne vakit eski bir evin önünden geçsem. Fakirliklerini görmekten daha çok korkarım azarlanmaktan, suçlanmaktansa. Yalnız bir ihtiyar görmekten, kocasız bir kadın ya da beteri anasız babasız fakir bir çocuk görmektense aklımın bir köşesinde gizemli, adım atılmaması gereken bir bölge olarak kalmasını yeğlerim. Şehrin eski fakir semtleri de belki de bu sebepten üzer beni, kim bilir. Ya da basittir, belkisizdir. Kapısına asma kilit vurulanları da ayrı bir üzer beni.  Kimseler kalmamıştır geriye, yalnız bir ihtiyar, kocasız bir kadın, anasız babasız fakir çocuklar bile. Bazısı öyle bir ihtişamlı oluyor ki evlerin, çürümeye terk edilen güzelim ahşaplara bile kıyamıyorum, kafesi gibi pencereleri kaplayan parmaklıklardaki kurumuş sarmaşıkların terk edilmişliklerine üzülüyorum. Bazen bomboş oluyor camlar, hatta yalnızca çerçeveler, buram buram küf kokusu geliyor içeriden, bakasın da gelmiyor zaten boşluktan içeri. Boşluklardan içeriye bakmamayı kendi içimdeki boşluktan içeri düşünce öğrenmiştim zaten. Bazen tozlu, kırık camların ardında küçüklüğünün soluk sarı gece perdelerini görüyorsun, bin bir türlü hatıra tütüveriyor gözlerinin önünde. Bir perde de senin gözünün önünden gitmiyor ya hiç hani, senin gibilerin akıbetini merak ediyorsun o zaman. İçinde bir aile yaşayan bir evle boş evin arasındaki farktır perde aslında, olmadığında anlıyorsun. Yuvadan uçup gittikten sonra anlıyorsun kapalı perdelerin ne anlama geldiğini. Arkandan aralanmadığında fark ediyorsun yalnızlığını. Terk edilmiş evlerdeki kırık camların ardında yalnız başına salınan perdelere üzülüyorum, bir zamanlar onlar da gün yüzü görmüştü – terk edilmiş eski evler gün yüzü görmez. Terk edildiğinde anlıyorsun. Aslında tüm metruklara üzülüyorsun, sen de onlardan biri olduğunu fark ettiğinde.
0 notes
kara-yel · 5 years ago
Text
Tumblr media
ANADOLU TURKLUGU VE ATATURK
Balkan Türkleri Karamanoğlu Beyliği Yörük Türkleridir. Moğollar 1222 yılında Orta Asya da Özbekistan ve Türkmenistan’ı işgal etmişti. Anadolu'da ise o zaman Anadolu Selçuklu Devleti bulunuyordu. Oğuzların Avşar boyuna ait olan Karamanoğlu Beyliği 1228 yılında Moğol baskısından dolayı Anadolu'ya göç etmişlerdir. Anadolu Selçuklu Devleti Hükümdarı Alaattin Keykubat, Karamanoğlu Beyliğini Karaman ilinin Toros dağlarının içinde bulunan Ermenek ilçesine yerleştirmiştir.
1242 yılında Moğollar Anadolu'ya ulaşmış ve Anadolu Selçuklu Devleti’ni savaşta yenilgiye uğratarak zayıflatmıştır. Anadolu Selçuklu Devleti zayıflayınca Anadolu’daki Türkler beylikler haline gelmiştir. Bu beylikler;
1. Karamanoğlu Beyliği
2. Kadir Burhanettin Beyliği
3. Eşrefoğulları Beyliği
4. Aydınoğulları Beyliği
5. İnançoğulları Beyliği
6. Alaiye Beyliği
7. Tacettinoğulları Beyliği
8. Çobanoğulları Beyliği
9. Dulkadiroğlu Beyliği
10. Ramazanoğulları Beyliğidir.
Osmanlı Beyliği 1289 – 1300 yıllarında Eskişehir Sögüt'te kurulmuştur.
Selçuklu Devleti 1300 yılında sona ermiştir.
Osmanlılar, Bizans toprağı olan Bilecik ve Bursa'yı alarak batı yönünde ilerlemeye devam etti. Daha sonra geriye dönerek Anadolu’daki Karamanoğlu Beyliği dışındaki Beylikleri teker teker savaşarak topraklarına katmıştır.
Anadolu’da en kuvvetli beylik olan Karamanoğlu Beyliğini topraklarına katmak için aralıklı olarak 100 yıl savaşmıştır. 1277 yılında Karamanoğlu Beyliği, Moğollar ve Selçuklular savaş yaparak onları yenmiştir. Karamanoğlu Beyliği Konya’yı alarak Türkçe’nin Anadolu’ya yerleşmesini sağlamıştır. Çünkü o yıllarda Anadolu’da devlet, din, ilim ve sanat alanlarında Farsça ve Arapça gibi dillerin hakimiyeti vardı. Karamanoğlu Beyi Mehmet Bey, beylik sınırları içerisinde Anadolu’da Türkçeden başka dil konuşulmaması yönünde ünlü fermanını yayınlamıştır.
Osmanlılar, kurulduğu 1299 yılından 1365 yılına kadar Balkanlarda pek çok yeri fethetmiştir. Yıllar içerisinde akınlar ve savaşlarda elde edilen zaferler ile ülke sınırları sürekli olarak genişletilmiştir. Balkanlar ile Anadolu toprakları arasında yer alan İstanbul, Bizans’ın hâkimiyetindeydi. Fatih Sultan Mehmet dehası sayesinde 1453 yılında güçlü surları ile ünlü İstanbul’u fethetmiş, böylece Hz. Muhammed’in vasiyetini gerçekleştirmiş, cihan şehrini Osmanlı’ya kazandırmış ve devletini daha da güçlendirmiştir.
Bilim, kültür ve eğitime büyük önem veren Fatih Sultan Mehmet, zeki ve yetenekli oğlu Cem Sultan’ı, Konya Valisi olarak Karamanoğlu topraklarına göndermiştir. Karamanoğlu Beyliğinin bir daha kurulmaması ve buradaki halkın Osmanlı’ya karşı isyan hareketi başlatmaması için Türkmen ve yörükler Balkanlarda fethedilen bugünkü Bulgaristan, Yunanistan ve Makedonya’ya yerleştirilmiştir. Böylece Balkanlardaki Türk nüfusunun artması sağlanmıştır. Yüzyıllar içerisinde Türk ve Müslüman nüfus Balkanların pek çok yerinde çoğunluk haline gelmiştir.
16. yüzyılda tarih sahnesine çıkan ve hızla büyüyen Rus Çarlığı, Panistlavist politikaları ve sıcak denizlere inme hedefiyle Osmanlı Devleti’ne saldırmış, 1877-78 yıllarında yaşanan ve 93 Harbi olarak bilinen savaşta II. Abdülhamit ve Tuna Vilayeti Ordu Komutanı Çırpanlı Abdülkerim Nadir Paşa’nın kötü yönetimi nedeniyle Osmanlı büyük bir bozguna uğramıştır. O tarihe kadar Vidin Komutanı olarak görev yapan Gazi Osman Paşa’nın düşman ordularını durdurma hedefiyle Plevne’de, Gazi Muhtar Ahmet Paşa’nın Erzurum’da verdiği destansı mücadele savaşın seyrini değiştirememiştir. 93 Harbi sonunda Ruslar, Bulgar milisleri birlikte İstanbul Yeşilköy’e kadar ulaşmıştır. Rus ordusunun önünde 1 milyon 200 bin Türk İstanbul’a ulaşmak için göç etmiştir. Göç yollarında 400 bin Türk yollarda soğuktan ve açlıktan ölmüştür. Berlin antlaşmasıyla Ruslar geri çekilmiş ve Bulgaristan’ın yarısına muhtariyet verilmiştir.
Bu büyük savaş Osmanlı Devleti’nin Balkanlar’da, Kafkasya’da ve Ortadoğu’da parçalanma ve yıkılma sürecini hızlandırmıştır. Savaştaki mağlubiyetin ardından II. Abdülhamit, meşrutiyet dönemine son vermiş ve 33 yıl süren hükümdarlığı boyunca Osmanlı Devleti, bugünkü Türkiye sınırlarının iki katı büyüklüğünde toprak kaybetmiştir.
Sultan Abdülaziz zamanında dış borçlarla kurulan İngiltere’den sonra Dünya’nın ikinci büyük filosu olan Osmanlı donanması, bahriyelilerin kendisine darbe yapmasından korkan II. Abdülhamit tarafından Haliç’te çürümeye terk edilmiş ve bu sebeple Mısır ve Trablusgarp savunulamaz hale gelmiştir. Osmanlı’nın Kuzey Afrika’da yaşadığı kayıplar, Ege Denizi’ndeki 12 adaların İtalya’ya teslim edilmesi Osmanlı’nın güçsüzlüğünü ortaya çıkarmış, bunun sonucunda Karadağ, Sırbistan, Bulgaristan ve Yunanistan Osmanlı’ya saldırmıştır. Türkler Kösedağ Savaşı’ndan sonra ilk kez kendisininkinden daha küçük bir orduya karşı savaş kaybetmiştir. Bu savaşta büyük kayıplar verilmiş, Balkanlar’dan Trakya ve Anadolu’ya kitlesel göçler yaşanmıştır. Osmanlı’ya karşı savaşı kazanan Balkan ülkelerinin, elde ettikleri toprakları paylaşamamaları üzerine II. Balkan Savaşı patlak vermiş ve bunu fırsat bilen Enver Paşa komutasındaki Osmanlı Ordusu Kırklareli ve Edirne’yi geri almıştır.
1914-18 yılları arasında yaşanan I. Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan Osmanlı Devleti’nin, Mondros ve Sevr Antlaşması sonucu başkenti de dâhil olmak üzere işgal edilmiş ve bağımsızlığını kaybetmiştir.
Çanakkale Savaşı’nda yaşadığı yüzyılın dâhisi olarak tarih sahnesine çıkan Mustafa Kemal Atatürk, büyük çoğunluğu Rumelili olan silah arkadaşlarıyla birlikte 19 Mayıs 1919’da Milli Mücadeleyi başlatmış, kurtuluş savaşı kazanılmış ve bu büyük zafer Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla taçlandırılmıştır. Türk milleti makus talihini Atatürk’ün önderliğinde yenmiştir.
Yurdumuzun kurtarıcısı, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve Türk tarihinin en büyük çağdaşlaşma mücadelesinin mimarı Yüce Önder Mustafa Kemal Atatürk, Karamanoğlu Yörük Türklerinden olan bir ailenin evladı olarak Selanik’te dünyaya gelmiştir. Dedesi Hafız Ahmet Efendi Karamanoğlu Beyliğinden, Yunanistan’nın Manastır vilayeti Kocacık Nahiyesine yerleşen yörüklerdendir. Annesi ise Aydınoğulları yörüklerindendir.
Cumhuriyet döneminde 1938,1950,1968, 1972, 1978,1989 yılları arasında bir milyondan fazla Türk, Trakya ve Anadolu’ya gelmiştir. Halen milyonlarca Türk Balkanlarda yaşamaktadır. Balkan Türklerinin büyük bölümünün kökeni Karamanoğlu Beyliğinin yörük Türkleridir. Bununla beraber Balkanlarda, Osmanlı’nın fethinden önce oraya gidip yerleşen Türkmenler ve Kırım’ın kaybedilmesinden sonra güneye göç eden Tatarlar da bulunmaktadır.
0 notes
hanargelisim · 5 years ago
Photo
Tumblr media
TOPLUMUN AYRIŞTIRICI ETKİSİ . . VIEW POINTS. İSTEMEK. 5.00 . . Bu böl - parçala - yönet söyleminin uygulamasıdır. En yakınımızdakinden en uzaktaki insana kadar kişiyi bağlı - bağımlı - zorunlu olduğu kişilerden koparma - uzaklaştırma - yalnızlaştırma - bazen özgürleştirme görüntüsü altında zayıflatma - TOPLUMSAL bedeninden koparma girişimidir. Bunu herkes yapabilir. Sizi çok seven veya çok kıskanıp yok oluşumuzdan haz alacak kadar karanlık hislerle kaplı görünmez hayaletlerimiz olan yakınımızdakiler olabilir. Devlet yapabilir. Yakınlar yapabilir. Rakip olmak isteyenler yapabilir. Hâkim ırk yapabilir. Bilgili ve okulda başarılı komşular yapabilir. Şehirde hüküm süren burjuva ailesi yapabilir. Size sunulan hediyeleri bilmeden reddettiğiniz sözü geçen kadınların gururu yapabilir. Sizinle birlikte büyüyen çocukluk arkadaşlarımız yapabilir. Ve biz kendimizi sabote edecek bilinç ile donatılmış olarak kendimiz yapabiliriz. Son cümle insanın toplum tarafından programlanması ile kendine dönük yok etmek girişimi, otoliz şeklinde eylemlerin ve düşüncelerin etkisinde kendimizi çürümeye ve bataklığa sürerek gerçekleşir. Yani içimize şeytani fikirler aracılığıyla şeytanın ruhunu içimize yerleştirerek toplumdan koparmak girişimidir. Burada kullanılan şeyler fikirler, 26. Kare hilesi, yaş ve feodal ilişkiler hiyerarşisi ile bürokratik hiyerarşi aracılığıyla otoriteye itaat kabulü, yoğunlaştırılmış kara propaganda, kişinin kendine saygısını bitirecek otlarla bezenmiş yeşil politika, hayalperest bir insan oluşturmak aracılığıyla maceraperest bir insan modeli özentisi, yükselme hırsı telkinleri ile engelleri aşma azminin aşılanması, cinsel ilişki modellerinin karmaşıklaştırılması, isyan duygusunun özgürlüğe açılan kapı olarak lanse edilmesi, ve buna benzer bir çok yöntemle ayrıştırıcı etkiler kullanılır. Özerk iradeyi desteklemek ayrı, yabancılaştırıp yalnızlaştırarak ayrıştırmak ayrıdır. . . HaNAR DEVELOPMENT . . #thehanardevelopnent #personalconstutionaltrials #hanargelisim #HaNARgelisim #hanargelisimtakvimi #physcology #религия #final #future #theroad #architecture #birey #kişiselanayasadenemeleri #kişiselanayasa #hukuk #humanbeings #final #future #philosophy #science #God #n (Samandag) https://www.instagram.com/p/BzS4nu8glol/?igshid=1wqmh31r7qz86
0 notes
mustafailhann · 7 years ago
Text
Holodomor Soykırımı: Stalin 7 Milyon Ukraynalıyı Nasıl Öldürdü?
Tumblr media
Hodomor, 1932-1933 yıllarında Stalin tarafından bütün bir ülke olarak açlığa mahkum edilen Ukrayna'da 7 milyon insanın açlıktan öldüğü soykırıma verilen ad.
Sovyetler Birliği'nin lideri Joseph Stalin Ukrayna'da kıtlığa sebep olacak bir dizi girişim başlattı. Amacı, bağımsızlık peşinde olan Ukrayna halkını yok etmekti. Sonuç olarak, Avrupa'nın tahıl ambarı olarak bilinen bu tarım ülkesinde yaklaşık 7 milyon insan, kendi elleriyle ürettikleri yiyecekten yoksun bırakıldığı için hayatını kaybetti.
Ukrayna bağımsızlık hareketi Stalin döneminden önce başlamıştı. Ukrayna, 200 yıl boyunca Çarlık Rusyasının egemenliği altında kalmıştı. Mart 1917'de Çarlık rejiminin çökmesiyle uzun zamandır beklenen bağımsızlık fırsatı nihayet gelmişti.
İyimser Ukraynalılar ülkelerinin bağımsız bir Halk Cumhuriyeti olduğunu ilan ettiler ve eski başkent Kiev'i hükümetin merkezi yaptılar.
Ne var ki, özgürlükleri kısa süreli oldu. 1917 yılının sonuna gelindiğinde Sovyetler Birliği'nin ilk lideri Vladimir Lenin önceden Çarların hakimiyeti altında bulunan bütün bölgeler üzerinde, özellikle de verimli Ukrayna toprakları üzerinde hak iddia etti. Bunun sonucunda, Ukrayna dört yıl boyunca kaosa ve savaşa sürüklendi. Ukrayna ordusu, Lenin'in Kızıl Ordusu'na ve hâlâ Çar'a bağlı Beyaz Ordu'ya karşı savaşmanın yanısıra Almanlar ve Lehler gibi diğer işgalci güçlere karşı da savaştı.
1921'de savaş Sovyetlerin zaferiyle sonuçlanırken, Ukrayna'nın batı kesimi Polonya, Romanya ve Çekoslovakya arasında paylaşıldı. Sovyetler, Moskova'daki ve diğer büyük Rus şehirlerindeki aç insanları doyurmak üzere çok büyük miktarlardaki tahılı hemen sevk etmeye başladılar. Kuraklığın da ülkeyi vurmasıyla birlikte Ukrayna'da yaygın bir açlık ve Lenin'e ve Sovyetler'e karşı bir öfke dalgası yükseldi.
Artan öfkeyi azaltmak amacıyla Lenin ülke üzerindeki idaresini gevşetti, çok fazla tahıl almayı durdurdu ve hatta malların serbest değiş-tokuşuna izin verdi. Bu taze hava insanların bağımsızlık isteklerini canlandırdı ve ulusal bir canlanma hareketi başladı.
Ama Lenin 1924'te öldüğünde yerine, dünyanın en acımasız diktatörlerinden biri olan Joseph Stalin geldi. Stalin'e göre Ukrayna'daki filizlenen ulusal canlanma hareketi ve azalan Sovyet etkisi kesinlikle kabul edilemezdi. İnsanların özgürlük ruhunu yok etmek için Sovyetler Birliği'nde başarıyla uyguladığı yöntemlerin aynısını burada da uygulama başladı. Böylece 1929'dan itibaren 5.000 Ukraynalı akademisyen, bilim adamı, kültürel ve dinî lider, silahlı bir ayaklanma planlamakla suçlanarak tutuklandı. Bu gerçek-dışı suçlamayla tutuklananlar ya yargılanmaksızın infaz edildiler ya da Rusya'nın uzak bölgelerindeki çalışma kamplarına gönderildiler.
Stalin aynı zamanda kollektivizasyon olarak bilinen Sovyet toprak sistemini de uygulamaya başlattı. Kollektivizasyon, halkının yüzde 80'inin geleneksel çiftçi olduğu bir ülkede b��tün özel çiftliklere ve çiftlik hayvanlarına el konulmasıyla sonuçlandı. Bu çiftçiler arasında Komünistlerin Kulaklar adını verdiği bir sınıf da bulunuyordu. Bunlar 10 veya daha fazla dönüm arazisi olan ve yanlarında işçi çalıştıran zengin çiftçilerdi. Stalin gelecekteki bir ayaklanmanın başını Kulakların çekeceğine inanıyordu, bu yüzden de "Kulakların bir sınıf olarak tasfiyesi"ne yönelik bir politikayı uygulamaya başlattı.
"Halk düşmanı" ilân edilen Kulaklar bütün mallarına el konularak evlerinden kovuldular. Bu Kulak ailelerine yardım edilmesi yasayla yasaklandı. Bazı araştırmacılar yaklaşık 10 milyon kişinin evlerinden kovulduğunu tahmin ediyorlar. Bunlar yük vagonlarına bindirilerek Sibirya'da "özel yerleşimler"e gönderildiler. Bunların üçte biri çok çetin hayat şartlarına dayanamayarak hayatını kaybetti. Aynı zamanda, erkekler ve yetişkin erkek çocuklar, çocuksuz kadınlar ve evlenmemiş kızlar Sovyetlerin işlettikleri madenlerde ve büyük sanayi projelerinde köle-işçi olarak çalıştırıldılar.
Tumblr media
Ukrayna'da ise bir zamanların çiftçileri olanlar büyük kollektif çiftliklerde çalışan kırsal fabrika işçileri düzeyine düştüler. Zorunlu kollektivizasyon sistemine katılmayı reddeden herkes Kulak olarak suçlandı ve sürgüne gönderildi.
Hevesli genç Komünist aktivistleri kullanarak bir propaganda kampanyası başlatıldı. Bu gençler ülkenin dört bir yanına giderek halkın Sovyet rejimine desteğini kazanmaya çalıştılar. Ne var ki bu çabalar başarısız oldu. Propagandaya, süregiden baskı ve tehditlere rağmen insanlar isyan eylemleriyle ve sabotajlar yoluyla direnmeyi sürdürdüler. Evlerini vermektense yaktılar. Mülklerini, alâtlerini ve çiftlik hayvanlarını kollektiflerden geri aldılar, yerel Sovyet otoritelerini taciz edip kimileyin suikastlerle öldürdüler. Bu durum onları Joseph Stalin'in iktidarı ve otoritesiyle karşı karşıya getirdi.
İsyanı bastırmak üzere Sovyet askerleri ve gizli polisleri ülkeye gönderildi. Ayaklanan köylülerin karşısına dikilip başlarının yukarısına uyarı ateşleri açtılar. Ve kimi durumlarda doğrudan doğruya insanların üzerine ateş ettiler. Stalin'in gizli polisi GPU (önceki KGB) insanları yıldırmak amacıyla bir terör kampanyası başlattı. GPU mangaları işbirliğine yanaşmayan çiftçilere sistematik olarak saldırılar gerçekleştirip, onları öldürdüler.
Ama direniş sürdü. İnsanlar Sovyet çiftlik mekanizması içerisinde yer almayı reddediyorlar ve Sovyet öncesi hayat tarzlarına geri dönmek istiyorlardı. Bazıları çalışmayı reddediyordu, bu şekilde buğdayı ve yulafı hasat edilmemiş tarlalarda çürümeye terkediyorlardı. Bir kez daha kendilerini Stalin'le karşı karşıya getiriyorlardı.
Moskova'da, Stalin onların bu kararlı başkaldırışına tepki vermekte gecikmedi ve bile bile kitlesel bir açlığa sebep olup, milyonlarca insanın ölümüyle sonuçlanacak bir politikanın uygulanması emrini verdi.
1932 ortalarına gelindiğinde Ukrayna'daki çiftliklerin neredeyse yüzde 75'i zorla kollektifleştirilmişti. Stalin'in emirleri üzerine, Sovyetler Birliği'ne gönderilen gıdaların kotaları 1932 yılının Ağustos ve Ekim aylarında ve yine 1933 yılının Ocak ayında büyük oranda yükseltildi, ta ki Ukraynalıları besleyecek hiçbir gıda kalmayıncaya kadar...
O yıl Ukraynalıların hasat ettiği çok büyük miktardaki buğdayın çoğu dış pazara satıldı. Elde edilen para Stalin'in Sovyetler Birliğinin modernizasyonu için giriştiği Beş Yıllık Planını ve devasa askerî takviyesini finanse etmeye yardımcı olmak üzere kullanıldı. Eğer buğday Ukrayna'da kalsaydı, tahminlere göre bütün Ukrayna nüfusunu iki yıl boyunca besleyebilirdi. Ukraynalı Komünistler tahıl kotalarının azaltılması için Moskova'ya acilen başvurdular ve aynı zamanda gıda yardımı talebinde bulundular. Buna karşılık Stalin onları açıkça suçladı ve Ukrayna Komünist Partisi'ni tasfiye etmek üzere 100 bin sadık Rus askerini üzerlerine yolladı.
Sovyetler, bununla da kalmayıp, Ukrayna'nın sınırlarını kapatarak herhangi bir gıda girişini engellediler ve bu şekilde ülkeyi devasa bir toplama kampına çevirdiler. Ukrayna'da bulunan Sovyet polis kuvvetleri ise ev ev dolaşıp stoklanmış bütün gıdalara el koydular ve köylü ailelere tek bir lokma bile bırakmadılar. Bütün gıdalar Devlet'in "kutsal" malıydı. Devlet malını çalarken yakalanan herkes, bu çaldığı şey bir buğday veya mısır sapı bile olsa, kurşuna dizilebilir veya en az 10 yıl hapse mahkûm edilebilirdi.
Açlık bütün bir Ukrayna'ya hızlı bir şekilde yayıldı ve kötü beslenmenin ilk etkileri çocuklar ve yaşlılarda görülmeye başlandı. Süregiden açlığın etkisiyle kolları ve bacakları çubuğa dönen çocuklar açlıktan ölmeye başladılar. Kırsal bölgelerdeki anneler kimi zaman, bir deri bir kemik kalmış çocuklarını Kiev gibi şehirlere giden trenlerin vagonlarına atıyorlar, oralarda birilerinin çocuklarına acıyıp, onlara bakacağını umuyorlardı. Ama şehirlere kırsal bölgelerden çocuklar ve yetişkinler akın etmiş bulunuyordu. Ve açlıktan sokaklara yığılıp kalarak ölen bu insanlar at arabalarına yüklenerek toplu mezarlara gömülüyordu.
Tumblr media
Polis ve Komünist Parti yetkilileri oldukça iyi besleniyorken, umarsız Ukraynalılar çalı ve ağaç yaprakları yediler, köpekleri, kedileri, kurbağaları, fareleri ve kuşları öldürüp pişirdiler. Açlıktan aklı başından gitmiş bazıları ise yamyamlığa başvurdular. Hatta kimi ana-babaların kendi çocuklarını yedikleri görüldü.
Bu sırada, yakınlardaki Sovyet denetiminde bulunan tahıl ambarlarında henüz Ukrayna dışına gönderilmemiş bulunan büyük 'rezerv" tahıl stokları ağzına kadar doluydu. Bazı yerlerde tahıl ve patates açıkta yığınlar halinde depolanmıştı ve bunlar dikenli tellerle ve yiyecek almaya çalışan herkese ateş ederek öldüren silahlı GPU muhafızları tarafından korunuyordu. Üretim için gerekli olduğu düşünülen çiftlik hayvanlarının beslenmesine izin veriliyorken, onların arasındaki insanların yiyecek tek bir lokma yiyeceği bile bulunmuyordu.
Tumblr media
1933 baharında, Ukrayna'da açlığın doruk noktasına vardığı günlerde, günde yaklaşık 25 bin kişi açlıktan ölüyor, köylerde tek bir insan hayatta kalmıyordu. Avrupa, Amerika ve Kanada'da Ukrayna kökenli insanlar ve diğerleri geçen açlık haberleri üzerine Ukrayna'ya yiyecek gönderdiler. Ama Sovyet otoriteleri gönderilen hiçbir yiyeceğin sınırdan içeriye girmesine izin vermedi. Açlığın varlığını inkâr etmek ve dolayısıyla her türlü dış yardımı reddetmek Sovyetler Birliği'nin resmî politikasıydı. Açlığın gerçekten de var olduğunu iddia eden herkes Sovyet-karşıtı propaganda yapmakla suçlanıyordu. Sovyetler Birliği içerisinde bir cümle içerisinde "kıtlık" veya "açlık" kelimelerini kullanan bir kişi hapsi boylayabiliyordu.
Sovyetler açlığı inkâr edişlerini yabancı basın ve uluslararası ün sahibi kişileri Sovyetler Birliği ve Ukrayna'da dikkatli bir şekilde düzenlenmiş fotoğraf fırsatları yoluyla kandırarak desteklediler. Yazar George Bernard Shaw bir grup İngiliz ileri geleniyle birlikte Sovyetler Birliği'ni ziyaret etti ve dünyaya olumlu izlenimler aktardı. Eski Fransa Başbakanı Edouard Herriot'a beş günlük iyi ayarlanmış bir Ukrayna gezisi yaptırıldı ve burada kendisine Kiev'deki çeki-düzen verilmiş caddeler ve "model" bir kollektif çiftlik gösterildi. O da olumlu bir izlenimle ülkeden ayrıldı ve Ukrayna'da gerçekte açlığın sözkonusu olmadığını söyledi.
Tumblr media
Moskova'da ise Sovyetler Birliği'nde çalışan altı İngiliz mühendis tutuklandı ve sabotaj, casusluk ve rüşvet vermekle suçlanarak haklarında ölüm cezası istemiyle dava açıldı. Bu sansasyonel göstermelik mahkeme gerçekte yabancı gazetecilerin ilgisini Ukrayna'daki açlıktan uzaklaştırmak amacını taşıyordu. Gazeteciler, eğer açlıkla ilgili yeni haberler yazacak olurlarsa mahkemeyi izlemelerine izin verilmeyeceği konusunda uyarıldılar. Çoğu yabancı basın Sovyetlerin bu talebine boyun eğerek ya açlktan hiç söz etmediler, ya da açlığın var olmadığı yolundaki resmi Sovyet propagandası doğrultusunda haberler yazdılar. Bunlar arasında Pulitzer ödüllü gazeteci Walter Duranty de vardı. Duranty, New York Times'da "...açlıktan söz etmek saçmalıktır" diyordu.
Batılı devletler ise her ne kadar gizli diplomatik kanallar yoluyla Ukrayna'da yaşanan gerçekleri biliyor da olsalar, açlık karşısında pasif bir tutum benimsediler. Stalin'in Soyvetler Birliği'ni modernleştirme yolundaki Beş Yıllık Planı Batılı ülkelerden çok miktarda mal ve teknoloji alımına dayanıyordu. Batılı ülkeler Ukrayna'daki açlık meselesi yüzünden Sovyetler Birliği ile yaptıkları kârlı ticaret anlaşmalarından olmak istemiyorlardı.
1933 yılı sonunda Ukrayna nüfusunun yaklaşık yüzde 25'i hayatını kaybetti. Ölenlerin 3 milyonunu çocuklar oluşturuyordu. Kulaklar bir sınıf olarak ortadan kaldırıldı ve çiftçilerden oluşan bütün ulus yıkıma uğratıldı. Hedefine ulaşan Stalin Ukrayna'ya gıda dağıtımına izin verdi ve bu şekilde açlık yavaş yavaş sona erdi. Ne var ki, açlığı izleyen yıllarda "ülke içindeki düşmanlar" eziyete uğramayı ve sürgüne gönderilmeyi sürdürdüler. 1941 yılında ise ülke Nazi Almanyasının saldırısına uğradı. Hitler'in ordusu, tıpkı önceki işgalciler gibi, Avrupa'nın tahıl ambarını soymak istiyordu.
0 notes
seslimeram · 2 years ago
Text
Normali Kaldı Mı Memleketin...
Tumblr media
Bir karanlık tahayyülün ortasına demirlemiş, bugünü dününden beter, şimdisi yarınına hiç ışık tutamayacak kadar zifiri bir kötülüğün esiri olagelen yerde hayat mefhumu çürümeye devam ediyor. Her şeyin lafta kaldığı bir ülkenin hakikati bir yandayken bir de “bitimsiz” kötürüm halin, kötülük teşebbüsünün muteber / kimlik kılınmasının yarası çıkageliyor. Bir biçimde bütünüyle hayat mahvedilirken oluşturulmuş ikliminin bekası sağlama alınmaya çalışılırken her şey birbirine giriyor. Bir karanlık tahayyülün güncelliği yaşatılanların ol yekunu cürmün,cerahatin, cehennem özentiliğinin her türden suretiyle biçimlendiriliyor. Hayat mefhumu doğrudan müdahalelerle birlikte yaşanması imkansız bir deneyimin ta kendisine dönüştürülüyor. Sorgusuz, sualsiz biat kültürünün ekseninde, her şeyin ama her bir şeyin yağmalandığı bir düzlemde kırıntılarla hayatta kalınır iması ve beklentisiyle tüm müştereklerimiz bu obez / doymak bilmeyen iktidar tahayyülüne peşkeş çekiliyor arasız, hiç fasılasız. Bir cehennemi halin ortasına ülke terk ediliyor daha öncesinden görülen var edilen yaşatılanları aşan pratiklerle birlikte.
Aralıksız iki haftaya yakındır Maraş Pazarcık ve Elbistan eksenli iki büyük depremin ardı sıra yaşatılanlar bu bahsi tastamam özetliyor. Haddizatında büyük ülke, yeni yüzyıl, güçlü devlet vesaire anlamlar atfedilirken daha hiçbir şeyin var edilemediği, her şeyin karanlığa rehin olunduğu bir güncellik binlerce yurttaşın canına mal olur. Desteksiz değil, doğrudan bir afetin ardından ilk yirmi dört saatin heder, ikinci yirmi dört saatin göz ardı ederek açık bir biçimde talan edildiği yerde insan canının soğukta yok edilmesi söz konusu kılınır. Bir afet sonrasında denkliği, yeterliliği ile insanlarına umut olması, enkaz altından kaldırması gereken bir devletin gölgesinin değdiği yerlerde yıkım, hiç gitmediği zeminlerde ise avaz avaz imdat sesinin duyulmadığı bir katliam gerçek kılınır. Bütünüyle yaşam akdinin nasıl feshedildiği artık kesintisizdir. Kanıtları günbegün ana akım medyanın yayınlarında arada görülen / duyulan / bildirilmeye çalışılan seslenişlerin satır aralarındadır.
Bir katran karanlığına demirlemiş ülkenin gerçekliği kesintisiz kılınırken, sağlık emekçisi bir kadının canhıraş telaşede duyurmaya çalıştığı yıkımın halidir, perişanlıktır mesele az biraz. “Habertürk canlı yayınına girerek tepki gösteren sağlık çalışanının AKP'li hesaplarca 'HDP üyesi olduğu' iddia edilmişti. Anestezi Teknisyeni Büşra A.'nın 1998 Adıyaman doğumlu olduğu, adli sicil ve arşiv kaydı olmadığı, hiçbir siyasi partiye üyeliği bulunmadığı ortaya çıktı.” Cumhurbaşkanı gelsin de halimizi görsün demenin makama, şahsa hakaret olarak görüldüğü / bildirildiği zeminde olan bitenin nasıl bir fasit döngü, var edilmiş şeyin her nasıl bir fecaat olduğuna dair bir isyan dahi sorgusuz sualsiz kabul olunmaz. İlla bir maraz, bir kötülük aranır. Oysa soğuktan donan, kendiliğinden var edile gelen tüm hayatların hiçe sayıldığı, bir tane vekilin onca zaman gelmediği, yöneticinin gelmediği bir menzilde sahipsiz kılınan hayatlar için meramı anlamak zor muydu? Bu kolonların altında hepimizin, tüm Türkiye’nin, yönetenlerin kanı var, uyan artık Türkiye! Lafzının her neresidir rencide edici olan, olabilen. Deprem sonrası yaraları kurutmak bir yana onları kalıcı yaralara dönüştürmek, kanatmak çabasına düşülürken hangi karanlıktan çıkış söz konusu edilebilir ki?
Gazete Duvar’dan iliştirelim: “Halkların Demokratik Partisi (HDP), 7.7 büyüklüğündeki ilk depreminin merkez üssü olan Maraş'ın Pazarcık’taki Hasankoca Köyü’nde kurulan Kriz Koordinasyon Merkezi’ne 'kayyım' atama girişiminde bulunulduğunu açıkladı.
HDP'lilerin yardım toplamak ve dağıtmak amacıyla kullandığı Köy Evi'ne Kaymakam Mustafa Hamit Kıyıcı, jandarma ile birlikte müdahale etti. Aynı zamanda taziye evi olarak kullanılan binada yardım çalışmalarını organize eden bir kişi kaymakamın buraya "kayyım atadığını" bildirdiğini söyledi. Kaymakam Kıyıcı, "Devlette hiyerarşi olmazsa olmaz. Doğru ya da yanlışla ilgili bir şey demiyorum ama el koyma yetkimiz var" diye konuştu.
HDP’nin resmi Twitter hesabından yapılan açıklamada, "Pazarcık 10 gündür dayanışma ile ayakta duruyor. Dondurucu soğukta, zor koşullarda yardıma koşan insanlar kimi rahatsız eder? Elbette iktidarı! Pazarcık Hasankoca Köyü'nde kurulan Kriz Koordinasyon Merkezi'ne kayyım atanarak dayanışma malzemelerine el konulmak isteniyor!” dendi.
Kriz Koordinasyon Merkezi yetkilileri de yaptıkları açıklamada, “Bugün Pazarcık Kaymakamı geldi ve buraya kayyum atadığını söyledi. Yani 10 gündür hiçbir yerde olmayan kaymakam ve askerleri bugün buraya gelerek, dediler ki, siz artık dayanışma göstermeyeceksiniz. Bu ülkede en zor zamanda birbirine kavuşması yasak. Bu ülkede tek bir şey serbest; ölmek. Çok kolay ölebilirsiniz. Özgürsünüz. Devlet bu konuda sizi güvence veriyor. Ama yaşayamazsınız. Yaşamak kayyum konusudur. Bugün burada kayyum size ölümün fetvasını vermiştir. Öldüremediklerimizi depremde burada soğuktan, açlıktan öldüreceğiz, diyor” ifadelerini kullandı.
HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, yaşananlara ilişkin Diyarbakır'da açıklama yaptı.
Buldan, partisinin Pazarcık’taki yardım çalışmalarının engellenmesine tepki göstererek, “Yardımları engellemek haddinize değil, halkımız için seferber olmaya devam edeceğiz” dedi.
HDP’nin yardım kampanyasının durdurulmak istendiğine işaret eden Buldan, “Depremin başından beri özellikle ilk günlerde ortada olmayanlar, hiç bir şekilde halkımıza yardım götürmeyenler, şimdi yapılan çalışmaları yapılan yardımları engellemek ama aynı zamanda HDP’nin yardım kampanyasını durdurmak için girişim başlattılar. İktidara seslenmek istiyorum. Bu bir akıl tutulmasıdır, insanlar açlıktan, soğuktan, depremden, büyük bir felaket yaşarken bu yapılan yardımları engellemek hiç kimsenin haddine değildir, hiç kimsenin hakkı da yoktur. Biz ne pahasına olursa olsun bizlere ulaştırılan bütün yardımları, malzemeleri halkımıza ulaştırmak için büyük bir mücadele vereceğiz. Bu yapılan baskının engellemenin buraya kayyım atamanın hiç bir şekilde izahı yoktur. Bütün kamuoyuna buradan seslenmek istiyorum. Bundan sonra bu tür girişimlerin devam edeceği kaygısı taşıyoruz. Yapılan bütün yardımların engelleneceği kaygısını yaşıyoruz. İktidar ilk gün kamuoyuna verdiği algı ile yeni bir süreç başlatmak istiyor. Bunu da bizim yaptığımız çalışmalar üzerinden kendisine mal eden bir yerden HDP’nin, STK’nın, başka partilerin yaptığı yardımları engelleyerek sanki bu yardımları kendisi yapıyormuş gibi yapmasına asla izin vermeyeceğiz” diye konuştu.
‘İlk Gün Olmayan Asker, Şimdi Yardımları Engelliyor’
Buldan devamla şunları söyledi: “Aldığımız bilgiye göre şu an oraya kolluk gitmiş, askerler yerleşmiş. Depremin ilk iki günü kolluğun, hükümetin, askerin ortada yoktu. Şimdi bakıyoruz, yardım malzemelerini engellemek için askerlerin kolluğun mülki amirlerin oraya gittiğine tanık oluyoruz. Bu kabul edilebilir bir durum değildir. HDP olarak bütün illerden depremzedelere ulaştırılmaya çalışılan malzemelere her türlü engel başından beri çıkarıldı. Bugün son noktada artık o depoyu basarak ‘buraya biz yerleşeceğiz, bizim emrimizdeki insanlarla birlikte çalışırsanız çalışırsınız, yoksa sizi gözaltına alırız’ demelerini asla kabul etmiyoruz. Özellikle Siirt ve Batman’dan gelen içerisinde odun kömür ve yakacak olan TIR’ları engellemesi ve AFAD’ın bunlara el koymasını asla kabul etmiyoruz. Antep’e giden TIR’lar AFAD tarafından durdurulmuş ve biraz önce aldığımız bilgiye göre AFAD’ın aynı zihniyetle aynı amaçla bu yardımlara el koyduğunun haberini alıyoruz.
'Halkımızı Soğuğa, Açlığa Terk Etmeyeceğiz'
Şimdi bunları, bu algıyı değiştirmek için bu malzemelere el koyup sanki kendiniz bu malzemeleri toplamış gibi insanlara dağıtmak istiyorsunuz. Ama buna izin vermeyeceğiz HDP buna izin vermeyecek. Sizin bu algınızı, anlayışınızı yerle bir edeceğiz. Böyle bir anlayış nerede görülmüş. Yardıma muhtaç insanlara giden malzemelere el koymak hangi anlayışa ve vicdana sığar. AKP hükümeti ve ortağı ile birlikte ortada görünmeyen yok olan hiç bir şekilde yardım eli uzatmayan bu partilere sesleniyorum. Bari bırakın yardım eden partiler, STK’lar, gönüllüler bu insanların yanında olsun. Bu yaraları birlikte saralım. Ama siz buna müsaade etmiyorsunuz. Açık söylüyoruz, biz yardımlarımızı halkımıza ulaştıracağız, ne pahasına olursa olsun onları hiç bir şekilde soğuğa, açlığa terk etmeyeceğiz. Doğal afetlerde zarar görmesine izin vermeyeceğiz.”
Bir karanlığın ortasına demirliyor memleket. Tümüyle var edilmiş olan şeyin bir yıkımın en olmadık tezahürlerini bünyesinde barındıran, sürekli güncellenen bir mefhum olduğu bugün şu raddede daha da belirgin kılınıyor. Yolun, yordamın mahvedildiği, hayatın tüm anlam ve muhteviyatının yağmalandığı bir zeminde dahi düşmanlık Halkların Demokratik Partisine yönlendirilmekten eksik kalınmıyor. Yardımların gasp edilmesine teşne olabilecek kadar nasıl kötü olunabilir ki sahiden? Bütünüyle, doğrudan bir yaşam akdinin yıkıma terk edildiği yerde, o felaket sonrasında kurulmak istenen dayanışma köprülerine de dinamit koyarak, engelleyerek, gasp edip, hedef kılarak bir kere daha yara konuşulmasın istenir. İyi de bu hallerin yekununda Türkiye’nin karanlığı daha da belirgin olurken nereye kadar riya, daha nereye kadar eza, kötülük ve yıldırı!
Bile isteye bir kötülüğün nasıl yükseltildiği, kalıcılaştırıldığı zemin karşı karşıya bırakılan / terk edildiğimizdir bir kere daha. On dört koca gün geçtikten sonra, ekranlardan şatafatlı bolca atmalı tutmalı yardım görünümlü pastadan pay kapma / biz de partiliyiz çıkışlarının var edilebildiği, akp için bir kamuoyu yoklamasına dönüştürülen o katran karası geceyi de hesaba kattığımızda, kaç kere daha yıkım var edilebilir ki bu sathı mahalde? Her şeyin lafta kaldığı bir ülkenin hakikati bir yandayken bir de “bitimsiz” kötürüm halin, kötülük teşebbüsünün muteber kılınmasının yarası çıkageliyor hala ve hala. Dönüşümsüz, hemen hiç düzelmeyecek olanın sadece depremle değil, onun karşısında kağıttan kale kılınmış olan evlerden, buna müsaade gösterenlerden bugün yönetim katının imar aflarına çokça bahsi dahi açılmayan hamlelerle hep tekrar olunan bir gerçekliktir mesele. Yıkım halinin ortasında evlerinde kalakalan canları için teşebbüs edenlere, o yok, bu yok diyerek burun kıvıranların var ettikleri iki utancı da şuraya ekleyelim: “Hatay’da kaybettiğimiz kuzenlerimize önce saatlerce kimse gitmedi. Sonra afad geldi kepçe yoktu afad gitti. Sonra kepçe geldi afad yok diye müdahale edemediler. Böyle köşe kapmaca oynandı. Anne baba ve çocuk, kaybettik. Geride 25 yaşında gencecik kızları kaldı tek başına.” “Sanki eve tesisatçı gelmiş de tornavida ister gibi biz buraya giremeyiz kepçe lazım diyorlar. Sokak sokak arayıp kepçe bulup getiriyoruz bu sefer ekip yok diyorlar. O yok bu yok neye geldiniz ağam o zaman ben nerden bulucam sana iş makinasını” Bir cehennemi tahayyüle terk ediliyor ülke bir kere daha. Değil on dört gün, değil bir ay, kaç sınama, kaç zaman sonra bu hallerin farkına varılacaktır? Böyle bir toplamla, bu kadar afaki bir nefret, o kadar yalın bir ötekileştirme, acının bile süreyle karşılandığı, beklendiği, sonrasında da tastamam unutturulmasına çalışılan bir zeminde neyin normaline dönülecektir, Normali hiç kalmış mıdır, şu sahnenin! Soruyor musunuz...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: EPA / EFE – Shutterstock via BBC News
1 note · View note
ha-kan-kara-yel · 5 years ago
Text
Balkan Türkleri Karamanoğlu Beyliği Yörük Türkleridir. Moğollar 1222 yılında Orta Asya da Özbekistan ve Türkmenistan’ı işgal etmişti. Anadolu'da ise o zaman Anadolu Selçuklu Devleti bulunuyordu. Oğuzların Avşar boyuna ait olan Karamanoğlu Beyliği 1228 yılında Moğol baskısından dolayı Anadolu'ya göç etmişlerdir. Anadolu Selçuklu Devleti Hükümdarı Alaattin Keykubat, Karamanoğlu Beyliğini Karaman ilinin Toros dağlarının içinde bulunan Ermenek ilçesine yerleştirmiştir.
1242 yılında Moğollar Anadolu'ya ulaşmış ve Anadolu Selçuklu Devleti’ni savaşta yenilgiye uğratarak zayıflatmıştır. Anadolu Selçuklu Devleti zayıflayınca Anadolu’daki Türkler beylikler haline gelmiştir. Bu beylikler;
1. Karamanoğlu Beyliği
2. Kadir Burhanettin Beyliği
3. Eşrefoğulları Beyliği
4. Aydınoğulları Beyliği
5. İnançoğulları Beyliği
6. Alaiye Beyliği
7. Tacettinoğulları Beyliği
8. Çobanoğulları Beyliği
9. Dulkadiroğlu Beyliği
10. Ramazanoğulları Beyliğidir.
Osmanlı Beyliği 1289 – 1300 yıllarında Eskişehir Sögüt'te kurulmuştur.
Selçuklu Devleti 1300 yılında sona ermiştir.
Osmanlılar, Bizans toprağı olan Bilecik ve Bursa'yı alarak batı yönünde ilerlemeye devam etti. Daha sonra geriye dönerek Anadolu’daki Karamanoğlu Beyliği dışındaki Beylikleri teker teker savaşarak topraklarına katmıştır.
Anadolu’da en kuvvetli beylik olan Karamanoğlu Beyliğini topraklarına katmak için aralıklı olarak 100 yıl savaşmıştır. 1277 yılında Karamanoğlu Beyliği, Moğollar ve Selçuklular savaş yaparak onları yenmiştir. Karamanoğlu Beyliği Konya’yı alarak Türkçe’nin Anadolu’ya yerleşmesini sağlamıştır. Çünkü o yıllarda Anadolu’da devlet, din, ilim ve sanat alanlarında Farsça ve Arapça gibi dillerin hakimiyeti vardı. Karamanoğlu Beyi Mehmet Bey, beylik sınırları içerisinde Anadolu’da Türkçeden başka dil konuşulmaması yönünde ünlü fermanını yayınlamıştır.
Osmanlılar, kurulduğu 1299 yılından 1365 yılına kadar Balkanlarda pek çok yeri fethetmiştir. Yıllar içerisinde akınlar ve savaşlarda elde edilen zaferler ile ülke sınırları sürekli olarak genişletilmiştir. Balkanlar ile Anadolu toprakları arasında yer alan İstanbul, Bizans’ın hâkimiyetindeydi. Fatih Sultan Mehmet dehası sayesinde 1453 yılında güçlü surları ile ünlü İstanbul’u fethetmiş, böylece Hz. Muhammed’in vasiyetini gerçekleştirmiş, cihan şehrini Osmanlı’ya kazandırmış ve devletini daha da güçlendirmiştir.
Bilim, kültür ve eğitime büyük önem veren Fatih Sultan Mehmet, zeki ve yetenekli oğlu Cem Sultan’ı, Konya Valisi olarak Karamanoğlu topraklarına göndermiştir. Karamanoğlu Beyliğinin bir daha kurulmaması ve buradaki halkın Osmanlı’ya karşı isyan hareketi başlatmaması için Türkmen ve yörükler Balkanlarda fethedilen bugünkü Bulgaristan, Yunanistan ve Makedonya’ya yerleştirilmiştir. Böylece Balkanlardaki Türk nüfusunun artması sağlanmıştır. Yüzyıllar içerisinde Türk ve Müslüman nüfus Balkanların pek çok yerinde çoğunluk haline gelmiştir.
16. yüzyılda tarih sahnesine çıkan ve hızla büyüyen Rus Çarlığı, Panistlavist politikaları ve sıcak denizlere inme hedefiyle Osmanlı Devleti’ne saldırmış, 1877-78 yıllarında yaşanan ve 93 Harbi olarak bilinen savaşta II. Abdülhamit ve Tuna Vilayeti Ordu Komutanı Çırpanlı Abdülkerim Nadir Paşa’nın kötü yönetimi nedeniyle Osmanlı büyük bir bozguna uğramıştır. O tarihe kadar Vidin Komutanı olarak görev yapan Gazi Osman Paşa’nın düşman ordularını durdurma hedefiyle Plevne’de, Gazi Muhtar Ahmet Paşa’nın Erzurum’da verdiği destansı mücadele savaşın seyrini değiştirememiştir. 93 Harbi sonunda Ruslar, Bulgar milisleri birlikte İstanbul Yeşilköy’e kadar ulaşmıştır. Rus ordusunun önünde 1 milyon 200 bin Türk İstanbul’a ulaşmak için göç etmiştir. Göç yollarında 400 bin Türk yollarda soğuktan ve açlıktan ölmüştür. Berlin antlaşmasıyla Ruslar geri çekilmiş ve Bulgaristan’ın yarısına muhtariyet verilmiştir.
Bu büyük savaş Osmanlı Devleti’nin Balkanlar’da, Kafkasya’da ve Ortadoğu’da parçalanma ve yıkılma sürecini hızlandırmıştır. Savaştaki mağlubiyetin ardından II. Abdülhamit, meşrutiyet dönemine son vermiş ve 33 yıl süren hükümdarlığı boyunca Osmanlı Devleti, bugünkü Türkiye sınırlarının iki katı büyüklüğünde toprak kaybetmiştir.
Sultan Abdülaziz zamanında dış borçlarla kurulan İngiltere’den sonra Dünya’nın ikinci büyük filosu olan Osmanlı donanması, bahriyelilerin kendisine darbe yapmasından korkan II. Abdülhamit tarafından Haliç’te çürümeye terk edilmiş ve bu sebeple Mısır ve Trablusgarp savunulamaz hale gelmiştir. Osmanlı’nın Kuzey Afrika’da yaşadığı kayıplar, Ege Denizi’ndeki 12 adaların İtalya’ya teslim edilmesi Osmanlı’nın güçsüzlüğünü ortaya çıkarmış, bunun sonucunda Karadağ, Sırbistan, Bulgaristan ve Yunanistan Osmanlı’ya saldırmıştır. Türkler Kösedağ Savaşı’ndan sonra ilk kez kendisininkinden daha küçük bir orduya karşı savaş kaybetmiştir. Bu savaşta büyük kayıplar verilmiş, Balkanlar’dan Trakya ve Anadolu’ya kitlesel göçler yaşanmıştır. Osmanlı’ya karşı savaşı kazanan Balkan ülkelerinin, elde ettikleri toprakları paylaşamamaları üzerine II. Balkan Savaşı patlak vermiş ve bunu fırsat bilen Enver Paşa komutasındaki Osmanlı Ordusu Kırklareli ve Edirne’yi geri almıştır.
1914-18 yılları arasında yaşanan I. Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan Osmanlı Devleti’nin, Mondros ve Sevr Antlaşması sonucu başkenti de dâhil olmak üzere işgal edilmiş ve bağımsızlığını kaybetmiştir.
Çanakkale Savaşı’nda yaşadığı yüzyılın dâhisi olarak tarih sahnesine çıkan Mustafa Kemal Atatürk, büyük çoğunluğu Rumelili olan silah arkadaşlarıyla birlikte 19 Mayıs 1919’da Milli Mücadeleyi başlatmış, kurtuluş savaşı kazanılmış ve bu büyük zafer Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla taçlandırılmıştır. Türk milleti makus talihini Atatürk’ün önderliğinde yenmiştir.
Yurdumuzun kurtarıcısı, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve Türk tarihinin en büyük çağdaşlaşma mücadelesinin mimarı Yüce Önder Mustafa Kemal Atatürk, Karamanoğlu Yörük Türklerinden olan bir ailenin evladı olarak Selanik’te dünyaya gelmiştir. Dedesi Hafız Ahmet Efendi Karamanoğlu Beyliğinden, Yunanistan’nın Manastır vilayeti Kocacık Nahiyesine yerleşen yörüklerdendir. Annesi ise Aydınoğulları yörüklerindendir.
Cumhuriyet döneminde 1938,1950,1968, 1972, 1978,1989 yılları arasında bir milyondan fazla Türk, Trakya ve Anadolu’ya gelmiştir. Halen milyonlarca Türk Balkanlarda yaşamaktadır. Balkan Türklerinin büyük bölümünün kökeni Karamanoğlu Beyliğinin yörük Türkleridir. Bununla beraber Balkanlarda, Osmanlı’nın fethinden önce oraya gidip yerleşen Türkmenler ve Kırım’ın kaybedilmesinden sonra güneye göç eden Tatarlar da bulunmaktadır.
0 notes
gokhan1299 · 7 years ago
Text
Neden?
Neden ben ? Neden seven ben isyan eden ben ha? Büyük bir günahmı işledim acaba ? Kime ne yaptım ki lan ben ben karıncalar incinmesin diye yolun diğer tarafından geçen bir adamdım ne yaptım ben neden ben çekiyorum bu acıları hak edecek ne yaptım hayata her zaman 10/0 geriden devam ettim ben ben hep bir çıkmazı yaşadım hep bir hüsran hep bir sorun hep bir çaresizlik neden ben ha? Ben sevdim lan herkesi hiç bir kötülük ummadım kimseden ama herkes beni sikmeye çalıştı ve hayatıma kötü yaralar bıraktılar bu yaralarım kanıyor an be an daha da derinleşerek çürümeye başladı ruhum korkmuyorum artık ölmekten korkmuyorum düşmekten en dipte olan bir insan neden korksun ki zaten düşmüş bir insan bi kere daha düşse nolur ki yaşamışım bu bataklığın en karanlık en boktan derinliklerinde ölmeden ayakta kalabilmişim daha ne yapabilir bu hayat bana acımı 😂 acı hissetmiyorum artık aldığım acılar beni tatmin etmeye başladı artık acı hissetmiyorum ben acılar benim yemeğim oldu yemeden yaşayamaz bir hal aldı benliğim .
0 notes
taharruz · 5 years ago
Text
Gaybın Kuyusu
https://www.youtube.com/watch?v=l9cVN4ZqNIM
Önce bir fırtına çıkageldi. Evi temelinden aldı arşa çıkardı. Sonrasında var gücüyle bir hınçla yere vurdu. Sonra bir iskambil kağıdı misali dağılıverdi masum güzel anıları, inancı, umudu. Kuru otlar kucak açtı onlara.. Toprağından yer verdi. Eskisi gibi değildi. Artık gördükleri de eskisi gibi değildi. Eski... Geçmiş... geride kalmıştı. Göğsünün en derinlerinde şarapnel parçaları dağıldı. Patlayan damarlardan akan kanlar bir nehir gibi aktı geçmiş denen o havuzda. Babil hala yerli yerinde ama enkaz halindeydi asırlardır. Asma bahçeleri de artık yoktu. O gözler mezar taşına, biriken toprak yığınına bakarken akşam ezanının okunmasına da az bir vakit kalmıştı. Sararan otlara baktı bir kaç da kurumuş ağaçlara... sonra ayağının dibinde bir çekirdek kabuğunu yuvasına götürmeye çalışan karıncaya.. Sonra "Herkes gitti. Bu evrende bir başıma kaldım" dedi. Umutsuzca toplu mezarlara baktı. Toprağın altında sadece sevdiklerinin değil çocukluğunun, masumiyetinin, inançlarının, umudunun da toprağın altında çürümeye terk edildiğini gördü. Aslında görmekten ziyade geç de olsa farkına varmıştı. Bir kaç damla gözyaşı döktü. Gelmeyecek o güzel günlerin, kaybettiklerinin birer itirafıydı sanki.. Kabulleniş ve çaresizlik. Yoksa ikisinin lügattaki karşılığı aynı mıydı? Eşanlamlı sözcüklerdi artık onun için. En azından sonu olmayacak olan yeni bir başlangıcı da yoktu artık.. Başını kaldırıp semaya baktı. Gözleri Tanrı'yı aradı.. Bir işaret vermesini bekledi biçare. Ve Tanrı yine sessizdi. Köşebucak saklanacak meçhuller aradı kendine ama her defasında yine mağlup oldu. Sanki gizli bir el kabullenişten kaçışını engeller gibiydi. Kendine çıkış bir yol aradı. Mecnun gibi dolaşırken Yusuf misali kuyuya düştü. Gaybın, hiçliğin kuyusuna. Hiç direnmedi. İsyan da etmedi. Sonra elleriyle şu yazıyı kazıdı; "Yerin üstünde zaten sesimi duyuramıyordum, kuyuda ölümü beklesem ne yazar ki" 03.05.2020    
0 notes
dogumgunumesajlari · 8 years ago
Text
Devrim Sözleri, Devrim İle İlgili Sözler
Sayfa İçeriği: Devrim İle İlgili Güzel Sözler, Devrim İle İlgili Anlamlı ve Özlü Sözler, Devrim İle İlgili Ünlü Sözleri, Devrim İle İlgili Söylenmiş Sözler, Devrim İle İlgili Kısa ve Uzun Sözler, Devrim İle İlgili Mahir Çayan Sözleri, Devrim İle İlgili Yılmaz Güney Sözleri, Devrim İle İlgili Deniz Gezmiş Sözleri, Devrimci Sözleri, Devrimci Sözler
Devrim herkes için güçtür. Fedakarlık ve ıstırap olmadan başarılamaz. Glenn Meade Alışılmış zihinsel düzenler değiştiğinde devrim patlak verir. Noam Chomsky Politik devrim , sosyal devrimin zorunlu bir aşamasıdır. Mahir Çayan Her devrim, bir yeni bilgi teorisidir. Yalçın Küçük Devrim ne denli genişse, varsaydığı savaş payı da o denli büyüktür. Albert Camus Kağıttan bir gemidir devrim. Kim bilir kaç yunus görmüş, kaç (D)deniz (G)gezmiş. Sunay Akın Bir devrim yaratmak kolaydır,ama bir milletin ruhunu değiştirmek gerçekten de zordur. Gustave Le Bon Diktatörlük, devrimi korumak için kurulmaz, devrim diktatörlük kurmak için yapılır. David Icke Kibir devrim yarattı;özgürlük sadece bahanedir. Gustave Le Bon Hayatını devrim için veren insanların yoldaşlığı sıcak ve samimidir. Jack London İnsan kalmanın tek yolu, insanlık dışı bu sisteme karşı savaşmaktır. KarI Marx İnsan gerçek dostlarını felaket anında tanır.Yenilgi yılları, iyi bir okuldur. Lenin Filozoflar dünyayı yalnızca değişik biçimlerde yorumladılar, oysa asıl sorun onu değiştirmektir. Karl Marx Devrimlerimizin asıl amacı, ülkemizi çağdaş uygar düzeye yükseltmektir. Bu gerçeği kabul etmeyen kafaları tarumar etmek zorunludur. Atatürk Bir ulusun dünya üzerindeki sırasını belirleyenin hükümet sistemleri değil, bireyin kişisel çabaları toplamı olduğunu keşfeden bir halk hızla önemli bir gelişme gösterecektir. Gustave Le Bon Bir devrim her ne kadar rasyonel olsa da, devrimi hazırlarken ortaya çıkan amaçlar, duygulara dönüşmediği sürece kalabalık devrimden etkilenmeyecektir. Gustave Le Bon Çok öğretici ve çok gülünç bir görünüm ile karşı karşıyayız.Burjuva liberal fahişeler, devrim çarşafıyla örtünmeye çalışıyorlar. Lenin Cinayete tanıklık edince tarafsız olamazsın. Durdurmak istemezsen taraf tutmuş olursun. Lenin Din, baskı altındaki ezilen yaratığın iç çekişidir, kalpsiz dünyanın kalbidir, ruhsuz durumun ruhu olduğu gibi halkın da afyonudur. Karl Max Dünyadaki her şey hareket halindedir…Yaşam değişir, üretici güçler büyür,eski ilişkiler çöker. Karl Marx Örgütü, örgüt yapan, onu kitlelere tanıtan, programlar veya yaldızlı laflar değil, devrimci eylemdir. Mahir Çayan Devrim, bir şiddet olayıdır!Devrim, şiddet ile gelir; bu devrim bir süre sonra yarattığı toplumsal olaylar ile yeni bir sürece; evrim sürecine dönüşür. Uğur Mumcu Bizim her eylemimiz emperyalizme karşı bir savaş çağrısı ve insanlığın düşmanı ABD’ye karşı halkların birliği için savaş marşıdır. Che Guevara Bir insanın hayatında asıl devrim yapan hedef; zihinsel hedef değil, kalbin hedefidir. Muhammed Bozdağ Ölüm nereden ve nasıl gelirse gelsin. Savaş sloganlarımız kulaktan kulağa yayılacaksa ve silahlarımız elden ele geçecekse ve başkaları mitralyöz sesleriyle, savaş ve zafer naralarıyla cenazelerimize ağıt yakacaklarsa ölüm hoş geldi, safa geldi. Che Guevara Elveda yoldaşlar, hepiniz, elveda işçi kardeşlerim! Hayat güzel olacak, nefret, sefalet kalmayacak, halkın hakkı kutsal olacak! Ama her şeyi göze alıp kavga vermek, ölenler gibi zafer için her şeyi feda edebilmek gerek. Maurice Lacazette Devrim, bir akıldan bir diğer akıl düzenine geçiş sürecidir; bu nedenle de bütün devrimler bir terör ve aynı anlama gelmek üzere diktatorya dönemi yaşıyorlar. Diktatorya, aklı, daha önceki hazırlıklarından özgürleştirmek için zorunlu oluyor. Bu da bir insanın aklından çıkmıyor ve tarihin mantığı getiriyor. Yalçın Küçük Eğer bir toplumda, devrim ve toplumsal değişim için koşullar olgunlaşmışsa, ama bu toplumsal değişimi gerçekleştirecek bir güç yoksa, o toplum için için çürümeye başlar. Yılmaz Güney Sorunun esası şudur: Ya devrim yolunu seçeceğiz ya da bu düzenin baskılarına, haksızlıklarına boğun eğerek, şu ya da bu biçimde teslim olarak yaşamayı seçeceğiz.Bu çeşit bir seçiş, yok olmanın bir biçimidir. Yılmaz Güney Her türlü otorite ve hiyerarşi sorgulanmalı ve bunların meşruiyeti ispatlanmalıdır. Meşruiyetini ispatlayamayan her türlü otorite gayrimeşrudur ve devrilmelidir. Noam Chomsky Fethetmek zorunda olduğu sadece yeni bir dünya değildi, yeni dünya ile boy ölçüşebilecek olan insanlara kendisini feda etmesi gerekmektedir. Karl Marx Küba Devrimi ve Viet Kong bize gösterdiler: bunu yapmak olanaklıdır; kapitalist yayılmanın dev boyutlardaki teknik ve ekonomik gücüne karşı direnebilecek ve bu gücü caydırabilecek bir ahlak, bir irade ve bir inanç vardır. Herbert Marcuse Bir kutupta servet birikimi, diğer kutupta, yani kendi emeğinin ürününü sermaye şeklinde üreten sınıfın tarafında, sefaletin, yorgunluk ve bezginliğin, köleliğin, cahilliğin, zalimliğin, aklî yozlaşmanın birikimi aynı anda olur. Karl Marx Devrimin kanunu, mevcut kanunların üzerindedir. Bizi öldürmedikçe, bizim kafalarımızdaki cereyanı boğmadıkça, başladığımız devrim bir an bile durmayacaktır. Bizden sonraki devirlerde de böyle olacaktır. Atatürk Komünistler, görüş ve niyetlerini gizlemeyi reddederler. Amaçlarına ancak bugüne kadarki tüm toplumsal düzenin zorla yıkılmasıyla ulaşabileceklerini açıkça bildirirler. Varsın egemen sınıflar bir komünist devrim ürküntüsüyle tir tir titresinler. Proleterlerin, zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri yok. Bir dünya var kazanacakları. Karl Marx Biz bir inkılap yaptık. Buna devam ediyoruz… Memleketin birçok yerleri, bilererek veya bilmeyerek isyan etti. Âsîleri cezalandırdık. Şimdiye kadar yaptıklarımız ondan sonra yerleşebilmiştir. Biliyorsunuz ki, Fransa Büyük İnkılâbı hemen hemen yüzyıl devam etmiştir. Üç yılda esaslı bir inkılâbın bitebileceğini fark etmek hatâ olur.Hocaların memnun edelim, İslâm âlimlerini memnun edelim, herkesi memnun edelim dersek biz, maksadı sağlamış olamayız. İdare-i maslahatçılar esaslı inkılâp yapamaz. Bugünkü sefâlet ve rezâlet içinde esâsen kimseyi memnun etmeye imkân yoktur.Yurt imar edildiği gün, millet zengin olduğu zaman herkes memnun olur. Atatürk
0 notes
captain-sema-love · 8 years ago
Link
Ahlak çürümesini çözmeden. Süper hızla anayasa yapıldı.
Bütün güç tek kişide olacak!
Bizim toplumumuz “ahlaki çürümeye isyan edecek” vatandaşlık bilincine henüz çıkamamışken şimdi bütün gücü tek kişiye veren bir modele geçiliyor. Bütçeyi tek kişi yapacak. Kararları tek kişi alacak. Savcı ve hakimleri tek kişi belirleyecek…
0 notes
seslimeram · 6 years ago
Text
Faşizm Bir Kötülük Meselesidir
Tumblr media
Düzenin bir pejmürdelikler toplamı kılınması bugün yeniden teyit olunandır. Biteviye bir biçimde beşerinin tam da karşısında, o’nun hak ve hukukunun alaşağı olunduğu bir mesel, mefhum olarak bir ülke yönetimi bina olunandır. Bugün şu raddede bunca yaşanmışlıktan sonra gördüğümüz şey bütün o biyopolitik mefhumun toplamındaki utanç alenidir. Düzen kendi evlatlarını yok sayandır. Düzen bu topraklarda var edilmek istenen müştereklerin en azılı katillerinin çatısı kılınandır. Düzen diye anılagelen topyekun bir düzensizlik halinin, hemen her durumda / hemen her yerde ve her şekilde sıradana karşıt bir yöntem ya da yol kılınmasının meselidir.
İçinde kalakaldığımız coğrafyada bütün etapları alaşağı edip, başlangıcının da gerisine düşen menzil alenidir. Yönetmek bir yana o hayatı içinde çıkılmaz kılmak gerçekliğine tam ve eksiksiz kavuşturulandır. Denetim, gözetim ve tahakküm üçlüsünün refakatinde silme nefret, daimi ayrımcılık, hiç kesintisiz tehdit döngüsüyle / bunlardan el alarak bir şey imal edilir. O şeyin adı maalesef düzen değildir. Denetim, gözetim ve tahakkümün her bir türlüsü ile başat oyunların var edildiği temelinde devlet eliyle kurumsallaştırılması gayretinin süreğen halinde ali kıran baş kesen bir yapım ortaya çıkartılır. Böylesinde bir yeni değil, bir ülke değil, bariz bir ayrıştırma kompleksi hakikat kılınır.
Mamafih ülkenin yaşamla bağlarının kopartılması da buradan itibaren biçimlendirilir. Hiç kimsenin ama özellikle de sıradan olanın hakkının, her ne kimlikten olursa olsun geriye bırakılmadığı / var edilmeyeceği muştulandır. Handiyse tüm yaralar bilahare kanatılandır. İktidar olanın kendi nüfuzunu öncelediği, imtiyazlar sağladığı zamanlar olur. Bugünlerde de bu bahisler yaygınlaştırılıp “durmak yok, yola devam” diyen zevatın ortak paydası olarak biçimlendirilir. Düzenin bariz bir eğreltilik hali olduğu gözlerde kaçırılmak istenir. Böylesine bir çürüme, ranttan payını kapma ile suskunlaştırma sağlama alınmak istenir. Memleketin ali kıran baş kesenler sahası kılınmasının, muktedirin kendi doğrusuna göre bir ülke imalinin kesintisizliği çürümeyi örtbas etmez. Koku dört bir yandan yayılandır.
Düzen diye anılan, bariz bir karanlığın yinele geldiği, eksik gedik bırakılmadan cerahatin yükseltildiği bir mefhumun / meselin ta kendisidir artık. Geleceğin mütemadiyen “şimdi” içerisinde yıkımı daim kılınandır. Kalıcı, eksiksiz ve süreğen bir halde daimiliği sağlama alınmış olan devletli karanlığından mülhem kılınan yer bugün bir gerçekliktir. Düzenin var ettiği şey böylesine bir kırım / kıtal, fecaat ve facia döngüsüdür. Aslolan, geçmiş diye anılan bir şimdi içerisinde güncelliğinin sağlanmasıdır. Demokrasi mefhumu paramparça olunurken güncel kılınmak istenen tehdit mekanizmaları ile ülke denilenin devinimi tüm o öngörüyü de kapsayan bir çürümeyle mas olunur.
Düzenin bariz bir pejmürdelikler toplamı olduğunun kanıtı yaşadığımız şu güncelliktedir. Baş Amir bu topraklarda muktedir olmanın yolunu açan / var eden hemen türden devletli izanının / izinin takipçiliğini yapmaktadır. Devlet hala devletliliğini muhafaza ederken ol geçmişin derinleri, sonrasında ortaya çıkan Kemalist hizipçilik gibi bugün de siyasal olan İslamcılığı kendine ortak / öncekilerle hemhal kılarak bir yön tayinine girişilir. Devlet hal ve gidişatta Türkiye sahanlığında sıradanın sözünün erişmediği bir yalıtılmışlık halidir. Devlet hali hazırda biyopolitik cerahati var edenlere ev sahibi olan bir çatıdır. Bugün yeni denilenin her nasıl eskinin bir devamlılığı olduğunu bildirmek artık abestir. Yaşatılanların yekunu kafidir.
Yaşamın gölgelenmesi kesintisiz kılınandır. Cerahat güncellendikçe var edilen karanlığa yeni eklemeler duraksanmadan bina olunur. Eksikliler cumhuriyeti olarak sabit kılınmış bir menzilde olanca yıkıma yenileri hiç vakit sektirmeden yenileme gayreti bugün hakikat kılınır. Düzenin güncelliği, kötülüğü nasıl yeniden değerlendirebileceği ile orantılı olarak şekillendirilir. İçinde kalakaldığımız düzlem bu hale rehin bırakılandır. Bir asırdan uzun bir zamandır yinelene gelen demokrasi deneyimini yok etme istenci kesintisiz bir hale kavuşur. Düzenin güncelliği bunun aynasıdır. Bir yaşam menzilini ondan alıkonulmasına mahal veren bir yere dönüştürmek gerçek kılınır. Demokrasi gibi sıradanın / müştereki olan bir mefhumun yerle bir edilmesindeki cüret hayatı zehir eder. Bu kadarla her nasıl bir yeni var edilebilir!
Dünün ezberciliğinden ayrışmayan, bugünü tek değişmez gerçeği olarak devleti atayan onu kutsayan bir zihniyet toplamının neresi yenidir. AKP ve onunla hemhal olan tüm ol siyasi aktörlerin var ettiği 19 Mayıs 2019’da Samsun’da verdikleri resim bu bahislerin de bir özetidir. Özetin özeti bir ülkede yaşam istencine karşıtlığın her nasıl güncel kılındığı bahsidir. Yaşadığımız toprak parçasında yönetim katının hayatın yıkımından ötesini vaat etmediği gerçekliğe kavuşturulur. Rehin alınmış siyasi bir düzlem dahilinde sıradanın her neredeyse hiç duyulmayan sesi, baskılamalar, gözdağı bahisleri, sokaklar taşırılmış olan ol işkenceler ve dahasıyla bir Türkiye portresi 19 Mayıs’da kurulan platformda tek bir kare resimle çıkagelir. Cerahat ülküsüne dört elle tutunan, teslimyetçiliği “devlete” zeval gelmesin diye açıklayabilen, eril akılla, şiddet dilinden başkasını bilmeyenlerin ortaklaşa kurduğu şey yeni değildir!
Hakikat her anlamda eğilip bükülürken, tahrifat artık burnumuzun ucunda icra olunur. Bu sahadaki yaşam istenci alenen alaşağı edilendir. Böylesinden bir ülkenin var edilebileceği gerçekliği aşılanmaya çalışılır. Bı kadarıyla bunca bariz bir yıkım haline devam olunur. O 19 Mayıs günü devletin her yüzeyinden siyasinin verdiği sözüm ona birliktelik pozunun iş bu sınırlarda bir asırdır aynı maval olduğu afakidir. O geçmişle benzeş, birörnektir. Aleni olarak yıldırının sofrasında ilerleyen menzil böylesine kendini ifşa ederek yola devam demektedir bunun her neresi yenidir? Silme yıldırı, topyekun dışlama, her bir ötekinin haklarına saldırının, hak gasbının devletçe var edildiği bir düzlemde, adaletin a’sı demokrasi meselinin d’si bırakılmayandır. Orada verilmiş olan resim bu utançları görünür kılan bir vesikadır!
Sivilleştiğini söyleyen cumhuriyet, iktidarının yolunu açmış olan vesayetçiliğe son sözleri ve ikrarlarının zayi kılınması kesintisizdir. Düzenin yenisi dünü ile birlikte eyleyen bir toplamdır. Baş Amir’in oyun kurucu olduğu bir düzlemde güncellene gelen şey salt siyasi bir dönüşüm değildir artık. Mutlak iktidarla birlikte otuzların Türkiye’sine gerisin geriye varmanın tahayyüldür. Düzenin uzak ara bir pejmürdelikler toplamı olması kesintisiz kılınır. Cerahatin şu menzilde var edilmiş olan düzen denilenin demokrasi ile olagelen açmazları kesintisizleştiriliyor. Baş Amir’in suna geldiği ülke portföyü çetrefilli bir halde kötülüğü yüceltiyor.
Düzen bu topraklarda hayatiyetin önünde yükseltilen bir cerahatin ta kendisi olarak güncelleniyor. Gelecek bir şimdi içinde böyle böyle hiç ediliyor. Düzen yerle yeksan edenlerin çatısıdır. Demokrasi, eşitlik, adalet, hürriyet gibi tahayyüllerin yerle bir kılınmasına devam olunandır. Bütün, bariz, kesintisiz, doğrudan ve engellemelere hiç denk getirilmeden bir yıkım var edilmektedir. Bunu bariz kılan örnekler şu aşağıdaki gibi haberlerde, yaşama düşürülen gölgelerde karşımıza çıkartılandır. Ne ki hiçbiri diğerinden bağımsız olmayan bir cerahat kültünün şu menzili alaşağı etmesi kesintisizken sessizlik sabit olunandır.
Tumblr media
Mezopotamya Ajansı’na bağlanalım: “Roboski Katliamı'nda kardeşi ve birçok yakınını kaybeden, tutuklu HDP eski Milletvekili Ferhat Encu'nun kardeşi Veli Encu, "örgüt üyesi olmak" iddiasıyla tutuklandı. Yaşadıklarına isyan eden anne Halime Encu, "Veli kalmıştı elimde, onu da aldılar. Hangisine üzüleceğimi bilmiyorum" dedi. Şırnak'ın Uludere ilçesine bağlı Roboski köyünde, 28 Aralık 2011 tarihinde savaş uçakları bombardımanı sonucu 34 kişinin hayatını kaybettiği katliamda kardeşi Serhat ile birçok yakınını kaybeden Veli Encu, önceki gün Kumçatı Belediyesi eski Eşbaşkanı Mehmet Demir'inde aralarında bulunduğu 3 kişiyle birlikte tutuklandı. “Tanık” beyanları gerekçe gösterilerek, "örgüt üyesi olmak" iddiasıyla tutuklanan Encu ve beraberindekiler, Şırnak T Tipi Kapalı Cezaevi'ne gönderildi.”
“Encu'nun tutuklanmasıyla birlikte 2 çocuğu tutuklu duruma düşen ve bir çocuğunu da katliamda kaybeden anne Halime Encu, adet sistemine isyan etti. "Bu devletin ne adaleti var ne de hukuku" diye tepkisini dile getiren anne Encu, Veli'nin iftiralar sonucunda tutuklandığını söyledi. Katliamda kaybettiği Serhat ile 2 yılı aşkın bir süredir tutuklu olan milletvekili oğlu Ferhat'ın durumuna dikkat çeken anne Encu, "Ferhat barış istediği için tutuklandı. Veli'ye de iftira attılar. Bunu kabul etmiyoruz. Bu ne hukuki ne de vicdani bir karardır" diye konuştu.
"Veli kalmıştı elimde, onu da aldılar" diye devam eden anne Encu, "Ne yapacağımızı bilmiyoruz. Bir oğlumu katlettiler. İkisi tutuklu. Bu zulümdür. Bu zulmü sonlandırsınlar. Veli'yi tutuklamaya hakları yoktu" dedi. Söz konusu duruma ilişkin kamuoyunun sessiz kalmamasını isteyen anne Encu, şöyle devam etti: "Artık hangisine üzüleceğimi bilmiyorum. Hangi birine kahrolacağımı bilmiyorum. Bu durumu artık kaldıramıyorum. Çocuklarımı serbest bıraksınlar. Veli'nin çocukları dünden beri, 'babamız nerde' diye soruyor. Bu zulme vicdanlı hiçbir insan sessiz kalmamalı."”
Sessizlik artık dört başta var edilen bir devletli sembolüdür. Onca insanın “cani bir biçimde” yıkımı / yok edilmesi karşısında unutursak kalbimiz kurusun lafları boyuna yazılıp çizilirken sekiz yıl sonra ulaşılan menzil bir can kırığından ötesi değilken yeni yıkımlar da kayıtsızlıkla karşılanır. Halime Encu’nun çığlığı bunun içindir, buna dair bir tahayyüldür. Var ettikleri ülkede, kendilerine benzetemedikleri herkesin hayat hakkını ayaklar altına almak üstüne titrenendir. İyi de her nereye kadar!
O sırada Roboski’den kilometrelerce ötede meclis çalışmaları sırasında bir vekilin ortaya serdiği cühela cüreti, kötülüğü benimserken var ettiği korkunç tezahür meselenin büyüklüğünü ifşa eder. Artı Gerçek’e bağlanalım: “Dersim Belediyesi'nin tabela kararı Meclis'te tartışma yarattı. TBMM Genel Kurulu, MHP Afyonkarahisar Milletvekili Mehmet Taytak'ın gündem dışı konuşmasıyla başladı. Taytak, 'Dersim tabelası' kararı alanları tehdit etti, seçimlere çok sayıda partinin girmesini de "Çok partili seçimler yoluyla ortaya çıkan seçmen iradesinin istismarındayız" diyerek eleştirdi. "Tunceli'nin TKP'li Belediye Başkanı Fatih Mehmet Maçoğlu'nun Tunceli Belediyesinin adını 'Dersim' olarak değiştirme kararı üzerine söz almış bulunmaktayım" diyen Taytak, Dersim Belediye Başkanı Mehmet Fatih Maçoğlu'nu, Dersim Katliamını hatırlatarak tehdit etti.
Taytak, şu ifadeleri kullandı: "Popülizme yenik düşerek bazı çevrelere şirin gözükmek için geçmişi karıştırmaya çalışanların sonu, geçmişte dedelerinin başına gelenlerden çok farklı olmayacaktır. Kendi hayal aleminde Türk devletine başkaldırdığını düşünenlere er ya da geç devletin tunç eli tanıtılacaktır."
CHP'yi de hedef alan Taytak, "Bizim şaşırdığımız esas mesele de Atatürk'ün kurduğu Cumhuriyet Halk Partisi'nin bu konu kapsamında sessiz kalışıdır. CHP seçimlerde ittifak yaptığı HDP'yi küstürmekten mi korkuyor? 'Ne Dersim'i kardeşim, burası Tunceli'dir' diye niye söyleyemiyorsunuz" diye konuştu.
"Tunceli ifadesinin yerine Dersim yazılmasıyla ilgili karar yok hükmündedir; ayaklarımızın altındadır, gereği de mutlaka yapılmalıdır" diyen Taytak, Türkiye'de 'Dersim' ismiyle anılan bir vilayet olmadığını söyledi. Taytak, "Ne yapacağız? Seçildi diyerek komünist şarlatanlığa göz mü yumacağız" ifadesini kullandı.
CHP Hatay Milletvekili Serkan Topal'ın "Sayın Vekilim, size yazılan metni okuyamıyorsunuz" sözleri üzerine CHP ve MHP'li vekiller arasında sözlü tartışma yaşandı. Meclis Başkan Vekili Celal Adan'ın uyarısı üzerine konuşmasını sürdüren MHP'li Taytak, çok partili seçim sistemini de eleştirdi: "Çok partili seçimler yoluyla ortaya çıkan seçmen iradesinin istismarındayız."
Taytak, şöyle devam etti:"Millete şirin gözükmek için bedava buğday, organik nohut diye yola çıkanlar devletin vilayetinin ismini değiştiremeyeceklerdir. Ana dilimiz olan Türkçenin yanında başka dillerde yazışmalar yapmaya kalkanlar, yukarıda belirttiğimiz gibi devletin tunç elini bir an evvel görmelidirler. Herkesin haddini bilmesi ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kanunlarına uyması gerektiğini ifade ediyorum."”
Sırtları sıvazlanmaktan ötesine çoktan geçip, semirmeleri için her şeyin reva görüldüğü bir Türkiye gerçekliği karşımıza çıkartılır. Soykırımın cümle içinde kullanılmasına bile kıl olanlar bile isteye o karanlığı bu topraklarda yeniden var edebileceklerini muştularlar. Hayat hakkını çalabilmek, hayattan eksiltmenin her ne menem bir mesel olduğu açıkça gözardı edip yıkımı öncelerler. Böylesinden bir ülke, bu kadarıyla bir saha var edilebilir mi?
Cerahat güncellendikçe var edilen karanlığa yeni eklemeler kesintisiz kılınıyor. Nasılsa hiç kimselere baş amir dışında hiç kimselere hesap verilmeyeceği için en olmadık mesel, tavır ve yaptırımlar uygulansın isteniyor. Ötekisinin salt sesi değil canı da çalınsın istenip talep olunuyor. Memleket soykırım sathı mahallî, hâlâ bu akıllar ileri sürülebiliyor. Yazık ettiler memlekete, hâlâ kan diye bağırıp çağırıyorlar. Faşizm önceleyin kötücül bir meseledir. Faşizm bir kötülük meselidir. Gördüğümüz, anlaşılır kılmaya çalıştığımız şey o cerahat ekseninin her nasıl yinelene geldiğidir. Bunca pervasızca bir orada bir burada var edilenin yıkımdan ötesi olmadığı, yıkımdan başkasını var etmediği bugünün yeni yeni yeni diye anılanının nasıl da dünün ta kendisi olduğu ifşa olunur. Cerahatten destek alıp bir ülke var edilebilir mi? Sahiden de böylesinden bir memleket bina olunur mu, dert bir değil ki, hangisini önceleyelim, hangisini izah edelim. Görmüyor musunuz, memleketiniz çürütüyor, çukurlaşıyor, kötülüğün kol gezdiği bir saha kılınıyor. Soruyor musunuz, yol her nereye!
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2019
Görseller – Cenaze ve Cumartesi - Zehra DOĞAN 
0 notes