Etrafınızda; benim için değerlisin, diyen insanların sayısı ne kadar çoksa, o kadar ölüme yakınsınız demektir. Çünkü insanlar en iyi değeri sadece ölüye verir. Çıplak okuyun, giydiriyorum!
Don't wanna be here? Send us removal request.
Text
Yayınevleri (Vol. 1)
BKM mutfak bölümlerinde şöyle bir söz vardı; "Türk olun deyince maganda, Batılı olun deyince godoş oluyorsunuz." Bu sözü neden hatırlattım biliyor musunuz? Şu sıra sanallaşan edebiyatta küfür etmeyi ulvi bir şey sanan sözde mezhebi genişlere ithafen söylüyorum aynı şeyi ben de. Neden mi? Çünkü yeraltı edebiyatı adı altında "no küfür, no sex, alkollarına sar beni ahey ahey" jargonuyla birleşen ancak en ufak eleştiride üslubunu bozan bazı dangalak yazarlardan ve sağda solda "kitaplarınızı bedava basıyoruz, ticaret yapmıyoruz, yayıncıyız biz ulan" sloganı atan ama özel mesajlarda para isteyen yayınevlerinden sıkıldım artık. Üstte dediğim gibi batılaşın deyince godoş olmak bu i��te; rahat rahat küfür edeyim, hatta öz anama söveyim, babamı reddedeyim, bekareti ilk buluşmada kendi eliyle veren geri zekalıları tanrıçalaştırayım, hep alkolle sarmaş dolaş fotoğraflarım olsun, aslında dünya sikimde değil ama otobüste yer verdiğim teyzeye varana kadar kişisel profilimde paylaşıp özümde iyi insanım modeli çizeyim falan filan. Neden? Çünkü X yeraltıcı, yazar, şair vs. bunu yapmış. Bu mu ulan edebiyatınız? Bukowski dediğin adam bu ülkede olsaydı ne olurdu biliyor musun sen sayın yeraltıcı, yazar, şair ve ön adına her ne sikimi koyuyorsan artık? Bilmiyorsun. Çünkü sen, daha düne kadar sözünü çalıp, yakalanınca da bin bir mesajla özür dilediğin adamlara laf sokmaktan, anonim sözlerle sayfa kasmaktan ve sonunda da graffiti kalıplarla kitap çıkarmaktan ibaret bir vizyona sahipsin. Tamamladın onu da işte. Sen bu kadarsın. Özendiğin yeraltı edebiyatını icra eden adamlar o işi öyle bir betimler ki, sıfır küfürle ve iğrenç ifade kullanmadan özüne ters olan ensest ilişkinin baş kahramanı olacak kadar tiksindirir seni okurken. Bilinçaltını teslim edersin cümlenin sonunu göremeden. O yüzden lütfen bırak. Çünkü otuz bir çekerken hayal ettiğin şeyleri yazarak anlatmaya çalıştığın edebiyatına, Şahin K bile götüyle güler, inan bana. Peki, sen şair kardeşim. Yolundan gittiğini söylediğin Turgut'lar, Nazım'lar, Cemal'ler, Edip'ler senin gibi mi yapmış? Sadece yüreğiyle yazarak, hiç kimseye popülerlik uğruna yalakalık yapmayarak bir yerlere gelemediler mi onlar? Ulan sırf yazdıkları için bir ülkeyi karşısına almış olanlar var. Sen, iki ergen beğenip götünü kaldırsın diye senin olmayan düşüncenin yüzde kırkını değiştirmeye çalışırken hiç mi rahatsız olmuyorsun? Hiç mi utanmıyorsun o şiirlerin üzerinde oynama yaparken orospu çocuğu? Hiç mi vicdanın boğazını sıkmıyor gece yarıları? Hiç mi yüzün kızarmıyor? Hiç mi yalnız kalınca kendine sormuyorsun, hiç mi hiç canın yanmıyor lan! Yanmıyor değil mi? Çünkü sen, şerefini iki bacağının arasına çoktan almış durumdasın. Peki, sen! Evet, sayın ticaret değil de sözde yayınevi olan yavşak, senden bahsediyorum. İyi oku bu bölümü. Popüler olmayan, adı sanı duyulmamış bir insanı sırf sağlam yazıyor diye değerlendirmeyi düşündün mü hiç? Tabii ki de hayır. Neden yapasın ki zaten, para kaybedersin öyle değil mi? Gelsin sana minimum iki bin lirayla, en azından zarar etmezsin. Niye ulan! Niye girmiyorsun bu riske? Üstte saydığım, özüyle kanl�� bıçaklı üretme kabızları daha mı cazip geliyor sana? Ne zamandan beri yazıya değil de takip sayısına bakar oldun? Sadece kitap çıkarmakla görevini ifa mı etmiş oldun? Korkuyor musun çok satmaz diye? Neden yeni bir Hakan Günday, Emrah Serbes, Murat Menteş, Küçük İskender de ben yaratayım düşüncesi taşımıyorsun? Boş ver sen. Git inkar ettiğin o ticareti en iyi şekilde yapmaya devam et. Helal olsun. Bravo. Ayakta alkışlıyorum seni. Ama iyi bil ki, biteceksin. Bu yazıyı okuyorsan eğer, bittiğin gün de yüzüne belgeli bir şekilde küfür edeceğimden hiç şüphen olmasın. Hadi şimdi siktir git rahat uyu! 5.3.2021
10 notes
·
View notes
Text
Allah'ın sopası yok zannederdim, seni tanımadan önce!
Görmek ve bakmak başka şeylerdir sözünü bilmeyen yoktur. Hatta Pirestij filminďe "dikkatli bakıyor musun?" sorusu vardı. Hatırlarsanız seyirciyi gördüğünü zannettiği şeyler üzerinden yanıltmak, şaşırtmak ve büyülemek üzerine bir filmdi. Bu örneği neden verdim biliyor musunuz? Çünkü hayatımız tamamen ilizyon üzerine kurulmuş gibi. Mevlana'nın Divan-ı Kebir'de dediği ilizyondan bahsetmiyorum. Her neyse. Gerçekleri görmek ve gördüğünü inkâr ederek unutmaya çalışmaktan ibarettir insan. İnanmak ve sonrasında da inandığı tarafından yaralanmak doğamızda var. Kurtulmak ancak başka bir kapana sığınmaktan geçiyor. En büyüğüne de ölünce saplanıyoruz. Şimdi buraya evren nedir, nereden geliyoruz vs. saçma sapan sorgulayıcı bir üslupla ulvi şeyler yazmak istemiyyorum. Çünkü zaten mide bulandıracak kadar yazıldı. Benim yazacaklarım da aynı jargon olacağından kafanızı sikmek istemem. En iyisini Hakan Günday söylemiş zaten. "Tanrılar ve dinler ben ölene kadar." Üstüne laf etmek saçma olur. Her neyse, başlıyorum. Sene 2012. Ay nisan, gün 6. Kimliğim doğum günüm olduğunu söylüyordu. Bir kız vardı aga hayatımda. Hani keşke zaman dursa da sürekli yanımda olsun dediğin duyguların sıkıştığı o boktan durumdan bahsediyorum. Vallah öyle sikimsonik bir aşk hikayesi değil bu. Eğer okursan sonuna kadar ne demek istediğimi anlarsın. Neyse. Bir insana ne kadar inanırsın? Ne kadar güvenirsin? Ben hiç inanılmayacak bir insana Allah'tan çok inandım. Yani bir put olsaydı eğer kesinlikle tapardım. 23 yıl boyunca inandığım her şeyi gönül rahatlığıyla gömebilir, yakabilir ve hatta yok edebilirdim. Öyle biriydi benim için. Sanki Allah onu insan olarak değil de meslektaş olarak yaratmış gibiydi. Küfür etme orospu çocuğu, öyleydi işte! Ben hayatımda en çok ona inandım lan. Her inandığımın yaptığı gibi o da siktir olup gitti. Aslında ben gönderdim. Siktir git dedim. Kabullenmenin, mucizeden tek farkı zıt şekilde başlamasıdır. Öyle oldu. Bir anda bitti. Şimdi vıcık vıcık ilişkimi anlatıp haklanmak derdinde değilim. Başka bir konuyu anlatacağım. Abi 2013 yılından beri acı çekiyorum. Düzenli olarak her pazar günü bu acıyı tazeliyorlar ve üstüne koyarak çoğaltıyorlar. Kimler diye sorma amına koyim. Kim olacak, duygularım. Demin üstte Put falan dedim ya, ha işte sanki Allah benim cezamı böyle veriyor diye düşünüyorum 2 yıldır. Dünyadaki bütün acıları üst üste koy yine de boş gelir insanın içine. Anladın mı? Cehennemden bahsediyorum. Geçmiyor lan bu acı. İnsanı intihar uçurumuna inançsızlığı değil, inandığından aldığı darbe itekler. Tam iki yıl sonra aldım en büyük darbeyi. Kendi yoktu ama seyrettiğim videodaki hali beni öldürmekten beter hale getirdi. Gülümsüyordu fakat sanki yüz ifadesi bileklerimi yırtıyordu. Dünyada nefes alan herkes eline ustura alıp uzuvlarımı parçalasa bu kadar acıtmazdı yemin ederim. Bırak evimden çıkmayı oturduğum sandalyeden bile kalkmak istemiyordum. O kadar gerçekçi kanıyordum ki, sanki baksalar anlayacaklardı sebebini. Daha kötüsü oldu. Herkes gördü. Gerçekten gördü. Ama sorun görmeleriydi. Eğer çektiğin acıyı birileri görür ama bakmazsa kafayı yersin inan baba. Bu dünyada bildiğim ve inandığım tek şey var. Ölmekten daha korkunç şeylerin olmasıydı! Uzatmıyorum tamam. Bazen gözünle gördüğünü inkar etmek zorunda kalırsın. Sırf hayatta kalmak için. Çünkü görmediğinden değil de konduramadığından yaparsın bunu. İstemsizce. Hiçbir kör senin kadar görmezden gelemez, inan bana. Hatta Yeşilçam filmlerindeki malum araba çarpınca gözleri açılan sahnenin tam tersinin milyon tekrarını yaşarsın içinde. İşte tam o sırada ağzını kapatıp kulağına fısıldar vicdanın; "gördüğünü inkar ettikten sonra, Allah'a inanmaya nasıl devam edeceksin?"
23.2.2021
1 note
·
View note
Text
Yayınevleri (Vol. 2)
Bu ülkede saç modeline bakıp seni orospu ilan edebilirler ablacım. Saç renginden, ruj renginden, giydiğin elbisenin boyundan, darlığından, bolluğundan orospu ilan edilebilirsin. Hatta seçtiğin ayakkabının şekli bile bunu sağlayabilir. Bu kadar mı? Hayır. Bu ülkede yaptığın işe göre muamele görürsün abicim. Takım elbise giyersen "beyefendi" derler, yırtık bir elbise giyersen "lan" eki koyarlar adının önüne. Çünkü giydiğin elbise ve kullandığın telefonun markası kadar adamsın. Bu kadar mı? Hayır. Bu ülkede kimse senin karakterinle ilgilenmez kardeşim. Çevrenle ilgilenirler. Tanıdığın kişilerin koltuğu kadar adamsındır çünkü. Kabullen. Bu kadar mı? Daha değil. Gel gelelim bu ülkenin sanal ortamına. Normalde hiçbir işe yaramayabilirsin. Üzülme. Burada lehine çevirebilirsin her şeyi. Üstte saydığım şeylerden biraz kapmış olmanı ümit ediyor ve hiç uzun uzuna girmiyorum oralara. Burası farklıdır. Kurtuluşu burada bulabilirsin. Gel sana biraz bahsedeyim. Bu ortamda aldığın beğeni ve yorum kadarsındır abicim ve ablacım. Yani üstte saydıklarım seni "orospu" ederken, burada "aykırı" ve "çılgın" edebilir. O derece yani. Her şeyden önce; aldığın üç yüz beğeni ile Attilâ İlhan veya Birhan Keskin gibi hissedebilirsin kendini. Hiç "yok" deme, hissettirirler. Hele bir de "ne kullanıyon ya?" ve "muhteşem!" gibi yorumlar gelirse önün açıktır demektir. Kimse durduramaz seni. Emin ol. O yüzden hemen bir Fun-Page oluştur kendine. Adını da iyi seç ha. "Fahişe" ve "Orospu" tabirleri burada süper prim görür. Sayfa adına kullan. Özellikle anonim bir kaç sözün altına adını yazdın mı götüremeyeceğin karşı cins yok. Ha unutmadan; jilet, kan, çıplaklık ve küfrü de kullan. Hem resimde, hem yazıda. Tabi bunun için, senin gibi birkaç kişiyi bulup ortam yapmalısın önce. Aralarına girmelisin. İsmini falan duyurmalısın. Hiç olmadı yedi saniye saçma salak bir video çek, filmlere kadar yolun var. Sonra da patlar gidersin. Ama unutma; modem kapanırsa bir hiçsin. Tıpkı üstte saydığım şeyler gibi. 12.2.2021
0 notes
Text
Yayınevleri (Vol. 3)
Merhaba bunu okuyan mal. Evet, mal. O kadar geri zekalısın ki okumaya devam ediyorsun. Sana hakaret etmeme rağmen okuyorsun. Ben olsam küfür edip kapatmıştım blog'u. Ama sen okuyorsun. Bravo sığır. Helal lan yavşak. Adamsın at yarağı. Hala devam ediyor musun okumaya? Eğer okuyorsan sonuna kadar devam et. Madem başladın tamamla göt veren. Neden böyle başladım biliyor musun? Çünkü elinde tuttuğun o çok satan kitap var ya, ha işte o da aslında sana bunu söylüyor. Ama sen onu da okumaya devam ediyorsun. O kadar kolay ki bu ülkede kitap çıkarmak. Yeminle bak. Git twitterda 300.000 kişi takip et, geri takip gelince vazgeç hemen. Sonra facebook sayfası açıp onun bunun götünü yala ve onu da 300.000 yap. Duyarlı, ilgili, açık sözlüymüş gibi davran. Sonra da git X bir yayınevine kitabını bassınlar. Vallah basarlar. Eğer yazdığın her sik bin beğeni alıyorsa emin ol basarlar. Günümüzde zaten kitap okuyan yok ki amına koyim. Okusalar D&R'deki 40.000'den fazla kitabın %70'i davalık olur. Çünkü herkes aynı şeyi %40 değiştirebilmek için yırtınıyor. Başarıyor da. Bu da yetenek sonuçta. Fıkralardan, atasözlerinden, Tasavvuftan, ottan boktan ve kısacası her şeyden %40 değiştirip, kırpıp kitap yazmak gerçekten yetenek ister. Ama sen kardeşim bunu bilmiyorsun. inan buna kızamıyorum. ''Çok satmışsa iyidir'' mantalitesine sahip bir ülke olduğumuz için üzüyor bu durum beni sadece. Bak seninle bu yazıda kitap çıkaralım. Beraber neler olacak, neler oluyor görelim. Sonra bana istersen yine küfret, canın sağ olsun. Şimdi üstte dediğim kitap çıkarma işi var ya, onu iyice öze öze yapacağız bunu. Başlıyorum, tut elimi. Öncelikle kitap yazmak için edebiyat sayfalarını takip edeceksin. atıyorum, ''Kitaplardan alıntılar'' adlı bir sayfanın durumlarını okuyup, beğenip, yorum atıp oradan bir kitle elde etmeye çalışacağız. Sonra da yorumunu beğenip yanıtlayanlarla tatlı bir tartışmaya gireceksin. Sanki çok kitap okuyormuş edasıyla ''Cemal Süreya'ya aşığım, Turgut Uyar'ın askeriyim, Onun bunun çocuğuyum'' temalı atıflar bulunacaksın. Akabinde hemen fake (genelde kız) profili açıp o sayfadaki erkekleri ve kızları ekleyeceksin. Sonra edebi şeyler konuşacaksın. Ya şöyle biri var mükemmel yazıyor deyip orijinal hesabını eklettireceksin. Yaparsın, biliyorum o yetenek var sende. Bak yine yetenek dedim. Sonra da bir sayfa açacaksın. ''Edebiyat tutkusuyla yananlar derneği'' gibi. Bu taktik tutmazsa ''orospu rahibe, kutsal fahişe, jartiyeri yırtık kız, götü büyük hatun yarak kürek'' gibi sayfalar açıp dengi sayfalardan yardım isteyeceksin. Ama fake hesabınla. Orijinali sağlam tutmak gerek çünkü. Olmazsa para teklif edeceksin. Yapmam, deme sike sike yapacaksın. Hızlı geçiyorum, sonra baktın sayfa 5, 10, 20 bin oldu alacaksın eline fakir edebiyatını ve artık ''ktp yzcm ama kmsye gvnmyrm lnt olsn'' triplerine gireceksin. Sayfan 100.000 oldu mu, bir de anonim sözleri arkana aldın mı artık sırt üstü düşmezsin. Emin ol. Zaten kim siker sanal sözleri. Herkes çalıyor zihniyetini iyice em. İsim vererek sikmeyi severim ama şu an zamanı değil. Zamanı gelince birer birer kanıtlı sikeceğimden emin olabilirsin. Ay bak gördün mü, küfür ettim. Ne kadar ayıp. Eheheh. Neyse, sen şimdi yazar adayısın abicim. Cool ol. Ağırdan sat kendini. Gelen mesajlara o olgunlukla (yavşaklık) cevap ver. Kısa ve umursamaz cümlelerle ama unutma. Bak sözlükler de iyi iş yapar. Oralarda da fake hesaplarla kendi götünü kaldırırsan bayağı artar kitlen. Her neyse. Tabii önce para vermen gerekir kitap için. Mecbur aga vereceksin. Çünkü yayınevleri senin sikindirik yazına bakmaz. Sen de süper bir yazar değilsin malum. Verirsin. Çünkü küçük de olsa yayınevleri bu riske girmez. Şans bela dikkatlerini çekeceksin de bedava bassınlar. Şaka ulan şaka. Boşuna mı yaptın o kadar takipçiyi? Tabii ki de hayır. Onları kullanacaksın. O sayede çıkacak kitabın. Tut ki çıktı kitabın. ilk günden, hatta hafta sonunda en çok satanlara girdin. Ne olacak? Kaprislerin başlayacak. Artık yetmeyecek sana. Daha fazlasını isteyeceksin. Yayınevi beğenmeyeceksin. Yazar beğenmeyeceksin. Çünkü sen sıfır kitap okumayla insanlara edebiyat öğrettin. Savunduğun şeye kafa attığını göremeyecek kadar hem de. Sonra eleştiriler başlayacak. Eleştiri dediğim övgü ha. Korkma, kimse anlamayacak senin orospu çocuğu olduğunu. Belki ilerde anlarlar ama şu an kimse anlamayacak. Zaten kötü eleştirenler seninle muhatap olmaz. Eleştirisini yapar ve uğraşmaz seninle. Rahat ol yani. Ne güzel değil mi? Kitabın var, popülersin, insanlar seni seviyor ve örnek alıyor falan filan. İşte en başta dediğim yere geldik. O kitabı okuyanlara aynını sen yapıyorsun işte. Bunu yaparken de yüzün kızarmıyor ya, işin kaymağı da o işte. Ye yiyebildiğin kadar kahpe. Gel bak bir şeyler söyleyeceğim sana şimdilik okuyucu, geleceğin yazar adayı. iyi oku! Edebiyat, para kazanma işi değildir güzel kardeşim. 1.000.000 satmak da değildir. Biliyorum, belki ilerde sen de hayatının %80'ini bir kitaba koyacaksın, belki hiç okunmayacak hayat hikayen, belki yayınevi zararın bir kısmını kurtarmak için %50 indirimde satacak hayat hikayeni, belki yine rağbet görmeyecek hayat hikayen ama olsun. Sen bunu para için veya sikimsonik hevesler için yapmamış olacaksın. Bu gurur senin işte güzel kardeşim. Bırak artık elindeki o üzerinde ''100.000 özel basım'' yazan, kahve bardağı, kalp, kadın ve araba olan kitapları. Lütfen biraz okuyucu ol. Lütfen. Çünkü sadece sen iyi bir okuyucu olursan kurtarabilirsin edebiyatı. Bak, yazmaktan daha ulvi bir görevin var senin, fark ettin mi? Lütfen okuyucu kardeşim, milyonlarca kez lütfen. 2.2.2021
0 notes
Text
Hangi faça daha derindir ki, vedanın surata attığı ifadeden?
Şu an bunları yazarken kendimi ''her şey Allahtır'' diyen Mevlana'ya neredeyse tapan ama ''en'el hak'' diyen Hallac-ı Mansur'un derisini yüzen güruh arasında sıkışmış gibi hissediyorum. Kafam vefat, kafam şok, kafam mevta. Yani ruh halim karman çorman anlayacağın. Başlamadan önce, diğer yazıda olduğu gibi tekrar ve bu sefer büyük harflerle uyarıyorum; ATLAYARAK VEYA SONUNA KADAR OKUMAYACAKSAN SİKTİR GİT. ZİRA ÖYLE YAPANLARIN YEDİ SÜLALESİNE SÖVÜYORUM. BUNU SÖYLEMEMİN SEBEBİ DE ARKANDAN KONUŞUYORMUŞ GİBİ OLMAK İSTEMEMEM, GIYBET MAHALLE OROSPUSUNUN İŞİDİR SONUÇTA. Caps Lock açık kalmış. Kapattıktan sonra o okuduğun İngilizce terimi buraya yazarken bile klavyeye baktığımı itiraf etmek isterim. Öğrensen de bi' sik değişmeyecek ama olsun. Dürüst olma çabaları Vol. ananın amı. Bak işte konuya giremiyorum amına koyim. Her neyse. Yaklaşık iki yıldır düzenli uyuyamıyorum. Bunun sebebi güvenimin kırılması. O kırıklar uyumamı engelliyor moruk. Bunu sikindirik bir aforizma olarak algılama, cidden öyle. Uyutmuyor beni geçmişteki salaklıklarım. işin tuhafı da ne biliyor musun; bunu düşünmemek için kendime zarar vermem. Çivi çiviyi sökmüyor lan. Çivi çiviyi daha derine itekliyor. Bu sefer de tahrip iki yönlü oluyor. Sonra canımı acıtan şeye acımaya başlıyorum, komik bir hale geliyor durum falan filan. Bugün ne düşündüm biliyor musun? Karşılıksız sevgiyi. Abi çok başka bir his lan o. Sana kazancı, artısı, getirisi götürüsü ve hatta hayatını düzeltici hiçbir etkeni olmamasına rağmen tutkuyla bağlısın. İnan bana Allah'a bile böyle bir duygu besleyemezsin. Bak iyi düşünürsen eğer bu yazdığımı ne demek istediğimi anlarsın. Ama konumuz bu değil. Bir insan tarafından en son ne zaman yarı yolda bırakıldın?İki sene önce tanıdığın insanların kaçıyla aynı oranda görüşmeye devam ediyorsun?En son aynaya gerçekten eksiklerini görmek için ne zaman baktın?Kapatmak için değil de kusurunu daha iyi göstermek için çabaladın?Kaç insana dürüst oldun, kaç insandan dürüstlük bekledin?Kaç kere içten küfür etmek yerine sahte gülücüklerle kirlettin yüzünü?Kaç insanı öldürdün içinde, yaşamaya devam edebilmek için?Kaç kere öldün, içindekileri yaşatabilmek için?Neleri hapsettin, dünyaya sığmayacak şeyleri bir hamlede içine atarken?Konumuz bu da değil. Dedem ''kabullenmek anlıktır'' derdi hep. Bir an gelir kabullenirsin her şeyi. Gerçek şu ki, insanı kabullendiği şeyler öldürür. İstediğin kadar inkar et, görmezden gel ama bir gün fark edeceksin. Ben bunu bir mahalle maçında fark ettim. Şaşırma oğlum gayet ciddiyim. Mahalle maçında topumuza diken girmişti. Sonra o dikeni çıkarmak yerine topa iyice saplamıştık. Çünkü çıkarırsak inecekti havası ve en heyecanlı yerinde kesilecekti oyunumuz. Velhasılıkelam insan ruhu da böyleydi işte. Her şey mükemmel devam ederken bir anda diken gibi saplanıyordu içimize ve çıkarmak yerine daha da derine saplamaya çalışıyorduk. Buna siz ne derseniz deyin, ben ''kabullenmek'' diyorum. Kabullenmek ve karşılıksız davranmak arasında sadece kelime farkı vardır. Zaten dikkatli olursanız evrendeki her şeyin arasında sadece bakış açısı vardır. Sonuna kadar karşı çıktığınız düşünceyi farklı zamanlarda aynı oranda savunabilirsiniz. Sunum, bakış açısını değiştirir ve sonra da algılar yontulmaya başlar. Üstte belirttiğim olay vardı ya Mevlana ile ilgili, ha işte bundan bahsediyorum. Yani bakış açısını tutturmak önemli. Kafam ve akabinde de ruhum karışık demiştim işte ne kadar anladıysan. Gerçi aranızda onu okuduktan sonra buralara gelmeyenler vardır kesin. Çünkü biz malız. O adamların dediklerini sadece onlar anlar. Biz o kadar beyne sahip değiliz, Allah onlara torpil geçmiştir, aynı torpili senin (benim) beynini minimize etmek için birkaç kere patlatmıştır ve o nedenle %5'ini kullandığını söyler bilim adamları vs. Şimdi burada onun tartışmasını yapmayacağım çünkü konunun amına koymak istemiyorum. Zaten kafamın içinde filler Rus ruleti oynuyor. Ben sadece sizin üzerinizden kendi kabullendiğim bir durumu söyleyeceğim ve eğer okursan bana siz olsanız ne yaparsınız onu özel olarak söylemenizi isteyeceğim.İşte konumuz bu. Bu arada merhaba. İnsanı duyguları şekillendirir. Nefret ne kadar ağır olursa, o kadar kolay benzemeye başlar. Ben neyden nefret etsem bir zaman sonra onun gibi oluyordum. Belki de zamanın tamamen ironiden oluşan şakasıdır bu. Bilinmez. Her neyse, bir insanla konuşuyorsun ve birden ısınmaya başlıyorsun. Her şey mükemmel giderken, bir anda şu soru mızrak gibi saplanıyor aklına; "acaba herkesle benimle konuştuğu gibi mi konuşuyor?" Evet anasını satayım, aynen öyle oluyor. Herkesle aynı şekilde konuşuyor. Herkesle! Belki izin verirlerse daha fazlasını konuşuyor ama emin ol, aynı cümleleri bir sürü insana kuruyor. Belki senden önce de başkalarına aynı şeyleri söylemiştir, ki kesinlikle söylemiştir. şimdi bunu okuduktan sonra bir soru soracağım sana; ''bir insanı bunu düşünerek kabullenebilir misin?'' kolay bir soru değil mi? hemen yarak gibi ''eveeğğğğğttttt'' dediğini duyar gibiy... ne gibisi kulağımı siktin orospu çocuğu! Bir insanı tanıdın, konuştun ve hemen samimi oldun. Sonra da hoşlandın. Daha sonra künyesini ve hayat hikayesini ezberledin. Geri dönüşü olmayan bir yola giriyorsun, dikkat et. Ve girdin. Asıl sorular geliyor. Birinci soru; ''her şeyini öğrendikten sonra, sırf dürüst davrandı diye kabullenir misin?'' İyice ilerledi konuşma ve artık daha ayrıntılı bilgiye sahip oldun. Atıyorum, vücudunda başka bir insandan kalan izler var. Bir dövme, bir yara, bir eşya... ama somut. İkinci soru; ''kabullenmeye devam edebilir misin?'' devam ediyorum, artık hayatındasın. Birini ne kadar seversen ve sahiplenirsen o kadar kısıtlarsın. Bu rahatsız edicidir ama işlerin yolunda gittiğine işarettir. Ta ki geçmişin yumruğunu görüp gardını kaldırana kadar. Üçüncü soru; ''geçmişini kabullenmek mi zor, geçmişi değiştirmeye çalışmak mı?'' Eğer bir insan size geçmişini utanmadan anlatıyorsa, bilin ki onu değiştiremezsiniz. Bunu söylemek istiyor aslında size. Fakat sen geri zekalısın anlamazsın. Vara yoka küfür edersin, kızarsın, tribe girersin amına koduğumun ergeni. Dördüncü soru; ''kabullendiğin şeyi değiştirdiğinde kendi gibi olmayacağını söylerse o kişi ne yaparsın?'' Doğru şeyi yaptın kardeşim. Vazgeçmek en iyisi. Peki, üçüncü paragraftaki ilk soruyu hatırladın mı? ''Bir insan tarafından en son ne zaman yarı yolda bırakıldın?'' demiştim. Nasıl unutursun orospu çocuğu? Ha işte ben sırf o soruyu sorduklarında ''kendim'' dememek için devam ettim. Sonra ne oldu biliyor musun? Son soru; ''kabullensen de kabullenmesen de... diye gelen cevaba tepkin ne olur?'' -Siktir git orospu çocuğu! 15.1.2021
1 note
·
View note
Text
Hz. İsa'nın aksine, ben aynı soruyu soramadım: ''neden baba?''
Yazmadan önce düşündüm de, eğer okuyacaksa buna değmeli. Çünkü sadece kendinizden verdiğiniz zaman kıymetini biliyorsunuz her şeyin. Buna buradaki yazılar da dahil. Bugünkü mevzu girişimiz bilgi ve düşünce moruk. Onunla başlayacağım ama neyle devam edip bitireceğimi bilmiyorum. Nasip kısmet. Zaten burada biz bizeyiz, neyle biterse bitsin, ne önemi var değil mi? Bakara kaç ayet? Bu soruyu yan sekmede Google açıp bakmadan bilenler ve atlayarak okumayanlar için yazıyorum okuyacağınız her şeyi. Şaka lan şaka. Öyle yapanların burada ne işi var amına koyim. Onlar şimdi işinde gücündedir. Ya da AKP mitingindedir. Heheheh. Çok geyik yaptık, konumuza girelim.Merhaba bunu okuyan insan evladı. Biliyorum sen de yalnızsın...Olmadı lan, ben beceremiyorum böyle sükseli girişleri. Ulan ne zormuş gerçeği yazmak. Kurgu olsa şimdiye destan yazmıştım. Zaten öyle değil midir kardeşim; hiç bir kadını, otuz bir çektiğin gibi kusursuz düzemezsin. Bu arada bir şey fark ettim, buraya yazarken çok küfür ediyorum lan. Niye bilmiyorum ama öyle işte. Belki de içten olduğum içindir, ha ne dedin? (Kardeş Payı'ndaki Kartal'ı özledim ya) Yok moruk yok. İçtenlik değil. Biliyorum ki bunu hiç kimse okumayacak. Ondan böyle. Düşünsene, içinden geçenleri kimse okuyamadığı için içinden çok küfür ediyorsun, içinde olaylar daha yalın, bir Allah bir de sen. Benimki de böyle işte. Şu an bir kişi okuyormuş gibi düşündüm ve kendimi günah çıkarmaya çalışan ateist gibi hissettim. Anlamsız yani. Hacı ben niye konuya giremiyorum? Tamam biraz daha ciddi olalım. Şu an bu yazıyı evimin girişinden sola doğru ikinci odada yazıyorum. Bu ne amına koyim ya. Millete ne geri zekalı, istersen çatıda yaz. Bilgi bir: biri size ciddi olalım derse, olamazsınız. İnanmayacaksın ama ben bir şeyler okumak zorunda kaldım lan hep. Siktiğimin ilçesinde iki kanal vardı ve ikisi de sadece dünyada olan felaketleri anlatırdı. Babam da seyredip ''Allah beterinden korusun'' derdi. ''Beterin beteri var'' cümlesinden daha sikindirik bir teselli icat edilmemiştir beyin tarafından. Ulan beterin beteri varsa eğer zaten nefes aldığın süre içinde yaşayacaksın demektir. Ne kasıyorsun kendini dalyarak. Hem bu dünyada beterin beteri ölmek değil mi? Daha beteri ne var lan? Birini kaybetmek falan diye düşünme, zaten gün içinde herkes bir şeyleri kaybediyor rutin olarak. Belki sakat olarak yaşamak beterin beteri olabilir fakat bunu birinin kafasına silahı dayadığında, ölmek veya sakat kalmak arasında seçim yapmak zorunda bırakırsan bir gün, cevabını canlı canlı öğrenirsin ve bana da söylersin. Bu kısmı da değiştirmek zorunda kalırız kim bilir. Gerçi Battal Gazi veya Tarkan filmlerinin serilerinden birinde asıl kahraman sakat kalmıştı ve ''sokun kalbime bıçağı'' diye haykırmıştı. Ama onun olayı başkaydı be annem. Adam görevi için öyle demişti. Neyse. Benim fikrimi sorarsan eğer, ki sormasan da yazacağım. İnsan sakat kaldıktan sonra bile tamamlayıcı faktörler bulabiliyor hayatında. Yani ölmek, beterin beteridir. Bitti. Ben tek haneli yaşlarda kumdan kale yapıp savaşıyordum zaten ama çift haneli yaşların ilk çeyreğine geldiğimde televizyonun Allah tarafından gönderildiğini zannediyordum. Yemin ederim lan. Allah, sırf şükredip ona sığınalım diye böyle zekice bir şey yapmış olabilir diyordum kendi kendime. Çünkü babam sadece o dalgayı seyrettiği zaman bana gerçekten sarılıyordu. Oradaki insanların kaybettiğini gördüğü için elindekine sahip çıkıyordu. Ben de Allah'a dua ediyordum o zamanlar. Tabii teşekkürün bile dua olduğunu çok sonraları öğrendim. Her neyse kardeşim, babamın bana hiç iyiliği dokunmadı bu dünyada. Nasıl biliyor musun? Adam bana hep iyi şeyler öğretti amına koyim. Mesela ben hala bir insanı kimliği, düşüncesi, mezhebi, dini, kısacası yaratılışı ve yaratıldıktan sonraki seçimleri yüzünden ayırırsam babamın beni reddedeceğini zannediyorum. Gülme lan, 27 yaşına gireceğim yeminle böyle. Annemin ''sütümü helal etmem sana'' sözünden sonra sigara bile içmedim, o helal süte karışmasın diye. İnsanın tanıştığı ilk kutsal emanet belki de anne sütüdür. O nedenle facebookta veya başka yerde insanlara çok fazla laf sokmuyorum, eleştirmiyorum falan. Doğru bildiğim ne varsa babamdan miras bana kardeşim. Çok okudum dedim ya, kutsal kitapları da okudum. Okuduktan sonra da sözde dindarlarla çok dalga geçmişliğim oldu. Mesela; geçen Serkan'a, Ejderha'ya inanır mısın, diye sormuştum. Cevap olarak da; Ejderhalar sadece masallarda olur, masallara da çocuklar inanır, demişti. Ama A'raf 107'de Ejderha'dan bahseder, sen Kur'ana inanmıyor musun yani, diye tepki verdiğimde olay baya büyümüştü. Yani insanların inandığı şeyleri gerçekten bilerek mi inanıyor diye çok irdelerim. Yapım böyle. Ben hep öyle inandım aslanım. Bunu sadece din olarak düşünme, keza kimse ona bile tam inanarak ve uyarak hareket etmiyor. Sen de öyle. Fight Club'da ''aynı pisliğin lacivertiyiz'' diyor ya ha işte o lavicertin en parlayanı benim amına koyim. Mutlu ol şimdi. Konu karışmadan toparlayayım. Babam, bir gün öyle ulvi bir şey söyledi ki aga, kendimi; yirmi yıl Mevlana'ya hizmet edip, birden tamamen terse yatmış gibi hissettim. Dedi ki; ''bilgi, asla iyi bir şey değildir. Eğer insanlara düşünmesini öğretirsen iyiliği yok edersin. Çünkü düşünce, iç güdüsel yapılan şeyleri yok eder. Ve unutma iç güdüsel olarak sadece duygularınla hareket edersin. Ne demek istediğimi doğaya bakarak anlayabilirsin.'' Ben anladım ama anlamayanlar için şöyle açıklamaya çalışayım; hiçbir ceylan, evladını yedi diye o aslana kin beslemez. Onu öldürmek için plan yapmaz. Ayıktın mı? Şimdi bunları söyleyen adam bana neden kötülük yaptı diyorum, anlıyor musun; biraz da olsa? İyiliği dokunmadı, dedim ama aynı kapıya kestirmeden gitmeni sağladım sadece. Soramadım lan hiç. Hem ne soracağım ki? Düşünme oğlum. Düşündükçe kafayı yersin. Her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşünmekten nefret ediyorum çünkü ben. Çekilmez oluyorum, gözardı edemiyorum, görmezden bile gelemiyorum. Hayatımda babamdan sonra bana en uzun süre dayanan tek adam Yuja Dab. O bile geçen adımı ''Felaket habercisi'' koydu. Aynen öyleyim oğlum. Harbiden bak. Milyonlarca iyi neden de koysan önüme, ben onları içler dışlar çarpımı yapıp en kötü hale getirebiliyorum. Sebebi ne biliyor musun? Bilgi ulan bilgi. Öğrendiğin (doğru diye öğretilen ya da) hangi bilgiyi sınadın?Hiç değil mi?Ben her gün sınıyorum amına koyim. Hem de kendimle ha. Bak belki bunu sen de yapıyorsun ama fark etmiyorsun. Ben, yemin ederim fark ediyorum. Fark ederek yapıyorum. Okumayı yeni söken çocuk telaşıyla hem de. Bilgi iki: korktuğun zaman acıyı hissetmezsin. Tüm bunların karşısında hala babamı kaybetme korkusu yaşıyorum. Her saniye. Şu amına koyduğumun telefonunda ''BABBA Arıyor'' ifadesini gördükçe ödüm kopuyor. Ya bir şey olduysa, diye düşünmekten son anda açıyorum telefonu. Neden BABBA yazdım biliyor musun? Bilme amına koyim. Her siki de bilme. Bilgi üç: nereni kesersen kes aynı şekilde bağırırsın. Bu kadar. (Biliyorum en tatlı yerinde bıraktım ama olsun. Canım böyle istedi. Zaten buraya kadar okuyan biri...) Son bir şey daha: kitabı bilmeden, sağdan soldan duyduğu hurafelere inanıp dindar olan ve sonrasında da milletin günahını hesaplayıp, her farklı düşünene ateist muamelesi yapanların da amına koyim! Affet baba.
1.1.2021
0 notes
Text
Aşkım içime gir.
Aşkım içime gir. Aşkım içime gir. Aşkım içime gir. Ben mahpus olmaya hazırım da, sende benim içime girecek yürek var mı? Aşkım içime gir. Aşkım içime gir. Tecavüze uğramış gibidir mahpus, suçunu inkâr eden mahkum taradınfan. Aşkım içime gir! Ve o anlarda en kusursuz intihar süsüdür; mahpus duvarlarını çatlatan, müebbet yemiş mahkumun gülmesi. Aşkım içim... Bazıları böyledir işte; cennet olsa girilmez, cehennem olsa çıkılmaz. Oh my god!Yeah! Naber lan ırkçı?Bu yazıya beat bir şiirle başlamak istedim. Güzel oldu bence. He amına koyim şiir değil üstteki. Zaten götümden uydurdum. İsmini beat şiiri koydum. Hehehe. Böyle arkadaşlar var değil mi? Şiir yazıp altına "koala kuyruğundaki altın sarısı hayaller" tarzı başlıklar atıyorlar. Nasıl gizemli bir şiir oluyor anlatamam. Sırf başlık şiir kadar amına koyim. Beat şiiri dedim ya aslında tepki vermek içindi o. Hani şu beatçiler ve bukowskiciler var ya o dalyaraklara ithafen yazdım bu şiiri. Adını da "Amına Koyduğumun Özsüzleri" koydum ben de. Her şeyden önce bu yazacaklarımı Bukowski okuduktan sonra övgüler yağdırıp insanlara ahlak dersi verenler, iddaa bayilerinden çıkmayıp kul hakkından bahsedenler ve oy verdiği parti yüzünden insanları eleştirenler okumasın. Bu kadar lak lak yeter. Bir şeyler anlatmak istiy... ben derdimi anlatamıyorum lan. Ne zaman sıkılsam, dertlensem, moralim bozulsa ve farklı kelimelerin aynı anlama geldiği duyguları yaşadığım anlarda Cüneyt Arkın'ın Battal Gazi filmlerini seyredip ağlayacak gibi oluyorum. Dalga geçmiyorum göt oğlanı. Hatta demin aynı şeyi yaptım ve dayanamayıp yazayım buraya dedim. O duygular da epilepsi nöbeti gibi bir anda girince astım ilacı niyetine kullanıyorum işte. İntiharı seviyorum evet. Siz nasıl anlatıyorsunuz lan derdinizi birilerine? Ben duvarlara bile anlatamıyorum uzun zamandır. 2012 Yılında herkesle paylaşırdım her şeyimi. Sonra paylaştığım insanları kaybetmeye başladım. Futbolda totem çok önemlidir ya bu da onun gibiydi. Derdimi bilen gidiyordu amıma koyim. Sanki içimdeki acıyı anlatmak onlara falçata yarası açmak gibiydi. Önce bacağa saplıyor sonra da anlatacaklarım bitene kadar çevirip damarlanını iptal ediyordum. Alışmak içinde zehir olan bir uyuşturucudur moruk. İnsan alışkanlığını bırakmak için başka bir alışkanlık edinmesi gerekiyor. Çok fazla olması gerekiyor ilkinden. Sigara içenler bilir. Nasıl kurtuldum biliyor musun? Yazarak. Hemen "ööğğğ sen de mi amağa goyen" gibilerinden klişe bir cümle kurma sikerim tahtanı. Yazarak ama kimseye okutmayarak. Adına günlük deniyor. Tek fark, yazdıktan sonra üstünü karalıyordum. Tabii her ilaçta olduğu gibi bunu da kullandıktan ve hastalığı atlattıktan sonra kurtulmam gerekiyordu. Öyle de yaptım. (Bunu yazınca aklıma Ahmet Davutoğlu'nun; herkes konuşur, Ak Parti yapar demesi geldi. Hehehe. Çok güldüm yazarken ve söylemeden geçmeyeyim dedim.) Üç yıldır rutin olarak anlatmıyorum kimseye içimdekileri. Aşkım içime gir. Birilerine derdinizi anlatırsanız hemen şükretmenizi isterler. Ama suskunlarda şöyle diyordu Ecevit; "hep acı çekeceksin. Çünkü insansın. O nedenle geldin dünyaya." İşte bana şükret diyen insanlara da sırf "amına koyduğumun sığırı, ben derdimi sen teselli ver diye anlatmıyorum, en azından içimden çıkardığımı ispatlamak için anlatıyorum. Somut bir şekilde görmek için. Bunun için de seni kullanıyorum. Zaten en iyisini çekemiyorsam sikeyim acısını..." dememek için anlatmıyorum. (Ayrıca bknz. Birine güvenmek bile onu kullanmaktır.) Aşkım içime gir. Klisye gidip günah çıkarmayı denediniz mi? Bunu bizim işyerinden İbo'ya sorduğumda, bana cevap olarak "ben günah çıkarmaya gitsem rahibe ilk soracam soru 'gerçekler acıysa baklava niye tatlı?' olur." demişti. Bu tarz esprileri bütün facebook sayfalarında görebilirsiniz. Ben ilk defa duymuş gibi haykırarak gülmüştüm. Acımı gizlerken yaptığım gibi. Hatta çizgi filmdeki o kedi Tom gibi. Ama aynı kelime espirisine benzer anonim bir espiriyi sohbete gittiğimizde Kuran'da baskı yoktur, hoşgörüdür, temiz ahlaktır, iyi huydur vs diyen abiye "Kuran'da baskı yoksa niye çoğaltılıyor?" diye sorduğumda kimse gülmemişti. Hatta son girişimdi öyle yerelere. Aşkım içime gir. Kime içinizi açarsanız ve anlatmaya çalışırsanız saçma sapan teselli cümlelerinden başka bir geri dönüş bulamazsınız. Zaten yalnızlık, birilerine en ihtiyacınız olduğu anda hissedilmiyor mu lan? "Kapana kısılınca dua etmek bile Allah'ın varlığına kanıt değil midir?" demenin bilimsel yolunu bulmaya çalışmak ile birilerine içinizde cehennem taşıdığınızı ıspat etmek aynı şeydir. İnandıklarını dile getirirler ama inanmadıklarını gözleriyle çivilerler size. İşte o an içinize değmez ağızdan çıkan cümleler, kör bıçak gibi saplanmaya çalışır. Saplandıkça paslandırır içinizi. Aşkım içime gir.
5.9.2020
0 notes
Text
Yalancının sahnesi yalnız kalana kadardır
Niye moruk niye? Neden inanıyoruz? Neden bazı şeylere inanmak zor geliyor? Bu dünyadaki en büyük savaş hatırlamak ve unutmak arasındadır. Aynı oranda da en büyük antlaşma inanmak ve kabullenmek arasındadır. Sonu gelmiyor kardeşim. Geberip gidene kadar sonu gelmiyor bu durumun. Çünkü gördüğüne inanmak daha zor geliyor. Görmediğini kabullenmek de aynı bağlamda daha kolay. Kaybedene kadar kabulleniyorusun, kaybedince de Anıtkabir nöbet değişimi gibi bir nizamda duygu değişikliği oluyor ve kabullenmek yerini kendini inandırmaya bırakıyor. Ama doğruya değil. Başka bir yalana. Evet dostum, belki de kendine yapacağın en büyük iyilik bir yalana sığınmak ya da inanmaktır. Tarifsiz duygular yaşadın mı hiç? Ben uzun zamadır yaşıyorum. Şimdi nasıl desem, hani uzaktan bir yemek görürsün ve canın çeker ya, sonra tadına bakarsın iğrençtir. İnsan boku gibi düşün moruk. Kokusu dayanılmazdır fakat sen yaparsın onu ve rahatsız etmez seni bakmak. İşte bu ikisinin tam tersi duygular yaşıyorum. Yalan söylüyorum, inanmıyorum, inandıramıyorum ve sonunda da hep yalnız kalıyorum. Bir ara yalnız kalmak için çabalarken şimdi canımı yakıyor yalnızlık. Yalnızlık ne pis bir şey be oğlum. Kanser gibi, veba gibi, kaza gibi ve hatta ne yaparsan yap seni öldürmeyen intihar gibi. Hepsi aynı yani. Şimdi sana arasındaki bağları anlatırdım ve sonunda da "haaa harbi la böyle evet" dedirtirdim ama uğraşamam amına koyim. Düşün ve anla. Ya da şöyle söyleyeyim, aynı ateşe elimizi sokarsak belki aynı şekilde bağırırız ama senin tarifin farklı olur. Bu da böyle işte. Aynı tarifi hissedersin diye açıklamıyorum. Bu ulvi görevi sana bırakıyorum. Eninim ki yaparsın. Her neyse. İnsanın kaçtığı ve merak ettiği şeyler genelde aynıdır. Ben hayatım boyunca hep saçma sapan şeyleri merak ettim dayıcım. Ama bunlar beni yaraladı. İnsan en büyük darbeyi iyi bildiği ve öğrendiği şeylerden yerken fark ediyor aslında her şeyin yalan olduğunu. İllüminaticilerin, tasavvufçuların dediği veya filmlerde duyduğun şeyler gibi değil bu yalanlar. Kendi içinde ağzını kapatırken o tarifsiz duyguların, görmezden geldiğin ve sırtını sıvazlayandan bahsediyorum. Yalan! Merhaba. Bugün yalan hakkında bir şeyler yazacam ama ne kadar iyi olur bilmiyorum. Konuya nasıl girilir onu da bilmiyorum. Çünkü planlı yazmıyorum buraya. Hani yazacaklarımı düşünüp, kurgulayıp ve birkaç deneme yapıp yazmıyorum. İnancın olsun yazıp yazıp silmiyorum da. Çünkü burası bana çok samimi geliyor. Çünkü hiç bilmiyorum buranın orospuluğunu. Fark ettiysen sadece yazı arşivi var burada, sağ üstte. Ne kaç kişi girmiş tabelası, ne benimle iletişime geç sekmesi, ne de başka bir şey var. Sadece yazıyorum moruk. Bu kadar. Biliyorum yüzlerce kişi okumuyor ama ben bunu bilerek yazıyorum. İşte asıl içtenlik bu. Seyirciye oynamamanın verdiği huzurla yazıyorum. Özgün ve konuşma üslubumla yazmaya çalışmak dışında hiçbir sikimsonik tribe girmiyorum. Zaten ne gerek var ki öyle hareketlere? Samimiyet diyorum ya, ben onu cami hocasının yağmur yağarken saklanmamıza kızıp "rahmet yağıyor evladım, insan rahmetten kaçar mı hiç?" dedikten sonra camiye girdiğinde, utancımızı belli etmemek için saklandığımız yerden çıkıp gülerek ıslandığımızda ve koşmak yerine o yağmurun altında top oynadığımız zamanlarda bıraktım kuzen. Çünkü bu sözü diyen herkesin şemsiyesi vardı. Afrika hariç amına koyim! İşte böyle şeylere inanan çocuklar yalana da inandırmayı çok profesyonel şekilde yapabilir. Kendini kandıranların yüzüne gülümsemeyi de! Babam, ben 15 yaşındayken köpeğimi götürdüğünde de ona inandım ben. Hiç suçlamadım. Neden yaptın diye bir kere sordum sadece. Didiklemedim. Hani Chuck Palahniuk, "babalarımız tanrı modelidir" diyor ya, harbiden öyle lan. Ona inancını kaybederse tutunamıyor bir daha. Her neyse ya. Aklıma geldi yine garip oldum. Ben samimiyet kelimesi geçen hiçbir söze inanmak istemiyorum kuzen. Çünkü içtenlikle söylenen her söz, duyan kişi için yıkımdır. Bunu Kurtlar Vadisi dizisinin bitmeyen bölümlerinden çok yaşadım. O nedenle "tüm kalbimle söylüyorum", "samimi söylüyorum", "ciddiyim bak" tarzı başlayan cümlelerin amına koyim. Hepsi psikoloji kurtarma çabaları sadece. Sene 2012. 4 Şubat günü bir işe başladım. 8 Şubatta da dövme yaptırdım. Mecburiyetten. Hani Osmanlı döneminde kardeşini öldüren şehzade Selim vardı ya, işte onun gibi kulağıma küpe olsun diye yaptırdım ben de. Bir daha aynı boku yemeyeyim diye. Ama yedim moruk. Vallah bak. Hala da yiyorum. İnanıyorum. Allah, ayetine "kahrolası insan ne kadar da nankördür" yazdırmış ya, ben de aynını koluma yazdırdım. Askerden gelince en büyük kazığı 5 yıllık sevgilimden ve 23 yıllık kuzenimden yedim. Aynı anda hem de. Bir sene sonra da farklı bir kazığı yine dayımın oğlundan yedim. O kadar içten ve samimi bir kazık yedim ki anlatamam. Hani tarifi olmayan duygular dedim ya yazı başında, bu duygunun ismini bile koyamam. Kürtaj edilen bir duyguydu yaşadığım. Ama kızgın değilim. Ders sonuçta. Çünkü babamı kaybedersem bir gün; kime güveneceğimi bilmesem de, kime güvenmeyeceğimi biliyorum artık. Yalanı doğuran gizlilik, gizliği doğuran hata, hatayı doğuran insandır. Basit bir denklem. Önemli olan ders almaktır derler ya, üniversite gibi düşün hayatı. Alttan aldığın dersleri verirsen mezun olursun. Yani ölürsün. O nedenle inandığımız şeyler bizi sürekli yaralayacak. Biz tekar yapacağız. Tekrar yaralayacak. İnsanı ne öldürür diye sorsam herkes bir sürü şey der. İnsanı şüphe öldürür moruk. Bak şimdi aklıma ne geldi yazarken. Sene yine 2012 olması lazım. Bizim Hasan bir kadına aşık olmuş ama öyle böyle değil. Hiç görmediği birine. Sadece ses ve fotoğraf. O kadar aşık ki, son halife onun kadar iyi yayamaz dini. O derece sağlam duygularla bağlanmış görmediği birine. Ama aşk denilen illet böyledir ya; kadın, karşılık vermiyor buna. İnanmıyor. Öyle sikindirik bir durum işte. Ben konuyu bağlayamam ve konuya giriş yapamam genelde. Adamı teselli edeyim derken mercimek çorbasının tarifini verdim amına koyim. Çocuk bana inandırmaya çalışıyor, ben inandım diyorum ama yetmiyor ona. Çünkü insansın moruk. İnkar doğanda var. Ve yenilmek de. İnandıramadı Hasan da içindekini. Zaten hep böyle olur; içindeki en iyi görüldüğü zaman inanılmaz. Sonra noldu bilyor musun? Hasan başkası işe nişanlandı. Gözümün önünde haykırarak ağlayan adam, başkası ile mutlu olmaya çalıştı. Oldu da. Bak gerçekten inanıyorum oldu. Çünkü inanmak kendinle başlar. Yalana inandığın kadar doğruya inanamazsın. İnandıramazsın. Çünkü savunma mekanizması denilen soyut kavram bunun için var. Seni kurtarmak için. Enis abi hep şunu der, "kınama oğlum. Yaşamadan ölmezsin." Bu sözü nereden duydu bilmiyorum ama ben artık inanıyorum. Vallah. Şimdi nereye bağlayacağım iyi oku. Hasan'ın tersine ben aynı şeyi yaşadım. Hem de adama kızdığım ve asla yapmam deyip ters gelen durumun ikiz kardeşini yaşadım. Kimin sözüydü hatırlamıyorum ama "dert sik gibidir, büyüğü kendine zannedersin." sözüne inanıyorum artık. Çünkü herkes japon yarağı gini olan derdini zenci siki gibi anlatmaya bayılır. Hatta yuh amına koyim dersin ve şükretmiş gibi yaparsın. Her neyse. Ben de aynı yılın sonunda aynı tarz şeyler yaşadım ve teselli edecek, anlatınca inandırcak, hatta elimden tutacak kimse yoktu. Önce kabullendim, sonra inandım. Kendi kafama silah dayayıp boş mukaveleye imza atan yıldız futbolcu gibi hem de. Sonra o antlaşmayı yırtıp en büyük savaşı içimde yaşıyorum. (Bknz. Unutmak ve hatırlamak) Çok kötü bir şey lan yalana inanmak, inandırmak, inandırılmak, inanmak zorunda kalmak... Esbap sükut etmesi durumunun sonsuz tekrarı. Rol yapmadan yaşamak. Kim ne yazarsa yazsın, herkes yaşadığından çok başkalarına yaşattığını yazıyor. Ben kendime yaşattıklarımı yazsam dersin ki; "senin ruhuna yaptığını ne Hitler Yahudilere yapmış, ne de İbrahim putlara." Her şey yalan dostum. Yaşadığın her şey. Kullanılmış bir hayata sahipsin. Burununu silip katladığın ve temiz tarafını dışarıda tuttuğun mendilden farksız hayatlara sahibiz. Rol yapmak niye? Bebek lakaplı arkadaşım öyle bir kızla beraberdi ki, herkes arkasından gavat diye konuşurdu. Bunu bildiği halde devam ederdi. Kız o kadar acıtırdı ki bu elemanı, sadece bana anlatırdı içini. Ciddiyim bak. Amına koyim inandırmak zorunda değilim sikime inan, inanma. Her neyse. Ayrıldılar kuzen. İlk defa birine "Neden?" Diye sordum. Cevabı da onun ağzından yazıyorum aşağıya. "Annesi istememiş benle beraber olmasını Cihan. Sevmemiş beni. Ulan sanki herkes peygamber torunu da bir ben orospu çocuğuyum amına koyim. Ama bir şey diyeyim mi, beni kızına layık görmeyen o annesi kızının ne mal olduğunu bilse acaba ne yapardı? Hiç öyle bakma oğlum arkamdan konuşulanları biliyorum çocuk değilim, 30 yaşında adamım. Ama kapattım kulağımı lan. Arkadaşlarımla konuşmadım icabında. Lan sıf canı çekti diye gece gece işten çıkıp istediği yemeği aldım lan. Ama bunları ona demedim, diyemedim. Sırf evlenip boşandım diye laf yapan annesine 'senin kızın çok mu temiz amına koyduğumun karısı' da diyemedim. İçime attım lan hep. Belki beni sevmemiştir ama mutlu etti ya o bile yeter lan. Ki kendi de söylemese sevdiğini bırakmakla belli etti sevmediğini. Aklım almıyor lan! İnsan sevmediği ile nasıl beraber olur amına koyayım. Dün gibi lan. Daha dün sesini duymadan uyumadığım insan şimdi yaşıyor mu bilmiyorum. Çok koyuyor be. İnsanın yaşamaya devam etmesi için temel ihtiyaçları vardır ya, yemek, su, hatta oksijen. Elini tutunca karşılanıyordu tüm ihtiyaçlarım. Yemin ederim. Lokantada yemek yerken bile dizin dokunsun bana derdim. O derece lan. Peki ya şimdi? Amına koyayım ulan içimi sikiyor çektiğim her nefes." Anlıyor musun kardeşim? İnsan neden yalana inanmak ister bilyor musun? Bilmek ister misin? Huzur için amına koyim. O birkaç saniyelik huzur için! Yazının zirvesinde "ben peygamberim dersem ne yapardın?" diye sormuştum ya. Ne yapıyorsan onu yapmaya devam et. İnandığın her şeyin bir gün yalan olabilme ihtimalini düşünmeden ve sorgulamadan. Anı kurtarmak için devam et yalanlar söylemeye ve inanmaya... 22.8.2020
6 notes
·
View notes
Text
Babam öldüğünde; Tanrı, ateşi üzerimde yeniden yaratmış olacak.
Merhaba vicdanım. Bugün ismini vermek istemeyen bir seyircinin ithamlarını okuyacaksın. Çok küfür edeceğimi düşünüyordum yazmadan önce ama şu an sadece gözlerimi siliyorum. Çok ıslandı moruk. Hani hiç yazıp silmiyorum, ne gelirse yazıyorum dedim ya bir önceki yazıda, demin sildim lan. İsyan ettim amına koyim ilk defa. Bak aynen şöyle yazıp sildim; "bırak artık boğazımı. N'olur siktir git. Hep düşünmek zorunda kaldığım bu mirasını kollarımdan jiletle kazı ve siktir git artık!" Acını görmezden gelerek yaşayabilirsin. Ama canın yanmışsa, işte bu gerçeği değiştiremezsin. Çok acıyor lan. Görmezden gelemeyeceğim kadar çok acıyor artık. Ve geçmişimi düşünmek, kendime yeni küfürler icat etmemi sağlıyor. Niye bilmiyorum fakat vicdan kelimesi bana çok orospu çocuğu gelmeye başladı iyiden iyiye. Tanıdığım herkesi o hücreye sokup, o hücreyi de dinamitle patlatmayı düşünüyorum. Ruh halim hiç iyiye gitmiyor. Hep melankolik takılmak canımı sıkıyor. Gerçi artık toplumda fırlama takılıp yalnız kalınca duygusala bağlama olayını aşmışım, yeni fark ettim. O yüzden devam etmedim o yazıya. Sahne arkasında gizli gizli ağlayan bütün palyaçoların amına koyim! Geçen ne yaptım biliyor musun? Yatağa girince yan odada anne ve babamın artık uyumadığını, yani kısaca öldüklerini düşündüm. O kadar düşünmüşüm ki, iç çeke çeke ağlamayla yeni tanışmış ergenler gibi kafamı gömüp hıçkırdığımı tükürüğümün boğazıma kaçıp nefesimi kestiğinde fark ettim. Şu ölmek istiyorum, hayat çok anlamsız, ölsem gıkım çıkmaz falan hep hikaye moruk. Ne kadar istersen iste hayvan gibi çırpınıyorsun. Vallah bak. Minimum 2 dakika etrafında ne varsa yardım istiyorsun. Bunu sesli dile getiremesen de tutunma yoluyla belgeliyorsun somut bir şekilde. Ben de öyle yaptım. Tabii bizimkiler uyanıp geldi ve su içirmeye çalıştılar. Annem ilk defa ağladığımı görmüş olacak ki "bir şey mi oldu?" diye soru. Cevap veremedim lan. Yalan koleksiyonuma yenisini kattım sadece. Cevabım o yönde oldu. Evet oğlum, benim en büyük korkum anne ve babamın benden önce ölmesi. Özellikle de babamın. Bu yazıyı kız kardeşim ve spor hocalarım umarım okumaz. Askerliğimi Özel Kuvvetler Komutanlığı'nda yaptım ben. Oradayken gece nöbetler geçirirdim. Nefesim kesilirdi. Koğuşdaki arkadaşlarım bundan rahatsız olmuş olacak ki bölük komutanı Sedat üst teğmene söylemişler. Beni çağırdı yanına ve durumu anlattı. Sonra da GATA'da kontrole gönderdi. Sonuçlar çok kötüydü kuzen. Çürük raporu nedir bilir misin? Askerliğe elverişli değilsin demektir. Hani yıllarca anlatılsa bitirilemeyecek hatta uçaktan uçağa atlarken şarjör değiştirmeye kadar giden muhabbetler var ya, ha işte onu senin anlatacamayacağının belgeli halidir o rapor. Tabii bu rapor gelince ben direkt Sedat üstg. yanına gittim. Hayatımda Allah'tan başka ilk defa birine yalvardım ben. Bunu babam bile bilmez. Gönderme beni komutanım dedim. Eğer o belgeyi imzalarsam nizamiyeden çıkmadan intihar ederim dedim. Gerekirse eğitim zayiatı yazın ama beni böyle yollamayın dedim. Olay dönemin kuvvet komutanına kadar gitti. Servet paşa olayı öğrenince çağırdı yanına ve konuştu. Derdimi döktüm ben de. (Daha kapsamlı anlatırım başka zaman) Kaldım moruk askerde. Hatta en güzel şekilde yaptım. Hayatımda övüneceğim tek olay budur belki de. Sana göre boş gelebilir belki ama ben çok gururluyum amına koyim. Nereye getireceğim olayı bak. Gata'daki albay "efor sarf edersen ölürsün" demişti bana. Bu sözü cebime koydum işte. Askerden geldikten bir yıl sonra spora başladım. Profesyonellerle hem de. Hâlâ ölmedim. Niye yapıyorum biliyor musun? Babamdan önce ölmek için. Sıkıldın mı lan? Git bir çay koy da içelim la. Biz bizeyiz nasılsa. Ben de vicdanımı çıkarıp iki tokat atayayım. Aynen bu. Cehennem karanlıksa ne bok yiyeceğiz? Bilmiyorum kardeşim. Gerçekten cehennem nerede bilmiyorum. Bu capsleri neden yaptım onu da bilmiyorum. Bir filmde adam kafasını işaret edip, ''Cehennem burada!'' diyordu. Ağlayarak. Benim için de böyle. Cehennem kafamın içinde bir yerlerde. Ne zaman yaklaştığımı fark etsem gözlerim sinyal veriyor. Doluyor her tarafı. Yangın alarmına hazır bekliyor gibi. Hala çıkmadı vicdanım amına koyim. Ben bunları yazarken babam içeride telefonda konuşuyor. Konuşma denilmez aslında, resmen ulusa sesleniyor. Şu mitinglerde halka doğru haykırarak rakip partilere giydiren başkanlar var ya, aynen öyle haykırıyor. Amcama. Aslında dolaylı olarak amcama da. Yani halk da amcam, muhatap da. Bilmiyorum kardeşim, bu babam çok düzgün insan lan. Vallah ben onun yerinde olsam şimdiye onuncu sabıkamın dövmesini yaptırmıştım kimlik bilgilerime. Amcamdan dayıma, dedemden halama sağ olsun kazık atmayan kalmadı adama. Sesini çıkarmaz ha. Sadece küfür eder kendi kendine. İşte bana ipotek ettiği en büyük huy da bu. Ben de kendi kendime küfür etmekten başka bir şey bilmem. Ne yaz aylarının bunaltan sıcağında dondurma yerim, ne de intikam denilen o soğuk şeyin tadını bilirim. Ben en iyi o aylarda üşümeyi bilirim. Bir gün telefonum çalacak ve telefonun öbür ucundaki göt lalesinin ''babanız şu an bilmem ne hastanesinde yoğun bakımda...'' ile başlayan cümleyle kıyameti üfleyecek kulağıma diye aklım çıkıyor lan. Ne zaman bunu düşünsem çığlık sesleri yükseliyor beynimde. Siren seslerinden oluşuyor vücudumdaki tüm façalar. Nefesim kesiliyor, dişimi sıkıyorum, fıtığım patlarken aynı anda böbreklerim iflas ediyor... İsrafil'in sur'undan bahsediyorum amına koyim. İşte bu durumdan kurtuluş yok. Babamın provasını dedemde yaşadım lan. Aralık ayının -27'yi bulan mevsiminde dedemin ölüm haberi geldi. Yemek yerken hem de. Yetişemedim dedemin cenazesine. Zaten ayakta duramazdım amına koyim. Babamın ilk defa çaresizlikten ağladığına şahit olmuştu kulaklarım. Babaannemin ölümü bile etkilememişti. Kanser daha mı kabullendiriyor zamanı uzatarak bilmiyorum. Her neyse. Hıçkıra hıçkıra ağlarken ağzından dökülen ''Dedeni kaybettik oğlum...'' sözünü unutmak için aldığım maddenin haddi hesabı yok. Sırf 15 paket sigara içtim. Yalanım varsa en büyük orospu çocuğuyum. Oğuz ağabey sadece 4 pakete şahit. Ali piçi biliyor amına koyim gece yarılarına kadar birini bitirmeden birine başladığımı. ''Yeter amına koyim yeter!'' dediğini bile unuttum, ama aynı gece Bekir'in getirdiği ne Jameika, ne de adını hatırlayamadığım o amına koyduğumun kafa yapıcı diğer maddeleri, babamın damarlarımı koparacak derecedeki ses tonunu unutturmaya yetmedi hala. E amına koyim, sadece kulaklarım bunu sağlıyorsa, nasıl dayansın şahit olmaya gözlerim onu o halde görmeye; elini vicdanına koy! Üstteki maddeleri övünmek için yazdığımı düşünen orospu çocuğudur, onun için yazdıysam ben de orospu çocuğuyum. ''Kaybetmek, sen nasıl bir orospu çocuğusun lan!'' diye bağırdım gökyüzüne. ''Herkeste olan...'' diye karşılık verdi kaldırımlar. İşte bu bağlamda ben nasıl dayanayım lan babamı kaybetmeye? Allah biliyor aynı gün siyanür içerim. İman eksikliğinden değil lan! Gerçi o da var amına koyim. O nedenle yüzüm tutmuyor avuçlarımı açıp bir şeyler dilemeye. Eminim kabul eder ama hangi yüzle Cihan efendi diye soruyor vicdanım. Neyse. Niye yaparım bunu biliyor musun? Hani Yuja'ya sordum ya; ''Cehennem karanlıksa ne bok yiyeceğiz?'' İşte bunun için. Dünya = Cehennem! Ne farkı kalır ki oğlum? Ne farkı kalır babanın olmayışının, karanlıkta ilerlerken fenerinin bozulmasından? Ne farkı kalır babasızlığı tarif etmenin, bileklerini kör bıçakla kesmekten? Ne farkı kalır! LSD nedir biliyor musun kardeşim? Bilme amına koyim. Siktir git. Deep web diye bir şey var. Oraya merak saldığım zamanlarda VC-17 virüsünü öğrenmiştim. Amına koyduğumun sitesi ikinci bilgisayarımı bozmuştu onu öğreneyim diye. Senin içindi baba. Bunu da arada söyleyeyim dedim. Facebook gruplarındaki ergenlerden oluşan güruhtan bahsetmiyorum. Kafasını siktiğimin geri zekalıları onu bile kendilerine çevirdiler. Neyse. Spor erkekler için kadın düşürmektir, kadınlar için bikini giymektir. Benim için ise unutmak amına koyim. Bir an olsun unutmak. Sanki ''Replay'' tuşu basılı kalmış gibi lan. sürekli aynı sahneyi içimde yaşıyorum. Okurken diyeceksin ki, ''Sanki en büyük dert seninki amuğa goyum'' ben benimki mi dedim yarak? Gerçekten böyle düşünüyorsan okuma. İçimi döküyorum sana sadece. Gerisi sana kalmış. Geçer falan diyorsundur belki fakat çıkmıyor içimden işte. Biliyorum eşek kadar adam da oldum. Evet, haklısın da. Görmüyor musun oğlum, yok işte yenemiyorum. Babasız kalmak, Tesla'nın hiç doğmaması gibi bir şey benim için. Karanlık, karanlık, karanlık! Anla. Çıkaramadım lan vicdanı. Çıkarıp konuşamadım amına koyim. Gitmedi de. Selamımı bile almadı. Böyle bir şeyle yaşıyorum düşün işte. Belki başka zaman yazarım onu da. Ayrıca babasını kaybedip yaşamaya devam edebilen herkesin ayağının altını öpüyorum. Şimdilik bu kadar.
12.8.2020
0 notes
Text
Kötü deneme
Merhaba, ön sevişmeyi; 18 yaşına kadar öpüşmek zanneden, 20'li yaşların son çeyreğine kadar cinsel organ yalamaktan ibaret gören ve 30'undan sonra da aslında sarılmak olduğunu bilen insanlar. Hazır mısın? O kadar yalnızsındır ki, odanın lambası patlamıştır ama sen bayağı bir süre elektrikler gitti zannedersin. Sen Linkin Park'ın ''place for my head'' ve ''forgotten'' parçalarının sesini, içindeki Ahmet Kaya şarkılarından fon olan anılarını susturmak için açabildiğin kadar açarsın, etrafındakilerin sadece gözlerinden bile "amına koduğumun amerikan özentisi. Görmemiş piç..." gibilerinden küfürlerini duyarsın, hissedersin. Ama hoparlör patlasa umurunda olmaz. Bazı şeyleri yüksek sesle anlattıkça eksilirsin. Önce cümlelerin, sonra insanların... Zamanla da anlarsın ki, Tanrı bile çoğul kalıyor senin yanında. Arabaya bindiğinde emniyet kemerini takmak ne kadar zor geliyorsa o kadar yaşamak istemezsin. Durduk yere okula gittiğin günlerdeki "5 dakika daha anne yaaa" dediğin sabahlar gelir aklına. Ağlarsın. Sonra da aynı gün içinde okul bitince ıstırap olacağına yemin ettiğin öğretmenleri görüp yolunu değiştirirsin. Çünkü senden bi' bok olmaz dediklerini hatırlarsın. Olmamıştır da. Geçmişteki hırsın sadece gözlerini siler uzaklaşırken. Özel durumlarda "a" harfini yumuşatmak için kullanılan şapkanın bile senden daha çok işe yaradığını fark edersin. Yıkılırsın. "Karını sikeyim" sözünü "kârını sikeyim" diye okuduğunda sen de fark edersin, yolda yan komşunu bıçaklasalar bile sesini çıkaramayacak kadar korkak ve "^" bu işaretin bile senden daha cesur olduğunu. Fakat sosyal medyada tam tersini ispat etmek için çırpınırsın. Sokakta simit satan adamların, bir mevki için yalamayacağı göt olmayanlardan daha onurlu olduğunu bildiğinde, küfür ettiğin adamların kapısını açarken bulacaksın kendini. O kadar yalnızsındır ki, yokluğunu en erken hissettiğin şey bir tuvalet kağıdıdır. "Sessizliği dinlemek" sözü sana işkence gibi gelir. Sırf bu işkenceye maruz kalmamak için yol paranı bir dilenciye verip eve yürüyerek gidersin. "Allah razı olsun" duasını işittiğinde bu sefer de vicdanını hesaba katmayı unuttuğunu fark edersin. Kanas mermisi gibi saplanır beynine o söz. Çünkü bir dilenciyi sevindirirken Allah'ı incitirsin. Bitti mi? Biter mi amına koyim! Hep yanlış yaptığın hayatta artık attığın adımı bile sayarsın. "Neyi seçersen seç aklın hep diğerinde kalır" derler ya, ha işte öyle bir hale gelirsin ki; sahip olduğunu kaybetmek, sahip olamadığın şeyleri düşünmekten daha az koymaya başlar. Seçme şansı verilmeden geldiğin dünyada önüne hep seçenek koyarlar. Onlarca, yüzlerce. Birini seçmek zorunda kalırsın. Yine onların istediği olur. Özgürlük sloganlarının amına koymak istersin. O bile seçenekler arasındadır. Anlıyor musun? Eski sevgililerini gördüğünde aklına ilk anıların gelir, yüz ifadenle kanlı bıçaklı olursun "yıkılmadım" pozu verebilmek için. Ama onlar hep pişman olduğundan eminlerdir genelde. Zevk aldığın her şey cehennem gibi gelmeye başlar. Geçmişte örnek aldığın adamların zamanla şovmen olduğuna şahitlik edersin. İçin içini yer. O kadar yalnızsındır ki, artık hoşuna gider bu durum. Çünkü yalnızsın. Daha neyi kaybedebilirsin ki? Alacağın hangi karar korkutur, kim yokluğuyla tehdit edebilir seni? Asıl sıkıntı ne biliyor musun? Üstteki şeylerin devamlılığı. İnan bana yalnız kalmanı engellemek için her boku yapacaklar. Üzülerek söylüyorum ki başaracaklar. Yalnız kalmak istedikçe "Yalnızlık Allah'a mahsustur" deyip seni şirk koşmakla suçlayacaklar. Ateist olacaksın (yapacaklar). Yine suçlayacaklar. Ve hiç susmayacaklar. 5.8.2020
0 notes
Text
Yasak meyve gibisin; dokunsam da günah, dokunmasam da. (Vol. 1)
Selamın aleyküm. Gel bugün sana yüzme öğreteyim. "Biliyom amına koyim" falan deme, bu başka bir yüzme. Gerçi teorik olarak aynı şeyleri anlatacağım ama yine de oku la, başkasına dökemiyorum, başka yere de yazamıyorum. Fakir edebiyatı yapıyorum, he gavat. Neyse başlıyorum. Bu hayattan anladığım tek şey, kendini tekrar etmek. Ne kadar yenilemeye çalışsan da kendini, hep aynı şeyleri yapıyorsun. Yineliyorsun ve yeniliyorsun. (Yenilmek) Sadece isimler değişiyor. Mekanlar, mevzular vs... Kendine dönüp bir kere "neden?" Sorusunu sordun mu, bilmiyorum ama ben artık yaptığım hiçbir şeye cevap veremiyorum. O soruyu bile soramıyorum be aslanım. İnan ki. Zaten insan böyle değil mi; ne kadar seçenek sunarsan sun, gider kendine en zararlısını seçer. Öyle olmuyor mu kardeşim? Bak en sıkıntılı yerden örnekleme yapacağım şimdi. Cenneti düşün moruk. Hz. Adem'in cennette neyi eksikti? Ne istedi de geri çevrildi? Ulan sen bile oraya girmek için neler yapmazsın, düşün. "Yha hyr tbikde slk" dediğini duyar gibiyim. Ulan inançlı birinin amacı cennet değil mi amına koyim. İnançsızlar da ister. İnsansın, bitmez isteğin. Her neyse. Bak sınırsız seçeneğin arasında gidip yasak olanı seçmiş hz. Adem. "Neden?" Hiç düşündün mü? Sakın şeytan falan deme, yeri gelince hepimiz şeytana parmak ısırtacak şeyler yapıyoruz. Zaten senin içinde olmayan bir şeyi şeytan nasıl yaptırsın oğlum? Büyükler, "insanın içinde olacak, yoksa ne yapsan boş mırr mırr" diye söylenir ya o aklıma geldi birden. Heheh. Ne sende olan? Yenilmeye meyilli olmak. Kibir, korku, cesaret, esaret, kargaşa, panik... nefs! Hz. Adem'den ziyade bu hayat böyle değil mi? Böyle olmadı mı? Ne kadar güvenirsen güven kendine, planlarını altüst etmeye çalışan birileri çıkmadı mı? Taş koymadı mı önüne... oluyor moruk oluyor. İnkâr etme sikerim şaftını. (Bknz. İnkâr. İnsanda olan) Birini tanımak; onun adını, şehrini, yaşını, tahsilini, ailesini, çevresini, işini bilmek demek değildir. Bugün kimi istersen iste tanırsın bu bilgilerle. Ama asıl tanımak, onun zayıflığını bilmek demektir. Sırlarını bilmek, acı eşiği denilen o bölgeyi bilmek demektir. Öğrenirse ne olur biliyor musun? Hayatını sikerler. Belki çocuğunuz okurken "amma küfür ediyon yöğaa, iki kelimeden sonrası küfür..." tarzında şeyler söylüyor olabilir. Haklılar da. Fakat bilmediğiniz bir şey var. Yazarken canım yanıyor lan benim. Buraya yazarken harbiden yanıyor canım. Benim küfürlerim ne kadar canını sıkıyorsa, seni pratikte sikenler o kadar sıkmıyor farkındayım. Niye biliyor musun? Kötüler güler yüzlüdür. Hani bir deyim var ya; karıncayı siker, belini incitmez. Aynen böyle kardeşim. İnsan, kendine zarar veren, onu ziyan eden, acı çektiren, yara açan, içini deşen hiçbir şeyden kopamaz. Yeri gelmişken Karındeşen Jack'e de selam olsun. Çay kaşığı olmadığı zamanlarda çayı karıştırmak için başka malzemeler kullanırız. Çatal, odun parçası falan. Sanayide tornavidayla bile yaparlar. Hatta ben nescafe içerken kaşık yoksa paketini kıvırıp kaşık yerine kullanırım. İşte kuzen bizim hayatımız da böyle. Eğer bir parçanı kaybetmişsen onun yerine koymak için aynı tip fakat farklı malzeme ararsın. Yoksa tatsız bir şekilde devam eder yaşamak, ki bulunur illa. Böyle bir hikayem var benim. Yağmurdan kaçarken doluya tutulmak atasözü var ya, ben çığa yakalandım anasını satayım. Bak buraya yazdığım şeyler yarı yolda bırakılmaktan ziyade kendi kendime yaptığım tuzağa yakalanmak gibi bir olay. Cennet örneği vardı ya, bak şimdi nere geleceğiz. Eğer ortada bir günah varsa, eninde sonunda yapılır. Her şeyin yaratılma amacı var moruk. Günahın bile. Mecbursun. İşleyeceksin, hatta sürekli tövbeler ederek hem de. O nedenle rahatla her şeyden önce. Bu blog'u takip edenler, ''hangi faça daha keskindir ki, vedanın surata attığı ifadeden?'' başlıklı yazıdaki olay vardı ya, onun bir parça devamı niteliğinde gibi bir şey olacak bu yazı. Kabullenmekten falan bahsetmiştim. şimdi onu biraz daha derinleştirmeye çalışacağım canısı. Bakalım neler çıkacak. Ben de bilmiyorum. Sene 2013, şubat 8. Bir elimde hap, diğer elimde elma suyu. Bilgisayar açık ve sinirden geberiyorum. İnkar, çok sikindirik bir şey oğlum. Hele gördüğünü inkar etmek en sikindiriği. Bilgisayar masasının üzerinde kuran'la göz göze geliyoruz sürekli. Hapı ağzıma atıp, üzerine de elma suyunu içip yatağa yatacağım. Planım bu yönde ama kuran orada sanki ellerimi tutuyor. Yok moruk, öyle inançlı biri değilim. Hatta şu an ölsem cehennemin kapısını görmek için bu yaşıma kadar durmadan yürümem gerekir. Belki daha fazla. Fakat kontrolü kaybediyorum her denememde. Kuran'a bakıp, ''intiharla senin dikkatini çekebilir miyim?'' diyorum. O kadar mal ki yaptığım şey, anlatamam. Ulan kabullenmek zaten insanın içinde olan olgulardan biri. Daha neyin kafasını yaşıyorsun? Hapı attım ve meyve suyunu içtim. Ben direkt ölürüm gözüyle bakıyorum ya, karnıma saplanan ağrıyı, kusmuğumla kirlettiğim halıyı falan hiç hesaba katmadım. İntihar harbiden cinnet anıymış, ki sakinlik bu anın zirvesiymiş. En çok bunu hissediyorum. Sebebin ne olursa olsun intihar yapılacak en son şey bile değil. Bak buna inanıyorum cidden. İnanıyorum, ancak yine yaparım. Çünkü her şey bir gün tekrar eder. Benim sebebim o kadar saçma ki. ''Yalan'' Sadece yalan yüzünden kendimi gebertmeye çalıştım. Ne kadar saçma değil mi? ''Ulan salak mısın sen evladım? Sanki hiç yalan duymamışsın, kazık yememişsin, aldatılmamışsın, Alice harikalar diyarında yetişmişsin.'' Bunları ne zaman dedim, biliyor musun? O karın ağrılarının doğum sancısı gibi dayanılmaz olduğunda. Bir yandan da ölüyorsun rahatla diyorum. Allah, kimseyi kendiyle sınamasın. Neredeyse tüm iç organlarımı temizleyecek kadar kustum. Sanki kustukça boşalan yerlere içimi kemiren şüphelerim yerleşiyordu. Bunun tarifi harbiden cümlelerle olmuyor. İçinde el bombası var ve patlamasını bekliyorsun. Ha şimdi, şimdi, şimdi... ama yok. Patlamıyor. O saniyelik krizin saatlere dönüştüğünü düşün. Bitmiyordu içimdeki kasırga. Durmuyordu beni öldüremeyen, ismini koyamadığım bunalım. Sürekli şişleniyormuş, bıçaklanıyormuş, vuruluyormuş hissi. Peki, tüm bunların sebebi ne? Bir anlık kabulleniş. Saniyelik patlamaların enkazını seyrettiniz mi? Eğer önlem alınamazsa, yanardağlar; saniyelik patlamayla, yıllarca üzerinde yaşadığın şehri haritadan silebilir. Yok olur. Zamanla hiç yaşanmamış hale gelir. Hatta oralı olduğunu bile ispat edemezsin. İşte bu olayı kendi hayat hikayene bantla. Bir insanı tamamı ile kabul ettiğin anda yaşayacağın sonuç böyle. Eksiği yok, fazlası var. Ne kadar inanırsın moruk? Seni kandırdığını hissettiğin halde ne kadar inanırsın? Hiç bana ''insanlara güvenmem, inanmam, ğööö kesinlikle o hataya düşmem'' falan deme sikerim senin o yalancı ağzını. Hiç görmediğin Allah'a bile sorgusuz sualsiz inandığın hayatta bana insanlara inanmam deme harbi sikerim. (Not: ben ateistim ki, ona da inanmıyorum hihihih deme, daha çok sikerim.) Mutluydum lan. Yemin ederim, bir değil milyonlarca yalana inanacak kadar mutluydum. Öyle hissediyordum. Hani sevgilin sana ''aşkım şu an şuradayım yazamam'' diye mesaj atar ama orada zenci siki gibi gözüne çarpan ''çevrimiçi'' ibaresini görürsün ve içine buda heykeli büyüklüğünde bir şüphe oturur ya, ha işte ben o şüpheye ''senin ananı avradını atanı soyunu ananı...'' karikatüründeki amca gibi sövüyordum koçero. Ama neden? Mutluluk yeter mi? Huzur da vardı bunların yanında. Huzurluydum. Bak şimdi bir şey yazacağım ve birkaçınız ''aa aynı biz'' diyecek. Saatlerce telefonda konuşuyordum lan. Yemin ederim, gece dahil. Beraber uyuyorduk amına koyim. Ama ben uyuyunca o başkasını düşünüyormuş. Bunun ağrısını ne kadar tarif etsem o kadar az kalır. Anlatamam ki o boşluğu. O manzarayı çizemem bile. Anasını sikeyim böyle durumların. Bak görüyor musun? Huzur ve mutluluk insanı nasıl intihara sürüklüyor; avradını sikeyim! İşin garibi intiharın öldürmeyeni insana gereksiz dayanma gücü veriyor. Saçmalık bu ya, sen dayandıkça gerçekler gözüne giriyor. Normalde kaldıramayacağın her şeyi, Seyit onbaşıya nazire eder gibi kaldırıyorsun o anlarda. Şimdi her siki eleştiren dalyaraklar okuyup ''rutin şeyleri abartıyor amcık'', ''ne var ya herkes yaşıyor bunları'', ''dünyada neler oluyor amuğa goyyum'' diyecektir. Aranızdan bazı enteller de ''Dunning-Kruger sendromu yhaa kaynımda var'' diyebilir. Hepsine eyvallah. Zaten ben çok özelim, ya da başka bir sikim demiyorum. İçimi döküyorum sadece. Oğlum sen hiç canını yakan soruları yıllar sonra sorunca yine aynı acıyı hissediyor musun? Ben hissediyorum amına koyim. Harbiden lan. Yeminle. Aklıma gelince ''Neden?'' diye soruyorum kendime ve acıyor. Lan şu yeşil ışığı son anda kaçırdığın zaman bütün kırmızı ışıklara yakalanırsın ya, aynı böyle işte bu durum. Sürekli aynı acı. Tek fark, trafikteki iki üç saniye sürüyor. Neyse ya bugünlük bu kadar yeter. Devam ederiz bir ara kaldığımız yerden. Daha yağmurdan kaçarken doluya feyk atıp çığın altında kalacağız. Hatta şu an suyun boyu sadece dizlerimize kadar geliyor. Önce alışalım, sonra yüzeriz değil mi? Hadi öptüm hepinizi.
30.07.2020
0 notes
Text
Takıntı ve kısa bir teşekkür yazısı
Selam ciğersizler. Evet, bugün biraz dertleşmek ve kitap üzerine hafif sohbet etmek istiyorum. Aslında içimde yazmaya dair hiçbir şey kalmadı. Gerçekten boşlukta gibiyim. Herkesin geçirdiği o bir iki dakikalık bunalımın replay tuşunun basılı tutulmuş hali var ruhumda. Şu an telefonda "Ahmet Kaya- Kara toprak (aman mamoş)" türküsü çalıyor. Artık iyiden iyiye karamsar olmaya başlıyorum. Yalnızlık, dikiş tutmayan yara ve ben sürekli o yarayı sökmekten yaradan ibaret olmaya başladım. Tanrı'nın takımına, forvet mevkisine transfer olmuş gibi hissediyorum bu aralar. Beni tanıyanlar takıntılı olduğumu iyi bilir. Bir şeye takınca yok edene kadar uğraşırım. Bunun en kötü tarafı ne biliyor musun? Her şey için geçerli olması. Yani kısıtlanmıyor bu takıntı. Şöyle ki, son takıntım ailemi kaybetmek. Bunun gerçeklik payı her şeyden daha fazla. Biri sana kolunu kaybedeceksin derse siklemezsin, ama hayatını kaybedeceksin derse işte bunu siklemezsen de gerçekliğini bilirsin. Böyle işte moruk. Bu İhtimali yok etmenin, yani açık konuşmak gerekirse kurtulmanın tek yolu onlardan önce geberip siktir olup gitmektir. Vallah bak. Bunun için ufak çaplı denemelerim oldu. Anasını sikeyim, telefonda bile konuşurken sürekli aynı his oluyor. İnsan annesiyle konuşurken öldüğünü düşünüp ne dediğini anlamaz hale gelir mi? Orospu bir his. Saç değil ki kestirip kazıtayım. Zaman sürekli öldürüyor beni. Her saniye acı veriyor. Koluna konan bir sivrisineği kovmak için koluna vurursun. Sonra öldürmek için uğraşırsın. Sebebini bile soramazsın kendine ve aynı oranda gram vicdan azabı olmadan yaparsın bunu. Öldürünce de rahatlarsın. Takıntı da böyle amına koyim. Babamın ses tonu değişse hayatım sikilir benim. Ama biliyorum ölümünü seyredeceğim. Bunun iç organlarıma verdiği hasarı tarif etmeye cümlem yok. Görsel olarak da kıyamet derim sadece. Chuck Palahniuk, "sahip olduğunuz her şey kaybedeceğiniz şeylerden biridir." demeseydi eğer ben bugün bunu düşünmeyecektim. Takıntım beni öyle bir hale getirdi ki rahatlamak için intihar videoları seyrediyorum. Sadist şeyler seyrediyorum. Saçma sapan kitaplar ve bilgiler okuyorum. Şükretsem kurtulacakmışım hissi ve devamında yetersizlik his silsilesi. Kurtulamıyorum, evet. Eğer psikiyatrinin bana yardım edeceğini bilsem çıkmam hiç hastaneden, ama 4. doktordan sonra benim için bu olay Galatasaray-Fenerbahçe derbisi seyretmekten farksız. Ülke olarak abartıyı seviyoruz. En basitinden arabalarda bile ses sistemini uzay mekiği haline getirmeyi seviyoruz anasını sikeyim. Müzik demişken bir ara da bu takıntı yüzünden Bedirhan Benek'in Çetleş şarkısını dinlemekten felç olacaktım. Yeri gelmişken söyleyeyim dedim. Küfür ve merhamet babamdan bana kalan en büyük miras moruk. Farklı olarak, merhamet mirastan çok kazık gibi geliyor artık. Bak bunu düşününce aklıma küfür ve merhamet mirasını imzalyıp üzerime aldığım anım geldi aklıma. Dedem olacak göt lalesi babama öyle bir kazık atmıştı anlatamam. Ama babam sırf o merhameti yüzünden sesini çıkarmayıp sadece küfür etmişti. Dayım da, babama "çok küfür ediyorsun bilader az vites düş..." deyince, babam "ne yapayım oğlum, yapılana baksana?" diye cevap vermişti. Dayım alnımı kaşır gibi pişkin bir şekilde "Allah'a havale et gitsin..." diye girince konuya, dayanamadım ve babamın cevap vermesini beklemeden "iyi diyon da adam zaten Allah'ı olana sövmüyor ki amına koyim. Allah'sız orospu çocuklarına sövüyor!" demiştim. Babam tarafından ilk onay aldığım şey buydu amına koyim. Neyse Kafanızı sikmeyeyim böyle. Zaten fonda Ahmet Kaya reyiz çalıyor. "Benden selam söyleyin... tutsakmış da ne olmuş..." ulan ne parçaymış bu. Adamı fena eder moruk. "Kendini bırakmak" ve "birini bırakmak" asla aynı değildir. Ama ikisi de geri geldiğinde aynı haldedir. Yani tanınmayacak halde.
22.07.2020
1 note
·
View note
Text
Her insan en az iki kere kafayı yer. Çünkü ilk ispat etmesi gereken kişi kendidir.
Selam ölümlü. Bu blog benim için iyi bir keşif oldu kuzen. Kendimle sohbet etmeyeli 15 yıl olmuş resmen. Çok özlemişim kendimle konuşmayı. Eskiden ağaç dallarını kırar onlardan kendime oyuncak yapardım lan. Hatta birbirleri ile dövüştürürdüm. İnanılmaz mutlu olurdum yemin ederim. Hatta annem falan görmesin diye de saklardım kömürlüğe. Görürse elimden alır, bu çocuk delirmiş diye düşünebilir diye. Çocuk aklı lan işte ne bekliyon amına koyim. (İmla kurallarının canı cehenneme, sokak ağzı da koyacam arada idare et tamam mı? Bozuşmayalım.) Dövüş kulübü filminde de Joe aynını yapmadı mı lan? Yalnızlıktan Tyler gavatıyla dövüşmedi mi? Aynı pisliğin laciverti. Öğğğ amına koyim iğrençti kabul ediyorum. Şimdilerde de aynı şeyi yazarak yapıyorum. Çünkü buraya yazarken annem diğer odada oluyor. Ben de kapıyı kilitliyorum ve olayı biraz daha gizemli hale getiriyorum. Başarıyorum da la. Bunu nasıl mı anlıyorum? Hani sınava çalışırken annen mevye veya çay getirir ya, ha işte asıl amaç "bakalım ne yapıyor bu çocuk"tur orada. Annem de aynını yapıyor işte. İhtiyacım olup olmadığını soruyor. Komik değil mi? Kilitli olan her şey merak edilir bebeyim. Şu an yalnızım. Buzdolabının o sikindirik sesi kulağımı tırmalıyor bunu yazarken. Normalde duymadığım sesten rahatsız oluyorum lan şu an. Değerini bil orospu çocuğu. Dedim ya kendimle konuşmayalı bir çocuğunun doğumundan ergenlik yaşına gelmesi kadar oldu diye, ha işte özlemişim lan kendimi (iki oldu). İyi ki bu blog var amına koyim. O kadar rahatım ki anlatamam. Biraz küfür var ama idare et. Gerçi buradaki küdürler küçükken mahalle maçlarında ettiklerimiz kadar değil fakat sen okurken olaya kendini vermiyorsun ondan kaynaklanıyor rahatsızlığın. Sorun sende yani at çükü. Kabul et olay çıkmasın. Bugün özlediğim birine öleceğim günün planlarını anlattım. O da karşılık olarak "ben ölümümü planlayacak kadar cesaretli değilim" dedi. Cesaret çift yönlüdür ağalar. Hayatın boktan haldeyken ve kaybedecek hiçbir şeyin yokken intihar etmemek cesarettir, aynı oranda da her şey istediğin gibi ilerlerken intihar etmek cesarettir. Fakat -edememek ve -etmemek arasındaki fark gökyüzüne bakıp boşluktan başka bir şey görememek kadardır. İlk kitabım çıktıktan sonra, insanlar bana "Esfel-i Safilin gerçek mi?" diye sordular. Onlara hep "Hayır" dedim. Çünkü değildi. Belgeli şekilde atmak isterdim buraya kayıtları ama annem etkilensin istemiyorum. Cesaret demiştim ya moruko, ikinci kitabım çıkmadan önce denedim işte ben de. Çift yönlü cesaretin iki yüzünden de öperken hem de. Bayramlaşır gibi. Elinde bir kutu hap varken aynaya bakıp gülümsemek nasıl bir şeydir bilir misin? Ya da jilet? Jilet kısmı sıkıntılıdır. Çünkü başarabilme ihtimalin var. Olayı yaşayamadan gidebilirsin. İşte cesaretin büyüğü budur işte. 96 yapımı Vampirler filminde Jack, pedere Varek'ten için "beni neden öldürmüyor?" diye sormuştu. Peder de "günah çıkarma ayini orjinaliyle birebir olmalı..." demişti. O nedenle jileti es geçtim ve yavaşça yerine koydum. Çünkü günah çıkarma ayini birebi... anladın işte amına koyim. Beklenen oldu ama benim midem bulandı sadece. Annem sebebini sorduğunda ilaç kutusunu görmemişti. Hastanede midemi yıkadılar. Kitaptaki olayın tersine hastanedeki amcıklar bana inandı lan. Onlara spor salonuna gittiğimi ve aminoasit haplarını karıştırdığımı söyledim ve inandılar. Annem de onayladı. Çünkü spor salonu ve aminoasit doğruydu. Hikayenin devamıyla ilgilenmediler. Fark ettim ki, eğer kısmen doğru söylerseniz tamamını doğru kabul ederler. Sayısal sınavlarda "gidiş yoluna puan verdim..." sözü gerçek hayattan alıntı bence. Aha bu da kanıtı amına koyim. Kitabımdaki olayın gerçeklik payını yok etmiş bulunuyorum babacan. Artık huzurluyum... Bak aşağıya bir resim atacam ve bu benim manzaram.

Bu manzara burada kalsın. Çünkü Muhlis Akarsu'nun "Karnı büyük obur dünya" türküsünün bir anlamı var benim için. Manzaramız mezarlıklardır güzelim... Bazen kendine ispat etmen gereken şeyler vardır. Psikolojide buna "travma" derler. Sürekli yaşarsın. Hayatının replay tuşudur artık. F5 tuşudur... Bu da böyle bir yazı olsun. Son olarak, birileri size kurallarım yok derse inanmayın. Buraya bile belli kurallarda yazıp kuralların amına koyim dedim en başta şekerim. Umarım anlarsın. Bu kadar. (Şimdilik)
18.07.2020
0 notes
Text
Sana da oluyor mu hiç
Merhaba, yolunda gitmeyen her şeyin başrol oyuncuları. Bu yazıyı terk edilmiş herkesin kendine olan uzaklığı ile çay bardağındaki dudak payı arasındaki mesafeye çardak kurup sallanırken yazıyorum. Hepimizin aslında yaşadığı o bir iki dakikalık gündelik travmaların tekrarına ramak kala yazmaya başladım şu an. İçimiz cehennem moruk, ama doluyor. Bir şekilde doluyor amıma koyim. Kaf suresi 30'uncu ayetin tersine içimize ne atsak doluyor! Boşalması da; kızgın tanrının, azgın şeytanı yüzünden dünyanın çeşitli bölgelerindeki felaket yansımasından daha şiddetli oluyor be oğlum. Evet, ne yazık ki gözlerin tsunamiye kafa atacak kadar şiddetli. "Yağmur neden yağar?" diye sorsalar; bilimsel yönünü açıklayan da olur, manevi yönünü siken de olur. Hatta yukarıdan biri kafamıza attırıyor diyen de olur. Böyle işte. Kan çanağı gibi gözlerinden kendini seyrettin mi hiç? Dün hiç aklımda yokken bir mesaj blog'u unuttuğumu hatırlattı. Gönül koyar mısın sen de? Daha yeni tanıştığın birinin yokluğu, beş yılını verdiğin birini terk etmek kadar koyar mı lan? - Amına bile koyar. Ne doğru ulan bu hayatta? Ne tamamen doğru? 2x2= 4 oluyor mu her zaman? Buna gerçekten inanıyor musun sen hala? 1+1= 1 olmuyor mu çoğu zaman? İki farklı yarım aynı bütünü oluşturmuyor mu en çaresiz anında? Doğduğun yere ait hissetmiyorken, bir bedene ait hissettiğin oluyor mu senin de? Lan onu siktir et, Allah'a bile ait hissetmiyorken çoğu zaman, dünyaya nasıl ait hissedebiliyorsun sen? Bakış açısı, yıkım için kullanılırsa en tehlikeli silahlardan biridir moruk. Peki, bu silah yanlış ellerde mi doğruları yok eder, yoksa geri zekalılar tarafından aklını kullananları mı yok eder? Tıklım tıklım otobüslerde tüm sesler birbirine karıştığında, bir de üstüne şoförün dinlediği ağır müzik onlara vokal olurken, sadece içindeki seslerden rahatsız olduğun oluyor mu senin de? İçindeki çığlıklar ruhuna faça atıyor mu senin de? Peki, normal olan şeyleri seyretmek senin de canını yakıyor mu bazı anlarda? Geçmişte aynı fotoğraf karesine gülümserken poz verdiğin insanı, yıllar sonra tesadüfen sokak ortasında rastlarken ciğerin sikiliyor mu senin de; başını başka yöne çevirip yanından hızlıca geçerken? Saatlerce aynı fotoğrafa bakıp Everest'ten boşluğa atlıyor ama ölemiyor gibi hissettiğin oluyor mu hiç? Kalp atışlarının adımlarından daha yavaş attığı oluyor mu eve giderken? Milyonlarca kazıktan, terk edilişten, yarı yolda bırakılıştan sonra karşılaştığın bilmem kaç milyonuncu yeni insana ''işte doğru insan'' dedikten sonra, o orospu çocuğu da aynı kazığı atıp aynı kervana katılırken, arkasından bakıp ''acımadı kiii'' diye attığın kahkahaların gözyaşlarına karışmasını seyretmek pedofili videoları kadar iğrenç duruyor mu yüzünde? Üst komşun karısını düzerken çıkardığı seslere otuzbir çekerek karşılık verirken yalnız hissediyor musun kendini kanepede? Ya da günde üç posta atmak yalnızlığını gizliyor mu aynalarda? Karşındakinin anlattığı ile senin düşündüğün şeyler birbirine çarpmasın diye kendini yırttığın oluyor mu günde bir de olsa? Ya da aynı olaya hem şok olup, hem de gayet normal karşıladığın oluyor mu ayda bir de olsa? İntihar edemeyecek kadar kendinden nefret ettiğin oluyor mu yılda bir de olsa? Ses tellerinden kule yaptığın oluyor mu kış aylarında? Aynı ses telleriyle anneni boğazladığın oluyor mu gece yarılarında? İki farklı, hatta tamamen zıt kelimeye aynı anlamları yüklediğin oluyor mu hiç her doğum gününde? Hayatım boyunca yara bandından öteye terfi edemedim lan. Vallah bak. Hep örtmek zorunda kaldım. Sebebi yok. fıtrat mı dersin, huy mu dersin, yaradılış mı dersin, ne sikim dersen de ama öyle işte be oğlum. Yara olmak, yaralı olmak, yara açmak ve yara kapatmak. Bu dört farklı anlamı aynı cümlede aynı anlamda kullanabilir misin? Sonrasında da dördü de olabilir misin? Yara olmak... Bunun tarifi çok boktandır kuzen. Çünkü ben dahil, sen hariç değil, hepimiz önce yara oluruz. Kimimiz fark eder, kimimiz orospu çocukluğu yapıp fark etmiyor rolü yapar. Biten bir ilişki getir gözünün önüne. Kim suçlu diye ararsan yarrağımı bulursun anca. Çünkü kimse kabul etmez suçlu olduğu. Biz böyleyiz oğlum, şaşırma hiç. Her insan önce yara olur. Bak Adem babamıza. O da Cennete açtığı yaradan düşmemiş mi dünyaya? Kaba tabirle kalbi değil midir Allah'ın, cennet? Yaralı olmak... Bu evre bilerek yapılan bir mevzudur. Yani yara olduktan sonra kendine yer bulmak zorundasındır. Yara olmadan yaralı olunmaz. İnsan ilk yarayı kendine açar bebeğim. İnsanın kendine açtığı yara kesikle olmaz, kırıkla olur. Kırık bir cam = yaralı insan. Yara açmak... Yara açmak için bıçak olmak gerekir. Bunu nasıl anlarsın biliyor musun? Kırıklığından. Yani yaralı olan insan içine atar. İçine attığında batıyorsa her şey bıçak oldun demektir. Sonra dokunduğun değil, sana dokunan kanar. Yara kapatmak... Selam. Arkandan konuşan insanlara küfür ederken haklı olduklarını düşündüğün oluyor mu hiç? Ya da sadece kendini kandırdığını fark etmemek için kendini harcadığın oluyor mu hiç? Kimsesiz olduğunu kabullenmek için ''sana ihtiyacım var'' diye mesaj attığın oluyor mu hiç bilmediğin bir numaraya? Gölgeni görünce sevindiğin oluyor mu hiç? Karanlığa ait hissedip odanın lambasını söktüğün oldu mu hiç? Sevdiğin insanlara kazık attığın oldu mu hiç? Yarı yolda bırakıp kaçtığın insanları suçlamak için kendini akladığın insanlar oldu mu hiç? Bir gün olsun kendini suçladığın oldu mu hiç? İnkar ederken inandırdığın şeyleri, itiraf ederken inandıramadığın oldu mu hiç?
15.07.2020
1 note
·
View note
Text
Pas mı, pes mi
Naber moruk? Ben yırtılıyor gibi. Hiç düşündün mü, yaşamın anlamını? Ben artık düşünmekten dolayı uyuştum. Bitkin düştüm. Bir alet iki nedenden dolayı kulllanılamaz hale gelir. Birincisi çok kullanılmaktan yalama olur, ikincisi ise hiç kullanılmadığından paslanır. İkisinin ortasına da "nabza göre şerbet" denir. Anladın mı? Yok sen biraz malsın, anlaman için sikmek gerekiyor fakat yapmayacağım bunu. Çünkü artık sikilmekten de yalama oldun. Bak kuzen, hayata neden geldiğinin formülü çok basit. Toplumsal baskı+aile tepkisi+sorumluluk empozesi=sen. Baban, o teri zevkten değil dertten döküyor. Yoksa senin olmaman daha iyi bu dünyada. Hep ihtimal üzerine işlediği için hayat... of! Buralar dutluktu amına koyim. Her neyse. Kızma kimseye. Klişe bir söz var ya "milyonlarcasını geride bıraktın sen" diye, ha işte o sana kitlenmiş en büyük övünç hediyesi. Sırf vatan millet sakarya diye soktukları "gerekirse öl" duygusu gibi. İşin garibi ne biliyor musun? Tabii ki bilmiyorsun. Çünkü o saksıyı çiçek altlığı bile yapsan bir sike yaramaz. Saçlarını çıkarmaktan başka ne sike yarıyor somut olarak bilmiyorum inan bana. Sorun şu ki; kızmaktan çok şaşırıyorum bu duruma. Lafı unutmadan işin garibi kısmını söyleyeyim; sana bu duyguyu sokanları sorgulamaman. İşin en büyük tuhaflığı bu işte! Sen nasıl seçtin şu anki inancını bilmiyorum ama ben hep soruguladım kuzen. Buraya düşmemize neden olan o elmanın çekirdeğinin içindekilere kadar merak edip sorguladım. Çoğu kez inandığımla kan davalı oldum. Buradaki sorun neydi biliyor musun? Tabii ki bilmiy... sorun inanmadığımı daha çok sorguladım. Yani şeytanın evine çok misafir oldum ben. Elinde jiletlerle karşıladı beni hep şeytan. Git yakasına yapış dedi inancının. Neden diye sor dedi. Neden? Harbiden lan. Neden bunca şey? Kitaplarda anlatılan olay, okul müdürünün kavga eden iki çocuğun arasına girip hiyerarşik düzeni sağlayamaması gibi geldi bana. Öğrencilerden biri uzaklaştırma yedi ve ikinci defasında ise okuldan atıldı. Ama tek fark iki taraf da dolaylı yoldan okuldan kovuldu. Yani biri mezun olmadı kuzen. Bu durum damlayan musluğu tamir etmek yerine sökmekten farksız. İyi de neydi doğru? Bakış açınızı kullandınız mı hiç? Yoksa size "doğru" diye sokulan her şeyi kabul mü ettiniz? Yaradılış zaten çok garip be oğlum. Hani sınav ya moruk, "şüphesiz" diye başlayan her şeyden şüphe ediyorum istemsizce. Devam eden süreçte de aklımdaki soru işaretinin boyutu bulunduğum iklime sığmıyor. Sonra dünyaya ve daha başka gezegenlere. "Yin Yang" denilen felsefik sembol vay ya "kötülüğün içinde iyilik, iyiliğin içinde kötülük vardır" diye. Abi koy bunu insan vücuduna. Hadi yok et içindeki kötülüğü. Zararın neresinden dönersen dön kârdır sözünü benimseyen toplumun "ay cezamızı çekip döneriz cennete" düşüncesinin tehlikesini bir ben mi görüyorum lan? Ya da gördüğümü zannediyorum? Öyle ya "her şerde bir hayır vardır" diye siktik hayat hikayemizi amına koyim. Peki, ne olacak? Tut ki cennet ve cehennem gerçekten var. Bilinmezlik değil de kesinlik olarak düşünelim. Hadi aynı felsefeden araklayıp kendimize yonttuğumuz "her şerde bir hayır, her hayırda bir şer vardır" sözünden de yola çıkalım. Ya cennet bizim için cezaysa? Ki ben bir kadın olarak düşünürsem kesinlikle ceza oğlum. Güneydoğuda 12 yaşında evlendirilen bebelerden ne farkı var bu olayın? Ulan cennette irade yoksa zaten buradaki iradenin ne önemi var? Yani ne için istiyorsun cenneti? Allah'ın varsa dürüst ol! Palahniuk'un dediği gibi "bedava sikiş" yoksa ister miydin? Şimdi milletin duygularını sikmek için kullandığın o sikimsonik hümanistliğini cennet için neden düşünmüyorsun? Bak sürekli içinde "sik" geçen cümle kurdum. O elmanın ucu da sike dayanıyor işte. Newton reyiz gibi değil olay yani. Bir arkadaşım, hadi isim vereyim İdris'in "Araf suresine elma değil seks mi yazsaydı oğlum, tabii ki üstü kapalı olacak" demesiyle, "kadın cinsel obje değildir" diyen amcıklar aynı düşünceye sahiptir benim için. Ahzap suresinde gayet açık söylenmiş oysa. Herkesin birbirini düzerek çoğaldığını, leylekler getirdi masalına inanmamakla aynı anda öğrendiğini hatırla hiçbir sike beynin basmıyorsa. Kıvırmaya çalışma ayetli belgeli atarım fil siki yutmuş fok balığı gibi kalakalırsın. Ayrıca benim derdim bu değil. Biraz nefes alalım yolumuz uzun. Hadi olaya "kaderciler" gözüyle bakalım. Şimdi her kötülüğün karşılığı cehennemse kaderin ne önemi kaldı? Sakın irade deme amını yurdunu sikerim. Kader ve irade aynı anda bulunamaz amına koyim. Nasıl mı? Arabayla seyir halindeyken ters yöne girersen bunu ne yapmış olur, irade. Peki, o yöne girdikten sonra kaderin ne önemi kaldı? Hiç. Tut ki var. O zaman irademle ölmeyi seçtim ve öldüm. Cehenneme neden gidiyorum? İntihar. Peki kader? Daha önceden yazılmış diyet listesinde olanları yedim diye kilo aldıysam suçlu muyum? İradem var değil mi? Yine de aldım. Ne oldu? Düşünme bebeğim. Yakarsın devreni. Sen bana küfür et bunu okuyunca e mi sevgili amın feryadı. Doğru ya intihar. Abiler ablalar, ben isteyerek mi geldim? Kalubela'dan beri Müslümanız eyvallah da neden verdiğim kararı hatırlamıyorum? İradem yokken verdiğim kararın ne önemi kaldı? Hani sarhoşun mektubu okunmazdı? Kader ne güzel bir şey lan. Kader yolmuş bro. Yani kader önüne yol koyarmış sen iradenle seçtiğin yolun ifadesini verirmişsin. Ama o yollar da kaderinde önceden olmalı. Yoksa nasıl kontrol edilirsin? Yoksa?Evet, yoksa? Ateistleri gömmeye çalışılan düşünce sistemi var ya "olmayan bir şeyi inkâr edemezsin. Demek ki var." Ehehhe. Süper lan. İspat yok sonuç var. Harika. Pekâlâ canımcım ben şimdi olmayan bir şeyi inkâr edersem deli oluyorsan, olmayan bir şeyi kabul edersem o kadar sıyrık olmaz mıyım? Tilililili... Dur davranma benimkidir. Oğlum biri gelip anan babanı aldatıyor derse ve ispat etmese inanır mısın? Yarrak inanırsın! Şimdi onunla bu bir mi deme, yeri gelince sen daha komiğini yapıyorsun, ki ben yapmadım daha keskin örneklemesini. Bugün hep Palahniuk'dan örnekleme veriyorum nedense ama iyi tespitleri var. Diyor ki; "ya doğru bildiğim şey doğru diye programlandığımsa?" Olamaz mı oğlum? Hakan Günday da haklı olamaz mı? "Tanrı sıkıntıdan patladı ve buna da big bang denildi" olamaz mı? İntihar, Allah'ın oyununu bozmak olamaz mı? Kaderin ne önemi kaldı gerçekten. Ben kaderde yazılanı yaptım deyip cennet biletini kaptığını düşün. Cennet=hizmet. Ya dünyada en nefret ettiğin insana hizmet etme görevi verilirse? İrade götüne kaçar işte. Düşün bakalım. Cehennem o zaman gerçekten sıcacık gelmez mi? Ne pis bir durum değil mi? Sen dünyada cehennemden kork, ama ölünce cehenneme giremedin diye acı çek. Unutma! Allah her zaman istediğini alır o masadan. Kontrol önemli mi? Bir şeyleri kontrol etmek mi zor, kontrolü eline vermek mi? Direksiyonda olmak mı tehlikeli, arka koltukta oturmak mı? Cennetteyken cehennemi merak etmek acı verir mi? Merak, cennette başına iş açar mı? Cehennemden cennete gelmek iki üniversite bitirmiş gibi olur mu? (Hehehe bu şakaydı) Düşün kardeşim. Şu eski sözü de aklından çıkarma; "her iyiliğin bir cezası vardır." Neden mi bunu söyledim? Bakara'yı aç oku. Dünyanın krokisi cehennemden önce çizilmişti. Nefret anlıktır ciğerim. Bir anlık öfkeyle yapamayacağın hiçbir şey yoktur. Bilinçaltı ne demek biraz araştır. Biraz olsun oku. Adem babamız neden affedildi hatırlıyor musun? "La ilahe illallah Muhammeden Rasûlullah" demin dedim ya okul müdürü diye. Ha işte atılan çocuk açıköğretime referans verdi ve kabul edildi. Diğerinin siciline işlemişti. Bununla yola devam edersem aklını yontmuş olurum. O nedenle gerisini sana bırakıyorum. Sonuçta okulu bitirdin ve okulun ne olduğunu biliyorsun. En başta iki şekilde bozulur dediğim aleti hatırladın mı? O yarak değil beyin. Ama çoğunuz yarak kafalı, o ayrı konu. Biraz çalışınca her şeyin rengi değişir kardeşim. Düşünmeden verdiğin kararın doğruluk ihtimali, ösym'de sallayarak tıp tutturmaktan daha azdır bebeğim. Sorgulamadan neye inandığını bilemezsin, neye inandırdıklarını bilirsin. Fark etmen bir ömür alabilir bazen. Madem buraya kadar okudun, lütfen fark et. Hiç küfür etme. Şuraya ayet yerine götümden uydurup bir şey yazarsam amin dersin. İşte senin inancın bu kadar. Bunu aş amına koyim. Neye inandığını bil. Bakara kaç ayet, diye sorduklarında yahudi yapımı sitelerde arama. Ne bok yediğinin farkına var. Şimdi bunları okuyan herhangi bir geri zekâlı ateist olduğumu düşünüyordur kesin. Mutlu etmeyeceğim seni götoğlanı. Değilim. Ayrıca neye inandığımı biliyorum. Her ne kadar milyonlarca kez intiharı düşünsem de, kur'an okuduktan sonra kitabın arasına bileklerimi kesmeyi düşündüğüm jileti koysam da, kafayı sıyıracak kadar sorgulasam da ateist değilim. Belki deistlik var ancak inandığım şeyler de var. Sen buna doğru yol diyebilirsin belki ama benim için en büyük acizlik. Çaresizlik ve tercihsizlik. "Allah yoksa benim kaybedecek bir şeyim yok, ama varsa sen sıçtın" düşüncesine sahip olan tüm götverenlerim ticari zekasını sikeyim. Ulan bu nasıl mantalite? Aslında bu yazıyı bana yazdıran en korkunç düşünce ne biliyor musun aga? "Tekrar geri gelme" düşüncesi. Yani tekrar gelmekten korkuyorum. Bunu ceza olarak düşününce daha çok korkuyorum. Ne olarak geri gönderileceğimi bilmediğim için korkunun boyutunu bile ölçemiyorum. İşte herkesin terse yatma ihtimalinin dudak payındayken kıyametin olması değil, olmaması beni dehşete düşürüyor. Düşünsene moruk; süreki geliyorsun. GTA gibi, Call Of Duty gibi, Counter Strike gibi, ölüp ölüp diriliyorsun! Tek fark aynı kişi olarak değil. Anladın mı şimdi ananın amının değerini orospu çocuğu? İşte bu bağlamda eğer intihar etmiyorsam, cennetten girememekten çok geri gelmekten korktuğum içindir. Zaten kullanılmış yerleri sevmem. Dünya dahil, cennet hariç değil. İn vivo cehennem! Çok sıkılıyorum lan. Sen beğenilerini kontrol ederken, ben burada senin o boş beyninin penceresine taş atıp rahatsız ediyorum. Lakin rahatsız olan yine ben oluyorum amına koyim. İki dakikada atlayarak okuyacaksın buradakileri ve ben yine küfür edeceğim senin gibi atlayan orospu çocuklarına.
13.07.2020
0 notes
Text
Bize de buyur gel Zerdüşt
Merhaba. Üstü başı ölüm kokan fakat hiçbir şekilde amacına ulaşamayan bir adamın sıradışı hikayesini okumak ister misin? (İntihar) -Ben de isterim biri yazarsa. Burada okuyacağınız her şey 12 katlı bir hastanenin çatısından sarkarken hissedilen duyguların özetidir. Tamamen kurgudur, ama bir gün gerçekleşecektir. -Çok iddialı. Başlayalım.Hayatım boyunca "hastayım" demedim. Burnum aktı, ateşim çıktı, kustum... fakat hiçbir şekilde içinde hasta kelimesi geçen bir cümle kullanmadım. Çünkü eğer hastalığınız ölümcül değilse, bu kelimeyi söylemeye hakkınız yoktur. Buna inandım. Böyle yaşadım. -Her hastalık bir miktar ölüm taşır. (Doğum gibi, intihar gibi) Kanserim diyen biri aynı anda hastayım da diyebilir. Ancak sinüzitim azdı yine diyen biri asla hastayım demeyi hak etmiyor. Demeyin! -Hastalık, eksik bırakmak değil yok etmektir. Hastaneye giren herkes önce heyecan yapar. Tahliller sırasında bu heyecan yerini paniğe bırakır. Oyuncu değişikliği gibi düşünün. Çünkü bekleyiş, kabir azabı gibidir. Neyi beklediğinizi bilmiyorsanız, her saniye cehenneme girmek için sırada olmaktan farksızdır bu durum. İki farklı malzemeyle farklı (yeni) tatlar elde edebilirsiniz, iki farklı duyguyu aynı anda yaşarsanız hissettiğiniz tek şey "karmaşa"dır. Karmaşa, hislerinizle sizin aranıza duvar örer. Düşünce bile sızamaz o duvardan ve size yansımayan hiçbir şeye isim veremezsiniz. Tarif edebilmek için bu gereklidir. -İnsan karmaşadır. Panik, karar verememektir. İntihar edip yaşamak istemektir. O nedenle "acaba" kelimesi sizin kurdunuzdur. İçten içe yer. -İnsanı yaralayan inancıdır. Sonuçları alırsınız. Panik yerini korkuya bırakır. Eğer hastanedeyseniz inanın bana sizi en ufak şey bile cehennem kadar korkutur. Hatta daha fazla. İnsanın en belirgin özelliği korkudur. Ortak paydamız korkudur. Her şeyde vardır ve eğer çay bardağıyla bir bağlantı yapacak olursak, dudak payından geriye kalan her şey korkudur. -İnsanı öldüren, inandığından şüphe etmektir. Pişmanlık...Pişmanlık, korkudan geriye kalan her şeydir. Geriye dönüp bakamamaktır, suyun içinde ölümü bekleyen çiçektir ve "keşke" bile diyememektir. Ve pişmanlık, vicdan azabının somut halidir. -Bazen dudak payı her şeydir. Hazır mısın psikopat çocuk? Peki sen yobaz? Seni unutur muyum hiç asi hümanist? Tek tek saymayayım şimdi. Herkes otursun yerine başlayalım. Tekrar Merhaba. Bir önceki yazımda "yin yang" felsefesine değinmiştim. "Her iyilikle biraz kötülük, her kötülükte biraz iyilik" sözünü barındıran bir düşünce. Anton Szandor LaVey ismini duydunuz mu? Hiç zannetmiyorum. Bu elaman "Satanizm" kurucusudur ağalar. Eğer biraz araştırma yaparsanız yin yang felsefesini benimseyen bir tarikatin lideri olduğunu da görebilisiniz. Beni asıl düşündüren "her şerde bir hayır vardır" sözünü bizim topluma kazandıranın kim olduğudur. Öyle bir kazandayız ki, kimin kim olduğunu veya bize kimlerin "dayatma" yaptığını göremiyoruz. Yoldan birini çevirip "dinsiz kimdir?" diye sorarsanız "amuğa goyun ateyizdir" cevabını alabilirsiniz. Dinsiz = ateist demek değildir. Eğer iyi araştırırsanız ne demek istediğimi anlarsınız. Yaratıcısı olmadan dini olan ve yaratıcısı olup da dini olmayan çok toplum vardır. (Olduğunu ve olmadığını varsayalım) Kitabı okuyup ateist olan biri, kitabı okumayıp dindar olandan daha az tehlikelidir. Hatta tehlikeli bile diyemeyiz. Genelde bütün savaşlar din yüzünden olmuştur. İnanç yüzünden, görüş yüzünden ve bakış açısı yüzünden. Herhangi bir dini ele alalım ve öyle düşünelim. X dine mensup bir insan o dinin gerekliliklerini iki şekilde yerine getirmeye çalışır. Birincisi "dayatma", ikincisi "ya varsa" düşüncesi. İlki toplumsal bir olgudur ve dayatılmayla yönetilen bir toplum her düşünceyi yok edebilecek güçtedir. Kişisel düşünceden bahsediyorum. Ve şeytani olan hiçbir güç tek kişi üzerine yoğunlaşmaz. Teke tek yok etme işi cennette kaldı çünkü. İkinci düşünce "ya varsa" zihniyeti. Hz. Ali'nin bir olaya yaklaşımı bu yönde olmuştur. İnanmayanlardan biri hz. Ali'ye "ya yoksa" diye sorması üzerine "yoksa benim kaybedecek bir şeyim yok, beraber yok oluruz ama varsa sen helak olursun" der. Ve başta İmam Gazali olmak üzere Fahruddin Razi'den İmam Aşur'a ve hatta Said Nursi'ye kadar tüm inanan(?) ve Müslümanlıkta sembol haline gelenlerin bu felsefeyi benimsediğini görmüşüzdür. "Ya varsa" düşüncesinin temelinde korku yatar. (Bana göre) Ateizm felsefesine göre de "ticaret" anlayışı yatar ve bu etik değildir. Bknz. Eğer tanrı varsa ticaret yapmaz* Bana komik gelen ne biliyor musunuz? Korkuyla bile olsa tam anlamıyla yapamamak. Yani şöyle ki, atesit düşünceyi sonuna kadar savunan, savunmakla kalmayıp uygulayan herkes cehennemi dibine kadar hak ediyordur, Eyvallah. Bunda hemfikiriz. Fakat aynı şeyi inananlara zımbalayalım bakalım ne olacak. Sonuna kadar savunup da dibine kadar yaşayan var mı hâlâ aranızda? "Amaaan cennete gidek de fark etmez dibi, kıyısı. Hof!" diyorsun değil mi sevgili sığır? Yok abi, yamalıklı pantolon gibiyiz. Yırtıldıkça yamıyoruz. Uydurmaya çalışıyoruz kendimize. Vallah aynı şey. Şimdi biri çıkıp sen yapabildiğini yap da gerisini boş ver Allah'ın işine karışılmaz diyordur. Beklesin o. Aşağılarda cevap vereceğim ona. Şimdi dağılmasın konu. -Tircari bekleme yapma. Burada size ateizm hakkında bilgi vermek gibi bir niyetim yok, çünkü "inkâr" ve "yok" aynı şey gibi geliyor hâlâ bazılarınıza. Bu bağlamda da ben ne dersem diyeyim sadece "körü körüne" inanmak zorunda hissetmeyi köküne kadar hissedecek bazıları. Oysa benim derdim şu blogu okuyan herkesin bir parça düşünmesini sağlamak. Yanlış da olsa. Çünkü yanlış, dayatmadan daha iyidir. En azından kendi düşüncesidir. Şimdi dini kitapları okuyup, dini demeyeyim de tasavvuf diyeyim. Çünkü biz putları içimizde yıkamadık hâlâ. Said Nursi'yi sevmeyen dindar kardeşimiz yoktur herhalde. Aynı kardeşler Nietsche'yi bir o kadar sevmez. Çünkü o ateisttir. (Bana göre değil. Mevlana'nın okumuş hali sadece) Peki güzel kardeşim, "Said Nursi kuran beni müjdeliyor, sobayla konuştum vs. diyor hehehe çok komik adam. Bir de buna inanan var yieğaaa" diye dalga geçenlere "siz o adamı anlayacak kapasitede misiniz?", "siz kim köpeksiniz?(!)" diyorsun da, "Tanrı öldü, biz öldürdük. Katillerin katiliyiz.." diyen Nietsche reyizi neden dışlıyorsun anlamadan? Yakışıyor mu sana? Saçından sakalından utan. Ayıp. Ha bu arada en çok da neyi düşünüyorum biliyor musunuz? Şu yazdığımı sadece korku anında ve çıkarları doğrultusunda Allah'ı ağzına alanların nasıl küfür edeceğini. Bunu düşünürken de Ahmet Erhan'ın şiiri geldi aklıma. "Bugün oturdum ölümü düşündüm..." -Ev dağınık kusura bakmayın. O nedenle şişkin cümlelerle "ateizm" üzerinden değil kendi düşündüğümle yazıya devam edeceğim. Her şeyin özünde korku vardır dedim ya, ha işte bu düşüncenin dibinde de korku başroldedir. Çünkü "ya varsa" diye düşünürseniz istemeseniz de inanırsınız. Çünkü ihtimalin gerçek olması korkutmaz, gerçeklik payı korkutur. Hepimiz gün içinde çoğu kez istemsiz de olsa bir takım davranışlar sergileriz. Alışkın olduğumuz her şey bizi kör edebilir. Kurallar da böyle. Eğer kural varsa emin olun o kuralı (yasağı) aşınca ne olduğunu kendi de bilmez kuralı koyan. Zaten hep merak yüzünden konur o yasaklar. Acaba ne olacak düşüncesi bizi kudurtur. Merak abi merak. Bilinmezlik meraktan geçer. Aynı bağlamda da bilinmezliğe giderken yanınızda olan tek şey de pişmanlıktır. Ancak bu pişmanlık çift yönlüdür. Yin yang gibi. 1- Yapılmayan (yapılamayan) 2- Yapılan (yapılmak zorunda olan) iç içedir bunlar ve iç içe konulduğu tek yer insandır. Merak demişken aklıma cehennemde yanarken molaya çıkan iki Sivas'lının zebabilere "günde kaç ton kömür yakıyorsunuz?" sorduğu fıkra geldi. Hehehe. Güldüm yine istemsizce. Öyle ya şimdi aklımıza o bilindik soru gelmiyor değil. Sor sor çekinme. Ya da ben sorayım ve devam edelim."Peki, amaç ne? Ne için varız?" Bütün dinler için amaç aynıdır. Cevap: Cennet. Burada hizmet et, orada hizmet gör. Denklem çok basit değil mi? Fakat "Neden?" cevabını arayan ve kendine göre bulduğunu zanneden çok yazar vardır. Tabii burada Sokrates'ten Aristoteles'e, Dostoyevski'den Platon'a, Hegel'den Göthe'ye ve Nietsche'ye tek tek isim verip açıklama yapmak istemiyorum. Onlar da bir şeyler demiştir fakat hep aynı şeyler. Oğlum "bu sözü Alman yazar Göthe yazmış" cümlesine karşılık "niye defter yok muymuş da göte yazmış Ehuhehue" diye karşılık verenler topluluğuyuz. Ne fark eder senin için isim. Ben de düşündüm kendi kendime ve bulamadım abi. Neden geldiğimi sordum ve nasıl gideceğimi düşündüm. Yani suç babamda mı? Beni doğarken öldüren tek suçlu babam mı, yoksa ölüm parfümünü sıkan tanrı mı? Şimdi düşünüyorum ve işin içinden çıkamıyorum. Abi neden iki insanın günahını tüm insanlık çekiyor? Peki, Adem ve Havva cennete tekrar girdiyse neden hâlâ burada önceden yapılmış ve yapanların cezasını çekip tekrar girdiği cennete girmek için bir ispat söz konusu? Burada ateizm düşüncesi "ticaret" giriyor araya. Ne yaparsan yap cehennemi göreceğiz kardeşim. Bana ne dersen de ama o yerde mecbur olacağız. Eğer buraya geldiysen, oraya da gideceksin. Seçme fırsatın yok, sadece isteklerin var. Anla. Ayrıca üstte ismi geçen isimlerin çoğunun da tek ortak noktası "vaatler"dir. Bknz. İnsanı yöneten vaatlerdir* Şimdi bir tarafta inanmayan adamlar, ki kesinlikle ateist değiller bana göre. Diğer tarafta inananların kurtulacağına riayet edenler topluluğu. Aralarındaki bağ da "vaat". Evet kardeşim şaşırma. Nietschegiller, isteyerek veya istemeyerek bir vaat veriyor. Bu da sonsuzluk kavramıyla oluyor. Tıpkı eski bir kızılderili inanışında olduğu gibi. Ölünce geri gelme. Tek fark, Nietscheciler aynı şekilde geleceğini söylüyor, kızılderili dadaşlar tam tersi olarak geleceğini. Hani bir karikatür var ya "hz. İsa'nın Adolf Hitler olarak geri gelmesi" aynı şey. Reankarnasyonun içinde umut olması. Fakat bu bağlamda cehennem, tekrar gelmekten daha az korkutuyor beni. E şimdi dinler de vaatlerde bulunuyor. Tıpkı siyasi partilerin miting alanlarında haykırmaları gibi. Ne farkı var Allah aşkına? Sana soruyorum, ne farkı var "beni seç sana cenneti vereyim" demenin "bize oy verin cennet gibi dünya yaratalım" demekten? Ya da "x parti yolsuzdur, bunlara oy veren vicdanını kontrol etsin bla bla" demenin "x din değişmiştir, inanlar cehenneme gider. Bize inanmayan da cehenneme gider çünkü tanrı böyle diyor Tilililili" demekten? En basitinden Fenerbahçe-Galatasaray-Beşiktaş takımlarını düşün. Taraftara hep vaat yok mu oğlum? Bknz. Vaatler hep zaafları kullanır* Bir de seçim şansın yok amına koyim. Bak yine iyi tutmuştum kendimi. Düşünsene Yahudisin. Ve Yahudi olduğun için yanacaksın, kitabın değişmiş, dinin değişmiş falan filan. Ama sen seçmedin bunu. Kısmet. Kürt de olabilirsin, Arap da, Türk de, İskandinav da... her sik olabilirsin. Şimdi nasıl çıkıp sırf yaradılıştan ötürü birkaç yarak kafalı seni yargılıyor, kendini üstün görüyorsa inandığın dindeki şeytan da Araf suresinde kendini üstün görüyor. Çok komik değil mi? Şimdi anladın mı toplumun nasıl şeytan olabildiğini? Bok anladın amına koduğum. Hümanist çiginin üzerinden gelişine doksana çakmak vardı topu ama sikimde değilsin inan. Hatta haklısın karakter meselesi. Yukarıda Allah'ın işine karışılmaz diyen piç de okusun burayı. Okusun ve Allah'ın işine Allah'tan çok karıştığını anlasın. Bu yazdığım şeyleri hayatında hiç fikir değiştirmemiş gibi okursan bi' sik olmaz senden. Ya da dur daha açık konuşayım; bir kız için uykusuz kaldığın gecelerin sabahında "aşk yalan, hayat boş pompala coş" tribine girerek okuyorsan buradakileri siktir git abicim. Ailen kapan dedi diye kapanıyorsan inançlı değil, dindar olursun. Bunu fark etmeden okuyorsan gerçekten siktir git ablacım. -Ya da siktir et. Paketi yeni attım zaten. (Çok mu siktim kafanı? Tamam lan bitti. Altta bir açıklama yapıp sonlandırıyorum yazıyı.) İşte dostlar bahsettiğim hastane Dünya. İlk çeyrekte heyecan, ikinci çeyrek panik, üçüncü çeyrek korku ve son çeyrek pişmanlık. O pişmanlık da genelde inandığın gibi değil de inkâr ettiğin gibi yaşadığın için olacak. Vallah bak. Son neresinde hatırla burayı. Ben bu hastanenin en son katından çatıya çıktım ve sarkıyorum aşağıya doğru. İnanın bana, 12'nci kattan aşağı sarkıyorsanız; yükseklik korkusunu, pişmanğın onda biri kadar bile hissetmezsiniz. Hatta hissedemezsiniz. Bu kadar.
12.07.2020
0 notes
Text
Karalamaca (Vol.2)
Naber kardeşim? (Bu günlerde ihtiyacımız var bu sıfata) Çok değişik bir ortamda yaşıyoruz kardeşim. Daha düne kadar mahalle maçlarında beraber kolasına maç yaptığımız adamlardan nefret eder hale geldik. Eskiden arkadaşın bir kızla sevgili olmuşsa o artık senin bacın oluyordu, şimdilerde ''sol memesini çok emdim, oraya dokundukça beni hatırla hehehe'' diyebiliyoruz. Evet, aynı kızı sikmek için kullanılan arkadaşlar edinmeye başladık. Hiç kusura bakma kızım, böyle ve sen benden daha iyi biliyorsun bu ortamı. Eskiden kız var diye küfür edilmezdi, şimdi kızlar benden daha çok kullanıyor alt takımları. Eskiden akşam milli maç varken herkes seyrederdi, şimdi istiklal marşını yuhalıyor bir tarafımız. Hatta en vatanseveri bile evinde seyrederken istiklal marşında ya kanalı değişiyor, ya da sesini kısıyor, ki bitsin de açayım diye. Hatta ve hatta lise zamanlarında cuma günleri istiklal marşlarını okurken yanındaki arkadaşını güldürmeye çalışanlar bugün neler yazıyorlar neler... Eskiden sevgi emekti, şimdi sikene kadar alttan almak... Böyle yazarsam uzar gider. Peki kardeşim, ne değişti?Bak sana kardeşim, diyorum ama aynı soydan bile gelmiyoruz. Yani ''biz'' demek buydu. Birine kardeşim diyebiliyorsan ona yamuk yapamazsın oğlum. Arkadaş, dost, kardeş, yol arkadaşı hep aynı anlamdaydı. Konuşmasan bile götünü açamazsın, kuyusunu kazamazsın ve gerekirse o bunu fark etmeden yardım bile edersin. Bu konuda hala ümitlerim var. Bknz. Tekin Kale. Bu piç çok sağlamdır bu konuda. Neyse götü kalkmasın. Ama masum olan ne varsa hepsini siktik biz. Önce sobadan başladık sıcak ve samimi olanı kesmeye. Sonra Milli maçlarda yanımıza gelip ''beyazlılar mı bizimkiler?'' diye soranları bitirdik. İleride de ''al oğlum lazım olur'' diye zorla para veren eşi dostu bitireceğiz, ki kalmadı galiba öyle dostluklar. Artık dost kelimesinin anlamını ''henüz kazık atmayan'' olarak değiştirebiliriz gönül rahatlığıyla. Güveni de bitirdik. Eskiden kapıyı kilitleyip komşuya verirdik anahtarı, şimdi götümüze sokacağız aynı anahtarı neredeyse. Eskiden okumanın ve araştırmanın amacı ''doğru bilinen'' yanlışları bulmaktı, şimdi birilerine hava atmak. Hiç ''ne alağöaakası var amuğaa goyen'' deme, siktiğimin ÖSYM puanını bile alnına yazıp dolaşacaksın neredeyse. Annen-baban sırf millete hava atmak için dünyaya getirmiş seni. Fazlası değilsin aslanım. Tahsilsiz adam geri zekalıdır bizim topluma göre, tıpkı eskiden matematik ve Türkçe'si zayıf olanlara yaptıkları gibi. Zeka nedense hep bir puandır. Başkalarının vermiş olduğu puanla kendini geri zekalı hisseden ne kadar dalyarak varsa amına koyim. (Kendim dahil) Doğru olan her şey zamanla yanlış kullanılır. Bu kesindir. Çünkü belli bir çoğunluğun kararıdır ve o çoğunluk da Allah tarafından gönderilen peygamber değildir, ki gönderdiklerine bile bir kulp bulduk geçmişte ve halihazırda da bulmaya çalışıyoruz. O nedenle neyin doğru olduğuna ''bakış açısı'' dediğimiz olgu karar verir. Ne yazık ki bu bile değişkendir. Atatürk üzerinden düşünürsen kardeşim, seveni de çoktur sevmeyeni de. Hatta git sor hepsinin mantıklı bir açıklaması vardır. Zaten birilerini körü körüne bir şeye inandırmak için mantıklı ve kafa yorucu cümlelerle yapmalısın. Mantık da basit sorulardan geçer. Dene oğlum, göreceksin. Sürekli değişir dünya. Bu değişimin iyi yönünü nedense kapamıyoruz. İleride robot olacağız. bak bunu unutma. Ben göremem o günleri belki fakat emin olun torunlarınız görecektir. Makinelerin yönettiği geri zekalı bir toplum olacağız. Bunu bile ayarladılar. Yok edecekler bizi. Hazırlanın. Aslında buraya içimdeki çatışmaları yazacaktım ama sanki içimdeki çatışmalar gündeme yansımış gibi oldu. Bugün spor salonunda İbrahim hocamla biraz muhabbet ettik. Bana, ''sen Allah'a inanıyor musun?'' diye sordu. Ben de gülerek, ''inanmazsam bunu sorun etmez herhalde heheh'' dedim. Sonra konuşmaya başladık bir parça. Aynı şeyleri size de söyleyeyim. Allah, o kadar farklı şekilde işlemiştir ki bize bunu birazdan anlayacaksın. Bir arkadaşın sana söz verip yapmazsa ona gönül koyarsın. Ama Allah, dualarını kabul etmezse ona gönül koyamazsın. Hatta çalışıp yaptığın şeyleri bile ona bağlarsın. ''Allah'a şükür'' ile başlarsın başardığın her şeye, ve bu doğrultuda da ''Allah izin verirse'' diye başlarsın başarmak istediğin her şeyin cümlesine. Olmazsa da ''Allah'ın dediği olur'' diye bitirirsin cümleni. Gram düşünmezsin. Çünkü hayırlısı değildir falan filan. Düşün abicim, fanatik derecede tuttuğun takımı getir gözünün önüne. Birileri sana şu cümleyi çok kurmuştur; ''ne kazandırıyor la sana x takım?'' Evet ulan kazandırmıyor. Hatta zararı var, yararı yok. Ama seviyoruz. Sevgiden bile üstün amına koyim. E hal böyleyken tuttuğun takım sana en fazla şampiyonluk sözü verip tutmaz, fakat yine de bırakamazsın. Ne kadar küfür edersen et bırakamazsın. En fazla maçlarını seyretmezsin. ''Fanatikler'' için söylüyorum. Şimdi bu olayı al inancına yapıştır. Allah sana bu dünyada hiçbir şey vaat etmiyor kardeşim. Bana inanana gökdelen dikeceğim ya da inananı kadrolu işe sokacağım demiyor. Dünya ile hiçbir vaadi yok ama inanıyorsun. Kimimiz korkudan inanıyor, kimimiz mecburiyetten, kimimiz alışkanlıktan, kimimiz ortamından, kimimiz bu dünyanın anlamının o olduğunu düşündüğünden, kimimiz sorguladığından, kimimiz cevap bulamadığından, kimimiz de cevapları bulduğundan... Herkesin bir sebebi var. Diğer taraftaki vaatleri unut, o söz konusu olmasa kimse inanmaz zaten. Tuttuğun takım da öyle, sana bir taraf için vaat veriyor sonuçta. Spor hocam sorunca nedense kendimi boşlukta gibi hissettim. Sanki rol yapıyor gibi. Düşünsene hacı; namaz yok, oruç yok... yok abi, ne yalan söyleyeyim ağır geliyor. Bunları düşünüp nasıl inanıyorum diyeyim şimdi, elini vicdanına koy. Ama inanıyorum. Yapmazsan yakarım diyor ama yine de inanıyorum. Belki onun da bir beklentisi yok benden, o benden daha az inanıyor bana, hatta blöf yapıyor fakat ben inanıyorum. Düşünsene moruk, tek istediği şey kurallara uyman. Şimdi sorsam sana, ''neden uymuyorsun?'' diye, vereceğin cevap yok amına koyim. İhtimal diye bir şey var bilinçaltında. İnanıyorsun fakat uygulamıyorsun. Çünkü ölünce ne bok olacağını gerçekten bilmiyorsun. Bilmediğine de bilinçaltın karşı çıkıyor. İşe atlamak için önünü görmen gerekir ya, sermayeni ona göre koyarsın ortaya. Ha işte bu tam tersi moruk. Şansa koyuyorsun sermayeni ortaya. Önün karanlık. Sora şunu soruyorsun kendine; ''ne için çabalıyorum?'' Şu sorduğun soruya verdiğin cevap seni tatmin etmemeli. Çünkü cevabını bildiğin soruda, bile bile yanlışı işaretliyorsun. Siliyorsun ve işaretliyorsun. Sürekli. O şıkkı kaybedene kadar. Kaybedince de ölüyorsun. Peki moruk, düşünelim. Ömer Hayyam'ın espriyle karışık sözünden yola çıkalım. ''İnsanlar, cennet için yaşar. Cenneti verirsen onları kontrol edersin.(yönetirsin)'' Sen buna inanıyor musun? Gerçekten cennet sende olursa kontrol edilir misin, ya da yönetilir misin? E oğlum verilmemiş mi cennet Hz. Adem'e? Tek bir şey istenmemiş mi karşılığında. Ne olmuş peki? Dünyadayız. Demek ki kontrol cenneti vermekle olmuyor. İnsanlara cenneti vermek yerine sağlam bir yalana inandırmak daha mantıklıdır. Bak ''doğrudur'' demiyorum, ''mantıklıdır'' diyorum. Çünkü o zaman geldiğinde sana hesap soramaz. Sen de istediğini almış olursun çoktan. Bedeller kimin umurunda? Her yalanda bir parça gerçeklik payı bulundurmak gerekir. Ekmeğin ucunu bölüp yemek gibi düşün. tadını vermekten bahsediyorum. (Örn: cennet = bu dünyadaki hazların bilmem kaçıncı katı) Bu neye benziyor biliyor musun? Şu reklamlarda ''milyonlarca bedava panda stix'' diye götünü yırtan dondurma firması var ya, ha işte bir farkı yok ondan. Hatırla küçükken ''en çok bedava çileklide çıkıyor kanka'' diye kandırdığın ve kandırıldığın günleri. Bunları bana küfür et diye yazmıyorum sadece. Biraz da olsa düşün diye yapıyorum çoğunu. Çünkü eğer ben yaşadıysam bu buhranları sen de yaşamışsındır biliyorum. ''Dünyadayız'' dedim ya, dünya burası ve eğer bu dünyaya bir felaket girerse eninde sonunda hepimiz yaşarız. Sadece tarifi zor olur, ya da farklı. Ulan çocukluğumuz bile aynı. Duygularımız, tavırlarımız, konuşmalarımız... anasını amı işte aynıyız. Kimliğinde ne yazdığı önemli değil. İnan bana sen bensin, ben de sen. Eğer inanıyorsan kitaplara, akrabayız da. (Sözümü kesme piç) Darwin'e dahi inanıyorsan Bing Bang olayı bile bizi aynı kılar. Her şeyi siktir et de bir şeyler soracağım; ''acı mı insanı yarattı, yoksa insan mı acıyı yarattı?'' ''Kötülük mü şeytanı yarattı, yoksa şeytan mı kötülüğü yarattı?'' ''Din mi insana yayıldı, yoksa insan mı dini yaydı?'' ''Allah mı şeytanı kovdu, yoksa şeytan mı kovulmayı seçti?'' ''Kin tanrıdan mı bulaştı, yoksa şeytandan mı?''
11.07.2020
0 notes