#geleceksizlik
Explore tagged Tumblr posts
Text
Hakikat Tahrif Edilirken
Değişken bir tahakkümün orta yerinde herkesin bir ötekisine düşman addedildiği bir saha, bir zeminde hakikat tahrip ediliyor. Düpedüz, doğrudan bir cendere refakatinde ol iletişim işleri başkanlığının gözetiminde vurgular / bildirimler hepten o hakikatin tahribatını var ediyor. Devletli erkanı, baş efendiden başlayarak kurulan oyunun yenisi hep daha derin hep daha kalıcı bir yıkım hüzmesini var ediyor. Yıkım katara eklenirken, ayrıcalıklı kast, zümreler bina edilirken, onlar feraha erirken kalan için bir yara verme halinin aralıksız bir halde yinelendiği bir zemin projeksiyonu güncelleniyor. Her şey güllük gülistanlıktır diye söze başlanırken var edilen çöl gözlerden ırak bir biçimde zannediliyor. Normallerini zayi etmiş olagelen bir yerde hayatın un ufak edilip devlet / sermaye eline oyuncak edilmesine devam ediliyor. Erk, muktedir, iktidar tahayyülünde arsızlığı ele alıp vurdumduymaz bir hali kesintisiz devam ettirerek, her şeyi tarumar eden, belirgin bir biçimde mahpusluk hal istemini hayat diye sabitimiz kılan bir devinim var ediliyor. Bu hali sorgulayan mavi veya beyaz yakalı emekçi, vasıflı ya da vasıfsız kodlu işçi, herhangi ama herhangi bir sıradan o yurttaş iktidar elinde düşman belleniyor. Bu ötekidir denilerek hedef kılınıyor aralıksız bir biçimde. Hakikat sorgulanmasın denilerek biyopolitik bir denetim, gözetim ve tahakküm iş bu ülkenin yegane istikameti haline dönüştürülüyor.
Tahakkümü var eden siyasal merci, makam ve liderliğin sunduğu perspektifin her nasıl bir biçimde Kürd özgürlük mücadelesini, siyasal aksiyonunu hedef kıldığı daha yepyeni Kobane kumpas davası sürecinde var edilenlerden ortaya çıkabilir pekala. Doksanlı yıllar ve öncesindeki zorba Evren rejiminin var ettiklerinden, kuruluş tarihine, 1915-1920 süreci arasında memleketin yıkıcı / yok ediciliğinde bir biçimde kullanışlı addedilen bir halkın topyekun yeniden tornadan geçirilmesinin bir kere daha hürriyetinden o geçmişin, geçemeyen karanlığında hizaya çekilip, sindirilip de susturulan ötekileri gibi onların da payına aynısının düşürülmesinin azap verici serüveni bugünleri belirginleştirir. Birbirinde buluşan, birbirini tamamlayan bir sınama halinin Kürd, Alevi, Ezidi, Mıhellemi, Arapları bulmasının yolu ve yönüdür mesele. İktidar pratiklerini kullanışlı addettiği ötekisine hıncı savunarak bütünleşik bir biçimde hayatı kuşatmak var edilendir. Halkların Eşitlik ve Demokratik Partisi, Dem Partinin öncesinin iktidar eliyle mahpus kılındığı zeminde ol Kobane davasının ardından çıkagelen ülke imgesi zaten başlı başına nasıl bir cenderenin imal edildiğini görünür kılar. Suçsuzlukları kanıtlanmış, sadece siyasi beyanları yüzünden hınçla linç ettirilen, yılları mahpuslukla geçen Kışanak, Tuncel, Ata ve hatta Tuğluk için tahliyelere karşılık itirazlar var edilir. Madun siyasetin hedef kıldığı insanların ki en sonuncusu Aysel Tuğluk’un bir insanın yaşayabileceği acıları aşan bir sınamaya tabi tutulması, annesinin cenazesine “Ermeni” yakıştırması yapılarak defnedilmesi sırasında olmadık işkencelerin var edildiği bir zeminde, demans olmasının dahi hiçbir önemi yok kılınır. O kadar afaki acının yaşatıldığı bir insanın canı da üç otuz kuruşluk iktidardan çok daha değerli olduğu anlaşılır kılınmaz.
Sibel Yükler’in T24’teki haberidir: “Kobani davasında savcılık, Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesi’nin verdiği tahliye kararlarına itiraz etti.
6-8 Ekim 2014 tarihlerindeki Kobani olayları nedeniyle eski HDP Eş Genel Başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ın da aralarında olduğu 108 sanıklı Kobani davasında dün karar açıklandı. Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesi, 47 ayrı suçtan yargılanan yargılanan Selahattin Demirtaş'a toplam 42 yıl, Figen Yüksekdağ'a ise 30 yıl 3 ay hapis cezası verilmesine hükmetti.
Mahkeme, yargılanan 24 sanığa toplamda 407 yıl 7 ay hapis cezası verdi. Davada, Gültan Kışanak ve Sebahat Tuncel'in aralarında yer aldığı 5 tahliye, 12 beraat, 13 tutukluluğa devam kararı verilirken, firari 72 sanık hakkındaki dosya da ayrıldı.
Ancak mahkeme savcısının bugün tahliye kararlarına itiraz ettiği öğrenildi. Savcılık itirazında, “Sanıklar hakkında verilen tahliye kararının gözden geçirilerek ayrı ayrı tutuklamaya yönelik yakalama kararı çıkarılması" talep edildi.
Mahkeme kararının ardından, eski Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Gültan Kışanak, HDP ve DBP'nin eski eş genel başkanlarından Sebahat Tuncel ile diğer siyasetçiler Ayla Akat Ata, Meryem Adıbelli ve Ayşe Yağcı tutuklu oldukları cezaevinden dün gece tahliye edilmişti.
Ne olmuştu?
Davada, 7,5 yıldır cezaevinde olan ve azami tutukluluk süresini 6 ay önce dolduran Gültan Kışanak'a ise "örgüt üyeliği" suçundan ise 12 yıl hapis cezası verildi, ancak tutuklulukta geçirdiği süre göz önüne alınarak tahliyesine hükmedildi.
Sebahat Tuncel'e "örgüt üyeliği" suçundan 12 yıl hapis cezası veren mahkeme; Ayla Akat Ata'ya da aynı suçtan 9 yıl 9 ay hapis ceza verirken, iki isminde de tahliyesine karar verdi.
Yasin Börü ve diğer tüm ölümlere beraat
6-8 Ekim 2014 tarihlerinde yaşanan olaylarda farklı kentlerde resmi kaynaklara göre, 37 kişi hayatını kaybetmiş, 326'sı kolluk kuvveti olmak üzere toplamda 761 kişi de yaralanmıştı. Davada 36 sanığa Yasin Börü’nün de olduğu 6 kişinin ölümüne yol açtıklarına ilişkin suçlamalardan beraat kararı verildi.
Davada beraat eden isimlerin tamamı şöyle: Altan Tan, Ayhan Bilgen, Aysel Tuğluk, Bircan Yorulmaz, Gülser Yıldırım, İbrahim Binici, Sırrı Süreyya Önder, Can Memiş, Gülfer Akkaya, Berfin Özgü Köse, Emine Beyza Üstün, Sibel Akdeniz.”
Topyekun bir tahakküm çemberi içerisinde ötekisine / öyle sanılana düşmanlığın her nasıl aralıksız var edildiğine bir örnektir, savcılık itirazı. Tutsaklıkları boyunca hayatlarından bir şeyler eksiltilen, canları çalınan, yaslarına dahi müsamaha gösterilmeyip, en küçük bir telafi için vakit harcanmadan, özür dilenmeden Tuğluk, Kışanak, Tuncel gibi davadan salıverilen insanların özgürlüklerinin yeniden ellerinden alınması talep olunur. Normallik, ılımlılık, normalleşme, siyaseten üslup değişikliği vesaire diye cümleler kurulurken kurucu hizip ile bugünün devletinin yegane sahibi biziz biz diyenler arasında olan biten yeniden Kürd halkına, onlarla birlikte hareket eden Mezopotamya halklarının tamamına karşıtlık olarak var edilendir. Neydi ki normalleşme? Sahiden neye yarar onca lafazanlık bunca kötülük arşıalaya çıkarken? Tümüyle doğrudan bir tehdit dili, eylemi, tahakkümün en keskin sureti ve baş efendinin işaretlemesi doğrultusunda verilmiş olagelen bir kadük yargı kararının akıbeti bambaşka acıları yeniden var etmek midir, nereye kadar?
Medyascope’tan aktaralım: “AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, 26. Dönem Adli Yargı ve 16. Dönem İdari Yargı Kura Töreni’nde, Kobani davası kararlarına ilişkin ilk kez konuştu. Erdoğan, eski HDP Eş Genel Başkanları Selahattin Demirtaş’a 42 yıl ve Figen Yüksekdağ’a 30 yıl 3 ay hapis cezası verilen kararlarla yüreklere su serpildiğini söyledi.
“6-8 Ekim hadisesi 37 insanımızın vahşice öldürüldüğü bir terör kalkışması”
Erdoğan, yargılamaya konu olan olaylar hakkında “6-8 Ekim hadisesi asla bir protesto gösterisi değil, 37 insanımızın vahşice öldürüldüğü bir terör kalkışmasıdır” dedi. HDP’li siyasetçilerin 6-8 Ekim 2014 tarihinde yaşanan olaylarda 16 yaşındaki Yasin Börü’nün de arasında bulunduğu kişilerin ölümüne ilişkin suçlamalardan beraat etmesine değinmeyen Erdoğan şöyle devam etti:
“Suriye’deki gelişmeleri bahane eden bölücü örgüt unsurları doğrudan devletimizin bekasını hedef alan bir isyan girişiminde bulunmuştur. Bu isyan girişiminde 37 insanımız şehir eşkiyaları tarafından katledilmiştir. Ülkemizin 35 ili, 96 ilçesi ve 131 yerleşim biriminde sokaklar dükkanlar ve okullar ateşe verilmiş, masumların kanı akıtılmıştır. Bölücü canilerin katlettiği insanlar arasında ihtiyaç sahiplerine kurban eti dağıtan 16 yaşındaki Yasin Börü ve arkadaşları da vardır. 6-8 Ekim olaylarını kışkırtanlar yönlendirenler azmettirenler milletimize böyle bir acıyı yaşatanlar bellidir, hukuk elbette bunlardan hesap sormak zorundadır.”
“Mahkeme kararıyla ilgili haddi aşan yorumları tasvip etmiyoruz”
Erdoğan, Kobani davası kararlarına gösterilen tepkileri tasvip etmediklerini söyledi:
“Siyasi dava denilerek terör kalkışmasının aklanmaya çalışılması her şeyden önce hukuka ve demokrasiye hakarettir. 6-8 Ekim olaylarını kimse mazur ve meşru gösteremez. Mahkeme kararıyla ilgili haddi aşan yorumları tasvip etmiyoruz. Karar kayıplarının acısıyla son 10 yıldır Kerbela’ya dönmüş yüreklere su serpmiş, adaletin tecellisine olan inancı yeniden güçlendirmiştir. İsyan girişiminden 10 yıl sonra, geç de olsa hakkın yerini bulduğunu görüyor, bundan da mağdurlar ve demokrasimiz adına memnuniyet duyuyoruz. Sokaklarını kan gölüne çevirerek bu ülkede siyaset yapılmayacağını artık herkesin anlamasını ümit ediyoruz.”
Her şeyin punduna getirildiğinde nasıl da iktidar için kullanışlı bir aparata dönüştürülüp, sonuna kadar sömürüldüğünü bir kere daha görürüz. Tümüyle o güdümlü yargının dahi bir biçimde ayrıştırdığı, tutsak edilmiş siyasilerin bütün ol can kayıplarında herhangi bir sorumluluğu yoktur hükmüne rağmen halen baş efendi kendi doğrusunu zikretmeye devam eder. Başta da dediğimiz gibi, değişken bir tahakkümün orta yerinde herkesin bir ötekisine düşman addedildiği bir saha, bir zeminde hakikat tahrip ediliyor. Normalleşme, ılımlılık, hataların telafisi, yeniden yurttaşın sözünün dinleneceği zikredilen bir zamanda, yeniden Kürd halkının savunageldiği değerler, siyaset, barışa dair söylem ve eylemlerin yekunu, Kobane gibi hedef kılınmak isteniyor. Bu uğurda, asırdır var edilmiş fecaat ötesi yanlışlarda ısrarın devam olunacağı bir kere daha baş efendi eliyle teyit ediliyor. Daha ötesi olmadığı malumken, kalkıp hak gasplarına itirazların reddiyesi için cephe açılmaya çalışılıyor. Malum ırkçı hizbin başı bir siyasi çetenin lideri kalkıp milyonların iradesi olan bir temsilin ivedilikle kapatılmasını talep edebiliyor. Dahası kendi içlerindeki malumun ötesi bir ismin o ithamname kısmını kaleme aldığı gizliden değil açıktan zikrediliyor. Bu düşmanlaştırma miti devam olunurken hakikatin her ne olduğu unutturulmaya çabalanıyor. Gültan Kışanak’ın dediği gibi tahliyeye değil (bu ülkenin) özgürlük ve barışa ihtiyacı olduğuna aymak için daha kaç sınama gerekiyor. Bütünüyle korku / yıkıcılık / kin ve nefretle atılan adımlar karşısında kaç “Kobane” sınavı ülkede var edilecektir, düşünür müsünüz?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: Mezopotamya Ajansı via Bianet
#mesel#yara#kürd sorunu#hakikat#hak#hukuk#müdahale#kobane#kumpas#siyasa#demirtaş#özgürlük#fikriyat#mücadele#adalet neydi?#devlet#t.c.#siyasal islam#biyopolitika#yıldırı#kör karanlık#geleceksizlik#hiddet#kin
2 notes
·
View notes
Text
Sen Bağır,
Çağrı cihazı, telefon, laptop derken kalp pillerini de patlatır bunlar.
Kıçlarındaki basur memesine dikkat etsin Araplar bundan böyle.
Gazete yazıyor şeytani plan, Şeytan işi Cinayetler.
Şeytan işidir tabii,
Kabe'de her sene taş yağmuruna tutarsanız kör olasıcayı, o da gider Yehova'ya arka çıkar!
Aslında ne şeytandır, ne iblis... adına Gelişmişlik, eğitilmişlik, teknolojik yetkinlik deniyor.
Arap ulusunda, İslam devletlerinde olmayan bir haslet.
Duaya karşı elektronik sinyaller... İşte gördün bak hangisi hangisini bozuyor.
Bir yılı aşan savaşta İsrail'in kaybı iki bin yok.
Diğer tarafta Yetmiş bin kişi ve yarısı çocuk.
Yerlen yeksan olmuş şehirler, sürülen milyon kişi, rezil olan hayatlar.
Karşıya atılan osuruktan tayyare roketler ya havada patlatılıyor ya boş araziye çakılıyor.
Çağın gerisinde kalmış, 3-5 tarifeli treni arka arkaya kaçırmış milyarlar, çağın ötesine zıplamış bir kaç milyonla baş edemiyor.
Edemez!
1400 yıl önceki referanslarla geçineceğini sanan ahmaklara elin Yahudisi acır mı?
Adamlar asırlarca katledilmişler.
Mısırda Firavun, Avrupa Orta çağında Pogromlar, Soykırımlar, Sürülmeler.
Nesiller boyu katılaşmışlar insan sevgisine karşı.
Zamanında benim soyumu sopumu s..tiler, ben de yaparım diyor.
Çocuk mocuk dinlemeden ölüm yağdırması bundandır... doğarken cani geniyle donatılmış olarak avdet ediyor hayata.
Doğuştan katiller senin anlayacağın!
Duan işlemez, namazın geçmez, ezanın yetmez onun gaddarlığını karşılamaya.
Kaçırmayacaktın... Dünya pupa yelken giderken çölde kumdan kaleler yapmakla, kıl çadırda tef çalıp işret etmekle uğraşmayacaktın.
İngiliz'in elinde oyuncak olup, din kardeşin ve sana adalet getiren Osmanlıyı sırtından vurmayacaktın.
Okuyacaktın, okutacaktın, Laik olacaktın... Dünyaya entegre edip dinini, örfünü, adetini muhafaza ederek yetiştirecektin nesillerini.
Geçiniz!
Cebindeki telefonu da, kolundaki saati de, kalbindeki pili de patlatır.
Bademciğini alır sen yellim yellim bağırırken.
Tek işin bağırmak zaten.
Cenazede bağır, Cami çıkışında bağır, miting de bağır.
Körler sağırlar birbirini ağırlar.
Boş tehdit, komik salvolar, acınası eylemler, çaresizliğin gürültülü manik hezeyanını yaşamak seninki.
İster özgürlük savaşçısı, ister hedefini terörle sağlamaktan başka çaresi kalmayan bir örgüt ol.
Tren kaçmış, Gemi kalkmış, Uçak havalanmış, Otobüs yürümüş... Çaresiz yiyeceksin sopayı.
Senin kibrin ve aptallığın yüzünden ölecek günahsız bebeklerin.
Bu yüz yılda halâ teslim olduğun şeyhlerin, şıhların, Cüppeli fesli delilerin, Sarıklı hödüklerin yüzünden,
Daha ölmeden ağlayacaklar babaları için çocukların.
Kendi sesine aşık olup, ayağında plastik terlikle dolaşan zavallı kitleleri Allah'u Ekber diye bağırtmakla bir yere varamayacağın ortada.
Allah En büyüktür de, neden hep senin kefere dediklerin lehine yansıtıyor büyüklüğünü ve ihsanını hiç düşündün mü?
Verdiği akıl ve çalışma azmini günde 5 defa bükülmekle harcadığına bozuluyor,
Seni akla, bilime, ilime davet edenleri lanetlediğin için,
İnandığını söylediklerinle, yaşam biçiminde gösterdiğin aykırılık ve tutarsızlıklara, iki yüzlülüklere kızdığı için olmasın?
Milyonlarca Müslüman, kafirlerin ülkelerine kaçak girmek için çoluk çocuk ölümü göze alıyorlar.
Denizlerde boğulup, dağlarda donuyorlar.
Rejiminden, yönetiminden, iş, aş, barınma ve geleceksizlik sorunlarından kaçıyorlar.
İnsan muamelesi görmek adına, Aşağılanıp, dövülüp, sürükleniyorlar.
Hiç utanmıyor musun?
Hayır utanmıyorsun!
Bebeklere, Çocuklara, Annelere yanarım sadece.
Yoksa Müstehakını bulmuşsun sen!
Elin gaddarı bir düğmeye basıyor, Bin Km ötede Çatırdatıyor cebindekini.
Evdeki ütüne, basurlu götüne, kaynayan sütüne, fıslayan düdüklüne, dindonlu kapı ziline, transistörlü teybine saygıda kusur etme bundan böyle.
Ve acilen,
Jammer etkili bir dua bul!
Hakan Kınay
7 notes
·
View notes
Text
Tıp Öğrencisi Yurt Odasında İntihar Etti
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi 4. Sınıf Öğrencisi İzzah Elif Zamir Khan kaldığı yurt odasında ölü bulundu. Hacettepe Üniversitesi Rektörlüğü olayın intihar olduğunu belirtirken, Üniversite öğrencileri yurt binası önünde protesto eylemi gerçekleştirdi. Hacettepe Üniversitesi Dayanışma Ağı tarafından protesto gösterisindeki yapılan açıklamada, “Artık yeter diyoruz. Bu dönem içinde aldığımız 5’nci intihar haberi. Bu son olsun dedikçe artarak devam ediyor. Memleketin geleceği olarak gösterilen bizlerin girdiği umutsuzluk girdabının sebebi belli. Bu ülkenin yönetenleri. Onlar bu ülkeye, geleceğe, geleceksizlik, işsizlik vaat ediyor. Bizlere reva gördükleri buysa, buradan kendilerine bir kez daha söylüyoruz. Tek bir kez arkadaşımızı çaresizliğe girmesine izin vermeyeceğiz”
Rektörlük : “Soruşturma Devam Ediyor”
Hacettepe Üniversitesi Rektörlüğü ise yaptığı açıklamada, “İlk tespitlere göre hayatına son verdiği değerlendirilen Üniversitemizin dönem 4 öğrencisi İzzah Elif Zamir Khan hayatını kaybetmiştir. Yaşanan talihsiz olaya ilişkin adli ve idari soruşturmaya Ankara Cumhuriyet Savcılığı tarafından devam edilmektedir” denildi. (BSHA – Bilim ve Sağlık Haber Ajansı) Read the full article
0 notes
Text
Yumurta Büyüsü Nasıl Bozulur 2023?
Aşk hayatında istediğiniz sonuçları alamıyor musunuz? Başka biriyle sevgili olan birini elde etmek mi istiyorsunuz? Metafizik yollara başvurmaktan çekinmeyen kişiler için yumurta büyüsü, arzularınızı gerçekleştirmenin en ideal yollarından biridir. Pek çok kişi tarafından kullanılan yumurta büyüsü, ayrılma büyüsü olarak da bilinmektedir.
Yumurta Büyüsü Nedir?
Yumurta büyüsü, metafizik yollarla çalışarak istenilen sonucu elde etmeye yarayan bir büyü çeşididir. Özellikle ayrılma büyüsü olarak kullanılan yumurta büyüsü, başka bir kişiyle sevgili olan birini elde etmek isteyenler tarafından da tercih edilmektedir.
Yumurta Büyüsü Nasıl Yapılır ve Nasıl Anlaşılır?
Yumurta büyüsü yapmak isteyenler, belirli dikkat edilmesi gereken hususları uygulamalıdır. Bu büyü, bireysel olarak evde yapılabilen bir büyüdür ve diğer büyüler kadar zorlu ve karmaşık değildir. Ancak, yapacak kişi, büyüyü neden yapmak istediğini açık ve net bir şekilde belirlemelidir. Yumurta büyüsü, loş bir ortamda, özellikle mum ışığı ile aydınlatılmış bir ortamda, tamamen sessiz ve sakin bir şekilde uygulanmalıdır. Yönü kıbleye dönük olmak da önemlidir. Yumurta büyüsü, pahalı malzemelere ya da uzun ve zahmetli bir sürece gerek duymaz. Bakkaldan temin edeceğiniz bir yumurta bile büyüyü yapmanız için yeterlidir. Ancak en etkili sonucu elde etmek için organik yumurta tercih etmek daha doğru olacaktır. Yumurta büyüsü yapıldığı nasıl anlaşılır? Yumurta büyüsü yapılırken, semboller ve belirli sözler kullanılır. Büyünün yapıldığı kişi, genellikle belirli semptomlar ve belirtiler gösterir. Kendinizi lanetlenmiş hissediyor ve belirli semptomlar fark ediyorsanız, büyü altında olabilirsiniz. Bunun için tıbbi yardım almanız önerilir. Yumurta büyüsü yapacak kişinin sağ elini kullanması, sol elinin ise kalbinin üzerinde olması gerekir. Ayrıca, doğru bir biçimde gerekli adımları takip etmek de önemlidir. Tılsımlı sözcükler söylenerek büyü yapılabilir. Yine de, öncesinde medyumdan danışmanlık almak doğru bir tercih olacaktır. Medyumlar, yumurta büyüsü yapacak kişilere yapılacakları ve söylenecek tılsımlı sözleri öğretebilirler. Yumurta Büyüsü yapmak için gerekli malzemeler nelerdir? Yumurta büyüsü yapmak için gerekli malzemeler, bir adet yumurta, sarı renkli bir kâğıt, tercihen mum ışığında sessiz bir ortam olarak belirtilir. Yapılacak adımların doğru takip edilmesi, abdestli olunması ve temiz bir niyetle dileğin istenmesi gereklidir. Yumurta büyüsü yapmak isteyenler, medyumlarla çalışarak büyünün daha doğru ve güvenli bir şekilde yapılmasını tercih edebilirler. Medyumlar, cinler alemi ile iletişim kurarak büyü yapmaya rehberlik edebilirler. Bu sayede, musallat olma gibi risklerin de önüne geçilebilir. Medyumlar ayrıca, büyünün sonrasında da üzerine büyü yapılan kişiyi ve kişiyi büyü yaptıran kişiyi musallattan koruyacak gerekli okumaları yapabilirler.
Yumurta Büyüsü Nasıl Bozulur?
Yumurta büyüsü, kurbanının istek kaybı, ilgi kaybı ve geleceksizlik hissi gibi belirtiler göstermesine neden olabilir. Bu belirtiler arasında hobilere ilgisizlik, yorgunluk ve şaşkınlık hissi yer alabilir. Yumurta büyüsü kurbanı, iş ve öğrenmeye olan ilgisini kaybedebilir. Bu belirtileri fark ettiyseniz, muhtemelen bir büyü altındasınız ve tıbbi yardım almanız önerilir. Yumurta büyüsünü bozmak için, geleneksel yöntemler kullanılabilir. Ancak bunun yanında uzman bir medyumdan da yardım almanız önerilir. Yumurta Büyüsü ile Sevgiliyi Geri Getirme Yumurta büyüsü, sevgiliyi geri getirme amacıyla da kullanılabilen etkili bir yöntemdir. Sevgilinizin size geri dönmesi için yumurta büyüsü yapmak istiyorsanız, öncelikle içsel arzularınızı belirlemelisiniz. Ardından, büyüyü yaparken sessiz kalmalı ve isteğinizi doğru bir şekilde ifade etmelisiniz. Bu yöntemle, ilişkinizdeki engelleri kaldırabilir ve ayrılıktan sonra tekrar bir araya gelmenize yardımcı olabilirsiniz.
Yumurta Büyüsü Belirtileri
Yumurta büyüsü yaparken, belirli semptomlar ve belirtiler ortaya çıkabilir. Yapılan büyünün türüne bağlı olarak, kalp atış hızında artış, sürekli seks yapma dürtüsü, uyku problemleri ve ani sıcak basmaları görülebilir. Bu semptomlar, büyünün hedefi olduğunuzu belirtmek için yeterli olabilir. Ancak, bu semptomları fark ederseniz, tıbbi yardım almanız önerilir. Yumurta büyüsünün etkileri, büyünün amacına göre değişkenlik gösterebilir. Aşk için veya çiftleri ayırmak için yapılabilen yumurta büyüsünde üzerine büyü yapılan kişi bazı belirtiler gösterir. Ayırmak için yapılan yumurta büyüsü ise çiftler arasında kavga ve cinsel olarak soğuma gibi sonuçlar doğurabilir. Read the full article
0 notes
Text
Boşluk
Emek Erez
İnsanın yapma kudretini olumsuz etkileyen duyguların aksine “boşluk”ta çıkışsızlığın daha belirgin olduğunu söyleyebiliriz. Bu duyguda odaklanılması gerekenin ne olduğuna dair kesin bir nesne yok.
Hayatın anlamsızlaştığı, değer verdiğin ne varsa tek tek elinden kaydığı, seni sen yapan, "ben" olabildiğin, kendini tanımlayabildiğin her şeyin bir savruluşun içinde adını koyamadığın bir şeye dönüştüğü bir ortamda, anlamlandıramadığın, yapma kudretinin günden güne tüketilmesiyle, ayaklarını yerden kayıyormuş gibi hissettiren bir duygu boşluk. İnsan türünün dünyada olduramadıklarından, seyirci konumunu aşamamasından, devamlı dehşete, şiddete tanık olup edilgin bir duruma geçmesinden kaynaklanan bir his olarak da görülebilir bana kalırsa. Elinde bir dünya var ama yaşamak istediğin, nefes alabildiğin bir yer değil artık, dahası böyle olmaması gerektiğini biliyorsun; çözümler bulmaya çalışıyorsun ama yapma gücü bulamıyorsun, kendi kendine konuşuyormuşsun hissine kapılıyorsun çünkü yaşananlara müdahil olamamanın getirisiyle, çaresizlik duygusunun da işin içine girmesiyle, kendini mevcut ve ait hissetmediğin bir anda takılıp kalıyorsun. Blanchot’nun, Karanlık Thomas’ının söylediğine benziyor bu; "Yokum ama süreduruyorum; varlığı ortadan kalkmış bu varlık için acımasız bir gelecek sonsuzca uzayıp gidiyor.��(1) Boşluk hissi bizi yakaladığında yokluğumuzu duyup, hiçliğimizi kabul edebiliriz ne var ki sürmekten, dünyada sürüklenmekten kurtulmuş değilizdir, bu nedenle sürüp gidenden “acımasız” olduğunu bilsen de kaçmak zor. İnsanın yapma kudretini olumsuz etkileyen diğer duyguların aksine “boşluk”ta çıkışsızlığın daha belirgin olduğunu söyleyebiliriz. Bu duyguda odaklanılması veya düzeltilmesi gerekenin ne olduğuna dair kesin bir nesne yok. Hissin nedeni genel olarak dünyada varlık olmakla ilişkilendirilebilir ancak boşluk, içine düşen için kesin bir şekilde tanımlanamıyor, varlığını biliyorsun ama adını koyamıyorsun. Melankoliyle de benzer yanlar bulunabilir belki ancak onda kopulamayan, daha net bir nesneden bahsedebiliyoruz. İnsanın içine düştüğü bu durum belki de Kierkegaard’un şu cümleleri ile ifade edebilir: “Bir örümcek, sabit noktadan hedefinin içine doğru seğirtirken önünde daimi bir boşluk görür, ayak basacak yer bulamadığı bir boşluk, ne kadar çırpınırsa çırpınsın. Ben de bu durumdayım, önümde daimi bir boşluk, beni ileriye doğru güdüleyen şey, arkamda yatan netice, bu hayat geriye dönük ve korkunç, tahammül edilir gibi değil.”(2) Bu cümleler hakkında düşündüğümüzde, boşluk hissinin geleceksizlik hissiyle de ilgili olabileceğini söyleyebiliriz. Kierkegaard’un örümcek bahsinden yola çıkarsak, atılacak adımın seni mevcut hissettirmeyeceğini, adımının yerini bulmayacağını bilmek ve çırpınıp durmak geleceğe yönelik boşluk duygusunun süreceğini düşündürür. Bu da duygunun çıkışsız hissettirmesinin bir nedeni olarak görülebilir. Ayrıca, filozofun “önümde daimi bir boşluk” ifadesinden de, içinde bulunduğu boşluk hissinin geleceğe yönelik olduğunu söyleyebiliriz. Bu nedenle, önümüzde uzanan şey, o gelecek yokluğu da bu duygunun ortaya çıkışında önemli görünüyor ve Karanlık Thomas’ın bir başka cümlesini hatırlatıyor: “İçimde hiçbir şey yok ki, korkunç bir hazza açılır gibi gelecekteki boşluğa açılmasın.” Boşluk hissinin gelecek zamanla benzer ilişkisini burada da kurabiliyoruz. Ancak Kierkegaard’un ifadesinin devamına bakarsak bir şeyi daha fark ediyoruz: “Arkamda yatan netice, bu hayat geriye dönük ve korkunç, tahammül edilir gibi değil” diyor, burada şu anlamı bulabiliriz, şimdiye kadar yaşanmış olanın, arkamızda yatan o geçmişin korkunçluğu da boşluk hissini etkiliyor. Bu duyguyla boğuşan için hem geçmiş hem de gelecek zaman belirleyici olabiliyor ama bana kalırsa bu hissin zamanla ilişkisinde belirleyici olan, geleceğe yönelik adımların yönünü bilememekle ilgili. Boşluk gibi duygular, çok kolay “anormal” olarak değerlendirilebiliyor. Bana kalırsa insanın yapma gücünü aşındıran duyguları kolayca böyle bir yere konumlamamak önemli çünkü duyguların pek çoğu yaşadığımız sistemden, zamandan, onun getirdiği kaygılardan azade değil. Boşluk duygusunda, melankolide olduğu gibi belirli kayıp bir nesneye tutunmak yok belki ama her duygu gibi dışarıdan kaynaklı nedenler tespit edilebilir. Chul Han, Neo-liberalizmin getirdiği
performans öznelliğinin boşluk duygusuyla ilişkisini kuruyor ve bu duygunun depresyona neden olduğunu düşünüyor, performansın bir tür bağımlılık hâline gelmesinin bu duygu üzerinde etkili olduğunu hatırlatıyor. Haklı olabilir ancak performans özneliğini Chul Han’ın bahsettiği şekliyle sadece sosyal ağlarda kendimizi tatmin etmek, görünmek, rekabet etmek, kendi kendimizin girişimcisi olmak dışında düşünemez miyiz? Günümüzde güvencesiz yaşama hapsedilen pek çok insan bir şekilde hayatta kalmak için devamlı performans göstermeye zorlanıyor. Böyle bir konumda varlığı sadece gösterdiği performansa göre ölçülen, performans gösterdiği kadar geliri olan bireyin boşluk duygusuyla cebelleşmesi normal değil mi? Chul Han, meseleyi daha ileri bir boyuta taşıyor ve son yıllarda insanların bedenlerine çizik atmasının arttığını ve bunun neo-liberal performans düzeni tarafından hissizleştirilen bireyin boşluk duygusu nedeniyle “kendisini hissetmek” için başvurduğu bir yöntem olduğunu düşünüyor. Ona göre: “Kendini yaralayanlar genellikle depresyon ve kaygı bozukluğundan mustarip. Suçluluk ve utanç duygusu, darbe yemiş özdeğer duygusu onlara eziyet etmektedir. Sürekli yaşadıkları içsel boşluk duygusu artık hiçbir şey hissetmemelerine yol açmaktadır. Çizik attıklarında bir şey hissediyorlar ancak.”(3) Yaşadığımız sistem bizi hissizleştiriyor, devamlı enformasyon altında yaşıyoruz ve bunların çoğu dehşet ve şiddet içeriyor. Bunun boşluk duygusuyla ilişkisi kurulduğunda, aslında sebep hissetmemekten çok, fazla hissetmenin ve maruz kalmanın da bir sonucu olarak görülebilir bana kalırsa. His kaybı yaşandığı doğrudur ama bir duyguyla boğuşurken gerçekleştirdiğimiz edimler bir şekilde hâlâ yaşamı tutma veya çektiğimizi hafifletme duygusuyla ilgili de olabilir. “İnsanın kendi bedeninde açtığı yara acıyı biraz dindirir”(4) der Breton, bu nedenle boşluk duygusu ve kesikler arasında bir ilişki kurulacaksa bu hissizlikten çok o an dışarıdan kaynaklı bir nedenden oluşan olumsuz duyguyu dindirme çabası olarak da görülebilir. Breton, mahkumların kendilerine zarar vererek acılarını dindirmelerinden bahsederken, yönetimin bir hatası yüzünden Noel’de oğlunu göremeyen, Québec’li bir kadının cümlelerini aktarır: “Kendi kendime bağırdım çağırdım, başkalarına bağıracağıma kendi içime kustum her şeyi, hücreme gittim bir şeyler yapmam gerekiyordu. Korkunç bir öfke vardı içimde, dışarı çıkması gerekiyordu bunun. O kadar kötü bir şey olmuştu ki ilk kez derimi kestim diyor.” Burada görüyoruz ki bedendeki kesikler, Chul Han’ın bahsettiği gibi depresyonda olan veya borderline kişilik bozukluğu yaşayan insanların “kendimi hissetmiyorum” diyerek başvurdukları bir yöntem olmayabiliyor her zaman, anlık bir tepkinin veya öfkenin de yansıması olabiliyor. İnsan boşlukla mücadele eder, onu reddetmeye ondan kurtulmaya çalışır ama kolay değildir. Antonin Artaud, boşluğu reddetme çabasından bahsederken şöyle diyor: “Uzun zaman önce Boşluğu hissettim fakat kendimi içine atmayı reddettim. Korkakça davrandım, gördüğüm her şey gibi. Dünyayı reddettiğimi sandığımda aslında reddettiğim Boşluk’tu. Çünkü bu dünyanın var olmadığını biliyorum, nasıl varolmadığını da. Şu âna kadar bana acı veren, Boşluğu reddetmiş olmam. Zaten içimde olan Boşluğu…”(5) Boşluk kaçmaya çalıştığımız bir duygudur, hissettiğimiz ama adını koyamadığımız bu duygudan kurtulmak zorludur çünkü “zaten içimizde olandan” nasıl kaçabiliriz ki? Artaud denemiştir bu duygudan kaçınmayı, dünya ve ona dair olan pek çok şey gibi bu hissin de reddedilebileceğini düşünmüştür ama sonunda teslim olmuştur: “Tamam, bu dünyayı oluşturan her şey umutsuzluğumu tamamladığından beri gerçekten o Boşluğa düşmüş bulunuyorum” der. Bu cümleler, boşluk duygusunu umutsuzlukla birlikte düşünmeye de izin veriyor. Artaud’un bahsettiği dünyadan çok daha çıkışsız hissettiğimiz bir zamanda yaşıyoruz, boş bir umuda kapılmadığımızda, dünyanın sancısını hissettiğimizde umutsuzluk kaçınılmaz oluyor ve bu durumda bireyin boşluğa düşmesi de çok “anormal” değil. Kötü bir zamanda, Gülten Akın’ın deyimiyle belki de “çağın en karmaşık yerinde durduk”.
Böyle bir durumda insanın boşluğa düşmesi de normal, umutsuzluğa kapılması da, devamlı yok hissettirildiğin bir sistemde hiç hissetmek de normal. Boşluğa düşüp hissizleşiyorsun çünkü yapabileceğini bildiğin şeylerin önü devamlı kesiliyor. Var mıyım, yok muyum, bu soru içinde büyüyor çünkü varsam yapmalıyım diye düşünüyorsun ama hayatın engelleri yapabilme gücünü aşındırıyor. Senden beklenen ile senin yapabildiğin arasında boşlukta takılıp kalıyorsun. Bunu çoğumuz yaşıyoruz çünkü yaşamın askıya alındığı bir yerde ve zamanda yaşarken çaresiz kalıyorsun. Bu nedenle, boşluk gibi duygular hakkında konuşurken onun nedenlerini sorgulamak gerekiyor çünkü insanı anlamak için duygular belirleyici bir yerde duruyor. Tüm bu yapma gücümüzü zora sokan duyguları aşmak da bizim elimizde ama her zaman o gücü kendimizde bulamayabiliriz ve bana kalırsa bu da gayet insani. 1 Blanchot, M., (2015), “Karanlık Thomas”, s. 86-86, (Çev. Sosi Dolanoğlu), İstanbul: Metis Yayınları. 2 Kierkegaard, S., (2013), “Aforizmalar”, s. 24, (Çev. Nur Beier), İstanbul: Pinhan Yayıncılık. 3 Chul Han, B., (2021), “Kapitalizm ve Ölüm Dürtüsü ‘Eziyet Çektiren Boşluk’”, s. 55-61, (Çev. Çağlar Tanyeri), İstanbul: İnka. 4 Breton, D., L., (2010), “Ten ve İz”, s. 92, (Çev. İsmail Yerguz), İstanbul: Sel Yayıncılık. 5 Artaud, A., (2019), “Ben Antonin Artaud”, s. 122, (Çev. Mehmet Bağış), İstanbul: Ve Yayınevi. https://www.gazeteduvar.com.tr/bosluk-makale-1522927
0 notes
Photo
‘Uyuşturucuya iten en kıymetli etken geleceksizlik duygusu’ İçişleri Bakanlığı donelerine nazaran yılın birinci altı ayında düzenlenen 63 bin 281 uyuşturucu operasyonunda 93 bin 844 kişi gözaltına alınırken, 9 bin 456 kişi tutuklandı.
0 notes
Photo
Bülent Falakaoğlu: Kriz nedeniyle gençleri geleceksizlik bekliyor https://ift.tt/2YiC1iN
0 notes
Note
''Unutulmuş gibiyim ben. Ve insan bir bakıma unutulmuş gibidir. Bilmem ki nasıl anlatmalı? Yalnız bile değilim.''
aynısını dün çok şiddetli hissettim. günlüğe şöyle şeyler yazdım: çok üzgünüm. üzgün kelimesi tam tanımlamıyor şu hali. ezilmiş gibi içim. yalnızlık, sevgisizlik, hapislik, çaresizlik, evsizlik, yurtsuzluk, aidiyetsizlik, geleceksizlik
her yer birbirine o kadar uzak ki. gece yolculuğunda küçük kasabalardan geçerken uzaktaki tek tük ışıklar gibi iyi şeyler. uzak. karanlıklar içindeyim. kimse yok. kimsenin umrunda da değil.
5 notes
·
View notes
Text
Yazgı...
Bir yazgı kabilinden bildirilen şeylerle hayatın ehven olanla kesişimi yerle bir ediliyor iş bu sahnede. Umudun berhava olunduğu yerin gerçekliği bir yazgıymış gibi duyurulmaya devam olunuyor. Her şey bilakis muktedirin kabulü ile oluşturulurken hayatın sıradan ola gelen insanların elinden çalınması bir mesel olarak görülmez. Bu sizin hakkınız denilerek var edilen cürüm hem hal sahanın yönetim olgusu güncellenir. Kanun, nizam, uygulama, her dem bir üst klanın halkı aşağıda görmesiyle beraber bir vahamet hali bütünüyle bir kör karanlığı yazgı diye bildirir. Bu hallerin yekununda bir yeni yüzyıl söz konusu olabilir mi? Bırakalım yeni yüzyıl metaforunu, geçmişin var edilmiş yıkıcılığının sorgulanmadığı, yüzleşilmediği bir zeminde kader / yazgı insandan yana değişir mi? Devleti yönetenlerin eliyle biçimlendirilen o yazgı mefhumunda genel geçer olmayan yaraların tümüyle birden yüzleşmek, o arafta yaraları sorgulayıp, iyileştirmeye çabalamaya daha çok var mıdır sahi ama sahiden? Bütünüyle normatif yerle yeksan edilip dururken, cürmün cürmü, yıkımın yıkımı tetiklediği bir düzlemde çürümeye bir dur denilebilecek midir gerçekten de? Akla, fikre, bedene doğrudan yöneltilen biyolojik-politik bir sarmalın içinde yaşam idesinin mahvı güncelleniyor. Her şey kader / yazgı diye geçiştiriliyor. Bu kadar kolay mıdır böyle kestirip atmak. Her şey olurken, hiçbir şey olmuyormuş gibi davranılmasına bir son, aleni bir biçimde verilebilecek midir?
Makus kader diye bildirilenlerin devletin ta kendisinin var ettiği eylemlerle birlikte çıktığı ve türetildiği bir zeminde onca badirenin arasında bir yol var mıdır, kalmış mıdır sahiden? Düzen sahiplerinin, devletinden sermayesine hep aynı odaklardan, her dem benzeş mavra, manevraları birlikte şekillendirdiği bir zeminde geleceksizlik bahsi gerçek kılınırken onca yıkımın hesabı her ne olacaktır. Aşina olunan terör, tahakküm, tehdit döngülerinin ara sıra değil doğrudan doğruya kesintisiz yinelendiği bir zeminde o yazgı mefhumu hayatlarımızı topyekun dönüştürmek adına süreğen kılınan bir meseldir. Her şey birbiri içerisine lehim edilmiş giderken, ulaşılan merhale dahilinde canhıraş bir yıkıcılık / duraksamayan bir tam teşekküllü tehdit, kesintisiz bir hedef alma / linç ettirme hallerinin toplamında bir ülkede yaşam idesi kuşatılır. Bugün bu raddede karşımıza çıkan ülke profilinin, ekranlardan açık ve aleni bir biçimde sunulan, gösterilen ve kafamıza kakılıp durulan yer imgesinin her ne şekilde vahameti bina ettiği muhakkaktır. Öylesine, laf olsun diye değil sahiden de cürüm içerisinde yüzen, tek bir gün iyi bir şeyin var edilmesine dahi müsaade edilmeyen bir yer gerçekliğinde onca kötülük de bir kader / yazgı değildir, olmayacaktır da!
Mustafa Bildircin���in BirGün Gazetesindeki haberidir: “Türkiye’de iktidar eliyle yaratılan yoksulluk en çok çocukları etkiledi. Milyonlarca çocuk yoksullukla boğuşurken "Türkiye’de Çocuk Olmanın Bedeli Raporu", yürek yakan tabloyu gözler önüne serdi. CHP Milletvekili Cevdet Akay tarafından hazırlanan rapor, milyonlarca henüz beşikteyken yaşam savaşı vermek zorunda kaldığını ortaya koydu.
Akay’ın çalışmasında, eğitimden sağlığa, çalışma yaşamından sosyal hayata kadar çocukların yaşadığı sorunlara değinildi. Çalışmaya göre, Türkiye’de 15-29 yaş grubunda bulunan ve ne eğitimde ne istihdamda yer alan gençlerin oranı yüzde 28,7’ye ulaştı.
Milyonlarca Çocuk Kayıp
TÜİK verilerinden yararlanılarak hazırlanan raporda, erkek çocukların yüzde 76,2’sinin, kız çocuklarının yüzde 79,6’sının ancak ortaöğretimi tamamlayabildiği belirtildi. İlkokul, ortaokul ve ortaöğretimdeki her 100 çocuktan 9’unun okulu terk ettiği bildirildi. Raporda, 5 yaş grubunda 219 bin, 6-9 yaş grubunda 222 bin, 10-13 yaş grubunda 236 bin ve 14-17 yaş grubunda ise 524 bin olmak üzere toplam 1 milyon 201 çocuk hiçbir okula kayıt olmadığı aktarıldı.
Raporda, ailesinin sosyoekonomik durumu nedeniyle çalışmak zorunda kalan ya da zorla çalıştırılan çocuklara da yer verildi. Resmi verilere göre, 4-11 yaş grubunda 32 bin, 12-14 yaş grubunda 114 bin, 15-17 yaş grubunda ise 574 olmak üzere, Türkiye’de 5-17 yaş grubunda toplam 720 bin çocuk, “Ekonomik faaliyette” yer aldı. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin verilerine göre 2013-2023 döneminde, 888 çocuk işçi yaşamını yitirdi.
Kronik Yetersiz Beslenme
Raporda, 5 yaş altı çocukların yüzde 1,7’sinin akut yetersiz beslenme, yüzde 6’sının ise kronik yetersiz beslenme yaşadığı ifade edildi. Raporda, TÜİK’in Türkiye Çocuk Araştırması’nda yer alan ve çocukların içinde bulunduğu durumu ortaya koyan şu bazı bilgiler sıralandı:
• Her gün peynir ve yoğurt gibi süt ürünlerini tüketemeyen çocuk oranı yüzde 42.2,
• Her gün ekmek veya makarna tüketen çocuk oranı yüzde 62.4,
• Her gün meyve tüketemeyen çocuk oranı yüzde 49,
• Her gün sebze tüketemeyen çocuk oranı yüzde 87,
• Her gün et, tavuk veya balığı tüketemeyen çocuk oranı 87.3...
Çocuk Yoksulluğu
Akay’ın, Türkiye’de Çocuk Olmanın Bedeli çalışmasında yer alan diğer bazı veriler ise şunlar oldu:
• Türkiye, çocuk yoksulluğunda OECD’ye üye 41 ülke arasında yüzde 22 ile en yüksek yoksulluk oranına sahip ikinci ülke.
• 2014’te 11 bin 95 olan, çocukların istismarına ilişkin suç sayısı 2022 itibarıyla 31 bin 885.
Uyuşturucu Batağı
• Türkiye’de 12-17 yaş grubunda olup 18 yaşını doldurmamış hükümlülerin sayısı bin 373’e ulaşıyor.
• Türkiye’de, uyuşturucu kullananların yüzde 69,6’u 15-24 yaş aralığında uyuşturucu kullanmaya başladığını söylüyor.”
Dönüştürülen ülkenin noksansız bir yıkım halinden mürekkep olduğu gerçekliğini daha ne anlatabilir ki? Geleceğini şimdiden mahveden, bunu da en başta çocuklarına karşı tüm tahakküm hamlelerini birlikte var ederek güncelleyen bir yerde nasıl bir istikamet söz konusu edilebilir, düşünür müydünüz? Aralıksız bir biçimde yoksul / yoksun kılma hali bütünlüklü bir biyopolitik tahayyül olarak yinelenip dururken cürmün kıyısında hayatın ehvenle olan bağları nasıl muhafaza edilebilecektir. Gündelik yaşam koşullarının enikonu mahvedildiği, günü gününe yaşanan bir yerdeki imkansızlıklara mahkum edilmiş insanlar karşısında halen masallar anlatılırken bunca kötülüğün ardı neye çıkar. Kolektif bir yıkım halini süreğen kılan bir aklın karşısında çocukların eksik kılındığı, aç konulduğu en çok da umutlarından edildiği bir yerin dört başı mamur olsa ne yazar, her şey aleni bir halde o tersini bildirirken yıkıcılık sahici bir travma olarak hayatta konumlandırılırken sahiden neye yarar. Günlük beslenmeden, bir hakikat haline dönüştürülen çocuk işçiliğinin temel, yaygın bir mefhuma dönüşmesine daha şimdiden geleceğine hiçbir kıymet vermeyen onları duymayan bir ülkede ne kaderdir, hangi şeyler yazgı. Sorgular mıydınız?
Evrensel Gazetesinden aktaralım: “2024 Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı ile bağlı kuruluşların bütçesine dair konuşması sırasında AKP Grup Başkanvekili Özlem Zengin, CHP Muğla Milletvekili Gizem Özcan'ın konuşması kesti, ayağa kalkarak AKP grubunu dışarı çıkmaya çağırdı.
2024 Aile Bakanlığının bütçesinin yoksulluğu daha da artıracağını ifade eden Gizem Özcan, bakanlığın sorunların çözümü noktasında bir perspektife sahip olmadığını belirtti. "Ülkemizde kadınlar için bir karadüzen sürüyor" diyen Özcan'ın kadına yönelik şiddet ve cinayet, yoksulluk ve işsizlik verilerini açıkladığı sırada AKP Grup Başkanvekili Özlem Zengin tarafından sözü kesildi.
Akp’liler Meclisi Terk Etti
Zengin yerinden kalkarak AKP grubunu dışarı çıkmaya çağırdı. AKP'li milletvekilleri ve Zengin Meclis'i terketti. Oturuma verilen aranın ardından görüşmeler yeniden başladı.
"Veriler Neden Paylaşılmıyor?"
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi’nin (DEM Parti) kadın milletvekilleri, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ile Milli Eğitim Bakanlığı’nın bütçesine dair konuşmalarında iktidarının kadınlara tek vaadinin onları yok saymak ve nesneleştirmek olduğunu ifade etti.
DEM Parti Kadın Meclisi Sözcüsü Halide Türkoğlu, 6284 sayılı kanunun uygulanmamasını eleştirerek “Bu kanun uygulanıyor olsaydı sadece bu yılın ilk 10 ayında 253 kadın katledilmezdi. Sadece Kasım ayında 33 kadın katledildi. Sizin övdüğünüz, ‘Sahip çıkıyoruz’ dediğiniz ailelerin içerisinde Kasım ayında 33 kadın katledildi. Kadına yönelik şiddet, kadın yoksulluğu verileri neden paylaşılmıyor? Bakanlık ‘Aileye yönelik hizmetlere özen ve önem veriyoruz’ diyor, en son verilerin 2014 yılında paylaşıldığını itiraf ediyor, şaka değil, arkadaşlar, aile içi şiddet araştırmaları en son 2014 yılında paylaşılmış” dedi.
"Çocuklar Okula Aç Gidiyor"
Diyarbakır Milletvekili Adalet Kaya da, AKP’nin iktidarı boyunca zengini daha zengin yoksulu ise daha da yoksul kıldığını belirterek "Türkiye’de en yüksek gelire sahip yüzde 20’lik grubun toplam gelirden aldığı pay, bir önceki yıla göre 1,3 puan artarak yüzde 48’e yükselmiş; en düşük gelire sahip yüzde 20’lik grubun aldığı pay ise 0,1 puan azalarak yüzde 6’ya gerilemiştir” dedi. Toplumun geniş kesimlerinde çocukların okula aç gittiğini söyleyen Kaya, “Asgari ücretle büyük kentlerde kira dahi ödenemiyor. Geçim sıkıntısı yurttaşları, özellikle de gençleri yaşamdan koparacak, vazgeçecek noktaya taşıyor. Bu genel tablonun değişmesi için elbette bir bakanlık bütçesinin değişmesi yetmez, bütçe tercihlerinin ve siyasi iktidarın eğilimlerinin değişmesi gerekir. Kadınlar erkekler tarafından katledilmeye ya da şüpheli biçimde yaşamlarını kaybetmeye devam ediyorlar. Hâl böyleyken Erdoğan çıkıp İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmenin kadına yönelik şiddeti artırmadığını iddia ediyor. 6284 sayılı yasanın uygulanmasını sakatlamış durumdadır” diye konuştu.
"Üniversitelerde Bilim Ortamı Yok"
Diyarbakır Milletvekili Sevilay Çelenk ise, AKP’nin eğitim politikasına tepki gösterdi. 12 Eylül Darbesi’nin ürünü olan YÖK'ü, üniversitelerdeki rektör ve dekan seçimlerini eleştiren Çelenk, "Küçük taşra şehirlerde kurdukları, ahbap çavuş ilişkileriyle akademik kadrolarını doldurdukları ve akademik unvanları ardı ardına verdikleri akademisyenler, akademik yükseltmelerde jürilerde yer alarak üniversitenin geleceğini belirliyorlar. Taşra üniversitelerinde bilim, üniversite ortamı oluşturmak gibi bir amaçları gerçekte yoktur." dedi.
Cezaevlerindeki tutuklu öğrencilere de değinen Çelenk, "70 bine yakın bir rakamdan en son söz edildiğini hatırlıyorum. AKP, öğrenci muhalefetini en berbat darbeci iktidarlardan bile berbat yöntemlerle hep bastırmış ve bastırmaya devam ediyor. Oysaki öğrenci muhalefeti, tarihin her anında ve dünyanın her yerinde vardır. Antik Yunan’a gitseniz, orada da öğrenci muhalefetini görürsünüz. Üstelik AKP'yi iktidara getiren etmenlerden bir tanesi de başörtüsü için haklı bir mücadele veren öğrencilerin muhalefetidir.” ifadelerini kullandı.”
Bir yazgı kabilinden bildirilen şeylerle hayatın ehven olanla kesişimi yerle bir ediliyor iş bu sahnede. Sadece mecliste tek bir gün altı yüz kadar vekilin dönüşümlü var ettiği kavga dövüşün ortasında dahi ol yazgı denilenlerle hakikatin arasındaki uçuruma dair pek çok hal, detay direkt örnekleniyor. Yaşamın kuşatılması mefhumunun nasıl aralıksız bir gerçek haline dönüştürüldüğünün saklanmadığı zeminde, bütçe görüşmelerinin arasında çıkagelen hakikatin detaylarıyla zaten halihazırda var edilmiş katran karası ülkenin hali de dökülüyor, peyderpey. Artık bir izahata, fazladan tek bir cümleye hacet kalmaksızın her insanını gözden yok sayan, detay addeden, onlar için en doğrusu bu diyerek en akla seza işlerin altına imza atılan bir tek adam ülkesinde söz fasarya kılınıyor. Gerisi her dem anlatmaya çalıştığımız yalın bir yıkıcılık meseli, gerisi hep tuhaf bir kokuşmanın sureti temsili. Yazgıymış gibi duyurulan mesellerin kenarında, kıyısında bir acayip kokuşma hal ve istemi aralıksız var ediliyor artık. Yeni yüzyıl cikleti çiğnenip durulurken asıl var edilen şeyin sıradanın hakkının hukukunun gasp olunduğu bir zemin gerçekliği unutturulmak isteniyor. Unutuyor musunuz, sahiden bunca zorbalığın ortasında var edilmiş olagelen her türden tahakküm / yıkım / cendere haline alışıyor musunuz?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: Marco Longari/Agence France-Presse — Getty Images / New York Times
#yazgı#mesel#yıkım#yıldırı#ülke#çözümsüzlük#demokrasi#ide#fikir#hayat#karanlık çağ#siyasa#politikmeram#geleceksizlik#çocuk hakları#meclis#insanlık101#türkiye#hayat hakkı#başka türkiye var#demokrasi101#biyopolitika#sözler#cutup#anlamak#meram#yol nereye?#çığrından çıkmak#psikolojik savaş
3 notes
·
View notes
Text
Pınar Öğünç: Hepimizin buluştuğu yer geleceksizlik hissi
Pınar Öğünç: Hepimizin buluştuğu yer geleceksizlik hissi
Salgının başından beri radikal bir dönüşüm iyimserliğinde olamadığını söyleyen Pınar Öğünç, “Damlaya damlaya oluyor bu işler, işte görüyoruz, sonra bir bakıyorsunuz o damlalardan deniz olmuş, dibinde de devrilmiş heykeller yatıyor.” dedi.
Güneşin tenimize işlediği sıcak bir yazı karşılamışken, dünyada ve Türkiye’de virüsün etkisini hissetmeye ve daha ne kadar hayatlarımızı, düşüncelerimizi,…
View On WordPress
0 notes
Photo
İnci Aral'ın "geleceksizlik" üzerine kurduğu safran sarı kitabında 3 farklı kişi vardır. 3 kişinin kendilerini kaybedişleri, hayatlarını sorgulamaları yer alır. En önemli soru ise ben kimimdir. "Kimim ben? Nerden geldim? Daha önemlisi nereye varmak istiyorum? Böyle koşa koşa hangi cehenneme gidiyorum?" "Hala şiir yazıyordu, vazgeçmiş değildi. Şairlik bir meslek değil, insanın kendi dipsiz kuyusuna eğilip bakması gibi içsel bir çabaydı, biliyordu. Bu yüzden şairler biraz mahcup, utangaç ve ürkek, gölgelerde yaşarlardı. Çocukluğu boyunca böyle yaşadığı için seviyordu şiiri belki de." "Her neyi istiyorsan al,dağıt, at,savur, yaşa gitsin diye düşündü. Anlam bulmayı umduğun hiçbir yerde öyle bi şey yok çünkü. Var sandığın zaman da o asla sana göre olmayacak yada hızla kaybolacak. Geleceği düşünme, çünkü bu dünyanın dibi cehennem, mürekkep karası bir gece..." "İnsanlardan, dipteki insanlardan öylesine kopmuştu ki kendininkinin negatifi olan dünyayı izlerken çok eğleniyordu. Eğlenmek sözü yanlış aslında. Başkalarının yaşamını gözlemek bu genel güvensizlik, kirlenme ve yozlaşma ortamında başını dik tutma gücü veriyordu insana. Bulunduğu yerden, sıradan, kaygan, iç karartıcı yaşamlara bakmak geçici de olsa olup biteni sineye çekmesini kolaylaştırıyordu biraz da."
5 notes
·
View notes
Text
Çürüyen, Susturan, Susan
Korku çağı, terörü ve yıkıcılığı daim bir mesele dönüştürüyor. Öteki sanılanlara evi / yurt sanılan sahneleri dar etmek için neden sebep aranmasına gerek kalmıyor. Bir korku halini mütemadiyen güncel tutarak, daim bir halde korkuyu diri tutarak bir sopa kılarak haddi ve hududu çizmeye çaba sarf ederek o yaşam sahasını mahvetmek söz konusu ediliyor. Artık afaki bir biçimde yaşama müdahale ekseni tümüyle devletlinin en başat meseli kılınıyor iş bu sahnede. Korkuların neleri var ettiği, her ne şekilde bu uzamı dönüştürdüğünü geçen ol meramda paylaşmıştık. Bugünlerin, bunca bezirganlık, yapısal çürümenin, hayatın alenen mahvedilmesi mefhumunda ortaya serilen her eylemin o korkuyu diri tutmak adına var edildiğini göz ardı etmemeliyiz. Yaşadığımız coğrafyanın gerçekliği diye sunuların belirli ve baskın bir biçimde o korkuyu diri tutan, terörü ve yıkıcılığı her ana içkin kıldığı bir yer ve zemin gerçekliğimiz ilan ediliyor. Malumun ilamı olacaksa da çürüyen bir menzilin ta kendisi yepyeni ülke diye takdim ediliyor.
Dün yapıldığı gibi, dününden evvel olagelen tüm ahkamların / iletilerin / tümüyle tehdit ve tahakküm dilinin sunduğu o terörü bugünlerde azınlıklara yönelik olarak bir kere daha görmek mümkündür. Ya yok sayılıyor insanlar, ya haklarının tastamam tarumar edilmesi bahisleri geçiştiriliyor, mevzu edilmiyor. Bütün bunlara ilaveten boca edilen nefretin, artık gizli kalmayan bir biçimde savunulagelen şiddetin ve bariz ayrımcılığa duyulan sınırı belirsiz ol arzunun mahal verdiği her şey bütün bu çürük düzeni bildiriyor. Yaşam hakkını bahşetmiş gibi yapanların, nefreti hizipçilikle savunageldiği bir zemin gerçekliği var ediliyor. Konu mankeni olarak bir gün Rum var ediliyor, bir gün bu doğal düşmanlar arasında sıklıkla anılagelen Yahudi. Beriki gün, Süryani’den bahis açılırken bir yandan da ezel ebet kötünün figüratif temsili olarak Ermeni hedef kılınıyor. Bu terör ve iç içe geçen tüm yıkıcılık halinin var ettiği terör bizatihi devletli nezdinde aralıksız savunula geliyor. Bir biçimde şunun şurasında yüz bin dolaylarında kalakalan bir nüfusu enikonu sindirmek biraz daha teslimiyetçiliğe rehin kılmak için eldeki tüm imkanlar seferber olunuyor. Açık, aleni korkunun diri tutulduğu, bir hiza, göz dağı unsuru olarak mütemadiyen var edildiği yerde yıkıcılık her anı kapsıyor.
Bir örnekle / ardından yayınlanan ol dayanışma metninin içeriğinde karşımıza çıkanlarla devam edelim. Agos Gazetesinden aktaralım: “Uluslararası Basın Enstitüsü'nün (IPI) öncülüğünde, aralarında ARTICLE 19, Avrupa Gazeteciler Federasyonu, Gazetecileri Koruma Komitesi gibi önde gelen kuruluşların da bulunduğu 60’tan fazla medya ve sivil toplum kuruluşu, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK)'nün Açık Radyo'nun karasal yayın lisansını iptal etmesini kınayan ortak bir bildiri yayınladı.
Açık Radyo’nun susturulmasının Türkiye’de bağımsız medyaya ağır bir darbe vurduğu vurgulanan bildiride, ifade özgürlüğüne yönelik endişeler dile getirildi.
Açıklama şöyle:
"Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI), aşağıda imzası bulunan 62 basın ve ifade özgürlüğü, medya ve sivil toplum kuruluşuyla birlikte, Türkiye’nin yayın düzenleyicisi RTÜK’ün bağımsız radyo istasyonu Açık Radyo’nun karasal yayın lisansını resmi olarak iptal etmesini kınıyor. Çeşitli ve eleştirel sesleri öne çıkarmasıyla ve kamuoyunu ilgilendiren konuları aydınlatmasıyla bilinen Açık Radyo’nun susturulması Türkiye’de bağımsız radyo yayıncılığına ağır bir darbedir.
1995’te kurulan bağımsız ve kâr amacı gütmeyen bir medya kuruluşu olan Açık Radyo, uzun zamandır Türkiye’de ifade özgürlüğünün hayati bir kaynağı olmuştur. Son otuz yıldır, savaş ve barıştan, çevre ve iklim mücadelelerine, halk sağlığına, cinsiyet eşitliğine ve çok kültürlülüğe kadar uzanan önemli konulardaki tartışmalar için vazgeçilmez bir alan sağlamıştır. Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’nun (RTÜK) kararı yalnızca bu elzem platformun geleceğini değil, aynı zamanda Türkiye’deki bağımsız medyanın varlığını da daha fazla tehdit etmektedir.
Türkiye’deki yetkilileri, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi doğrultusunda basın ve ifade özgürlüğünü koruma yükümlülüklerini yerine getirmeye ve Açık Radyo’nun lisansını iade etmeye çağırıyoruz. Türkiye’deki medya kuruluşları, kamuyu ilgilendiren konularda yaptırım korkusu olmaksızın tartışmaya olanak sağlamakta özgür olmalıdır.
10 Temmuz’da Ankara 21’inci İdare Mahkemesi, program yayınının durdurulmasının telafisi güç zarar doğurabilecek nitelikte bulunduğundan, yeni bir karar verilinceye kadar, dava konusu işlemin yürütmesinin durdurulmasına karar vermişti. Mahkemenin bu kararına karşı RTÜK itiraz etmişti. 9 Ağustos’ta ise Ankara Bölge 10’uncu İdare Mahkemesi, verilen kararda yasaya aykırılık bulunmadığı için RTÜK’ün itirazını reddetmişti.
Ancak Ankara 21’inci İdare Mahkemesi yeni bir karar ile bu kez “yürütmenin durdurulması isteminin reddine” karar verdi. Açık Radyo yasal çerçevede bu karara itiraz etmeye hazırlanıyor.
RTÜK, Açık Radyo’da Açık Gazete adlı programın 24 Nisan tarihli yayınına katılan konuğun “(…) Ermeni, yani Osmanlı topraklarında gerçekleşen tehcir ve katliamların, soykırım olarak adlandırılan katliamların 109. Yıldönümü, sene-i devriyesi. Bu yıl da yasaklandı biliyorsunuz Ermeni soykırım anması” şeklindeki ifadelerinin ardından Mayıs ayında Açık Radyo’ya ceza vermişti. RTÜK, radyoyu Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında 6112 Sayılı Kanun’un 8. maddesi uyarınca “toplumu kin ve düşmanlığa tahrik etmek veya toplumda nefret duyguları oluşturmak” iddiasıyla idari para cezası ve beş günlük yayın durdurma cezasına çarptırmıştı. Açık Radyo, para cezasını ödemiş ancak yayına devam etmişti.
RTÜK, yaptırımda belirtilen koşulların ihlal edildiğini değerlendirdikten sonra Temmuz ayında Açık Radyo’nun yayın lisansını iptal kararı almıştı. Fakat bu karar, Açık Radyo’ya tebliğ edilmemişti. Yürütmeyi durdurma talebinin reddedilmesinin ardından karasal yayın lisansı iptali kararı ancak 11 Ekim’de tebliğ edildi. Karar doğrultusunda karasal yayın 16 Ekim saat 13:00 itibariyle kesildi.
1995 yılında kurulan, bağımsız ve kâr amacı gütmeyen bir medya kuruluşu olan Açık Radyo, tüm dinleyicilerini, meslek örgütlerini ve uluslararası kamuoyunu bu karara karşı kendilerine destek olmaya davet etti.
Bağımsız medyaya yönelik sansür ve bilgi edinme hakkına tehdit
Türkiye’nin yayın düzenleyicisi RTÜK’ün Açık Radyo’nun lisansını iptal etme kararı, medya özgürlüğü ve halkın bilgiye erişimi açısından önemli sonuçlar doğurmaktadır. Karasal yayın lisansı, bir istasyonun radyo dalgaları aracılığıyla ses içeriği iletmesine olanak tanır. Bu kararla birlikte, Açık Radyo artık 95.0 FM frekansında yayın yapamayacak. Bu karar, istasyonun geleneksel radyo kanalları aracılığıyla dinleyicilerine ulaşmasını etkili bir şekilde sınırlayacak ve halkın farklı görüş ve bilgilere erişimini kısıtlayacaktır.
Açık Radyo‘nun karasal yayın lisansının radyonun Kasım ayında 30. yayın yılına yaklaşırken iptal edilmesi, Türkiye’nin bağımsız medyayı susturma çabalarında ciddi bir tırmanışı temsil etmektedir. Bu karar, Türkiye Anayasası ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi tarafından korunan ifade özgürlüğünün doğrudan ihlâli niteliğindedir. Çok sesliliğe adanmış bağımsız bir platform olan Açık Radyo’nun kapatılması, toplumu benzersiz ve bağımsız bir sesten mahrum bırakacaktır.
Aşağıda imzası bulunan basın ve ifade özgürlüğü, medya ve sivil toplum kuruluşları olarak, RTÜK’ü medyada çoğulculuğu ve ifade özgürlüğünü koruma görevini yerine getirmeye davet ediyoruz. Açık Radyo’nun yayın lisansının iptaline yönelik kararını derhal geri çekmesini ve Açık Radyo gibi eleştirel ve bağımsız kuruluşlara yönelik sansüre son vermesini talep ediyoruz.”
Korku çağının suna geldiği terör / yıldırma / tehdit döngüsünün yıkıcılığa nasıl evrildiği şu tek örnekle bile barizdir. Ermeni henüz bu ülkenin en büyük tabusu kılınmaya devam olunan kimliğidir. Onun yarasını amasız / fakatsız konu etmek, anlamaya çalışma, meram eylemek ya da doğrudan doğruya bu insanların şu sahnede neler yaşadıklarına dair birer söz, eylem, tanıklık ya da belgelendirmenin imkansız kılınması söz konusu edilir. Nisan 24, İstanbul çeperinde yaşayan Ermeni düşünür, yazar, siyasetçi, akademisyen insanların bir ittihat kararıyla alelacele derdest edilmelerinin başlangıcıdır. Anadolu’nun ev olma hal ve istemini yok eden sürecin çoktan başladığı bir zeminde, gidişatı gösteren karanlığın ta kendisinin her nasıl var edildiğinin ilk işaretidir. Her şeyi en baştan anlatmak yerine varılan eşiğin korkunç, kekremsi, çürümenin bağında halen ne hallere koşulduğunu gördüğümüz vakit suya yazıyormuşuz gibi geliyordu, sayelerinde her durumda gözetlenen denetlenen ve tahakkümün boyunduruğu altına alınıp korkulara esir edilmeye devam olunan bir cenahta olduğumuz gerçekliği yüzümüze çarpılır.
Tümüyle bir yaradan, olduğu gibi bir halkın eksik konulmasından bahis açmak imkansıza taşınır bir kere daha. Gücün var edilmiş, medeniyetler beşiği tanımının daha yepyeni bir bağ kurulmaya çalışılan sınırın ötesindeki Ermeni devleti ile hamaseti bir kenara koyduk, artık barış için müzakereleri var ediyoruz diye bildirirken çat kapı bir kere daha olunan yere mıh gibi saplı kalındığı ortaya çıkar. Açık Radyo’nun kapatılmasına vesile teşkil eder, Ermeni, meseli, yarası, soykırımı. Bütünüyle, afaki bir biçimde ötekileştirmeye en kolay yoldan teslim olunan, her konuda birbirinin gözünü oymaya hazır durulan bir yerde tabi ki, bir başka, azdan az kalmış halkın yarasından bahis açabilmek imkansız konulacaktır, böyle de olur. Demokrasi, eşitlik, adalet naraları atılırken, bu ülke hiç olmadığı kadar ileride, modern bir yere dönüştü diye bildirirken, olmakta olan gerilemeye tam gaz devam eden, içine göçtükçe daha da dibi arayan bir karanlık sarmal olur. Adaletin, hakkaniyetin, izanın kalmadığı, varsa yasak yoksa engellemelerle birlikte bugün konu Ermeni, yarın Yahudi, başka bir gün sahiden de bir Türk, kadın, erkek, çoluk çocuğun hakkı unutuşa rehin edilir. Bir günlük yıldırı, tehdit ve tahakküm ertesi gün başka bambaşka açmazları var eder, sonsuz bir karanlık. Aleni bir biçimde konuşmayan, sorgulamayan, topyekun ne denildiğini anlamadan linç edip, susturmayı kendilerine hak, diskur bilenler eliyle memleketin yüz akı yayınlarından birisi olan bir yayın sonlandırılır. İnsanlara ulaşması engellenir. Özgürlüğün sınırlarının çoktandır, insani normların altına çekildiği bir menzilde, hayattan bahis açabilmek, katledilen doğaya dair konuşmak, inat ve körlemesine bir biatle memleketin delik deşik edilmesinden, her şekilde tüketilen ol mavi küreden haberdar etmek, söz açmak mevzu bilmek imkansız kılınır bir kere daha. Sözsüzlüğün var edildiği, kimsenin başkasını duymadığı ol yerde, 1984’teki büyük birader nam kodlanmış tahakküm aracı gibi bir tekil bakış, tekil bir yönelim, tek bir hal ve istikametten mürekkep zemin gerçekliğe kavuşturulur. Seslendirilenler hepimizin ortaklık hikayesi, müştereklerimizden birere kesit iken bunlar sizin değil denilerek çalınıyor, bir hal bir biçimde engelleniyor. Sonrası öncesinden daha karanlık, hep benzer bir karanlık, her gün, her anlamda... @acikradyo’nun meramı olageleni ters yüz ederek, kainatın tüm seslerine, tahayyüllerine, düşünce biçimlerine karşıt kapkaranlık bir sahne, kapalı devre... çürüyen... susturan... susan!
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: In The Field – Alanda – Leyla GEDİZ
Meramda Paylaşılan Haber
62 Kurum ve Basın Kuruluşundan Açıklama: Açık Radyo’nun Susturulması Türkiye’de Bağımsız Radyo Yayıncılığına Ağır Bir Darbedir - Agos https://www.agos.com.tr/tr/yazi/31164/62-kurum-ve-basin-kurulusundan-aciklama-acik-radyonun-susturulmasi-turkiyede-bagimsiz-radyo-yayinciligina-agir-bir-darbedir
#meram#mesel#hakikat#türkiye#ses#arzihal#durum tahayyülü#geleceksizlik#sınırlandırma#sansür#açık radyo#demokrasi#ermeni#medz yeghern#sansüresansür#güz sancısı#yıldırı#tehdit#korku çağı#karanlık#sessiz ve yalnız#radyo#haber alma hakkı#1984#tahakküm#cendere#terör
1 note
·
View note
Text
Adalet Nerede!
Ayrımcılığın, nobran bir tahayyül olagelen fişlemelerin, kamusal alanın dışına ötelemeleri takip eden terörün ortasında bir güncellik hasıl oluyor. Biteviye kendi ezberini yeniden ve hiç yılmadan imal eden bir devlet aklının suna geldiği her şey bütün o ayrımcılığı besliyor iş bu sahnede. Her durumda kurtarıcı olarak görülen hamleler fişlemeler sonsuz bir çabayı bildiriyor, sıradan olanın nihai çöküşünü. Kamusal alan daraltılırken, bizden olmayanların takip olunduğunu zikredip duran bir akımla yaşam terörün rehini kılınıyor. Devletin aklını bildiren ön alma çabalarının ortası o terör lafzıyla birlikte hakikati konuşturmamak üstüne güncelleniyor. Anayasanın etkin kılınmadığı, delik deşik, yamalı bir bohça haline dönmüş olagelen o suretin tastamam miadını doldurduğundan dem vurulan bir iklimde hemen her şeyin apaçık bir halde tekinsiz / ikiletmeksizin yıkıma rehin edilmesidir mesele. Dört başı mamur bir menzilden, içinden çıkılamayan bir karabasan ülke tahayyülüne evrimin eksik, gedik olmaksızın var edilmesidir mesel. Ki var ediliyor.
Biteviye kılınan ayrımcılığın gerek ekonomik gerekse de sosyal politik yansıları havanda bir tas su içinde onlarca dövüşün var edildiği bir menzili göstere geliyor. Kimsenin hiçbir kimseye acımadığı bir zemin gerçek kılınıyor. Ne acıların akıbeti sorgulanıyor. Ne tüm o ayrımcılığı var eden karanlığın mimarlarından bahis açılıyor. Bir menzil ki her günü ayrı bir cerahate rehin kılınırken, çivi çiviyi söker denilip daha beter hallerin yolları açılıyor hep bir arada, hep burada. Dayanaksız, temelsiz olmasına bakılmaksızın terör lafzı eksik gedik her yerde kullanıla geliyor. İktidar ve efradı eliyle kurumsallaştırılan bir akılla, dil ve söz birliğiyle “nefret mangaları”, artık tahayyülünün dahi kadük kaçtığı ayrımcılığın neferi o atsızcılar, şu bilmem kimlerin taraftarı olageldiğini zikreden temsillerin nefretini yaymalarına ön ayak olunuyor. Cerahat her yeri kapsarken insan kaybediliyor, insani olan unutturuluyor. Her gün şaşırılacak bir şeyler beklenip durulurken, tastamam bu kadarı da artık olmaz denilenlerin resmi geçidinde bir ülke var ediliyor. Ezberlerin sunduğu ayrımcı konforun aralıksız güncellendiği bir zeminde, hayatiyet kimselerin umurunda değil, haysiyet zaten sizlere ömür kılınıyor. Böyle bir girdabın ortasında ne geriye kalabilir ki koca bir çürümeden, kokuşmadan ibaret bir çukurdan gayri değil mi?
DEM Parti Şanlıurfa Milletvekili Ferit Şenyaşar, TBMM’de basın toplantısı düzenledi. Basın toplantısına adalet nöbetini TBMM’de sürdüren anne Emine Şenyaşar da katıldı. Toplantının ardından Meclis'in muhalefet bahçesindeki turnikelerden ana binaya girişi engellenen Emine Şenyaşar fenalaştı, hastaneye kaldırıldı.
Ferit Şenyaşar, basın toplantısında, Diyarbakır’da kaybolduktan 19 gün sonra öldürülmüş olarak bulunan Narin Güran cinayetiyle ilgili de değerlendirmelerde bulundu. Şenyaşar, Adalet Bakanı Yılmaz Tunç'un Narin Güran'ın cinayetinin aydınlatılacağına dair sözlerine inanamadıklarını söyleyen Şenyaşar, annesini işaret ederek; "Bunun kanıtı da bir anne ve elindeki fotoğrafta bulunan eşi ve iki oğludur" dedi.
"Adalet Sağlanmadığı İçin Zulüm Devam Ediyor"
Ferit Şenyaşar sözlerine şöyle devam etti:
"Güvenlik kayıtları savcılığa teslim edilmiyor ve bu haksızlığı kabul etmeyen bir anne var. Bu anne 846 gün Urfa Adliyesi'nin önünde adalet aradı. 126 gün Adalet Bakanlığı'nın önünde eylem yaptı. Bu anne son çare olarak da 29 gündür TBMM'ye çağrıda bulunuyor, bu zulmün son bulmasını istiyor. Annenin talebi ‘yargıya müdahale edin’ şeklinde olmayacak, var olan zulmün bitmesini istiyor. Annenin mücadelesinde haklı olduğunu herkes devlet de hükümet de kabul etti. Haklı olmak yetmiyor, adalet sağlanmadığı için zulüm devam ediyor. İktidar partisinin bir milletvekili çıksın bir açıklama yapsın, bunu istiyoruz. Altı yıldır kimseden bir ses çıkmıyor. İktidar partisinden bir yetkili çıksın açıklama yapsın, ‘Anne haksızdır ve eski milletvekilimiz hastanede böyle bir insanlık suçu işlemedi, böyle bir katliam yapmadı’ desin. Adaletin tecelli etmesini engelleyenler de bu zulme ortak oluyor."
Şenyaşar’a Polis Engeli
Şenyaşar, annesi Emine Şenyaşar'ın dün Meclis'e girişte polisler tarafından engellendiğini belirterek, "Anne Meclis'te eyleme devam ettiği sürece adaletten, yargının bağımsızlığından kimse bahsetmesin. Annenin Meclis'ten talebi; hastanede eşimi ve iki oğlumu gözümün önünde katledenler iktidarın gölgesinde dışarıda geziyor. Annenin talebi, tutuklu bulunan oğlunun serbest bırakılması" dedi.
Emine Şenyaşar da altı yıldır karda ve yağmurda adalet talebinde bulunduğunu ve cezaevindeki oğlu serbest bırakılıncaya kadar nöbetine devam edeceğini söyledi.
Emine Şenyaşar Hastaneye Kaldırıldı
Meclis'in muhalefet bahçesindeki turnikelerden ana binaya girişi engellenen Emine Şenyaşar hastaneye kaldırıldı.
Meclis'teki toplantının ardından DEM Parti grubunun bulunduğu ana binaya girişi engellenen Şenyaşar, turnikelerin dibinde oturmaya devam etti. Şenyaşar, bu sırada aniden fenalaştı. Meclis içindeki sağlık birimine haber verilmesi üzerine ambulans geldi ve sağlık çalışanları, Şenyaşar'a müdahalede bulundu. Şenyaşar, daha sonra ambulansla Güven Hastanesi'ne kaldırıldı.
DEM Parti Milletvekili Ferit Şenyaşar, annesinin sinir krizi geçirdiğini, tansiyonu düştüğünü ve kalp sorunu yaşadığını bilgisini paylaştı.
Ne Olmuştu?
“14 Haziran 2018'de seçim çalışmaları kapsamında esnafı ziyaret eden AKP'li vekil İbrahim Halil Yıldız'ın korumaları ve yakınlarının Şenyaşar ailesine ait işyerine ve ardından hastanedeki saldırılarında, Hacı Esvet Şenyaşar, Emine Şenyaşar’ın oğulları Adil ve Celal Şenyaşar ile Yıldız'ın kardeşi Mehmet Şah Yıldız yaşamını yitirdi.
Saldırıda Mehmet, Ferit ve Fadıl Şenyaşar ile birlikte toplam 8 kişi de yaralandı. Fadıl Şenyaşar ve kardeşleri, tedavileri devam ederken gözaltına alındı, Fadıl Şenyaşar tutuklandı.
Saldırıdan 15 ay sonra, 18 Eylül 2019'da AKP'li vekilin ağabeyi Enver Yıldız, Urfa Adliyesi'nde teslim olduktan sonra tutuklanarak cezaevine gönderildi.
Saldırıya ilişkin Urfa Cumhuriyet Başsavcılığınca hazırlanan iddianamede sadece işyerindeki olaylar konu edildi, hastanede saldırıya uğrayan ve yaşamını yitiren Hacı Esvet Şenyaşar'ın ölümüne yer verilmedi.
Fadıl Şenyaşar'a 37 yıl 9 ay, Enver Yıldız'a 18 yıl hapis cezası verildi.
Antep Bölge Adliye Mahkemesi, hastanedeki olaylar ile işyerindeki saldırı dosyalarının birleştirilmesi için yerel mahkemenin kararını bozdu. Dava devam ediyor.”
Ayrımcılığın, körlemesine bir karanlığın temsilindeki ısrarın yansılarından sadece birisi olarak Şenyaşar ailesinin başına getirilen yeterince açık bir meseledir. Bir girdap halinin ötesine çoktan geçmiş ol iktidarcılık hamlesinin, benim dediğim olacak vurgusunun basit belirli bir esnaf ziyaretinin dahi katliama dönüştürülebildiği bir zeminde hayatiyetin tüm o adalet tahayyülünün hiçe yazıldığı, yok sayıldığı bir zeminde kimin hesabı nasıl verilir! Emine Şenyaşar’ın ailesinin tarumar edildiği canlarının çalındığı, bir evladının da mahpus kılındığı bir zeminde o eski vekil ve beraberindeki temsilin savurduğu şiddetin hesabının her ne olacağı muamma kılınması dert değil midir? Yolun, yordamın çoktandır zayi edilip silindiği bir zeminde insanların canhıraş meramlarını, ortaya serdikleri adalet çağrılarını bir biçimde engelleme / perdeleme bunca yaygın kılınırken o parti ismindeki adalet her ne şekilde söz konusu edilebilecektir, madem tüm ülkenin partisiyse akp!. Hukukun hiç bariz hiç addedildiği bir zeminde, kamera kayıtlarını kontrol etmek, kolluğun gözetimi altında var edilmiş bir cinayeti çözmek yerine ailenin bir üyesini de ilelebet tutsak etmeyi var eden bir düzlemin her neresinde adalet söz konusu olacaktır, kim duyacaktır ki sahiden de Şenyaşar ailesinin feryat figanını nasıl.
Ezberlerin birbiri ardına yuvarlandığı bir girdabın içinde hakikatin yankısını duyabilecek midir bu saha? Her şekilde nefretin öne çekildiği, ayrımcılığın arşı alaya yükseldiği, hangi durum söz konusu olursa olsun şiddetin meydana çıkartıldığı buyur edildiği bir zeminde ol hakikate sıra hiç gelir mi, getirilebilir mi? Basitten zora doğru, zordan en bitimsiz olana meyil eden, modern beşeriyi yerle bir eden, tarumar ve eksik kılan insani müştereklerin talan ve zayi edilmesinin bir duru, bir sonu söz konusu olabilecek midir? Veryansın ettiğimiz tek bir konu, şahıs, vaka değil, doğrudan doğruya bir kimlik / çatı / yapının her ne olursa olsun el üstünde tutulup diğerlerinin günbegün hedef kılındığı, adaletin, hakkın ve hukukun hiçe sayıldığı bir zeminin normatif kılınmasıdır. Her şeyin sarpa sardığı bir tek iyi günün dahi çok görüldüğü, zeminin giderek daha korunaksız, herkes için istisnasız bir çukura dönüştürüldüğü zeminde hayatın ehemmiyetinin, biricikliğinin farkına ne ara varılacaktır. Bütünüyle, her gün bir öncesini aşan bir yıkıma galebe çalarken. Barbarlık mefhumu göz ardı edilemeyecek bir biçimde hayatı zehirlerken, bir yarın söz konusu olur mu? Hürriyetsiz, adaletsiz, demokrasisiz, nefessiz...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: Emine Şenyaşar – Adalet Nöbeti – Yeni Yaşam Gazetesi
Meramda Paylaşılan Haberler
Meclis’te Fenalaşan Emine Şenyaşar Hastaneye Kaldırıldı - BirGün
https://www.birgun.net/haber/mecliste-fenalasan-emine-senyasar-hastaneye-kaldirildi-560272
Eylemi Engellenen Emine Şenyaşar Hastaneye Kaldırıldı - Bianet
https://bianet.org/haber/eylemi-engellenen-emine-senyasar-hastaneye-kaldirildi-299853
#memleket#mesele#meram#durum#tahayyül#geleceksizlik#çürüme#hak#hukuk#insan#demokrasi#kötürüm#kötülük çağı#cerahat#yıkım nereye!#şenyaşar#adaletsiz#hukuksuzluk#sarmal#kör karanlık#başka türkiye vardır!
0 notes
Text
Mücadele
Gündelik yaşam pratiğinin her evresinde daha zor, daha beter hallere terk ediliyor insan. Yenilendiği bildirilen bir ülkede vahametin yolu ve yönü bariz düş kırımı pratikleriyle biçimlendirilirken umut berhava ediliyor. Behemehal var edilen kötülük bir biçimde tüm o sıradan insanların hayatlarını daha da çekilmez kılıyor. Yaşama eylemi zorun ta kendisi ve bariz ayrımcılığa rehin edilirken cerahat el üstünde tutuluyor. Erk, muktedir, iktidara ait pratikler, var edilen hemen her hamleyle sıradanın yaşamı imkansıza koşturulması, hiç nedensiz, niyetsiz, düşünülmeden, sorulmadan kuşatılması bir hakikat eyleniyor. Planlara hiç ihtiyaç duyulmadan dün olur verilenler bugün imkansız addediliyor. Bugün olanlar içinse yarın aynen devam. Bir hayat tecrübesinin noksan kılınmasının cerahatli yüzeyleri ardışık tereddütsüz yıkımlarla güncelleniyor. Adaletsizliğin alıp yürüdüğü bir menzilde hakkaniyet de un ufak ediliyor bir biçimde. Hürriyet tırpanlanırken, özgürlüklerin varlığı muamma konuluyor. Eşitlik haddizatında lafta dahi geriye konulmazken bütün bu menzili dehşet dolu bir karabasana dönüştürenlere yollar açılıyor, en eşit yüzde birin varlığına özel iltimas geçiliyor. Hayat ehven olandan çekilip kopartılırken cerahat içinde yüzen yeri modern ülkenin, ikinci yüzyılına ev sahibi diye bildiriyorlar. Her şey bir asırdır gerileme sürecinin en derin, kalıcı kırılmalarına rehin edilmişken, bugün her şey tarumar edilirken.
Gündelik yaşam alenen delik deşik ediliyor. Biteviye koşuyoruz, ilerliyoruz, güçleniyoruz denilip durulurken o ezberlerin yaşamı kurtarmadığı bahsi örtbas ediliyor. Geleceksizliğin artık kanıksanan bir mesele dönüştürülmesi için var edilen çabalar göz ardı edilmeyeceği ortadayken, her gün kemer sıkıyoruz diye bildiren bir iktidar kliği paraları iç etmeye devam eder. Koca bir karanlık, doymak bilmez bir iştahla sömürü sürekli güncellenir. Bir biçimde geleceği önemsediğinden dem vurulan bir yapının, gaz almak dışında hiçbir şeyi var etmediği emeklilerden, asgari ücretin sefalet düzeyine rehin edilmesine birbiri ardına hakikat karşımıza çıkarken her şey yolunda türküsünün daim seslendirilmesinin utancıdır mesela gündelik yaşamın delik deşik olunması. Basbayağı ağaların kafa bulmaya devam ettiği bir sarmal içerisinde direnen, hayatta kalmaya çalışan insanlara vergi vermeyenleri ifşa etmekle yetinecek bir düzen adamının sunabileceği hiçbir iyileştirmenin söz konusu dahi edilmeyeceği yerin meselesidir, gündelik yaşamın tarumar olunması. Ne yani tüm o kalbur üstü denilen burjuvanın, kan emici tiplemelerin, asalak gibi gezinen ama vatana da millete de bağlı sürünün, kurt diye çıkagelen çakalın, tik tok bilmem ne platformlarında cirit atanların nicesinin iç ettiklerine karşı beddua kartı her şeyi düzeltir mi? Sahiden de!
Yeni Yaşam Gazetesinden aktaralım: “Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Kadın Meclisi öncülüğünde 1 Eylül Dünya Barış Günü dolayısıyla DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları’nın katılımıyla İstanbul Okmeydanı’nda bulunan bir düğün salonunda kahvaltı etkinliği gerçekleştirildi.
Etkinliğe Barış Anneleri, Tevgera Jinên Azad aktivistleri, DEM Parti Sözcüsü Ayşegül Doğan, DEM Parti İstanbul İl Eşbaşkanı Gonca Yangöz ve DEM Parti yöneticileri katıldı.
‘Biz barışı getireceğiz’
Etkinlikte ilk olarak söz alan Barış Annesi Sabiha Bozan, “Biz anneler her zaman barış istedik. Ayakta olduğumuz sürece barış için mücadele edeceğiz. Barış isteyen herkesin Dünya Barış Günü’nü kutluyorum.Bütün iktidarlar Kürtleri bitireceğiz dediler ama Kürtler bitmedi ve bitmeyecek. Kürtler barış için hakikatin yolunda” dedi.
Devamında söz alan Barış Annesi, Bedia Gökguz, “Biz onurlu bir barış istiyoruz. Tecrit kalkmazsa bu ülkeye barış gelmez. Cezaevlerinin, Sayın Öcalan’ın üzerindeki tecrit kaldırın barış gelsin” ifadelerini kullandı.
‘Zenginin daha zengin olması için yürütülen savaş’
Son olarak söz alan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, Dünya Barış Günü’nü silahların gölgesinde karşıladıklarını ancak halkların savaşa karşı barış mücadelesinin sürdürdüğünü belirtti.
Bugün dünya emperyalist güçlerin paylaşım savaşları bambaşka bir evreye geçmiş durumda diyen Hatimoğulları, dünyanın yeniden şekillendiğini belirterek, “Çoklu krizden bahsediyoruz ya zaten bütün bu savaşların asıl sebebi sermayenin paylaşım savaşıdır. Yani dünya ölçeğinde zenginin daha zengin olması için bir savaş. Bugün bahsedilen 3’üncü Dünya savaşı ölçeğinde büyük bir savaşın yaşanması demek, dünyanın yok olması anlamını taşır. Şimdi emperyalist güçlerin bölge dışında daha büyük bir savaşa yönelmesi demek aynı zamanda nükleer silahların kullanılması demektir bunun da yeryüzünün ve dünyanın ortadan kalkması anlamına gelir” sözlerini kullandı.
‘Kurdistan ve Filistin sorununun çözülmeden barış sağlanamaz’
Son bir yılda Gazze’ye yapılan saldırılarda 40 bini aşkın insanın yaşamını yitirdiğine dikkat çeken Hatimoğulları, Kurdistan sorunu ve Filistin sorununun çözülmediği sürece barışın sağlanamayacağını vurguladı.
Filistin halkının yanında olduklarını vurgulayan Hatimoğulları, “Ey AKP timsah gözyaşı dökmekten vazgeç, ey AKP İsrail ile ticari anlaşmaları bitirdin diye kamuoyuna yalan söylüyorsunuz” diye konuştu.
45 yıldır Kürt sorununun örgütlü mücadelesine silahla ve çatışmayla yanıt verildiğini ifade eden Hatimoğulları, “Bakın Türkiye kısa süreli bir barış dönemi yaşadı. Ama bu fırsatı ne yazık ki bu iktidar ve geleneksel devlet aklı barıştan yana olmadı. Savaşın yeni bir boyutu örgütlendi. Milli Güvenlik Kurulu’nun aldığı karar ve Kürt halkına çöktürme planının hayata geçmesi barış sürecini bitirmiştir. Erdoğan şunu demişti: ‘Biz Kürt sorununu dolaba kaldırdık, dondurduk.’ Biz de bir kez daha diyoruz ki; Kürt sorunu çözülmeden bu ülkede barış olamaz, bu ülkede bir adaletten bahsetmemiz mümkün değildir, birlikte yaşadığımız halklarla barıştan ve kardeşten yana bir mesaj vermenin hiçbir sahiciliği ve samimiyeti yoktur. Her kesimin hepimizin elini taşın altına koyması gereken bir dönemden geçiyoruz” dedi.
İşçi emekçilere seslendi
İktidarın topluma güvenlik sorunu vardır algısı yaratarak fakirliğin ve yoksulluğun üstünü örttüğünü belirten Hatimoğulları, işçi ve emekçilere seslenerek, “Kürt sorununun çözülmesi konusunda dayanışma içinde olalım. Ekmeğin de adaletin de yaşam bulacağı bir düzeni kurmak konusunda kararlıyız mücadele ediyoruz. ‘Ben açım, ekmeğe muhtacım, çocuklarım açlık içinde kıvranıyor dediğimizde onlar bize merminin fiyatını soruyor. Buradan barış için ekmeğin adaleti için eşitlik için hep birlikte dayanışmacı daha örgütlü daha kitlesel bir mücadelenin önünü açalım. Savaşa karşı en güçlü barış mücadelesini hep birlikte mutlaka yürütmeliyiz” şeklinde konuştu.
Tecrit vurgusu
Kürt halkının Rojava’da DAİŞ’e karşı verdiği mücadeleyi hatırlatan Hatimoğulları, “Kobani direnişi bizim için çok önemlidir. Sadece Kürt halkı için değil bölgedeki Arap, Êzidî bütün halklar için çok anlamlı bir direniştir. O yüzden bu direnişi bu ülkede ve Suriye’de cezalandırmaya kalkanlara bir kez daha diyoruz ki; Kürt halkı statü talep ediyor. Bu statüyü Suriye’de de Türkiye’de de talep ediyor. Bu statünün önünün açılması bölge barışına hizmet edecek çok önemli noktalardan biridir. Buradan bir kez daha diyoruz ki, bu ülkede barışın önünü pekala açabiliriz. Bunun için tecrit ortadan kalkmalıdır bunun için Sayın Öcalan ile başta ailesi ve avukatları görüşebilmelidir” ifadelerini kullandı.
‘Barış mutlaka kazanacak’
Hatimoğulları sözlerini şöyle sonlandırdı: “Barış bir çocuğun gördüğü düştür, ananın gördüğü düştür, Ağaçlar altında söylenen sevda sözleridir. Bir sıcak yemekte tutan kokudur bir tas süttür barış der şair. Barış aşktır, sevdadır, bir oya gibi yüreğimizde işlenmiş toplum dokunun ta kendisidir, barış gençlerin ve kadınların ağız dolusu kahkahasıdır. Barış dolu dolu yaşayabilmektir, geleceğe umutla geleceğe sevda ve inançla yaşama dört elle sarılmak demektir. Barış anaların yüreğinde büyüttüğü arzuladığı ve bu ülkenin, bu coğrafyanın topraklarında kanı dindiren duygununun, düşüncenin, bilincin ta kendisidir barış. O halde bizler bu bölgede bu kadar acı çeken halklar olarak başta Orta Doğu olmak üzere büyük barış harekatını hep birlikte örgütlenmenin zamanı geldi ve geçti. Sınırları aşan bize cetvelle çizilmiş olan Orta Doğu sınırlarını asla tanımayan bir barış hareketine, sınırsız bir barış hareketine, sınırları aşmış, birbirimize rengimiz, dilimiz, dinimiz, ırkımız, ne olursa olsun birbirimize dört elle sarılabilen dört elle birbirine tutuşabilen güçlü bir barış hareketine ihtiyacımız var. Bizler büyük barış hareketini hep birlikte örgütlemek gibi görev ve sorumluluğumuzun olduğunu farkındayız. Barış mutlaka kazanacak. Barış cesurdur, barış yüzleşmektir. Tarihi yüzleşmeyi gerçekleştirmektir barış. O yüzden barış asla birilerinin tanımladığı gibi pasif olan değil, tam tersi aktif ve etkin olandır. Biz bu aktif ve etkin fikri bu yaşam tarzını demokratik bir zeminde hep beraber inşa edeceğimizin sözünü veriyoruz.”
Gündelik yaşam pratiğinin her evresinde daha zor, daha beter hallere terk ediliyor insan. Dem Parti Eş Genel Başkanı, Hatimoğulları’nın beyan ettiği üzere, barışı sorgusuz sualsiz yerle bir etmeye çabalayan bir aklın karşısında direniş kalıyor geriye. Bir de bir gün mutlak bir biçimde var edilmesi elzem olan barışabilme umudu. Tümüyle yaşam aksiyonu zehirlenmeye devam edilirken, gündelik yaşam bir gösterinin küçücük detayı kılınmaya her an çabalanırken cerahat karşısında insani olanın seslendirilmesini elzemliliği bir defa daha meydana seriliyor. 1 Eylül Barış Günü, öncesi, sırası ve ertesinde çıkagelen inkarın, yok etme çabalarının, imhaya varmasına ramak kalan “malum koronun” zikrettiği nefretin can almalarının yekununda çanlar bu ülke için çalıyor. Kötülüğü sahiplenirken nefretin ta kendisinden nemalanıp, şiddeti çağıranlara karşı elimizdeki yegane şey o zora karşı mücadeleyi diri tutabilmekten geçtiğini, şu karanlığın ortasında bir kere daha yinelemeliyiz. Bu kadar beter, bu kadar kötü, bu kadar yıkıcı bir menzilde dahi ol hayatın akışı / sözü / meseli devam edebilsin diye... Kötüye, betere, zora, binbir türlü hinliğe ve yıkıma karşı, mücadele...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Artwork ::: Broken Self-Image (Detail) – SOYO – Tique Art
Hatimoğulları: Kürt Sorunu Çözülmeden Barış Olmaz - Yeni Yaşam https://yeniyasamgazetesi6.com/hatimogullari-kurt-sorunu-cozulmeden-baris-olmaz/
#meram#arzihal#durum tahayyülü#mücadele#söz hakkı#yaşam#örselenmiş#hayat#gibi#sözcükler#geleceksizlik#çürüme#şiddet#yol nereye?#anlık#mesel#yara#kılıç artıkları#söz#anlam#biyopolitika
0 notes
Text
Hayat Tarumar!
Tahakküm hayatın biçimini deforme ediyor. Bir biyopolitik cerahat sarmlı kılınan yerdeki var edilmiş hemen her devletli hamlesi ol tahakküm ile nesnelleştiriliyor. Bütün bütün bir halde doğruların yerine ikame ettirilen yalanlarla beraber o tahakküm hamlesi hayatın bir yanda anlamını, bir yanda ederini biçimsiz kılıyor. Biçimsiz konulan hamlelerin toplamı ile yaşam hakkı tarumar olunuyor. Tümden en başından sonuna kadar her şey ama her bir şey istimlak ediliyor. Dediğim dedik çaldığım düdük ülke yönetimi, siyaset erkanı ve tüm o madun siyaset pratiklerinde bir harç kılınan tehdit, yıldırı ve korkunun arasız, fasılasız olarak pazarlandığı bir eminde hayatın ehven olanla yolları ayrıştırılıyor. Gündelik olan ol yaşam daha zor kılınıyor. Her günün denetim, gözetim ve tahakküme rehin edildiği belli, belirsiz esir kılındığı bir zemin laf değil hakikat ilan olunuyor.
Çürümenin kıyısında cerahatin erkanı muktedir eliyle yaygınlaştırıldığı bir katran karası halden mülhem yer gerçek kılınıyor. Haksız olan hep sıradan insanlar. Kimi zaman haddi hududu, kimi zaman edebi, ahlakı bildirilmeye teşne olunan, hizada dursunlar da nasıl ya da ne şekilde olursa olsun denilerek bir güç gösterisidir sürdürülüp duruyor. Gündelik ola gelen yıkımın, köşeye kıstırılmışlığın mesel olunmaması için her gün yeni bir fırsat haline getiriliyor. Dur durak bilmeden var edilmiş olagelen inkar ve tehditle birlikte kurumsallık kazandırılan kötülükle birlikte bir curcunadır kopup gidiyor. Her yan hep aynı her dem bir benzeş haleti ruhiye içerisinde mahkum. Emekliye yapılan zam devede kulak kalırken bir kere daha, baş amir hizasını bildiriyor, o eleştirenlerin sırtında küfe yoktur diye.
Hakikati konuşturmamak yerine, neden o üç maaşlı kapı kulları var, neden insanlar iş aş için sıralar beklerken paldır küldür hamili kart sahibi yakınımdır ile çıkagelen kayırmalar, sorulmasın istenir. Bir dönem vekillik sonrasında çıkagelen bir yüz binlik emeklilik hakkı mesela her neyin nesidir? En kısası yirmi küsur yıl olagelen bir sosyal sigorta kesintisinin ardından ol birikimin her nereye harcandığı, tutumluluk yaparak, üstüne biraz daha koyarak yeniden ve sadece emekçinin hakkına tanzim edilmesinin önünün her nasıl alındığı mesel edilmesi söz konusu menzilde imkansız kılınır. Otuz yıllık emek mücadelesi, onca kesinti sonrası, ele geçen bir on iki bin beş yüz lira ile bırakalım bir ayı tek bir haftayı geçirmek mümkün müdür? Sadaka tahsis edilmesini var edilmiş bir icraat kılan, böyle seslendiren bir aklın var ettiği şekille hayatın ehven olandan uzağa düşürülmesi arasız kılınır. Hayatı mahvın ta dibine taşıyarak umudu çürüterek tek bir iyi gün söz konusu edilebilir mi, sahiden düşünür müydünüz? Bu girdapta yol nereyedir?
Dahası da vardır, asgari ücretin her şeyin altında ama gel gelelim, emeklilerden sonra bu ülkedeki en büyük ikinci kesime reva görülen on yedi bin lira otuz iki kuruşun hakkından gelip, tek kuruş zamma mahal vermemek de o tahakküme boyunduruğa rehin kılınmış ve bilinmiş ülkenin gerçekliğinden bir kesiti sunar. Açlık ve yoksulluk sınırıyla sınanırken ol yüzde elliye yakın bir nüfus topyekun masallar anlatılır. Enflasyona ezdirmedik, yılmadık ve yedirmeyeceğiz bahisleri diye başlayan nutuklar dinlendirilir. Ayağını yorganına göre uzatmaktan ötesini zaten düşünmeyen, orta alt, alt ve daha aşağıda yer bulan halk katmanı ya da kümelerinin sırtından sopayı eksik kılmayan bir zevatın bir de açlıkla mücadeleye ön ayak olmalarının utancı ne yana düşer misal sahiden? Asgari ücrette Avrupa’nın en alt sınıfında yer alan bir menzilde yaşam standartlarının her gün aşağıya çekilmesinin utancı her ne yana düşer mesela. Para baronları, eline kan oturmuş sermaye, görünürde bir lüksü yaşadıkları zikredilen oysa sadece piyon oldukları çok açık yarının güngenleri, polatları bilmem kimleri sahnede arzı endam eylerken, kenarda köşede mafyacı tiplemeler vatanı da milleti de ağızlarına sakız edip her türlü ihaneti geçer akçeden pardon pastadan koca bir dilim daha alabilmek için var edenler vesaire ile birlikte bütün bu döngünün her nasıl imal edildiğini görmek mümkündür. Bu kadar hayata düşman olanların var ettiği yeni ülke diye bildirilen yerde hayatın hakkı, sıradan insanların yaralarının konuşulması ne zamandır hangi zaman?
Yeni Yaşam Gazetesinden aktaralım: “Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, Parti Meclisi (PM) üyeleriyle yaptığı toplantıda konuştu.
Türkiye'nin, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (IKBY) sınırları içindeki saldırılarına dair "Emekliler geçim derdindeyken, iktidar savaş peşinde koşuyor" dedi. KDP'ye "Bu işgal politikalarına alet olmayın" çağrısı yaptı.
Dünyada çatışmaların ve savaşların derinleşerek devam ettiğini söyleyen Bakırhan şunları aktardı:
Bu çatışmalar bir türlü çözüme kavuşturulmuyor. Savaş bölgelerinde dünyanın hegemonik güçleri var. Dünyada ve bölgemizde iki temel konu göze çarpıyor. Bir savaş başlığı, bir de siyasi karmaşa. Siyasi boşlukları, kapitalist neoliberal politikalarla doldurmaya çalışan otoriter iktidarlar var. Bizim örgütlü olmadığımız, halkların örgütsüz olduğu ve güçlü bir mücadele yürütmediği yerlerdeki boşluğu ekonomik güçler doldurmaya çalışıyorlar.
Bu savaşları isteyenler Suriye’deki, Irak’taki halklar değil. Bu savaşı isteyenler Ukrayna’daki halklar değil. Lübnan’daki halklar değil. Savaşı iktidarlar istiyor. Savaşı, iktidarlarda bulunun otoriter mantığa sahip bireyler istiyor. İktidarlarını korumak için Efrîn'in demografik yapısını değiştirmeye göze alıyorlar. İnsanların perişan olmasını, katledilmesini, oranın kültürünün ve doğasının talan edilmesini çok rahatlıkla isteyebiliyorlar. Dolayısıyla bu savaş isteyen halklar değil, emekçiler ve kadınlar değil. Biz hiç değiliz.
"Bu savaşa muhalefet destek olmamalı"
Bakırhan ardından Türkiye'nin savaş politikalarında ısrar ettiği söyledi. AKP’nin iktidarını devam ettirmek için savaş ve çatışma aradığını kaydetti. Mevcut durumun 2015 sonrası süreçle aynı olduğunu anlattı:
Üçüncü dünya savaşı diyorlar, güvenlik meselesi diyorlar, Rojava’da halkların demokratik bir şekilde yaşamasını tehdit olarak görüyorlar. Ne alakaları ve işleri varsa Federe Kurdistan Bölgesi'nde?
Halk açlık ve sefalet içinde. Emekliler geçim derdindeyken, ülkede büyük bir yoksulluk yaşanırken iktidar dün Rojava'da bugün Federe Kurdistan Bölgesi'nde bir çatışma ve bir savaş peşinde koşuyor. Buna kabul etmiyoruz. Bu savaş ve çatışmalı anlayışa muhalefet de destek olmamalı. Çünkü savaş AKP-MHP iktidarının savaşıdır. Türkiye halklarının savaşı değil.
"Çözüm niye Kürtler için yok?"
Bakırhan ardından Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Kıbrıs’la ilgili ‘Müzakereye, görüşmeye Kıbrıs’ta kalıcı barışı ve çözümü sağlamaya hazırız. Çözüm yolunda uzatılan hiçbir eli bugüne kadar boş çevirmedik’ sözlerini hatırlattı.
“Şam’a çözüm eli, Irak ve İran’a çözüm eli, Yunanistan'a çözüm eli... Ama Kürt'e gelince Federe Kürdistan Bölgesi'nde, Rojava'da olduğu gibi tank top… Niye? Diye sordu ve şöyle devam etti:
Çözüm niye Kürtler için yok. Uzatılan çözüm eli neden Kürtlerin elini tutmuyor. Kürtler o kadar mı düşman? Daha bir kaç gün önce İsrail’in Gazze'ye attığı bombaların on misli büyüklüğündeki bombalar Amêdiye köylerinin ve çevresine düştü. İnsanlar katlediliyor. 90'larda olduğu gibi Kürdistan’da boşaltılan köylerin aynısı bugün Federe Kurdistan Bölgesi'nde yapılıyor. Sen kimsin ne arıyorsun hangi hakla? Senin sınırların içinde olmayan bir coğrafyada Kürt köylerini boşaltmaya, orada kalekol yapma hakkını sana kim verdi?
Tam da bu noktada Federe Kurdistan Bölgesi yöneticilerine de çağrı yapmak istiyoruz. Bir yönetim mi var orada? Böyle bir yönetim mi olur? Başka bir ülke, kendisinin olmayan sınırlarının ötesindeki bir bölgede 80 tane üst kuruyor. Amerika’nın Suriye’de kurduğu üstlerden daha fazla. Onlarca kalekol kuruyor. Oradaki yönetim 'Bu üstler, bu tanklar, bu toplar ne için? Kimin için?' sorusunu ne zaman soracak? Onlara çağrımızdır. Lütfen bu işgal politikalarına alet olmayın. Lütfen bu işgalin orada derinleşmesi, burada olduğu gibi Kürt'ün evini, köyünü, yaylasını yakmasını, köyleri boşaltmasını, orada yaşayan insanları perişan etmesine alet olmayın.”
Tahakküm hayatın biçemini alt üst ediyor. Tuncer Bakırhan’ın bildirdiği, meram eylediği mesel de bu odaktan dikkatle irdelendiğinde başlı başına tahakkümün her nasıl yıkımların istikametini var ettiğini de göstere gelir. Bir asır ve onca zaman sonrasında halen yerinde saymalara devam diyen bir demokrasicilik deneyiminin toptan kötürüm kılınmasından bir hal, istikamet devşirilemeyeceği nokta, virgül aksettirilir. Kürdistan topraklarına direkt ya da doğrudan yapılan müdahalelerle, biçimlendirmeler ve kesintisiz tahakküm pratiklerinin yekununda ne Kürd, ne Alevi, ne Arap, ne Mıhellemi, ne Süryani, ne de azdan az kalmış o Ermeni halklarına bir tek iyi gün verilebilmiştir. Duraksamadan güncellenen kindarlığın ve yok saymaların yekunda cumhuriyet sonrası en kanlı kırk dört yılı heder ettiği bir saha, yerde olmakta olanın kötülüğün daniskası olduğu aşikardır. Sınır dışındaki hemen her ülkeyle bir biçimde bağ kurulmaya çalışılırken, ki her şeyi yerle yeksan edenler yine ol iktidardır, Kürd ve Mezopotamya halklarının ta kendisine ses vermemek, seslerine de yaralarına da kulak vermemek neyin nesidir ki sahiden? Tuncer Bakırhan’ın değindiği o mesele, bu ülkenin önümüzdeki sürecinin de katran karanlığında bir başka etaba evrilip evrilmeyeceğinin meseli koca bir duvarı işaret eder, gören duyanı var mıdır ola?
Tahakküm hayat biçemini rezil rüsva kılıyor. Bir menzilde yaşam edimin tepetakla edilmesinin yolunda izlenen güzergah bu hattı, çözümsüzlük sarmalını göstere geliyor. Düzen kendi çürümüşlüğünü bertaraf etmek için, asıl var olan kötülüğün yıkımından bir mevzu / mesel olunmasın diye hayata saldırıyor. O tahakküm istemi doğrudan, eksiksiz bir yıkıcılığı işlevselleştirmeye devam ediyor. Baş efendi, baş faşist ve tüm mahdumları bir asırlık ülkede, yine o bilindik olanın izlerini takip ediyor. Tümüyle nobran, hemen hiç eksiksiz bir yıkıcılık üstünde yenilendiğini bildiriyorlar bir ülkenin. Her şey bilindik, her an tanıdık bir çürümenin kılınırken. Cerahat elinde ülkenin adı yeni olsa ne yazar, hayatın ederi de anlamı da hiç edildikten sonra. Her şey bunca cehennem tasvirine rehin edilirken, halen bile isteye her şekilde hayat tarumar edilirken, yeni nedir ki!
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: Lost Shadows – Vahap AVŞAR – via Protocinema
Meramda Paylaşılan Haber
Bakırhan Bakırhan'dan KDP'ye Türkiye Çağrısı: İşgale Ortak Olmayın - Bianet https://bianet.org/haber/bakirhan-dan-kdp-ye-turkiye-cagrisi-isgale-ortak-olmayin-297703
#meram#mesel#yara#yıkım#tahakküm#t.c.#yeni ülke#cerahat#kötülük sarmalı#karanlık#demokrasi#ide#akıl#fikriyat#yol nereye?#çözümsüzlük#geleceksizlik#kürdistan#dem parti#çürüten#kör karanlık#yıkıcılık
0 notes
Text
Nefret Yurdu Kuşatırken
Ucuz ve ucube mavralar sökün ederken güncelliğe hayatın ehven olandan uzaklaştırılması kesintisiz kılınıyor. Ezber edilmiş sesler, bildik tavırlar, jest diye çıkagelen donuk ve mat, çoğunlukla hiçbir karşılığı kalmamış şablonlar vesaireler arasında hayatın mahvını güncel bir mesel kılıyor muktedir ve sözüm ona muhalefet. Al takke ver külah birbirilerinin açık hataları üstünde tepişiyor görünürken, o kara bu daha da kapkara, tencere yuvarlanmış da kapakları birbirine zamkla tutturulmuş cevherler asli yaraları, her günü hiç eden meselleri ve tüm yıkıcılığa karşı kayıtsızlığı ele alırlar. Tümüyle memleket yangın yeri haline belki de en kestirmeden yönlendirilirken havanda dövülen sularla günler geçirilir. Doğrudan ve apaçık bir biçimde yalın bir eksenle çürümüşlüğün normal bildirildiği zemin gerçekliği söz konusudur. Ezber edilenlerle hayatın ehven olandan ilelebet uzaklaştırılması aralıksız, kesintisiz gerçek kılınır. Tahakküm var edilirken, bir kuşatma gibi günbegün yeniden ve yılmadan imal edilmiş olagelen her şey o ucuzluk kokan, kokuşmuşluk barındıran bir yeri bildirir, görünür kılar.
Artık lafla izah edilmekten ötede bir cerahat sarmalı içinde hayatın mahvedilmesine tanık yazılıyoruz. Ol bildiğimiz anlamlarıyla yaşam derdest edilirken, ekonomik cendereden ol sosyal politik yapının tarumar edilmesinden, gündelik bir müşterek bahsin dahi eksikliği içerisinde debelenip durulurken bunlar mevzu edilmesin de ne edilirse edilsin denilerek bir kısır döngü imal ediliyor. Biteviye magazin sosuna bulaştırılmış olagelen kimin neyi, kimle kimler, kimselerle hangilerinin ne dolaplar çevirdikleri, o dolaplarla da nasıl da iyi hayatlar yaşadıklarına dair kelamlar gümbür gümbür müzikler eşliğinde boca edilir. Har vurup harman savuranların ellerinde birikmiş kandan bihaber konulur insanlar. Gündelik telaşın ortasına düşmüş olanları göz ardı ederek büyük puntolarla yürüyoruz, güçlüyüz ve dahi kararlıyız gibi nice abukluk barındıran göndermelerin de siyaset erkanından var edile geldiği bir zeminde o magazinsel ile madun siyasetin hakikat diye yutturdukları bir örnek ve benzeş yıkımları çıkarta gelir. Bütünüyle çürüyen menzilin, kesif kokuşmuş, yitirilmiş o insanlık mefhumunda hangi raddede olduğu artık uzaklarda değil burnumuzun ucunda bir yerlerde sökün etmektedir. Hayatın ehven olandan ırağa düşürülmesi kati bir sonuç kılınır.
Bir tek örnek dahi durumun, istikametin, memleket sathında yaşamın perişanlık boyutunu göstermesi açısından yeter de artacaktır. Kısa Dalga’dan aktaralım: “Çeşme'de Yunan sanatçı Despina Vandi'nin konsere çıkmamasına neden olan bayrak krizinin ardından konuşan belediye başkanı Lal Denizli'nin sözleri tepki çekti.
Yunan sanatçı Despina Vandi, dün akşam Türkiye Eğitim Vakfı'nın Çeşme'de düzenlediği yardım konserinde sahne almak için İzmir'e geldi.
Konsere dakikalar kala Yunan sanatçı sahnedeki Türk bayrağının yanına Yunan bayrağı da koyulmasını talep etti. Talebin geri çevrilmesi üzerine sahneye çıkmayacağını belirten Vandi'ye Çeşme Belediye Başkanı Lal Denizli'nin tepkisi sert oldu.
Denizli'den Vandi'ye tepki
Denizli, Vandi'nin Türk bayrağını sahnede istemediğini iddia ederek "Türk bayrağı ve Atatürk'ün posterinin inmesini istiyormuş. Hiç yuhlamayın, bu güzel nefeslerinizi yoracağımız bir insan bile olmadığını düşünüyorum kendisinin. Biz bu toprakları kazanmak için çok fazla şehit verdik ve biz her zaman kardeşliğin ve ebedi dostluğun kazanacağına inanan ve bu inançta olan insanlarız" dedi.
Vandi'den Açıklama
Sanatçı ise sosyal medya hesabından açıklama yaparak Türk Eğitim Vakfını “konser” olarak nitelendirilen etkinliğin içeriğini, önceden üzerinde anlaşılandan farklı olarak siyasi bir anlam yükleyerek değiştirmekle suçladı.
Denizli'ye sosyal medyada tepki
Belediye Başkanı Lal Denizli'nin açıklaması ise sosyal medyada tepki çekti.
Akademisyen Ceren Sözeri, Denizli'nin açıklamasına ilişkin olarak "Bugüne dek Çeşme'de, Seferihisar'da barış sesleri yükselen nice konser oldu, sanatçı kovmak Lal Denizli'ye nasip oldu. Bu arada Vandi Atatürk posterlerinin indirilmesini istememiş sadece sembolik olarak bir tane de Yunan bayrağı asılsın demiş" dedi.
Akademisyen Esra Arsan ise "Yardım konserine Yunan şarkıcıyı davet etmişken, sahnede Türk-Yunan bayrağını yan yana asıp barış mesajı vermek yerine ucuz nefret söylemini yeniden ürettiniz @laldenizlicesme. İyi bir politikacı olamazsınız, ama belki bir gün başbakan bile olursunuz. Nefretin alıcısı çok burada" ifadesini kullandı.
Gazeteci Akın Olgun İse Şu Sözlerle Tepki Gösterdi:
"Bir Yunan sanatçı çağırmışsın. O da kabul etmiş. Bir yardım etkinliği. Her yeri bayrak ve Atatürk resmiyle doldurmuşsun. O da demiş ki bu çok politik bir görüntü verir. Kendi ülkemde de zorlanırım. Ne yapmanız gerekir, dostluk ve eğitimin en büyük amacı olan görgü ve nezaket gereği buna uygun şekilde çözüm üretirsin. (Zaten önceden düşünmüş olmanız da gerekirdi) Vay sen nasıl söylemezsin falan deyip, beceriksizliği kapatmak için arkasından Marş söyleyip, düşmanlaştırmazsın. Bu kendi sanatçınıza yapılsa şimdi yıkmıştınız ortalığı. Denize atacak bir Yunan arardınız. Hamasetten ve ucuz söylemlerden yoruldu artık bu ülke gerçekten."
Gazeteci Zeynep Erdim de Tepkisini Şu Sözlerle Paylaştı:
"Sizin adınıza utandım. Dostluk, eşitlik ve nezaket için iki ülkenin bayrağını birlikte görmeye bile tahammülünüz yok. Üstelik belediye binanız Sakız'a bakıyor. Böyle ucuz sloganlar için oy vermedik biz size."
Çıray kendisine gönderilen notu paylaştı: ‘Popülist söylemlerin en sorumsuz örneği’
Uzun yıllar CHP ve İYİ Parti’den İzmir Milletvekilliği yapan Aytun Çıray, yaşananlarla ilgili kendisine ‘içeriden’ gönderilen notu paylaştı.
Çıray’ın Paylaştığı Not Şöyle:
"Despina Vandi’nin aşağıda anlatacağım gerekçelerle konsere çıkmayacağı kesin olarak ifade edilmişti. Berna Laçin olası tepkiyi yumuşatarak, seyircileri hamaset çukuruna düşürmeden bir başka tür coşkuya taşıma becerisini gösterdi. İlgiyi TEV Gönüllüleri Kadın Korosu‘na yöneltmeyi profesyonelce başarmış, muhtemel aşırılıkları sönümlen(dir)mişti.
Derken; yaşananlar hakkında yeterli malumatı bulunmayan Lal Denizli hırsla mikrofonu eline aldı. Emin Oktay tarihinden bir alıntıyla bir şeyler söyledikten sonra Despina Vandi’ye yönelik o çok talihsiz ‘Bu beldeyi terk et’ ifadesini haykırarak, popülist söylemlerin en sorumsuz örneğini vermeyi marifet bildi.
Onu izleyen makul insanların tamamı, Büyükşehir yüksek Bürokratları da dahil, avurtlarını şişire şişire yaptığı konuşmayı üzülerek ve olumlamadan izledi.
Pontuslu Rum bir aileden gelen Despina bu olaylar öncesinde, sahne dekorunda bayrak ve Atatürk’ü dengeleyici bir Yunan figürü olmasını istiyordu. Aksi halde Yunanistan’da oluşacak tepkiler nedeniyle profesyonel kariyerinin zedelenmenin ötesinde tamamen bitebileceğini ve mevcut kontratlarının muhtemelen bir gün içinde iptal edileceğini ifade etmişti.
‘TEV Yönetimi Yunan Bayrakları Satın Alıp Getirdi’
TEV yönetimi krizi aşmak için çözüm aradı. Kemeraltı’dan hemen Yunan bayrakları satın alınıp getirildi. Ancak yabancı bayrak kullanımının kaymakamlık iznine bağlı olacağı belediye yetkilileri tarafından belirtildi. Başa dönersek, artık konser saati gelmiş süreç başlamıştı. Tabii ki ne Atatürk ne Türk bayrağı sahneden asla indirilemezdi. Burada ihmal ilk başlangıçta sahne düzenini organize eden yönetimden başlıyor. Açıkça Yürütme kurulu üyeleri, bizler gibi haricen destek olanlar da bu eksikliği öngörmedik. Henüz seyirciler gelmeden müdahale etmek mümkündü. Problemin oluşabileceğini tahmin edilmeliydi. Şükür ki Lal Denizli’nin provokasyona varan tahrikleri seyircide, heyecanlandırmış olsa da, kalıcı etki bırakmadı. Tabii ki kızgınlardı. Atatürk posterinin indirilme talebi onları da tepkilendirmişti. Öfkeyle marşlar söylendi. Bilinçli kalabalık nerede duracağını biliyordu. Birlikte coşkuyla söylenen birkaç marş sonrasında gece tamamlandı.”
Çetrefilli değil bile isteye, bir sanatçının üstelik de yardım konserine davet edilmiş bir insanın hakkının yenmesi, düşmanlaştırılması söz konusu edilir. Al takke ver külah ol sahneyi bir miting alanı kılıp, haklı bir endişeyi, içeride çözülebilecek bir sorunu alenen, tastamam bambaşka bir boyuta taşıyarak nefreti cisimleştiren “laldenizli” nam zatın var ettikleri sonrasında Canan Yıldız’a söyledikleri zaten başlı başına fecaatin hangi alanına duhul ettiğimizi de bildirir, bu mudur! “Ben hanımefendinin şahsını hedef alıyorum. O yüzden konuşmamda özellikle Yunan generallerin ayağının altına Türk bayrağı serildiğinde Atatürk'ün ayaklarının altına Yunan bayrakları serildiğinde Atatürk "Hiçbir milletin bayrağı ayaklar altına alınamayacak kadar kıymetlidir" demiştir diyorum. Bu nasıl dostluğa nasıl zarar veriyor. Ebedi kardeşlik ve dostluğa inanan bir liderin evlatlarıyız dediğimde hangisi nefret söylemini söylemiş oluyorum! Hiçbir şekilde dostluk anlayışına zarar verecek tek bir ibare olduğunu düşünmüyorum. Ben hanımefendi şehri terk etsin diyorum. Ben bir kişiyi hedef alacağım zaman onun milletine, dinine, inancına göre değil bize yaşattığı toplumsal olarak hissiyata göre hareket etmek zorundayım.”
Hamaset ve bariz kasıtlı yorumların ardılı çıkagelen ol linç pratiği İzmir’in 6-7 Eylül’üne, Kıbrıs’ı tastamam tarumar eden harekatın ellinci yılına birer göndermeyi de barındırmıyor mudur? Kimlerden necilerden olduğuna bakamadan direkt ortaya çıkan garabetliği hedefe aldığını bildiren o belediye başkanı zatın savura geldiği tükürükler saçarak imal ettiği kini ve hiddeti ne nasıl kim, kimler sönümlendirecektir! Birbirini takip eden linç sarmallarının imal edilmesinden, arkasından çıkagelen yıkıcılıktan buralarda kalakala üç bini aşmayan bir Rum nüfusu tehdide varan kör sarmal o hayatın ehven olandan alıkonulması değilse nedir ki?
Birbiri sıra pek çok örnek ilave edilebilir, daha yakın ve sayılı günler öncesinde ismi ciddi ciddi lazım değil bir eski belediye başkanının bugünün ülkesinde milyonlarca Ermeni, Rum ve Yahudi var sayıklaması halinden, devletin ezberlerine tutunarak Alevileri kötüleme yolunu tercih edenlere yeni yollar direktifler açılması. Bir barış menzili, sulhun yanında insanların medeniyetlerine beşiklik edildiği zikredilen bir sahnenin her gününün bir başka acayipliğe rehin edilmesinin utancı her ne yana düşer. Her şey tastamam tarumar edilirken, yarını daha da karanlık kılmak için bütün bu çabalar her neyi var eder. Düşman arama, düşman yaratma, eksiksiz bir kin ve nefrete arka çıkma hallerinden bir yarın, tek bir iyi gün söz konusu edilebilir mi? Bütünüyle sorular birikiyor. Mamafih hiç ama hiçbir biçimde bunca açık nobran bir yıkıma esaret sorgulanmıyor. Kesintisiz kılınan kötülüğün, punt bulundu mu yapıştırılan şablon ve tehdit cümlelerinin birbirinden betere olagelen her durumda kurtarıcı sanılan cümlelerin hayatta bir karşılığı kalmıyor. Bırakılmıyor. Genel geçer değil doğrudan çürüyen, aralıksız yiten, yutan ve ezen bir sahne, her günü simsiyah, her yeri kapkaranlık. Ne mutlu mu hala, çıktık açık alınla mı hala, bayrak inmez, vatan bölünmez mi hala, öyle mi sanıyorsunuz. Bunca keskin yıkım, böylesine açık ve noksansız bir cerahat elinde, dün lal denizli yarın bir başkası sayesinde kötülük kök salıyor. O ırkçılık, bu kindarlık, şu nefret en çok da Türk’e bir vatan geriye bırakmıyor, anlaşılıyor mu... anlatabiliyor muyuz? Nefret bir yurdu kuşatırken, olan biteni görüyor musunuz, sahiden?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: The Audience – Havy KAHRAMAN – Vielmetter Los Angeles
Meramda Paylaşılan Haber
Çeşme’deki Bayrak Krizinde Lal Denizli’ye Tepki - Kısa Dalga
#söz hakkı#meram#yara#arzihal#hayat#ırkçılık#nefret söylemi#rum#türk#geleceksizlik#siyasa#madun siyaset#pragmatizm#ayrımcılık#kör karanlık#demokrasi#ide#fikriyat#hakkaniyet#yüzleşme#azınlıklar#yol nereye?#cerahat sarmalı#kötülük#normatif#normal neydi#yıkıcılık#yeni türkiye#başka bir hayat#barışa ne oldu?
0 notes