#psikolojik savaş
Explore tagged Tumblr posts
Text
İran Savunma Bakanı'ndan THAAD Açıklaması
İran Savunma Bakanı Aziz Nasırzade, başkent Tahran’da düzenlenen kabine toplantısının ardından basın mensuplarına önemli açıklamalarda bulundu. Özellikle ABD’nin İsrail’e yönelik THAAD (Terminal High Altitude Area Defense) sistemlerini konuşlandırması konusuna dikkat çekti. Nasırzade, bu sistemlerin daha önce de İsrail’de bulunduğunu vurgulayarak, “THAAD, balistik füzelere karşı bir savunma…
0 notes
Text
yaz gelince dönüştüğüm kişi
#Allah'ım başörtülü kullarına sabır ver#nemden bozulan cilt de ayrı bir psikolojik savaş resmen#belleepoque7
9 notes
·
View notes
Text
HEPİNİZ KATİLSİNİZ!
AMA DAHASI VAR!
NARİN CİNAYETİ UMURLARINDA BİLE DEĞİL.
TEK HEDEF; TÜRKİYE VE İSLAM'LA SAVAŞ!
O CEPHE BİRLEŞTİ, HEPİMİZ ZEHİRLENDİK!
1- Muhtar olan Amca Salim Güran, sekiz yaşındaki Narin’i vahşi biçimde öldürüyor.
2- Neden? Narin, amcası ile annesinin yaptıklarına tesadüfen tanık olduğu için.
3- Sonra çocuğu öldürüyorlar. Hep birlikte bir çuvala koyup dereye gömüyorlar.
4- Amca katil, anne katil, cesedi dereye atanlar hep birlikte katil.
5- Olayı akrabalar biliyor, bütün köy biliyor. Güvenlik birimleri günlerce çocuğun cesedini arıyor. Ama kimse bilgi vermiyor. Çünkü devleti, güvenlik birimlerini cesedin bulunmaması için oyalıyorlar.
Olayı gizleyenler cinayet ortağı, katillerle ortak.
İş burada bitmiyor:
6- PKK/HDP (DEM) üyeleri bu aşağılık cinayeti siyasi amaçla kullanıyor. Gösteriler yapıyor, buradan devlet düşmanlığı, Türkiye düşmanlığı çıkarmaya çalışıyor. Bir ahlaksızlık, bir cinayet Türkiye ile savaşa dönüştürülüyor.
7- Sonra iş, bütün Türkiye’de, Kur’an kursu üzerinden İslam’la Savaş cephesine dönüştürülüyor. PKK/DEM mensupları da, bu iş üzerinden İslam’la savaş fırtınaları estirenler de katil!
8- Sonra bir bakıyorsunuz, Narin’in ağabeyi dahil, bütün aile PKK’lı! Cinayete ortak olanlar PKK'lı. İş burada da bitmiyor.
9- Bir ahlaksız ilişki üzerinden, bir vahşi cinayet üzerinden nasıl bir kurgu planlanmışsa, Türkiye rehin alınıyor. Günlerdir bütün ülke Narin konuşuyor, canlı yayınlar, kriz yayınları yapılıyor.
10- Sonuç itibariyle hepsi PKK için gündem oluşturmuş oluyor! Muhtar amcanın gizli ilişkisi, muhtar amca ve ortaklarının vahşi cinayeti ile PKK terörü birleşiyor.
11- Ve hepimizi bir psikolojik operasyona maruz bırakılıyoruz. Türkiye batmış, bitmiş, her şey kötü, devlet ve millet çökmüş psikolojisi inanılmaz bir incelikle işleniyor. Bütün ülkeye zehir saçılıyor!
12- Zavallı bir çocuk üzerinden bir PKK ahlaksızlığı, bir PKK cinayeti, bir PKK kurgusu ve bunu birilerinden intikam almak için alkışlayan aptallar sürüsü...
13- Evet, PKK bir çocuk daha öldürmüş oluyor! Hepimiz zehirlendiğimizle ortada kalıyoruz!
14- Bütün senaryolarda tek bir hedef vardır; Türkiye ile, İslam'la hesaplaşmak. Ahlaksızlık, çocuk cinayeti umurlarında bile değil. Bu olayda bile tek bir cephe oldular. Bu senaryoyu bozalım...
İbrahim Karagül
10 notes
·
View notes
Text
UNRWA: Gazze'deki durum tarif edilemez
BM Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı (UNRWA), Gazze'deki yıkımın tarif edilemez olduğunu ve bu şeritteki binaların yarısının yıkıldığını duyurdu.
İRNA haber ajansının bildirdiğine göre BM Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı (UNRWA) dün Gazze Şeridi'ndeki enkazı kaldırmanın yıllarca süreceğini, savaşın yarattığı psikolojik travmayı atlatmanın da uzun yıllar alabileceğini bildirdi.
BM Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı Filistinlilerin bu acısının sona ermesi gerektiğini vurguladı.
Siyonist rejimin Gazze Şeridi'ne yönelik saldırılarının başlamasından bu yana 248 gün sonuçsuz ve başarısız geçerken, bu rejim giderek daha fazla iç ve dış krize batıyor.
Bu dönemde Siyonist rejim bu bölgede katliamlar, yıkımlar, savaş suçları, uluslararası hukuk ihlalleri, yardım kuruluşlarının bombalanması ve kıtlıktan başka bir şey başaramadı.
9 notes
·
View notes
Text
Üzerinden zaman geçmiş bir anım ancak şu an kelimeleri toparlayıp anlatabiliyorum. Kendimi psikolojik olarak çok kötü hissettiğim bir dönemdi. Anksiyete (sosyal fobi) teşhisimi yeni almıştım. Gerçi ben oldum olası biliyordum da doktora gidemiyordum bir türlü. Bazen okula hiç gidesim gelmiyordu. Kalabalık basıyordu. Hele hele mesleki beceri derslerinde. Çünkü onlarda sadece ders dinlemekle kalmıyorduk, uygulama yapmamız da gerekiyordu. Ben o gün gerginlikten okula bile gidememiştim, gün boyu hocanın sorabileceği yerlere çalışmıştım. Sonra okula gittim. Benim adım listenin sonlarına doğruydu. Hocamız da hem öğrencilere fazlasıyla yardımcı oluyordu ve ayrıca komikti de. O ders benim en çok eğlendiğim ve de öğrendiğim derslerdendi. Sıra bana gelince kalktım ve hocamın sorduğu iki soruyu da bildim. Hocam aferin dedi bana. Ama ne bileyim benim için o aferin bir aferinden fazlaydı işte. Çok ihtiyacım varmış ona hocam söyleyince anladım. Sonra üzerinden birkaç hafta geçtikten sonra bir haber aldık. Hocamız eşi ve çocuklarıyla birlikte annesini ziyaretten dönerken önündeki otobüs devrilmiş. Hocamız otobüsün devrildiğini görünce, arabasını sağa çekip devrilen otobüse fırlamış. O otobüsün içinde yaralılara yardım ederken, tam o sırada posta kamyonu devrilmiş otobüse arkadan çarpmış ve bu kaza sonucu hocamız hayatını kaybetmiş. Bu haber bizi çok etkiledi. Sadece beni değil başta dersine giren, sonrasında girmeyen bütün fakülte öğrencilerini. Arkadaşlarımla beraber son görevimizi yapıp anma törenine gittik. Ailemle beraber çocukken gittiklerim dışında yetişkin hayatımda gittiğim ilk taziye töreniydi. Bir insanın ölümünden sonra arkasından bu kadar güzel konuşulması çok güzel bir şeymiş ben o zaman anladım. Ve kendime bir söz verdim ardından bu şekilde söz edilecek bir hayat sürecektim. Başta iyi bir insan sonra, iyi bir hekim (belki de ek olarak öğretim üyesi) olacaktım.
Ömrümün sonuna kadar unutmayacağım sizi.
Mekânınız cennet olsun Savaş Hocam💙
15 notes
·
View notes
Text
Sabahtan beri çok agresiftim. Hayata karşı negatiflik vardı üzerimde, hiç keyfim yoktu. Uzun yıllar tek yaşayan birisi olduğum için özel alanım kalmadı. 1 aydır annemle babam bende kalıyor. Her şeye müsamaha göstermekten inanılmaz yoruldum. Haftasonu Ş ile birlikte abimin yanına gittik tanışmaya. 3 gün aynı ilde idik. İlk gün görüştük, 2. Gün görüşmedik abimle. 3. Gün de Şye kahvaltıya gidelim dedim. 2 kere söyledim bunu oralı olmadı. Sonra ben de tamam sen bilirsin dedim. Annemle babam bir sürü laf etti. Benim de ister istemez moralim bozuldu ve Şye söyledim. Tartıştık 2 3 saat. Sonra barıştık. Eve geldim, bugün de babamla tartıştık. Sebebi de Ş. Sürekli eleştiriyor, yargılıyor. Tam bir ruh hastası gibi davranıyor. Öyle de zaten. Bu konudan çok bunaldım, çenesini kapatmasını söyledim. Yarıyolda bırakıp gittim. Eve gidip kavgayı büyütüp evlerine gitmelerini söyleyecektim. Şimdi bir parkta tek başıma göz pınarımda düşmeyen gözyaşı ile oturuyorum. Hiç çalışmayıp ev hanımı olduğumu hayal ettim bir an. Kendi rutinimde, kendi tempomda. Bilmiyorum ne kadar süre yapabilirdim. İnanılmaz yorgunum. Mental olarak sürekli bir tartışma ve savaş halindeyim. Kimseye derdimi anlatamıyorum. Psikolojik destek almayı düşünüyorum o kadar özel alanım yok ki nerede konuşacağım evde bilmiyorum. Kendi evliliği çok başarılı olmuş gibi sürekli benim ilişkim ile ilgili yorum yapıyor babam. Bir hastalığı var mı? Hastalığı varsa olmaz diyor. Çok komik değil mi? 30uma 2 yıl kalmış bir kadın olarak babamı bu konuda ikna etmemi bekliyor. Ne acı. Asıl ruh hastasının kendisinin olduğunu bilmiyor, sürekli gelecekten korkuyor. Başına bir şey gelir korkusu var. Dahası bunu bana empoze etmeye çalışıyor. Bu hep böyle oldu, yıllarca sürdü. Hayata karşı korkarak yetiştirdi. Şimdi gelmiş evlilik ile ilgili tavsiyeler veriyor. Ben yıllarca annemle babam boşansın diye dua ettim. Anneme sorsan da bizim için boşanmamış. Benim öyle bir talebim olmadı ki? Kendi düzenim bozulmasın, elalem ne der diye boşanmadı. Başka bir sebebi yok. Her gün evde kavga gürültü, küfür kıyamet. Birbirlerine karşı bizi şahit gösteriyorlardı. Geçen anneme bunları unutmadığımı söyledim. Hemen demagoji yapmaya başladı.
Aile sadece uzaktayken güzel. Bu hep böyle olmuştur. Benim ailemse? Varlığında da yokluğunda da hep dert oldu.
#günlük#sosyal stres#yalnızlık#ağlamayacağım#sevgili günlük#şişmanlık#ağlamak#anksiyete#tek başıma#yazılarım#aileterapisi#ailem#aile sorunları#major depresyon#depresif#depresyon
14 notes
·
View notes
Text
Ruhların Savaşını Anlamak, Hoşlanmamanın Derin Anlamı
Günümüzde insanlar arasında yalnızca fikir ayrılıkları, kültürel farklılıklar veya sosyal pozisyon farkları değil, aynı zamanda daha derin, daha görünmeyen bir şey var: ruhlar arasındaki çekişme. Birçok kişi, karşısındaki insandan sebepsiz yere hoşlanmaz. Bu durum bazen anlaşılmaz olabilir. Hangi somut nedenden dolayı bu antipati doğuyor? Ya da bir insanın bir başkasına duyduğu kin ya da rahatsızlık, tam olarak hangi koşullardan kaynaklanıyor? Cevap belki de şu cümlede gizli: Bazı insanlar sizden hiç hoşlanmayacak çünkü sizin ruhunuz onların şeytanlarını rahatsız eder.
Bu derinlikli bakış açısı, günümüz dünyasında karşımıza çıkan çok sayıda anlaşmazlığın arkasındaki gerçekleri biraz daha netleştiriyor. "Ruhsal çatışma" tabiri, ilk bakışta ezoterik ya da spiritüel bir dil gibi gelebilir, fakat aslında bu, oldukça somut bir durumu anlatır. İnsanlar birbirini sadece düşünceleri, davranışları ya da dışsal özellikleriyle değil, aynı zamanda bilinçaltlarında var olan bir dizi duygusal ve psikolojik motivasyonla da algılarlar. Bazı insanların varlığı, başka birinin içindeki korku, öfke ya da rahatsızlık gibi "gizli şeytanları" tetikleyebilir. Bu, tam olarak bir kimyanın uyuşmamasıdır; birinin enerjisi, diğerinin karanlık tarafını uyandırır.
Her birey, çevresindeki dünyayı farklı bir şekilde algılar ve ona tepki verir. İnsanın kendisini keşfetmesi ve kabullenmesi süreci, bazen başkalarına duyduğu rahatsızlıkla da şekillenir. Bazen, karşınızdaki kişi yalnızca kendi karanlık yönlerini yansıtır. O anda, o kişinin varlığı, bilinçaltınızda var olan korkuları, kaygıları ya da geçmişin izlerini harekete geçirir. Bu tür anlarda, kimseye doğrudan zarar vermeden, sadece varlığıyla, bir tür içsel savaş başlatabilir.
Toplumsal ilişkilerde, bu tür ruhsal rahatsızlıklar genellikle görünmez. İnsanlar genellikle bunu kişisel bir mesele olarak değerlendirir, oysa ki bu, bir çeşit "enerji çatışması"dır. Örneğin, çok pozitif, kararlı ve enerjik bir insan, bazen daha içe kapanık ve güvensiz bir kişiyi rahatsız edebilir. Zira o kişinin içindeki güvensizlik, o enerjiyi bir tehdit olarak algılayabilir. Öte yandan, her türlü manipülasyondan kaçınan ve sade bir yaşam süren biri, başkalarının karmaşık ve sürekli değişen tutumları karşısında huzursuz olabilir.
Modern toplumda bu tür ruhsal çatışmalar giderek daha belirgin hale geliyor. İnsanlar, birbirlerinden farklı olmanın, aslında ne kadar zorlayıcı bir şey olduğunu keşfetmeye başlıyorlar. İçsel huzur ve denge arayışında olan biri, genellikle dış dünyadan sürekli bir baskı hisseder. Bu durum, insanların başkalarına duyduğu rahatsızlıkları, önyargıları ve bazen hoşlanmamayı derinleştirir. Hangi sebeple olursa olsun, bazen birinin varlığı, bir başkasını hem çekebilir hem de tedirgin edebilir.
Kendimizi başkalarına göre değerlendirdiğimizde, çoğu zaman bu hoşlanmama duygusunun, daha önce bahsedilen "ruhlar arasındaki savaş"tan kaynaklandığını unuturuz. Bu, bir bakıma herkesin kendi içsel yüzleşmesini gerçekleştirmesi gereken bir süreçtir. Kendi karanlık taraflarımızla yüzleşmek, bazen en sevdiğimiz insanlardan bile kaçmamıza yol açabilir. Bunu kabul etmek zordur, çünkü kültürel normlar genellikle "herkesle dost olma" ya da "güzel geçinme" gibi idealler üzerine kurulur.
Ancak, bu hoşgörü beklentisinin karşılanmadığı noktada, insanın ruhsal sağlığı ön plana çıkmalıdır. Hoşlanmadığınız birinin varlığı, belki de sizin için bir fırsattır. Birinin içsel şeytanları, sizin aydınlanmanız için birer yansıma olabilir. Bu noktada önemli olan, bu tür olguları kişisel bir saldırı olarak değil, kendi iç yolculuğumuzun bir parçası olarak görmek, bu çatışmalarla yüzleşmek ve büyümek olacaktır.
Bazen birinin size hoşlanmaması, sizin değerinizin bir göstergesi değildir. Belki de o insanın içinde çözülmemiş bir çatışma vardır, ya da belki de ruhsal bir sınavdan geçiyorsunuzdur. Hoşlanmama duygusunu anlamak, birinin size neden "hoş" gelmediği üzerine düşünmek, toplumsal barışın ve bireysel huzurun anahtarıdır. Herkesin ruhu, bir başkasının şeytanlarını rahatsız etmeyebilir. Ancak, her karşılaşma, kendimizi anlamamız için bir fırsattır.
Ve belki de en sonunda anlamamız gereken şey şudur: Herkesin ruhu, sadece kendi içindeki savaşları kazanabilmek için bir yolculuğa çıkmıştır.
#istanbul#iyiniyet#istanbuldayasam#türkiye#kıbrıs#insan#iş#artists on tumblr#hayat#writers on tumblr#tumblr yazarları#tumblog#tumblelog#tumblr girls#blog yazısı#blog yazarı#blog help#blooger#ask blog#girl blogger#blog#gününsözü#instagram#içeriküretimi#içerik stratejisi#günün notu#günün yazısı#günün sözü#sonbahar#Halimecan
5 notes
·
View notes
Text
Bırakılan İsrailli esirden KASSAMA mektup:
"Sonsuza dek size karşı minnettarlığın esiri olacağım"
İşte mektubun tamamı:
Son birkaç haftadır bana eşlik eden generallere...
Yarın yollarımız ayrılacak gibi görünüyor ama size tüm kalbimle teşekkür ediyorum. Kızım Emilia'ya gösterdiğiniz olağanüstü insaniyet için minnettarım. Siz onun ebeveyni gibiydiniz. Onu istediği zaman odanıza davet ediyordunuz. (Emilia) Hepinizin sadece arkadaş değil, aynı zamanda gerçek, iyi kalpli sevilen kişiler olduğunuzu hissetti. Teşekkür ederim, teşekkür ederim. Onunla geçirdiğiniz saatler için teşekkür ederim.
Ona karşı sabırlı olduğunuz ve onu tatlılarla, meyvelerle şımarttığınız için teşekkür ederim.
Çocuklar savaş bölgelerinde olmamalı ama sizin sayenizde ve yol boyunca tanıştığımız diğer nazik insanlar sayesinde kızım kendini Gazze'de kraliçe olarak gördü. Bize nezaket, özen ve sevgiyle davranmayan tek bir kişiye bile rastlamadık.
Sonsuza dek size karşı minnettarlığın esiri olacağım çünkü kızım buradan kalıcı bir psikolojik travmayla ayrılmadı. İçinde bulunduğunuz zor duruma ve Gazze'de uğradığınız ağır kayıplara rağmen gösterdiğiniz nazik davranışı hatırlayacağım. Hepinize ve ailelerinize sağlık ve sevgi diliyorum. Çok teşekkür ederim.
Danielle ve Emilia
Not: Rica ediyorum bu mektubu paylaşın bütün dünya okusun ve Gazzeye destek olsun.
11 notes
·
View notes
Text
“Bir hamamböceği öldürürsen kahraman, bir kelebeği öldürürsen şeytansın. Ahlakın estetik standartları vardır. -Friedrich Wilhelm Nietzsche-
İyinin ve kötünün ötesinde “ böyle buyurdu Nietzsche…karşıma sosyal medyada sürekli şu söz çıkıyor. " yanlış düşünebilirsin, yanlış anlayabilirsin ama yanlış hissedemezsin." hadi canımmm!! kim demiş? öyle de bir hissedersin ki, iliklerine kadar hem de. yanlış hissetmek diye bir şey olmasa kimse kimseyi aldatamaz ya da kandıramazdı. bakın nietzsche ne diyor. " " duygularınıza güvenin!!!" ama duygular sonuç ya da başlangıç değildir. duyguların arkasında eğilimler, isteksizlik gibi bize miras kalan yargılar ve değerlendirmeler bulunur. bir duygunun verdiği ilham bir yargının - ama genellikle yanlış bir yargının- torunudur ve hiçbir şekilde sizin kendi çocuğunuz değildir. kişinin duygularına güvenmesi, içimizdeki mantık ve deneyim olan tanrılar yerine, büyükbabası ile büyükannesine ve onların büyük anne ve babalarına itaat etmesi demektir." duygular değişir ve hisler yanılabilir. duygularınıza ve hislerinize fazla güvenmeyin... ***tinsel insanlar, ama içlerinden en yüreklileri, çoğun en acılı trajedileri de yaşarlar: işte tam da bu yüzden saygı duyarlar yaşama, onların karşısına en büyük muhalefetiyle çıktığı için.- putların alacakaranlığı *** kendi omzuna tirman, başka türlü nasıl yukselebilirsin ki?*** “ben bana gerçekten yoldaşlık etmeksizin yalnızlığımı çalanlardan nefret ederim.”***“mükemmel hale gelen, olgunlaşan her şey ölmek ister. olgunlaşmamış her şey yaşamak ister. bütün acı çekenler yaşamak ister, böylece belki olgun, neşeli ve arzulu olabilirler." acı varsa, kuvvetli bir istek vardır. o halde kendine şu soruyu sor: isteğime ulaşmak için bu acıyı çekmek zorunda mıyım?***uçmayı öğretemediklerine çabuk düşmeyi öğret."Geleneksel din, ahlak ve felsefe anlayışlarını kendine özgü yoğun ve çarpıcı bir dille eleştiren en etkili çağdaş felsefecilerden olan Nietzsche Abimizin bir çok kitabını portalımda yaZdım…
"İnsan çok yönlü, yalancı, yapay ve şeffaf olmayan bir hayvandır." Aslında bu yoktu, aklımda Nietzsche hakkında yazmak yoktu ama şu son cümleden sonra dayanamadım! Kendi tabiriyle iyinin ve kötünün ötesinde onca şey söylemişken, söylediklerine "Ah, nesiniz ki siz, benim yazılı ve çizili düşüncelerim." dedi... Haklı sadece düşünmüş :))) Nasıl da kendiyle savaş halinde sürekli ama... Kendi beynini yaktığı yetmiyor bizimkine musallat oluyor bir de....:) Bir konuda anlaşamıyoruz o da okurken kriz geçirmeme sebep oluyor, kadınlara olan zaafı... Her kitabında bir şekilde nefret kusmayı başarıyor... Bu onun tamamlanmamış psikolojik evrimiyle alakalı bir sorun sanırım. Kitabın sonuna gelince kendisini otomatik olarak affedebiliyorum... Çünkü bir konuyu anlamazsınız kendi kendinizi yersiniz böyle sonra yakın bir arkadaşınız vardır size bıkmadan tekrar tekrar anlatır siz ısrarla üffff benlik değil yapamıyorum işte dersiniz ama bir süre sonra olayı çözmüşsünüzdür ha işte tam öyle bir his Nietzsche'nin kitaplarını okumak... Bize ne olduğumuzu anlatıyor... Yaşarken insanın tür olarak nasıl bir varlık olduğunu tüm evrene naptığını ve ne yapacağını, aslında her şeyi kendi çıkarına yapan insanın hayvanlaşan bir varlığa dönüştüğünü insan olarak buna dahil olduğu için kendiyle de kavga ederek anlatıyor. Çok garip tespitleri var, yargılıyorum, düşünüyorum gene hak veriyorum. Bir süre sonra garip gerçekten onunla mücadele etmek...Böyle sürekli tatlı tatlı şeyler yerken arada mevsiminde gelen ekşi erik gibi tuzla birlikte özlediğim garip bir damak zevki onu okumak... Kişi yaşadığı çağda dünyasını paylaşacak insan, kendi kafa yapısında birini bulamazsa o zaman dünyasını paylaşacağı insanları geçmişin eserlerinde arar, bulur, çıkarır ortaya. Bu yüzden bir insanı mı tanımak istiyorsunuz? Neler okuduğuna bakın, yakınlarına değil çevresine karşı davranışlarına bakın. Bazen bu arayış yüzyıllar ötesine kadar uzanır. Böylece kişi, varlığını dünyaya bağlayacak bağları, hangi yoldan gitmek istediğini bir dereceye kadar bulmuş olur. Bütün bu eserler bizi heyecanlandırır ve mutlu eder ancak bir yere kadar… Nietzsche, Pessoa, Sartre ve Camus’ u kendime aşırı yakın gördüğüm doğrudur. Bu mükemmel insanların ellerinden çıkan her eseri incelemek, okumak bana aşırı zevk veren ve heyecanlandıran bir şey. Kafamda ve kalbimde neler varsa hepsinin bu yazarların eserlerinde toplanmış gibi… Nietzsche profesörlüğü sırasında klasik filoloji çalışmalarından uzaklaştı ve felsefeyle uğraşmaya başladı. geleneksel din, ahlak ve felsefe anlayışlarını kendine özgü, yoğun ve çarpıcı bir dille eleştiren en etkili çağdaş felsefecilerdendir. Toplumca doğru kabul edilen çoğu şeyin yanlış olduğunu çünkü toplumun düşünme kapasitesinin düşük, muhakeme gücünün az olduğunu, çoğu kişinin sürü psikolojisi ile hayatlarında tercih yapıp savrulduğunu çok iyi biliyordu ve her eserinde kendine öz düşünceleri ile destekliyordu. Ebediyen emzirilmek sadece bebeğin arzusudur nasıl olsa :) “Böyle Buyurdu Zerdüşt” kitabının can yayınlarında olan baskılarının kapağında; “Herkes ve hiç kimse için bir kitap” yazmasında anlatılmak istenen şey de; Herkes okur ama kimse anlayamazdı
10 notes
·
View notes
Text
24/5 MART PSYCHONAUT 4 KONSERİ (IF BEŞİKTAŞ)
Yerde ayaklarımı uzatmış, sırtımı kanepenin ayaklarına yaslamış oturuyorum. Sağımda içi ağzına kadar dolu küllük, kenarından sarkan, sönmeye yüz tutmuş bir sigara. Solumda neredeyse bitmiş büyük bir şişe rakı (Bardak yok..) Önümdeki “Tv” ekranında “Loop”a alınmış, sürekli dönen “Lethargic Dialogue” klibi. Bir rakıya, bir sigaraya, arada bir de ekrana bakıyorum. Videonun başında elde dönen çakmak gibi başım dönüyor. Depresif düşünceler, bitik bir karaciğer, antidepresanlar, anksiyeteler, ilaçlar, mahvolmuş bir hayat, “Psychonaut 4”… 2015’te keşfettiğim “P4” (böyle deyince aklıma bir “DSBM” grubundan ziyade evdeki “Play Station 4 Pro” geliyor ama kısaltma işte.) “Youtube”da gördüğüm günden beri dinlemeye asla ara vermediğim bir “DSBM” grubu. “P4” Yukarıda anlattığım hikaye ve binlercesi gibi bir çok zor anımda bana arkadaşlık etti. Konsere geçmeden önce nedir bu “DSBM” sadece biraz sert müzikle harmanlanmış, üzgün ergen intihar girişimlerimi, yoksa fazlası mı? Biraz bunlara bakalım.
“Depressive Suicidal Black Metal” 90’ların başında “Burzum” etkisiyle yeni şekillere bürünen Black Metal’in belki de en uç türlerinden biri. Ben şahsen tek albüm çıkarabilmiş olan “Silencer” grubu ve psikolojik vakaların en berbat donanımlarına sahip hasta ruhlu solistleri “Nattramn” ile “DSBM”le tanıştım. Bu müzikte, gruplarında, solistlerinde öyle hikayeler, öyle hezeyanlar var ki değme korku filmi senaryolarına taş çıkartır. Özellikle “Nattramn”ı hafif bir “google”larsanız ne demek istediğimi daha iyi anlayabilirsiniz. Bu tarz hikayeler okuyup birde bunlarla aşırı bağdaşan müziklerini dinlediğinizde, eğer sizde hafif, orta, şiddetli depresyon dönemleri geçirdiyseniz kendinizi bu işe fazlasıyla kaptırıyorsunuz. “Shining” “Lifelover” “Nocturnal Depression” “Apati” “Xasthur” “Happy Days” “Coldworld” “Thy Light” ve sayamayacağım diğerleri öyle gruplar ki, bunları acının müzikte şekil bulmuş halleri olarak yorumlayabilirim. Histeri krizleri yaşayan vokaller, hezeyan tarayan gitarlar, şarkıların arasındaki durulma bölümlerinde giren ilginç enstrümanlar, (Black metalde saksafon olur mu demeyin oluyor, güzelde oluyor.) zil kullanımı yüksek atmosferik davullar ve bazen şarkı aralarında, başında ya da sonunda giren diyalog bölümleri. Anlatılar, bozuk radyo konuşmaları, çocuk koroları, şarkıları…
“P4” yukarıda saydıklarımı ve daha fazlasını icra eden bir grup. Artık üretim yapamayan “Silencer” (Nattramn’ın akıl hastanesi projelerini saymazsak.) ve “Lifelover”ın (Aşırı doz kullanımı sonrası ölen gitaristleri sebebiyle grup dağıldı.) yeri dolamayacak olsa da, “P4” bu tarzın ciddi bir takipçisi oldu ve bayrağı onlardan devraldı diyebilirim. (Saydığım iki grubunda önemli şarkıları “P4” tarafından son albümlerinde coverlandı.) Dinlemesi zor bir tarz olan, abilerimiz, ablalarımızın, genel metal müzik dinleyicisinin dahi çok anlamlandıramadığı “DSBM” hala kısıtlı bir kesim tarafından bağra basılsa da, yaşamak zorunda olduğumuz çağ gereği giderek daha fazla takipçi kazanan bir akım. Konser açıklandığında üzülsem mi sevinsem mi bilemedim, müthiş bir şaşkınlık yaşadım. Uzun zamandır dinlediğim bir grubu sahnede izleyecek olmak sevinç vericiydi fakat diğer yandan geçirdiğim zor zamanları hatırlamak ve o günlere geri dönmek acı verici olabiliyordu. Tamda böyle duygularla gittim konsere. İki arada bir derede… “DSBM” ve “sevinç” kavramları birbiriyle çok bağdaşmıyor zannedebilirsiniz fakat size şunu söyleyebilirim ki benim nazarımda “DSBM”in yalnızlık, ölüm, intihar güzellemesi, aşırı doz, kendine zarar verme, alkolizm, vs. temaları yanı sıra, insana destek olan, hayata devam etmesini sağlayan, “güç” veren bir tarafı da var.
Zor, katlanılamaz dönemler geçirdiğimde kendi kendime yıllar içerisinde geliştirdiğim belki hastalıklı sayılabilecek bir yöntemim var. Bu dönemlerde genellikle depresif şeyler okumak, izlemek ve dinlemeye meyilli olurum. Holokost filmleri, savaş anıları, özellikle Doom/Black metal müzikleri bana yardımcı olur. Dünyada, senin o an yaşadığın acıdan daha büyük dramların olması, senden çok daha zor durumda kalan insanların hikayelerine odaklanmak konuyu en azından biraz olsun senden uzaklaştırır, hafif bir rahatlama hissi getirir. “P4” Gürcistanlı bir grup ve tarzlarını “Post Soviet Black Metal” olarak tanımlıyorlar. Bu tanımlama bile tek başına benim dikkatimi çekmeye yetmişti. Oraya ne yazdılarsa bu adamlar onu yapıyor, yaşıyor. Biz hiçbir zaman kanatlarını sonuna kadar açmış, ideolojisini ve baskısını bütün topraklarına zorla yaymış, egemen, düşman bir kuvvet tarafından yönetilmek zorunda kalmadık. (Ruhun şad olsun büyük Atatürk!) Ama bu adamlar yıllar boyunca bunu yaşadı ve bu olayın etkileri onlarda izler bıraktı, yaralar açtı. İçlerinde belki hala o günleri yaşıyorlar, hatırlıyorlar. Bu gözlerinden bile belli oluyor, birçok jenerasyona yayılmış bir durum bu. Konser boyunca arka planda, logolarının gerisinde gösterilen eski Sovyet bloğu mimarisinden örmekler bu dediklerimi destekliyor. Mega, güçlü, haşmetli, soğuk bloklar, toplu konutlar, binalar… Şükürler olsun ki onları anlayamıyoruz, belki biraz hissediyoruz. (Mimari dışında…) Anlayabilecek durumlar yaşamadık. Onları anlamaya çalışmamız Nasılsın? “İyiyim” diyalogları kadar saçma bir çaba oluyor. Sovyetler birliği devri ve sonrası dönem acılarını bize geçiriyorlar ve ben yine bu tarz şeyler yaşamadığım için rahatlıyorum evet ama sadece bununla sınırlı kalmıyor. “P4” ve “DSBM” grupları sayesinde artık kendimi yalnız hissetmiyorum. Dünyanın neresinde olursa olsun, benimle benzer acıları ve durumları, hissiyatları paylaşan insanlar var! Evet, yalnız değilim ve bu çok büyük bir güç. Belki o yerilen intihar temasının, kendisini öldüren ya da zarar veren müzisyenlerin, bağımlılıkların tam aksine insanı yaşama bağlayan, devam etmesi için insana dayanak olan bir güç. Dibe vurduğunda ayaklarını sağlam bir şekilde yere vurup, hızla yüzeye doğru çıkma gücü…
İŞTE OMUZ OMUZA JİLET ÇEKECEĞİMİZ AN!
Konsere giderken neyle karşılaşacağımı üç aşağı beş yukarı tahmin ediyordum ama yalan yok bu kadar iyi geçeceğini düşünmemiştim. Konser normalde Pazar günü gerçekleşecekti fakat grubun uçaklarındaki bir sorun nedeniyle “P4” gecikti ve etkinlik ertesi güne ertelendi. Bu konuda seyircide sıkıntılar yaşandı. Şehir dışından gelenler biletlerini iptal etti, konser hafta içine alındığı için gelemeyenler oldu vs. Sonuç olarak beklenenden biraz daha az bir kitleyle konseri geçirdik. Bu durum “P4” ün performansına bir eksi yazmadı, aksine daha da istekli ve enerjik şekilde konserlerini verdiler. Bu aksaklık için özür dilemeyi de ihmal etmediler. Genç nüfus ağırlıklı kitle tam bir “DSBM” dinleyicisiydi diyemem, zaten bunu beklemezdim de. Merakından gelen dinleyicide çok vardı, birkaç parça dinlemiş olup grup hakkında az buçuk fikir sahibi olanda, her şeye, bütün şarkılara hakim olup en önde translara girende. Tarzın gelişimi açısından bu yaşananlar gayet olumlu. Gördüğüm kadarıyla herkes konserden memnun ayrıldı. Memnun ayrılmamak mümkün değildi adamlar gerçekten o kadar hissiyatlı çalıp söyledi ki, hep birlikte gerçek bir inanmışlık, kendini adama deneyimi yaşadık.
“P4” ün ilk albümü “Have A Nice Trip”in yazının başında söylediğim gibi bende ayrı bir yeri vardır. Konser “Setlist”leri internette fazla dönmüyordu ve benim gördüğüm kadarki kısmında konserlerinde artık ilk albümden hiç parça çalmıyorlardı. Bu konserde daha ilk şarkıda, ilk albümden “Parasite” (en sevdiğim ikinci parçaları.) ile girmeleri tahmin edersiniz ki beni binlerce farklı duygu durum içerisinde bıraktı. Telefonla çekim yaparken telefonumda “Headbang” yaptı. İnanılmaz anlardı. “We Will Never Find The Cure” “Moldy” ve “Too Late To Call An Ambulance” konser öyle hissiyatlı, öyle derin duygularla geçiyor ki başka hiçbir şey anlatmama gerek yok aslında. Şarkı isimlerini okusanız yeter. David kendinden geçiyor, (zaten kendinden geçmesi ile tanınır…) şarkıları yerde sürünerek söylüyor, bağırıyor, kendini yerden yere vuruyor, çığlıklar, yardım çığlıkları, Allah’ın belaları! David, “Lifelover”dan “Kim Carlsson”a benzettiğim hareketler sergiliyor, ölüyor, bitiyor. Seyirciyle birkaç kelime dışında çok fazla “konuşamadığı” (İstanbul, helö, hıı..) için, konuşmaları ve seyirci iletişimlerini genelde gitar/vokalleri yaptı. Konserlerde bu durumu iyi ayırmışlar, güzel çalışıyorlar. David konuşma konusunda sazı eline alsa hepimizin tadı kaçabilir. Sen şarkını söyle, çığlıklarını at abi. Grubun aklıselim, beyefendi, papyonlu gitaristi konuşmaları yapar. Bize özel olarak yapacaklarını söyledikleri ikili acı seansı, gitaristin söylemesine göre “üzerine çok fazla çalışılmamış” “deneysel bir şey” beceremezsek bize kızmayın dedi fakat kızmak ne kelime, resmen nutkumuz tutuldu! Bu bir “Şov” olarak değerlendirilebilirse eğer ben böyle “Şov” görmedim diyebilirim. IF’in duvarlarından acı fışkırdı. Gidin bakın hala orada duruyordur. Acı mekana sinmiştir. Mahvettiler bizi…
“Beautyfall” (2020) albümlerinden “Sana sana sana cura cura cura” (Türkçe okuyunca ne kadar manalı oluyor, eski sevgiliye sitem edilen bir nefret şarkısı gibi.) çalınıyor. Bu hezeyan sonrası “Tbilisian trajedisi”. Yukarıda sigaraya çıkmıştım, melodiyi duyar duymaz merdivenleri üçer beşer inerek koştum geldim. Gitarist bunu çalmadan önce sanki “sıradaki şarkıyı biliyorsunuz, bunun için üzgün hissetmiyorum” deyip güldü. Konuşmanın başını kaçırdığım için ben pek bir mana veremedim, anlayan varsa yeşillendirsin. Hayırdır yani kardeş burasıda İstanbul tragedyası, hepimizin acıları var, bunlarımı yarıştıracağız… Neyse. “Beware the silence” sonrası bana ikinci şok geliyor. Yine yazının başında bahsettiğim, yıllar boyunca Loop’a aldığım şarkı “Lethargic Dialogue” (en sevdiğim “P4” şarkısı.) canlı çalınıyor! Benim bira fondiplendi, saçlar açıldı, darmadağın olundu… (Boynum hala ağrıyor…) Bu konserde ses o kadar iyiydi ki (belki “P4” için fazla iyi bile sayılır.) başka hiçbir konserlerinde bu kadar iyi ses aldıklarını düşünmüyorum bile. “Personal Forest” “My Sweet Decadance” (bu şarkı hep birlikte söylendi, elimizde çakmaklar eksikti.) ve “Bad morning” sonrası grup sahneden iniyor. Bizim çocuklar organize tabi “hurraa” kapıya derken “P4” tekrardan sahnede “The Stooges” Cover’ı olan “I wanna be your dog” şarkısını çalıyorlar. Hopluyoruz, zıplıyoruz. Resmen bu gece, burada, bütün acıları si……z!
“P4” muazzam bir acı resitali sonucunda sahneden iniyor. Tekrar gelmek için söz veriyorlar ve ben tekrardan geldiklerinde yine benzer bir performans sergileyeceklerini düşünüyorum. (Daha iyi diyemiyorum, bundan daha iyisi nasıl olur bilemiyorum..) Grup, kuliste biraz dinlendikten sonra önceden söz verdikleri gibi “Meet And Greet” için seyircinin arasından geçip “Merch” standının arkasına gidiyor. Uzun bir kuyruk “P4”ten imza almak, fotoğraf çektirmek için bekliyor. Sıranın sonu gelmiyor, herkes grupla kucaklaşmak, sarılmak, konuşmak istiyor. Seyirci duygusaldı, grup duygusal ve yorgundu. Bu işin tamamlanması zor gibi gözüküyordu. Dolayısıyla bir süre sonra “tamam artık yeter arkadaşlar” diyorlar ve kalan sırayı toplu fotoğraf çekimiyle kandırıp kulise dönüyorlar. Bir “DSBM” grubuyla fotoğraf çektirmek, sırıtırken “P4” elemanlarıyla fotoğrafının olması falan bunlar… Ne bileyim biraz “sırıtan”, çelişkili, konuyla bağdaşmayan şeyler gibi gelmiyor değil. (Benimde oldu gerçi kardeşim, anıdır neticede kehkeh…) Konser o kadar güzel geçti ki olumsuz bir not, gözlem, izlenim sunamıyorum. Bu sene Metal müzik konserleri açısından çok verimli geçiyor, birçok enteresan grupla, “Sound”la, janrayla karşılaşıyoruz, tanışıyoruz. Bu etkinlikleri gerçekleştirenlere hakaret etmek yerine bence tekrardan teşekkür edelim. Şartları, zorlukları, aksilikleri anlamaya çalışalım, anlamasakta saygı duyalım. Güzel memleketimizin, yaşamak zorunda kaldığımız şu boktan dönemlerinde adamlar sevdiğimiz, müziklerinde nefes aldığımız, gelmesi için belki dualar ettiğimiz grupları getirmeye çalışıyor. Bu işi ne kadar profesyonel şekilde planlarsan planla, iki taraflı aksilikler yaşanabiliyor, kriz yönetimi yapmak gerekiyor, hızlı aksiyonlar almak zoruna kalıyorsunuz vs. Üzüntüyü, hayal kırıklığını anlarım ama klavye başından küfür etmek nedir? Şartlar gereği konsere gelemeyeni anlarım ama tepki olsun diye sevdiğin bir grubun konserine gelmemek nedir? Her neyse gelmeyen çok şey kaçırdı bir kez daha bunu belirteyim. Konserin etkisi hala üzerimde ve “P4”ün şarkıları beynimde çalmaya devam ediyor. Tekrardan yoğun şekilde “DSBM” batağına düşüyorum. Kaçabilen kendini kurtarsın, benim için artık çok geç. “Too Late To Call An Ambulance”… Sevgiyle kalın, görüşmek üzere!
3 notes
·
View notes
Text
Şehid.Sinvar...
23 yılı koyun önünüze önce. Bir dava, bir halk, bir ideoloji için feda edilmesi az mı?!
Hem de dünyanın en vahşi bir rejimin zindanları olsun bu. Aylarca güneşsiz, yıllarca psikolojik baskılı...
Samir Kuntar anlatmıştı; "Domuz eti katılmış yemek, içine idrar katılmış su, bir tarafını farenin yediği peynir ve bunları verirken bilerek, ruh sağlığını bozmak için özellikle söylemek mahkuma...
"İsrail hapishaneleri dünyanın hiçbir hapishanelerine benzemez, hafsalanızın almayacağı fiziki ve psikolojik işkenclerle doludur" diye de eklemişti o mazlum şehid.
Samir Kuntar da 30 yılı aşkın kalmıştı zindanda ve ismi "Esirlerin Komutanı" diye anılıyordu. O da mübadele ile özgürlüğüne kavuştu sonra. Suriye savaşında da şehid oldu.
Sinvar, böylesi bir yaşamın içinde esasen müebbet almıştı. O da Direnişin mubadele marifetiyle serbest kaldı.
Kaldığı yerden bu sefer başka şekilde başladı mücadelesi.
"Ödediğim bedel yeter artık. Bana da çoluk çocuk lazım, torunlarımla vakit geçireceğim, bağ bahçe ile uğraşacağım bir ortam istiyorum" deseydi eğer, muhtemelen kimse itiraz etmezdi.
Yorgun, bitkin, hırpalanmış bir bedenden kim daha ne isitesin ki?!
Ama Sinvar da Samir de, cezaevi sonrası bu sefer de savaş cephelerine yöneldiler. Hem de ön saflara...
Böylesi durumda bizim mahalleden bazı laflar gelir de aklıma; "Biz bedel ödedik!" dedikleri şeye bakarken bile utanırım.
"Kaç yıl hapis, kaç kaburga kırığı, hangi malın mülkün müsaderesi, hangi evlat, hangi makamı feda?!" sorularının cevabı, nasıl bir üçkağıtçılıkla karşı karşıya olunduğunun da cevabına hizalanıyor aslında...
Cesarete Serdar olan Sinvar'a selam olsun.
Yaşadığımız çağa çok büyük bir sayfa açtı, ruhu şad olsun.
4 notes
·
View notes
Text
✾ENERJİMİZİ HARCAYAN ŞEYLER✾
Selamlar:) Geçen postumda enerjimizi yönetmek ve enerjimizi arttıran şeyler hakkında konuşmuştum,bugün enerjimizi azaltan şeyleri ele aldım,iyi okumalar🫶🏻
Ana başlıklar;
☄Kirli kıyafet,eşya ve alanlar
☄Birileriyle tartışmak
☄Düzensiz hayal kurmak
☄Takıntılar
☄Sürekli savaş halinde(manipülatif modda) olmak
☄Enerjin olmadığı halde kendini yormak
☄Olmadığın kişi gibi davranmak
☄Öz disiplinini kaybetmek
Kirli kıyafet, eşya ve alanlar
> Herhangi bir tanesinin olması frekansınızı da aynı şekilde etkileyebilir,düşük frekansa geçmenize sebep olabilir. Frekansı yükselten unsurlar: sevgi,mutluluk,huzur gibi olumlu şeyler iken frekansı öfke,mutsuzluk, kıskançlık,ego gibi unsurlar düşmesine sebep olur. Kirli eşyalar ve alanlar da düşük frekansa girer çünkü olumsuzu temsil ederler. Bu unsurlar bilinçaltınıza kendime bakmıyorum o zaman benlik kavramım ve özsaygım gelişmemiş mesajını verir. Bu konularda dikkatli olun.
Birileriyle tartışmak
>Boş yere hoşlanmadığınız ve sizi sinir eden şeylerle uğraşıp kendi enerjinizi boş yere harcamayın. Neye odaklanırsanız onu alırsınız ve eğer kavga gibi negatif bir şeye odaklanırsanız negatif enerjiyi çekmiş olursunuz . Ayrıca birileriyle tartışmak özsaygıya,özdisipline,özsevgiye zarar verir. Bunun nedeni birileriyle tartışarak kendinizi kanıtlama çabası içerisine girmenizdir. Bu nedenle kendinizi kabullenmediğiniz belli olur. Kendi fikirlerinize ve başkalarının fikirlerine saygı duyun ve mümkünse size ters düşen hiçbir şeye odaklanmayın,ilgilenmeye bile çalısmayın.
Düzensiz hayal kurmak
>Düzensiz hayal kurmak psikolojik sorunlardan ortaya çıkmış bir hastalıktır,yani eğer çok senaryo kuruyorsanız, hemen bunu durdurun:( Mutluluğu hayallerde aramayın,gerçek hayata odaklanın. Böyle yaparak anda kalamadığınız için frekansınızı tutturmayı veya sabit tutmayı başaramazsınız,bu nedenle enerjiniz zayıflar ve negatif enerjiden kolaylıkla etkilenebilir bir duruma geçersiniz. Anda kalmaya bakın🫶🏻
Takıntılar
>Takıntılar travmalardan doğar ve negatif enerji yüklüdür,eğer onlara odaklanırsanız bu yüklü negatif enerjiye maruz kalırsınız. Takıntıların kaynağı travmalar olduğu için mental olarak bir çöküşe geçme ihtimaliniz yüksek. Takıntılar aynı zamanda kaybetme korkusundan doğar. Tezahür ederken takıntı yapmak tezahürünüzün elinizden kayıp gitme korkusuna yol açar ve başarısız olursunuz. Takıntılar gerçekdışıdır,onlara odaklanmamalısınız.
Sürekli savaş halinde ( manipülatif modda) olmak
>Manipüle etmek aslında sanıldığı gibi 'iyi' veya 'havalı' DEĞİLDİR. Sosyal medyada birçok kişi manipülatif olmayı bir trend haline getirmiş,bu yanlış. Bir hastalığı iyi gösterip trend haline getirmekle eşdeğer bu. Manipülatif olmak birnevi bir kişilik bozukluğudur. Başkalarının düşüncelerini önemsememek ve herkesi kuklası olarak görmektir. Bu tamamiyle yanlış,hiçkimse sizin köleniz değil. Böyle bir olumsuz davranış frekansınızı düşürür ve sizin de bilinç olarak zayıflamanıza neden olur. Bunu deneyimledim,manipüle ederken en çok kendinize zarar verir ve kendinizi yorarsınız.
Enerjin olmadığı halde kendini yormak
>Kendinizi fazla yormak sizi zihnen de güçsüz bırakır. Kendi yorgunluğunuzu önemsemeden birşeyi yapmaya çalışmak kendinize iyi bakmadığınızın habercisidir. Siz herşeyden daha değerlisiniz,dinlenmeniz gerektiği zaman dinlenin,bunu hakediyorsunuz🫶🏻🫶🏻. Kendine iyi bakmamak kendinizi sevmediğiniz mesajını verir ve bu benlik kavramının zayıflamasına sebep olur. Bu da düşük frekansı beraberinde getirir.
Olmadığın kişi gibi davranmak
>Bu davranış kendinizle barışık olmadığınızın habercisidir. Kendinizle barışık olun. Aksi takdirde gelişmemiş benlik kavramı nedeniyle frekansınız düşer. Kendi fikirlerinizi ve tarzınızı savunun. Hiçkimse hiçkimse gibi olmak zorunda değil. Hepimiz farklıyız ve farklı olmak zorundayız. Bunu normalleştirmeliyiz🫶🏻🫶🏻
Öz disiplinini kaybetmek
> Öz disiplin hedefleriniz doğrultusunda kararlı kalmanızı sağlar. Bu sayede kolaylıkla ısrarcı kalabilirsiniz. Fakat tembelleşmek,telefonda fazla vakit geçirmek,tek bir aktiviteye fazla zaman ayırmak düzeninizi ve disiplininizi mahveder. Gününüzü ve hayatınızı dolu dolu geçirmeye odaklanın,sıkıcı bir yaşamla hayatınızı boşa harcamamalısınız.
. *. ⋆En önemlisi... İlk önce önceliği kendine ver,bunu hakediyorsun!
10 notes
·
View notes
Text
Türkiye son 10 senede dünyada en çok sığınmacı alan ülke durumuna geldi.!
Sığınmacıların ve kaçakların sayısı (kayıtlı olan 7 milyon, kayıtlı olmayan 3.5 milyon) 10 milyonun üzerinde. Yani nüfusumuzun yaklaşık %12'si kadar sığınmacı ve kaçak var.
Bunların 6 milyonu Suriye, 2 milyonu Afganistan,1.5 milyonu Afrika, kalan 1milyonu Pakistan, Irak, İran, Libya, Mısır, Ukrayna ve Rusya'dan.
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının doğum hızı 2001'de %2.8 iken bu bu oran 2022'de %1.62'ye düşmüştür. Sığınmacıların ve kaçakların doğum oranı ise %3.7'dir. Yani bizden 2 kat daha fazladır. Bu durum 10 yıl sonra nüfusumuzun demografik yapısında önemli ölçüde değişiklikler olacağını göstermektedir.
Türkiye'de doğum hızının en yüksek olduğu iller Şanlıurfa, Hatay, Şırnak, Mardin, Gaziantep, Ağrı ve Van dır. Doğum hızının en düşük olduğu iller ise Kütahya, Zonguldak, Bartın, Kırklareli, Edirne ve Çanakkale'dir.
Öyle ki Hatay Büyükşehir Belediye Başkanı Lütfü Savaş Hatay'da büyük bir hastanede gerçekleşen 28 doğumdan 26'sının Suriyeli olduğunu belirtti.
Demografik yapımızın bu şekilde radikal değişiminin ekonomi, sağlık, eğitim, hukuk sistemleri, kültürel yapı, sosyal-psikolojik iklim, güvenlik ve suç oranlarında ortaya çıkaracağı etkiler ayrıntı ve doğru olarak analiz edilmelidir.
HASAN CAN OKTAYLA
2 notes
·
View notes
Text
Merhaba���️ Umarım iyisindir,🌹 ve umarım beni iyi duyarsın ve benim için hissedersin çünkü ben de senin gibi bir insanım ama yorgunum ve beni rahatlatmak için biraz yardımını istiyorum canım. Ben Hani henüz hayatımı görmemiş genç bir adamım. İşgal beni psikolojik ve fiziksel olarak mahvetti, ayaklarımı mahvetti. Kısacası hiçbir insanoğlunun hissetmediği savaş krizlerinden, yürekten gelen uzun ve yorucu bir ahtan dolayı yüreğimde çok şey var. Kampanyamın Femme intifada Telegram aracılığıyla onaylandığını bilerek sayfamdaki ilk gönderide hikayem hakkında daha fazlasını okuyun. Bağış yap ve cimri olma canım, çünkü çok ihtiyacım var, yapamıyorsan hikayemi doğru yerlerde paylaş. Kalbimin derinliklerinden teşekkür ederim, Hani 🌿
Hello☺️
I hope you are well,🌹
and I hope you hear me well and feel for me because I am a human being like you, but I am tired and I want to ask for your help a little to relieve me, my dear. I am Hani a young man who has not seen my life yet. The occupation destroyed me psychologically and physically, and destroyed my feet. In short, I have a lot in my heart because of the crises of war that no human being feels, and a long and tiring sigh from the heart. Read more about my story in the first post on my page, knowing that my campaign has been confirmed via Femme intifada Telegram. Donate and do not be stingy, my dear, because I am in dire need, and if you cannot, share my story in the right places. Thank you from the bottom of my heart,
Hani 🌿
2K notes
·
View notes
Text
İyi ki Türk Askeri Var!
Son yıllarda ülkemizde askerin değeri ve askerlik mesleği üzerine yapılan tartışmalar, bazen gündemi fazlasıyla meşgul etse de, bir gerçeği göz ardı etmek mümkün değil: Türk askeri, bu toprakların en önemli güvencesidir. Gelişen teknoloji ve modern savaş stratejileriyle birlikte askeri gücün sadece fiziksel donanım ve teknolojik imkanlarla değil, aynı zamanda moral ve motivasyonla da şekillendiğini daha iyi anlıyoruz. Türk askeri, yalnızca bugünün değil, geleceğin de en büyük sigortasıdır.
Bugün, dünyanın dört bir köşesinde Türk askerinin üstün disiplinini, cesaretini ve vatanseverliğini takdir eden birçok uluslararası gözlemci var. Ama biz, Türk askerinin ne kadar kıymetli olduğunu her zaman, özellikle de zor günlerde daha iyi fark ediyoruz. Onlar, her türlü zorlukla başa çıkabilen, gerektiğinde kendi hayatını riske atarak milletini koruyan, kahraman bir neslin temsilcileridir.
Tarihi şanlı zaferlerle dolu Türk Silahlı Kuvvetleri, sadece savaşta değil, barış zamanında da önemli bir rol üstlenmektedir. Son yıllarda yapılan modernizasyon çalışmalarının yanı sıra, askerlere yönelik sağlık, eğitim ve sosyal imkanların güçlendirilmesi, Türk ordusunun daha da sağlam temeller üzerine inşa edilmesini sağlıyor. Çünkü bir ordu, sadece savaş esnasında değil, savaşın dışında da her yönüyle güçlü ve sağlıklı olmalıdır. O nedenle, "kendi askerine iyi bakmayanlar, gelecekte başka milletin askerlerine bakar" sözü, bir uyarı değil, bir gerçek olarak karşımıza çıkıyor.
Türk askeri, bugün sadece ülkesinin sınırlarını korumakla kalmıyor; aynı zamanda uluslararası barış misyonlarında da aktif rol oynuyor. Her ne kadar bazen sınır dışı operasyonlar, göçmen krizleri veya farklı uluslararası anlaşmazlıklar nedeniyle Türk askeri dünya çapında dikkatle izleniyor olsa da, içerde ve dışarıda her zaman Türk milletinin huzur ve güvenliğini sağlamak için elinden gelenin en iyisini yapmaktadır.
Bu noktada, sadece askeri gücün değil, Türk askerinin moralinin de önemli olduğunu unutmamak gerekiyor. Onların psikolojik ve fizyolojik sağlığı, sadece sahada değil, geri planda da güvenliğin sağlanmasında hayati bir rol oynar. Bugün yapılan düzenlemeler ve iyileştirmeler, Türk askerinin her yönüyle daha verimli, daha etkili olmasına olanak tanıyor.
Bir toplumun en önemli görevlerinden biri, ona hizmet eden ve canını hiçe sayarak güvenliğini sağlayan askerine değer vermek ve ona her türlü desteği sağlamaktır. Yalnızca askeri malzeme ve donanım değil, askerlerin sağlıkları, eğitimleri, ailelerinin huzuru ve yaşam standartları da o kadar önemlidir. Kendi askerine sahip çıkmayan bir millet, yarının zorluklarında yalnız kalabilir.
Her geçen gün Türk askerinin gücünü daha net bir şekilde görsek de, bu gücü sürdürebilmek için sadece askeri yatırımlar değil, insana yapılan yatırımlar da kritik öneme sahiptir. Türk askeri, yalnızca bu toprakların değil, tüm insanlığın güvenliğini koruyan bir güvencedir. Ne kadar güçlü olursa, milletin huzuru o kadar garanti altına alınır.
İyi ki Türk askeri var. İyi ki, her zaman görev başında.
#türkiyesusma#türkaskeri#türkiye#atamınizindeyiz#ataturk#gazimustafakemalataturk#asker#polis#tumblr yazarları#blog yazarı#yazarlık#yazar#blog yazısı#blog help#blooger#blogging#ask blog#girl blogger#blog#tumblr girls#writers on tumblr#artists on tumblr#tumblog#Halimecan
3 notes
·
View notes