halimecan
Halimecan
2K posts
Ya doğuştan sarhoşsak içince ayılıyorsak?
Don't wanna be here? Send us removal request.
halimecan · 6 hours ago
Text
Tumblr media
Yılbaşı Ağaçları ve Hoşgörünün Eksikliği
Her yılın sonuna yaklaşırken, kışın soğuk günlerini renklendiren bir gelenek yeniden hayat bulur: Yılbaşı ağacı süslemek. O ağacın üzerine yerleştirilen parıltılı süsler, renkli ışıklar ve sevgiyle yapılan hazırlıklar, bir yılın yorgunluğundan sonra yeni bir başlangıca dair umut ve mutluluk taşır. Ancak her yıl olduğu gibi, bu gelenek bazı kesimleri rahatsız eder. Yılbaşı ağaçlarına karşı gösterilen tepkiler, toplumsal hoşgörünün ne denli eksik olduğunu bir kez daha gözler önüne serer.
İronik bir şekilde, birçoğumuzun "yılbaşı kutlaması" olarak bildiği bu basit gelenek, bazı zihniyetler için bir tehdit haline gelir. İnsanlar, şenlikli süslemelere, neşeli etkinliklere karşı duydukları hoşnutsuzluğu, şiddetle, tacizle ve toplumsal huzuru bozan davranışlarla ifade etmeye çalışırlar. Bu tepkiler, sadece bir ağacın süslenmesiyle sınırlı kalmaz; ne yazık ki, bu tür olaylar çocukların ve hayvanların acı çektiği, sağduyu ve insanlık duygularının hiçe sayıldığı bir noktaya gelir.
İçinde yaşadığımız toplum, tarihsel olarak hoşgörü, saygı ve karşılıklı anlayışa dayalı bir yapıyı benimsemiştir. Ancak bazı insanlar, başkalarının mutluluğuna saygı gösterme yerine, sadece farklılıklara odaklanır. Yılbaşı ağacı, sadece estetik bir unsur ve yeni yılın gelişini kutlama aracıdır. Dini inançlarla bu kadar iç içe geçmemesi gereken bir mesele, ne yazık ki ideolojik bir savaş alanına dönüşür. “Ağaç süslemek dinden çıkmaktır” söylemi, hem dini inançlar hem de toplumsal barış açısından bir çelişki yaratmaktadır.
Oysa din, özünde barış, hoşgörü ve insanlara zarar vermemeyi öğütler. İslam, her şeyden önce insanların kalplerinde bulunan niyetlerin değerini ortaya koyar. Başkalarının mutluluğuna engel olmak, onlara zarar vermek, bir Müslüman’a yakışmaz. Hoşgörü dini, farklılıkları kabul etmek ve insanları olduğu gibi sevmek üzerine temellendirilmiştir. Yılbaşı kutlamalarına karşı çıkanlar, asıl evrensel değerlere, insan haklarına ve hoşgörüye göz yummaktadır.
Ağaç süsleyen bir kişinin dini inancı ya da yaşam tarzı, başkalarını rahatsız etmemeli, kimseyi yargılamamalıdır. Ne yazık ki, bu tür karşıtlıklar, bazen insanlar arasındaki birlikteliği zedeleyebiliyor. Ancak bir yılı daha geride bırakırken, bu tür ayrımların anlamsız olduğunu fark etmemiz gerekir. Yılbaşı, farklılıkların değil, ortak değerlerin kutlanması gerektiği bir zaman dilimidir.
Çocuklar ölürken sesini çıkarmayan, can dostlarımızın hakları ihlal edilirken gözlerini kapatan bir anlayışın, yılbaşı ağacına karşı gösterdiği tepkiyi sorgulamak gerekiyor. Çünkü gerçek mesele, ağacın etrafındaki süslerde değil, insanın kalbinde yatıyor. O kalpte sevgi, hoşgörü, anlayış ve paylaşma duygusu yeşerdiğinde, bir yılbaşı ağacı ya da süsleme, sadece bir kutlama aracından öteye geçmez.
Yılbaşı ağacının etrafında toplanan mutluluğa engel olmak, sadece bireysel bir huzursuzluğun dışa vurumu değil, toplumsal barışı da tehdit eden bir yaklaşımın göstergesidir. Müslüman hoşgörü dinini yaşarken, başkalarına saygı duymak, onları yargılamadan, sevgiyle kabul etmek, bir müminin asıl görevlerinden biridir. Yılbaşı ağaçları, sadece birer süs değil, insanlara mutluluk ve barış getirme amacı taşır. Bu yüzden, onları süslemek ya da süslememek, tamamen bireysel bir tercihtir ve hiçbir şekilde başkalarına zarar vermemelidir.
1 note · View note
halimecan · 23 hours ago
Text
Tumblr media
İnsana Aşk, İnsana Sevgi
Türk halk müziğinin en önemli isimlerinden Mahsuni Şerif, sözleriyle olduğu kadar, müziğiyle de toplumun derinliklerine inmiştir. “Bütün aşklardan güzeldir insanın, insanı sevmesi” dizesi, onun hem bir sanatçı olarak insanı anlamadaki derinliğini hem de bir insan olarak sevginin ne denli önemli olduğunu ifade eder. Bu cümlede, aşkın bir başka formuna, belki de en saf ve en kalıcı olanına vurgu yapılır: İnsanın, insana duyduğu sevgi.
Aşk, halk arasında sıklıkla iki kişi arasında yaşanan romantik duygular olarak tanımlanır. Fakat Mahsuni Şerif’in sözleri, aşkın sadece iki birey arasındaki çekimle sınırlı olmadığını, insanın insanla kurduğu her türlü duygusal bağda ve empatik ilişkide var olduğunu hatırlatır. İnsanın insana duyduğu sevgi, daha karmaşık, daha derin ve belki de en gerçek olandır.
Bir insanın başka bir insana duyduğu sevgi, bazen bir anne ile çocuğu arasındaki sevgi gibi, bazen de dostlukta ve kardeşlikte olduğu gibi farklı şekillerde tezahür eder. Bu sevgi, karşılıksız bir şekilde var olabilir. Bir yabancıya gösterilen yardımda, kalbimizde hissettiğimiz şefkatte, ya da acı çeken birine duyduğumuz derin empati de insanın insana duyduğu sevginin başka bir yansımasıdır.
Bugün, modern yaşamın karmaşası içinde, bireysel çıkarların, maddiyatın ve teknolojiyle şekillenen ilişkilerin hakim olduğu bir dönemde, Mahsuni Şerif’in bu sözü daha da anlam kazanıyor. İnsanlık, çoğu zaman birbirini anlamakta ve sevmekte zorlanıyor. Ama her şeye rağmen, en güçlü bağları kuran ve insanı insan yapan en temel duygu, sevgi olmaya devam ediyor.
İnsanın insana duyduğu sevgi, her türlü sosyal ve ekonomik farklılığı aşar, ırk ve dil bariyerlerini yıkar, bireyleri bir araya getirir. Bu sevgi, dilin ötesinde, evrensel bir bağ kurar. Bütün bu karmaşanın ve kutuplaşmanın içinde, sevgi hala birleştirici gücünü koruyor. Bir insanın bir başka insana verdiği değer, ona gösterdiği ilgi ve şefkat, hiçbir maddi ödüllerle ölçülemez.
Belki de Mahsuni Şerif, bu dizeleriyle, insanların birbirlerini sevmesinin ne kadar önemli olduğunu anlatmak istemiştir. Çünkü insanın, insana duyduğu sevgi, gerçekten de her türlü aşktan daha güzel, daha kıymetli ve daha kalıcıdır. Bu sevgi, insanın doğasında vardır ve onu insan yapan en temel özelliklerden biridir.
Böylesi bir sevgi, sadece özel ilişkilerde değil, toplumdaki her birey arasında var olduğunda dünyamız çok daha farklı bir yer olabilir. Toplumlar, ülkeler, hatta tüm dünya, insanın insanı sevmesinin gücüyle iyileşebilir. Mahsuni Şerif’in bu sözleri, bizi sadece başkalarına olan sevgimize yönlendirmekle kalmaz, aynı zamanda kendimize de duyduğumuz sevgiyi hatırlatır. Çünkü kendini seven bir insan, başkasına da sevgi sunabilecek kapasiteye sahiptir.
İnsanın en gerçek aşkı, bir başka insana duyduğu sevgisidir. Ve bu sevgi, hiçbir dünyevi aşkla kıyaslanamayacak kadar güzeldir.
6 notes · View notes
halimecan · 1 day ago
Text
Tumblr media
Anda kal, erteleme. Şu anı yaşa, çünkü her anın değeri var. Geçmiş ya da gelecek değil, bugün önemli.
4 notes · View notes
halimecan · 1 day ago
Text
Tumblr media
4 notes · View notes
halimecan · 1 day ago
Text
Tumblr media
Asrın Felekâtı 6 Şubat 2023
6 Şubat 2023, tarihimizin en acı günlerinden biri olarak kayıtlara geçti. Deprem, sabahın erken saatlerinde güneydoğu Anadolu'nun kalbini paramparça etti. Ama deprem sadece binaları değil, aynı zamanda insanlık onurunu, vicdanı ve adaleti de yerle bir etti. 7.8 büyüklüğündeki bu felaketin ardından yaşananlar, unutulmayacak bir travma olarak hafızalarımıza kazındı.
İlk dakikalarda halk yardım beklerken, maalesef devletin tepkisi çok geç geldi. Yardımlar engellendi, askerin müdahalesi geciktirildi, halkı yalnız bırakmakla kalmadılar, bazen bir umut ışığı görmek isteyenlerin sesini dahi kesmeye çalıştılar. 3 gün boyunca askerin, halkın yardımına koşmasını engelleyen bir durum ortaya çıktı. O 3 günde binlerce insan soğuk betonların altında, kurtarılmayı beklerken yaşamını yitirdi. Birçoğu çaresizce ölümü bekledi, ama birçoğunun hayatta kalabileceği o altın saatlerde yardım edilmedi.
Bir ülkenin en temel sorumluluğu, hayat kurtarmak olmalıydı. Ama o günlerde hayatı kurtarmak bir kenara, insanlar kendi selalarını duymaya zorlandı. Ölüme terk edilenler, son anlarında bir türlü ulaşamadıkları kurtuluşu beklediler. Başka bir hayatın, başka bir ülkenin, başka bir devletin yardımını dilerdiler. Ama her geçen dakika, onları daha da uzaklaştırdı.
İnternetin kapatılması, halkın bilgiye ulaşmasının engellenmesi, insanların dış dünyadan izole edilmesi, yaşanan facianın bir başka boyutuydu. İnsanlar, kayıplarını öğrenemediler, sevdiklerinin sesine bir türlü ulaşamadılar. Sosyal medyanın susturulması, insanları yalnızlaştırdı, onları seslerini duyuramayacak bir noktaya getirdi.
O günlerde, felaketi en yakından yaşayanlar, en acı gerçeği gördü: Devletin gücü, bazen halkını korumaktan çok, onun sesini kesmek için kullanılabiliyor. Bazen de kurtarma ekipleri, birkaç adım atabilmek için haftalarca engellemelerle mücadele etmek zorunda kalabiliyor.
Bu süreç, sadece bir deprem felaketi değildi; aynı zamanda vicdanların, adaletin, insan haklarının da sarsıldığı bir dönemdi. Ancak bu dönemde, halkın dayanışması, yardımlaşma gücü, umudu hiç kaybetmemesi de bir o kadar büyüktü. Her şeye rağmen, insanlar hayatta kalabilmek için her yolu denediler, birbirlerine omuz oldular, birbirlerini kucakladılar. Çünkü asıl güç, halkta ve insanlıkta yatıyordu.
6 Şubat 2023, hepimizin yüreğinde derin izler bırakmış bir tarih olarak hafızalara kazındı. Geride binlerce hayat, kaybolan umutlar, terk edilmiş yaralılar kaldı. Ama bir o kadar da güçlü bir halkın direnişi, dayanışması ve sevgisi kaldı. Her şeye rağmen, bu felaketten çıkarken hayatta kalmayı başaranlar, asla unutmadılar: "Birlikte, her şeyin üstesinden gelebiliriz."
7 notes · View notes
halimecan · 1 day ago
Text
Tumblr media
Hayatın Sevgiyle Şekillenen Yolu
Birçok insan hayatında çeşitli zorluklarla karşılaşır, ama önemli olan bu zorlukların bizi nasıl şekillendirdiğidir. Benim hikayem de bir arayış, bir mücadele ve sonunda sevgiyle tamamlanan bir yolculuk. Aile içinde tek kız olmamın, annemin sevgisinden eksik kaldığım bir dönemin izleri, yıllarca beni etkiledi. Ancak zamanla öğrendim ki, sevgi sadece verilen bir şey değil, aynı zamanda içimizde büyüttüğümüz bir hazine.
Annem, beni doğduğumda sevgiyle kucaklayabilse de zamanla o sevgi mesafeye dönüşmeye başladı. Belki de annemin hayatında eksik olan şey, sevgiye ve anneliğe dair deneyimlerin eksikliği, küçük yaşta kaybettiği annesinin açtığı bir boşluktu. Bu yüzden, annem benden daha az beklerken, abim onun gözünde farklı bir konumdaydı. Ama ben, kendi içimde her zaman farklıydım. Ne istediğini bilen, kararlarını kendi veren, hayatını şekillendirmeye kararlı bir insandım. Ailemdeki bu sevgi dengesizliği, beni daha fazla içsel bir yolculuğa itti.
Büyüdükçe fark ettim ki, annemin bana olan sevgisiyle, abime olan sevgisi arasındaki farklar aslında onun geçmişindeki eksikliklerden kaynaklanıyordu. Annemin sevgi dilini anlamadım belki de; ama ben, sevgiyi öğrenmeye başladım. En önemli dersimse, sevilmenin, sadece başkalarının bir eylemi olmadığını, insanın kendini sevmesinin ve kendi içindeki sevgiyi keşfetmesinin ne kadar kıymetli olduğunu anlamamdı.
Ergenlik yıllarımda, annem bana karşı daha mesafeli yaklaşmaya başladı. Belki de kadınsı bir kıskanmışlık, belki de benim daha başarılı olmamın getirdiği bir güvensizlik, aramızdaki mesafeyi artırdı. Ama içimdeki sevgi her zaman vardı. Ben, o sevgiyle her zaman kendi yolumu bulabileceğimi biliyordum. Hatta abimin hayatındaki zorluklar, bana daha da güç verdi. Ailemde yaşanan bu kırılmalar, bana kalbimi büyütme fırsatı sundu. İnsanların sevgisinin yeri farklı olsa da, bu sevgi, zamanla yerini buluyor.
Yaşadığım coğrafyada kadınlar için hayat genellikle "on sıfır yenilerek" başlar. Ama ben, asla bu kuralın içinde hapsolmadım. Çünkü kalbimdeki sevgi, tüm engelleri aşmamı sağladı. Kendimi sevmenin gücüyle, çevremdekilere sevgi ve saygı göstererek, kocaman bir aile kurdum. Artık hayatımda eksik hiçbir şey yoktu. En değerli olanı, sevgiyle inşa ettiğim bu dünyamdı.
Hayat, ne kadar zorlu olursa olsun, sevgiyle şekilleniyor. İnsanlar birbirine sevgi gösterdikçe, dünya daha parlak bir yer haline geliyor. Sevgi, her şeyin ilacı, her zaman kendini ve başkalarını sevebilmek, gerçek başarıyı getiriyor. Şimdi geriye dönüp baktığımda, en büyük başarımın kendimi sevmenin ve kendi yolumda sevgiyle ilerlemenin olduğunu fark ediyorum.
Hayatıma dokunan her insana minnettarım. Her birinizin kalbimde özel bir yeri var. Sevgiyle büyüyen bir ailem oldu, ve siz de bu ailenin değerli parçalarısınız. İyi ki varsınız. İçimden, kalbinizden öpüyorum.
6 notes · View notes
halimecan · 1 day ago
Text
İbadet ile Kalp Arasındaki Fark
Son yıllarda özellikle toplumsal ve dini hayatın keskin bir şekilde kutuplaşmaya başladığını gözlemliyoruz. Bir kesim kendisini "dindar" olarak tanımlarken, diğer kesim ise daha seküler bir yaşam tarzını benimseyerek "dinsiz" olarak etiketleniyor. Bu tür kutuplaşmalar, toplumsal huzursuzlukları derinleştiriyor ve her iki tarafın da birbirine karşı geliştirdiği öfke, kin ve hoşgörüsüzlük ruhu daha belirgin hale geliyor.
Dindar bireylerin bazı davranışları, görünüşte ibadetlerine sadık olsalar da, toplumsal ve kişisel ilişkilerdeki tepkileri ve duygusal halleri düşündürücüdür. Namaz kılmak, dua etmek gibi eylemler bireyin içsel huzurunu, Allah ile olan bağlantısını güçlendirmesi amacıyla yapılır. Ancak, son yıllarda gözlemlerimize göre, bazıları namaz kıldıklarını, dini vecibelerini yerine getirdiklerini iddia ederken, içsel bir huzurdan çok, öfke, kin ve saldırganlık gibi olumsuz duyguları yansıtan bir tutum sergileyebiliyor. Bu tutum, zamanla toplumsal yaşamda da kendini gösteriyor, insanlar birbirlerine daha kolay “dinsiz” etiketleri yapıştırmaya başlıyor.
Bu noktada, bir insanın dini vecibelerini yerine getirmesi ile içsel bir huzur ve sevgi beslemesi arasında bir fark vardır. Eğer bir kişi, namaz kılarken veya dua ederken içsel bir dinginlik ve huzur bulamıyorsa, o zaman burada bir şeyin eksik olduğu söylenebilir. Dinin özü, insanı arınmaya, sabırlı ve hoşgörülü olmaya yönlendirirken, bireylerin bazen bu özden saparak sadece dışsal ritüelleri yerine getirmeleri, ruhsal bir doyum sağlamaktan çok uzak olabilir.
Toplumun ve bireylerin din anlayışındaki bu çelişkiler, aslında önemli bir soru işareti doğuruyor: "Dini ritüellerin yerine getirilmesi, gerçekten bir içsel değişim ve huzur yaratıyor mu, yoksa bu sadece bir dışsal maskemidir?" Çünkü dinin özüne uygun bir yaşam, sadece başkalarına karşı değil, aynı zamanda kendi içsel dünyamızda da barış ve denge sağlamayı amaçlar. Eğer bir kişi, namaz kılarak bir yandan öfkesini bastıramıyorsa, kalbinde kin barındırıyorsa, o zaman bu durumu anlamak gerekir. Dinin özü, ruhu arındırmak ve insanı sevgiye, hoşgörüye ve sabra yönlendirmektir. Eğer bu değerler eksikse, namazın da anlamı eksik kalabilir.
Bir insanın dışsal davranışları, onun içsel dünyasının yansımasıdır. Din, bir insanın kalp temizliğini ve içsel huzurunu öncelemesi gereken bir olgudur. Bu yüzden, her ne kadar dini vecibelerini yerine getiren bir insanın davranışları dışarıdan bakıldığında doğru ve örnek gibi görünse de, içsel bir boşluk ve huzursuzluk varsa, bu durum zamanla dışarıya da yansır. Gerçek huzur, sadece dışsal ibadetlerle değil, içsel bir dönüşümle gelir. Eğer insan sadece dışarıya karşı iyi bir imaj çiziyorsa, ama kalbi öfke ve kinle doluysa, bu çaba yalnızca bir yapmacıklık olur ve topluma zarar verir.
Din, insanın ruhunu arındıran, kalbini temizleyen ve başkalarına karşı sevgi ve anlayışla yaklaşmasını sağlayan bir yol olmalıdır. Eğer bu amaç göz ardı edilip sadece şekli ibadetler ve kutuplaştırıcı dil ön plana çıkarsa, o zaman inanç sadece bir etiket haline gelir ve toplumsal barışa katkı sağlamak bir yana, daha fazla ayrışmaya yol açar.
4 notes · View notes
halimecan · 2 days ago
Text
Her Çocuk Bir Dünya
"Her çocuk anlaşılmaya, saygı duyulmaya, övülmeye ve hayatın eşsiz bir hediyesi olarak koşulsuz kabul edilmeye ihtiyaç duyan bir bireydir," demiştir Maria Montessori. Bu söz, çocukların dünyasına dair belki de en özlü ve anlamlı açıklamayı yapar. Montessori'nin bu derin anlayışı, Dünya Çocuk Hakları Günü'ne ışık tutar niteliktedir. Çocuklar, sadece geleceğin umutları değil, aynı zamanda bugünün değerli bireyleridir. Her birinin ruhu, benliği, hayalleri ve hakları vardır.
Bugün, dünya çapında çocuk haklarına dair farkındalık oluşturmanın, seslerini duymanın ve haklarını savunmanın tam zamanıdır. Çünkü her çocuk, hem fiziksel hem duygusal açıdan büyümek, gelişmek ve dünyayı keşfetmek için sevgiye, saygıya ve doğru eğitime ihtiyaç duyar. Montessori'nin öğretilerinde vurguladığı gibi, çocuklar sadece yetişkinlerin yönlendirdiği birer nesne değil, kendi benlikleri olan, öğrenmeye ve gelişmeye istekli bireylerdir. Onlara saygı duymak, onların duygusal ve zihinsel gelişimlerini teşvik eder; onları yalnızca akademik başarıya değil, kişisel ve sosyal gelişime de yönlendirir.
Dünya Çocuk Hakları Günü, her çocuğun hak ettiği koşullarda büyümesi, güvenli ve sevgi dolu bir ortamda gelişmesi için bize bir fırsat sunar. Çocuklar, sadece eğitimle değil, aynı zamanda duygusal destekle, sevgiyle ve hoşgörüyle beslenmelidir. Onlara verdiğimiz değer, toplumu şekillendirecek olan geleceği kurar. Çünkü bir toplumun gerçek refahı, çocuklarının sağlıklı bir şekilde büyüyüp gelişmesiyle doğrudan bağlantılıdır.
Ancak, bu sadece bir gün değil, her gün hatırlamamız gereken bir sorumluluktur. Çocuk hakları, her bireyin temel haklarıdır. Bir çocuğun güvenden yoksun büyümesi, tüm toplumun geleceğini tehdit eder. Eğitim hakkı, sağlık hakkı, güvenli bir yaşam hakkı; bunlar her çocuğun doğuştan sahip olduğu haklardır ve biz yetişkinler olarak bu hakları savunmakla yükümlüyüz.
Montessori, çocukların doğal bir öğrenme ve keşfetme sürecinde olduğunu söyler. Onlara doğru koşulları sağladığımızda, içlerindeki potansiyel her geçen gün daha fazla ortaya çıkar. Bu potansiyeli açığa çıkarmak için, onlara sadece eğitim değil, sevgi ve saygı ile yaklaşmak gerekir. Onları dinlemek, anlamak, bireysel farklılıklarını kabul etmek ve her birinin kendine özgü ihtiyaçlarını karşılamak, bir toplumun gerçek ilerlemesinin temellerini atar.
Dünya Çocuk Hakları Günü, her çocuğun eşit haklara sahip olduğunu hatırlatmalı, çocukların her birinin kendine değerli, sevilen ve saygı duyulan bir birey olarak kabul edilmesi gerektiğini vurgulamalıdır. Çünkü her çocuk, hayatın en büyük hediyesidir. Onlara verebileceğimiz en büyük armağan ise, onlara gerçek anlamda hak ettikleri değeri gösterdiğimiz bir dünya yaratmaktır. Montessori'nin de dediği gibi, "Çocuklar, sevgi ve saygı içinde büyüdükçe, dünya da daha iyi bir yer olur."
Bu özel günde, çocukların sadece temel ihtiyaçlarını karşılamakla kalmayıp, onları anlamaya, desteklemeye ve onlara hayatın eşsiz güzelliklerini keşfetmeleri için fırsatlar sunmaya daha fazla özen gösterelim. Her çocuğa daha aydınlık bir gelecek sunmak, hepimizin sorumluluğudur.
1 note · View note
halimecan · 2 days ago
Text
Tumblr media
Maya Angelou’nun Hayata Dair Mesajı
Maya Angelou’nun "Asla sızlanma. Sızlanmak, bir zalime etrafta bir kurban olduğunu haber verir." sözü, yalnızca bireysel bir tavsiye değil, aynı zamanda toplumsal yapının derinliklerine dair önemli bir uyarıdır. Bu söz, modern dünyamızda, bireylerin yaşam mücadelesi verirken karşılaştığı zorluklarla baş etme biçimlerine ışık tutar. Bugünlerde sızlanmak, yalnızca bir duygusal boşalma, bir tür rahatlama gibi algılansa da, Angelou'nun bakış açısından bu, daha büyük bir anlam taşır.
Teknolojik gelişmeler, ekonomik krizler, siyasi belirsizlikler ve çevresel sorunlarla boğuştuğumuz bu dönemde, sızlanmanın çok yaygın hale geldiğini görmek şaşırtıcı değil. İnsanlar, zorlayıcı koşulların etkisiyle genellikle şikayet etmeye ve bu şikayetleri çevrelerine yaymaya eğilimlidir. Ancak Angelou’nun ifadesi, bu sızlanmaların bir işareti olduğunu hatırlatır. Birçok insan, içinde bulunduğu sıkıntıları dile getirirken, sızlanmanın ötesinde bir anlam taşır: Zalim bir düzenin kurbanı olduklarını belli ederler. Bu durum, yalnızca kişisel bir çaresizlikten değil, daha büyük, sistemsel sorunlardan kaynaklanır.
Sızlanmak, toplumsal sorunlar��n, eşitsizliklerin, adaletsizliklerin bir yansıması olarak da görülmelidir. Bugün, ekonomik eşitsizlikler, toplumsal baskılar, ırkçılık, cinsiyetçilik gibi pek çok olgu bireylerin yaşamlarını zorlaştırırken, Angelou’nun sözleri bize şunu hatırlatıyor: Her sızlanma, daha büyük bir değişimin ihtiyacının sinyali olabilir. Çoğu zaman, zalimce işleyen sistemin farkına varamayan bir toplum, kişisel mutsuzluklarını sızlanarak dışa vurur. Ancak bu, yalnızca sesin duyulması anlamına gelir; gerçek çözüm, bu sistemleri dönüştürme çabasında yatar.
Angelou’nun öğüdü, bireysel bir güçlenme çağrısıdır. "Asla sızlanma" demek, her koşulda direnç göstermek, zorluklara karşı dik durmak ve kendi içsel gücünü keşfetmek anlamına gelir. İnsanların sızlanmadan önce içsel güçlerini bulmaları gerektiği bir çağda yaşıyoruz. Zorlukların karşısında durmak, yalnızca kişisel bir güçlenme değil, aynı zamanda toplumsal yapının değiştirilmesine yönelik bir harekettir.
Bugünlerde sızlanmak, dünya çapında yaygın bir tepkidir, ancak bu tepkiyi dönüştürmek, bir zalime karşı durma arzusuyla şekillendirilebilir. Angelou’nun sözleri, bizi sızlanmayı bir alışkanlık haline getirmek yerine, sistemsel adaletsizliklere karşı güçlü bir duruş sergilemeye çağırıyor. Toplumsal yapıları ve bireysel yaşamları dönüştürme yolunda atılacak her adım, sızlanmayı bir kenara bırakıp gerçek bir değişim yaratmaya yönlendirebilir.
3 notes · View notes
halimecan · 2 days ago
Text
Tumblr media
Hayatın Yükü ve Bahanesiz Yaşamak
Her gün yaşadığımız dünyada, birçoğumuz kendi zorlukları ve mücadeleleriyle baş başa kalıyoruz. Ancak bu zorlukların bir noktada bizi tanımlayıp tanımlamaması, tamamen bizim nasıl bir perspektifle hayata baktığımıza bağlı. Birçok insan, hayatındaki engelleri bahanelere dönüştürerek, şikayetlere odaklanmayı tercih eder. "Zaten işlerim hep ters gidiyor", "Koşullarım hiç elverişli değil" gibi ifadeler, sıkça duyduğumuz cümlelerdir. Ancak şunu unutmamak gerekir: Herkesin hayatında zorluklar var, ama her zorluk bir bahaneye dönüştürülmek zorunda değildir.
Bazen, insan çevresindeki acı dolu hikayelere empati gösterirken, kendi içsel gücünü kaybetmeye başlayabilir. Çevremizdeki insanların sürekli dertlerini dinlerken, kendi sorunlarımızı unutur, başkalarının yüklerini taşırken kendi yükümüzün ağırlığını göz ardı ederiz. Ama bir noktada, bu empati gösterme hali tükenmişlik yaratır. Kendimize verdiğimiz "anlayışlı olmalıyım" rolü, aslında bir süre sonra içsel bir yorgunluğa dönüşebilir.
Ben artık bu empati yükünü taşımak istemiyorum. Çünkü her insanın bir bahanesi vardır, her insan kendi hayatını anlamlandırmak için bir mazeret üretir. Ancak hayat, bu bahanelerle yaşanacak bir yer değil. Herkesin derdi var, evet, ama bu sorunları sürekli dile getirmenin çözüm üretmediğini görmek gerek. Kendimize bir soralım: Bu kadar dert dinlemek, çözüm bulmak adına ne kadar bize katkı sağlıyor? Gerçekten ilerlememize yardımcı oluyor mu, yoksa bizi sadece daha da derinleşen bir çıkmazın içine mi çekiyor?
Bu noktada önemli olan, aynı şartlar altında olsak bile, bir adım daha öteye gitme kararlılığına sahip olmaktır. Empati kurmak, insanı insan yapan güzel bir erdemdir, ancak bir noktada kişi kendi yolunu bulmak, kendi çözümlerini üretmek zorundadır. Çünkü hayatta her zaman başkalarının acılarıyla dolu olmak, insanı tükenmişliğe götürür. Kendine odaklanmak, kendi hayatını düzene sokmak, sadece bireysel bir hak değil, aynı zamanda bir zorunluluktur.
Çözüm odaklı olmak, sadece başkalarına değil, önce kendimize de bir saygıdır. Kendi yolculuğumuzu anlamak ve sürekli başkalarının dramına hapsolmak, bizi geriye götürür. Artık aynı hikâyeleri dinlemek istemiyorum; çünkü ben de kendi çözümümü bulmak, hayatımı bu kadar iç içe geçmiş bahanelerle kısıtlamak yerine, kendi doğrularımı bulmak istiyorum. Bunu yaparken, hayatımda ne olursa olsun, sadece ileriye doğru gitmeyi hedefliyorum.
Hayat, başkalarının acılarına kulak kabartmaktan daha fazlasıdır. Bazen dinlemek yerine, sessizce bir adım geri çekilmek ve kendi içimizdeki gücü keşfetmek gerekir. Bu keşif, sonunda sadece kendi hayatımıza değil, çevremize de daha fazla ışık verecektir.
Empati yapmamıza engel olan bir şey yok. Ama empati yaparken, aynı zamanda kendi sınırlarımızı da unutmamalıyız. Artık bahanesiz bir yaşam arzuluyorum. Ne olursa olsun, çözüm arayan, ilerleyen ve gücünü kendi içinden bulan bir hayat. Bunu istiyorum ve bunu yaşamaya karar verdim.
2 notes · View notes
halimecan · 3 days ago
Text
Tumblr media
Gönül Gözüyle Bakabilmek
Yaşamın koşuşturması içinde çoğu zaman dışarıya odaklanırız. İnsanlar, başarılar, statüler ve görünüşler… Bunlar, hayatımızın belirleyicileri gibi görünür. Fakat bir an durup derinlere baktığımızda, gözlerimizin sadece dış dünyayı görmekle sınırlı olmadığını fark ederiz. Gönül gözüyle bakabilenler, insanları sadece fiziksel varlıklarıyla değil, ruhsal derinlikleriyle de okur.
Birçok kez, dilin söylediği ile kalbin hissettiği arasında büyük farklar vardır. Sözler, çoğu zaman sadece yüzeyde dolaşan maskelerdir. Fakat gönül gözü, aradaki farkı görür ve sözcüklerin ötesindeki gerçekleri sezer. Gönül gözüyle gören bir insan, karşındakinin gözlerindeki kaygıyı, sesindeki kırgınlığı ya da duruşundaki çaresizliği anlar. İçsel bir sezgiyle, sadece söylenen değil, söylenmeyen her şeyin farkına varır.
Gerçekten de, gönül gözüyle görebilen insanları kandırmak, sadece kelimelerle ya da dışsal davranışlarla mümkün değildir. Çünkü onlar, insanın en derin köşelerinde neyin gizlendiğini bilirler. Bu insanlar, yalanlarla değil, içtenlikle yaklaşır; çünkü karşısındakini olduğu gibi kabul eder, anlamaya çalışır. Onlar için samimiyet, dünyanın en değerli hazinesidir.
Toplumumuzda sıklıkla maskeler takarız. İyi bir işim var, iyi bir hayatım var, her şey yolunda diyoruz. Ancak gönül gözüyle bakabilen bir kişi, tüm bu maskelerin ardında, bir şekilde içsel huzursuzluklar ve eksiklikler olduğunu hissedebilir. Bunu görmek, sadece empati yeteneğiyle değil, aynı zamanda insanın içsel bilgelik ve farkındalıkla donanmış olmasıyla mümkündür.
Hayat, her zaman dışarıdan göründüğü gibi değildir. Kimi zaman mutlu, kimi zaman üzgün, kimi zaman da kaybolmuş hissederiz. Gönül gözüyle bakabilenler, bu duygusal dalgalanmalara tanıklık eder ve bu, insanın içsel dünyasına saygı göstermenin bir yoludur. Birinin kalbine dokunmak, onun ruhunu görmek, sadece dışsal etkenlere değil, içsel derinliklere odaklanmakla mümkün olur.
Gönül gözüyle bakabilmek bir yetenek değil, bir farkındalıktır. Bu farkındalık, insanın sadece dış dünyasına değil, iç dünyasına da duyduğu saygının bir yansımasıdır. Gönül gözüyle görebilenler, hiçbir zaman kimseyi kandıramazlar. Çünkü onları en derin haliyle okurlar ve gerçekten anlayarak, sadece dışarıyı değil, içeriye de dokunurlar.
3 notes · View notes
halimecan · 3 days ago
Text
Sinsilik ve İki Yüzlülük Saflık ve Kirli Zihinler Arasındaki Fark
Bugün bir kez daha, sinsi bir insanla karşılaştım. Arkamdan işler çevirirken, belki de sinsiliğinin açığa çıkması için şeytan onu dürttü. Birinin güvenini sarsmak, arkasından oyunlar oynamak ne kadar kolay olsa da, saf biri değilim. Onların kirli zihinlerinden uzak durabilmeyi öğrendim.
Samimiyetsizlik ve iki yüzlülük, belki de hayatın en sinir bozucu, en iç karartıcı özellikleridir. Gerçek bir insan, karşısındakiyle dürüst olur, ne hissettiğini ve düşündüğünü açıkça söyler. Ama bazı insanlar, başka bir yüz takınmayı ve başkalarını manipüle etmeyi tercih ederler. Ne yazık ki, bu tür insanlar etrafımızda oldukça fazla. İçlerinde taşıdıkları kir, yaptıkları her harekette kendini gösterir.
Beni tanıyanlar bilir, saf değilim. Yani, onların oyunlarını görmek için gözlerim kapalı değil. Düzenli bir yaşam sürmeye çalışırken, beni bu tür kirli oyunlarla karıştırmaya çalışanların ne kadar boşuna çaba harcadıklarını bilirim. Her insanın bir sınırı vardır; o sınırın ötesine geçildiğinde, o kirli düzenin bir parçası olmak istemem.
Samimiyet ve dürüstlük, bana göre bir insanın sahip olabileceği en değerli erdemlerdir. Başkalarını manipüle etmek, aldatmak ya da sinsice hareket etmek, sadece o kişiyi küçültür. Bir süreliğine başarılı olabilirler belki ama sonunda yüzleşmeleri gereken şey, kendi içlerindeki boşluk ve karanlık olacaktır. Çünkü gerçek güç, başkalarını alt etmekte değil, kendi değerlerimize sadık kalabilmektedir.
Bu nedenle, sinsilik ve iki yüzlülükle dolu bir dünyada bile, saf kalmaya, doğru yolda yürümeye devam edeceğim. Kirli oyunlar, sahte gülüşler ve gizli niyetler benim yolumu kesemez. Çünkü ben düzenin ve dürüstlüğün savunucusuyum, başkalarının oyunlarını değil, kendi doğrularımı yaşarım.
1 note · View note
halimecan · 3 days ago
Text
Tumblr media
Bazen Bırakmak, Güçlü Olmaktır
Hermann Hesse'nin Düşüncesi Üzerine
Hayat, çoğu zaman mücadele etmekten ibaret gibi gelir. İçinde bulunduğumuz koşullar, karşımıza çıkan engeller, insanın en büyük amacının "dayanmak" olduğunu düşündürür. Fakat Hermann Hesse’nin dediği gibi, "Bazılarımız dayanmanın her zaman bizi güçlü kıldığını zanneder. Ama bazen bizi güçlü yapan bırakmaktır."
Bu söz, her gün karşılaştığımız zorluklarla ilgili algımızı temelden değiştirebilir. Çünkü toplum, bize sıkça “pes etme” demiştir. Ne olursa olsun, direnmek, dayanmak, vazgeçmemek ve sonuna kadar savaşmak gerektiği öğretilir. Ancak bazen hayat, bir noktada “bırak” demenin aslında bir güç gösterisi olabileceğini hatırlatır. Zihinsel ve duygusal olarak yıpranmışken, bir yükü bırakabilmek, o yükü taşımaktan çok daha cesurca bir davranış olabilir.
Bazen "devam et" demek, tükenmeye ve kaybolmaya sürüklerken, "bırak" demek, yeniden doğuşu getirebilir. İnsanın gücü, sadece dirençten değil, aynı zamanda kendisini ne zaman geri çekeceğini ve ne zaman bırakacağını bilmesinden gelir. Bırakmak, çoğu zaman en doğru çözüm olabilir; çünkü bu, neyi kaybetmekten korktuğumuzdan, neyi kazandığımızı bilmediğimizden yapacağımız bir hamle değildir. Aksine, bıraktığımızda hayatımıza olan saygımızı ve kendimize olan güvenimizi yeniden kazanırız.
Günümüzde birçok kişi, ilişkilerinde, iş hayatlarında, hatta kendi iç dünyasında bile bazen bırakmayı öğrenmekte zorlanır. Çünkü "başarısızlık" ya da "geride durmak" gibi kavramlar, bize zayıflık ya da eksiklik gibi gelir. Oysa Hesse’nin dediği gibi, bırakmak aslında özgürlük, denge ve yeniden başlama şansıdır. Bazen bir ilişkiyi, bazen eski bir alışkanlığı, bazen de alıştığımız bir düzeni bırakmak gerekir. Bu karar, kişiyi güçlü kılar; çünkü bırakmak, bir şeyleri daha doğru şekilde kucaklamanın, yaşamın akışına direnç göstermemenin başlangıcıdır.
Bırakmak, kolay değildir elbette. Korkularla, belirsizlikle yüzleşmek demektir. Fakat, belki de en çok buna ihtiyacımız vardır: Eskiyi bırakıp, yeniyi karşılayacak cesaret ve alan yaratmak. Kendimize, iç sesimize kulak verip, gereksiz yüklerden arınmak… İşte bu, aslında en güçlü olduğumuz andır.
Zaman zaman hayat bize bir ders verir: Dayanmak her zaman güçlülük değildir. Bazen, bırakmak, doğru zamanda doğru kararı verebilmek ve içsel huzuru bulmaktır. Hesse’nin sözleriyle, kendimize olan saygımızı artıracak, yüklerimizden arınacak ve sonunda, hem güçlü hem de özgür olacağız.
2 notes · View notes
halimecan · 3 days ago
Text
Tumblr media
Bazen Yalnız Hissediyoruz
Herkesin hayatında zaman zaman yalnızlık duygusu ağır basar. Kimseyi suçlayamayız, çünkü yalnızlık çoğu zaman etrafımızdaki insanlardan değil, içsel bir boşluktan gelir. Hani deriz ya, "Beni kimse anlamıyor" diye... İşte tam da o noktada, yalnızlık kendi içinde şekillenir. Çünkü bazen, bizi dinleyen birinin olması bile yeterli olmaz; bizi gerçekten anlaması gerekir.
Modern dünyada iletişim o kadar kolaylaştı ki, sanki yalnızlık hissi daha da derinleşti. Sosyal medya sayesinde binlerce insanla anında iletişim kurabilirken, bir bakıyoruz ki içsel boşluğumuzda tek başımıza kalmışız. Gerçek anlamda dinlenmek, duyulmak ve anlaşılmak, sanal dünyanın ve hızlı yaşamın ortasında kaybolmuş bir ihtiyaç haline geliyor. İnsanlar yanımızda, ama bizi anlayan yok. Kendimizi anlatacak kelimeler bulamıyoruz, bulduğumuzda ise ya yanlış anlaşılıyor ya da hiç duyulmuyoruz.
Bazen, hayatın karmaşasında dinlenmeye ihtiyacımız olur. Ve bu dinlenme, sadece fiziksel bir arınma değil, zihinsel ve duygusal bir yenilenmedir. Duygularımızı doğru şekilde ifade edemediğimizde, içsel huzurumuz bozulur. İşte bu yüzden, dinlenmek ve anlaşılmak, her bireyin hak ettiği temel bir ihtiyaçtır.
Biraz daha açık olmalıyız belki de. Birbirimizi gerçekten dinlemeyi öğrenmeliyiz. Çünkü çoğu zaman, insanlar sadece "dinlemeyi" değil, aynı zamanda "anlamayı" da unutur. Kendimizi ifade etmek, sadece bir monolog değil, karşılıklı bir diyalog gerektirir. Ve bu diyalogda, karşıdaki kişinin bizi anlaması, sadece kelimeleri duymakla kalmayıp, hislerimizi de hissetmesiyle mümkündür.
Yalnızlık, her zaman kötü bir şey değildir. Ancak, doğru bir anlayış ve dinleme ile yalnızlık duygusunun üstesinden gelebiliriz. Bazen ihtiyacımız olan tek şey, bizi gerçekten dinleyecek birini bulmaktır.
5 notes · View notes
halimecan · 3 days ago
Text
Tumblr media
İstanbul'da çalışırken hava öyle güzel ki, sanki yazın en güzel gününü yaşıyoruz. Güneş parlıyor, kuşlar cıvıldıyor, insanlar sahilde yürüyüş yapıyor... Ama tabii, bir şekilde her şey değişiyor. Evde olduğumda ise dışarıdaki dünya sanki başka bir gezegene dönüşüyor; yağmur yağıyor, rüzgar deli gibi esiyor, camları tıklatıyor. İstanbul’da işler başladığında bahar rüzgarı eserken, tatildeyken meğerse monsoon mevsimindeymişiz! Bir hafta tatil yaparsam belki gerçekten güneşi görürüm, kim bilir!
3 notes · View notes
halimecan · 4 days ago
Text
Bir Bebeğin Kaybı, Tüm İnsanlığın Kaybıdır
Ben anne değilim. Ama şunu biliyorum: Bir bebek, bir anne için dünyadaki her şeydir. Onun kalbi, canı, nefesi... Onun gülüşü, adım atışı, ilk kelimeleri... Hepsi bir anne için hayatta sahip olduğu en değerli şeydir. O yüzden belki de bu kadar derinden etkiliyor bu haber beni. Çünkü bir anne olmadan da, bir annenin acısını derinden hissediyorum. O kaybolan bebekler, o masum varlıklar, sadece o ailelerin değil, bütün insanlığın kaybıdır. Her biri, dünyaya umut taşırken, hırs ve kötülükle yok ediliyor.
Gözlerim doluyor, boğazımda bir düğüm büyüyor. İçim, tarif edilemez bir acıyla, bir boşlukla doluyor. O bebeklerin ailesi kim bilir ne kadar yıkık, ne kadar derin bir acı içinde.
Ve kimse, o boşluğu dolduramayacak.
Belli ki vicdanları hiç sızlamamış sızlamayacak bu zalimlerin. Bir bebekten çıkar sağlamak, bir can üzerinden para kazanmak, insanlık tarihinin en derin yaralarından birini açıyor. İçim acıyor, ne kadar üzgün olduğumu bile anlatacak kelime bulamıyorum.
Bir bebeğin kaybı, sadece o bebekle bitmez. Her anne, her baba, her insan, o kaybı hisseder. Çünkü bir insanın kalbinde her zaman bir yer vardır, o kayıp orada sonsuza kadar yaşar. O boşluğu ancak sevgi, merhamet ve insanlık doldurabilir. Ama bugün, o sevgiye, o merhamete en çok ihtiyacı olanlar, o bebeklerin aileleridir. Onların acılarını yüreğimizde taşırken, bizler de insanlık adına bir umut aramalıyız. O bebekler için, o aileler için, tüm insanlık için.
Bu dünyada bebekler, masumiyetin, saf duyguların ve sevgilerin simgesidir. Onlara yapılan bu zulüm, sadece bir suç değil, bütün bir insanlığa karşı yapılmış bir ihanettir. Evet, ben anne değilim. Ama bir insan olarak, bir insanlık olarak, o kayıpların acısını en derinden hissediyorum. Bir an önce bu vicdanı kaybetmiş dünyada, masumiyetin ve insana saygının yerini alması gerektiğini biliyorum. Acıyı paylaşmak, birbirimize sahip çıkmak, bu dünyayı biraz daha yaşanabilir kılmak için hepimizin sorumluluğu var.
Bir bebeğin kaybı, bir toplumun kaybıdır. Bir insanın kaybı, tüm insanlığın kaybıdır.
3 notes · View notes
halimecan · 4 days ago
Text
Tumblr media
Yaşamak, O Kısacık An...
Hayat çoğu zaman karmaşık ve zorlu bir yolculuk gibi gelir. Her gün, bir öncekinden farklı bir mücadele, daha büyük bir yük getirir. Birçok an, birikmiş yorgunluklarla geçer. Fakat, bazen hiç beklemediğimiz bir anda, kalbimizdeki gri bulutları dağıtan bir cümle, bir bakış, ya da sadece bir gülümseme karşılar bizi. Ve o anda fark ederiz ki, yaşamın gerçek anlamı, aslında o "kısacık an"da gizlidir.
Hani derler ya, "Tam da gönlün yorgunken bir cümle duyarsın, kalbindeki kuşlar havalanır..." İşte o an, tam da yaşamak denen şeyin ne kadar basit ve saf bir duygu olduğunu hatırlatır. Zihnimiz, endişelerle dolu olsa da, içsel bir dinginlik ve huzur her şeyin ötesine geçer. Bir şeylerin farklı göründüğünü, içsel bir dönüşüm yaşadığımızı hissederiz. O an, ne geçmişin yükü ne de geleceğin belirsizliği bizi sarar. Sadece o an vardır, ve o an her şeyin rengini değiştirir.
Başını gökyüzüne çevirdiğinde, bir şeyin farkına varırsın: Hayat, bir dizi ardı ardına sıralanmış günü geçirme çabası değil. O an, yaşadığın anıdır. O an, senin bir nefesle tüm evreni hissettiğin andır. Belki de işte bu yüzden yaşamak, o kısacık anlarda saklıdır. Çünkü yaşamın en değerli kısmı, bizim fark etmemizi bekleyen, küçük ama derin dönüşümlerdir.
Günlük hayatın akışında kaybolmuşken, bir an için durup o anı yaşamak belki de yapmamız gereken en önemli şeydir. Her şeyin bir yerlere koştuğumuzda değil, o hızda kaybolmadan, her saniyeyi dolu dolu hissederek yaşandığında anlamı vardır. Hayatın güzellikleri çoğu zaman bir cümle, bir bakış, ya da basitçe bir gülümseme ile başlar. O an, belki de her şeyin doğru olduğu andır.
Yaşamak, o kısacık andır işte. O anı fark etmek, o anın içinde kaybolmamak ve her şeyin ötesinde, sadece yaşadığını hissetmek… Bu, hayatın en saf ve gerçek hali.
4 notes · View notes