halimecan
Halimecan
2K posts
Ya doğuştan sarhoşsak içince ayılıyorsak?
Don't wanna be here? Send us removal request.
halimecan · 1 hour ago
Text
Tumblr media
Mükemmel bir ekip, ancak birbirinden ilham alan lider ve yıldız ekipten oluşur.
Dijital dönüşümün hâkim olduğu günümüzde, şirketler de değişime ve dönüşüme başladı.
Dünya devi şirketlerin dahi “Biz aileyiz” sözleri yaygınlaşmışken, şimdi farklı yetenekte insanların bir araya geldiği “yıldız ekip” kavramı öne çıkmaya başladı.
Etrafımda duyduğum ‘’biz bir takımız’’ sözüne hiç inanmadığım gibi, ‘’biz bir aileyiz’’ sözüne de inanmıyorum.
Aile olmayalım, ekip olmayalım ama saygılı iş arkadaşı olabilelim.
En azından bunu başarabiliriz iş hayatında diye düşünüyorum. Keşke omuz atmak yerine omuz omuza başarıya yürüyebilsek…
Hayatın her alanı zorken, bir de iş arkadaşlarıyla yaşanan sorunlar çoğu zaman işten daha çok yormakta, hatta kurumsal hayattan soğutup farklı alanlara yönelmemize neden olmaktadır.
Mesela, evimin bulunduğu sokakta bir kafe açıldı.
Sahibiyle biraz hasbihal ettik.
Çok iyi bir üniversiteden mezun olup kurumsal hayatın mobbinglerine dayanamayıp kendine yeni bir yol çizmiş.
Okulun son yıllarında hiç böyle olacağı aklıma gelmezdi derken gözleri doldu ve uzaklara daldı.
Kim bilir kaç kişinin daha hayalleri vardı…
Ve bu kişiler hayallerinden vazgeçmek zorunda kaldı, sadece hırs ve egosuyla işe gelen bazı kişilerin yüzünden.
Ben de bazen pes etmek daha büyük başarı diye düşünüyorum.
Umarım keyifli işleri olur yeni seçtiği hayatında.
Normal şartlarda arkadaş olmayacak insanlar iş arkadaşı olabiliyor. ‘’Tabii ki sorunlar yaşanabilir’’ dediğinizi duyar gibiyim. İşte, burada kurum kültürü ve doğru insan kaynakları yönetimi ile kurum kültürüne uygun kişilerin işe alınması devreye giriyor. Peki, kaç şirket bu kritere uyuyor ya da bu etik değerlere sahip?
Kurumlarda söylemleri hazırlarken, asla içime sinmeyen ve samimi bulmadığım hiçbir cümleyi kullanmıyorum. İnsanlar gibi kurumların da bir duruşu ve karakteri olduğuna inanıyorum.
Benim iş hayatındaki en büyük şansım ise kurumsal bir firmada işe başlamak. Bu noktada, kurumsal hayata başladığım yere biraz değinmek istiyorum.
Belki de birçok kişiye nasip olmayacak yönetici değil liderle çalışmanın, ekip olmanın (GÜVENMENİN) ne demek olduğunu öğrendiğim ilk şirketime…
Genel müdürümüz tüm ekibi tanır bilirdi.
Sabah herkese günaydın der, çoğu zaman yüz ifademizden bir sorun olduğu anlardı.
Bu gibi durumlarda ‘’Hadi gel bir kahve içelim’’ der, çoğu zaman içtiğimiz o kahve ile sorun uçar giderdi. O kadar yoğunluğunda nasıl bu kadar dikkatli ve duyarlı diye düşünürdüm.
Şimdi anlıyorum ki liderlik bunu gerektiriyormuş. İşten ayrılıp başka bir şirkete gittiğimde beni en çok anlayan, algılayan daha da önemlisi “cevap vermek yerine anlamak için dinleyen” genel müdürümü arar olmuştum.
Bugün hayatta olsaydı, bu yazıyı okuyup huysuzluklarımdan ve suratımın düşüşlerinden eminim bahsederdi.
Açıkçası bu yazımda, çalışma hayatına başladığım ilk günden beri bana ilham veren değerli yöneticilerime ve çalışma arkadaşlarıma teşekkür etmek istedim.
Tabii bir de çok kıymetli çözüm ortaklarıma.
Bazen ben de pes etme eşiğine gelsem dahi, iyiliğin kazanacağını bilerek yoluma devam ediyorum
Tabii ki yaşadığım olumsuzluklardan ders çıkardım ve hala çıkarmaya devam ediyorum.
İş hayatının kendi adıma en büyük öğretisi olarak, herkesi olduğu gibi kabul edip hayatında ne gibi zorluklar yaşadığını bilmediğim kişileri eleştirmeden, hiçbir şekilde yargılamadan kabul ediyorum.
2 notes · View notes
halimecan · 1 hour ago
Text
Tumblr media
En İyi Reklam, Başarılı Oryantasyon Uygulamasıdır.
Firmaların kurumsallaşma sürecinde önem verdiğim, elimden geldiğince şirket yönetimine anlattığım bir konuyu sizlerle paylaşmak istedim.
Eminim birçok kişinin karşılaştığı hatta ilk günlerde ‘’Acaba doğru bir karar verdim mi?’’ sorusunu oldukça düşünmemize neden olan bir konu bu; şirketlerde oryantasyon süreci ve önemi.
Şirketlerde ilk günümüz ve ilk karşılaştığımız kişiler, ilk izlenimi oluşturur ve ilk izlenimler hepimizin bildiği gibi çok önemlidir.
Kurumsal bir firmada iş hayatına başlayan biri olarak, kendimi çoğu zaman şanslı hissettim, çoğu zaman da şanssız…
İş hayatıma ilk adım atışım, kurumsal bir firmada başladığım stajla oldu.
İşe başlamadan bir gün önce, stajyer olmama rağmen, okulumun vermiş olduğu dokümanları ve şirketin talep ettiği tüm evrakları teslim ettim.
Stajımın ilk günü, insan kaynakları yetkilileri vasıtasıyla, ilgili departman ve yöneticilerle tanışıp departman yetkilisine emanet edildim.
Bir hafta boyunca birlikte yemek yedik ve bu bir haftalık sürede, iş akışı başta olmak üzere, bütün süreçlere dair gerekli destek ve bilgi verildi.
Düşünsenize, stajyersiniz ama size iş başı yapmış bir kadrolu çalışan gibi davranıyor ve iş akışındaki rolünüze önem veriyorlar.
Kendimi o kadar güvende hissettim ki, o dönemleri hiç ‘’ilk iş günüm’’ olarak hatırlamıyorum.
Hep güzel anılar biriktirdim.
Uzun yıllar da anılar biriktirmeye devam ettim.
Şirketler, yüzlerce başvuru arasından haftalarca hatta aylarca mülakatlar gerçekleştirdikten sonra, en uygun olan adayı işe başlatıyorlar.
Çoğu zaman aday işe başladığında bilgisayarı masası bile hazır olmuyor.
Bir şekilde şirkete, ortama alışmaya çalışıyor.
Aslına bakarsanız, son dönemlerde kurumsal iletişim departmanı ile insan kaynaklarının ortak çalışması sonucu, yeni başlayan çalışana verilen hoş geldin paketi ve hazır bir iş masası, en iyi pazarlama ve markalaşma yatırımlarından biri haline geldi.
Zira her anımızın fotoğrafını çekip sosyal medyada paylaşıyor oluşumuz, şirket kültürüne değer katmakta ve farklı adayların gözünde şirketin imajına pozitif yansımaktadır.
Dolayısıyla en iyi reklam, kulaktan kulağa yayılan ya da tanıdığınız kişinin yaptığı reklamdır.
Kurumsal firmaların kurum kültüründe en önemli unsurlardan biri, doğru adayı işe almak ve başarıyı korumaktır.
Doğru adayı bulup şirkette devamlılığını sağlayamayan yüzlerce şirket var ve bu şirketler sürekli personel aramaya devam ediyorlar.
Diğer yandan adayın işten ayrılması, yeni aday arama süreci anlamına gelir.
Bu da şirkete hem zaman kaybı hem de ekonomik kayıp olarak geri döner.
Doğru bir oryantasyon süreci ile tüm bu zorlukların önüne geçebilir, çalışanın kuruma bağlılık duymasını sağlayabilirsiniz.
Değişen iş hayatının dinamiklerine ayak uyduran her işletme, işe yeni başlayan çalışanına ve oryantasyon sürecine değer vermektedir.
Bu oryantasyon süreci, adayın çalışmaya başladığı ilk gün ve ilk 15 günlük süreyi kapsamaktadır.
İlk iş günü ise masanızın hazır olması, kurum kültürünün tanıtılması, iç iletişimin güçlü tutularak şirket işleyişinin aktarılması ve sonrasında güçlü bir iletişimle takip edilmesini kapsayan bir süreci beraberinde getirmektedir.
Tabii, aday için oryantasyon süreci hazırlarken şirket çalışanlarını da unutmamak gerekiyor.
Bazen çalıştığınız departmana biri alınıyor ve bu durumdan en son sizin haberiniz oluyor.
Böyle olunca, yeni katılan adaya farklı bakma, dışlama ya da mobbing uygulanabiliyor.
Yine bu gibi olumsuz durumların önüne geçmek için, kuruma katılacak yeni kişinin tanıtım maili hazırlanabilir ve bu mail işe başlamadan bir gün önce ilgili departmana iletilebilir.
İşe yeni başlayacak kişinin hangi okuldan mezun olduğu, daha önce hangi şirketlerde çalıştığı, hobilerinin neler olduğu gibi kişisel bilgilerin yer aldığı bir tanıtım yazısı, hâlihazırda çalışan kişilerin, yeni başlayacak adaya çok daha sıcak ve samimi yaklaşmasını sağlayacaktır.
Keza insan kaynakları departmanının ilgili kişiye bir ‘’hoş geldin maili’’ göndermesi ve iletişim bilgilerinin paylaşılması, iç iletişimi çok daha kolay hale getirecektir.
Tabii, her şirket ve pozisyon seviyesi için farklı oryantasyonlar oluşturulduğu unutulmamalı; yeni mezun biri ile deneyim sahibi biri için farklı oryantasyon programları hazırlanıp uygulanmalıdır.
3 notes · View notes
halimecan · 1 day ago
Text
Tumblr media
Bugün Bolu Kartalkaya Kayak Merkezi'ndeki bir otelde meydana gelen yangın nedeniyle büyük bir üzüntü içindeyim. Hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, kederli ailelerine sabır ve başsağlığı diliyorum. Yaralı vatandaşlarımıza ise acil şifalar temenni ediyorum. Bu tür acı olaylar hepimizi derinden etkiliyor ve insanlık adına büyük bir kayıp. Tüm Türkiye’nin başı sağ olsun.
Ama bir soru var ki, hep kafamı kurcalıyor: Neden hep bunlar Türkiye’de oluyor? İnsan canı bu kadar ucuz mu? Ne zaman ak��llanacağız, ne zaman ders çıkaracağız? Her geçen gün daha fazla can kaybı, daha fazla acı… Ama aynı hataları yapmaktan asla vazgeçmiyoruz. Sadece bir trajediden diğerine geçiyor, derin yaralarımızı bir kenara bırakıp hayatımıza devam ediyoruz.
Bizi kim döndürecek bu yanlıştan? Her defasında "Bir şeyler değişmeli" diyoruz, ama ne yazık ki, bir adım ileri gitmek yerine hep aynı noktada dönüp duruyoruz. Her kayıptan sonra kısa süreli bir hüzün, ardından eski alışkanlıklarımıza geri dönmek… Bu, sadece bireysel değil, toplumsal bir sorumluluk. Her birimizin bu sorumluluğa sahip çıkması gerekiyor.
Kendi hayatlarımızı ve başkalarının hayatlarını korumak, sadece bireysel önlemlerle değil, toplumsal bir bilinçle mümkün. Bu tür acıların bir daha yaşanmaması için ne kadar daha gözlerimizi açmamız, ne kadar daha kalbimizi, vicdanımızı dinlememiz gerekiyor? Bizim bu ülke olarak bir şeyleri değiştirebilmemiz için önce vicdanlarımızı uyandırmamız, sonra da bunun için birlikte hareket etmemiz şart. Canlarımız değerli, bu ülkenin insanları değerli.
Akıllanmak için daha kaç can feda olacak?
9 notes · View notes
halimecan · 2 days ago
Text
Tumblr media
8 notes · View notes
halimecan · 6 days ago
Text
Tumblr media
"İyi bir anıyı hatırlamak, yeniden mutlu olmaktır."
Gabriela Mistral
Bugün bu söze rastladım ve biraz durup düşündüm: Son zamanlarda hatırladığım bir anı var mı? Ne yazık ki, yakın geçmişte öyle bir anı hatırlamakta zorlandım. Ya da belki oldu, fakat hayatın koşturmacasında fark edemedim. Ne çok şeyi kaçırıyoruz, değil mi?
Eskiden, modum düştüğünde Üsküdar’a gitmek, Kız Kulesi’ni izlemek beni rahatlatırdı. O manzarada kaybolur, geçmişe dair anılarla dolu bir İstanbul gününe kendimi bırakırdım. Ya da Pera ve Karaköy’ün o eski sokaklarında kaybolur, şehri ve mimarilerini keşfederdim. O anlar, bir tür kaçıştı; günlük hayatın stresinden uzaklaşmak, şehri her yönüyle yeniden yaşamak gibiydi.
Şimdi düşündükçe, Balat’ın rengarenk sokakları, Kuzguncuk’un sakin havası, Boğaz’ın o ince güzelliği aklıma geliyor. Ama bunlar artık sanki çok uzak bir zaman diliminden geliyormuş gibi hissettirmeye başladı. Belki de değişen dünya düzeni, hızla değişen yaşam koşulları ve bizim evlerimize daha çok kapanmamız, minik bir yaşam alanıyla hayatımıza devam etmemiz bu duyguyu yaratıyor. Dışarıda yaşanan değişimlerin, evlerimizdeki dünyamıza yansıyan etkileri zamanla daha belirgin hale geldi. Eskiden daha sık, daha özgürce gezdiğimiz sokaklarda, şimdilerde sadece anılarını hatırlıyoruz.
Bir yandan hayatın getirdiği değişimlere ayak uydurmaya çalışırken, diğer yandan kaybolan o eski anıların değerini daha derin hissetmeye başladım. Belki de geçmişi hatırlamak, sadece mutlu olmak değil, aynı zamanda yaşadığımız dönemi daha iyi anlamamıza da yardımcı oluyor. Anılar, bizi biz yapan, kaybolduğunda ise geçmişin içindeki huzuru aradığımız birer yol haritası gibi. Şimdi her şeyin daha sessiz olduğu bir dünyada, o hatıraların ne kadar değerli olduğunu bir kez daha fark ediyorum.
Ve belki de bu yüzden, o eski anıların kıymetini şimdi daha derinden hissediyorum. O günlerde yaşadığımız o küçük mutluluklar, belki de şimdiye kadar yaşadığımız en değerli anılardır. Geçmişi hatırlamak sadece bir nostalji değil, aynı zamanda ruhumuzu yeniden beslemek gibi. Yavaşça kaybolan o anların arasında, bir huzur, bir sükunet buluyorum.
Şimdi her şey farklı; dünya hızla değişiyor. Ama ben, o eski anılarda kaybolan huzuru tekrar arıyorum. Belki de hayatın koşturmasından biraz uzaklaşıp, o güzel anılara sarılmak, yeniden mutlu olmanın tek yolu.
5 notes · View notes
halimecan · 7 days ago
Text
Tumblr media
Peki sizce ?
12 notes · View notes
halimecan · 8 days ago
Text
Tumblr media
Hayatta herkes bir şey öğretir insana. Mesela bana, en çok ihtiyacım olduğu anda kimseye gerçekten ihtiyaç duymadığımı öğretti. Kimsenin senin yanında görünmesine güvenme; çünkü bir adım atması, karşına geçip düşman olması için bir lafın yeter
11 notes · View notes
halimecan · 8 days ago
Text
Tumblr media
Her ölüm, ilk kaybıma götürüyor beni. O acı, her defasında yeniden canlanıyor, sanki zaman içinde kaybolmuş bir yarayı tekrar açıyor. İçimde bir boşluk oluşuyor, derin ve soğuk. Zamanla kaybolan bir şey var ama bir şekilde hep orada, bir gölge gibi varlığını sürdürüyor. Ölüm, hayatın içinde hep bir eksiklik olarak kalıyor. Onu hiç beklemediğimiz bir an hatırlıyoruz, en savunmasız olduğumuzda, her şeyin normal olduğu anlarda… Ve o an, acı öyle bir şekilde yüzümüze vuruyor ki, bir anlığına dünya sessizleşiyor. O kayıplar, o hatıralar, sanki bir yerlerde hep bekliyor, bizim yeniden onları hatırlamamızı… Ve bir daha, kaybetmenin ne demek olduğunu anlıyoruz. Ölüm, varlığıyla bizlere unuttuklarımızı hatırlatıyor; ve içimde bir yerlerde, kayıplar her zaman canlı kalıyor."
9 notes · View notes
halimecan · 11 days ago
Text
Tek başımada çözerdim her sorunu, ben yine de seninle çareler aramak istedim. Çünkü, her şey seninle başka güzeldi.
9 notes · View notes
halimecan · 12 days ago
Text
Tumblr media
15 notes · View notes
halimecan · 12 days ago
Text
Tumblr media
İyi Ki Varsın Jose Mourinho
İyi ki varsın, iyi ki Fenerbahçe tarihinde yerini aldın. Tıpkı efsanevi isimler gibi, senin de yerin çok ayrı olacak. Hem saha içindeki başarılarınla hem de duruşunla, Fenerbahçe'yi başka bir seviyeye taşıyacak ve adını bu büyük camianın tarihine altın harflerle yazdıracaksın. Mourinho, sadece bir teknik direktör değil, aynı zamanda Fenerbahçe'nin değerlerine saygı gösteren, adalet için sesini duyuran bir lider oldu. Senin gibi bir ismin Fenerbahçe'ye katkı vermesi, taraftarları gururlandırıyor ve kalplerde unutulmaz bir yer edinmeni sağlıyor.
Dün akşam Kasımpaşaspor maçında sergilediğin o değerli duruş, Fenerbahçe taraftarının içinde uzun süre yankı bulacak. Rakip futbolculara gösterdiğin saygı ve moral desteği, sadece bir maçın ötesinde, Türk futboluna kattığın en değerli miraslardan biri olacak. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün sözleriyle ifade etmek gerekirse, “Ben sporcunun zeki, çevik ve ahlaklısını severim,” sen bu tanıma en güzel şekilde uyuyorsun. Her davranışın, Türk futbolunda yeni bir sayfa açmakla kalmayacak, aynı zamanda Türk futbolcularına da örnek olacak.
Fenerbahçe’nin şampiyon olamamasından duyulan üzüntü, dün akşam senin duruşunla yerini umuda bıraktı. Birçok taraftar, "İyi ki Fenerbahçeliyim, iyi ki böyle bir teknik direktörümüz var" diyerek sana olan sevgisini dile getirdi. Cesurca konuşan ve Türk futbolundaki adaletsizlikleri dünyaya duyuran Jose, sadece sahada değil, sosyal medya aracılığıyla da adalet arayışını sürdürüyor. Senin gibi bir liderin varlığı, Fenerbahçe taraftarlarına sadece moral vermekle kalmıyor, aynı zamanda tüm Türk futbolunu daha iyi bir geleceğe taşımak adına büyük bir güç sağlıyor.
7 notes · View notes
halimecan · 13 days ago
Text
Tumblr media
İlahi Bağ
"Duanı aziz bir yolcuyu uğurlar gibi yap, çünkü dua Hak katında bir yer hazırlar, elçilik yapar."
Bugün Abdülkadir Geylanî’nin bu güzel sözüne denk geldim ve düşündüm: Ne kadar naif, ne kadar derin bir anlam taşıyor. Dua, sadece bir istek değil; bir şefkat, bir yönelme, bir ruhsal bağ kurma şeklidir. Aynı zamanda, insanın doğasında var olan güzelliklere, içindeki ilahi parçaya dokunan bir hatırlatmadır.
İnsanın doğası, aslında bir mucizedir. Her birey, yaratılışında taşıdığı o ilahi ışığı ve erdemiyle bu dünyaya gelir. Fakat son yıllarda, insan ruhunun ne kadar çekilmez ve soğuk hale geldiğini gözlemlemek, bir yandan da derin bir üzüntü yaratıyor. İnsanlar birbirlerine daha uzak, daha bencil, daha kırılgan bir hâle mi geldi? Yoksa, dünyadaki bu hızlı değişim, stres ve belirsizlik, insanın içindeki o zarif ve duyarlı yönleri mi gölgede bırakıyor?
Mutsuz anımızda, çıkmazda hissettiğimizde, başımıza kötü bir şey geldiğinde ya da yaşadığımız mutluluğun tarifinin imkansız olduğunu düşündüğümüzde, bir mucizeye inanarak Allah’a sığınırız. Elinden geleni yapıp, Allah’a sığınmak ya da zarar gördüğümüzde Allah’a havale etmek… Bu, “ilahi güce inanmak”tır. Bu duyguya sahip insanları kimse yenemez. Çünkü içlerindeki inanç, her türlü zorluğu aşabilecek gücü taşır. Dua, işte tam da bu anlarda bize bir yön göstericidir.
Her ne olursa olsun, dua her zaman bir sığınak olacaktır. Bir insan, ruhsal bir yolculuğa çıktığında, içindeki iyiliği yeniden keşfetme fırsatı bulur. Dua, sadece bir talep değil; kalbin bir arayışıdır. Ve belki de bu arayış, bize insanlığın en güzel yönlerini hatırlatacak bir yolculuğa çıkmamız gerektiğini gösteriyor.
4 notes · View notes
halimecan · 15 days ago
Text
Tumblr media
Kelimenin Ötesinde
Bazen, kelimelere dökülemeyen duygular vardır. O an, içindeki boşluğu kimse göremez. Sadece yanında biri olmalı; gözlerine bakarak, ruhunun derinliklerini hissetsin. Hiçbir şey söylemeden, sadece seni anlasın. O an, bir kahve bile, bir bakış bile yeterli olabilir. Çünkü o kişi, senin içindeki fırtınayı hisseder. Senin kalbinin nasıl atacağını bilir. Ve o bakış, seni iyileştiren bir şifa gibi gelir.
Bir insanın, seni kırıldığında neyle iyileştireceğini bilmesi… Ne zaman sessiz kalması gerektiğini, ne zaman bir kelimeyle seni yumuşatması gerektiğini anlaması… İşte bu, gerçek bağların ta kendisidir. Zihnin ne kadar karmaşık olursa olsun, o insan seni olduğu gibi kabul eder. Güçlü ya da kırgın, neşeli ya da hüzünlü, tüm renklerini kucaklar. Senin içindeki eksik parçayı, hiç konuşmadan tamamlar.
Böyle birini bulmak kolay değildir. Çünkü bu insanlar kelimelerle değil, kalbin derinliklerinden konuşurlar. Her ne yaşarsan yaşa, seni yalnızca dışarıdan değil, ruhunun en derin yerlerinden tanırlar. Ve sen, onlarla birlikteyken, her şey farklı olur. İçindeki yük hafifler, kalbin huzur bulur. Hiçbir şey söylemen gerekmez; çünkü o seni sadece varlığınla anlar. Bir bakışla bile, tüm karanlıklarını aydınlatabilir. Hatta seni hissetmeden önce, gözlerinde o duyguyu okur. O kadar derin bir bağ vardır ki, her halini, her anını hissederler.
Bir insanın seni kırıldığında neyle iyileştireceğini bilmesi, sana nasıl yaklaşması gerektiğini anlaması… İşte gerçek sevgi budur. Kimseye anlatamadığın acılarını, bir bakışla anlayabilen birinin varlığı, bir tür mucize gibi gelir. Çünkü bazı duygular, sözlere dökülemeden anlaşılır. Ruhlar birbirine yakınlaştığında, tüm dünya sessizleşir. Ve o insan seni olduğu gibi kabul eder; ne kadar kaybolmuş, ne kadar kırgın olsan da. O seni sevdiğinde, kelimelere gerek kalmaz.
Böyle bir bağ kurmak, belki de hayatın en büyük hediyesidir. Çünkü bazen tüm dünyayı aramak yerine, sadece seni anlayacak birini bulmak yeterlidir. O insanla geçirdiğin zaman, bir ömre bedeldir. İçindeki karanlık, o kişinin varlığıyla aydınlanır. O an, seninle dünyayı paylaşan biri vardır. Ve o an, hayat her zamankinden daha değerli, daha anlamlı olur.
Hayat, böyle insanlarla daha güzeldir. Çünkü senin kalbinde bir boşluk varsa, o insan onu doldurur. Tıpkı kaybolmuş bir parçanın yerine oturması gibi. Ve sen, hiç konuşmadan, sadece o insanın yanında olduğunda, hayatın gerçek anlamını bulduğunu hissedersin.
7 notes · View notes
halimecan · 17 days ago
Text
Tumblr media
Ferdi Tayfur hakkında olumsuz konuşanlar var, ancak bir soru sormak isterim: Onun ayakkabılarını giyip, onun yolunda yürüdüğünüzü hiç düşündünüz mü? Ferdi Tayfur, 6 yaşında babasını kaybetmiş, annesi yeniden evlenmiş ve çocukken oyun oynamak, eğitim almak yerine şekerci çırağı olarak çalışmak zorunda kalmış. O yaşta bir çocuğun hakkı olan eğitimi alamamış, oyunla geçen yılları ve arkadaşlıkları hiç tatmamış. "Çocuk olmak nedir, bilmemiş." Hayatındaki bu acılar, çok az insanın anlayabileceği türden bir mücadele içeriyor. Onun yaşadığı şartlar, hayatta kalmak için verdiği savaş, birçok insan için uzak ve yabancı bir gerçeklik.
Şimdi, size verilen eğitim ve yaşam şartlarıyla Ferdi Tayfur’un yerine geçseydiniz, neler yapardınız? Baba sevgisi görmemiş, çocukluğunu yaşayamamış bir insan için babalık kavramını öğrenmek, duygusal boşlukları doldurmak nasıl mümkün olabilir? Ferdi Tayfur, belki de bu boşlukları şarkılarında dile getirdi. Ama o zor çocukluk yıllarından bir sanatçı olarak çıkan Tayfur, hayatındaki acıları, eksiklikleri ve kayıpları sanatına dönüştürdü. O, bir sanatçının ruhunun derinliklerine inen gücünün gerçek örneğidir. Hepimizin bildiği bir söz vardır: "Hayat, insanı ne kadar zorlayarsa, insan da hayatı o kadar güzelleştirir." Ferdi Tayfur, yaşadığı zorluklara rağmen hep bir umut ışığı aradı ve sonunda büyük bir sanatçı olmayı başardı.
Ferdi Tayfur, şarkılarında yalnızca acıları, özlemleri ve sevdayı değil, aynı zamanda mücadelesini, direncini ve azmini de anlattı. Onun şarkıları size hitap etmeyebilir, ancak doğru ya da yanlış, bu gerçekleri göz ardı edemeyiz. 70’li yıllarda Anadolu’nun köylerine, devletin bile ulaşamadığı evlere giderek, insanların kalbine dokundu. Sevdalarına, acılarına eşlik etti. Türkiye’de rekorlar kıran bir sanatçı oldu. Bu başarı yalnızca müziğiyle değil, hayatı boyunca verdiği mücadeleyle anlam kazandı. Arkasında kimse yokken, kendi gücüyle büyük başarılar elde etti. İşte bu tür insanlar, gerçekten takdir edilmesi gereken insanlardır.
Bugün, depresyon, yalnızlık ve kayıplarla mücadele eden birçok insan varken, Ferdi Tayfur’un hayatı hepimize önemli dersler veriyor. Şarkılarında yalnızca acıyı değil, aynı zamanda dayanıklılığı, umudu ve mücadeleyi de duyarsınız. O, zorluklarla ve kayıplarla karşılaşan bir insanın, nasıl pes etmeyip ayakta kalabileceğinin en güçlü örneğidir.
Ferdi Tayfur’un hayatı, sadece müzikle değil, yaşamın her alanında verdiği amansız savaşla değer kazanmıştır. Onun hayatı ve müziği, her zaman bir umut kaynağı olmuştur. Şarkılarını dinlerken, sadece melodisini değil, o melodinin arkasındaki hayatı, mücadelesini ve bu mücadelesiyle bulduğu gücü de anlamalıyız. Ferdi Tayfur, geçmişin ve bugünün insanlarına ilham kaynağı olmaya devam edecektir. Çünkü onun hayatı, her türlü zorluğun üstesinden gelebilmenin mümkün olduğunu gösteriyor.
18 notes · View notes
halimecan · 18 days ago
Text
Tumblr media
Toplumsal Sorumluluk Masumlara Merhamet,
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir hadisinde şöyle buyurmuştu: "Eğer beli bükülmüş yaşlılar, takva sahibi gençler, süt emen çocuklar ve yayılan hayvanlar olmasaydı, belalar sel gibi üstünüze dökülecekti." Bu söz, toplumun en savunmasız bireylerinin, masumların ve zayıfların korunmasının ne kadar önemli olduğunu hatırlatır. Ancak ne yazık ki, bugün bazı Müslümanlar bu öğretileri unutarak, can dostlarımızı acımasızca katletmekte, yaşlılarımıza bakım evlerinde eziyet etmekte ve bununla alay edercesine sosyal medyada paylaşmaktadır. Çocuklarımıza yapılan en korkunç istismarlar ve öldürmeler ise, insanlık adına içimizi sızlatan, kalbimizi paramparça eden bir felakettir.
Bizler, her bir canın Allah’ın emaneti olduğuna inanırken, nasıl olur da böyle bir zulmü kabul edebiliriz? Bir yaşlının elleri, bir çocuğun gülüşü, bir hayvanın sadık bakışları, hepsi Allah’ın yarattığı en güzel izlerdir. Bizlere düşen görev, bu izleri korumak, bu canları sevgiyle ve merhametle sarmaktır. Eğer biz, toplum olarak masumlara zulmedersek, kalbimizi karartırsak, ne yazık ki o bela, hepimizin üzerine bir gün düşer. Bu duygu ve düşüncelerle, birbirimizi hatırlamalı ve Allah’ın rahmetine sığınarak, adalet ve merhametle yaşamaya çalışmalıyız.
Son yıllarda, maalesef bazı kesimler, İslam’ı kendi isteklerine ve dünya görüşlerine göre şekillendirip, onu topluma kabul ettirmeye çalışıyorlar. Oysa ki din, sadece bir toplumun ya da bireyin çıkarlarına göre değiştirilemez; İslam, Allah’tan gelen bir huzur ve doğru yoldur. Eskiden dindar insanlara büyük bir saygı duyulur, onların yaşantısına değer verilirdi. Şimdi ise, "Vallahi" diyen birini gördüğümüzde, neredeyse korkar hale geldik. Kimi zaman bir müslümanın samimiyeti sorgulanır, kimi zaman ise başkalarının inancına zarar verme isteği, sanki dinin gerekleri bunlarmış gibi dayatılır. Oysa İslam, başkalarının inancına ve yaşantısına zarar vermek değil, aksine onlara huzur, barış ve adalet götürmektir.
Dindar olmak, sadece dışarıdan görünüşle değil, içten gelen bir samimiyetle olur. Dinimizi yaşamaktan, O’na olan bağlılığımızı doğru şekilde ifade etmekten korkmamamız gerekir. İnsanlar, "Vallahi" demek yerine, dinin güzelliklerini örneklerle, kalpten gelen bir sevgiyle yaymalıdır. Çünkü gerçek iman, başkalarına zarar vermek değil, onları iyiliğe, doğruya ve huzura çağırmaktır. İslam, özünde bir rahmet dinidir ve bunu yaşamak, hem kendi iç huzurumuzu hem de toplumun huzurunu sağlar.
8 notes · View notes
halimecan · 18 days ago
Text
Tumblr media
Ferdi Tayfun’un hayatı ve şarkıları, gerçekten de kalbimizde derin izler bırakıyor. Her biri bir anlam taşıyor, ancak bir tanesi var ki, beni derinden sarstı: "İki şey hayatta onu çok üzmüş; birincisi hiç görmediği babası, ikincisi ise hiç okula gitmeyişi." Ferdi Tayfun, sonunda hiç görmediği babasına kavuştu, ama o boşluk, o eksiklik, hayatını şekillendiren bir yara gibi kaldı. İnsan kaybettikleriyle yaşamaya devam ederken, hep bir eksiklik hissi taşır. O kayıp, zamanla derinleşir ve bir yara halini alır.
Dedemi kaybettiğimde içimde bir boşluk vardı. Aklıma gelen ilk şey şu oldu: "Keşke ilk gördüğüm gibi kalsaydı." Sevdiğimiz birinin yaşlandığını görmek, o eski halinden uzaklaştığını fark etmek gerçekten zor. O eski neşe, güç ve canlılık yok olmuştur. Yaşlanmak, zamanın acımasız yüzünü en sert şekilde gösteriyor. Yaşlılıkla birlikte gelen değişim, insanı hem fiziksel hem de duygusal olarak etkiliyor. Ve fakirlik... Fakirlik de, ne kadar kırılgan ve geçici olduğunu hissettiriyor hayata. Yaşlılık ve fakirlik, evimize girmemesi gereken misafirlermiş gibi görünse de bazen istemeden onları kabul ediyoruz.
Ferdi Tayfun’un şarkısındaki şu sözleri de içimdeki bu duyguları daha da pekiştiriyor: “İçim yanar yanar, canım yanar yanar...” Zamanla her şey değişiyor; insanlar, duygular, hatta hayat bile. Ama geriye yalnızca acılar kalıyor. O eski hal, o eski sıcaklık artık yok. Zamanın nasıl acımasızca geçip gittiğini anladıkça, sevdiklerimizin kıymetini daha iyi anlıyoruz. Belki de hayatın en büyük öğretisi de bu: Zamanın değerini bilmek, sevdiklerimizi kaybetmeden önce onlara olan sevgimizi hissettirmek.
Ölüm, hep uzakmış gibi gelir. Ama bir gün o an geldiğinde, çok geç olmuş olur. Ferdi Tayfun’un kızı ağlarken , "Babamdan beni ayırdılar" derken, belki de en çok kendine sitem ediyor gibiydi. O eksiklik, hayatının içinde derin bir yara halini almıştı.
Hayat çok kısa, zaman hızla geçiyor. Sevdiklerimize sıkı sıkı sarılmak, onlara olan sevgimizi her fırsatta göstermek belki de en değerli şey. Özellikle belli bir yaşa gelmiş büyüklerimize daha hassas olmalıyız, tıpkı onların bizim çocukluğumuzda gösterdikleri sabır ve fedakarlık gibi. Yaşlılık ve hastalık, bir gün hepimize uğrayacak. O yüzden, sevdiklerimize sarılalım, değerini bilelim. Bir gün onlara son kez sarıldığımızda, o anı asla unutamayacağız. Ama o zaman, belki de çok geç olacak.
11 notes · View notes
halimecan · 18 days ago
Text
Tumblr media
Sevgi, Huzur ve Değerli Anılar
Hayat, gerçekten de kaç dakika nefes aldığımızla ölçülmez. O anlarda ne kadar derin, ne kadar anlamlı hissettiğimizle şekillenir. Zaman, hızla geçerken, geriye dönüp baktığımızda aklımızda kalanlar, belki de sadece birkaç özel anıdır. Bu anılar, bizi biz yapan, kalbimizi ısıtan, ruhumuzu besleyen anlar olur. Düşünüyorum da, geriye dönüp bakınca hayatımın en kıymetli anları, o özel ve sessiz anlar, sorulara verilen sabırlı cevaplar ve sevgiyle dolu büyüme süreci oldu. Her anı değerli kılmak, kaybolan şeylerin yerine her zaman yenisinin geleceğini bilmek, sevgiyle dolu bir hayatın, sadece yaşamak değil, gönülden yaşamak olduğunu fark etmek… Büyükbabamın öğrettiği bu değerler, bugün beni ben yapan her şeyin temeli oldu.
Benim için en değerli anılar, çocukluk dönemimde büyükbabamla geçirdiğim zamanlardan kalanlardır. O anlar, sadece birer anıdan çok daha fazlasıdır. Büyükbabamın bana anlattığı hikayeler, sabahları yanına gidip birlikte kahvaltı yaptığımız zamanlar, doğa yürüyüşlerine çıkıp birlikte sessizce ormanın seslerini dinlediğimiz o huzurlu dakikalar… Bunlar, zamanla hafızama kazınan, hiç silinmeyecek hatıralardır. Büyükbabamın bana öğrettikleri, yalnızca yaşam hakkında değil, aynı zamanda insan olmanın değerine dair çok şeydi.
Çocukken, merak ettiğim her şeyin cevabını sabırla veren, bazen de sadece yanında sessizce oturup o huzur dolu varlığıyla bana güç veren büyükbabam, hayatımda çok özel bir yer tutuyor. Onunla geçirdiğim zamanlar, kelimelerle anlatılabilecek kadar basit değildi. Her sorumu, en ince detayına kadar sabırla yanıtlar, her cevabında bana sadece bilgi değil, aynı zamanda hayatın anlamını da öğretti. Hiç bıkmadan, bir konu hakkında uzun uzun anlatır, bazen de sadece yanımda oturur, susardık. O suskunluk bile, onun varlığında bir anlam bulur, bir çeşit huzur verirken içimdeki sorulara yeni cevaplar aramamı sağlardı.
En çok hatırladığım anım, onun bana her zaman iki tane şey almasıydı. Bir şey kaybolduğunda ya da biri bozulduğunda üzülmemem için, aynı şeyi her zaman yedek alırdı. "Biri kaybolursa, üzülme, çünkü yeni bir şey var," diyerek aslında hayatın zorlukları karşısında bir umut ışığı yakmıştı. O an, onun bana gösterdiği bu küçük ama derin düşünceliliği hatırladıkça, yalnızca eşya değil, hayatın kaybolan anlarına karşı da bir güvence gibi hissediyorum. Büyükbabam, bana her zaman kaybolan bir şeyin yerine geçecek bir başka güzel şeyin olacağını öğretmişti.
Zaman geçtikçe, büyükbabamın bana bıraktığı en değerli miraslardan biri de bu düşünce oldu: Bir şey kaybolsa da, geriye kalan her şeyle mutlu olabilirim. Hayat, gerçekten de uzun gibi dursa da, en çok hatırladığımız şey, küçük ama derin anılardır. Bu yüzden her anı değerli kılmak, en küçük şeyin bile farkına varmak önemlidir. Hayatta önemli olan, sadece nefes almak değil, o nefesi kesen anları yaşamak ve her anın değerini bilerek, ardında kalacak hatıralarla dolu bir yaşam sürmektir.
Bir de büyükbabamın bana verdiği o derin sevgi vardı. "Hayatta seni o kadar çok seviyorum ki, başkasının sevmesine gerek yok," derdi. Onun sevgisi bana hep yetti. Sevgi aramadım, sevgi açlığına veya sevgi eksikliğine hiç düşmedim. O kadar güçlü bir sevgiyle büyüdüm ki, dünyada başka bir sevgiye ihtiyaç hissetmedim. Anadolu geleneğiyle, bir çocuğun karakterini kodlayarak büyütmek belki de en doğru yoldu. O kadar güzel ve doğru kodlamış ki, onun istediği gibi biri oldum. Ayakları üzerinde duran, kendi ayaklarıyla hayatını kuran, çalışan ve hayatla barışık bir insan oldum. Eminim ki, şimdi beni cennetten izliyor ve gurur duyuyordur. Onun sevgisiyle şekillenen ben, bugün kendi hayatımın sorumluluğunu almış bir birey olarak, onun bana bıraktığı mirası gururla taşıyorum.
Büyükbabamın sevgisiyle büyüyen ben, hayatın her anını değerli kılmayı öğrendim. Onun bana öğrettiği sevgi, sadece başkalarına değil, kendime de duyduğum sevgiyi pekiştirdi. Onun sıcak, güven dolu varlığı hala içimde yaşıyor, hayatıma yön veriyor. Ve ben, her geçen gün onun bana kazandırdığı o değerli mirası daha fazla hissediyorum.
6 notes · View notes