halimecan
Halimecan
2K posts
Ya doğuştan sarhoşsak içince ayılıyorsak?
Don't wanna be here? Send us removal request.
halimecan · 5 hours ago
Text
Tumblr media
Futbolun Ötesinde Bir İnsanlık Duruşu
Volkan Demirel, son yıllarda sadece futboluyla değil, insanlığıyla da gönülleri fetheden bir isim haline geldi. Hem saha içinde hem de saha dışında gösterdiği duruş, ona olan hayranlığımı her geçen gün daha da pekiştiriyor. Hangi kulvarda olursa olsun, onu takdir etmek, ne kadar doğru bir adam olduğunu görmek gerçekten çok anlamlı.
Hatayspor'un teknik direktörü olduğu dönemde yaşanan o büyük felaket, onu bir futbolcu veya teknik direktörden çok, bir insan olarak tanımamıza vesile oldu. Depremin hemen ardından Volkan Demirel, sadece bir takımın başındaki teknik adam değil, bir lider, bir umut ışığıydı. Bölge halkı için elinden geleni yapıyor, bir an olsun yanlarından ayrılmıyordu. Acılarını paylaşıyor, onlara güç veriyor, onlarla birlikte ağlıyordu. Sadece bir teknik direktör değil, aynı zamanda bir dost, bir kardeşti. O dönemde gösterdiği bu tavır, futbolun çok ötesinde bir anlam kazandı. Onun yanında hissettiğiniz güven ve samimiyet, başka hiçbir şeyle kıyaslanamazdı.
Ve bugün, oynanan maçta Şenol Güneş’in elini sıkmadı çünkü "Hatayspor depremden sonra oynayabilirdi" cümlesi, Volkan Demirel’in içindeki o acıyı, kayıpları ve yaşadığı derin travmayı tam anlamıyla ortaya koydu. Volkan Demirel’in yanıtı, ne kadar büyük bir insan olduğunu bir kez daha gösterdi: “Ben morgda cenaze arıyordum o dönemde. Futbolcumu kaybettim, sportif direktörümü kaybettim...”
Bu sözler, sadece bir futbolcunun değil, bir insanın yaşadığı acıyı ve o acıyla başa çıkma mücadelesini anlatıyordu. Bazen hayat bizlere en büyük sınavları verirken, Volkan gibi birinin dik duruşu, ruhumuzu dinlendiriyor. O, sadece Hatay’a, bölge halkına değil, bizlere de ne kadar güçlü bir insan olduğunu gösterdi. Zorlukların karşısında, insan olmanın ne kadar değerli olduğunu hatırlattı.
Volkan Demirel’in yaptığı her şey, sözde değil, özde bir insanlık dersi. Kendisini “futbolcu” ya da “teknik direktör” olarak değil, bir insan olarak seviyoruz. Bu duruş, bu tavır, bu insanlık; her zaman alkışlanmayı hak ediyor. Helal olsun, Volkan Demirel… Bu dünyada hala senin gibi insanların var olduğunu görmek, insanı gerçekten umutlandırıyor. Senin gibi bir insanın izinden gitmek, hem futbol hem de hayat adına değerli bir yolculuk. İyi ki Fenerbahçelisin 💙💛
3 notes · View notes
halimecan · 6 hours ago
Text
Tumblr media
Dünyanın Zorluğu
Duygusal zekası ve empatisi yüksek insanlar, dünyada daha fazla hassasiyetle hareket ederler. Başkalarının duygusal durumlarını hissedebilmek, onların yaşadığı acıları, mutlulukları, korkuları anlamak, aynı zamanda büyük bir avantaj olabileceği gibi, bir o kadar da zorlayıcıdır. Bu kişiler, genellikle çevrelerindeki insanların hislerine odaklanırken, kendi duygusal ihtiyaçlarını görmezden gelebilirler. Duygularını bu kadar derinden yaşayan ve başkalarının duygusal durumlarına fazla duyarlı olan bireyler için dünya bazen çok karmaşık, aşılması güç bir yer haline gelebilir.
Birçok insan, hayatın zorluklarıyla mücadele ederken, empati ve duygusal zeka gibi özellikleri birer avantaj olarak görür. Ancak, yüksek empatiye sahip kişiler için bu, her zaman aynı şekilde işlemeyebilir. Çünkü başkalarının acılarına duyarlılık, bir noktada kişiyi tükenmişlik hissine sürükleyebilir. Sürekli olarak başkalarının duygusal yüklerini taşımaya çalışmak, özellikle de karşılık göremediğinde, içsel bir boşluk yaratabilir. Duygusal zekası yüksek olan bireyler, bazen başkalarına yardım ederken, kendilerine yeterince özen gösteremeyebilirler. Bu da, duygusal yorgunluğa yol açar.
Dünyada her şeyin daha hızlı, daha yüzeysel ve daha kararsız ilerlediği bir dönemde, empatik ve duygusal zekası yüksek insanlar, çevrelerinde olup bitenleri çok derinden hissediyorlar. Ne yazık ki, çoğu zaman çevrelerindeki insanlar bu duygusal derinliği anlayamayabiliyor. Bu da, empati duygusu fazla olanları, yanlış anlaşılmalar ve yalnızlık duygusuyla baş başa bırakabiliyor.
İlginç bir şekilde, bu insanlar haklı oldukları bir konuda bile tepki verirken kendilerini sorgulama eğilimindedirler. “Acaba çok mu üstüne gittim?” gibi düşünceler, onları sürekli bir içsel çatışmaya sokar. Halbuki, çoğu zaman söyledikleri doğru, hissettikleri gerçek olmasına rağmen, başkalarına zarar verme korkusu ve aşırı empati, onları adım atarken tereddüte düşürür. Ancak, işin tuhaf tarafı, bu tür bir yumuşama, başkalarını daha fazla cesaretlendirir ve daha çok üzerler. Çünkü duygusal olarak sınırlarını koymayan ve haklı oldukları noktada bile “belki fazla ileri gitmişimdir” diye düşünen insanlar, karşılarındaki kişiye kendi sınırlarını aşma izni verir. Bu da çoğu zaman haklı bir tepkinin zamanla erimesine ve çözülmesine yol açar.
Peki, bu durumun üstesinden nasıl gelebiliriz? Belki de çözüm, duygusal sınırlarımızı çizmekte yatıyor. Empatik bir insan, başkalarının duygularını çok iyi anlayabilir, onlara yardım edebilir, ancak kendi duygusal ihtiyaçlarına da özen göstermelidir. Bu, kendini başkalarının yüklerinden korumak anlamına gelir. Empatinin, sınırları olan bir değer olduğunu kabul etmek, yalnızca başkalarına yardım etmek değil, aynı zamanda kendimize de yardım etmek demektir.
Duygusal zeka ve empati, insanları birbirine bağlayan önemli köprülerdir. Ancak, bu köprülerin sadece başkalarına açılmasına izin vermek, zamanla kişinin ruhunu tüketebilir. Kendimize de bu duygusal bağları kurabilmeliyiz. İçsel dengeyi sağlayabilmek, sadece başkalarına değil, kendimize de duyarlı olmayı gerektirir.
Empatik olmak ve duygusal zekayı yüksek tutmak, çok değerli birer erdemdir. Fakat, dünyayı sadece başkalarının duygusal hallerinden görmek, içsel huzurunuzu tehdit edebilir. Kendimize empati göstererek, başkalarına da gerçek anlamda yardımcı olabiliriz. Unutmayalım ki, duygusal zeka ve empatiyi sağlıklı bir şekilde kullanabilmek, hem başkalarını hem de kendimizi daha iyi anlamamıza yardımcı olur.
2 notes · View notes
halimecan · 15 hours ago
Text
Tumblr media
Samimiyetin Eksik Olduğu Bir Dünyada Fark Yaratmak
İş dünyası, çoğu zaman bir maskeler arenasına dönüşür. Herkes kendi çıkarını savunur, başarısına giden yolu açmak için bazen başkalarını hiçe sayar. Bu maske takma alışkanlığı, sadece bireysel ilişkilerle sınırlı kalmaz; şirket kültürlerine de yansır. Çoğu zaman, bir organizasyondaki “yüzeysel” başarı, içsel dürüstlük ve samimiyet eksikliğinden beslenir. Gerçek güvenin, sağlam bir ilişki kurmanın ve kalıcı başarının temelleri ise ne yazık ki sıkça göz ardı edilir.
İş dünyasında samimiyetsizlik, bir tür hayatta kalma stratejisi gibi görünse de, uzun vadede hem bireyler hem de şirketler için yıkıcı sonuçlar doğurabilir. Kendi kimliğini gizleyerek, başkalarının beklentilerine uymaya çalışan bir çalışan, her ne kadar dışarıdan başarılı görünse de içsel bir tükenmişlik hissiyle karşı karşıya kalabilir. Çalışanların gerçek kimliklerini gösterebileceği, değerlerinin yansıması olabileceği bir ortamda ise hem kişisel gelişim hızlanır, hem de şirketin verimliliği artar.
Peki, bu durumun şirketlere yansıması nasıl olur? Her şirketin bir kültürü vardır ve bu kültür, kurum içindeki etkileşimlerden, liderlik anlayışından, değerlerden beslenir. Samimi, şeffaf ve birbirine değer veren bir ortamda, çalışanlar yalnızca performans açısından değil, moral ve motivasyon açısından da daha güçlüdür. İyi bir yönetici, maskelerin arkasında kaybolan potansiyeli fark eder ve herkesin kendi en iyi versiyonunu ortaya koyabilmesi için zemin hazırlar. Çalışanlar, bir şirketin değerleriyle uyumlu hareket ettiklerinde, ortak bir amaca doğru daha istekli bir şekilde ilerlerler.
Fakat çoğu şirket, yüzeysel başarıyı gerçek başarının önünde tutar. Başarıyı sadece sayılarla ölçmek, insan faktörünü göz ardı etmek, kurumları soğuk ve mekanik bir hale getirir. Gerçek başarı, sadece finansal kazançla değil, çalışanlarının mutluluğu ve bağlılığıyla da ölçülmelidir. Samimiyetin olduğu bir ortamda, insanlar birbirine güvenerek, daha yaratıcı, daha üretken ve daha bağlı olur. Bu da doğal olarak şirketin hem içindeki hem de dışındaki ilişkileri güçlendirir.
Bununla birlikte, iş dünyasında maskesiz olabilen, kendi kimliğini ve değerlerini işine yansıtabilen insanlar ve şirketler çok nadirdir. İş hayatındaki bu nadir örnekler, fark yaratabilen, gerçek anlamda başarılı olan organizasyonlardır. Çünkü maskesiz bir çalışma ortamı, her bireyin kendini en iyi şekilde ifade edebileceği, açık iletişimin ve güvenin ön planda olduğu bir atmosfer yaratır.
İş dünyasında maskelerin arkasına saklanmak kısa vadede kazanç getirebilir, ancak uzun vadede hem bireysel tatminsizliklere hem de organizasyonel sorunlara yol açar. Herkesin kendi kimliğini özgürce ifade edebileceği, samimi ve dürüst bir iş ortamı yaratmak, sadece insanları mutlu etmekle kalmaz, aynı zamanda şirketin başarısını da kalıcı hale getirir. Gerçek başarı, samimiyetten geçer.
3 notes · View notes
halimecan · 1 day ago
Text
En uzun gece 6 Şubat deprem gecesidir
Tumblr media
2 notes · View notes
halimecan · 1 day ago
Text
Tumblr media
İçimizdeki Çocuğu Koruma Mücadelesi
Hepimizin içinde bir çocuk var. Masum, saf ve dürüst bir çocuk. O çocuk, en derin duygularımızı, en temiz düşüncelerimizi barındırır. Bir zamanlar, dünyaya gözlerimizi ilk açtığımızda, her şeyin güzel, her şeyin adil olduğunu düşünürdük. Hayat, belki de bu yüzden çok büyülüydü; çünkü henüz gerçeklerle yüzleşmemiş, dünyayı kendi saf bakış açımızla görüyorduk.
Fakat zaman geçtikçe, çevremizden duyduğumuz hikayeler, tanık olduğumuz adaletsizlikler, bazen de içinde bulunduğumuz durumlar, o saflığı gölgeliyor. Bazen insanlar, bazen de sistemler, içimizdeki çocuğu uyandıran o adalet duygusunu yok etmeye çalışır. Fakat bir şeyi unuturuz: İçimizdeki çocuk, ne olursa olsun, koruma ve korunma hakkına sahiptir.
Günümüzde, doğru olmanın, adil olmanın zorlaştığı bir dünyada yaşıyoruz. Çoğu zaman başkaları, sadece kendi çıkarlarını savunmak adına, başkalarını kötü gösterme ve adaleti çarpıtma konusunda oldukça yetenekli olabiliyor. Ama ��unu unutmayalım; adil olmak ve iyi kalmak, bazen yalnızlık, bazen de kırgınlık getirebilir. Ama bir şekilde, bu yol, kendimize olan saygımızı korumamızı sağlar. Bir insan, kendi vicdanıyla barış içinde olduğunda, dünyanın ona sunduğu karmaşanın içinde bile huzuru bulabilir.
"Adil olamam, çünkü herkes buna değmiyor" diyenler olabilir. "İyi kalmaya gerek yok, insanlar buna layık değil" diyenler olabilir. Ama bir soru soralım: Adil olmak, yalnızca başkalarına değil, aynı zamanda kendimize verdiğimiz bir sözdür. Bize yaklaşımlarına göre şekil almadan, doğrularımızdan sapmadan, içimizdeki çocuğa sadık kalarak yaşamak, aslında sadece başkalarına değil, en çok kendimize olan saygıyı gösterir.
Belki bazen insanların adaletsizliklerine karşı kaybolan bir güven hissi yaşarız. Fakat, biz adil olmaktan vazgeçmediğimiz sürece, ruhumuzun derinliklerinde bir şey hep doğru kalır. O, vicdanımızın ve içimizdeki çocuğun sesidir. Ve bu ses, her ne olursa olsun, bizi doğru yolda tutar.
Bunu hatırlamak, dünyada ne kadar kaybolmuş gibi hissedersek hissedelim, yeniden bir başlangıç yapmamızı sağlar. Kendi iyiliğimize, adaletimize sahip çıkmak, başkalarının olumsuzluklarıyla kirlenmemek, her zaman bir seçimdir. Ve bu seçim, sadece içinde yaşadığımız dünyaya değil, aynı zamanda geleceğimize de ışık tutar.
İçimizdeki çocuğu korumak, sadece başkalarına değil, kendimize de adil olmaktır. Bu, belki de en büyük cesaretin göstergesidir. Ve bu cesaret, her zaman bize huzuru getirir.
3 notes · View notes
halimecan · 2 days ago
Text
Tumblr media
Dürüstlük
İnsanlar genellikle bir duvarın arkasında yaşar. Bu duvar, güvenliğimizin, rahatlığımızın, kendimizi daha iyi hissetmemizin bir parçasıdır. Fakat bir gün, bu duvarın ardında aslında kim olduğumuzu, gerçekten ne hissettiğimizi görmeye başlarız. O zaman fark ederiz ki, dürüst olmak aslında cesaret ister. Hem kendimize hem de başkalarına karşı dürüst olmak, kolay bir şey değildir. Çünkü bazen doğrular, kabullenmesi zor, yüzlemesi sancılıdır. Oysa insanlar çoğu zaman bu zorluktan kaçmak ister. Kendini kandırmak, yalanlarla huzur bulmak, hayal dünyasında yaşamak, rahatlatıcıdır.
Ama gerçeği görmeye başladığınızda, insan bazen yalnız kalır. Çünkü dürüstlük, bazen çevremizdeki insanların kabul edebileceğinden daha acıdır. İnsanlar, kendilerine gösterilmeyen o net gerçekleri görmek istemezler. Ve dürüstlük, özellikle de kırıcı bir şekilde dürüstlük, pek çok ilişkide bir kırılma noktası yaratır. Gerçeklerle yüzleşmek, o an için keskin ve acı verici olabilir. Ama sadece doğruyu söyleyenler kalır, geriye başka bir şey kalmaz. O yüzden belki de sağlıklı insanlar daha az dostla kalır, ama kalpten bağlar kurarlar.
Gerçekten dürüst olmak, aslında sadece başkalarına karşı değil, kendimize karşı da bir dürüstlüktür. Kendi içimizdeki karanlıkları, korkuları, acıları görmek ve onlarla barışmak, bir yolculuktur. Bu yolculuk, çoğu zaman yalnız yapılır. Yalnız olmak, insanın en büyük korkularından biridir. Ama yalnızlık, bazen bir arayışın, bir keşfin parçasıdır. Bazen sadece kendimizle baş başa kaldığımızda, kim olduğumuzu anlayabiliriz. Dürüstlük, insanın yalnız kalma riskini göze almasını gerektirir. Ama bu yalnızlık, aslında dışarıdaki dünyadan daha çok, kendi iç dünyamızla barış yapmamızı sağlayacak bir fırsattır.
Dürüst bir insanın hayatında çok fazla insan olmayabilir, ama geriye kalanlar, yüzeysel olmayan ilişkilerdir. Bu tür bağlar, kırılgan, ama derindir. Çünkü gerçek bağlar, maskelerin olmadığı, yargıların kaldırıldığı, sadece olduğu gibi kabul etmenin ve sevmekten doğar. Ve belki de gerçek mutluluk, bu tür ilişkilerde gizlidir. Yalnızlık, bazen bir çöl gibi kuru ve soğuk olabilir; ama o çölün içinde, gerçek benliğimizi bulduğumuzda, kendimize duyduğumuz sevgi büyür.
Hayatta gerçek arkadaşlar, sahici ilişkiler arayan birinin karşısına çoğu zaman yalnızlıkla çıkar. Ama bu yalnızlık, bir kayıp değil, bir kazançtır. Kendi gerçeğini kabullenen, başkalarına dürüst olabilen insan, sonunda kendisini bulur. Kendisine sadık kalabilen, insanları da olduğu gibi kabul eder. Belki de en güzel ilişkiler, en zor olanlardır. Çünkü en zor olanlar, en gerçek olanlardır.
4 notes · View notes
halimecan · 2 days ago
Text
Tumblr media
3 notes · View notes
halimecan · 2 days ago
Text
Bugün bir konuşma sonrası durduk yere kendime çok yazık ettiğimi fark ettim 🥹
5 notes · View notes
halimecan · 3 days ago
Text
Tumblr media
Bir hamam böceği çilek dolu bir kasenin görüntüsünü mahveder, ama bir çilek hamam böceği dolu bir kasenin görüntüsünü güzelleştiremez. Pazarlamada küçük hatalar, müşteri kaybına yol açmayabilir; ancak bazı hatalar vardır ki, bu hatalar tüm kasenin çöpe gitmesine sebep olabilir. Saygısız ve alaycı tavırlar, kişisel bilgilerin izinsiz ve kötüye kullanılması, sadık müşteriyi "çantada keklik" sanmak, yapıcı eleştirileri göz ardı etmek ve "markam kusursuz" yaklaşımında ısrar etmek, markanın güvenini ve itibarı kaybetmesine yol açar.
Bu ikili ilişkiler içinde şahane bir örnek olabilir 🤔
4 notes · View notes
halimecan · 3 days ago
Text
Tumblr media
İyiliğin Ardında Kalan
Bazen insan, kalbinin en derin köşesindeki iyiliği dünyaya yaymak ister. Öyle safça, öyle içten… Bütün dünyayı olduğu gibi görmek, tüm renkleri, tüm duyguları yakalayabilmek arzusu. Kendini açık, dürüst ve gerçekçi bir şekilde var etmek. Ama bir noktada, bu iyiliğin gölgesinde kaybolursun. İnsanlara, içindeki iyi niyeti, dürüstlüğü sundukça, belki de fark etmeden, kendi güvenli alanını dışarıya bırakmış olursun. Sonra, en zor an gelir: Gerçekleri görmek, karşındaki kişinin derinliklerine inmek… Ve birden, o masum bakış açın, birer birer kırılmaya başlar.
Çünkü, biz iyiliği görmek istedikçe, bazen bir maskenin ardındaki karanlık gerçeği görmüyoruz. O maskenin altındaki acıyı, korkuyu, hatta bazen kötülüğü görmek istemediğimiz için, gözlerimizi onlardan kaçırıyoruz. Kendimiz gibi açık, kendimiz gibi dürüst olduğumuzda, karşımızdaki insanın aynı şekilde davranmasını bekliyoruz. Ama hayat, ne yazık ki öyle işlemiyor. İnsanların içindeki karanlık, bir şekilde, bir gün yüzeye çıkıyor. Ve o an, bir anda fark ediyorsun: Kötü kalpli insanlar, aslında hiç de yabancı değiller. O kalp, senin onlara sunduğun iyilikle dolmadı. O kalp, yıllar içinde başka şeylerle örülüp, başka duvarlarla güçlenmişti.
Ve işte o anda, içindeki güven duygusu, bir sarsıntı geçiriyor. O kadar çok güvenmiştin ki, herkesin tıpkı senin gibi olacağına. Senin gibi içten, senin gibi dürüst… Ama bazen, başkalarının maskelerinin arkasındaki karanlıkla yüzleşmek, seni içsel bir boşluğa itiyor. "Neden ben?" diye soruyorsun, neden iyi niyetim karşılık bulmuyor? Neden her zaman kendimi böyle açık kalp sunmak zorunda hissediyorum? Herkesin içinde bir iyilik, bir saflık vardır diye düşündüm. Ama sonra anladım ki, herkes, senin gibi kalmayabiliyor.
İçimdeki bu naif iyiliği kaybetmek istemiyorum. Çünkü bu benim kimliğimin bir parçası; ama bir yandan da başkalarına karşı olan bu saf güven, beni her seferinde kırıyor. Belki de insanları, oldukları gibi görmek, başkalarındaki karanlıkla yüzleşmek, içsel gücümü kazandıran bir şeydir. Kötü kalp gördükçe, belki de kendimi daha güçlü hissediyorum, ama yine de o acı her zaman orada… Ne kadar iyimser olursam olayım, insanlar değişiyor. İnsanların maskeleri düşüyor ve o düşen maskeler altında belki de bir daha hiç eskisi gibi olmayacağım.
İçimdeki saf kalp hep var olacak, belki de yaşam boyunca... Ama bu saf kalbi, insanların masumiyetine olan inancımı kaybetmeden korumak… En zor ama en gerçek olan yol. Gerçekleri görmek, insanları olduğu gibi kabul etmek, acıyla büyümek. Kim bilir, belki bir gün, o karanlıkta bile bir ışık bulurum. Çünkü kalbimde, her şeye rağmen, hala iyiliğe inanmak istiyorum.
4 notes · View notes
halimecan · 3 days ago
Text
Tumblr media
Zamanın Sessiz Değişimi
Hayat, her geçen gün biraz daha farklı bir hâle gelir. Bazen, değişim aniden karşımıza çıkar ve biz onu fark ettiğimizde çok geçtir. Bazen de, zamanın ince dokunuşlarıyla, farkında olmadan dönüşürüz. Zaman, bir anda gelip geçmez; o, daha çok bir yavaşlıkla, gizlice bizi şekillendirir.
Birçok şey değişir, fakat bazen insanlar değişmez. İçsel dünyamızda kocaman bir fırtına kopsa da, dışarıya yansıttığımız tek şey, kalın bir sessizlik olabilir. Bazen insanın tek arzusunun, etrafındaki dünyayı anlamak olduğunu düşünürsünüz. Birileri, dünyayı görmek için her fırsatı değerlendirirken, başka biri belki de duvarlar örerek yaşamayı tercih eder. İnsanlar, yaşadıkları anın içinde kendi iç yolculuklarını sürdürürken, zaman onlara bir öğretmen gibi yaklaşır. Her an bir değişim potansiyeli barındırsa da, bazen o değişim, istemediğimiz şekillerde olur.
Kimi insanlar, yıllar geçtikçe yumuşar; duygusal derinliklerine inen bir anlayış geliştirirler. Kimisi ise sabırla bekler, çevrelerinden, yaşadıklarından ya da duygularından beslenerek kendilerini yeniden keşfederler. Ama bazı insanlar, ne kadar zaman geçerse geçsin, değişmeden kalabilirler. Onlar, iç dünyalarındaki huzursuzluğu dışarıya yansıtarak, duvarlarını daha da yükseltirler. Belki de değişmek, korku verir. Ya da belki, değişim, bir tür kayıptır onlara. Kendi kimliklerini, geçmişlerini ve dünyalarını koruma çabasıyla direnç gösterirler.
Fakat zaman, ne kadar inatçı olursak olalım, sonunda her birimizin üzerine dokunur. Her iz bırakan deneyim, bir parçayı daha yerinden oynatır. Bu değişim bazen görünür, bazen ise bir çiçeğin yavaşça açması gibi içsel bir dönüşüm olur. İnsanlar, zamanla yalnızca dışsal yaşantılarıyla değil, iç dünyalarıyla da olgunlaşırlar. Ancak, her insan bu yolculuğa aynı hızla çıkmaz. Bazıları hızlıca ilerlerken, bazıları ise sabırla bekler, daha derin düşünür, daha fazla sabır gösterir.
Ve belki de en büyük değişim, kendimizi anlamakla başlar. Kendi içimizdeki çatışmaları, korkuları, kırıklıkları anlamak. Kendimize daha duyarlı olmak, başkalarına empati duymaktan çok daha zordur. Bir insanın değişmesi, bazen çevresindekilerin elinden geleni yapmasının ötesinde, o kişinin kendi iradesine, içsel isteğine bağlıdır. Zaman, başkalarını değiştiremez. Ama insan, kendini değiştirme gücüne sahiptir.
Bu dünyada, bazen insanlar birbirini anlamazlar. Bazen kalpten kalbe bir bağ kurmak zor olur, çünkü herkes kendi acısını yaşar, kendi gerçekliğinde sıkışır. Ama belki de anlamamız gereken şey, başkalarının değişmesini beklemek yerine, zamanın bize sunduğu fırsatla bizlerin değişmesidir. Değişim, zamanın içinde ne kadar beklediğimize değil, nasıl baktığımıza, neyi hissettiğimize ve neyi kucakladığımıza bağlıdır. Zamanın, bize sadece bir "geçiş" değil, bir "öğrenme" fırsatı sunduğunu unutmamalıyız.
Belki de zamanın gerçek büyüklüğü, bizim zamanla olan ilişkimizde saklıdır.
3 notes · View notes
halimecan · 3 days ago
Text
Tumblr media
İş Yerinde Saygı, Empati ve İnsan Olmanın Gücü
İş hayatı, profesyonellik ve sorumlulukların ötesinde, insani ilişkilerin de önemli bir yer tuttuğu bir alandır. Bu ilişkiler bazen o kadar karmaşık hale gelir ki, tek bir yanlış anlaşılma ya da küçük bir saygısızlık, günümüzü, hatta tüm iş yaşamımızı derinden etkileyebilir. Çoğu zaman çalıştığınız yer, sadece meslek edindiğiniz bir ortam olmanın ötesinde, bir anlamda “günlük hayatınızın bir parçası” haline gelir. İnsanlar birbirine değer vererek, saygı göstererek ve empati kurarak bu ortamı daha verimli hale getirebilir. Ancak, ne yazık ki bazen insanlar, hem sözlü hem de davranışsal olarak, bu değerleri göz ardı edebiliyorlar. Bu da, psikolojik olarak yıpratıcı ve kırıcı sonuçlar doğurabiliyor.
Birçok kişi, iş yerindeki stresin ve zorlukların yalnızca "iş"le ilgili olduğunu düşünür. Oysa her birey bir insan, bir iş gününü tamamladıktan sonra geriye duygusal ve mental anlamda tükenmiş bir hali bırakabiliyor. Bir çalışanın, bir projeye, bir etkinliğe ya da bir göreve göstermiş olduğu özeni ve katkıyı görmezden gelmek, sadece profesyonel anlamda değil, aynı zamanda insani anlamda da büyük bir saygısızlık örneğidir. Bir çalışanın sadece "eksik" bir yönüne odaklanmak, diğer tüm başarı ve gayretleri göz ardı etmek, oldukça acımasız ve haksızdır. Herkes hata yapabilir, eksik olabilir; ancak bunu yalnızca bir "eksiklik" olarak görmek, kişinin tüm emeğini küçümsemek demektir.
İş yerinde insanlar arasında saygı ve anlayışın temeli, her bir bireyin kendi sınırlarını tanıyıp, diğerlerinin sınırlarına da saygı göstermesidir. Birinin duygusal bir çöküş yaşadığı bir dönemde ona alan açmak, ona saygı göstermek ve bir başkasının ruh haline dikkat etmek, çok basit gibi görünen ama aslında çok önemli adımlardır. Ne yazık ki, bu tür insani davranışlar bazen göz ardı ediliyor ya da ihmal ediliyor. "Sadece iş yapmalısın" yaklaşımı, insanları duygusal olarak yalnız bırakır ve iş ortamını yalnızca bir üretim alanı olarak görmek, sonunda daha büyük problemleri doğurur. Bir çalışanın ruh hali, iş verimliliğini doğrudan etkiler ve bu dengeyi sağlamak, yöneticiler ve meslektaşlar arasında karşılıklı bir saygı gerektirir.
Birinin size sürekli olarak “çok sabırlısın” demesi, aslında o kişinin sizin duygusal yükünüzü fark etmediğini, üzerinizdeki baskıyı anlamadığını gösterir. Sabır bir erdem olabilir, ancak sabır sınırsız değildir. Her insanın bir sınırı vardır. İnsanlar, bazen hata yapar, bazen sinirlenir, bazen de sadece biraz yalnız kalmak ister. Bu ruh haliyle başa çıkabilmek için, bir çalışana biraz alan tanımak gerekir. Eğer bu alana izin verilmez ve yalnızca eleştirel bir bakış açısıyla yaklaşılırsa, kişi yalnız hisseder ve gösterdiği emeklerin takdir edilmediğini düşünür.
Beni en çok üzen şeylerden biri, çabaların göz ardı edilmesidir. Bir etkinliği her detayıyla ilgilenerek düzenlediğinizde ve her şey kusursuz olduğunda, sadece etkinliğe katılmadığınız için eleştiriliyorsanız, bu durum tüm emeğinizin yok sayılması anlamına gelir. Oysa iş yerinde işler sadece eksikliklere odaklanmak için değil, başarıya, çabaya ve emeklere de odaklanmak için yapılmalıdır. İnsanlar her zaman mükemmel olamayabilir; hepimiz bazen aksaklıklar yaşayabiliriz. Ancak bunun karşısında, takdir görmek ve teşekkür edilmek en doğal hakkımızdır. Birine "eline sağlık" demek yerine yalnızca eksiklikleri vurgulamak, hem saygısızlık hem de acımasızlıktır.
Saygı, sadece kelimelerle değil, aynı zamanda davranışlarla da gösterilir. Herkesin kendine ait bir çalışma tarzı ve ritmi vardır. Bir kişi, zor bir dönemden geçiyorsa ya da sinirli hissediyorsa, bu tamamen doğal bir durumdur. Herkesin duygusal durumuna empatiyle yaklaşmak, ona zaman tanımak, sakinleşmesi için alan bırakmak en insani davranışlardır. Ancak bu durum genellikle göz ardı edilir. İnsanlar, kendilerine alan tanınmak yerine, suçlu gibi muamele edilir. Bu tavır, kişiyi daha da yalnızlaştırır ve onun daha çok duvarlar örmesine neden olur.
İş hayatında yıllarca hataları dile getirmekten yoruldum. Çünkü bazen insanlara hatalarını söylediğinizde ya da onlara sınır koyduğunuzda, değişim sağlanmaz. Üstelik değişmeyen insanlar, aynı hataları tekrar eder. Zamanla sabır tükenir ve insanlar, bu tür kişileri hayatlarından çıkarmak zorunda kalır. Bu, aslında bir tür korunma içgüdüsüdür. İnsanlar, sadece eleştirerek değil, aynı zamanda anlayış ve destekle daha güçlü olabilirler.
İş yerinde ya da herhangi bir ilişkide karşılıklı saygı, anlayış ve empati kurmak, yalnızca verimli bir iş ortamı yaratmakla kalmaz; aynı zamanda insanların güvenebileceği ve kendilerini ifade edebileceği bir alan oluşturur. İnsanlar, hatalarından öğrenebileceğini düşündükçe daha dikkatli olur ve gelişir. Ancak bir insana sadece eksikliklerini göstermek, ne kadar sabırlı olursa olsun, onu yıpratır. Ve sonunda, yıpranmış insanlar, hatalarını söylemekten bıkmış olurlar, çünkü aynı hatalar sürekli tekrar eder.
Hayat, kimseye mükemmel olma zorunluluğu getirmez. Hepimiz zaman zaman düşeriz, hatalar yaparız, bazen de sakinleşmeye ihtiyaç duyarız. Önemli olan, birbirimize alan tanımak, saygı göstermek ve hatalarımızı nazikçe hatırlatmaktır. İnsanlık, en çok bu anlayışla büyür.
3 notes · View notes
halimecan · 4 days ago
Text
Değerli blog misafirlerim,
Yorumlarınızla, güzel enerjilerinizle ve paylaştığınız düşüncelerle beni hiç yalnız hissettirmediğiniz için sonsuz teşekkür ederim. Yazılarımı kalbimle, ruhumla yazıyorum ve eğer bu yazılar sizlere de dokunuyorsa, o an duygularımızın birleştiğini hissediyorum. Tanışmasak da aynı naiflik, empati ve saygı ile bir araya gelmek gerçekten çok değerli. Bu ortak paydada buluştuğumuz için ne kadar şanslı olduğumu her geçen gün daha iyi anlıyorum.
İyi ki varsınız! Hep birlikte bu yolculukta devam etmek, birbirimize güç katmak çok kıymetli. Paylaşımlarınızla bana kattığınız güzellikler için bir kez daha teşekkür ederim.
Umarım beğenir, yorum yapar ve paylaşırsınız. Paylaştıkça daha çok kişilere ulaşmış oluruz. Şimdiden destekleriniz için çok teşekkür ederim!
Sevgi ve saygılarımla.
10 notes · View notes
halimecan · 4 days ago
Text
Tumblr media
Sütlaç, Tarçın ve Geçmişin Kokusu
Bugün, kendimi geçmişin o sakin ve huzurlu çocukluğuma doğru kaybolurken buldum. O günün ilk kokusu, soğuk havayla karışan kömür kokusu beni çocukluğuma götürürken, ikinci bir koku daha hatırlattı: Babaannemin mutfaktan yükselen tarçınlı sütlaç kokusu… Ve aniden, o küçük mutlu çocuk, okuldan gelirken kapıdan girer gibi hissettim.
Babaannemin yaptığı sütlaç, sadece bir tatlı değildi. Her kaşık, sabahları güneşin ilk ışıklarıyla dolu o evin içindeki huzuru, dedemin telaşlı ama sevgi dolu bakışlarını ve babaannemin şefkatli ellerini taşıyor gibiydi. Sütlaç, tıpkı bir çocukluk anısı gibi, zamanın ötesine geçmişti. Tarçın kokusu, sadece damakta kalan bir iz değil, kalbimde de bir iz bırakıyordu. O an, ne kadar uzak olursa olsun, sanki babaannem hala kapıyı açmış, mutfakta beni bekliyormuş gibi hissediyorum.
İşte bu yüzden, bazen modum düştüğünde, kendimi kötü hissettiğimde, bir tabak sütlaç ısmarlıyorum. Üzerine bolca tarçın döküyorum. Bu küçük ritüel, aslında bana çok daha fazlasını getiriyor: Bir parça huzur, geçmişin sıcaklığı, kaybolan yılların hatırası. O an, geçmişin korunaklı dünyasında bir gezinti yapıyorum. Kapıdan girerken, çocukluk yıllarımın bana sunduğu o sığındığım güveni hissediyorum.
Babaannemin yaptığı sütlaç, sadece bir tatlı değil; aslında yaşamın güzelliklerine olan minnettarlığımın bir simgesine dönüşmüş. Çünkü çocukluk yıllarımda yaşadığım her detay, aslında bugünkü benin içinde bir iz bırakmış. Geçmişin kokularını, tatlarını, küçük anlarını yeniden hatırlamak, insanın kaybolmuş huzurunu bulmasına yardımcı oluyor. Kimi zaman, geçmişin bu küçük ama güçlü hatıralarına sarılmak, bizi şu an daha güçlü ve huzurlu kılıyor.
Belki de bu yüzden, içimdeki çocuğu seviyorum ve ona her zaman sahip çıkıyorum. Çünkü o çocuk, bana en saf halimi, en mutlu halimi hatırlatıyor. Bazen bir sütlaç, bir tarçın kokusu, geçmişin en güzel anılarını canlandırabiliyor. Ve bu, insanı en zor zamanlarda bile mutlu edebilecek kadar güçlü bir şey.
Geçmişin kokularına, tatlarına ve anılarına sahip çıkın. Çünkü onlar, sizi yeniden iyileştirebilir ve unutulmaz bir huzura taşıyabilir.
5 notes · View notes
halimecan · 4 days ago
Text
Tumblr media
Sözler ve Suskunluklar Arasında
Hepimiz, bazen sözcüklerin yükünü taşırken, bazen de onları unutarak adımlarımızı atıyoruz. Ama asıl mesele, bu yükü kiminle ve nasıl paylaştığımızda gizli. Her bir kelime, bir duygu taşıyor; her bir cümle, bir hikayenin parçası. Bazen o kelimeler ne kadar dikkatle seçilirse seçilsin, yine de yanlış bir anda, yanlış bir kişiye dokunabiliyor. Ve bir anda, o kelimelerin ağırlığı altında ezildiğimizi hissediyoruz.
Birçoğumuz, başkalarına zarar vermemek için kelimelerimizi seçerken, içimizde bir tür ince hesap yapıyoruz. Kimi zaman bir cümleyi söylemek, bir insanın kalbinde derin izler bırakabilir. Belki de bu yüzden, her zaman sözlerimizi tartarız; "Bu cümle karşındakini incitir mi? Bu kelime, bir yara açar mı?" diye sorarız kendimize. Ama farkında olmadan, bu duyarlılığımız bazen başkaları tarafından anlaşılmayabilir. Onlar, düşünmeden, hemen söylerler kelimelerini. Kırılmadan, üzülmeden, kayıtsızca. Ve işte o an, aslında onların kayıtsızlığı, bizim incinmişliğimize dönüşür.
İç dünyamızda biriktirdiğimiz kırıklıklar, bazen küçük bir sözle açığa çıkar. Bazen de, bir başkasının fark etmediği, bizde yıllarca biriken duygusal yükü bir cümleyle hissettiririz. Oysa, çoğu zaman biz, karşımızdaki insanın yaşadıklarını, içindeki fırtınaları bilmeden konuşuruz. Onların derinlerinde neler olduğunu, hangi travmalarla yüzleştiklerini, hangi acıları taşıdıklarını göremeyiz. Ve bu yüzden, her kelimenin ağırlığını hissetmeyiz.
Bunu anlamak, aslında çok zor. Kimse, karşısındakinin ruhunda ne kadar büyük bir yük taşıdığını bilemez. Ama belki de önemli olan, sadece kelimelerimizi seçmek değil, aynı zamanda birbirimizi dinlemeyi bilmekte. Sözler, bazen ifade edemediğimiz duyguların dışavurumudur. Ama bir insanın içindeki acıyı görmek, sadece kelimelerle değil, aynı zamanda bir bakış, bir dokunuşla da mümkündür. Bazen susmak, aslında en doğru cevaptır. Sadece bir anlığına sessiz kalmak, karşımızdakinin yüreğine dokunmak için yeterlidir.
Evet, ben duygusal biriyim. Bazen fazla hassas, fazla kırılgan. Ama bu, her zaman iyi olduğum anlamına gelmiyor. Kırılgan olmak, bazen başkalarının düşünmeden söyledikleri sözlerden daha fazla acı çekmek demek. Duygularını saklamak, içine gömmek demek. Ama yine de, dünyada birbirimize daha nazik, daha anlayışlı olmayı öğrenmeliyiz. Çünkü biz, birbirimizin yükünü hafifletebileceğimiz, birbirimize anlayışla yaklaşabileceğimiz bir yer yaratabilmeliyiz.
Sözlerimizi seçerken, karşımızdaki insana saygı duyalım. Herkesin iç dünyasında savaşlar var, her insan bir yolculuk yapıyor. Bazen o yolculuk, kimseye gösterilmeden geçiyor. Ve belki de, bir gün biz de o kırılgan anlardan birini yaşarız. O zaman, başkalarının sözlerine ne kadar dikkat ettiğini daha iyi anlarız. Tıpkı onların, bizim içsel mücadelemizi görmediği gibi.
Hayat, her zaman düz bir yolculuk değil. Zaman zaman inişler ve çıkışlar var. Ama bu inişlerde, birimizin kelimeleri, diğerinin kalbini daha fazla kırmasın diye… Bazen, gerçekten sadece susmak gerekebilir.
4 notes · View notes
halimecan · 4 days ago
Text
Tumblr media
Çok amin Allahım 🙏
4 notes · View notes
halimecan · 4 days ago
Text
Tumblr media
Ölünce Beni Kim Yıkayacak?
Hayat, bir yolda yürürken arkamızda bıraktığımız izler kadar, ilerlerken gözlerimizi kör eden karanlıklarla da şekilleniyor. Son zamanlarda sıkça karşılaştığımız açık hava reklamları ve sosyal medya paylaşımları, hayatın geçici olduğunu hatırlatan bir uyarı gibi... Çoğumuz, bu hatırlatmaları görmekten rahatsız oluyor, çünkü gerçeklik, bizleri konforlu kabuğumuzdan çıkarıp, en derin korkularımızla yüzleştiriyor.
"Ölünce beni kim yıkayacak?" sorusu, belki de hepimizin kafasında bir yerlerde yankılanan, ama duymak istemediğimiz bir gerçek. Toplum olarak, yaşamı anlamak ve kabullenmek yerine, ölümün üzerine kalın bir örtü çekmeye eğilimliyiz. İnsanlar, ne kadar para kazanıp ne kadar mal-mülk biriktirirse birikitsin, sonunda hepsinin toprağa karışacağını bilmezler mi? Ama bu düşünce, insana öylesine korku verir ki, çoğu zaman göz ardı edilir.
Peki, bu kadar korktuğumuz, kaçtığımız şey aslında nedir? Bir gün yok olacağımızı kabul etmek, her şeyin geçici olduğunu görmek mi? İnsanlar artık, hayatın anlamını maneviyatla değil, maddiyatla ölçmeye başladılar. Oysa eskiden, basit bir kefen bezi bile insanın son yolculuğunu rahatça ve sıkıntı yaratmadan yapabilmesi için yeterliydi. Şimdi ise, her şey kayboldu. İnsanlar birbirlerine yük olmaktan korkuyorlar. Ama eninde sonunda, her şey bizden ayrılacak. Malımız, mülkümüz, arabamız, evimiz, tüm o değerli gördüğümüz şeyler... Geride sadece bizim içimizdeki iyilikler, güzellikler, kalacak.
Dünyaya gözlerimizi açarken, o anı hatırlamıyoruz. Ve bir gün gözlerimizi kapattığımızda da, belki o anı da hatırlamayacağız. Ama ne fark eder? Bu dünyada iz bırakan, kalbini ve ruhunu iyilikle dolduran insanlar asla unutulmaz. Belki insanlar bizi unutacak, ama biz başkalarının hayatlarında bıraktığımız izlerle yaşamaya devam edeceğiz. Ölüm bir son değil, belki de bir başlangıçtır. Bir gün bir başkası, bizim izlediğimiz yolu takip edecek ve belki de o kişinin hayatına dokunduğumuz bir iyilik, sonsuza kadar yankılanacak.
Neden korkuyoruz? Çünkü sonun gerçeği, bilinmezliğin içinde kaybolmuş durumda. Ama belki de gerçek korku, hayatı nasıl yaşadığımızla ilgilidir. Gerçek bir korku, başkalarına zarar vermek, kendini kaybetmek, dünyada iz bırakmamak ve sevdiklerine yalnızca maddi şeyler bırakmaktır. Oysa asıl miras, ruhun derinliklerinde işlediğimiz iyiliklerdir.
Ölünce kim yıkayacak, kimin önünde kaç defa eğileceğiz? Bilmiyoruz. Ama biliyoruz ki, dünyada verdiğimiz her güzel söz, yaptığımız her küçük iyilik bir gün bizi hayatta tutacak. Gerçek zenginlik, kalbimizin derinliklerinde saklıdır; orada bir ışık var ki, hiçbir ölüm karartamaz.
10 notes · View notes