#ekrem yaşlı
Explore tagged Tumblr posts
Text
🎬 Sararmış Yapraklar (2023)
"Aki Kaurismäki, yeni filmi Sararmış Yapraklar’la Cannes’da Jüri Ödülü’nü kazandı ve pek çoklarına göre 2023’ün en iyi filmlerinden birine imza attı."
"Tutunamayan, yalnız, kendi hâlinde ve mutluluğa uzak iki karakteri takip ediyoruz: Ansa ve Holappa’yı. Biri bir süpermarkette, diğeri inşaatlarda çalışan, güvencesiz hayatları yalnızlıkla geçen iki orta yaşlı karakter. Birçok Kaurismäki karakteri gibi kendi başlarına var oluyor, kendi hallerinde sessizlikle yaşıyorlar. Birbirlerinden ayrıksı, farklı görünen hayatlarını ortaklaştıran tek şey yalnızlıkları."
"Yine Kaurismäki evreninin aşina olduğu işçi sınıfı öykülerinden biri bu. Mecbur oldukları güvencesiz işlerinin kendilerine yaşattığı akıl almaz yok sayılma, dışarıda bırakılma vaziyetlerine omuz silkip devam ediyorlar hayatlarına. "
- Ekrem Buğra Büte - Altyazi.net
.............
"Biz’den insanlar birbirini görünce tanır. İşçiler, işsizler, bohemler, tutunamayanlar birbirini tanır. Kaurismäki’nin severek resmettiği bir karakter bir diğerini görünce tanır. (…) Derin dostlukların öyle pat diye, tuhaf bir hızla, kolaylıkla ve doğallıkla gelişmesinde gizli zaten bu filmlerin sırrı biraz da."
- Ayça Çiftçi
(Altyazı Dergisi 177. Sayısındaki ‘Ait Oldukları Yerde’ isimli yazısından.)
#sararmış yapraklar#fallen leaves#kuolleet lehdet#film önerisi#izlediğim filmler#aki kaurismaki#alma poysti#jussi vatanen#film#sinema#cinema#yalnızlık#hüzün#melankoli#alone#loneliness#melancholia#melancholy
18 notes
·
View notes
Text
Türkiye Belediye Birliği 'İmamoğlu'na emanet
https://pazaryerigundem.com/haber/175477/turkiye-belediye-birligi-imamogluna-emanet/
Türkiye Belediye Birliği 'İmamoğlu'na emanet
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, 2005 yılında bugünkü statüsüne kavuşan Türkiye Belediyeler Birliği’nin 6’ncı başkanı oldu.
İSTANBUL (İGFA) – İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, toplam 868 delegenin oy kullandığı Türkiye Belediyeler Birliği (TBB) Başkanlığı seçimin, oyların 515’ini alarak kazandı. Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Zeydan Karalar ve Balıkesir Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Akın da aldıkları 505’er oyla, TBB Meclis 1. ve 2. Başkanvekili olarak seçildi.
Başkan İmamoğlu, TBB’nin en yaşlı üyesi sıfatıyla Divan Başkanlığı görevini yürüten Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Türk tarafından, teşekkür konuşması yapmak üzere mikrofona davet edildi. Konuşmasına, “Çok kıymetli bir anın başlangıcındayız” sözleriyle başlayan İmamoğlu, özetle şu ifadeleri kullandı:
GENÇ’E “PARTİ BİRLİĞİ” YANITI: “TBB ENCÜMENİNDE DİĞER PARTİLERDEN TEK BİR KİŞİ YOK”
“Bu sürece başlamadan, birkaç konu hassastı. Ona değinmeden başlamak istemiyorum. Zira AK Parti adayı ya da AK Parti grubunun aday gösterdiği Trabzon Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Metin Genç, buradan bir ‘parti birliği’, ‘Belediyeler Birliği’nden parti birliğine geçiş’ diye önemli ve düzeltilmesi gereken bir hususları dile getirdi. Sanırım burada değil. Ama olsaydı, önce kendisiyle yüz yüze bunu paylaşacaktım. Onun için mikrofondan paylaşmak zorunda kaldım. Bizim şu anda devir aldığımız Belediyeler Birliği’nin encümeninde, tek bir kişi diğer partilerden yok. Saydım az önce. Yanılmıyorsam 2 üyesi Milliyetçi Hareket Partisi’nden, geri kalanın tamamı AK Parti üyesi. O bakımdan bizim bugün aslında geldiğimiz nokta, bu yanlışı düzeltme noktasıdır. Onun için önemli bir başlangıç bugünkü başlangıç.”
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olarak 10 yılı aşkın süredir İstanbul’da görev yaptığını ifade ederek, “Her iki görevimi de farklı bir partiden devraldım. Ama bizden önceki yönetimlerin görevde olan ve işini güzel yapan, uyumlu ve başarılı, gayret içerisinde olan hiç kimseyi yok saymadım ve birlikte çalıştım. Birlikte çalışma gayretinde bulundum. O bakımdan TBB’de, seçilmiş tüm siyasi partilerin belediye başkanlarıyla da aynı bilinçle, en güçlü seviyede çalışacağım. Çünkü ben, bu ülkenin birleştikçe yükseldiğini, ayrıştıkça küçüldüğünü bilen bir bakış açısıyla ve tarih bilinciyle hizmet ediyorum. Sadece tarihi okumalar ve literatür bilgisiyle değil, kişisel tecrübeleriyle de bu noktaya gelmiş bir arkadaşınızım. Karşısında, gayretli ve adaletli bir yönetim gören herkesin, sürecin bir parçası olmak, elini taşın altına koymak için nasıl heves duyduğunu çok iyi bilirim. Hep birlikte TBB’ye gayretli, adaletli ve bereketli bir dönem yaşatacağımıza, her bereketi hep birlikte ülkemizin bütün şehirlerine, sokaklarına ve hanelerine yansıtma gayreti içerisinde emek sarf edeceğimize yürekten inanıyorum. Yolumuz açık olsun.” diye konuştu.
2005 yılında bugünkü statüsüne kavuşan TBB’nin 6’ncı Başkanı seçilen İmamoğlu, ayağının tozuyla, kurumun Çankaya’daki genel merkez binasını yeni sıfatıyla ziyaret etti.
İmamoğlu, TBB Genel Merkezi’nden ayrılmadan önce da gazetecilerin gündeme ilişkin sorularını da yanıtladı.
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
Text
Yaşlılar Avrupa Hareketlilik Haftası’nda sporla buluştu Sakarya Büyükşehir Belediyesi Avrupa Hareketlilik Haftası kapsamında yaşlı bireylere yönelik etkinlik düzenledi. Yaşlı bireyler, kurum çalışanları eşliğinde yürüyüş yaptı. Daha sonra ise egzersiz hareketleriyle güzel bir gün geçirdi.
Sakarya Büyükşehir Belediyesi tarafından 16-22 Eylül Avrupa Hareketlilik Haftası kapsamında düzenlenen etkinlikler devam ediyor. Yaşlı Destek Merkezi'ne (YADEM) üye yaklaşık 60 kişi, Avrupa Hareketlilik Haftası kapsamında güne spor yaparak başladı. Aziz Duran Parkı’nın ev sahipliği yaptığı etkinlikte buluşan yaşlı bireyler, kurum çalışanları eşliğinde yürüyüş yaptı. Daha sonra ise egzersiz hareketleriyle güzel bir gün geçirdi. Etkinlik sonrası hatıra fotoğrafı çekilen yaşlılar Büyükşehir’den aldıkları hizmetler için memnuniyetlerini dile getirdi.
Büyükşehir’e teşekkür
Yoğun katılımın olduğu etkinliğin ardından yaşlı bireyler, Büyükşehir Belediyesi’ne teşekkür ederek, “Büyükşehir Belediyesinin yapmış olduğu etkinlikler için çok teşekkür ediyoruz. Bizlere vermiş oldukları değer ile sosyal, kültürel, sportif ve birçok alanda keyifli vakitler geçiriyoruz. Yapılan çalışmalar ile yüzümüzdeki tebessüm hiç eksik olmuyor. Bizlerin yanında olan, çalışmaları ile desteklerini bizden esirgemeyen Büyükşehir Belediye Başkanımız Ekrem Yüce’ye ve Büyükşehir Belediyesi çalışanlarına teşekkür ediyoruz” denildi. https://www.fisiltihaberleri.com/haber/yaslilar-avrupa-hareketlilik-haftasinda-sporla-bulustu-9331.html
#FısıltıHaberleri #Fısıltı #Haber #Magazin #Medya #Gündem #Sakarya #SakaryaHaber #SakaryaGündem #Yüce #BaşkanYüce #EkremYüce #Büyükşehir #Yaşlı #Yaşlılar #YaşlılarAvrupaHareketlilikHaftası
0 notes
Text
Ekrem İmamoğlu: Hiçbir başarı hiçbir zaman cezasız kalmaz, cezayı başarımın ödülü olarak görüyorum
Ekrem İmamoğlu: Hiçbir başarı hiçbir zaman cezasız kalmaz, cezayı başarımın ödülü olarak görüyorum
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, İBB Yaşlı Bakım ve Rehabilitasyon Merkezi Temel Atma Töreni’nde konuşuyor. İmamoğlu burada yaptığı konuşmada şunları söyledi: “Burada geleceğe dair İstanbul’un yaş almış büyüklerine güzel hizmetler sunacağımız bir merkezin temelini atıyoruz. Bu temel 200 milyon lirayı aşkın bir yatırımla önümüzdeki yıl bu zamanlara kadar hizmete açacağımız bir…
View On WordPress
0 notes
Text
Tahakküm Meseli
Katran karasının orta yerinde bir tevatür değil, eğrelti değil, öylesine hiç değil doğrudan bir tahakkümün varlığına uyanıyoruz. Coğrafyanın kader değil keder olma halindeki ısrar, inadın sonuçlarından birisidir o tahakküm lafzı. Bir asır ve bir elin parmağı kadar sayıyla zaman sonrasında var edilmiş uğursuz dehşetin meselesidir tahakküm. Bir uzamın her nasıl yaşamdan kopartıldığı meselesidir anlatmaya bir çaba düştüğümüz. Doğrudan, artık hemen hiç yalpalamadan, bir kimliği ve beraberindeki her bir öteki addedileni yıkan ve kıyan zeminin şeddit halleridir mesele. İnsanlığın yüz karası bir soykırım tahayyülünün bugün var edilebilirliğidir bunca açıktan mesele. Kötülük süreğen kılınırken bu sathın şu yerin içinin de dışının da birörnek bir inkarla olan biteni örtbas etme telaşına düşmesinin meselesidir bu meram.
Soykırımı hortlatmaya girişen onu ve onunla birlikte ekonomik yağmayı, insani müştereği oluşturan her edimin talanını müdanasız olur addedenlere dikkat çekmenin arz-i halidir şu yazılanlar. İstisnasız bir kırım hali güncellenirken, tahakkümün bu sınırlardaki varlığı hiç aralıksız yeniden biçimlendirilirken bir de sınır ötesinde o yıkım ve biyopolitik kuşatma hali var edilir. Kuzey Suriye’de, Rojava topraklarındaki cerahatli işgal bunun yazılmasına sebeptir. Efrin’den, Azez’de var edilmiş olanın daha fecisini ortaya koyabilmek için Tel Temir’den, Serekaniye’ye, Kobane’den, Menbiç’e, Qamişlo’ya aralıksız bir savaş güncesi ol eylemi var edilir. Öncekilerinden çok daha cerahatli, öncekilerine hemen hiç benzemez asla benzetilemez bir tehdit hali ile yıkarak, yok ederek, zulmederek bir menzile bir kez daha barışın götürüldüğü bildirilir. Buna, bunun gibi yalandan ötesini daha birkaç günde yaşadıklarımızla kanıtlayanların sıfatlarına karşı bir meramdır.
Düzenin şimdiki sahiplerinin elinde soykırım bir tevatür olmaktan çıkartılıp, hakikati için çabasına düşülendir. Sınır ötesindeki işgal ve iğfalin boyutunu göz önüne getirdiğinizde bu yazmaya çalıştığımız meramın asıl meseli de ortaya çıkar. Bir tahakküm tahayyülü hiç de öyle es kaza değil kesintisiz var edilendir. Hayatların ucuza koyulduğu yerde söylemle eylemin sonucunda göstere geldiği her şeyin toplamasıdır Rojava topraklarındaki derin ve her geçen gün sınırları alaşağı eden kırım hali! Bir çürütme halinin sürekliliğinde alenen yerle yeksan olunan Kürd, Arap, Ezidi, Ermeni, Türkmen, Süryani, Keldani halklarının yaşam tahayyülleridir. Bunca bariz olan, gösterilen, var edilen bu haldir!
Bir yıldırı halinin sürekliliğinde, terörle ilintilenmiş bir devlet aklının boş bulduğu hemen her yeri zapturapt altına almasının sureleri güncellene gelmektedir. Bariz bir halde açıktan yalın ve kesintisiz bir bütünlük hali içerisinde yıkımla beraber bir tahakküm şekillendirilir artık hakikat budur. İstanbul mahalli seçimlerindeki hezimetten, partilerinin içindeki kopa duran fırtınalara, ayrılık rüzgarlarına, ekonomik dar boğazın bugün geçmiş değil şimdiki hali, ortadaki rantın pastasından bir dilim kapma hırsı ve muktedirin, baş amirin buralarda pek konuşulmayan gizli hazineleri gibi pek çok şeyin üstünü örtmek adına çıkagelen şey bariz bir katliamdır. On koca günü aşan, araya sıkıştırılmış ateşkes riyası haricinde her gün memleketin içini de dışını da kuşatmak sabit olunur.
Bugün, şu içinde kalakaldığımız cerahati muktedir var etti, var ediyor, var edecek. Böyle açıktan bir karanlık tezahürü dahilinde hiç kesintisiz olarak güncel kılınmak istenen şey muktedirin boyun eğdirme çabasıdır. Bu hınçla var edilmiş kötülüğü normatif kılarak hemen hemen her yerde, her şekilde zulmederek bir yol / bir istikamet düşünce olmaktan çıkartılıp hakikatin menziline dahil olunur.
Bu katran karanlığı da bu menzilin kader hanesine yüklenendir bir kez daha. Bardağın dolu tarafını görmek, göstermek bir yana var edilen her şeyi çürütmek, eksiltmek, bu sathı mahalde devam olunandır. Bir hayatiyet meselinin bunca açık çürümeye terk edilmesinin bir abecesi olmadığı gibi, bir sonu, dibi de yoktur. Katran karasının orta yerinde bir tevatür değil, eğrelti bir laf değil dosdoğru bir tahakkümün varlığı her şekilde yeniden ve yeniden şekillendirilmektedir. Kesin olan çıkan kısmın özeti budur! Dibine doğru çürüme halini sürdüren, ama ya da fakatı kalmamış bir yıkımın mihmandarlığı devam olunandır. Hayatın böyle heder edildiği yerde ne akan gözyaşı, ne çağlayan kan, ne de yerle bir olunan yurt geri kazanılacaktır. Bir noktada durun, yeter artığın anlaşılması mümkünsüz koyulmaktadır. Bu karanlık girdap haliyle bir menzili var etmek tüm bu direnç ve etkenle hemhal bir yıkımdır sürdürülen.
Bir çürümüşlük hasıl oluyor. Böbürlene böbürlene binlerce yıllık yer adlarının tahrif edilip, kazındığı, kentlerin bellek ve işlevlerinin tarumar edildiği bir sahneleme gerçeğin ta kendisi kılınıyor. A Haber, Anadolu Ajansı, Trt ve sairin, Ahmet Hakan Coşkun, Nedim Şener, Buket Aydın, İsmail Saymaz, Yılmaz Özdil gibi nice zatın kalemlerinden akan nefretle / kanla savunageldikleri bir biçimde bir halkın yaşam sahasını ilhak etmeye destektir. Günbegün bu sınırların eylediği, iş bu devletin var ettiği her eylem bunun gibi bir yıkım tahayyülünü barındırır. Böylesinden bu kadar aleni kılınmış olan bir yaşatmama halinden ve hemen her defasında güncel kılınan cürümlerden öteye bir yol, yaşam ve anlam var edilemez, edilememiştir.
Kırım, kıtal ve katliamlar döngüsünden, bir destan yazıldığı söylenenin aslı budur. Bütün o çürütücü, kesif cesetler haline dönüştürülmüş insanlık kırımı üstümüze yığılır. Bir ülke, bir toplum tüm bu kırımın sessiz onaylayıcısı haline dönüştürülüp bütün o katran karası ile mefhum yenilenir. Bir krizler çağının ortasında her yanımız bu eksiltme, biteviye bir halde darbeler ve hiç eksiksiz tahakkümle kuşatılıyor. Katran karanlığı devletlinin anlamı, bağdaşık tavırlarıyla, biyopolitik cenderenin iş bu yerdeki süreğen bir tavır kılınmasıyla bütünleşik güncelleniyor. Yaptık oldu, karar aldık, kanun oldu vs. ile bir sahada hayat hal ve istenci derdest olunuyor hemen hiç eksiksiz. Yaratılmış, güncellenmiş, devamlılığı bir biçimde sağlama alınıp düzenlenmiş istif olunmuş her gün yeniden yola çıkılmış bir yer, bir menzilde var edilen yegane şey çürümedir, vesselam.
Demokratik Suriye Meclisi (MSD), Türkiye’nin 9 Ekim’de Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik başlattığı operasyon kapsamında işlenen “savaş suçlarını” açıkladı. Qamişlo’nun Okuma Parkı’nda düzenlenen basın toplantısına MSD’ye bağlı kurum ve kuruluşların üyeleri katıldı.
Türkiye’nin desteklediği silahlı bir grup tarafından katledilen Suriye Gelecek Partisi Sekreteri Hevrîn Xelef ve kimyasal silah kullanıldığı iddia edilen bombardımanda yaralanan sivillerin fotoğraflarının taşındığı toplantıda, işlenen “savaş suçları” bir bir gözler önüne serildi.
MSD açıklamasında, "17 Ekim günü saat 22.00’da ABD arabuluculuğuyla QSD ve Türk devleti arasında 120 saatlik ateşkes ilan edildi. QSD tarafından ateşkes ilan edilmesine rağmen işgalci Türk devleti Serêkaniyê ve Girê Spî’de saldırılarını durdurmadı. Serêkaniyê’yi kuşatarak yaralıların hastaneye götürülmesine izin vermedi” denildi.
Operasyonla bölge halkı göçertilerek, demografik yapının değiştirilmek istendiği belirtilen açıklamada, sivil yerleşim yerlerinin hedef alındığı ve 9 Ekim’den bu yana süren saldırılar sonucu aralarında 22’si çocuk 235 sivilin hayatını kaybettiği vurgulandı. Açıklamada, şu ifadeler kullanıldı: “Şimdiye kadar yaklaşık 300 bin sivil evlerini terk edip göç etmek zorunda kaldı. Türk devletinin saldırılarıyla birlikte uluslararası örgütler tüm personellerini bölgeden çekti. Uluslararası Af Örgütü, 18 Ekim 2019 tarihinde yaptığı açıklamada Türk devletinin savaş suçu işlediğini belirtmişti. Heyva Sor a Kurd ve Uluslararası Kızılhaç örgütü dün Serêkaniyê kentine gidip yaralıları ve yaşamını yitirenlerin cenazelerini çıkarttı. İnsani koridor olmaması sebebiyle onlarca yaralı halen kentte mahsur bulunuyor.”
MSD, bölgede işlenen “savaş suçlarına” ilişkin olarak fotoğraf ve belgelerle şunları açıkladı:
- 10 Ekim’de Qamişlo’nun Qidur Beg mahallesine yapılan top atışı sonucu Sara Husên’in kardeşi Mihemed Yûsiv Husên hayatını kaybetti.
- 15 Ekim’de Serêkaniyê’de Mihemed Hemîd Umer (13) adlı çocuk kullanımı yasak silahla yaralandı.
- 16 Ekim’de Serêkaniyê’nin Zirganê köyü bombalandı.
- 18 Ekim’de Serêkaniyê’nin Mişrafê köyü savaş uçaklarıyla bombalandı. Cenazeler enkazdan çıkarıldı.
- 16 Ekim’de Serêkaniyê’de bir çocuk kullanımı yasak olan silahla vurularak yakıldı.
- 17 Ekim’de Eyn Îsa’ya yakın yerde yapılan bombardıman.
MSD açıklamasında, uluslararası kamuoyuna ve insan hakları örgütlerine şu çağrıları yaptı: "- Bu insanlık dışı uygulamalara karşı görevlerini yerine getirsinler ve Türk işgalinin sona ermesi için çalışsınlar.
- Uluslararası güçler geçici ateşkesi takip etmek için bir heyet göndermeli. Türk devletinin işlediği insanlık suçları ve yıkımların yerinde takip edilmesi gerekir.
- Uluslararası Af Örgütü’nün raporunda yayınlanan suçların belgelenmesi için bir heyetin gönderilmesi.
- Katliam sorumlularının, Hevrîn Xelef’i, sivilleri ve eylemcileri katledenlerin ortaya çıkarılmasını istiyoruz. Suçluların ve suçların uluslararası mahkemelere sunulmasını istiyoruz. Suç görüntüleri ve belgeleri basında da yer alıyor.
- Serêkaniyê’de insani koridorun daimi olarak açılması.
- Uluslararası örgütlere çağrımız görevlilerini yeniden göndersinler ve bu görevliler 300 göçmenden sorumlu olsun."
Kürd halkı başta olmak üzere, bütün etnik kimliklerin bir potada, cihatçı kiralık katillerin insafına terk edilmesinin yolu ve güncelliği açılandır. Bunca açık bir biçimde yukarıdaki rakamlarla ifade olunan bir menzildeki hayat istencinin her nasıl zapturapt altına alındığı gerçekliğidir. Satırlar boyunca anlatılamayacak olanın birkaç düzlemde birden var edilen yıkım halinin özeti, sıradan olanın hayatının çalınmasıdır. Bu kadar açık bir biçimde ve bir o kadar da alçakça insanların hayatlarının büyük devletler için masa başlarında pazarlık konusu yapıldığı bir dünyada hayat hiçbirimiz için güvenlikli değildir. Bekası, ötesi bırakılmayandır. Devletlerin var ettiği çürümenin, Türkiye devleti gibi bunun üstüne ne ilave edersem, nasıl yaparsam şu içine düştüğümüz halin berbatlığını örtbas edebiliriz diyerek güncelliği sağlama alınan savaşın var ettiği yegane şey daha büyük kırılmalardır.
Sınırın ötesi uzak, yabancı geliyorsa, sınırın içinde var edilmiş bir kötülüğün akıbetine dair şu iki satır bir şeyleri aksettirir belki. Evrensel Gazetesi’nden Seçkin Sağlam’ın haberidir: “Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Araştırma ve Uygulama Hastanesinde 15 Ekim günü yaşanan saldırıda bir kişi yaralanmıştı. Saldırıya uğrayan Ekrem Yaşlı, eşi Bedriye Yaşlı ile “Kürtçe konuştuğu” için saldırıya uğradığını ifade etti. Olay o gece hem sosyal medyada hem de çeşitli basın organlarında yer bulurken, daha soruşturma dosyası bile hazırlanmadan, ÇOMÜ Hastanesinden açıklama yapıldı, ardından Çanakkale Valiliği’nden ve son olarak da Çanakkale Cumhuriyet Başsavcılığı’ndan açıklamalar peşi sıra geldi. Ekrem Yaşlı’nın ifadesinin aksine “Kürtçe konuştuğu için saldırıya uğramadı” denildi.
İHD Çanakkale Şubesi, süreç ile ilgili açıklamada bulundu. Açıklamada, “15.10.2019 tarihinde, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Araştırma Hastanesinde yaşanan Ekrem Yaşlı’ya yönelik fiziki saldırı ve yaralama vakasıyla ilgili, Derneğimize yapılan başvuru sonucunda sürece tarafımızca dâhil olunmuştur. Başvurucunun talebi üzerine, Emniyet’teki ifade işlemine de katıldık. Başvurucu 74 yaşındaki Ekrem Yaşlı ile 71 yaşındaki eşi Bedriye Yaşlı’nın söz konusu saldırıya ilişkin başından beri ısrarlı ve birbiriyle tutarlı ifadelerinde, kendi aralarında anadilleri olan Kürtçe dilinde konuşmaları üzerine saldırganın kendilerine sözlü olarak sataşmaya başladığı ve bu sözlü sataşmanın fiziki saldırıya döndüğü yönünde olmuştur. Yine mağdurlar, müşahedenin devam etmesi gerekmesine rağmen, güvenliklerini sağlayamayan hastane tarafından, saldırı sonrası apar topar hastaneden taburcu edildikleri ve kendilerine ‘herhangi bir komplikasyon olması ihtimaline karşı Çanakkale Merkez ilçeden ayrılmamalarının’ söylendiğini belirtmişlerdir” denildi.
Açıklamada, soruşturmanın selametine gölge düşürüldüğü de ifade edilerek, “Defalarca beyan ve demeçlerinde anadillerinde konuştukları için saldırıya uğradıklarını iddia eden 74 ve 71 yaşlarındaki iki insan, bu iddiaların araştırılması ve gerçeğin ortaya çıkarılması için seferber olması gereken kurumlar tarafından adeta yalancı ilan edilmiş ve yine soruşturma henüz yeni başlamışken, başvurucuların iddialarını örtbas etmeye, hatta bağımsız yargıyı etkilemeye yönelik açıklamalar yapılmış, soruşturma dosyası adeta mağdurlardan kaçırılarak ne yazık ki soruşturmanın selametine gölge düşürmüştür” denildi.
“Hukuki sürecin takipçisi olacaklarını ifade eden İHD açıklaması, “İnsan Hakları Derneği Çanakkale Şubesi olarak belirtmek isteriz ki; toplumumuzdaki etnik farklılıklar nedeniyle yaşanan fiziki saldırıların gittikçe artıyor olması endişe vericidir. Bu sürecin önüne geçilmesinin yolu, bu yöndeki iddia ve şikâyetleri örtbas etmeye çalışmak değil, toplumsal barışı önceleyen politikaların ön plana çıkarılması; nefret ve ayrımcılık dilinin terk edilerek, kutuplaştırıcı politikalara bir son verilmesidir. Konuyla ilgili hukuki sürecin takipçisi olacağımızı kamuoyunun bilgilerine saygılarımızla sunarız” ifadeleri ile son buldu.”
Sadece bir güne sığdırılan tahakkümün var ettiklerine devam edelim: Avlaremoz’dan alıntılayalım: “Konya Büyükşehir Belediyesi’ne ait bir istasyonda nefret içerikli bir poster asılmış. Konya’nın merkezindeki Elmalı Hamdi durağında görülen posterde Maide 51 olarak bilinen ayet paylaşılıyor. Ayetin Türkiye’de yaygın olan çevirisinin paylaşıldığı posterde ‘Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse O da onlardandır. Allah zalimler topluluğunu doğru yola eriştirmez.’ (Maide Suresi 51. ayet) Posterde Yahudileri temsilen bir Davut Yıldızı ve Hıristiyanları temsilen bir haç bulunuyor. Üstlerine kan lekeleri eklenmiş.
Konya Büyükşehir Belediyesi böyle bir nefret posterine yer verdiği için herhangi bir özür dilemedi ve açıklamada bulunmadı. Bu nefret içeriği daha önce 2017 yılında da Bursa’daki Gemlik Müftülüğü tarafından ‘Haftanın Ayeti’ olarak paylaşılmıştı. Diyanet İşleri Başkanlığı ne o zaman ne de şimdi bu ayet ile ilgili bir açıklamada bulunmadı. Ayetin Arapça orijinalinden çevirisi üzerine bazı tefsir tartışmaları bulunuyor. Ayetin nefret içermediğini savunan bazı alimler Kuran’daki ‘ashab’ kelimesinin burada modern kullanımdaki ‘arkadaş’ şeklinde değil ‘rehber’ manasında kullanıldığını iddia ediyor.”
Birgün’den aktaralım: “İstanbul Ümraniye'de 2013’teki Gezi Direnişi sırasında yapılan yürüyüşte bir arabanın çarpması sonucu hayatını kaybeden Mehmet Ayvalıtaş'ın ölümüyle ilgili yargılanan sanıklar hakkında beraat kararı verildi. Kartal Anadolu Adliyesi 8. Ağır Ceza Mahkemesi'nde 24. celsesi görülen duruşmaya sanık Cengiz Aktaş katılmazken, bir diğer sanık Görkem Demirtaş duruşma hazır bulundu. Mehmet Ayvalıtaş’ın babası Ali Ayvalıtaş ve taraf avukatları da duruşmadaydı.
Davacı Mustafa Kartal ve Seyit Kartal'ın avukaı Sevgi Evren dosya kapsamında alınan bilirkişi raporlarının taraflı ve eksik olduğuna dikkat çekerek, “Kazanın yaşandığı gün iki polis memurunun tuttuğu tutanak 6,5 yıl boyunca göz ardı edildi. Bu dosyada eksik inceleme yapıldı. Bu nedenle verilen mütalaa kabul edilebilir değildir” dedi. Mahkeme heyetine, “6,5 yıldır çabalıyoruz siz çaba sarf ediyorsunuz” diyen Evren, “Bu kadar süre zarfında gerçeği ortaya çıkarmıyorsak hepimiz gidip evimize oturalım, başka işler yapalım" diye konuştu.
Duruşmada söz alan baba Ali Ayvalıtaş oğlunun vefat etmesinin üzerinden tam 6,5 yıl geçtiğini anımsatarak, “Oğlum asker olacaktı. Yuvasını kuracak, insanlığa hizmet edecekti. Oğlum yürüyüşe katıldı. Bu suç mu? Sizden ricam size güveniyorum. Tutuklayın bunları. Çocuğum öldürüldü. Eşim hayatını kaybetti. Ben Bypass oldum. Yürüyemiyorum. Allaha sığınıyorum. Kararı sizlerin vicdanına bırakıyorum” dedi.
Davacı tarafı ve sanık avukatları mütalaa hakkında son beyanlarını sundu. Sanık Mehmet Görkem Demirbaş suçsuz olduğunu belirterek beraatini talep etti. Savcı geçen duruşmada sanıklarla ilgili beraat talep ettiği mütalaasını tekrarladığını belirtti. Kartal Anadolu 8. Ağır Ceza Mahkemes,i Mehmet Ayvalıtaş'ın ölümüyle ilgili davada sanıklar Mehmet Görkem Demirbaş ve Cengiz Aktaş hakkında beraat kararı verdi.”
T24’den iliştirelim: “Kayyım atamasıyla görevden alınan Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Adnan Selçuk Mızraklı sabah saat 06.00 civarında evine yapılan polis baskınıyla gözaltına alındı. Sabah saatlerinde yapılan baskınlarda Kayapınar Belediyesi Eş Başkanı Keziban Yılmaz, Diyarbakır’ın Bismil İlçe Belediye Eş Başkanı Gülcan Özer ile Kocaköy Belediye Eş Başkanı Rojda Nazlıer'in de gözaltına alındığı belirtildi.
Diyarbakır’da gözaltına alınan 4 belediye eş başkanının soruşturma dosyasına kısıtlılık kararı getirildi. Bianet'te yer alan habere göre haberi Twitter'dan paylaşan avukat Mehmet Emin Aktar polisin arama ve gözaltı kararında suçlama nedeni olarak "yürütülen bir soruşturma" yazdığını söyledi.” Selçuk Mızraklı, Amed’in doktoru tutsak insanlar kervanına eklenir!
Bir yıkımdan bir başkasına uzanan bir menzil var ediliyor. Tahakküm biçem değiştirirken var edilmiş olan cerahatin bir toprak parçası olduğu zikrediliyor, burada hala hayat varmış gibi davranılıyor. Rojava’dan Bakur Kürdistan’ına, Batı Türkiye’nin herhangi bir yerinde, yurdunda var edilen cerahatli hal, tüm o tahakküm gailesi hayatı yerle bir ediyor. Bir anda Amed’in belediye başkanlarının gözaltına alınmasından bu hal meydana çıkıyor. Yarası kanatılmaya devam denilen Kürd sorununu bir asır daha heder etmek, üstün körü değil basbayağı kötülükle bir menzili var etmek güncelleniyor, budur tahakküm. 71 Yaşındaki bir insanın darp edilmesinden, memleketin orta yerinde Kürdçe konuştuğu için canı alınan gence kadar, isimleri, makamları, kim olduklarının bu sahada hiç sorgulanmadığı bir ülke, o yer var ediliyor.
Mehmet Ayvalıtaş gibi, sokak ortasında katledilmiş bir insanın katillerinin ellerini kollarını sallayarak salıverilmesinden çıkageliyor tahakküm. Biçimine devam denilen, bir yeri, bir yurdu yaşamdan alıkoymak şekillendiriliyor. Böyle açık bir hal ve istençle yaratılan yerin bir çukurdan gayrısı olmadığı artık muhakkaktır. Her yere bu ülke Türklerindir diye yazılamalardan ötede bu ülkede yaşam hakkının tarumar edilip, yerle bir edilen sözün varlığı kesintisizdir. Tahakküme rehin kılınan bir yerde hayatın hakkı, seslenişi, anlamı da zayi olur. Böyle bir sahada, geriye utanç, geriye kötürüm bir hal, geriye sessiz, faşizme kimisi rehin, kimisi yem edilmiş yaşamlar kalır. Böyle bir saha, böyle bir yer midir, artık Türkiye, sorguluyor musunuz? Bu yerin her tarafı o muktedirin, şu faşizan kümelenmenin bir üyesinin tapulu malı olsa ne yazacaktır bunca ah, bu kadar açık yıkım, bir o kadar da kötülük gemiyi azıya almışken. Gemi su almış batmaktan da beter bir hale rehinken, şu sahne midir yeni ülke!
Misak TUNÇBOYACI - İstan’2019
Görseller: Rojava - AP Photos // Maya Alleruzzo - AP Photos
#rojava#devrim#direniş#yıkım#yıldırı#kürdistan#ilhak#toprak#çürüme#su çürüdü#hayat hakkı#savaş suçları#denetim#gözetim#tahakküm#tr#insanlık suçları#işkence#ekrem yaşlı#çanakkale#avlaremoz#ayrımcılık#ötekileştirme#mehmet ayvalıtaş#gezi başkaldırısı#söz hakkı#adalet nerede#selçuk mızraklı#amed#gözaltı
0 notes
Text
Essubhu Beda(Kaside İmam Busiri)
İmam-ı Bûsirî bir gün evine giderken yolda rastladığı güzel yüzlü yaşlı bir zat ona:
-Yâ Bûsirî, Bu gece rüyanda Resûlüllah'ı gördün mü? Diye sorar. İmam-ı Bûsirî:
-Hâyır görmedim! Diye cevap verir. Bu konuşmadan sonra O yaşlı zat başka bir şey söylemeden ayrılır. Ne var ki İmam-ı Bûsirî'nin gönlüne, o anda Hazret-i Peygamberin aşk ve muhabbeti düşer. O gece, rüyasında Hazret-i Peygamberi görür ve içinin neşe ve huzurla dolduğunu fark ederek uyanır. Bunun üzerine Peygamber Efendimizi öven ve nice Peygamber âşıklarını sevgi deryasında yıkayan Mudariyye, Hemziyye gibi birçok övgüler yazar. Kasîde-i Bürde'nin 149. Beytinde bunu şöylece dile getirir:
Düşüncemi övgüsüne, yönlendirdiğimden beri,
Başı darda her insana, O Resulü buldum hâmi.
Daha sonraki yıllarda vücudunun yarısı felç olur. Yürüyemez ve hareket edemez duruma düşer. İşte o zaman bu Kasîde-i Bürde'yi yazıp bununla Cenâb-ı Hakk'tan şifâ dilemeye yönelir. Kasîdeyi tamamladığı gece rüyasında Hazret-i Peygamber'i görür. Hz. Peygamber Bûsîrî'den kendisi için yazdığı kasideyi okumasını ister; O
"Yâ Resûlallah! Ben sizin için çok kasideler yazdım, hangisini emredersiniz?" deyince, Hz. Peygamber kasidenin matla' beytini okuyarak bu kasideyi işaret eder. Bûsîrî kasidesini okurken Hz. Peygamber iki yana doğru sallanarak zevkle dinler. Tamamı 161 beyitten ibaret bulunan Kasîdenin 51. Beytinin birinci mısraını
Hakkında ilmin son hükmü; "O da bir insandır ancak,
olarak okuduktan sonra ikinci mısrasını hatırlayamayarak takılır kalır. Bunun üzerine Resûl-ü Ekrem Hazretleri: Oku yâ İmam! Diye buyurur. İmâm-ı Bûsirî: -İkinci mısrayı hatırlayamadım yâ Resûlüllah! der. Bunun üzerine mucize içinde mucize üzere Peygamber Efendimiz:
"Yaratmıştır O'nu Allah, en hayırlı kul olarak"
şeklinde ikinci mısrasını ikmal buyurarak beyti tamamlar. Kasîdenin tamamının okunmasından sonra Resûlüllah mübârek avuçları ile İmâm-ı Bûsirî'nin felçli uzuvlarını ovuşturur. Ne derin muhabbetin eseridir ki, İmâm-ı Bûsirî uyandığı zaman hastalığının zâil olduğunu görüp Allah'a şükreder. O gecenin sabahında sıhhatine kavuşmuş ve sürûr içinde camiye giderken yolda Şeyh Ebu'r- Recâ Hazretlerine rastlar. Ebu'r- Recâ ona:
- Yâ Bûsirî!. Fahr-i Âlem'i övdüğün kasîdeyi getir! der.
İmâm-ı Bûsirî; Resûlüllah Efendimizi övdüğüm kasîdelerim pek çok. Hangisini istiyorsunuz? Diye sorunca, Şeyh Ebu'r- Recâ:
Gönül yakan o hasret mi? Selemdeki komşuları,
Gözünden akan yaşlara, karıştırıyor kanları.
Diye başlayan kasîdeyi istiyorum. Çünkü sen onu Peygamber efendimizin huzurunda okurken işittim ve O'nun çok memnun olduğunu gördüm der. Bu kasideyi daha hiç kimsenin duymadığını zanneden İmâm-ı Bûsirî hayretler içinde kalır.
169 notes
·
View notes
Text
CENNETLE MÜJDELENEN ON SAHABİDEN BİRİ OLAN ABDURRAHMAN BİN AVF (r.a.)
Saadet devrinde sevgili Peygamberimiz ve ashabı türlü sıkıntılar, zorluklar çekmişti. Ama hepsi bir gaye için, hedefe ulaşmak içindi. Onlar kıyamete kadar yıldızlar gibi bu ümmetin önünü aydınlatacak hayatımıza ışık tutacaklardır. Sözleriyle, halleriyle, yaşantılarıyla...
Mal canın yongasıdır derler. Verebilmek zordur. Ama gaye Allah'ın rızası olursa her şey O'na feda edilebilir. Saadet devrinde kurulan kardeşlikler verilen sadakalar yapılan yardımlar hep bu gaye içindi. Mal da can da Allah ve Resûlü'ne feda edilmişti. Abdurrahman bin Avf'ın (r.a.) hayatı bu yönde güzel bir örnektir.
O ilk sekiz Müslümandan biri. Hz. Ebubekir Sıddîk (r.a.) vasıtasıyla İslâm'a girdi. Hayatta iken Cennet'le müjdelenmiş. Vermek, bezletmek onun ayrılmaz vasfı olmuştur.
Medine'ye hicretinde Fahri Kainat (s.a.v.) Efendimiz onu Saîd bin Rebî (r.a.) ile kardeş yapmıştır. Saîd (r.a.) Medine'nin zenginlerindendi. Hemen Abdurrahman bin Avf (r.a.) ile malını, servetini paylaşmak ister. Fakat Abdurrahman (r.a.) ona: "Kardeşim! Allah sana, malına, mülküne, çoluk çocuğuna bereket versin. Sen bana çarşının yolunu göster. Ben orada biraz alış-veriş ile meşgul olur, ihtiyacımı karşılarım" diye cevap verir.
Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz, Abdurrahman'ın (r.a.) bu sözlerini duyunca pek memnun olur ve ona hayır duada bulunur. Kısa zamanda zengin olan Abdurrahman bin Avf (r.a.): "Taşa uzansam, o taşın altında ya altına veya gümüşe rastladığımı görürüm" der.
UHUD GAZİSİ
Canıyla malıyla sevgili Peygamberimize hizmet eden Abdurrahman İbn Avf (r.a.) Uhud'da yirmi yerinden yara almış fakat Efendimizin yanından hiç ayrılmamıştır. "Ceyşü'l-Usre" denilen Tebük seferi için malının tamamını bağışlamıştır.
Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimizin vefatlarından sonra validelerimizin hizmetlerinde bulunmuş. Bir defasında bağını satıp, parasını annelerimize hediye etmiştir.
Bir defasında da 700 deve yüklü kervanı Medine'ye girince büyük bir gürültü olmuştu. O sene Medine'de kıtlık vardı. Aişe (r.anha) validemiz: Bu ne gürültü? diye sorar.
Abdurrahman bin Avf'ın kervanı geldi. Buğday, un, yiyecek taşıyor, denilince Aişe (r. anha): "Allah onun verdiklerini dünyada bereketlendirdi. Ahiretteki sevabı da daha büyüktür. Resûlullah'ın (s.a.v.) şöyle dediğini duydum: Abdurrahman bin Avf emekleyerek Cennet'e girecektir."
ALLAH YOLUNDA İNFAK
Bu müjde Abdurrahman bin Afv'a (r.a.) ulaştırılınca, 700 deve yüklü o büyük kervanını Allah yolunda infak eder.
O son derece kerîm idi. Serveti arttıkça cömertliği de o nisbette artıyordu. Allah yolunda dağıtmak onun zevki haline gelmişti. Kalbi, Allah, Resûlullah sevgisiyle dolu, iffetli, merhametli, müşfik ve çok cömertti. Dünyayı ahirete tercih etmemiş, servet ve mal sahibi olmaya ehemmiyet vermemişti. Önce tam Müslümanca yaşamayı her şeyin üstünde tutmuştu.
Abdurrahman bin Avf, ticâretle meşgul olurdu. Bu sebeple çeşitli yerlere ticâret için giderdi. Şöyle anlatır:
Peygamber efendimize peygamberlik emri bildirilmeden bir yıl önce, ticâret için Yemen'e gittiğim zaman, Askelân bin Avâkir-ül-Himyerî'ye misâfir olmuştum. O zât, çok yaşlı idi ve ona her varışımda ona konuk olurdum. O da bana Mekke'den haber sorarak derdi ki:
- İçinizde kendisi hakkında haber ve zikir bulunan zât zuhûr etti mi? Dîniniz hakkında size karşı olan bir kimse var mı?
Ben de hep, "hayır, yoktur" derdim.
O'na kitap indirdi
Nihâyet, Resûlullah efendimize peygamberlik bildirilip, İslâm dînini insanlara gizlice tebliğ etmeye başladığı sene idi. Yemen'e yine gidip aynı zâta misâfir olduğumda bana dedi ki:
- Ben seni ticâretten daha hayırlı bir müjde ile müjdeleyeyim mi?
- Evet, müjdele.
- Hiç şüphesiz, Allah senin kavminden, kendisinden râzı olduğu, seçtiği bir peygamber gönderdi ve O'na Kitab da indirdi. O, insanları putlara tapmaktan men edecek ve İslâmiyete da'vet edecek. Hakkı buyuracak ve işleyecek, bâtılı da men ve iptâl edecektir. O, Hâşimoğullarındandır. Siz O'nun dayılarısınızdır. Dönüşünü çabuklaştır! Gidip O'na yardımcı ol! Kendisini tasdîk et ve şu beytleri de Ona götür!
Yemenli ihtiyârın söylediği beytleri ezberleyip, Mekke-i mükerremeye döndüm ve Hazret-i Ebû Bekir ile buluştum. Ona, Yemenli ihtiyârın söylediklerini haber verdim. Ebû Bekir dedi ki:
- O kimse, Abdullah'ın oğlu Muhammed aleyhisselâmdır. Allahü teâlâ, Onu insanlara peygamber olarak gönderdi. Hemen Ona gidip îmân et!
Hemen Resûlullahın evine gittim. Resûlullah efendimiz beni görünce gülümsedi ve sordu: - Arkanda ne haber var, ey Abdurrahman?
- Yâ Muhammed, bu ne demek?
- Bana tevdî edilmek üzere o kimsenin seninle gönderdiğini getir, ver. Hiç şüphesiz onu bana gönderen Hımyeroğulları mü'minlerinin üstünlerindendir.
Gerçek kardeşlerimdir
Resûlullah efendimizin bu sözlerini işitince hemen Kelime-i şehâdet getirerek Müslüman olma şerefine kavuştum ve Yemenli ihtiyârın söylediği beytleri okuyarak, onun anlattıklarını anlattım. Bunun üzerine sevgili Peygamberimiz buyurdu ki:
- Zaman zaman öyle mü'minler bulunacak ki, onlar beni görmeden bana inanacak ve beni tasdik edeceklerdir. İşte, bunlar, benim gerçek kardeşlerimdir.
Hazret-i Abdurrahman İslâmiyeti kabûl edince diğer Müslümanlar gibi eziyet ve işkencelere mâruz kaldı. Böylece vatanını terketmek suretiyle hicrete mecbur oldu. Habeşistan'a hicret eden müslümanlarla beraber bu memlekete gitti. Çok geçmeden Peygamber efendimiz Medine-i münevvereye hicretinden sonra Medîne'ye gelerek Resûlullaha katıldı.
Hazret-i Abdurrahman bütün harplerde bulundu. Bedir'de kahramanlıkları çok oldu.
Abdurrahman bin Avf hazretleri, Bedir muhârebesinde şâhit olduğu bir hâdiseyi şöyle anlatır:
Savaş esnâsında yanımda ensârdan iki genç belirdi. Gençlerin gayreti hoşuma gitti. Kendilerine muhabbetle baktım. Gençlerden biri yanıma yaklaşarak dedi ki:
- Biz, islâm düşmanı Ebû Cehil'i öldürmeye azmettik. Fakat kendisini tanımıyoruz. Onu bize gösterir misin?
- Peki siz bu işi başarabilecek misiniz?
- Resûlullaha ve İslâm dînine hakâret eden kimse sağ olduğu müddetçe, bizim sağ kalmamızın bir önemi yoktur. Allaha yemin ederiz ki, onu gördüğümüzde, kanımızın son damlasına kadar, onu öldürmek için çalışacağız.
Hanginiz öldürdü?
Gençlerin bu kararlı hâline gıpta ettim. Bu arada Ebû Cehil karşıdan geçiyordu. Gençlere dedim ki:
- İşte aradığınız, şu karşıdan geçmekte olan kimsedir.
Ebû Cehil'i gören gençler, Ebû Cehil'in askerlerinin çokluğuna bile bakmadan, kılıçlarını çektikleri gibi, üzerine atıldılar. Ebû Cehil'in askerleri hiç beklemedikleri böyle bir durum karşısında donakaldılar. Onların şaşkınlıkları geçmeden, gençler, Ebû Cehil'i öldürünceye kadar kılıç darbesine tuttular.
Sonra dönüp Resûlullahın huzuruna geldiler. Ve hâdiseyi arz ettiler. Peygamber efendimiz çok memnûn olarak, gençlere sordu:
- Bunu hanginiz öldürdü?
İkisi de birden dediler ki:
- Ben öldürdüm.
Bunun üzerine, gençlerin kılıçlarını muâyene ettikten sonra;
- İkiniz öldürmüşsünüz, buyurdu.
Abdurrahman bin Avf hazretleri, Uhud savaşında yirmi yerinden yaralandı. 12 dişi kırıldı. Peygamber efendimiz, Medîne'de kendisini Saîd bin Rebii hazretleri ile kardeş yaptı. Kardeşi, malına ve servetine onu da ortak yapmak istediğinde şöyle dedi:
- Aziz kardeşim, Allah sana ve çoluk çocuğuna bereket ihsân etsin, malını çoğaltsın! Sen bana çarşının yolunu göster, ben orada ticâret yapar ihtiyâçlarımı karşılarım.
Bu serveti nasıl kazandın?
Bu sözü Peygamber efendimize bildirilince, çok sevindi. Kendisine hayır duâ etti. Bu duâdan sonra yaptığı ticâret sebebiyle kısa zamanda çok zengin oldu. Buyururdu ki:
- Taşa uzansam, o taşın altında ya altına veya gümüşe rast gelirdim.
Abdurrahman bin Avf hazretlerine sordular:
- Bu büyük serveti nasıl kazandın?
- Çok az kâra râzı oldum. Hiçbir müşteriyi boş çevirmedim.
Abdurrahman bin Avf, Resûlullahın sağlığında Allah yolunda çok mal harcadı. Üç kere malının yarısını verdi. Birinci defa 4000 dirhem, ikincide 40.000 dirhem ve üçüncüde de 40.000 altın sadaka olarak Allah yolunda dağıttı.
Uhud savaşı esirlerinden 30 tanesini azâd ettirdi ve her birine 1000 altın dağıttı. Tebük seferi için 500 at ve 500 yüklü deve verdi.
Birgün buğday, un ve çeşitli zahire yüklü 700 devesi ile Medîne'ye girdiğinde, Hazret-i Âişe, Resûlullah efendimizin;
- Abdurrahman bin Avf, Cennete emekliyerek girer, buyurduğunu bildirince, Abdurrahman bin Avf, develerin hepsini yükleriyle birlikte Allah yolunda dağıtacağını söz verip, onu şâhit tutmuştur.
Resûlullaha imâm oldu
Bedir harbinde bulunup da sağ kalanların herbirine, kendi malından 400 dirhem altın para verilmesini vasiyet etti. Vasiyeti hemen yerine getirildi.
Tebük harbi dönüşünde, Peygamber efendimiz gecikince, namaz geçmesin diye, Abdurrahman bin Avf hazretleri imâm yapıldı. İkinci rek'atte iken Peygamber efendimiz yetişip kendisine uydu. Namazdan sonra;
- Bir peygamber sâlih bir kimsenin arkasında namaz kılmadıkça rûhu kabzolmaz, buyurdu.
Abdurrahman bin Avf hazretleri nakleder:
Bir gün Peygamber efendimiz yalnız olarak, yola çıktı. Ben de geriden tâkip ediyordum. Hurmalık bir yere vardı. Yere kapandı. Secde o kadar uzadı ki, kendi kendime, "Aman yâ Rabbî, acaba Resûlullaha bir şey mi oldu?" diyerek büyük bir korku ile yanına yaklaştım ve oturdum.
Resûlullah, secdeden başını kaldırıp sordu:
- Sen kimsin?
- Ben Abdurrahman'ım.
- Bir şey mi oldu?
- Hayır yâ Resûlallah, secdeniz o kadar uzadı ki, size bir hâl olmasından endişe ettim.
- Yâ Abdurrahman! Cebrâil aleyhisselâm şunu müjdeledi: "Yâ Resûlallah, kim ki, sana salât ve selâm getirirse, Cenâb-ı Hakkın magfiret ve selâmına nâil olur." Ben de bu müjde sebebiyle şükür secdesinde bulundum.
Seni ağlatan nedir
Abdurrahman bin Avf hazretleri, Resûlullahın âhırete teşrîfinden sonra, Onunla geçirdiği günleri hatırlıyarak dâimâ ağlardı. Onun sohbetlerinden mahrûm olduktan sonra, kendisi için dünyanın hiçbir kıymeti kalmadığını söylerdi.
Nevfel bin İyas hazretleri anlatır:
Abdurrahman bin Avf hazretleri, bizi bir gün evine götürdü. Bize tepsi içinde leziz yemekler ikrâm etti. Yemeği önümüze koyunca, ağlamaya başladı. O ağlayınca biz de ağlamaya başladık. Fakat niçin ağladığımızı bilmiyorduk. Sordum:
- Ey Abdurrahman, seni bu kadar ağlatan nedir?
- Biz bu kadar ni'metler içerisindeyiz. Resûlullah vefât etti. Fakat kendisi ve ehli arpa ekmeğinden bile bir defa olsun doyasıya yemedi. Biz bu yediklerimizin şükrünü nasıl yapacağız? Bunun için ağlarım.
Abdurrahman bin Avf, Hicretin 6. senesinde, Resûlullah efendimiz tarafından Kelb kabîlesini İslâma da'vet etmek için Dûmet-ül-Cendel'e gönderilen 700 kişilik orduya, kumandan tâyin edildi. Dûmet-ül-Cendel, Tebük şehrinin yakınında olup, büyük bir panayır ve ticâret merkezi idi. Resûlullah efendimiz, Abdurrahman bin Avf'ı yanına çağırıp buyurdu ki:
- Hazırlan! Seni bugün veya yarın sabah inşâallah askerî birliğin başında göreceğim.
Yolculuk elbisem üzerimdedir
Sabah namazını mescidde kıldıktan sonra, Peygamber efendimiz onun Dûmet-ül-Cendel'e hareket etmesini ve oranın halkını İslâmiyete da'vet etmesini emir buyurdu. Dûmet-ül-Cendel'e gidecek ordu, seher vakti Medîne dışındaki Cürüf denilen mevkîde toplandı. Peygamber efendimiz, Abdurrahman bin Avf'ın geride kaldığını görünce buyurdu ki:
- Arkadaşlarından niçin geri kaldın?
- Yâ Resûlallah! En son görüşmemin ve konuşmamın sizinle olmasını istedim. Yolculuk elbisem üzerimdedir.
Abdurrahman bin Avf, başına, siyah pamuklu ve kalın bezden, gelişi güzel bir bez sarmıştı. Peygamber efendimiz, onun sarığını eliyle çözüp, sarığın ucunu iki omuzunun ortasından sarkıtarak bağladı ve, "Ey İbni Avf! İşte sarığını böyle sar"buyurdu. Daha sonra eline bir sancak vererek devam etti:
- Ey İbni Avf! Allahü teâlânın adıyla, O'nun yolunda cihâd et ve Allahı inkâr edenlerle çarpış. Zulüm ve taşkınlık yapma. Allahın emri dâiresinde hareket et. Çocukları öldürme. Eğer o belde ahâlisi senin da'vetine icâbet ederlerse, o kabîlenin reîsinin kızıyla evlen.
Abdurrahman bin Avf, emrine verilen 700 kişilik orduyla birlikte hareket ederek, Dûmet-ül-Cendel'e ulaştı. Kelb kabîlesini, tatlı bir üslûbla İslâma da'vet etti. Üç gün orada kaldıktan sonra, Kelb kabîlesinin reîsi Esbağ bin Amr ve kavminin büyük bir kısmı Müslüman olup, Hristiyanlığı terkettiler. Bir kısmı da Hristiyan olarak kalıp, cizye vermeye râzı oldular.
Abdurrahman bin Avf, Müslüman olan Esbağ'ın kızı Tümadır ile evlendi. Onunla birlikte Medîne'ye geldi. Tümadır, Abdurrahman bin Avf'ın oğlu Ebû Seleme'nin annesidir. Ebû Seleme ise Medîne'nin yedi büyük fıkıh âlimlerinden biridir.
Bunları koruyalım
Hazret-i Ömer'in halîfeliği zamanında bir ticaret kervanı gelip, gece Medîne'nin dışında kondu. Yorgunluktan hemen uyudular. Halîfe Ömer, şehri dolaşırken bunları gördü. Abdurrahman bin Avf'ın evine gelip dedi ki:
- Bu gece bir kervan gelmiş. Hepsi kâfirdir. Fakat bize yabancı olanların, yolcuların; bunları soymasından korkuyorum. Gel, bunları koruyalım.
Sabaha kadar bekleyip, sabah namazında mescide gittiler. İçlerinden bir genç uyumamıştı. Arkalarından gitti. Soruşturup, kendilerine bekçilik eden şahsın halîfe Ömer olduğunu öğrendi. Gelip arkadaşlarına anlattı. Roma ve İran ordularını perişan eden, binlerce şehir almış olan, adâleti ile meşhur yüce halîfenin, bu merhamet ve şefkatini görerek, İslâmiyetin hak din olduğunu anladılar. Hepsi seve seve Müslüman oldu.
Abdurrahman bin Avf hazretleri, fazîlet ve kemâl sâhibi bir insandı. Kalbi sadece, Allah korkusu, Resûlüne muhabbet, doğruluk, iffet, merhamet ve şefkat ile doluydu. Allah yolunda malını dağıtmaktan zevk alırdı.
Eshâb-ı kirâmın en zenginlerinden olduğu hâlde, mala karşı en ufak bir sevgisi yoktu. Her zaman âhireti dünyaya tercîh ederdi. En büyük arzûsu, dînin emirlerine eksiksiz uyabilmekti.
Ayakları açık kalıyordu
Bir gün bir yerde yemek ikrâm edilmişti. O gün de kendisi oruçlu idi. Tam iftâr edeceği zaman, bir hâtırasını anlatması istendi. Hemen hâtırasını anlatmaya başladı:
"Benden çok hayırlı olan Mus'ab bin Ümeyr şehit olduğunda, onu bir kumaş parçası ile kefenledik. Başını örttüğümüz zaman, ayakları açık kalıyor, ayaklarını örttüğümüz zaman başı açık kalıyordu.
Sonra Hazret-i Hamza şehit oldu. O da benden çok üstündü. Onu da zor şartlar altında defnettik. Onlar benden çok hayırlı olduğu hâlde, dünyayı bırakıp gittiler. Sonra bize dünya kapısı açıldı. Türlü türlü ni'metlere kavuştuk. Bunların hesâbını nasıl vereceğiz" deyip ağlamaya başladı.
Oruçlu olduğunu unutup, iftâr yemeğini bile yemedi. Zaten o günleri hatırlayınca yemek yiyecek hâli de kalmıyordu.
Halîfe Ömer Şam'a gidiyordu. Şam'da tâ'ûn ya'nî vebâ hastalığı olduğu işitildi. Yanında bulunanların ba'zısı, "Şam'a girmiyelim" dedi. Bir kısmı da dedi ki:
- Allahü teâlânın kaderinden kaçmıyalım.
Bunun üzerine Halife de buyurdu ki:
- Allahü teâlânın kaderinden, yine O'nun kaderine kaçalım, şehre girmiyelim. Birinizin bir çayırı ile, bir çıplak kayalığı olsa, sürüsünü hangisine gönderirse, Allahü teâlânın takdîri ile göndermiş olur.
Sonra Abdurrahman bin Avf'ı çağırıp sordu:
- Sen ne dersin?
- Resûlullah efendimizden işittim ki, (Vebâ olan yere girmeyiniz ve vebâ olan bir yerden başka bir yere gitmeyiniz, oradan kaçmayınız) buyurmuştu.
Halife de, "Elhamdülillah, benim sözüm hadîs-i şerîfe uygun oldu" deyip Şam'a girmediler.
Vebâlı yerden kaçmak
Vebâ bulunan yerden dışarı çıkmanın yasak edilmesine sebep, sağlam olanlar çıkınca, hastalara bakacak kimse kalmaz, helâk olurlar. Vebâlı yerde kirli hava, herkesin içine yerleşince, kaçanlar hastalıktan kurtulamaz ve hastalığı başka yerlere götürmüş, bulaştırmış olurlar. Hadîs-i şerîfte buyuruluyor ki:
(Vebâ hastalığı bulunan yerden kaçmak, muharebede kâfir karşısından kaçmak gibi, büyük günâhtır.)
Hazret-i Ömer vefât ederken halîfeliğe aday olarak gösterdiği 6 kişiden biri de Abdurrahman bin Avf'dır. Hazret-i Ömer'in defninden sonra, tâyin edilen bu altı sahâbî toplandılar. İlk olarak Abdurrahman bin Avf söz alıp şöyle dedi:
- Ey Cemaat! Bu husûsta hepimizin de görüşleri var. Dinleyiniz, öğrenirsiniz, anlarsınız. Muhakkak ki, hedefe isâbet eden ok, isâbet etmeyenden üstündür. Bir yudum yavan fakat soğuk su, hastalığa sebep olan tatlı sudan daha faydalıdır.
Sizler, Müslümanların rehberleri, mürâcaat olunan âlimlerisiniz. O hâlde, aranızda meydana gelecek ihtilâflarda bıçağın ağzını köreltmeyin. Kılıçları düşmanlarınızdan ayırıp kınlarına sokmayınız. Yoksa düşmanlarınız karşısında tek kalmış, amellerinizi noksanlaştırmış olursunuz.
Fitne ehli
Herkesin muayyen bir eceli, her evin emrine itâat edilen, yasaklarından çekinilen bir emîri, reisi vardır. Öyleyse aranızdan, işlerinizi görecek birini emir tâyin edin. Böylece maksada erişirsiniz. Şâyet, kör fitne, şaşırtan dalâlet olmasaydı niyetlerimiz bildiklerimizden, amellerimiz niyetlerimizden başka olmazdı. Zîrâ fitne ehli; gözlerinin görmediğini, fitnenin kendilerini, çölde şaşkın, nereye gideceğini bilmez bir şekilde bıraktığını söylerler.
Nefslerinize ve fitnecilerin sözlerine uymaktan sakınınız. Sözle olan hîle, kılıcın yarasından daha şiddetlidir. Halîfeliği; musîbet ve felâket zamanlarında metânet ve sabırlı, bu işte muvaffak olacağını umduğunuz, onun sizden, sizin ondan râzı olacağınız birine veriniz. Size nasîhat eder görünen fesatçılara itâat etmeyiniz. Size yol gösteren rehbere muhâlefet etmeyiniz. Söyleyeceklerim bundan ibârettir. Allahü teâlâdan kendim ve sizin için magfiret dilerim.
Abdurrahman bin Avf bundan sonra, şu teklifte bulundu:
- İçimizden üçümüz, diğer üçümüz lehine adaylıktan çekilsin.
Abdurrahman bin Avf'ıın bu teklifi hemen kabûl olunarak Zübeyr Ali'ye, Talhâ Osman'a, Sa'd bin Ebî Vakkâs da Abdurrahman bin Avf'a oylarını verdiler. Arkasından Abdurrahman bin Avf da çekildi ve Hazret-i Osman ile Hazret-i Ali kaldılar. Netîcede Hazret-i Osman'a bîât olundu.
Sen emînsin
Hazret-i Abdurrahman yüksek ahlâk, fazîlet ve kemâl sahibi, çok iyi ve çok temiz, seciyeli bir insandı. Onun kalbi, Allah korkusu ile Resûl-i ekreme muhabbetle, doğruluk ve iffetle, rahmet ve şefkatle dolu idi. Cömertti. Allah yolunda malını dağıtmaktan zevk alırdı. Kalbinde Allah korkusu o kadar yer etmişti ki, kendisi hiç bir vakit dünyasını dînine tercih etmemiş, hayatta servet ve mal sahibi olmaya ehemmiyet vermemiş, tam Müslüman olarak yaşamayı herşeyin üstünde tutmuştu.
Abdurrahman bin Avf'ı Peygamber efendimiz ve Eshâb-ı kirâmın büyükleri methetmişlerdir. Resûlullah efendimiz onun hakkında buyurdu ki:
- Göktekiler ve yerdekiler katında, sen emînsin.
Abdurrahman bin Avf 651 senesinde 75 yaşında vefât etti. Hz. Ali (r.a.) onun hakkında Resûl-i Ekrem'den (s.a.v.) "Sen sema ehli içinde eminsin, sen ehl-i arz içinde de eminsin."dediğini duydum der.
Hicretten önce (m. 580) tarihinde doğan Abdurrahman İbn Avf (r.a.) hicretten sonra 31 (m 653)'de 75 yaşlarında vefat etmişlerdir. Cenaze namazını Hz. Osman (r.a.) kıldırmış Cennetü'l-Baki'ye defnolunmuştur. Rabbimizden şefaatlarini niyaz ederiz.
15 notes
·
View notes
Text
Ne DEMİŞ.🙄
YILMAZ ÖZDİL / SÖZDE
■ Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'ye “Hitler” benzetmesi yaptı.
■ Başbakan Ecevit'e “zavallı, yaşlı, fiziken çökmüş, bitmiş, bakın her tarafı kırılıp dökülmeye başladı, artık çelik korselerle duruyor, ölümün ertelenmesi hayatın yaşandığı anlamına gelmez” dedi.
■ Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'e “otur da bey zannetsinler, ayakta duramıyor, çete kardeşliği yapıyor, çetelere kefil oluyor” dedi.
■ Tbmm başkanı Hüsamettin Cindoruk'a “ulan kendine gel, terbiyesiz, beyni sulanmış, be ahmak” dedi.
■ Deniz Baykal'a “virüs, işe yaramaz, düzeysiz, çirkin, seviyesiz, dönek, kaba, ahlaksız iftiracı, kayışları eskidi, gülünç, çamur, çete avukatı, mafya avukatı, hukuk dışı örgütlerin avukatı” dedi.
■ Kemal Kılıçdaroğlu'na “cibilliyetsiz, yüz karası, seviyesiz, bahtsız bedevi, kirli dudak, Pensilvanya maşası, Kandil ortağı, katil Eset'in arkadaşı, Dhkp-c avukatı, terör örgütüne üye olduğunu görürseniz şaşmayın, eli kanlı darbeci, cani ruhlu, soysuz, tinerci, çapsız, sığ, şizofren tip, ahlak yoksunu, namussuz, siyasi sapık, cüce, cahil, fırıldak, etrafa zehir saçıyor, yaradana karşı küstah, haysiyetsiz” dedi.
■ Devlet Bahçeli'ye “vampir, kan emici, ırkçı, kafatasçı, şehit sömürücüsü, ağzından salyalar akıyor, köksüz, alçak, adi, cahil, çirkin, bilinçsiz, hasta kafa, Pensilvanya ortağı, eşkıya, bostan korkuluğu, zihniyle dili arasındaki kayış koptu, evladı yok bunun, aile nedir bilmez, çoluk çocuk nedir bilmez, marjinal sol örgütlerin maymunu, harcırahlarımı sadaka olarak sana vereyim, alçak, zehirli dil, rezil, çakal, senin etrafındakiler insan suretindeki ahlaksız, senin etrafındakiler esfel-i safilin, uçma özürlü, ikiyüzlü, namert” dedi.
■ Selahattin Demirtaş'a “vampir, ceberrut, şuursuz, vicdansız, iblisin yolundan yürüyen, ateist, zerdüşt, nekrofil, ölü sevici, nebbaş, mezarlık soyguncusu, mankurt” dedi.
■ Meral Akşener'e “terbiyeden mahrum, seviyesiyiz, çapsız, yalancı kaçacak deliği yok, bu kadın şirazesinden çıkmış” dedi.
■ Temel Karamollaoğlu'na “zavallı, cahil insan” dedi.
■ Mansur Yavaş'a “adamda her türlü yolsuzluk var, sahte senet cambazı, vergi kaçakçısı, terör örgütü destekçisi” dedi.
■ Ekrem İmamoğlu'na “Sisi” dedi.
■ Chp'ye “tezek, geçmişi lekeli, terör dili, Pkk'yla beraber, Pensilvanya'dan vekalet almış, çapsız, sabıkalı, sicili bozuk, Ankara'yı ezansız tasarladılar, talancı, müftezel, faşist, kanalizasyon çukuru, cüruf, çöplük, cüce, zihniyeti pislik, kukla, eşek, ana hıyanet, tepeden tırnağa her yerlerini tecavüz sarmış” dedi.
■ Biat etmeyen gazetecilere “tasmalılar, akbabalar, maaşlı şarlatanlar, terörist, ajan, kaleminden pislik akıyor, provokatör, ahlaksız, alçak zihniyet, soytarı, insan müsveddesi, sürüngen” dedi.
■ Millete “zillet” dedi.
■ “Ananı da al git” dedi.
■ “İki ayyaş” dedi.
■“Kelle” dedi.
■ “Sanatçı müsveddeleri, alçak zihniyet, imansızlar” dedi.
■ “Profesör müsveddesi, aydın müsveddeleri” dedi.
■ “Karakteri bozuk şehit babaları var” dedi.
■ Akp'li meclis başkanı, kendi vatandaşına “yaratık” dedi.
■ Akp milletvekili, kendi vatandaşına “kanı bozuk” dedi, “bizim hükümetimize karşı çıkanların kanını tahlil ettirmek lazım” dedi.
■ Akp valisi, kendi vatandaşına “gavat” dedi.
■ Akp akil'i, kendi vatandaşlarına “pezevenkler, kaltaklar, köpek oğlu köpekler, embesiller, kitapsızlar” dedi.
■ Yandaş güreşçi, kendi vatandaşlarına “Allah belanızı versin, vatan hainleri” dedi.
■ Yandaş şarkıcı, kendi vatandaşına “ahmak, köpek” dedi.
■ Yandaş müftü, kendi vatandaşlarına “deyyus” dedi.
■ Yandaş imam, kendi vatandaşına “Bizans artığı orospu çocuğu” dedi.
■ Yandaş tarihçi “10 Kasım'da saat 9'u 5 geçe kenefe gidin” dedi.
■ Yandaş müteahhit “milletin orasına koyacağız” dedi.
■ 13 yaşındaki Berkin Elvan terörist
■ ODTÜ terörist yuvası
■ Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri terörist
■ Dolar alanlar terörist
■ Hayır diyenler terörist
■ Türk Tabipleri Birliği terörist
■ Barolar terörist
■ Erken seçim isteyenler vatan haini.
■ Millet ittifakı hem fetocu hem Pkk'lı.
■ Mansur Yavaş'a “Yunanistan kökenli” dediler.
■ Ekrem İmamoğlu'na “Pontuslu” dediler.
■Tunç Soyer'e “Bizanslı” dediler.
■ Chp İstanbul il başkanı Canan Kaftancıoğlu'na “Dhkp-c'li” diyorlar.
■ İyi Parti İstanbul il başkanı Buğra Kavuncu'ya “fetocu” diyorlar.
■ Fikri Sağlar'a “barbar, faşist, inanç düşmanı, ırkçı, despot” diyorlar.
■ Can Ataklı'ya “darbeci” diyorlar.
■ Sözcü gazetesine, Emin Çölaşan'a Necati Doğru'ya “fetocu” diyorlar.
■ Bana “Pkk'lı” dediler.
★ “Sözde” denildi.
Vayyyy milli iradeye hakaret diyorlar!
3 notes
·
View notes
Text
Safiyye bint Abdülmuttalib(ranha)
Rasulullah (sav) Efendimizin halası olan Hazret-i Safiyye, oğlu Zübeyr ile birlikte Müslüman oldu ve hicret etti. Peygamber Efendimize (sav) eziyet eden, kardeşi Ebu Leheb’e dedi ki:
- Ey kardeşim! Kardeşimin oğlunu ve Onun dinini yardımsız, hor, hakîr bırakmak, sana yakışır mı? Vallahi bugün yaşayan bilginler, Abdülmuttalib’in soyundan bir Peygamberin çıkacağını bildiriyorlar. İşte, o peygamber, budur! Böyle söyleyerek Ebu Leheb’i de islâma davet etmiş, fakat o kabul etmemiştir. Hazret-i Safiyye gazaların çoğuna iştirak etmiş cesur biriydi. Resul-i ekrem efendimiz, Uhud savaşına gittikleri zaman, kadınlar da Hazret-i Hassan bin Sabit’in köşkünde bulunuyorlardı. Erkek olarak sadece Hassan vardı. O da yaşlı ve zayıf idi. Yahudîler bunu fırsat bilip saldırmak istiyorlardı. İçlerinden biri köşkün dibine kadar sokulup, olup bitenleri dinlemek istedi. Hazret-i Safiyye bunu gördü ve bağırdı:
- Hassan, şu yahudînin yanına in, onu öldür!
Hazret-i Hassan dedi ki:
- Ben onunla savaşacak hâlde olsaydım, şimdi herhalde Resulullahın yanında olurdum.
Hazret-i Hassan, hastalık geçirdiğinden kılıç sallayamıyordu. Hazret-i Safiyye bunun üzerine, bir çadır direğini kaptı ve aşağı indi. Yahudînin kaçmaması için kapıyı yavaş yavaş araladı. Birden çadır direğini yahudînin başına indirdi. Yahudî, yediği darbe sonucu bir daha kalkamadı ve öldü.
Bundan sonra Safiyye eline bir kılıç alarak Uhud’un yolunu tuttu. Elindeki kılıcı ile önüne gelene saldırıyor, bir yandan da Müslümanları harbe teşvik ederek, “Siz nasıl insanlarsınız, Rasulullahı bırakıp da nereye gideceksiniz” diyordu.
Hz. Hamza (ra) şehid edildiğinde Peygamber Efendimiz (sav) Hz. Safiyye'nin oğlu Hazret-i Zübeyr’i çağırdı ve buyurdu ki:
- Annen Safiyye, kardeşi Hamza’nın cesedini görmesin. Çünkü cesedin durumu çok kötü. Hazret-i Zübeyr de bu emir üzerine annesinin yanına sokularak dedi ki:
- Anneciğim, Resulullah Efendimiz senin geri çekilmeni buyuruyor.
- Nasıl? Geri mi dönecekmişim? Kardeşimin cesedinin nasıl olduğunu biliyorum. Fakat sabredeceğim. Rasulullah Efendimiz (sav) de halasının metanetini duyunca, cesedin yanına gelmesine izin verdi. Cesedin parça parça olduğunu gördü. Kendisine hakim oldu. Yalnız “İnnâ lillah ve innâ ileyhi râciûn" dedi. Ellerini açıp duâ etti ve oradan ayrıldı.
#islam#islamiyet#allah#allahuekber#la ilaha illa allah#ayet#hadisler#tevhid#islam devleti#hilafet#resulullah#rabb#emir#egitim#sabır#sahabeler#sahabe#hakikat#hakimiyet#hak#devlet#islami#islamdevleti#islamdini#allah rızası için#allahım#biyografi#bilmek#geceye bir hadis bırak#şehadet
10 notes
·
View notes
Text
Ben isterim ki,
Bu yılbaşı gecesi herkes zengin olsun,
Büyük ikramiyeyi bir, iki kişi değil de herkes kazansın,
Amorti çıkmasın mesela hiç kimseye,
Kazanamayan kimse kalmasın yeryüzünde…
Şaşırmayın, piyango biletinden bahsetmiyorum,
Bahsettiğim, günahlarımızın affı,
Allah (c.c) tarafından bağışlanmamız dileği,
Bir yıl daha yaşamamızı nasip ettiği için
Rabbimize şükretmek,
Sevaplar kazanmak,
Dualarımızın kabulü,
Sevdiklerimizin canının sağlığı,
Mutlu, huzurlu, umut dolu
Tertemiz bir yaşam.
İyi bir insan olmak, İyilikleri yaymak,
Bir yetimin başını okşamak,
Bir öksüzü sevindirmek,
Kimsesizlerin yüzünü güldürmek,
Koca bir ömürlük hayatın sadakasını vermek,
Anne babaya kol kanat olmak,
Nerede bir düşen görsen,
Ayağa kalkmasına destek olmak,
Nerede bir gözü yaşlı bir çocuk görsen,
O yaşlarını silmek,
Nerede bir açta açıkta kalan kimse varsa,
O kimsesizlerin kimsesi olabilmek,
Zalimlere karşı,
Zulme karşı dimdik ayakta durmak,
Önce kendin için istediğini,
Başkası için de isteyebilmek.
Her gece dualarınızda
Kendiniz için bir,
Sevdikleriniz için bin şey dileyebilmek,
Yeni bir yılda büyük nasip payından kısmetimize düşene razı olmak.
Diliyorum ki;
Hepimiz için, insanlık için, zor bir süreçten geçen vatanımız için,
Nerede bir zalimin zulmüne uğramış,
Din, dil, ırk farketmeksizin,
Tek bir kişi için bile üzülen,
Elinden gelenin fazlasını yapmaya çalışan,
Gerektiğinde savaşan,
Onların derdini kendi üzerine vazife edinen Milletim için,
O yüce rahmetiyle Rabbim tüm dileklerimizi kabul eylesin inşallah…
Hepimizin yeni yılı kutlu olsun…
//stnblmavi
———————————————–
_FF_
@ali081tr @alyakaradag @asude-vakitler @askimehnaz @a-y-y @alazebyar @ayfer-karadeniz @bookwormbluee @cansuyumm26 @caykolig @c-a-n-a-n @daussilaa @dotmirr @e-l-a-s-i-n-a @erbabkeder @gul-ihazan @hic-kimsee @hanedaan @hazinsonbahar @hazelimsworld @hassaskalbimbenim @kanatlarimvarruhum-da @konul-aliyeva @lebensmude @mavi-sublog @nacizanebiri @renksiz-cumleler @siiyahkuguuu @uranustengelenpanda @yenik-cumleler@begonya-7 @bar-taburesi @bahcesigonul @bburccu @burcublogsposts @barinenedax @buradakimseleryok @camdanbirkalp @cevizkabugum @canmsnhayall @ceriha @dear-milena @1demetgul @dua06 @dolaylieylem @elfida-eva @ezgihoscan @erguvan-efsa @erbabi-keder @erbabkeder @fyorucu @falann-filann @felsefil-0 @fatiyan @f-i-d-e-l-i-o @frissondixsept @gonlumunhuzurusun @gamzeli161 @gonulrahatligi @gelinciktarlasindabirkiz @gizlipencereden @hazanguncesi @hebakusu @hosgeldinhuzun @hurgenc @inceliklerantolojisi @izbirakin @iyiniyetimden @janyarozee @kalemdenkaleler @kayipmisra@kaplumbagalarhallerindenmemnunn @kalbe-dusen-damlalar @kelimelerinsonnefesii @kendimedogrukanatcirpiyorum @kayipnotam @kumraladaninmavitunasi @lalgibi @laviinia @layezalimm @lebiderya-dilek @mdeveci @mmavi-kelebek @matmazelnoraliya @minastrit19 @mavidusler-bluedreams @mertce34 @meralme @moryagmurunnotdefteri @monologlardanbirtutam @nazender @ntasceken @ozgur-beden @ozgurcemavi @omriguzeran @ozgurhayalim @pi-no @parissima @pastoral-senfoni @papatyadandusler @pamukelmaa @pembegunce @pe-puk @resimlerin-dili @ruhun-ile-yak @rengeaxe @sadecekendimenotlar @sukalemi @s10nsuzluk @schonheitdesmonats @sanatportal @siirce35 @sizlibizli-blog @sozemanet @thelivelyflaneuse @tudilemin-blog @tek-kelime-yeter @the-zerya @uverrciinkaa @umutzola @vesselam @yazdankalmabiri @yagmurun-sesii @yunusemreeural @zeynebsahn @zarifokurlaralemi @zuzuhal7 @zumra52
——————————————————————————–
***Bu sene kaybettiğimiz güzel yürekli kardeşimiz @bitmemis-cumleler için de dualarımızı eksik etmeyelim... Ekrem Yener
//stnblmavi
178 notes
·
View notes
Photo
Sitemize "İmamoğlu'na 'CHP ile iş olmaz' diyen yaşlı kadın" konusu eklenmiştir. Detaylar için ziyaret ediniz. http://mussehri.com/imamogluna-chp-ile-is-olmaz-diyen-yasli-kadin/
#İmamoğlu'na 'CHP ile iş olmaz' diyen yaşlı kadın#sultanbeyli#ekrem imamoğlu#ak parti#cumhurbaşkanı#recep tayyip erdoğan#chp#istanbul#en son haber#haber
0 notes
Text
Tevfik Fikret / Rumeli'den Babıâli'ye gönderilen şifreleri herkesden önce o öğreniyordu
Şair Tevfik Fikret, ölümünün ellinci yıldönümünde, Hayat dergisinde önemli bir yazıyla anılmıştı. İkinci Meşrutiyet devri Başbakanlık Şifre Müdür Vekili'nin oğlu Nureddin Sevin, o yazıda, şairin özelliklerini, okul yöneticiliğini ve babasının her akşam iş dönüşü arkadaşı Fikret'e neden uğradığını anlatmıştı.
Bundan altmış bir, altmış iki yıl önce pek küçük bir çocuktum. Bebek'te, bugün onun evinin adından faydalanan Aşiyan Gazinosu'nun bitişiğindeki Rumeli yakasının en eski yalısında, teyzemin kızının odasında, her çocuğu çıldırtacak kadar güzel bir oyuncak görmüştüm: Masa üstüne konmuş minimini bir ev!... Açık panjurlarından döşeli dayalı odaları görünüyordu. Çevresi parmaklıklı bahçesinin tarhlarında çiçekleri, çimenleri, ağaçları, hatta minimini insanları vardı. Fakat bunlara elimi sürmem yasaktı. Gene o günlerde bir gün, yalının taş iskelesi üstünde babam kahvesini içerken, Bebek tarafında kısa, lâcivert pelerinli, zarif giyinmiş bir beyle selâmlaşıp konuşmaya başladı; sonra bana seslenerek, "Bak, o senin bayıldığın minimini evi yapan bu beyefendidir" dedi. Ben Tevfik Fikret'i böyle fevkalâde bir insan olarak ilk tanıdığım zaman dört yaşımda ya var, ya yoktum. Meğer o, teyzemin kızının odasında gördüğüm oyuncak ev, henüz tasavvur halindeki Aşiyan'ın, yapıp yapıp beğenmediği maketlerinden biriymiş. O zaman kendisi Rumelihisarı'nda, bundan kırk sene kadar evvel istimlâk edilen iskele başındaki yalısında oturuyordu. Yol üstünde bize sık sık uğrar, kâh bizim yalının önündeki akasyaların altında, kâh taş iskelede babamla konuşurlar, buluşamazlarsa mektuplaşırlardı. Bu konuşmaların konusu, Robert Kolej'in önünde bize ait olan araziden bir kısmını alıp Aşiyan'ı kurmak üzerine oluyormuş. Nihayet 1905'te bugünkü Aşiyan'ın yeri, dostça bir anlaşma ile Fikret'e devredildi ve Aşiyan 1906'da kuruldu. Aşiyan'ın planı, süsleri, Fikret'in kendi resim ve mimar�� zevkinin eseriydi; boyaları, duvarlarının kâğıtları, her odanın ayrı üslûpta döşemesi tamamiyle kendi zevkinin buluşlarıydı. Fikret yalnız kendi eviyle değil, sevdiği dostlarının evleriyle de ilgilenirdi. Aşiyan'dan bir sene sonra 1907'de, Aşiyan'ın önüne düşen arazide yapılan bizim yeşil evin planlarını da, hatta birkaç sene sonra, Aşiyan'ın yanına doğru biraz aşağısında kurulan, ablamla eniştem Prof. Feridun Nigâr'a ait beyaz köşkün planını da Tevfik Fikret çizmişti. Her şeyin güzel olmasına meraklıydı, etrafındakilerin de güzel olmasını isterdi. Aşiyan yapılalı iki yıl olmuş, 1908 yaz mevsimi gelmişti. O yazın ilk günlerinde, Sadaret (Başbakanlık) Şifre Müdür Vekilliği etmekte bulunan babam, akşamları Babıâli dönüşünde, doğru Aşiyan'a çıkmaya başlamıştı. Bir akşam, herhalde cuma günü olacak, yokuşun altında buluştular ve alçak sesle konuşarak yukarı çıkmaya başladılar. Fikret, babama bir şeyler okuyordu. Birkaç defa "millet yoludur" sözü kulağıma kadar geldi. Bizim bahçenin önüne gelince ayrıldılar. Bahçemize girerken babama sordum, "millet yolu, ne demek?" babam kaşlarını çattı, "Çocukların bileceği şey değil o; bir daha o sözü ağzına alacak değilsin" dedi. O devirde böyle şeylere alışıktık. Daha evvel bir gün annemin Çerkez tayası çatı arasında sandıkları yerleştirirken hiç duymadığım bir şarkı tutturmuştu: "Beni tahttan indirdiler, Beş çifteye bindirdiler, Topkapı'ya gönderdiler..." Ben sesin geldiği yere yaklaşırken kendisini duyduğumu anlayınca, kadıncağız büyük bir suç işlemiş gibi korkuya kapılmıştı. Söylenenleri anlamaya başladığımız günden beri dışarda bazı korkulu, müphem şeyler olduğunun farkındaydık; hafiye, sürgün, saray gibi muammalı sözlerdi bunlar. Bu "millet yolu" da onlardan biri olacak diye düşünmüştüm. Fakat birkaç gün sonra, o sözlerdeki muammalar birdenbire çözülüvermişti. Artık "hürriyet, adalet, müsavat, Mithat Paşa, Namık Kemal, Kanunu Esasî, Meşrutiyet", o heyecan içinde her gün çıkan yeni yeni gazeteler, dergiler ve Fikret'in çıkardığı Tanin. Meğer babamın akşamları eve gelmeden evvel Aşiyan'a çıkması, Rumeli'nden Babıâli'ye yağdırılan zehir zemberek şifreleri Fikret'e bildirmek içinmiş. Fikret de o sırada dostları olan diğer hürriyetseverlerle görüşürmüş. Doğacak yeni devri karşılamak için yazdığı "Millet Şarkısı"nı, her akşam Rumeli'nden yeni bir müjde getiren babama okuyormuş: Çiğnendi, yeter, varlığımız cehl ile kahre, Doğrandı mübarek vatanın bağrı sebepsiz; Birlikte bugün bulmalıyız derdine çare, Can kardeşi, kan kardeşi, şan kardeşiyiz biz. Millet yoludur, hak yoludur tuttuğumuz yol; Ey hak yaşa, ey sevgili millet yaşa, var ol. 23 Temmuz 1908 günü akşamı, bizim evin arkaya bakan büyük merdiven penceresinden ay doğmuş gibi kuvvetli bir ışık gelmeye başladı. Bir de yukarıya baktık ki, Aşiyan baştan başa, pırıl pırıl fenerlerle donatılmış!... Demek Fikret, Rumeli'nden şifreli telgraflar gelirken Meşrutiyet'i kutlamak için evini donanma fenerleriyle doldurmuştu. Zira senenin 364 gününde üç kişinin birleşmesine izin verilmezken, kimse yüksek sesle konuşmaya cesaret edemezken, Abdülhamid'in yıldönümlerinde, bütün İstanbul tımarhaneden boşanmış gibi coşar, oynar, saz takımları sabahlara kadar çalar; şehirde, Boğaziçi'nde iki keçeli evler temelinden saçağına kadar fenerlerle donatılırdı. Fikret o şenliklerde odasının lâmbasını bile yakmazdı. 19 Ağustos 1315'te (1 Eylül 1899) Abdülhamid'in 23'üncü yıldönümünü: Yine biz simsiyah, bütün Bosfor Heyecanlar, ziyalar, alkışlar, Neş'eler, naralarla çalkanıyor. İşte bir dümbelek, düdük ve demin Kıyıdan sallanıp geçen haşarı Serserinin içinde hopladığı Kayık, al, mor, turuncu, mavi, sarı. İşte bir muş, başında bir çalgı; Bir yığın sandal, orta yerde geniş, Süslü bir tekne; hep nuranur. O ne rindane, âşıkane geçiş. Yalılar, dağlar asumana kadar Bir şetaret içinde; yıldızlar, Hele mehtap, onun da bayramı var. Şu büyük cümbüşü umumîde Benzeyen gizli bir tenevvür var, Ne küçük bir pırıltı, bir şebtap, Koca ev sanki bir gunude mezar. diye tarif ettiği perdeleri inik evinde, kapkaranlık bir matem havası içinde sabahı beklerdi. İşte 23 Temmuz 1908'de aradığı hürriyet ilan edilince o da emeline kavuştuğunu sanmış ve Aşiyan'ı renk renk fenerlerle donatmıştı. Fikret'in bu hallerini görüp de onu her şeyi oldu bitti farz edecek yaradılışta, kısa görüşlü sananlar çıkıyor. Fikret, Kanunu Esasî'nin ilk günlerinde, bir taraftan çocuk gibi sevinir, yerinde durup oturamazken, diğer taraftan açık rejimin bütün güçlüklerini düşünür, çarelerini arardı. Vaktiyle "Sis"te: Hep levs-i riya dalgalanır zerrelerinde, Bir zerre-i safvet bulamazsın içerisinde; Hep levs-i riya, levs-i hased, levs-i teneffü; Yalnız bu... ve yalnız bunun ümmid-i tereffü. (...) Milyonla barındırdığın ecsâd arasından Kaç nâsiye vardır çıkacak pâk ü dırahşân? Bugünkü dille: "Zerrelerinde hep ikiyüzlülük kiri dalgalanır; dürüstlükten, temizlikten bir zerre bulamazsın içerisinde; hep ikiyüzlülük kiri, hep kıskançlık kiri; hep çıkarcılık kiri. Yükseliş ümidi yalnız bunda ve yalnız bunun. Milyonla barındırdığın vücutlar arasında temiz ve parlak çıkacak kaç alın vardır?" diye adlandırdığı İstanbul ve koca memleket elbette bir günde tertemiz olamazdı. Kanunu Esasî denilen anayasa nizamını emanet edeceğimiz nesilleri "sis" ortamında yetişen ana babaların çevresinden uzaklaştırmak lâzımdı. Yeni kuşakları, ikiyüzlülük çevresinden uzakta, fakat modern ve meşru bütün eğlence ve ihtiyaçları içinde toplayan, şehir dışında bir yerde bir okul kurmak ve orada yetiştirmek için teşebbüslere girişti. Ve bir anonim şirketin esasını hazırladı. O zaman için büyük bir yekûn olan elli, altmış bin Osmanlı altınına ihtiyaç vardı. İngiliz dostlarından Mr. Allan Ramsay derhal bu meblâğın beşte birini teşkil eden on bin lirayı temin etti.
Kızlara ilkokuldan fazla tahsil sağlayan okul yoktu
Fakat Fikret, yeni mektebi için anonim şirketi kuramadı. Bütün ümidini müdürlüğünü kabul ettiği Galatasaray Lisesi'ne bağladı. Bir taraftan da Millet Meclisi Başkanı Ahmet Rıza Bey'in millete hediye ettiği Kandilli Sarayı'nda, Galatasaray'ın programlarına eşit bir kız lisesi kurulmasına gayret etti ve "Bir Kız Mektebi İçin" manzumesini yazdı. Zira o devre kadar kızlara ilkokuldan fazla bir tahsil sağlayan okul yoktu. "Kızlarını okutmayan millet, oğullarını manevî öksüzlüğe mahkûm etmiş demektir" diye çağdaşı uygarlıkta tam bir toplum olmak için millete ilk terbiyeyi verecek olan anaların, erkeklerden fazla aydın olmaları gerektiğine kaniydi.
Galatasaray Lisesi'nde Türkiye'nin ilk Türk konferans salonunu (kendisini istifaya mecbur eden miskin dedikoduların konusu konferans salonunu), milleti toplum düzenine bir an önce kavuşturmak için mutlaka okuldan başlamak gerektiğine inandığından yaptırmıştı.
Münazaraya en genç üye başkanlık etsin
Robert Kolej'de de her perşembe "Münazarat Cemiyeti" (yani uğraşmalar, mücadeleler derneği) adını verdiği öğrenci topluluğuna katılır, fakat kendisi hiçbir şeye karışmaz, müzakereleri bir kenardan iftiharla takip ederdi. Benim, koleje girdiğim 1910 yılı ilk toplantısında, şimdi büyükelçilerimizden olan Kadri Rizan'a, "İlk oturumlarda seçim yapılmadan önce en yaşlı üyenin başkanlık etmesi âdettir; biz aksini yapalım, bu ilk celseye küçüklerden biri başkanlık etsin; Kadri Efendi, siz buyrun." demiş, Kadri Efendi de kısa pantolonu ile kürsüye çıkmış ve ayakları yerden kesilmişti.
Fikret, kadınları cemiyet hayatına sokmak için, vefatından iki sene evvel, Namık Kemal'in yıldönümünde Ali Ekrem Bey'in konserli konferansına ailelerimizdeki kadınlarla beraber mutlaka gelmemizi istemiş, Ekrem Bey hem babası hakkındaki konferansını vermiş, hem flüt çalmıştı; eşi piyano, oğlu Cezmi de keman çalarak bir trio vücuda getirmişlerdi. Salon kadınlı erkekli seçkin Türk dinleyicilerle hıncahınç dolmuştu.
Fikret, fazilet ve kemal örneğiydi, herkesin de öyle olmasını isterdi. Bize ilk dersi inci gibi yazısıyla tahtaya yazdığı, "Fazıl ve kâmil şöhretine malik ve bununla müftehir olabilmek evvelâ fazl-ü kemalin ne demek olduğunu anlamak lâzımdır" sözü olmuş; bir saat fazilet ve mükemmellik hakkında öğrencilere sualler sormuş, fikirlerini almış, kendi düşünceleriyle ve misalleriyle bu iki hasletin insan karakterindeki önemini uzun uzun tartışmıştı.
Öğrencilerine "siz" diye hitap ederdi
Riyayı ifade eder diye yere doğru eğilim selâm verdiğimizi istemezdi. Terkipsiz, secisiz cümle yapmamızı tavsiye ederdi. "Bendeniz, zatı âliniz" gibi sözlerden de, "sen" hitabından da hoşlanmazdı. Öğrencilerine "siz" diye hitap ederdi. Onların da kendisine sadece "siz" diye hitap etmesini isterdi. Batılı nezaketin en seçkin örneğiydi.
Son derece temizdi. Elleri her zaman henüz sabunlanmış gibi bembeyazdı. Yakalığı sanki hiç boynuna değmemiş gibiydi. Aşiyan'ın her köŞesi çiçek gibi tertemizdi. Müsveddeleri bile inci gibi güzel yazılıydı. Bir gün vazife defterimi açıp bakarken, Defterin bir kenarını bana doğru çevirerek gözlerini gözlerime dikti. Eyvah! Akşam mürekkebi kurusun diye lâmbaya tutarken orası hafifçe sararmıştı. Hiçbir şey söylememişti; fakat o bakış kâfiydi.
Atatürk onu neden sevmişti?
Ona suç bulmak isteyenler insandan kaçarlığını ileri sürerler. O insandan kaçmaz; riyadan, ikiyüzlülükten kaçardı. Her cuma dostlarını Aşiyan'da toplar, onlarla akşam yemeği yemekten büyük zevk duyardı. İnandığından şaşmaz, eğilmez Fikret, insanın insan gibi yaşamasını en kutsal ülkü sayardı. Ferdin saadeti için aile huzuru, aile huzuru için toplum huzuru, toplum huzuru için millet ve yurt huzuru, yurt huzuru için dünya huzuru şartttı; bütün bunların hepsini sevmek, insan olmak için birinci şartttı. "Yurtta sulh, cihanda sulh" düsturunu koyan Atatürk onu bu meziyetleri için sevmişti.
1918'de, ölümünün üçüncü yıldönümünde, daha "Şehbal"deki Trablusgarp muharebeleri resimlerinden beri tanıdığım o büyük kahramanı, ilk defa Aşiyan'da 19 Ağustos 1918'de yakından görmüş ve kendisine çay vermiştim. O gün Aşiyan'ın imza defterinde, şu sözlerine attığı M. Kemal imzası hâlâ duruyor:
"Tavafı tahatturunda bulunmakla mübahi perestişkâranı Fikret". Riya ve ikiyüzlülük bilmeyen, özü sözü doğru Fikret de onun Milli Mücadelesine yetişmiş olsaydı, elbette o kahraman pereştişkârına uyacak en kudretli mısralarını -Millet Şarkısı'ndaki şu mısraları gölgede bırakacak mısralarını- yazacaktı:
Zulmün topu var, güllesi var, kal'ası varsa, Hakkın da bükülmez kolu, dönmez yüzü vardır. ............................. Dünyada şereftir yaşatan milleti, ferdi, Silkin şu mezellet tozu uçsun üzerinden; İnsanlığı pâ-mâl eden alçaklığı yık, ez, Billâh yaşamak yerde sürüklenmeye değmez
(Nureddin Sevin, 1965, Hayat Dergisi, arşiv çalışması, dizgi: Ferruh Yazıcı)
2 notes
·
View notes
Text
GEÇ KALDINIZ . FAKAT BUNUN İÇİN BİLE TEŞEKKÜR EDERİZ.
AMACI BELİRSİZ BİR ATEŞE SIRITARAK YAVRULARI GONDERDINIZ.
İNSANLARI KUTPLASTİRİP GERDINIZ..
AÇIKLAMA İÇİN SE DYACIYIZ.
ÇANAKKALE 'de Kürtçe konuştuğu için saldırıya uğrayan Ekrem Yaşlı için AK Parti Milletvekili Mustafa Yeneroğlu Kürtçe mesaj paylaştı. Yeneroğlu, "Irkçılık yapan bizden değildir" ifadelerini kullandı.
16.10.2019 10:17
AK Parti İstanbul Milletvekili Mustafa Yeneroğlu, eşiyle Kürtçe konuştuğu için saldırıya uğrayan 74 yaşındaki Ekrem Yaşlı için Kürtçe bir mesaj paylaştı. Twitter’dan olaya ilişkin açıklama yapan Yeneroğlu, “Xwedê şifayê bide apê me, bi hurmet têm destê te” (Allah amcama şifa versin, hürmetle ellerinden öperim) diye yazdı.
"Irkçılık yapan bizden değildir"
Olaya ilişkin haberi paylaşan Yeneroğlu, mesajına Türkçe devam etti. Yeneroğlu, “Dedesi yaşında, saygı gösterilmesi gereken bir büyüğe saldırmak; nasipsizliktir, barbarlıktır. Efendimizin buyurduğu gibi, ırkçılık yapan bizden değildir” dedi.
13 notes
·
View notes
Text
Yaklaşık 1 yıl aradan sonra siz değerli takipçilerimle beraberim... Bugün 6 Ekim 2019... İstanbul’un düşman işgalinden kurtuluşunun 96. yıl dönümü... İstanbul’un işgali Osmanlı İmparatorluğu ve İtilaf Devletleri arasında imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması ile Birinci Dünya Savaşı'nın bu ülkeler arasında sona erdiğinin ilan edilmesinin ardından gerçekleşmiştir... Osmanlı’nın başkenti İstanbul önce 13 Kasım 1918, sonra 16 Mart 1920'de olmak üzere iki kez işgal edildi... Adana’daki görevinden dönen Mustafa Kemal Paşa, Adana treninden inip Haydarpaşa rıhtımına ayak bastığında düşman gemilerinin zafer bayrakları açmış şekilde toplarını sağa sola çevirerek İstanbul limanına girdiklerini, ayrıca bazı Türk azınlıkların da sevinç çığlıklarıyla karşı sahilleri çınlattığını görünce, “Geldikleri gibi giderler.” sözünü söyler... İlk işgalde İstanbul'un önemli ve stratejik noktaları kontrol altına alınmış ancak idareye el konulmamıştı, ikinci işgal ile idareye el konuldu... 19 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal Atatürk’ün Samsun’a ayak basmasıyla başlayan Milli Mücadele, çeşitli cephelerde verilen zorlu savaşlar sonunda zaferle neticelenir... 24 Temmuz 1923 tarihinde İsviçre’nin Lozan şehrinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi temsilcileriyle düşman devletlerin temsilcileri tarafından imzalanan Lozan Antlaşmasıyla da Kurtuluş Mücadelesinin zaferi onaylanır... Kurtuluş Savaşı’nın zaferle bitmesinden sonra Refet (Bele) Bey komutasındaki bir Türk birliğinin İstanbul’a girmesine rağmen, işgal resmi olarak kaldırılmaz... 8 Eylül 1923’te Batı Anadolu tamamen düşmanlardan temizlenip Mudanya Ateşkes Antlaşması imzalandıktan sonra İstanbul, Boğazlar Bölgesi ve Doğu Trakya düşmanlardan kurtarılır... İşgal, son İtilaf birliklerinin 4 Ekim 1923'te şehri terk etmesinden sonra Şükrü Naili Paşa komutasındaki 3. Kolordu birliklerinin 6 Ekim 1923’de tören eşliğinde şehre girmesiyle sona erdi... İstanbul, jeopolitik olarak dünyanın en önemli noktalarından birisidir... Belki de en önemlisidir... Kıtalar arası geçiş için mükemmel bir geçiş noktasıdır... Bu denli önemli olan bir şehir tabi ki birileri tarafından elde edilmek istenmesi hiç de olağan dışı değildir... Şimdi ise sizlere Komünizm’in ne kadar iğrençlik ötesi bir fikir olduğunu göstereceğim; Bildiğiniz üzere İstanbul’un Belediye Başkanı 23 Haziran’da değişti... Seçimi CHP adayı Ekrem İmamoğlu kazandı... Son 1 haftadır Komünist Çin ile sıkı bağlar kurmanın peşinde... 3-5 gün öncesine kadar çocuk, genç, yaşlı, erkek, kadın dinlemeden Uygur Türk’ü vatandaşlarımızı katleden Komünist Çin’in kuruluş yıl dönümünü kutladı... Sonrasında ise Komünizm aşığı, “Vallahi Apo’yu özledik.” diyen PKK sempatizanı Ahmet Kaya’nın mezarına oradan da Yılmaz Güney’in mezarına ziyarette bulundu... En son yaptığı ise artık bardağın taşmasına neden oldu... Çin’in hiçbir yerinde üzerinizde Türkiye bayraklı bir şey taşıyamazken İBB dün tramvay durak isimlerinin Türkçesinin altına Çincesini de ekletti... Bu kadar da olmaz! Ne İstanbul, ne de Türkiye kimsenin babasının çiftliği değildir!
TANRI TÜRKÜ KORUSUN!
3 notes
·
View notes
Text
Kılıçdaroğlu: İstanbul'u kaybetmenin acısını yüreklerinde hala hissediyorlar
Kılıçdaroğlu: İstanbul’u kaybetmenin acısını yüreklerinde hala hissediyorlar
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve CHP’li 10 Büyükşehir Belediye Başkanı dün İBB Başkanı Ekrem ��mamoğlu’na verilen hapis ve siyasi yasak kararının ardından İstanbul Büyükşehir Belediyesi Yaşlı Bakım ve Rehabilitasyon Merkezi Temel Atma Töreni’ne katıldı. Kılıdaroğlu, “İstanbul’u kaybetmenin acısını yüreklerinde hala hissediyorlar. İstanbul’un rantına doymadılar. Bu kadar harama tamah eden…
View On WordPress
0 notes
Text
Bismillahirrahmanirrahim
Mübahele Olayı
Mübahele Ayeti
“Artık sana gelen bunca İlimden sonra, onun hakkında seninle çekişip-tartışmalara girişirlerse de ki: Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım; sonra karşılıklı lanetleşelim de Allah’ın lanetini yalancıların üzerine kılalım.” (Al-i İmran-61)
Mübahele Nedir?
Mübahele “Behl” veya “Buhl” kökünden olup serbest bırakmak ve bir şeyin kayıt ve bağını kaldırmak anlamındadır. Dolayısıyla kendi haline bırakılan, yavrusunu serbestçe emzirmesine müsaade edilen ve memeleri torbaya bırakılmayan hayvana “Bahil” (serbest bırakılmış) denir ve duada ise aynı kökten olan “ibtihal” kelimesi yalvarış ve işi Allah Teâlâ’ya bırakmak anlamında kullanılmaktadır.
Ancak bazen bu kelimenin helak olma, lanetleme ve Allah’ın rahmetinden uzaklaşma anlamlarında da kullanıldığını görüyoruz. Bunun sebebi ise kulu kendi haline bırakmayı bu sonuçlar izlediği içindir. Mezkûr ayette geçen “İbtihal” kelimesinin anlamı ise, önemli dini bir mesele hakkında birbirinin sözünü kabul etmeyen iki kişi bir yerde toplanarak Allah-u Teâlâ’ya yakınmaları ve O’ndan yalancıyı rezil etmesini ve cezalandırmasını istemeleri şeklinde birbirlerini lanetlemesidir.
Necran Hristiyanlarını İslam’a Davet
Bu olay Zilhicce ayının 24 ya da 25’de o zamanlara Medine’nin dışında ancak günümüzde şehrin sınırları içinde yer alan bir yerde gerçekleşmiştir. Mübahelenin yapıldığı yere daha sonraları Sehle mescidi inşa edildi. Sehle Mescidi ile Mescidü’n-Nebi’nin arası yaklaşık 2 km’dir.
Resulullah (s.a.a) Medine’de olduğu yıllarda dünyanın dört bir yanındaki devlet başkanlarına ve dini merkezlere adamlar gönderip, mektuplar yazarak insanları İslam’a davet ediyordu. Hicaz ve Yemen sınırlarında yer alan Necran’a da bir elçi göndererek onları İslam’a davet etti. Necran, Arap yarımadasında bulunan tek Hıristiyan bölgeydi, bazı sebeplerden dolayı putperestliği bırakarak Hıristiyan olmuşlardı. Resulullah (s.a.a) onların piskoposu “Ebu Haris’e şu anlamda bir mektup yazarak onları İslam’a davet etti:
“İbrahim, İshak ve Yakub’un Rablerinin adıyla. Allah’ın Resulü Muhammed’den Necran piskoposuna! İbrahim’in, İshak’ın ve Yakub’un Rabbine hamd ediyor ve sizleri kullara tapmaktan Allah’a tapmaya davet ediyorum. Sizi Allah’ın kullarının velayetinden çıkarak Allah’ın velayetine girmeye davet ediyorum. Benim davetimi kabul etmezseniz, İslam hükümetine cizye (vergi) vermek zorundasınız, aksi takdirde sizi tehdit eden tehlikeyle uyarıyorum.” (Bihar’ul Envar, C.21, S.285)
Bazı kaynaklarda Resulullah’ın (s.a.a) mektubunda kitap ehlini tek Allah’a tapmaya davet eden ayeti de eklediği kaydedilmiştir.
Necran piskoposu Resulullah’ın (s.a.a) mektubunu alınca onu dikkatle okudu ve bu konuda bir karara varmak için Necran’ın ileri gelenleri ve dini şahsiyetleriyle bir toplantı düzenledi. Bunun üzerine Necran’ın ileri gelenleri ve bilginlerinden altmış kişilik bir heyet Medine’ye giderek Hz. Muhammed’le (s.a.a) yakından görüşüp peygamberliğini ispatlamak için ortaya koyduğu delilleri incelemek üzere seçildi.
Bu heyetin başında üç din adamı vardı:
1-Piskopos Ebu Haris b. Alkama: Rum kilisesinin Hicaz’daki resmi temsilcisiydi.
2-Abdullmesih: Heyetin başkanıydı, akıl, tedbir ve işbirliğiyle meşhurdu.
3-Eyhem: Necran halkının saygı duyduğu yaşlı bir adamdı.
Necran heyeti ikindi vaktinde mescide girerek Resulullah’a selam verdiler. Necranlılar ipek elbiseler giymiş, parmaklarında altın yüzükler ve boyunlarında da haç vardı. Onların bu durumları; -o da Resulullah’ın (s.a.a) mescidinde- Resulullah’ı rahatsız etti ve Resulullah (s.a.a) onların kendisiyle konuşmalarını kabul etmedi. Onlar Resulullah’ın niçin rahatsız olduğunu bilmediklerinden meseleyi daha önceden tanıdıkları Osman b.Affan ve Abdurrahman b.Afv’a sordular. Onlar, bunun cevabını ancak Ali b.Ebi Talib (a.s) bilebilir dediler. Hz. Ali’ye (a.s) müracaat ettiklerinde buyurdu ki: “Siz ilk önce elbiselerinizi değiştirmeli ve sade elbiselerle Resulullah’ın huzuruna çıkmalısınız, ancak bu durumda Resulullah tarafından kabul edilirsiniz.”
Necran heyeti sade elbiseler giyip parmaklarındaki altın yüzükleri çıkardılar ve Resulullah’ın huzuruna çıkarak selam verdiler. Resulullah saygıyla onların selamına cevap verdi ve onların getirmiş oldukları bazı hediyeleri de kabul etti. Hıristiyanlar müzakereye girmeden önce namaz vakti olduğunu söyleyerek Resulullah’tan (s.a.a) izin istediler, Resul-i Ekrem (s.a.a) namazlarını Medine mescidinde ve doğuya doğru durarak kılmalarına müsaade etti.(Sire-i Halebî, C.3,S.239)
Necran Hıristiyanlarıyla Müzakere ve Mübadeleye Davet
Necran temsilcileriyle Resulullah’ın (s.a.a) konuşmalarının bir bölümüne değiniyoruz:
Resulullah: “Ben sizi tevhit dinine, bir ve tek Allah’a tapmaya ve O’nun emirlerine teslim olmaya davet ediyorum.” (Daha sonra onlara Kuran’ı Kerim’den birkaç ayet okudu.)
Necran heyeti: “İslam’dan maksadın, âlemlerin yegâne Rabbine imansa biz daha önceden iman etmiş ve onun hükümleriyle amel ediyoruz.”
Resulullah: “İslam’ın alametleri var ve sizin bazı hareketleriniz gerçek İslam’ı kabul etmediğinizi gösteriyor. Haç’a taptığınız, domuz etinden sakınmadığınız ve Allah’ın oğlu olduğunu söylediğiniz halde yegâne Allah’a taptığınızı nasıl söyleyebilirsiniz.”
Necran heyeti: “Biz onu (Hz. İsa’yı) ilah biliyoruz; çünkü o ölüleri diriltiyor, hastalara şifa veriyor, çamurdan kuş yapıp onu uçuruyordu ve bütün bu işler onun bir ilah olduğunu gösteriyor!”
Resulullah: “Hayır! O, Allah’ın yarattığı bir kuldur, onu Meryem’in rahmine yerleştiren O’dur ve bu gücü de Allah ona vermişti.”
Necranlı heyetten biri: “O, Allah’ın oğludur; çünkü annesi Meryem hiç kimseyle evlenmeden onu doğurdu; dolayısıyla babası Allah’tır.”
O sırada vahiy inerek Resulullah’a (s.a.a) dedi ki:
“Onlara de ki; İsa’nın (a.s) durumu bu açıdan (yaratılış) Âdem’in (a.s) durumu gibidir; (Allah Teâlâ) onu sonsuz gücüyle anne ve babası olmaksızın topraktan yarattı. Onu topraktan yarattı, sonra ona ol demesiyle o da hemen oluverdi.” (Al-i İmran-59)
Babasının olmaması onun Allah’ın oğlu olduğuna delilse o halde Hz. Âdem buna daha layıktır; çünkü Âdem’in ne annesi vardı ne de babası!”
Necran heyeti: “Sizin sözleriniz bizi ikna etmiyor.”
O sırada Mübahele ayeti nazil oldu ve Resulullah’a (s.a.a) kendisiyle tartışan, cedelleşen ve hakkı kabul etmeyen kimseleri mübaheleye davet etmesi emredildi; bunun üzerine Resulullah (s.a.a); “O halde gelin Allah’a yalvaralım ve lanetini yalancıların üzerine kılalım!” buyurdu.
Bunun üzerine her iki taraf meseleyi mübaheleyle halletmeye karar verdiler ve bir gün sonra her iki tarafın mübaheleye hazır olması kararlaştırıldı.
Mübahele ayetinde Allah Teâlâ Resulullah’a (s.a.a) emrediyor ki; bütün bu delillerden sonra artık yine Hz. İsa (as) hakkında seninle tartışmaya ve cedelleşmeye kalkışırlarsa onları mübaheleye davet et ve de ki; “Çocuklarını, kadınlarını getirsinler, sen de çocuklarını ve kadınlarını götür ve Allah Teâlâ’nın yalancıyı rezil etmesi için dua edin!”
Yukarda söylendiği şekilde mübahele, o zamana kadar Arapların arasında benzeri olmayan bir durumdu ve bu davet Resulullah’ın (s.a.a) davasının doğruluğunu açıkça gösteriyordu. Resul-i Ekrem (s.a.a) kendisinden son derece emindi ve yüzünde hakkaniyetinin belirtileri çok belirgindi. Tam anlamıyla Allah Teâlâ ile ilişki ve irtibatı olmayan bir kimsenin böyle bir olaya teşebbüs etmesine imkân var mı? Muhaliflerini çağırarak, gelin Allah’a yalvaralım ve O’ndan yalancıyı rezil etmesini isteyelim ve siz sonuçta Allah Teâlâ’nın yalancıyı nasıl cezalandırdığını çok beklemeden hemen göreceksiniz.
Kesinlikle böyle bir işe girişmek çok tehlikelidir ve eğer duası kabul olmayacak olur da muhalifler cezalandırılmazsa bunun sonucunda mübaheleye davet eden kişi rezil olacaktır sonunda. İşin sonucuna kesinlikle güvenmeyen akıllı bir kimse bu tehlikeyi görmezlikten gelerek böyle bir işe girişebilir mi? İşte bu yüzdendir ki, Resulullah’ın (s.a.a) onları mübaheleye davet etmesi, kendisinin ve getirdiği dinin hak olduğunu açıkça ispatlıyordu.
Hadislerden anlaşıldığına göre mübaheleden bahsedilince Necran Hıristiyanlarının temsilcileri bu konuda etraflıca düşünmek için Resulullah’tan (s.a.a) kendilerine zaman tanımasını istediler. Kendi ileri gelenleriyle görüşüp danıştılar ve sonuçta psikolojik bir noktadan kaynaklanan bir karara vardılar ve kendi adamlarına dediler ki: “Muhammed’in (s.a.a) gürültü çıkararak, kalabalık bir grupla mübaheleye geldiğini görürseniz korkmayın, onunla mübahele edin! Çünkü bu onun iddiasının asılsız olduğunu gösterir; ancak kendi yakınlarından sadece özel birkaç kişiyle ve küçük çocuklarıyla mübaheleye geldiğini görürseniz bilin ki o Allah’ın peygamberidir ve iddiası da haktır. İşte o zaman onunla mübahele etmek tehlikelidir; bu durumda mübaheleden sakının!”
Hıristiyanlar önceden kararlaştırılmış şehrin dışındaki yere gittiler ve Resulullah’da (s.a.a) torunu Hüseyin kucağında, Hasan’ın elini tutmuş, Fatıma arkasında ve Ali’de Fatıma’nın arkasında hareket ettiği bir halde mübahele yerine ilerliyordu. Resulullah (s.a.a) Ehlibeyt’ine (a.s):“Ben dua ettiğim zaman siz de âmin deyin” diye tenbih ediyordu.
Necran piskoposu Resul-i Ekrem’in (s.a.a) yanında gelenlerin kim olduğunu sorduğunda dediler ki: “Bu amcasının oğlu, kızı Fatıma’nın kocası ve kendi yanında herkesten daha sevimli olan Ali’dir, bu ikisi kızı Fatıma’nın Ali’den olan çocuklarıdır ve bu kadın ise insanlar arasında en çok sevdiği kızı Fatıma’dır.”
Fahr-i Razi Tefsir-i Kebir’inde diyor ki: “O gün Resulullah (s.a.a) yünden dokunmuş siyah bir elbise giymişti…”
Necran Hıristiyanları bu etkileyici manevi sahneyi görünce dehşete kapıldılar; Resulullah (s.a.a) ciğer parelerini, en aziz kimselerini getirmişti mübahele için; masum yavrucuklarını getirmişti. Bambaşka bir heybet ve haşmet vardı gelenlerin simalarında; bu hareketiyle sadece kendisini tehlikeye atmayı göz önüne almakla kalmayıp biricik kızını ve torunlarını da getirmişti. Hak olduğundan en küçük bir şüphesi olsaydı azizleri ve en çok sevdiği kimseler için Allah’ın azabına razı olmazdı. Resulullah’ın (s.a.a) sadece kendisi şahsen Hıristiyanların başlarıyla lanetleşmesi gerekirken Ehlibeyt’inden en yakınlarını da mübaheleye getirmesi davasının hak olduğunun açık bir belirtisiydi. Allah-u Teâlâ herkesin kalbine karısının çocuklarının sevgisini yerleştirmiştir; öyle ki herkes kendi canını tehlikeye atarak onları korumaya çalışır. Ancak kendisini korumak için onları tehlikeye atmaya razı olmaz. Dolayısıyla ayette de ilk önce çocukları, ikinci sırada kadınları ve en sonda da nefisleri zikredilmiştir; güya Resulullah (s.a.a) onları mübaheleye davet ederek: “Gelin ey Hıristiyanlar! Tüm varlığımızla birbirimizle lanetleşelim ve Allah’ın lanetini tüm yalancıların üzerine kılalım; öyle ki bu lanet çoluk-çocuğumuzun da üzerine olsun. Sonuçta yalancının soyu yeryüzünden kesilsin ve batıldan bir eser bile kalmasın.”
Bu manzarayı gören Necran piskoposu dedi ki: “Ben öyle çehreler görüyorum ki, Allah’tan en büyük dağları yerinden koparmasını, dağıtmasını isteseler duaları hemen kabul olur ve dağlar dağılıverir. Bu nurlu çehrelerle mübahele edecek olursak hepimiz yok oluruz ve Allah’ın azabı yeryüzündeki bütün Hıristiyanları kapsamına alabilir ve kıyamet gününe kadar dünyada bir Hıristiyan bile kalmaz.”
Resul-i Ekrem (s.a.a) şöyle buyurdu: “Mademki lânetleşmekten kaçındınız, öyleyse Müslüman olmak suretiyle onların sahip oldukları hak ve sorumluluklara siz de sahip olun.”
Bunu da reddettiklerinde, Hz. Peygamber (s.a.a) onlara: “O hâlde ben sizi savaş meydanına davet ediyorum.” karşılığını verdi. Hz. Peygamber’in (s.a.a) bu meydan okuması üzerine şöyle dediler: “Bizim Araplarla savaşacak gücümüz yok. Biz seninle, bize saldırmaman ve bizi dinimizden döndürmeye zorlamaman şartı ile barış anlaşması yapmak istiyoruz. Teklif ettiğimiz bu anlaşmanın şartı olarak sana bin tanesi Safer ve bin tanesi Recep ayında olmak üzere yılda iki bin top kumaş elbise ile otuz tane demirden yapılmış normal zırh vermeyi taahhüt ediyoruz.”
Hz. Peygamber (s.a.a), Necranlı Hıristiyanlar ile bu şartla anlaşma yaptıktan sonra şunları söyledi: “Nefsimi kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, yok olmak, Necran halkının üzerine inmek üzereydi. Eğer lânetleşselerdi, çarpılarak maymunlara ve domuzlara dönüşeceklerdi. Vadileri tutuşup üzerlerine ateş yağdıracaktı. Necran bölgesinin halkı, ağaç tepelerindeki kuşlara varıncaya kadar, yok olacaktı. Hıristiyanların üzerinden bir yıl geçmeden hepsi helâk olacaklardı.”
Böylece Necran Hıristiyanlarının temsilcileri Müslümanlığı kabul etmeden beldelerine döndüler.
Tefsirci Ayyaşi’den nakledilmiştir ki: Resulullah (s.a.a) mübahele günü mübahele için yanında götürdüğü dört kişiyi siyah renkteki abasının altına alarak şu ayeti okudu: “Ey Ehlibeyt! Doğrusu Allah pisliği sizden gidermeyi ve sizi tertemiz kılmayı diler.” (Ahzab-33)
5 notes
·
View notes