#doğa talanı
Explore tagged Tumblr posts
Text
Yeni Yüzyılın Ülkesinden...
Şaşırtmıyor artık hiçbir fecaat, hiçbir kırım, hiçbir kırılma. Denetim, gözetim, tahakküm üçlemesinin refakatinde kurumsallaştırılan ismi yeni olan ülkenin var ettiği her şeyin ama her bir şeyin kanıksandığı, şaşırtmadığı bir menzilde hayat ikame olunuyor. Sarayın, tümü o iletişim başkanlığının kuklalarına dönüşen yaygın medyanın var ettiği ülke imgesi tüm o menzilin her ne halde olduğunu da a’dan z’ye kadar bildiriyor. Açılış baş efendi bunu ve şunu dedi, esiş gürleyiş, şahlanış dönemi fasaryaları, birkaç fasıl nabza göre şerbetleri boca etmeler. Bugün de şu bu ve o şehirlerimizdeki muhalif görünümlü yozlaşmış yerler, mevkiler belediyesinden muhtarlıklarına hiçbir şeye yetişemediler. Anca heykel dikmeyi bilir o cehapeler, neler kimler. Üzerine boca edilen şu meşum memleketin asmalı / kesme ihtiva eden halleri. Sokak sokak, mahalle mahalle birbirine saldıranlar, silahlarını güvenip terörün ta kendisini var edenler, serseri mayınlar, serseri olmaktan çıkan kurşunlar ve hiç bitimsiz kaos. Bunlar üstüne bir gıdım diyet haberleri, hiç bitmeyen bodrum geyikleri ve daha nice seçme saçmalar, evet bir de 4chan nam yayının suna geldiği, komiklik sınırları dahilinde bile görülemeyecek dünyadan neşe saçtığı iddia eden acuze görüntüler ve daim kapanış. Bir haber bülteninden belirgin bir biçimde hiçbir şey alınamadığının sureti aşağı yukarı yirmi bir koca yıldır, demokratikleşme, eşitlik, adalet, hakkaniyet, hürriyet ve sahi ama sahici bir adalet tahayyülü yerine ikame edilenlerle o şaşırtmayan imaj, gerçekliğin ta kendisi ilan edilir.
Haberdar etmesini beklediğiniz bir yapımın haberden çok cerahatin normalleştirilmesine tanıklık edilir. Bodoslamadan var edilmiş her şeyle her an maniple ediliyor hayat. Ne sahi ama sahici bir halde hakikatten bahis var, ne haktan, hukuktan, hürriyetten bahis. Sarayı kızdırmayalım diye bir yer yurdun yaşadığı dram, duhul eden endişe verici her şeyden tek satır söz açılmaz. Bütünüyle perdeleme bahsidir mesele. Şaşırma tahayyülü yerle yeksan ediliyor. Yaraların bir yirmi dört saat dahi konuşulmadığı yer gerçek kılınıyor. Depremin fecaati üstünden daha altı ay geçmiş, geçmemişken mevzu mesel dahi edilmiyor hiçbir ama hiçbir yerde. İstanbul depreminin korkunçluğuna dair birkaç tespitin hemen alelacele boğuntuya konulması haricinde handiyse yüz binlerce insanın hayatına mal olmuş yıkıma dair kimseler bir şey sormasın, bilmesin de zaten isteniyor. Dibine ta dibine itildiğimiz ol ekonomik cenderenin aşamaları daha da fazla gırtlağa çökmek, sinekten yağ çıkartmak için olmadık vergileri sıradan insanlara yük kılmak mesela konuşulmasın isteniyor. Tek bir an olsun sorgulanmasın. Muktedir avaz avaz emeklileri iyileştirdik, memurların maaş zamlarını güncelledik, ona destek buna arka çıktık derken, sosyal devlet olmasını çoktan geçmiş, yok etmiş bir ülkede kuru gıda için verilen parti damgalı yardım kartlarıyla bir ay nasıl geçirilir mesela bunu da görmeyelim istiyorlar. Hakikat bu ekranlarda böyle açıkça kuşatılıp / yok ediliyor. Uzayıp giden sıralar, eksiklikleri tamamlayabilmek için alınmaya çalışılan borçlar, harçlar yok addediliyor.
Üzerinde oynanmış gıda maddeleri meseli konuşturulmuyor misal. Bütünüyle zar zor açık bir biçimde hata götürmeyen bir ucu ucuna yeterlilik söz konusuyken, üç harfli lafta daim indirimli ürün satan marketler başta olmak üzere, üstünde oynanmış, genetiği bozulmuş ya da modifiye edilmiş olagelen gıda maddeleriyle bir başımıza konulmamız dertten hiç sayılmaz. Kanserojen etkili yumurta, içinde temizlik maddesine konulan koruyuculardan barındıran dondurma, asgarisinin üç katı pestit barındıran limon, süte benzer denilen ama içeriğinde sütün illüzyonunu barındıran plastik içecekler, alkolü zararlı diye addederken onu katbekat aşan boyalı sular, sulu boyalardan mülhem paflar küfler, sigaradan çıkartılan zehirlerin tek seferde dayatıldığı, damıtılmış kimyasal ürünler ve nicesi mevzu edilmesin istenir. Bariz şok doktrinleri arasında bir tarım yurdu olduğu zikredilen memleketten daha doğru düzgün sebze, meyvenin neden kalmadığı, bırakılmadığı sorgulanmasın. Alenen ve o kadar yalın bir biçimde zehirlerle takdis edilmiş, kare karpuz, bilmiyoruz neye benzer o avokado, pembe domates, bilmem ne organik muzu vesaire diye bildirilirken aslında tüket ve ölü gerçek kılan bir paradigma kılan ülke konuşulmasın istenir. Dahası şahaneler yapıp edecek diye müjdelenen bakan efendinin, Tüik başkanını arayıp gerçek enflasyon verisini açıklayın, program yapamıyorum kulis bilgisinin dahi inkarla, sabahtan akşama yalandır, kesin bilgi diye geçiştirildiği bir zeminde hangi mefhum sahiden konuşulabilir, konuşulur ki!
Özer Akdemir’in Evrensel Gazetesindeki haberini aktaralım: “Danıştay 6. Dairesi Çanakkale Bayramiç ilçesi yakınlarındaki Cengiz Holdinge ait bakır - altın madenine verilen ÇED raporunun iptali yönündeki mahkeme kararına yapılan itirazı reddetti. Danıştayın bu kararı ile madenin ÇED olumlu raporunun iptali yönündeki kararı kesinleşirken şirket ise bu mahkeme kararına rağmen yörede maden tesislerinin inşaatı için ağaç kesimlerine başladı.
Cengiz Holdingin Bayramiç Hacıbekirler Köyü yakınlarındaki maden projesi için verilen ÇED raporuna aralarında Kaz Dağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği, Türk Tabipler Birliği, Çanakkale Barosu, İHD Genel Merkezi gibi kurumların yanı sıra 70'in üzerinde yurttaşın da bireysel olarak davacı oldu.
Davacı kurumlardan İHD, TTB ve bazı yurttaşların dava açamayacağı yönünde karar veren Çanakkale 1. İdare Mahkemesi projeye verilen ÇED raporunun da hukuka uygun olmadığına karar verdi. Bu karara Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından Danıştayda itiraz edildi.
TETKİK HAKİM MAHKEME KARARI ONANSIN DEDİ
Dava Dosyasını inceleyen Danıştay Tetkik Hakimi Nagihan Pınar "Ruhsat alanında bulunan tüm arkeolojik unsurların varlığının ve ÇED alanıyla etkileşiminin tam olarak ortaya konulamadığı anlaşıldığından, bu yönüyle de eksik olan ÇED raporuna dayanılarak verilen ÇED Olumlu kararında hukuka uyarlık bulunmadığı yönündeki gerekçenin de eklenmesi suretiyle mahkeme kararının onanması gerektiği" yönünde görüş bildirdi.
BAKANLIĞIN YEREL MAHKEME KARARINA İTİRAZI REDDEDİLDİ
Bu görüşün ardından Danıştay 6. Dairesi, "Çanakkale 1. İdare Mahkemesince verilen kararın ve dayandığı gerekçe hukuk ve usule uygun olup, bozulmasını gerektirecek bir sebep bulunmadığından, temyiz isteminin reddi ile anılan kararın temyiz edilen kısmının onanmasına" karar verdi. Oy çokluğu ile alınan kararda karşı oy yazısını yazan hakim ise bilirkişi raporunda çelişkili görüşler olduğunu ileri sürerek yeni bir bilirkişi incelemesinin ardından karar verilmesi yönünde görüş bildirdi.
CENGİZ’E KARŞI DAHA ÖNCE KAZANDIĞIMIZ İLK DAVAMIZ DANIŞTAY TARAFINDAN DA ONAYLANDI
Kaz Dağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği yaptıkları açıklamada, karara sevindiklerini belirterek, “Ancak şirket 2. ÇED süreci başlatarak yeniden ÇED olumlu kararı aldı. Bizler de 95 davacı ile yeniden dava açtık. Dava süreci devam ediyor. Ne yazık ki Cengiz Holding Kazdağları'na geri dönüşsüz zararlar verecek olan Halilağa Bakır Madeni projesinde şantiye alanı ve yol inşaatları için ağaç kesimlerine başladı.” denildi.”
Şaşırtmıyor hiçbir şey. Bütünüyle nobran, kesintisiz bir yıkım biçimlendirilirken hala açık bir biçimde adalet tahayyülünün varlığını kanıtlamak isteyenlere rağmen, yıkımlar gerçek kılınıyor. Önce Akbelen şimdi de Bayramiç. Kazdağları! Daha öncesinde ol kolluk eliyle yakılan, Lice ve Cudi. Öncesiyle ve sonrasıyla nice tahakküme rehin edilip yok edilen saha, alan ve yer. Cengiz Holding gibi en büyük var ettiği eylem olarak “milletin a. koymak” olarak var edilmiş cerahati tek tek, yer yer, alan alan ama bir gün ama her gün yeniden var ederek tüm ihtimalleri ve katliamları yeniden bina ederek sunan bir yapının nesi şaşırtmaz halbuki değil mi? Tümüyle normatif mefhumunu zayi etmiş olagelen bir yer, bir yurtta tahakkümün nelere mahal verdiği, yönetim katının her neleri göz ardı ettiği birkaç satırlık baş efendinin cümlesinden anlaşılabilir, aktaralım: “Güney Ege'de kullanılan elektriğin neredeyse 3'te 2'sini üreten Akbelen Termik Santralı ülkemiz için milli bir değer konumundadır. Santralımızın kaynağını azalttığı için kömürle faaliyetine devam etmesi gerekiyor. Avrupa'nın hiçbir yerinde kömürle üretimin artılmasına karşı çıkılmazken, Türkiye'de ağaç sevgisi adında provokatif eylemler yapılmaktadır. Ülkemizin ormanlarının arttığı ilgili kurumlar tarafından sürekli olarak açıklanmıştır. Kampanyaları ağaç sevgisiyle izah edemeyeceğimiz açıktır. Çevreci görünümlü marjinallere aldırmıyor, sadece işimize bakıyoruz.” Gezi Başkaldırısından bu yana hiç tükenmemiş bir nefretten mülhem olagelen cerahatli tavırla, o marjinal, bu terörist, şu bilmem ne diyerek nasıl yol alındığı yeterince iç kıyıcı değil midir?
Sendika.org’a bağlanalım: “6 Şubat günü meydana gelen depremlerin altıncı ayında Hatay’da kitlesel bir yürüyüş düzenlendi. Harbiye Yeşilpınar Kavşağında bir araya gelen yüzlerce kişi Aşağıokçular Mahallesi’ne yürüdü.
Halkevleri, TİP, TÖP, Kaldıraç’ın çağrısıyla “Yıkımın altıncı ayında haklarımız için yürüyoruz” diyenler renkli pankartları ve dövizleriyle, davullarıyla, sloganlarla yürüyüşe geçti. Yürüyüş kortejinin en önünde “İnsanca yaşam istiyoruz” pankartı ve meşaleler taşındı.
Yürüyüşte, nitelikli geçici barınma sorunu çözülmediği kentte Valiliğin çadırları kaldırıp halkı toplama kampı görünümündeki konteyner kentlere sürme girişimlerini protesto etmek için bir de çadır taşındı.
Yaşam Meclisleri’nin hazırladığı çadırın üzerindeki “Ne çadır ne toplama kampı mahallemizde nitelikli barınma istiyoruz” ve “6. ay. Bıçak kemikte. Su, barınma, sağlık, eğitim, hijyen, ilaçlama, elektrik yok” yazılamaları dikkat çekti.
Halkevci Kadınlar, “Devlet yok dayanışma var” yazılı dövizi taşırken, Türkiye İşçi Partisi üyeleri de Hatay Milletvekili Can Atalay’ın fotoğrafları ile “Can Atalay Meclise” talebini öne çıkardı.
Unutmak, affetmek, helalleşmek yok!
“Deprem değil bu bir katliam” ve “Hatay’ın hesabı sorulacak” sloganlarıyla yürüyüş sona ererken Aşağıokçular Mahallesi’nde bir basın açıklaması yapıldı.
Basın açıklaması öncesinde meydandaki karanlık, meşalelerle, telefon ışıklarıyla aydınlatıldı. Sonrasında depremlerde hayatını kaybedenler için 1 dakikalık saygı duruşuna geçildi. “Unutmak yok affetmek yok helalleşmek yok” sloganıyla açıklamaya geçildi.
Açıklamada “10 binlerce canımızı aramızdan alan 100 binlerce insanı yersiz yurtsuz bırakan milyonları etkileyen depremlerin 6. ayı” denilerek kaybedilenler anıldı, sorumlulardan hesap sorulacağı bir kez daha vurgulandı.
Dikmece direnişine selam
“Adalet Hatay’ın elleriyle gelecek” sloganının ardından Can Atalay’ın gönderdiği mesaj okundu. “Can çıkacak Hatay’ın hesabı sorulacak” sloganı atıldı. Can Atalay’ın mesajı “Bu mücadeleyi beraber yürüteceğimiz günler yakındır” diye bitti.
Direnişin sürdüğü Dikmece’ye Akbelen’e Cudi’ye selam gönderildi. “Dikmece halkı yalnız değildir” sloganı hep bir ağızdan söylendi. Moloz döküm alanlarına karşı Samandağ’daki direniş hatırlatılarak Dikmece’de de direnişin kazanacağı vurguladı.
Eğitim hakkına yapılan vurgu ile çocukların okullarının geri verilmesi istendi. Çadır alanlarının görevliler tarafından gezildiğini ve çadırların boşaltılması uyarısı yapıldığı söylenerek “Hiç kimseye zorla çadırından mahallesinden çıkaramazsınız. Nitelikli barınma hakkımızı istiyoruz” denildi.
Ardından “Haklıyız kazanacağız”, “Gündoğdu” ve “Çav Bella” marşları hep bir ağızdan söylendi. Eylem “Direne direne kazanacağız” sloganıyla sona erdi.”
Noksansız bir mahvetme, yeryüzünde cehennemi bir tahayyülün pratiğe dönüşmesinin üstünden tam altı ay geçmiştir. İnsanca yaşamak istiyoruz isyanının her nasıl duyulmadığı artık önemsiz bir detaya indirgendiği, o yaralarıyla bir başına konulan insanların hepsinde her an karşımıza çıkartılır. Devletin biz halledeceğiz, oldu bitti diye müjdeler verirken bile heder ettiği, yok etmelere rehin kıldığı hayatların seslenişleri vardır Antakya’dan çıka gelen itirazda. Bir yaşam akdinin çürümeye rehin edildiği, deprem gibi bir felaketin ardından onca zaman geçmesine karşın halen barınma sorunlarından, su sorununa, en temel gıdaya ulaşırken var edilen sorunlardan, hijyen problemlerine birbiriyle bağlantılı bir cendere var edilmiştir. Bunca kayıtsızlık içerisinde o itiraz, unutturmayacağız bahsinin sadece depreme yönelik bir tavrı değil, yıkım sonrası bir türlü insanlara el uzatmaya çabayı tam olarak var edemeyen devletin ta kendisine bir itirazdır. Susmak yerine sahiden bir yüzleşme, yaraları sarabilmek adına elzem olanı duyabilecek kimseler var mıdır, kalmış mıdır?
Şaşırtmıyor artık hiçbir mesele, vaka, yıkım. Her şey belirgin bir türbülansa rehin edilip, paldır küldür alavere dalavere yerle bir edilirken, ayakta olduğu söylenen ülkenin dünün en beter hallerini yeniden ve yeniden imal eden bir menzile dönüşümü sürekli var ediliyor her şey kendiliğinden görünür kılınıyor. Haberdar olmak bir yana artık hiçbir şeyden tek satır mevzu çıkartılmadığı bir ezber şablonunda memleketin dönüşümü süreğen kılınıyor. Her şey olabilir, her an olabilir, oluyor. Bütünüyle sabahına hatırlanmayacak yaralarla, hep ama her dem sınavlarla, bedel ve diyetlerle bir ülkedeki yaşam akdinin feshine tam gaz devam olunuyor artık. Bugün, şu raddede gördüğümüz eğer ki o aptal kutusu kılınmış olagelen teslimiyetçi medyadan hayat hakkımızı geri alamazsak çok daha yalın yıkımların bizleri beklediğidir. Günümüz yaz, günler uzun, önümüz kış her şey kısacık bir zamana, ana rehin kılınacak. Hayatı yıkımla takas eden, tükenişe sevk eden, tüm gündelik değerleri, asgari olanın ucubelik dolaylarına rehin edildiği / bilindiği bir zeminde, kapkaranlık hayatı kuşatırken bunlar da gelir bunlar da geçer mi sahiden? Sahiden mi? Şaşırmıyor musunuz...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: Kazdağları Kardeşliği – Twitter via Bianet
#mesel#meram#arzihal#türkiye nereye!#söz hakkı#biyopolitika#zulüm#yıkım#yıldırı#deneme#güncel#hayat akarken#sessizlik#çürümenin kitabı#kötülük#karanlık#akparti#yeni yüzyıl#doğa talanı#kazdağları#akbelen#cudi#lice#antakya#hatay#deprem fecaati#siyasa#politikmeram#duraksamak#karanlık çağ
0 notes
Text
Ülkenin dört bir tarafı delik deşik - Özgür Gürbüz
İnşaat yasağına rağmen Sinpaş’ın talanı sürüyor. (Fotoğraflar: BirGün) Telefonuma Marmaris Kent Konseyi Çevreden Sorumlu Yürütme Komitesi Üyesi Halime Şaman’dan bir mesaj geldi. Marmaris İçmeler’deki Sinpaş’a ait otel ve devre mülk inşaatını hatırlarsınız. Doğa katliamı nedir diye soranlara gösterilecek bir anıt aslında. Şaman, Sinpaş’a ait bu inşaatta, 15 Mayıs’ta başlayan tatil yörelerindeki…
View On WordPress
0 notes
Link
Artvin'in Kemalpaşa ilçesinde yaşayan vatandaşlar, doğa talanı ve orman katliamlarını protesto etti. Vatandaşlar adına açıklama yapan Mehmet Ali Yılmaz, "Bilim dışı ve vahşice yapılan doğa saldırıları iklim krizini daha da derinleştiriyor. Bu durum, sularımızın azalmasına, aldığımız nefesimize, oksijenin azalmasına sebebiyet vermektedir. Nihayetinde gelecek kuşaklarımıza, çocuklarımıza ve torunlarımıza yaşamları zehredilecek" dedi. Kemalpaşa ilçesinde yaşayan bir grup vatandaş, ülke genelinde yaşanan doğa talanına tepki göstermek için Kemalpaşa Meydanı'nda bir araya geldi. Burada açıklama yapan Mehmet Ali Yılmaz, şunları söyledi: "ÇOCUKLARIMIZIN YAŞAMI ZEHİR EDİLECEK" "Dünyada ülkemizde ve ilçemizde acımasız bir şekilde doğa tahribatı ve ağaç katliamı sürmektedir. Gün geçmiyor ki dünyanın ya da ülkemizin herhangi bir köşesinde ekosistemi bozan bu doğa tahribatlarına karşı çevreciler ve yurtseverler tarafından bir eylemlik yaşanmasın. Yıllar önce Bergama köylüleri, Artvin halkı ve Dersim halkı ve doğa savunucuları ve şimdi Artvinliler ve sevgili Artvin teyzelerimize selam olsun onların yetiştirmiş olduğu güzel çocuklara. Yaban hayatımızı tehdit eden bu tip uygulamalara karşı direniş her yerde kazanımlar sağlandı ve İkizdere halkı yolumuzu aydınlatıyor. Direnmeden, mücadele etmeden doğamızı ve yaşam alanımızı koruyacağımız netleşmiş durumda. Şimdi ilimiz genelinde ve tüm ilçe ormanlarımızda ağaçlar kesiliyor ve tahrip ediliyor. Bunu neden yapıyorlar yandaş şirketlerine rant sağlamak için. Tema Vakfı'nın yayınlarına göre Artvin'in maden haritasına göre büyük bir kısmı maden sahası olarak ilan edilmiş durumda ve yüzde 48 alanda orman kesimi var. Bilim dışı ve vahşice yapılan bu doğa saldırılar iklim krizini daha da derinleştiriyor. Bu durum, sularımızın azalmasına, aldığımız nefesimize, oksijenin azalmasına sebebiyet vermektedir. Nihayetinde gelecek kuşaklarımıza, çocuklarımıza ve torunlarımıza yaşamları zehredilecek. Çocuklarımızın bizden şikayetçi olmaması için acilen daha da mücadele etmemiz gerekmektedir."
0 notes
Photo
"Virüs bölgesinde doğa talanı" https://gggmedya.com/ekonomi/virus-bolgesinde-doga-talani/
0 notes
Text
"Asıl olan yaşam üçgenine umut bağlanmayacak binalar yapılması. Asıl olan bilimselliğin deprem bölgelerine, fay hatlarına, jeolojik etütlere, altyapıya, binalara, bütünüyle doğal afete dayanıklı planlamaya, mimarlığa, mühendisliğe, inşaat yapımına ve denetimine uygulanması; yaşam üçgenine gerek duyulmayacak insan ve mekan buluşmalarına dayanak olması.
Yaşam üçgeni önemli de, o küçücük yaşam üçgeninin etrafı yer altından yer üstüne o kadar çok ölüm üçgeniyle çevrili ki bu öldüren, nefes aldırmayan düzenden yaşam üçgenine sığınarak kurtulmak ölüm üçgenlerini ortadan kaldırmadıkça bireysel “mucize” hikayelerinden öteye geçmiyor.
Depremi arama kurtarmaya indirgeyen, öncesinde ve sırasında yapılması gerekenlerin eğitimini veremeyen bir devletçe yönetilirken kentleşmede, yer seçiminde, yapılaşmada planlamanın, mimarinin, mühendisliğin, malzemenin, inşaatın ve denetimin mücadelesinin verilmesini nasıl bekleyelim?
İnşaat işçilerinin güvenliğini sağlayamayan bir devletçe yönetilirken emekçi halka kulak verilip gereğinin yapılmasını nasıl bekleyelim?
Bilimi yalnızca sermayenin çıkarı için gören; rantı, kârı, faizi, talanı, sömürüyü tanıyan ama katledilen doğaya, sömürülen, cinayetlere ve katliamlara kurban edilen insana gözlerini yuman bir devletçe yönetilirken depremden depreme televizyonlarda konuşan, hatta bu konuşmalarından bıkıldığı bile söylenebilen bilim insanlarının uyarılarının dikkate alınmasını nasıl bekleyelim?
Zorunlu din derslerine ve imam hatip eğitimine sahip çıkan, dini devletin ve hukukun içine sokan, tarikat ve cemaatlerle kadroları paylaşan bir devletçe yönetilirken bilimden, aydınlanmadan, somut durumun somut analizinden etkilenecek bir devleti nasıl bekleyelim?
Daha yeni yaşandı. Kütahya Dumlupınar Üniversitesi’nin ev sahipliğinde gerçekleştirilen ve Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın açılışına video mesaj gönderdiği 4. Uluslararası Bilimler Işığında Yaratılış Kongresinde bilim hedef alındı. Açılışta konuşan rektör Kazım Uysal’a göre, "bilim, ateizme alet edilmiş”, “İslami olan değerlerden büyük oranda uzaklaş”ılmış.
Ne diyor Prof. Dr. Rektör: “Son iki yüz yıldır tüm eğitim sistemleri iman esaslarını yıkmayı esas alan pozitivizm, materyalizm ve komünizm gibi cereyanların tesiri altında kalmıştır. İşin en garip tarafı ise ateizmi esas alan bu felsefî ekoller ve düşünceler ilmi bir bilgi gibi takdim edilmiştir”.
Ne diyor Diyanet İşleri Başkanı: İslam’ın ‘yaratılış’ fikrine karşı alternatif bir varoluş modeli iddiasıyla ortaya çıkan, bilimsel bir realite gibi kabul edilip sıkça gündeme getirilen her türlü düşünce ve ideoloji tepkiseldir, rasyonel açıdan da problemlidir”.
Her depremde dinsele dayalı, ahlaksızca, insanlık dışı yorumlara ne diyeceğiz? Birkaç kişiyi hukuk adına sorgularken insanlığı, bilimi, aydınlanmayı ayaklar altına alanlara, dinsel gericilere, gericilikten beslenen piyasacılara ne diyeceğiz?
Ayda bebeği kurtarırken “Allahu Ekber” diye bağıranların bilime inanmasını beklemek zor. Ama onlar yaşam üçgeninin etrafını örümcek ağı gibi sarıp nefes aldırmayan ölüm üçgenlerinde yaşarken, siyasal iktidarı eleştirenlere tepki gösterirken, komünizm karşıtlığı yaparken de tekbir getirmiyorlar mı? Arama-kurtarma ekipleri arasındaki kimi görevlileri dışlamaya kalkışan yandaşlığa ne diyeceğiz?
İşçi cinayetlerini, kadın ve çocuk cinayetlerini, piyasa uğruna yanlış ve çarpık yapılaşmaya ve şehirleşmeye izin verenlerin ürünü olan afet cinayetlerini, siyasi katliamları, salgın döneminde bile emekçilerin piyasa için canlarını feda ettiği güvencesiz ve düşük ücretli çalışma ve yaşama ortamını, herkesin gözü önünde her gün yaşanan sömürüyü inançsızlık mı yaratıyor, yoksa sermayenin sınırsız, ahlaksız tahakkümü mü?
Öncesiyle, deprem çantasıyla, deprem anında yapılacaklarla, yaşam üçgeniyle deprem eğitimine tabii ki hayır diyemeyiz. Tabii ki dayanışmaya hayır diyemeyiz.
Ancak mevcut bina stoku imarına el atamayan, kentsel dönüşümü zenginleşme için mülkiyet devrine dönüştüren, yeni binaları depreme uygun fırsatçılığıyla yüksek rant aracı yapan, depremden sonra afeti unutan kapitalist düzen sorgulanmalı. Yer seçiminden plan ve projesine, malzemesinden yapısına, yüklenicisinden kontrolüne kadar çalanlar, talan ve yağmacılar o düzenin piyasacıları, çıkarcıları. İhmal dedikleri ihlalleri, sigorta dedikleri de finans kapitali besliyor.
Gerçekten hayır denilecek olan doğaya, insana ve toplu yaşamaya (kente) karşı sürekli suç işleyen, sömüren ve öldüren kapitalizm. Felaketi çaresiz olan kapitalizm içinde sınıfsal mücadeleden uzaklaşarak güç dengesi mücadelesi vermek bu düzeni yıkmıyor. Depremi, krizi, salgını işçi sınıfına saldırıya dönüştüren felaketin düzeni yıkılmadan doğa ve insan kıyımı bitmiyor.
Yaşam üçgeni birkaç canı kurtarıyor, depreme dayanamayan düzense birçok canı alıyor. Kapitalizmde çalışanıyla ve işsiziyle emekçi halk ve çocuklar ölüm üçgenlerinde yaşamaya mahkum. Ölüm üçgenlerini kuran kapitalizm, yaşam üçgenine sığınıyor. Ölüm üçgenlerinin yok edildiği Emekçilerin Cumhuriyetinde yaşam üçgenine ihtiyaç kalmayacak."
11 notes
·
View notes
Text
Halk Düşmanı Devlet
Kapitalist toplumda devletin üç işlevi vardır: 1. Sermayenin hareketine uygun koşulları oluşturmak; 2. Özel sektör [sermaye] tarafından asgari düzeyde bile karşılanması mümkün olmayan ‘kamu hizmetlerini’ sağlamak; 3. Zenginleri yoksullardan korumak…
Fikret Başkaya
Neoliberal küreselleşme çağında durum değişti. A’dan Z’ye her şey özelleştirildiğine, bir kâr aracına dönüştürüldüğüne, müştereklerin’ yerinde yeller estiğine göre, artık devletin işlevi ikiye inmiş bulunuyor. Sermayenin sömürü, yağma ve talan koşullarını oluşturmak ve zenginleri yoksullardan korumak! Dünyada ve Türkiye’de 1980 sonrasında olup-bitenleri şöyle bi hatırlamak ne demek istediğimi anlamaya yeter… Devletler artık toplumu kanını emen vampirlere dönüşmüş bulunuyor… Hükümetler münhasıran küresel oligarşiler koalisyonunun hizmetinde… Artık Dünya şirketlerin dünyası… Her ülkenin oligarşisi küresel oligarşinin bileşeni. Halk düşmanı, doğa düşmanı, insanlık düşmanı cephede yer alıyorlar. Tabii bu arada vatan-millet, milliyetçilik, ‘yeli-milli nutukları’ da atılmaya devam ediyor… Sabahtan akşama milli marş okusa, ‘bir karış toprağımızı vermeyiz nutukları atsa neye yarar… Toprağın altı-üstü çoktan “yerli-yabancı” sermaye tarafından gasp edildikten sonra…
Kapitalist toplum işçi sınıfının (proletaryanın) emeğinin sömürüsüyle yol alır. Lâkin şimdilerde öyle değil. Sadece işçi sınıfı değil, dar bir sermaye sınıfı (oligarşi) dışında kalan tüm toplum sınıfları sömürüye maruz. İşte çiftçiler, köylüler (şimdilerde köyler defterden silinmekte), küçük esnaflar, emekliler, kadınlar, tüketiciler… Nerdeyse dar bir sermaye sınıfı dışındaki tüm toplum kesimleri proleterleşti, üretmek ve yaşamak için gerekli araçlar ellerinden alındı… Toplumu bir arada tutan ‘müşterekler (ortak yaşam alanları ve kaynakları) da sermaye tarafından gasp edilmiş durumda… 1980 sonrasında ‘özelleştirmeler’ bir kurtarıcı olarak sunulmuştu… Eğer kamuya ait işletmeler sermayenin eline geçerse, özelleştirilirse, daha verimli hale gelecekleri söylendi… Oysa asıl amaç büyüme sıkıntısı çeken sermayeye yeni değerlenme alanları açmaktı… Müşterekler de özelleştirildi… Oysa, müştereklerden yoksun bir toplumsal yaşam mümkün değildir. Müşterekler toplumu- insanları- bir arada tutan tutkaldır… Artık sermayenin sömürüsüne maruz olmayan hiçbir şey yok… Sadece işçilerin emeği değil, insan ve toplum yaşamının tüm veçheleri ve doğa sermayenin değerlenmesinin, kâr etmesinin hizmetinde…
“Ben Bilmem Devlet Bilir” başlıklı yazımızı da okumak isterseniz.
Olup-bitenleri şöyle bir hatırlamak, doğanın nasıl utanmazca yağmalandığı, yaşam kaynaklarının nasıl talan edildiği hakkında bir fikir verecektir… Şimdilerde devletler topluma ve doğaya savaş açmış durumda… Sermaye, insan ve toplum yaşamının tüm veçhelerinden, üretilen ve tüketilen her şeyden her aşamada kâr ediyor… Artık ‘teknik bilim’ münhasıran kâr etmenin, sömürüyü, yağma ve talanı büyütmenin, ‘sosyal bilim’ denilen de olup-bitenleri meşrulaştırmanın, kabullendirmenin, dayatmanın hizmetinde… Bilim ve ‘ileri’ teknoloji’ fetişizminden kurtulmadan, şeyleri adıyla çağırmadan yıkım da pupa yelken yol almaya devam edecektir…
Savaş denince sadece devletler arasındaki çatışma anlaşılıyor. Oysa asıl savaş ‘sınıf savaşıdır’…devletlerle halklar arasında savaştır… Yüz yüze geldiğimiz tüm kötülüklerin gerisinde kapitalizmi ‘insanlığın normal hali’ saymak yatıyor… Sömürü, yağma ve talan ‘büyüme’, ‘kalkınma’, ‘ilerleme’ adına meşrulaştırılıyor… Egemenler ‘gelecekte her şey güzel olacak’ diyorlar ve her şey sarpa sarmaya devam ediyor… Geleneksel ideoloji (dinler), asıl kurtuluşun ölümden sonra ‘öteki dünyada’ mümkün olduğunu vaz ediyorlardı… Burjuva çağında kurtuluşun bu dünyada ama ‘gelecekte’ mümkün olduğunu söylüyorlar… Lâkin o ‘mutlu gelecek’ bir türlü gelmiyor… Hedef ufukta bir çizgi gibi hep uzaklara kayıyor…
Ekonomi büyüyecek, sorunlar çözülecek deniyor. Onca büyümeden sonra hesap ortada değil mi? Oysa, kapitalizm dahilinde büyüme kalkınma değildir. Orada büyüyen sermayedir ve ancak insan ve doğa aleyhine gerçekleşebilir… Kapitalizm insana ve doğaya zarar vermeden yol alamaz… Devlet ve kapitalizm madalyonun iki yüzüdür… Termik santraller, her dereye kurulan HES’ler, maden ocakları, taş ocakları, otoyollar, vb. kirletme ve yok etme aracına dönüştü… Son 20 yılda 3.5 milyon hektar (35 milyon dekar) toprak büyüme, kalkınma adına kullanılamaz duruma gelmedi mi? Şimdilerde modern teknoloji harikası ‘iş makinaları’ tam birer canavara dönüşmüş durumda. Önlerine çıkan her şeyi ezip geçiyorlar. Hiçbir canavar onlarla yarışamazdı…
Soluduğumuz hava zehirli, içtiğimiz su kirli, toprak yorgun, yediklerimiz hasta ediyor…. Sağlık bakımı özelleştirilmiş, hastaneler ticarethaneye, kapitalist işletmeye dönüşmüş… Kapıdan girdiniz mi vezneyi gösteriyorlar… Vergiler tam bir talan halini almış… İyi de bütün bunların faili kim? Bunca yıkıma, bunca kepazeliğe rağmen kapitalizmin hala ‘insanlığın normal hali’ sayılması, burjuva devletin kutsanmaya devam edilmesi rahatsız edici değil mi?
Yüz yüze geldiğimiz sayısız sorunlar, sosyal kötülükler (işsizlik, yoksulluk, açlık, sefalet, aşağılanma), ekolojik yıkım, iklim krizi, etik yozlaşma, ‘kötü politikaların ve politikacıların’ değil, ‘kötü sistemin’ eseri… Sanıldığı gibi, ‘iyi politikacılar iyi politikalar’ uygularsa, sorunların çözüleceği beklentisinin bir karşılığı yok! Zira, kapitalizm insafa gelebilir, ehlileştirilebilir bir sistem değildir. Esasen bu tüm üretim tarzları, tüm uygarlıklar için de öyledir… Her uygarlık, her üretim tarzı, her sosyal formasyon ‘belirli bir mantığa göre işler’, o mantığın dışına çıkıldığında sistem olmaktan çıkar…
Gelinen aşamada iki seçenek, iki yol var: Ya vakitlice kapitalizmden çıkılacak ya da insanlığın ve uygarlığın bir geleceği olmayacak… Artık ataletten kurtulup, şeyleri adıyla çağırma ve gereğini yapma zamanı gelmiş olmalıdır… Aksi halde, beton, asfalt, otomobil, plastik medeniyeti yaşamın temelini aşındırmaya devam edecek…
İkinci emperyalist savaş sonrası yıllarda Paris’te bir Uluslararası Yazarlar Kongresi düzenleniyor… Kürsüye çıkan her yazar, dünya barışından, kardeşlikten, dayanışmadan, vb. söz ediyor. Bertholt Brecht dayanamıyor, doğruca kürsüye yöneliyor, mikrofonu alıyor: “yoldaşlar, gelin üretim ilişkilerini tartışalım” diyor… Ben de “gelin kapitalizmi tartışalım’ diyorum…
https://dunyalilar.org/halk-dusmani-devlet.html/
0 notes
Text
Hayat Eksiltilirken
Doymak nedir bilmeyen bir oburlukla memleketin altı üstüne getirilmeye devam ediliyor halihazırda. Tüketilen kaynakların, yok edilmeye çalışılan doğanın, olabildiğince varlığı sıfırlanmaya çalışılan emeğin tümünün, her şeyin ve hepsinin karşılığında zorbalık rejimi mutlak bir iradeyle sıfırlamaya devam ediyor. Hayatın ucuz, bedelsiz addedilmiş olan her detayında tasarruf hakkını kendisinde bulan bir cüretin suna geldiği yegane şey çok daha fazla baskı / daha aleni bir çalma çırpma eylemidir. Yedikleri, götürdükleri, iç ettikleri ol milyar dolarlar gibi, kamusal müştereklerin de talan edilmesinin sonsuzluğu dahilinde bir kere daha sınırsızlığını imler ak parti. Herkes konuşurken onlar çoktan icraatın dibine tam da köküne inerler. Ülkenin yüzde seksen beşi ile doksanının yoksulluk sınırı kılınmış olan asgari ücrete tamah ettirildiği bir yerde, yüzde bir ile ikilik creme de la creme tabaka ile o iktidardan nemalanan yüzden beş ile on arasındaki bir zümrenin hayatı vur patlasın çal oynasın kıldıkları dokuz günlük bayramlık mesaileri ilerleme olarak zikredilir. Dönemin tam da sureti olan, birkaç on liraya su, birkaç yüz liraya lahmacun, birkaç on bin liraya ancak var edilen akşam yemekleri, bilmiyoruz gündelik ücreti kaç yüz dolarlık kiralanan sahalar, localar, zıkkımın kökleri, alt alta üst üste Alaçatılar, Marmarisler, Bodrumlar ve daha nereler nereler / kimler kimler ile peşkeşler, yeni kasetler, anlaşmalarla yapmacık değil doğrudan yağma güncellenir. Doymak nedir bilmeyen oburlukla iç eden piyonların varlığı bir başarı hikayesi gibi sunulur.
Buralardaki var edilmiş olan üç otuz kuruşla on iki aylık takside girişip bir yerlere kaçan, tatil yaptığını zannedenler değildir. Her gün magazin sayfalarının baş köşelerini zapt edip köşe kadılarından daha çok reyting getirdikleri için sunula gelen, alışıla gelmedik ülkenin yenisinin vitrini olarak zikredilen temsillerin suna geldikleri hınca, sömürüye dair meramı bildirmektir. Tüketmeyi bir gündelik vasfa dönüştüren, devletin malı deniz yemeyen veya yiyemeyen keriz yollu göndermelerin bolluğunda bir ülkenin gözlerinin içine bakarak var edilmiş sömürü düzeneği meseledir. Çürümüşlük bir yandan güncellenirken salt ol ekranı kapsayan tiplemelerin suna geldikleri hanedanlık / sultanlık ülkesinin abuk sabuk şatafatı değil aynı zamanda çevreye karşı var edilmiş tahakküm / tehdit ve yok etme hallerinin her birisi de meseledir. En son milletin a. koyacağını deklare etmiş beşli çetenin en haşarıları arasında yer alan meymenetsiz efendinin suna geldiği yok etme bu hale bir örneği teşkil eder.
ABC Gazetesinden aktaralım: Sedat Peker’in iddiaları ile yeniden gündeme gelen iş insanı Mehmet Cengiz, Bodrum Cennet Koyu’ndaki yeni projesi için turizm yatırımları da bulunan dünyaca ünlü mücevher markası Bulgari ile anlaştı.
Sözcü'den İsmail Şahin'in haberine göre, Özelleştirme İdaresi’nden satın aldığı 678 bin metrekarelik arazide inşaata başlayacak olan Cengiz İnşaat, yaklaşık 100 villa ve Bulgari’nin işleteceği bir otel inşa edecek.
Hali hazırda, Londra, Dubai, Bali, Paris gibi dünyaca ünlü kentlerde otelleri faaliyet gösteren Bulgari, Roma, Tokyo, Miami ve Los Angeles’ta da turizm yatırımlarını sürdürüyor. Türkiye’deki ilk oteli için Bodrum’u seçen Bulgari’nin Cengiz İnşaat ile yaptığı anlaşmayı bu ay sonuna kadar duyurması bekleniyor.
Cennet Koyu’nda yer alacak Bulgari Otel’in yükseleceği arazi için geçtiğimiz yıl Cengiz İnşaat, 2 adet plaj ile 4 adet mendirek yapmak için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na başvuruda bulunmuştu.
Kültür varlıkları, tabiat varlıkları, SİT ve koruma alanı içerisinde kalan arazinin yapılaşmaya açılmasına Bodrum sakinleri tepki gösteriyor.
AK Parti iktidarında kamudan aldığı havalimanı, karayolu, metro, demiryolu, tünel, liman, HES, baraj, maden, nükleer santral ve inşaat ihaleleriyle dikkat çeken Mehmet Cengiz’in şirketi Cengiz İnşaat, projenin yükseleceği araziyi Özelleştirme İdaresi’nden 2012 yılında satın almıştı.
Danıştay İki Kez İptal Etti, Ama…
O tarihte 277 milyon liraya el değiştiren arazinin özelleştirme ihalesi Danıştay tarafından iki kez iptal edilmesine rağmen, söz konusu kararlar uygulamadı. Danıştay'ın ilk iptal kararını uygulamayan kamu görevlileri hakkında da suç duyurusunda bulunuldu. Ancak kamu görevlileri hakkında soruşturma izni verilmedi.
Fettah Tamince Çekildi
Ziraat Bankası kredisiyle araziyi devir alan Bodrumbir Turizm Yatırım A.Ş'nin o tarihte Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Cengiz, Başkanvekili ise Fettah Tamince idi. Haziran 2021’de Tamince, paylarını devredip şirketten ayrıldı. Cengiz ise Eylül 2021’de şirketi Cengiz İnşaat ile birleştirerek kapanışını gerçekleştirdi.”
Doymak nedir bilmeyen bir oburluk ile tüketmenin, dipsizliğine nadide bir örnektir beşli çete müptezeli Mehmet Cengiz efendinin var ettiği. Duraksamak nedir bilmeden var edilen bir kötülük sarmalı, bir an olsun ne yapıldığının, nasıl bir felaketin kollarına koşa koşa gidildiğinin umursanmadan sürdürülen kırım ihtimalinin gerçekliği karşımıza bu kez Bodrum örneğinden çıkagelir. Milletin a. koyacağız diye bildiren bir zatın suna geleceği her türlü hizmetin ırza geçmek olduğu bir kere daha örneklenir. Hem herkesten en çok da bu memlekette hakkı olduğunu düşünen Türk’ten çok daha fazla bu memlekete dair tahlil ve tasarrufa haiz olduğunu imleyen / bilen / düşünen bir acizliğin suna geleceği yegane şey daha kalıcı hasarları var etmektir. Cennet Koyunda yüz binlerce metrekarelik alanın bir anlamda tahrip edilmesi / yok edilmesi, betona boğulup, lüks bir markanın at koşturup duracağı bir insan sirkiyle birlikte var edeceği ucuzluk / kalitesizlik konuşulmasın istenir. O devletin şimdisinin de yargısına dair kararlar söz konusuyken, muktedirin olur verdiği, buna göz yumduğu sahnede hemen işgale, iğfale ve cehennemi bir kere daha yer yüzüne taşıma cüretinin meselidir o doğrudan oburlukla var edilen. Cengiz gibi palyaço temsiller, iplerini ellerinde tutanların direktifleriyle bir kere daha kutsal dedikleri vatanın belki de en son nefes vaat eden yerlerinden birisini bir çırpıda istimlak etmek ister. Yangınlarla bir biçimde sunula gelen dönüşümlerle, daha önce Yassıada’ya yapılmış olanla, Dikran Masis tarafından kiralanan Cunda adasına yakın mesafedeki Tavuk Adası’nın eğlence mabedine dönüştürülmesi gibi garabetlik tahayyüller söz konusuyken yıkıma bir halka daha eklenmek istenir. Modern zamanların oburluğu ile birlikte bir kere daha çiğlik bir kere daha zapturapt ve tüketme / sıfırlama gerçek kılınmak istenir. Detaylarıyla birlikte bir yurdu yaşanmaz kılacak her ne varsa bunun yolunda yürünürken sahiden de bir yarın söz konusu edilebilir mi? Bunca afaki cerahatle hiçbir şey muhafaza edilemezken hayat ne hale konulacaktır? İnsanlar kadar, doğal yaşam sahasındaki hayatların akıbeti bunca afaki göz ardı edilirken, yok edilenin farkına varmak ne zamandır, hangi zaman?
Mezopotamya Ajansı’ndan aktaralım: “Ankara’nın sokaklarında 6 yıldır lif, çorap, peçete gibi ürünler satarak geçimini sağlamaya çalışan Zehra Canan, uzun süredir polis ve zabıtaların baskısına maruz kalıyor. Her gün sabahın erken saatlerinde Mamak’tan yola koyularak Kızılay’a gelen Canan, yazın sıcakta kışın da soğukta ihtiyaçlarını gidermek için çalışıyor. Ekonomideki krize dair verdiği demeçlerle kamuoyunda “Muhalif teyze” ve “Che’nin Halası” olarak da tanınan Canan, ekonomideki krizi, maruz kaldığı polis ve zabıta baskısını Mezopotamya Ajansı’na (MA) anlattı.
‘Soğuk Bir Yandan Polis Bir Yandan’
Kızılay’ın yakınlarından kovulduğu için Çankaya ilçesinde bulunan Kızılırmak Sokağı’na gitmek zorunda kalan Canan, sürekli polislerin baskısına maruz kaldığını anlattı. Ankara ayazında dahi Kızılay’a gelerek, satış yapmaya çalıştığını hatırlatan Canan, “Çok zorluklarla satıyorum. Soğuk bir yandan, polis, bekçi zabıta bir yandan. Geçen gün metrodan çıktım, duvarın üstünde oturuyorum ama çantaları açmadım. 50 tane polis geldi, beni yakalayıp arabaya attılar. Araba da hapishane arabası gibiydi. Kendileri önde ben arkada karanlık, basık, camı kapalı bir yerde oturdum. Ter içinde kaldım. Beni orada bir saat beklettiler. 2 buçuk 3 bin TL’lik eşyamı elimden aldılar. Böyle 50-60 erkek çorabı, örgüler var. Ben bunların ipinin tanesini 15 TL’ye alıyorum. Örmesi de var. Bak kollarım ağrıyor. Ben buna hep para, vergi veriyorum. El koydular vermediler” dedi.
‘Ne Yiyelim?’
Karanfil sokakta daha önce polisler tarafından yerde sürüklendiğini de anlatan Canan, “Cezam neyse vereyim karakola götürmeyin lütfen, diyorum ‘Hayır görevimizi yapacağız’ diyorlar. Görevi benim üzerimde mi buldunuz! Neymiş bunu satması yasakmış, oradaki esnaf şikayetçiymiş. Ben açıkta gıda satmıyorum herhangi bir enfeksiyon yok. Sadece ben değil kağıtçıları, hurdacıları, simitçileri kovalıyorlar. Amacınız nedir? ‘Yasak’ diyorlar. Niye yasak, biz ne yiyeceğiz? ‘Bana ne benim görevim’ diyor. Bende sinirlendim, ‘Sayın emniyet müdürüne git söyle o da maaşını bana versin ben de gelmeyeyim bu işe’ dedim. Meraklı mıyım bu yaşta çıkıp da sabah erkenden polisle karşılaş, her gün zabıta ile karşılaş! Ya kağıtçıları bile topladılar. Ya ne yesin bu adam?” diye sordu.
‘O Kadar Otoriterler Ki’
İktidarı eleştiren Canan, “Ben onlar gibi bedava konutlarda oturmuyorum. Elektriğim bedava değil. Suyum bedava değil. Karanfil’de sinir krizi geçirdim, aldırmıyorlar. Karakolda ‘Fazla konuşma seni nezarete atarım’ diyorlar. Hani cevap veremiyorsun, hakkını arayamıyorsun. O kadar otoriterler ki! Adamların gözü dönmüş benim üzerimde deniyorlar hırslarını. Ben ne yaptım? Bir şey mi çaldım, yolsuzluk, hırsızlık mı yaptım, mafya mıyım? Yaşamak kolay! Çok zor şartlar altında yaşıyorum. Bundan 3 sene evvel böyle bir şey yoktu. Ankara belediyesi değişti, yasaklar başladı” ifadelerini kullandı.
‘Ekonomi Kötü, Devlet Ticaret Yapıyor’
İktidar sözcülerinin “ekonomi iyi” açıklamalarına değinen Canan, “Diyorlar ki ‘Ekonomi iyi, çok güzel, süper’. Yalan söylüyorlar. Ekonomi hiç iyi değil. Niye ‘Ekonomi güzel’ diyor biliyor musun? Devletin içinde her türlü oligarşi var. Yiyenler çok! İş verenler, sermaye, mafya, çete birbirlerine girmişler. Bunlar, ticarete girmiş, ticaret yapıyorlar. Devleti yönetmiyorlar, halkı düşünmüyorlar” diye konuştu.
‘Gezdiniz Mi Mahalleleri?’
Geçen günlerde 100 TL’lik gaz aldığını belirten Canan, şöyle devam etti: “10 metre küp vermedi. Ben eskiden 100 TL’ye gaz alırdım, 3- 4 ay giderdi. Kışın ne yapacağız? ‘Yoksul yok’ diyorlar. Nereden biliyorsun olmadığını. Gezdin mi mahalleleri? Gidin bir bakın evlere. O evlerde neler dönüyor… Şu ekmek 4 TL. 3 kişiyiz günde 6 ekmek alıyoruz, içi boş. Şu peyniri ben alamıyorum ya. Ayıp çok ayıp! Nereden biliyorsun yoksul olmadığını! ‘Herkesin altında araba var’ diyorlar. Arabayı da sen dağıttın. Türkiye’de lüks yoktu, siz getirdiniz. Emperyalizmin, kapitalizmin mallarını satmak için ülkeye soktunuz. Milletin eline kart verdiniz, borçlandırdınız. Ya fakirin bir arabası varmış onu da kredi ile almış zavallı, çok mu? Yazıklar olsun, bir arabayı bile çok görüyorlar!”
‘Srilanka'yı Görsün’
“Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir devlet böyle bir yönetim görmedim” diyen Canan, “Srilanka’ya ne oldu görsün. ‘Asarım, keserim’ deyip birde milleti korkutuyorlar. Binlerce polis, bekçi aldın. Ne işe yarayacak? Anca milleti dövüp kendilerini koruyacak. Üretmedin, istihdam yaratmadın, ha bire hazırdan yedin. Devamlı liberal, kapitalist sistemi ve Amerikan politikalarını kullandın. Bıçak geldi, kemiğe dayandı. Dolar çıktı bilmem kaça. Ne yaptın? Köprü, yol yaptın. Köprü, gelir getirmez. Sen buğdayı Ukrayna’dan Rusya’dan alıyorsun. ‘Ekonomi çok güzel, uçuyoruz’ diyorsun. Gelen bütün iktidarlar onların piyonu. Sadece bu değil diğerleri de aynı. Özal’ıydı, Çiller’iydi, Mesut’uydu hep yolsuzluk yaptılar. 70 seneden beri hiçbir sosyal parti iktidara geldi mi? Aman komünistler, komünizm geldi ülkeye. Ya neden korkuyorsun komünistlikten. Ha komünizm eşitlikten yana ya, zenginler yiyemeyecek, malları servetleri olmayacak. Ondan korkuyorlar. Komünistlik bir yönetim biçimi, ne korkuyorsun! O da Amerika'nın politikaları. Amerika, sosyalizm gelirse sömüremez.”
‘Zenginden Vergi Alın’
“Bir devlet yoksuldan, küçük esnaftan vergi almaz” diyen Canan, sözlerini şöyle noktaladı: “Sen zenginden, iş verenlerden, o büyük sermayeden niye vergi almıyorsun? Soydular yediler. Yine iyi dayandı memleket! Dünyanın dört bucağında bunların paraları, villaları var. Sizin neleriniz var. Tekeli kapattı, Türkiye Elektrik Kurumu ve Telekom’u özelleştirdi. Senin neyin kaldı? Biz bu kadar verginin hangi birine yetişelim. Bir devlet her şeyden vergi almaz. Sağlık, eğitim hep özelleştirildi. Sermayeyi getirmiş devletin içine sokmuş, beraber yiyorlar. Bir iktidar olayım, şu özellerin hepsini kapatacağım.”
Doymak nedir bilmeden süreğen bir biçimde sömüren, memleketin hemen hemen her bir kaynağını, her gün yeniden sömüren / eksilten karşısında Zehra Canan hakikatini paylaşır. Olmakta olanla, aksettirilen arasındaki derin uçurumun yüzeyleri, yoksulluk yok denilip, var edilmiş işkencenin türlü çeşit suretleri ve bütünüyle sıradan insanların hayat haklarını yıkmak / sınırlandırmak arasında kurulan her yeni hamle o oburlukla icra edileni bildiren, gösterendir. Bir biçimde muktedir ve avenesi sömürürken, semirirken, dünyevilik halinin hanedanlık boyutunda bir iç etmeyle beka / geleceğini sağlarken Zehra Canan’la onun gibi milyonlarca insanın meramı da yaşamda tutunabilecek miyiz bahsi görünür kılınandır işte. Tümüyle kesintisiz bir biçimde bir cenderenin ta kendisine dönüştürülmüş gündelik o hayat mefhumunun nasıl bilinçle örselendiği artık giz değildir. Mutlak iktidar, kalıcılık ile birlikte şekillenen despotizm artık ekonomik yoksunluğu da o sevdaya dahil ederek herkesi sadaka ekonomisinin köleleri kılmaya devam eder. Zaten biraz da mesele bu değil midir? Zehra Canan’ın suna geldiği / anlattığı şey bu hazin harekatın detaylarıdır, cidden farkında mıyız?
Doymak nedir bilmeyen iştahla birlikte söğüş ettikleri memleketi bir rant kapısı olmaktan öte olarak görmeyen cenahın suna geldiği her şey daha ağır fecaati bildiriyor bir yandan da. Yurt içine ya da dışına en ufak bir güven vermeyen bir yönetimin aldığı her kırık not, her eksi puan her bir yurttaşa bedele dönüştürülür. Madun siyasetin, sağ pragmatizminin, yiyelim efendiler bakışının ulaştırdığı menzil hep uçurumdur. Uçurumun kıyısında sabit kalmış bir yerin hazin hikayesi yazılmaya devam olunuyor hep birlikte. Düzenin sunduğu, var ettiği, geleceğe dair tahayyül ve eylemlerinin şimdiden başlayarak bir yıkım halini ve hiç bitimsiz bir cerahatli eylemsellik olduğu gözlerden kaçırılıyor. Asgari ücrete enflasyon oranında artış / ilave var edildiği söylenirken, sadece mimli çete üyelerinin var ettikleri iç etmelerle yepyeni delikler açılıyor. Bir yama ile başka bir yerdeki borç kapatılıyor denilirken her defasında mükerrer, yeniden imal edilmiş yaralar var ediliyor. Bitimsiz bir fasit döngüye rehin ülke gerçekliğine kavuşuyor. Kuru ekmek, az biraz katık ve bitimsiz fatura / kira döngüsünde yaşam sanki oymuş gibi bir oyun kuruluyor. Hemen her defasında daha da biçimsiz hallerle o yaşama eylemi eksilmeye, bu hazirun oyunlarının ta kendisiyle biraz daha dipsiz karanlıklara seyir güncelleniyor. Bitimsiz iştah ve kesilmeyen nefisle birlikte toplumun yüzde seksen / seksen beşinin hayat hakkına ipotek konulmaya devam olunuyor. Geleceği parlak ülkeden, geleceği zifiri karanlıklar sahnesine evrim güncelleniyor. Normalleşme halinin var edildiği günden bu yana alınan istikamet, varılan eşik bunun da bildirimidir, sorguluyor musunuz? Çürüme, yağma ve bütün bunların çatısındaki aksiyoner bir iktidar pratiği hayatı zehirliyor, her gün eksiltiyor artık anlıyor musunuz?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2022
Görsel: Devlet-i Ebed Müddet – İç Mihrak
#arzihal#meram#başka türkiye vardır#hayatiyet#insanlık101#kriz#karanlık çağ#devlet101#siyasa#pragmatizm#kötülük#fasit döngü#cengiz#doğa talanı#yıkım#müştereklerimiz#talan#yağma#gasp#nefes#kör karanlık#zehra canan#ankara#komünizm#siyaset#pratik#hayatta tutunmak#yaşama mücadelesi#asgari yaşam#biyopolitika
1 note
·
View note
Text
Sömürgecilik ve yeryüzünün talanı[*] - Sibel Özbudun
Sömürgecilik ve yeryüzünün talanı[*] – Sibel Özbudun
“İstilacı uygarlık(lar) ekolojiyi putperestlik sandı… Doğayla bütünleşme, cezalandırılması gereken bir günahtı… Doğa sonsuza dek hizmetimizde bir makine gibi işletilmek üzere evcilleştirilmesi gereken vahşi bir hayvandı. O, kölemiz olmalıydı…” (Eduardo Galeano) Antroposen… Uzunca bir süredir gezegenimizin vermekte olduğu, hiç de hayra yorulmayacak sinyaller karşısında kaygı duyan ve “bios”un…
View On WordPress
0 notes
Text
Başkan Arda: Rant uğruna doğanın talanı son bulmalıdır
Başkan Arda: Rant uğruna doğanın talanı son bulmalıdır
Giresun’da yaşanan doğa katliamına dikkat çeken Başkan Halil Arda, “Gaziemir’deki nükleer atıklar temizlenmeli, nükleer santral yapımından vazgeçilmeli, Kaz Dağları’ndaki, Karadeniz’deki doğamızı yok eden madencilik faaliyetleri durdurulmalıdır” dedi. Gaziemir Emrez Mahallesi’ndeki İzmir’in Çernobil’i olarak bilinen ve normal değerin 7 bin 291 katı oranında radyasyon yayan radyoaktif atıklar 14…
View On WordPress
0 notes
Text
Başkan Arda: Rant uğruna doğanın talanı son bulmalıdır
Başkan Arda: Rant uğruna doğanın talanı son bulmalıdır
Giresun’da yaşanan doğa katliamına dikkat çeken Başkan Halil Arda, “Gaziemir’deki nükleer atıklar temizlenmeli, nükleer santral yapımından vazgeçilmeli, Kaz Dağları’ndaki, Karadeniz’deki doğamızı yok eden madencilik faaliyetleri durdurulmalıdır” dedi. Gaziemir Emrez Mahallesi’ndeki İzmir’in Çernobil’i olarak bilinen ve normal değerin 7 bin 291 katı oranında radyasyon yayan radyoaktif atıklar 14…
View On WordPress
0 notes
Text
Başkan Arda: Rant uğruna doğanın talanı son bulmalıdır
Başkan Arda: Rant uğruna doğanın talanı son bulmalıdır
Giresun’da yaşanan doğa katliamına dikkat çeken Başkan Halil Arda, “Gaziemir’deki nükleer atıklar temizlenmeli, nükleer santral yapımından vazgeçilmeli, Kaz Dağları’ndaki, Karadeniz’deki doğamızı yok eden madencilik faaliyetleri durdurulmalıdır” dedi. Gaziemir Emrez Mahallesi’ndeki İzmir’in Çernobil’i olarak bilinen ve normal değerin 7 bin 291 katı oranında radyasyon yayan radyoaktif atıklar 14…
View On WordPress
0 notes
Link
Ege ve Marmara Çevre Belediyeler Birliği toplantısı 19 Temmuz’da Çanakkale’de yapılacak. Başkanlar, meclis üyeleri doğa talanı yaşanan bölgeleri gezecek. Belediye Meclisi AKP ve MHP Grup Sözcüleri mücadeleye destek sözü verdi.
0 notes
Text
kafkasya tarihi
ABHAZLAR(ABAZALAR):
Kafkas dağlarının güney eteklerinde ve karadeniz kıyıları boyunca yaşarlar.bir kafkas kavmi olan abhazlar kendilerine apsua derler.beş boya bölünmüşlerdir.bu boylar cigetler abzıplar ahçipsalar zamballar ve aybgalar dır.ms 200 yılında roma imparatorluğunun egemenliğine girmişlerdir.bu tarihten sonra abazya pek çok yabancı kavmin ve devletin istalası altında yaşadı.abazyada bu istilar abazların etnik yapılarına ve antropolojik yapılarını etkilemiştir.uzun kafatası düz burun mavi göz parlak sarı saç bunları diğer kafkas kavimlerinden ayıran özelliklerdir.abazların kökeni ve bu bölgede ortaya çıkmadan önceki tarihleri henüz karanlıktır.rivayete göre mısır kökenlidirler.evliya çelebi de abazların arap asıllı olduğunu belirtir.abazlar arasında mısır kökenli olduklarını anlatan evsaneler vardır.abhaz dili kafkas dillerinin kuzey gurubunun batı bölümünün başlıca bir koludur.abhazca teleffuz bakımından kafkas dillerinin en zor olanıdır.abhazlar tapşi denilen büyük ağaçlara taparlar.aynı zamanda ikon,haç ve incilede hürmet ederler.eskiden hıristıyan oldukları için perhiz adetleri vardır.bekar gençler evlenene kadar tıraş olmazlar.akrabalardan kız almazlar.evlilikte ahlaksızlık yapanı denize atarlar.abhazalar aşuva ve aşkaruva adlarıyla iki bölüme ayrılmışlardır.aşuvalarda kendi aralarında altı kola ayrılmıştır.dilleri birkaç çerkesçe kelimenin dışında hiçbir avrupa ve asya diline benzemez.gürcü hakimiyetini altında yaşadıkları dönemde hıristiyanlıkla tanışmışlardır hakat bu dinin çok küçük izleri kalmıştır.adet ve gelenekleriyle çerkeslere benzerler.aormanlık arazide dağınık biçimde bulunurlar.ortak bir kabile reisleri yoktur.bağzı soyluların idaresindedirler.
ÇERKESLER(ADİGELER):
Kafkasyanın batı kısmında yaşarlar.çeşitli kabilelere ayrılmış çerkesler kendilerini adige adıyla tanımlarlar.tek bir toplu millet oluşturmayıp ayrı ayrı birçok kabileden oluşmaktadırlar.her kabile kendi reisinden başka kimsenin anlamadığı bir lehçe konuşur.sosyal sistemleri ortaçağ feodalizmine benzer.çerkesler mağrur intikamcı sinsi ve savşçıdırlar.dayanıklı süvari ve piyadedirler.hançerle kılıç bedenlerinin ayrılmaz parçalarıdır.adam öldürme onlardda başit bir beden hareketidi.yabancı kabile ve soylerla çok fazla karışmışlardır.hazar türkleri çerkeslerin gelişmesinde önemli rol oynamıştır.
1.Abzehler:
Abzaların ötesinde oturan anlamına gelir.kökeni kaçmez ve özdemir adlı iki aileye dayanır.değer çerkes kabilelerine göre en demokrat kabile olan abzehlerde prens tabakası yoktur,sınıf farklılıkları daha azdır.
2.Şapsığlar:
İsimleri at yetitiricisi anlamına gelen kafkas dağlarıyla kuban ırmağı arasında yaşayan kabiledir.bunlardada sınıf ayrımı çok azdır.bronevski bunları abaza ve çerkes karışımı olarak kabul eder.10.000 aileden meydana gelen şapsılar her gelen kaçağa bir sığınak sağladığından karışık bir kabile haline gelmişlerdir.saf çerkes kanı içlerinde çok az kalmıştır.ormanlık tepelerde yaşarlar.yağma ve talanı severler.taram ve hayvancılığa önem vermezler.
3.Bjeduğlar:
19yy başlarında rusların baskısıyla kuban ırmağının sol tarafına geçerek büyük düzlüğe yerleştiler.
4.Natuhaylar:
Karedeniz kıyılarında yaşamışlardır.
5.Janeler:
Bunlarda rus baskısıyla kuban ırmağının sol kısmına yerleştirer.janeler büyük ölçüde şapsı ve natuhaylara karışarak eridiler.
6.Temirgoylar:
Üç guruptan meydana gelirler.bunlarda kuban ırmağının kenarında yaşadılar.varlıklıdırlar ve bütün çerkes kabileleri içinde en temiz olanlarıdır.
7.Hatıkoylar:
Küçük bir çerkes kabilesidir.diğer kabileler arasına dağılmışlar.
8.Besleneyler:
Kuban ovası ve vadilerine kadar yayılmışlardır.
9.Kabardeyler:
Çerkes kabilelerinin en kalabalığı ve en örgütlü olanıdır.geniş bir coğrafyada yaşamışlardır.kabarday ismi kabarda tambi dedikleri atalarından gelmektedir.feodal sistem ve sosyal tabakalaşma açısından kafkasyadaki en gelişmiş toplumdurlar.bölgeleri çeşitli prens soylarının idaresinde büyük kaberdey ve küçük kabardey olarak ikiye ayrılmışlardır.hırsız ve dolndırıcılardır.kilise ve allahın ağacı dedilkeri kutsal bölgeleri vardır.15.yy daçerkeslerin karadeniz kıyısında çerkesler ülkesi vardır ahalisi rum ve ortadoks inancındandır.kendilerine mahsusu bir dilleri vardır.yıldırım çarparak ölen insanları kutsal sayarlar.çerkes beyleri özdemir oğlu osman paşa zamanından beri osmanlılara itaat etmişlerdir.fakat müslüman değildirler.kendilerine kafir deseler kızarlar müslüman desen göz yumarlar.kaberdey çerkesleri üç sınıfa ayrılırlar.prensler çok itibar görürler.yazılı kanunları olmayıp adet ve geleneklere göre hareket ederler.
KARAÇAYLAR:
Yüksek dağlık araazide yaşayan karaçaylar çeşitli kafkas halklarının etnik ve sosyokültürel bütünleşmesinden ortaya çıkmış bir kafkasya halkıdır.kendilerine tavlu(dağlı)adını veren karaçaylar çeşitli zümrelere ayrılırlar.beş ayrı vadide yaşadıkları için çarlık rusyasında onlara beş dağ zümresi denilmiştir.sscb döneminde onları tek bir isim verilerek balkar adı verilmiştir.birbirlerine alan diye hitap ederler.karaçaylar hakkında ilk bilgilere 15yyda raslanır.kara çerkesler diyede bilinirler.kara çerkesleri hiç kimse ziyaret etmez onlarda tuz ihtiyaçları dışında dağlarını terkketmezlerdi.kendilerine özgü dilleri vardır.putperes lerdi fakat günümüzde aralarında islamiyet hakimdir.karaçaylar kafkasyanın en güzel halklarındandır.beyaz tenleri siyah gözleri belirgin güzel hatları ve mükemmlel bir vücut hatları vardır.karaçaylılar komşularının aksine hırsız ve yağmacı değildirler.cömert ve çalışkandırlar.genel olarak kafkasyadaki en uygar toplum oldukları söylenebilir.18yy da islamiyeti benimsemelerine rağmen doğa üstü güçlerede inanırlar.dağ tanrıları vardır.
OSETLER:
Orta kafkasyanın dağlık kesimlerinde yaşayan osetler kendilerine iron adını verirler.oset kelimesi osların yurdu anlamında gürcice bir kelimedir.osetlerin büyük çoğunluğu ortodoks hıristiyan bir kısmıda sünni müslümandır.hıristayanlık osetler arasında gürciler vasıtasıyla yayılmıştır.osetler asında kafkasyalı olmayıp buraya sonradan geldikleri ırkın tamamen ari oldukları kesinleşmiştir.ermenilere ve iranlılara karşı çoğu zaman gürcülerin müttefiki olarak savaşan osetler kimi zaman gürcü topraklarınada akınlar düzenler ve ganimet elde ederlerdi.ruslar gürcistanı iskal ettikten sonra tekrar paganizm e dönmüş olan osetleri yeniden hıristiyanlığa kazandırmak için buyğk gayret gösterdriler.osetler tarihin eski dönemlerinden beri değişik adlar altında aynı coğrafyada yaşamışlardır.esas itibariyle ilkel ve dağlık bir halk olarak kalmışlardır.osetler müslüman olmakla birlikte karışık bir din anlayışları vardır.
KAFKASYADA DİNLERİN YAYILIŞI:
1.YAHUDİLİK:
8.yy da bizanstan çıkarılan yahudilerin faliyetleriyle yahudilik hazarlar tarafından benimsenmiştir.ancak genel bir hal alamamış hazar saray çevresinde benimsenmiştir.9.yy da hazarların kırım valisi yahudiliği kabul edince halk arasında biraz yayılma imkanı bulmuştur.
2.HIRİSTİYANLIK:
Bizans sasani savaşlarını bizans kazanınca kafkasya bölgesinde hıristiyanlık yayılmaya başlamıştır.daha sanra oset, abhazalar ve alanlar arasında da yayılmıştır.bizansın abhazalar üzerinde baskı kurması abhazaları rahatsız etmiş ve tepkiye yol açmıştır.abhazalar bundan sonra diofizitliği dahi kabul etmeye başlamışlardır.8yy da gürcilerin etkisiyle hıristiyanlık çeçenlere girmiştir.10yy da kral david ve kıraliçe tamara döneminde yaygınlık kazanmıştır.dağıstanda ise kısmen hıristiyanlık kısmende olsa zerdüştlük etkilidir.çerkeslere ise hıristiyanlık abazalar vasıtasıyla girmiştir.karaçaylarda ise 18yyla kadar hem eski dinleri hemde hıristiyanlık etkilidir.macar kralı 5.belasın faliyetleri sonucu kuzel kafkasya katolik mezhebine girmiştir.istanbulun fethinden sonra kafkasyada hıristiyanlığın etkisi durmuştur.15yy dan itibaren bölgeye osmanlı gelmeye başlamış ve hıristiyanlığın etkisi azalarak bölgede islamiyet yayılmaya başlamıştır.rus işgalinden sonra hıristiyanlığa karşı kafkasyada tepti doğmuştur.
İSLAMİYET:
Hz.ömer döneminde azerbaycan üzerinden islamiyet buralara gelmiştir.hazar türklerinin islam ordularıyla savaşıp onları durdurması islamiyetin kafkasya ve doğu avrupada yayılmasını engellemiştir.genellikle askeri fetihlerle değil tüccar ve sufiler vasıtasıyla kafkasyada islamiyet yayılmaya başlamıştır.özdemir oğlu osman paşa dağıstanla evlilik bağı kurarak kafkasyada islamiyettin yayılışında önemli rol oynamıştır.ferah ali paşa 200 yıl sonra aynı politikayı çerkesler üzerinde uygulayarak islamiyetin yayılmasına vesile olmuştur.kırım hanlığı daha çok çerkeslerin müslüm olmasında etkili olmuşlardır.islamiyetin yayıma sebeplerinden beride kafkasyada sınıf farkından dolayı doğan eşitsizliğin islamiyette olmayışı ve herkese eşit yaklaşmasıdır.kabardeylerde islmiyet 18yy sonlarında ,çerkeslerde ise 19yy ın ortalarında etkili olmaya başlamıştır.rusların kafkasyadaki sömürgeci yaklaşımı çerkeslerin islamiyeti kabul etmelerine etkili olmuştur.fakat islam toplum düzenine ve şeriat hükünlerine yaklaşımları kabilelere göre değişiklik göstermekteydi.ruslar islamiyetin kafkas milletlerini bir arada tutmasında rahatsız olmuş once islam hükümlerini kaldırmayı denediysede tepki karşısında bundan vazgeçerek kafkas milletlerinin kendi adetleriyle islamiyet hukukunu karıştırma yokuna gittiler.boylece islamiyeti zayıflatma yoluna gitmiştir.bu yolla önde gelen müslüman bilginleri sıradanlaştırarak din olgusunu zayıflattı.bu rusya karşıtlığının artmasına ve tepkilere yol açtı.kırım hanları islamiyeti yaymada kafkasyada önemli rol oynamıştır.ruslara karşı yapılan savaşlarda din adamları önemli rol oynamaya başladılar.karı koca hukuku dışındaki bütün meselelere rusmahkemeleri bakmaktaydı.dağıstan ve çeçenler şafi mezhebinde abhaza ,çerkes ve karaçaylar hanefi mezhebine bağlıydılar.nakşibendi tarikatı 18-19.yy da kafkasyada birçok bölgeye yayıldı.rusyanın sıcak denizlere imişini bir asır geçiktiren kafkasya savaşları olmuştur.islamiyet kafkasya halklarının birlik ve dayanışma oluşturmasına vesile olmuştur.islamiyet sayesinde ruslara karşı etnik kimli özelliği kazanan kafkasya halkları birleşik kafkasya ideali etrafında toplanmışlardır.
1 note
·
View note
Text
Şili’de Mapuçeler doğa talanına karşı direnişte
Şili’de Mapuçeler doğa talanına karşı direnişte.
Şili devleti, MAğuçelere ait Las Cardas bölgesini, Mininco adlı doğa talanı gerçekleştiren kereste şirketine vermek istiyor. Ancak Las Cardas’ta yaşayan halk, Mapuçeler, bu talana karşı göz yaşartıcı gazlara, gözaltı ve tutuklamalarına rağmen direniyor.
Ayrıca eylemlerde Lebu hapishanesinde tutulan Mapuche siyasi mahkumlarının derhal serbest bırakılması istenirken ve bölgede kurulmaya çalışılan…
View On WordPress
0 notes
Text
Yıkım Meseli
Bir uzamın yıkımı salt iş makineleriyle, silahlar ve bombalarla değil artık kanaat diye çıka gelen her veciz ardından var edilen eylemlerle birlikte söz konusu ediliyor. Bir menzilin o hakikatle bağları artık aralıksız olarak çürütülüyor. Yıkım her anlamda bambaşka biçimle, anlam ve olasılıklara dönüştürülüyor. Bu sahadaki hayat ihtimalinin kökten çürümeye rehin kılınması söz konusu ediliyor. Bir uzam salt bombalar, yağmalar, iş makineleri gibi üretim aparatları ile değil aynı zamanda kendini sürekli güncelleyen bir kırım döngüsünde ilerleyen muktedirin var ettikleriyle sağlama alınıyor. Burası Türkiye yok öyle seslenişini tamamlayan / kurgudan hakikate dönüştüren, kalıcı kılan her eylemsellik bütün bu yıkımı her yere / her güne içkin kılınıyor. Bu hallerle bir sahadaki yaşam ediminin istikameti, yol ve yordamı, anlamı ve meramı da tükenişe sevk ediliyor.
Eksikli kılınan cümleler arasında, tek adam ve baş faşistin birlikte eylediği, kurguladığı ve hakikate dönüştürdüğü şey bir kez daha biyopolitik denetim, gözetim ve tahakkümün ta kendisidir. Bu kadar afaki bir biçimde yıkım, var edilendir. Bunca bariz bir biçimde ol sıradana karşıtlık, dilden çıkagelen her denetim hamlesi vecizle, ön almalar, yeniden ve yeniden hak gasplarıyla bir ülke şablonu var edilir. Nefret artık cismani kılınan, şiddetle birlikte ötekileştirmenin, kötülükle bir / paralel kullanıma devam olunan tahakküm etme hal ve istencinin birlikteliğinde bir mesel kılınır. Baş amir ve şürekasının ortaya serdiği her edim, her eylem, her sonuç kabilinden tarafımıza, iş bu sahadaki muktedir olanın hanesine yazılan şey daha büyük / kalıcı eksilmedir. Eksik kılındık vesselam.
Düpedüz sakız gibi sündürülerek icrasına düşülen eski devlet reflekslerinden bir “yeni”yi var etme çabasında gidilen istikamet, şu anın karanlığından barizdir. Her şekilde yalanlar ile yön aranan, her anlamda hiddetle gün belirleyen, hizalar çekenin var ettiği şeydir yıkım meselesi. Biteviye bir katran karanlığına rehin ediliyor ülke. Bir biçimde hayata ait, ona dair mesellerin altının oyulması kesintisiz kılınıyor. Bildiğimiz tüm anlamlarıyla iş bu sahada hayatın erimi / varlığı / müşterekliği yerle yeksan ediliyor artık. Anlaşılır dilden ve kestirmeden söylersek, muktedir çalıp avenesinin oynadığı bir yapımda, yıkım hepten bu yana, daima sıradanın hanesine yazılıyor. Çürüten, tüketen, sınırlandıran bir sahnedeki ol hayat hakkı ne olacaktır, sorgusu bile imkansız kılınıyor. Her gün yeniden anlatmaya ve her anlamda yeniden anlamaya çalıştığımız yeni denilen ülkenin aslına rücu etmiş sureti, bütün bu pejmürde hallerden çıkageliyor.
Mezopotamya Ajansı’ndan aktaralım: “Diyarbakır’ın Lice ilçesine bağlı Çağdaş (Cinezur), Dibek (Derxust), Arıklı (Hiseynik) ve Bağlan (Mişref) mahallelerinin kırsalında başlatılan askeri operasyon sırasında 9 Ocak’ta çıkan çatışmada 1 asker yaşamını yitirdi, 3 asker de yaralandı. Üç gündür süren operasyon sırasında mahalleler abluka altına alındı, bazı evlere baskınlar düzenlendiği, yurttaşların işkenceye maruz kalarak ölümle tehdit edildiği belirtildi. Bağlan Mahallesi’nde yapılan ev baskınında gözaltına alınan Azize Bozkuş, götürüldüğü Lice’de serbest bırakılırken, eşi Mehmet Şah Bozkuş ise “örgüt üyesi olma” iddiasıyla tutuklandı.
Askeri operasyonun sona ermesi ardından askeri birliklerin bölgede sivil araçlarla dolaştığı belirtilirken, Diyarbakır Valiliği ise işkence iddiasının doğru olmadığını kamuoyuna duyurdu.
Yaşanan gelişmeler üzerine Halkların Demokratik Partisi (HDP) Diyarbakır İl Örgütü, bölgedeki gelişmeleri yerinde incelemek amacıyla heyet gönderdi. HDP Diyarbakır milletvekilleri Semra Güzel ve Remziye Tosun ile il yöneticilerinden oluşan heyet ilk olarak Bağlan Mahallesi’ne gitti. Mahalle girişinde askerlerce durdurulan heyet üyeleri, Genel Bilgi Taraması'ndan (GBT) geçirildi. GBT işleminden sonra heyet, işkence gören ve gözaltına alındıktan sonra tutuklanan Mehmet Şah Bozkuş'un evini ziyaret etti. HDP heyetin mahalle ziyaretleri, askerler ve sivil araçlarla adım adım izlendi.
Heyet, Bozkuş'un kızı Seçil Bozkuş'tan olay günü yaşananları dinledi. Bozkuş, bugüne kadar bölgelerinde yaşanan her operasyon sonrası askerlerin evlerine baskın düzenlendiğini ve askerler tarafından kendilerine ajanlık dayatıldığını akardı. Operasyonun ilk günü askerlerin evlerine geldiğini ve normal bir baskında yapılan aramayı gerçekleştirdiğini belirtti. Bozkuş, "İlk gün köy askerler tarafından ablukaya alındı ve evimizin bahçesi arandı.
Daha sonra askerler bizden çay istediler. Biz de korktuğumuz için onlara çay verdik. Askerler çaylarını içtikten sonra bize 'Bugün çayınızı içtik, yarın da sizi almaya geleceğiz' dedi. Ertesi gün gece saatlerinde eve baskın düzenleyerek 'burası örgüt evdir' dediler ve sonra evde annemi (Azize Bozkuş) zırhlı araca bindirdiler, bizi; tüm aileyi evin girişinde bulunan beton salonda el ense yaptırarak oturttular. Babam ağır hasta olduğu için fenalaştı ve bayıldı. Daha sonra askerler, çatışma alanından birine yardım ettiğini ileri sürerek babamı ve arabasını karakola götürdüler" ifadelerinde bulundu.
Karakolda ifadesi alınan babasına olay yerinde arabayla geçtiğine dair suçlamalarda bulunulduğunu dile getiren Bozkuş, "Babam karakolda olay yerinde araçla geçtiğini, bunun nedenin de çatışma alanına yakın olan karakola imzası olduğu için gittiğini söylüyor. Askerler bunun gerçek olduğunu, karakol ile yapılan görüşme sonrasında öğreniyor. Bu sefer askerler babama başka bir dosyasından dolayı alınacağını söyleyerek gözaltına alıyor. Babam daha sonra çıkartıldığı mahkemede tutuklandı" dedi.
Heyet ardından Dibek Mahallesi’ne geçti. Burada da köylüler ile bir araya gelen heyet, köylülerin yaşadıklarını dinledi. Köylüler, bu sabah köylerine yönelik operasyon düzenlendiğini, evlere yapılan baskınlarda Sıddık Özkan (63), Ferhat Özkan ve Ömer Yıldırım’ın gözaltına alındığı bilgisini verdi. Gözaltına alınan Özkan ailesinin yakınları, operasyon gününe ilişkin şunları söyledi: "Köyün etrafı onlarca asker tarafından sarıldı. Operasyonun olduğu gece askerler köyün içinde, dışında bulunanları GBT'den geçiriyordu. Askerler operasyondan sonra bu sabah gelip bizim evi ve komşumuzun evini bastı. Baskında bizi 'Şehit verdik bu olayı size bırakmayacağız’ diye tehdit ettiler" dedi. Heyet ailelerle yaptığı ziyaretlerden sonra olayın takibini sürdüreceklerini ifade ederek, incelemelerini sonlandırdı.”
Yıkımın nasıl anbean güncellenen bir mesele olduğu biraz daha afaki kılınır ol Lice’deki şu yukarıda okuduğunuz tahakküm / tehdit / yıldırı döngüsünden sonra. Bir uzamdaki ol hayat hakkının talanında artık eşikler falan yoktur. Düpedüz Bakur Kürdistan’ında yılar yılıdır sürdürülen ayrımcılık artık ama / fakatsız bütünleşik bir yok etme kültünü var eder, bunu tesciller. Lice kırsalındaki bir operasyon sonrasında, orada yaşayan halka uygulanan her şiddet mertebesi, eylemselliği bir kere daha yıkımın şiddetle var edildiğini bildirir. O devletin şiddet istenciyle, bir halkı sınırlandırma tahayyülü bir asır kaybettirmiştir olsun bir asır daha yitirmek üstüne uğraşılandır, Lice bunun kanıtlar bir kere daha. Tümden ve bariz bir biçimde Bakur Kürdistan’ı coğrafyasında, yıllardır süre gelen o yıkım tahayyülü artık gizlenmeden var edilendir. Kırımlar, katliamlar, kimliksizleştirme, Türk’ün malı kılma, yıldırı ve aralıksız gözetim, daha yakın zamanlardan abluka, kuşatma halleri vb. Helikopter’den atılan yurttaşlar ve nicesi, doğa talanı ve ardılı sıra peşkeş çekilen toprak parçaları uzaya duran bir listenin tamamlayıcısı kılınan her edim bir kere daha nerede olduğumuzu bildiriyor, Burası Türkiye, bir yıkım sathı mahalli!
Yeni Yaşam Gazetesi’nden aktaralım: “Halkların Demokratik Partisi (HDP) Kocaeli Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu hakkında, twitter hesabından yaptığı iki paylaşım nedeniyle Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, “Halkı kin ve düşmanlığa zincirleme bir şekilde alenen tahrik” iddiasıyla fezleke hazırlandı.
Gergerlioğlu, 24 Temmuz 2019 tarihinde twetter hesabında yaptığı ve fezleke gerekçesi olan paylaşımlardan birincisi şöyle: “Hiçbir sınırları yok! Her gün bebekli anneler tutuklanıyor, bu nasıl ülke? ‘Ablam Sezen Ataş, bu sabah Bursa’da gözaltına alındı. Bu ikinci gözaltı, eşi Murat Ataş iki buçuk yıl önce şehit oldu ve iki buçuk yaşında bir kız çocuğu var. Lütfen yardım edin ne yapabiliriz bu durumda.’”
Gergerlioğlu’nun fezleke gerekçesi yapılan ikinci paylaşımı da şöyle: “Nihayet! Gözaltı çilesi çektirdiğiniz ama hukuk ve vicdan kazandı:) Sezen Aktaş, adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı. Nice bebekli anneleri taciz ettiler inşallah diğerleri de serbest kalır. Hele bu anneye kamu vicdanı isyan etmişti, Allah’a şükür, güzel haberi duyurayım.” Gergerlioğlu hakkında paylaşımları gerekçe gösterilerek, dokunulmazlığının kaldırılması istendi.”
Bir uzamın yıkımı salt makinelere bağlı bir kavramsal değildir. Bunca bariz bir biçimde bir akla seza tahayyülle yola çıkılan yerde cüretle insanın haklarına karşıtlık ile de varlığı tescillenendir. Bir ülke var ediliyor, her şeyiyle çürümeye odaklı, her günüyle biraz daha karanlığa meyil eden. Bir saha var ediliyor, kesintisiz addedilmiş hangi fecaat dizgisi ve düzeneği varsa bunun yeniden imkansız değil her an yinelenebilir olduğunu bildiren yine yeniden aksettiren, buluşturan bir medyum güncelleniyor. Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun ol meramının, var ettiği insan hakları mücadelesinin sureti temsili ortadayken, yıllar yılıdır bu toprak parçasında asıl eksik konulanın her ne olduğunu bildirirken, bildirmeye devam ederken onu hedef kılmaktır yıkım meseli. Bir cüretle, hedef göstermelerin doğru ve uzamında bir yol yıkıma çıkartılmak istenendir. Gergerlioğlu gibi temsillerin insanlara hak mücadelesini hatırlatmalarının önü alınmak istenir. Demokrasi, eşitlik veya adaletin ta kendisinde yerinde sayan, hak gasplarında alt kümelere çoktan düşmüş bir sahanın her neye doğru yollandığı / yollanabileceği bugün belirginken hala inatla insanların söz hakları, eylem hakları, yaşam haklarını aralıksız çalmaya çalışmak, yok etmeye cüret etmek en büyük yıkımların temelindedir, anlıyor musunuz?
Mezopotamya Ajansı’na bağlanalım: “Mardin’in Dargeçit ilçesine bağlı kırsal Xelîla (Kılavuz) Mahallesi’nde 11 Ocak’ta yapılan ev baskınlarında “örgüte yardım etmek” iddiasıyla gözaltına alınan 22 kişiden 17’si, önceki gün jandarma komutanlığında alınan ifadelerinin ardından serbest bırakıldı. Halen gözaltında tutulan 74 yaşındaki Fahriye Ercan, Mustafa Aslan (45), Mehmet Nezir Duman (59), 67 yaşındaki Emine Gevcan ve 3 aylık hamile Rabia Arjin Gevcan Yiğit’in (23) ise, gözaltı süreleri 4 gün daha uzatıldı. Gözaltına alınanlar Dargeçit kırsalında yapılan “arama-tarama” faaliyetleri sırasında bulunduğu iddia edilen dijital materyallerde isimlerinin olması ile suçlanıyor.
Savcılık 5 ismin gözaltı süresini uzatma gerekçesini ise, “Şahıslar ile ilgili yapılacak çalışmalar, iltisaklı kurumlar ile koordine kurularak, adı geçen şüpheliler ile ilgili bilgi ve belgelerin temini, şüphelilerin iltisaklı olduğu diğer şahısların tespiti, şüpheli ifadelerinin alınabilmesi için tahkikat evraklarının ikmal edilmesi” olarak açıkladı.
İki kadının 5 gündür gözaltında tutulması, “Gözaltında oldukları sırada haklarında ihbarlar gelmeye devam ediyor” şeklinde savunuldu.
Gözaltında tutulan 74 yaşındaki Fahriye Ercan’ın çok sayıda kronik rahatsızlığı bulunuyor. 67 yaşındaki Emine Gevcan, Sulh Ceza Hakimliği’nde verdiği ifadesinde koronavirüs nedeniyle aylardır evinden çıkamadığını, gözaltında burnunun kanamaya başladığını ifade etti. Emine Gevcan’ın kızı Arjin Gevcan Yiğit ise, temiz su olmaması, hijyen malzemelerine ulaşamaması nedeniyle gözaltında düşük yapma riskiyle karşı karşıya kaldığını belirtti. Ancak tüm bunlara rağmen avukatların yapmış olduğu itirazlar ise Sulh Ceza Hakimliği tarafından reddedildi.
Annesi ve kız kardeşi gözaltında olan Hatice Gevcan, annesinin yaşlı ve hasta olduğu için gözaltında zor anlar yaşadığını, kardeşinin de hamileliği nedeniyle zorluklar yaşadığını belirtti. Annesinin hangi gerekçeyle gözaltında olduğunu anlamadıklarını belirten Gevcan, “Aylardır hastalık nedeniyle evinden dışarı çıkamayan bir kadını evinden alıp, günlerce nezarethanede tutmanın nasıl açıklanacağını bilemiyorum. Yaşlı ve hasta kadınlardan ne istiyorlar? Daha önce de kolluk kuvvetlerinin ev baskınlarına defalarca maruz kaldık. Her defasında hiç bir şey bulamayan devlet, gözaltındaki annem ve kardeşim için şu an şüphe ve iddiayla delil üretmeye çalışıyor. Normal şartlarda 67 yaşındaki annemi sokakta görseler ceza kesecek olan devlet, 5 gündür kendisini ve risk grubunda olan 2,5 aylık hamile olan kız kardeşim gözaltında tutuyor" diyerek tepki gösterdi.
Annesinin sağlık sorunlarının olduğunu ifade eden Gevcan, “Şimdi burnundan kan gelmeye başladığını söylemiş. Annemin başına bir şey gelse, kimden hesap soracağız. Evinde çocukları ile akşama kadar zaman geçiren bir kadın. 67 yaşındaki annem devlete ne yapmış olabilir? Yine kız kardeşim hamile ve ilk hamileliğini nezarethanede geçiriyor. Bebeğine bir zarar gelmesinden endişe ediyoruz. Bir an önce annemin de kız kardeşimin de serbest bırakılması gerekiyor” diye konuştu.
Tümden bariz / belirsiz ve muğlak bir yıkım hattı var ediliyor. İnsanların olağan hayatları yerle bir edilmeye çalışılıyor. Mardin’de iki kadına karşı yönelik gerçekleştirilen tavrın bir işkencenin ta kendisi olduğu gözlerden kaçırılmak isteniyor. Bunca bariz bir halde bir gizlilik içerisinde türetilen iddialarla hayatlar çepeçevre kuşatılıyor. Bütünüyle kadınlara yönelik şiddetin başat üretimi bizatihi devlet nezdinde var ediliyor. Bir ülkedeki hayatın hak gasplarıyla biçimlendirilmesi eksiksiz var ediliyor. Böylesi bir halde, bunca afaki bir biçimde kuşatılan, gözaltında tutulan insanların hayatları sorgulanmasın isteniyor. Böyle bir menzilde yaşamın her nasıl yerle yeksan olunabildiği sorulmasın isteniyor. Bu kadar afaki bir biçimde etle tırnak denilene muamele Bakur Kürdistan’ının dört bir yanında ve her bir gününde imal ediliyor. Bütünleşik ve doğrudan yıkım tezahürü artık oralardan bu taraflara / şu batı denilen menzilin her gününe taşınıyor. Bir ülke var ediliyor, yıkımı sahi ama sahiden yol bilen. Bir ülke biçimlendiriliyor, genel geçer değil doğrudan çürümeyle hemhal kılınan. Bir dolu şeyin yanında hak gasp ederek, yaşamı yerle bir ederek, limitleri zorlanmış bir sınırlandırma / kuşatma istencinin peşine düşerek eksiksiz bir yıkım sahnesi var ediliyor. Büyük biraderin gözeten / denetleyen / tetkik eden, soran, eden hep bir halde, biçimde susturan / yıldıran / acımayan halleriyle bir yıkım artık kalıcı kılınıyor. Bunun her neresidir yeni ülke! Burası hala Türkiye’dir lakin her yanı harap her günü yıkım her an bambaşka bir fecaate yolunu kestiren bir menzildir. Bunun her neresindedir yenilik. Yıkım bir sabit kılınmışken hayat her neresindedir, bu ülkenin, sahiden ama sahiden?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2021
Görsel İçin Zorunlu Kaynakça; Gazete Karınca
#yıkım#yıldırı#tahakküm etme#biçem#anlam#yorum#bakur kürdistan#gerçeklik#çürüten#hayat memat#şiddet#devlet102#çözümsüzlük#anlık#barışa ne oldu#sözcükler#insan hakları#ömer faruk gergerlioğlu#lice#kök karanlık#karanlık çağ#kırım#kıtal#tahakküm#geçmiş#eski ülke#refleks#yeni ülke#başka türkiye vardır#burası neresidir
0 notes
Quote
"Kayyum", “doğa talanı” ve "darbe" ifadelerine yasak
http://www.habersosyalist2.ml/2019/08/kayyum-doga-talan-ve-darbe-ifadelerine.html
0 notes