#burası neresidir
Explore tagged Tumblr posts
Text
DEVLET NASIL SOYULUR.
Resimdeki stad harika değil mi?
Peki, burası neresidir ve bu stadın yerinde önceden ne vardı dersiniz?
Burası Giresun, burada önceden SEKA Kağıt fabrikası vardı ve 6 bin insan ekmek yiyordu.
Şimdi 22 kişi top oynuyor ve on binlerce işsiz kişi de seyrediyor.
Buranın hazin de bir öyküsü var..
Devletin Giresun'daki SEKA fabrikası, değerinin 60.000.000₺ belirlenmesine rağmen 5.000.000 ₺'ye Milda'ya satılıyor. Milda; fabrikadaki makineleri 11.000.000 ₺'ye hurdacıya satıyor.
Fabrikanın arazisini 68.000.000 ₺'ye devlete geri satıyorlar.
Yıkılan fabrikanın yerine de stad ve TOKİ konutları yapılıyor.
Bu hadise Giresun'a özel değil, her şehirde buna benzer mide bulandırıcı en az bir hikaye var.
Alıntı
5 notes
·
View notes
Text
Evrim bir yere kadar kabul "Doğan görünümlü Şahin" misali... "Tesla görünümlü Şahin" dersen olmaz ama işte. tamam okumuş adam dedik ama cıvıtma. Tesla'yı da geçtik işi TIR olmaya götürenler var
Nasrettin Hocaya "Dünyanın merkezi neresidir?" diye sormuşlar hoca şöyle bir bakmış ve elindeki bastonu yere vurarak "işte burası" demiş. etrafındakiler "aman hocam nereden biliyorsun" diyince Hoca "inanmıyorsanız ölçün" demiş
şimdi bu Evrim Teorisini abartarak savunan komik adamlar da böyle... işin kolayını bulmuşlar. sözde bilimsel verilerle sallayıp duruyorlar. kendilerini bu hikayelerin ispatı için mükellef görmeyip seni aksini ispatlamaya davet ediyorlar
7 notes
·
View notes
Text
YOLSUZLUK DOSYASI : DEVLET NASIL SOYULUR ???.
DEVLET NASIL SOYULUR ???. Resimdeki stad harika değil mi? Peki, burası neresidir ve bu stadın yerinde önceden ne vardı dersiniz? Burası Giresun, burada önceden SEKA Kağıt fabrikası vardı ve 6 bin insan ekmek yiyordu. Şimdi 22 kişi top oynuyor ve on binlerce işsiz kişi de seyrediyor. Buranın hazin de bir öyküsü var.. Devletin Giresun’daki SEKA fabrikası, değerinin 60.000.000₺ belirlenmesine rağmen���
0 notes
Text
Öylece Dili
youtube
Hatırladığımdan daha da uzun bir süredir anlam vermeye çalıştığım kelimeler var. Dinlediğim, bilmediğim, anladığım, bulamadığım hatta sevdiğim her şeye gözlerimi kısarak bakıyorum. Belirsizlikten yorulduğumu söyleyerek, bunaldığım her ana şükrediyorum bunun için. Ne zaman içim taşsa, önümü göremediğim her şey çözüm buluyor zaten. Her halimden belli. Bilinmeyen, bulunmayan ya da başka birinden duyulan uzakta mıdır? Mesela zaman zaman ufuk çizgisinin ne demek olduğunu düşünürüm. Deniz kıyısından görüneni, biraz da rüzgarın yardımıyla betimlemeye çalışırım herkes gibi. Hayatın bir yerine oturmak, öyle sıcak meltemlerin de esmediği bir yer burası, yazdan kalma bir gün gibi rahat hissettirmiyor ki. Gözlerimi daha çok kıstığımda kimse daha yakınıma gelmiyor. Mesafeler anlam bulmuyor. Hiçbir şeyi olduğu gibi -öylece- kavrayamıyorum. Çünkü kendimle konuşurken sözümü hep en yakınlarım kesiyor. Yakınlarım. Bir insanın yakını neresidir?
Refleks mesela. Şimdilerde epey düşünüyorum bu kelimeyi de. İnsanlarla sohbet ederken kendimizle ilgili bir refleksi fark ettiğimiz anlar var. Kafamı sallıyorum, dudaklarımı ısırıyorum ben de. Oysa ben babamın öldüğünü üç sene sonra dün, bir başkasının ölümü nasıl kaldırdığını dinlerken anladım. Ölümü ne kadar da olağan -öylece-,sakin tepkiler vererek dinlediğime şaşırırken buldum kendimi.-Tepkisiztepkiler-. Bunca yıldır koşa koşa kaçtığım bu gerçek için kılımı kıpırdatmamıştım. Tepkisizliğimin bir refleksi olarak uzaklaşıyorum ben de insan gibi. Çünkü kendimle konuşamadığım her şeyi hep bir başkası bana anlatıyor.Başkası. Bir insan nerede başkadır?
Hatırladığımdan daha da uzun bir süredir gözümü dünyanın yeni bir gününe açıyorum. Her sabah günün ağardığını, perdenin açıklığını, insanların boğuk seslerini netleştiriyorum. Dinler, bilir, anlar ve bulur gibi. Çünkü böyle sevebiliyorum. Sözümü kesmeden, kendimi anlatarak. Yaşamın yönüne dönüp ufukta bir gün ışığı yakalıyorum. Nerede olduğumun da hiçbir önemi yok.
1 note
·
View note
Text
Tarih haritalarına bakarken dikkatimi çekti.
Abd'de ki bir eyaletin Türkiye de şehir adı olması bana ilginç geldi. Meğerse bizimde philadelpheia'mız varmış bizimde.
Neresidir burası aradım.
Meğerse Manisa Alaşehir.
0 notes
Text
Ev nedir ki? Ev neresidir? Şu anda “ev” diye geçen bir yerdeyim ama yani ev ne? Benim evim neresi? Nerde benim evim? Nerdesin diye sorulduğunda evdeyim diye cevap veririm ama gerçekten evdemiyim bilmiyorum ki. Burası benim evim mi? Ev böyle mi hissettirir? Ben kendimi yabancı hissediyorum. İnsan kendini evde yabancımı hisseder ki? Aklımda dolanan onca soru. 19 senedir ev diye geçen yerdeyim ama buranın benim evim olmadığına o kadar eminim ki. Artık evim olsun istiyorum. “Ben evdeyim” dediğimde gerçekten evimde olduğumu hissetmek istiyorum. Huzur, mutluluk istiyorum. Şahsen benim evim nerde?
2 notes
·
View notes
Text
Her kesin içinde acıyan bir yeri vardır,kimseye tam burası diyemezsin,:🍃
Ancak, Allah tam neresidir bilir,:
Hayırlı Cumalar:🍃
Rabbim acıyan yanlarımıza şifa olsun:🍃
86 notes
·
View notes
Text
Yıllar sonra yazma dürtüsü oluştu içimde. Son yazdığımdan beri hayatım çok değişti. Hiç tahmin etmediğim kapılar açtı rabbim, beni o kapılardan hayırla geçirdi. O hayrı bana takdir eden rabbimdi. Ben her ne kadar şükürsüz, her ne kadar aklım bir karış havada da olsa rabbim bana merhamet etti. Beni sevdirdi, beni korudu. Ey benim rabbim, ey bu karmaşık ve asla anlamadığımız/anlamayacağımız dünyanın sahibi. Senin katından gelecek her bir hayra muhtacım. Bana, aileme, kardeşlerime, ümmeti muhammede rahmetinle muamele eyle…
Eskiden yargılarım kesindi, burası başlangıç diyordum burası bitiş. Burası ak burası kara. Üzerine şüphe götürmeyecek kadar kesindi. Hayallerim ve ideallerim yoktu ya da romantikti. Bu iş benim mesleğim, rabbim beni bu yolda yürür kıldı, hastalar canını sana emanet ediyor bilincim dardı.
Şimdi herşeyi ve herkesi bir nedene oturtabiliyorum. O öyle yapmıştır çünkü binbeşyüzmilyon nedeni olabilir ve o nedenlerden birine hak verebilirim. Herkes bir şekilde haklı olabilir. Herkes bir yönüyle doğru bir yönüyle yanlış olabilir. Belki de en doğru soru şu; ne doğru ne yanlış? Kim akıllı kim deli?
Özgürlük, kadın beli, ibadet, ahlak, iman… neler oluyor. Sürekli bir kavga. Kim ne diyor neyin mücadelesi bu. Yaşamak, nefes almak, koşmak ve gülmek için sana muhtacız rabbim. Sen istemeseydin olmazdık. Sen istemeseydin dünya düzeni olmazdı. İçinde olduğumuz bu muazzam kainat her yönüyle keşfedilmek için bizi cezbederken aptal tartışmalarda işimiz ne?
Ev neresidir? Ev kimdir? Ev nedir?
Korkuyorum rabbim, yanlışlarla çevrili bir hayatın kahramını olmaktan. İnsanların adaleti korkutucu, bize rahmetin ve merhametinle muamele et..
4 notes
·
View notes
Photo
Necm Sûresi içerisinde efendimizin (aleyhisselatü vesselam) Cebrail’i, diğer bir kere gördüğü yerden bahsediliyor. Burası neresidir? mealhatmi #mealilekal #quran #kuranıkerim #ayet #hadis #dua #surah #ayat #islam #muslim #müslüman #öğüt #ferahlık #fatihasuresi #şurasuresi #fetihsuresi #inşirahsuresi #bakarasuresi #aliimransuresi #israsuresi #kehfsuresi #hucuratsuresi #nemlsuresi #maidesuresi #müddessirsuresi #rahmansuresi #necmsuresi #arafsuresi #yasinsuresi https://www.instagram.com/p/CM9YduXjXLl/?igshid=1d3sohjmhqwhx
#mealilekal#quran#kuranıkerim#ayet#hadis#dua#surah#ayat#islam#muslim#müslüman#öğüt#ferahlık#fatihasuresi#şurasuresi#fetihsuresi#inşirahsuresi#bakarasuresi#aliimransuresi#israsuresi#kehfsuresi#hucuratsuresi#nemlsuresi#maidesuresi#müddessirsuresi#rahmansuresi#necmsuresi#arafsuresi#yasinsuresi
6 notes
·
View notes
Text
Bugün 2 Muharrem
İmam Hüseyin (a) atını yavaşlattı ve sordu;
-Burası neresidir?
Dediler ki; “ Kerbela”
Buyurdu ki; “ İnnalillahi ve inna ileyhi raciun”(Allah’tan geldik ve Tekrar Allah’a döneceğiz “
4 notes
·
View notes
Text
İçinize atmayın. Söyleyeceğinizi söylemek istediğinize söyleyin, bir durum sizi üzüyorsa üzülün, sizi heyecanlandıran bir şey için durmayın heyecanlanın, kalbiniz kırıldığında belli edin, ağlayacaksanız nasıl ağlayacağınız önemli değil ağlayın, birini kaybetmemek için gururunuzu bırakın ya da sizi engelleyen o durumu bırakın ve çabalayın, zorluk çektiğiniz zaman bunu paylaşın, sorununuz varsa tek başınıza çözmeyin, sizi anlamayanlara karşı susmayın kendinizi anlatın, sınırlarınızdan sırf başkası için ödün vermeyin, öfkenizi içinizde biriktirmeyin, birinin size yanlış yaptığını düşünüyorsanız karşı tarafla konuşun, sevdiklerinize sevginizi belli edin, haksızlığa uğradığınızda hakkınızı isteyin... Daha sayabileceğim çok fazla göğüs kafesinde sıkışan eylem var, düşünebildiğinizi düşünün ve içinizde tutmayın. Bir balon kapasitesinden fazla şişerse patladığı zaman yanındakine içindeki tüm gücü atar öyle ki o da acıdan başka bir şey vermez. Tabi biz insanoğlu olarak balon denen nesneden daha farklı olabiliriz ama bir çöp kovası da değiliz, içimizdeki tufanı belli etmediğimiz sürece kokutmayız. İşte o zaman ne sağlıklı bir beden kalır ne de sağlıklı bir ruh. Yaptığımız hiçbir şey tat vermez, artık depresyondan bilerek çıkmak istemeyiz. Anılarımızın önemi kalmaz, çakılı kaldığımız yer neresidir onu bile bilmeyiz çünkü dağınık bir evde asla aradığını bulamazsın. Esen rüzgarı tenimizde hissedemeyiz, yağan yağmur ıslatmaz bile, yara aldığımız tüm düşüşleri fark etmeyiz, gözlerimiz açıkken bilincimizin kapalı olduğunu bile anlamayız. Eğer içinize atarsanız hiçbir şeyin tadı kalmaz ve boğazınızda bir yumruyla gezersiniz. Bırakın ve insan olun duygularınızı hislerinizi yaşayın. İçinize atmayın ve söyleyin,yapın, isteyin ya da istemeyin, paylaşın ya da paylaşmayın, nefret edin ya da sevin, bu sunulan tüm tercihleri askıya asmayın. Kalan yarım ömrünüzü kaybolurum korkusuyla yerinizde sayarak tüketmeyin, bir kere kaybolan tecrübe edinir ve ikinci kere çıktığı yolda aynı hataları yapmaz. Hata yapacağım diye korkmayın çünkü burası tüm yanlışların tekrar yaşandığı bir yer ve burada içine atan dağ olur kendine çakılır.
5 notes
·
View notes
Text
Arayışlar varış noktasını doğurur. Yoksa insanın içine nedensizce dolmaz ki gitmesi gereken yer. Hedefler, istekler, arzular, ihtiyaçlar olur. İnsanı bir oraya bir buraya çeker. İstediğimiz şeye ulaşmak için en uygun yeri ararız. Bazen bir kişide, bazen bir mekanda, bazen bir şekilde ya da ülkede. Sürekli arayış halidir insana o gezme ihtiyacını veren. Sürekli daha fazlasına yönelik bitmek bilmeyen ihtiyaçtır. Arayışı olmayan insan çıkmaz ki bulunduğu yerden. Beyin tembeldir, zorlamaz kendini, daha iyi bir seçeneği, daha büyük bir arzusu olduğunu düşünmüyorsa. Ancak gidilecek yer kalınan yerden daha iyiyse emek harcamaya ve bedenin kaynaklarını kullanmaya gerek duyulabilir. Orada daha iyi yiyecek, daha iyi imkan, daha temiz hava, daha huzurlu/istenilen biri ya da bir mekan varsa beyin kendini de bedeni de zorlar. Nereye gideceğine karar vermek arayış sürecinin de gitmeye karar vermekten sonraki en önemli kısmı olur. Evet burası insana yetmiyordur, yetecek daha iyi yerler vardır ama neresidir? Beyin taramayı yapar, kendince nedenler ve bilgiler içinden bir yere odaklanır ve orası hedef noktası olur. Gidilecek yer. Varış noktası. Bulunduğu noktadan daha iyi - veyahut bazı şartlar için daha gerekli - bir nokta. Ve işte insan yollara böyle düşer. Eğer siz de yola düştüyseniz ve parçaları birleştirebilirseniz şirinler köyüne ulaşabilirsiniz.
Bir şarkı bırakın bari.
Hep aynı şarkıları dinlemekten yoruldum şirinler.
12 notes
·
View notes
Text
Dünyanın kalbi nerede atar ? Sana yazarken bunu düşündüm geçenlerde. Dünyanın ortası neresidir sorusu pek kurcalamazdı kafamı. Hoca nasreddin gibi ayağımı yere vurup "Dünyanın tam ortası burası!" desem, kim ne diyebilir hem ? Belki birkaç coğrafyacı ile aramız limoni olur ama ne önemi var ? Sen bana tam şimdi, dünyanın kalbi nerede atar onu söyle. Beni şaşırtmayı sevdiğini biliyorum, hatta şöyle gözlerimi kapatıp iyice hayal ettiğimde gülümseyerek "dünyanın bir kalbi olduğunu da nereden çıkardın" dediğini işitebiliyorum. Fakat biliyorsun ki bu dünyanın en kötü, en merhametsiz adamının bile bir kalbi var ve atıyor. Hem de hiç utanmadan, dakikada 60'dan fazla kez. O yüzden soruma bir cevap arıyorum. Dünyanın kalbi nerede atar ? Eğer kendi kalbimin sesi ile karıştırmıyorsam dünyanın kalbi seni gördüğüm o ilk cumartesi, o en güzel mevsimde atıyordu. Ya da biz durakta otobüs beklerken, istanbula bu defa kar yağar mı yağmaz mı diye iddialaştığımız yerde. Ya da bana utana sıkıla hayatında satın aldığın ilk çiçek olduğunu söyleyip elime bir demet tutuşturduğun sokak arasında atıyordu. Bilmiyorum, belki tam şuan dinlediğim hasret türküsünün nakaratında atıyordur. Belki hayata ama en çok evlatlarına mahcup bir babanın düğümlenen boğazında, belki bir kez annelik yapamadığı çocuğunun yüzüne bakamayan kadının vicdanında atıyordur. Belki her kar tanesini bir meleğin indirdiğini öğrenince her kar yağdığında meleklere dokunmuş gibi mutlu olan bir çocuğun masumiyetinde atıyordur. Belki de koca ömründe Allah için hiçbir şey yapamadığını ansızın fark eden mü'min bir adamın ilk teheccüdünde atıyordur. Belki gönül eşini kaybeden yaşlı bir amcanın mezarlıkta attığı o ilk toprakta atıyordur. Ya da sen öylece yanımdayken, sana uzanamayan avuçlarımda atıyordur. Dünyanın kalbi nerede ya da dakikada kaç defa atar bunu bilmiyorum fakat senin gittiğin ve benim artık en sevmediğim mevsimde atmadığını ve hatta durduğunu biliyorum. O yüzden bana dünyanın bir kalbi olduğunu da nereden çıkarttın deme. Kendi kalbini ellerinin arasına aldığın zaman, en sevdiğin şarkının nakaratında, gecenin ilk yarısında, eve dönerken yürümeyi en sevdiğin yolda dur ve duymaya çalış. Dünyanın kalbi nerede atar ?
45 notes
·
View notes
Text
Halife Harun Reşid, bir gün Behlül Dânâ hazretleriyle görüşmek, hikmetli sözlerini duymak istedi. Adamlarına onu bulup getirmelerini söyledi. Gidenler onu mezarlıkta uyur halde buldular. Uyandırdıklarında, (Siz ne yaptınız! Beni padişahlık makamından indirdiniz. Şimdi ben ne yapacağım?) dedi. Görevliler gidip bu sözleri bildirince, Halife buna bir mânâ veremedi, huzuruna geldiğinde sordu:
− Ey Behlül! Bu ne iş? Sen hangi padişahlıktan indirildin? − Rüyada ne güzel padişahtım. Saraylarım, ordularım vardı. Saltanat ve ihtişam içindeydim, lakin senin adamların beni uyandırdı ve tahtımdan oldum ben. − İyi ama Behlül, rüyadaki padişahlığa itibar olur mu? Bak, gözünü açınca her şeyin bittiğini gördün. − Benim padişahlığım gözümü açınca bitti, seninki gözünü kapatınca bitecek. Aradaki fark ne? Üstelik, ben gözlerimi açınca hayat buldum. Sen gözlerini kapatınca, saltanatından olacaksın ve pişmanlığın başlayacak, sorgu suale çekileceksin. O halde söyler misin, hangimizin hükümdarlığına itibar edilir?
Harun Reşid söyleyecek söz bulamadı.
....
Dünyanın bir hayal, bir rüya olduğunda şüphe yoktur, çünkü Peygamber efendimiz bir hadis-i şeriflerinde, "İnsanlar uykudadır, öldükleri zaman uyanırlar" buyuruyor.
İnsan rüyada çok zengin olabilir, yüksek mevki makam sahibi olabilir, çok işler yapabilir, ama uyanınca hepsi biter. Uyanınca, "benim şu kadar malım, şöyle mevki ve makamım vardı" demesinin ne kıymeti olur? Bunun gibi, insanlar da ölünce, malı mülkü, serveti, evladı, hanımı, hepsi dünyada kalır. İnsanlar ölüp de yeniden uyandıklarında, "biz nereye geldik, burası neresidir? Bizim mallarımız, mevki makamlarımız vardı, eş dostlarımız vardı, nerde bunlar?" deseler de, hiç kıymeti olmayacak.
#kıssadan hisse#aradaki fark ne?#dünya#ahiret#fani dünya#fani insan#dünyalıklar#gelip geçici#göz yumulunca sona erecek#ölüm en güzel nasihattır#sohbet#yönünüzü ahirete çevirin
14 notes
·
View notes
Text
Uzlaşmıyoruz... Anlaşmıyoruz... Hikayemizi Geri İstiyoruz.
Kararsız ve belirsiz, her yeri kördüğüm, her günü karanlığın rehini kılınmış, bir hikayenin değil tam da hakikatin var edildiği bir hayat tecrübesinin satırları kalıyor geriye. Bir halin, kurgu diye bildirilenin değil binlerce hakikatin birbirlerinden bir biçimde kopartıldığı bir deney sahasından bildiriyoruz. Hakikat hep eksikli, bir türlü sıradandan yana değil yahut da öyleymiş gibi görünüyor. Behemehal bir dün var ediliyor. İleriye hep ileriye, durmak yok yola devam, hedef şu, hedef bu diye dört dönüşürken aslında bir düne demirleme hali ve gayreti güncelleniyor.
Akrep, yelkovan daim ilerisini bildirirken bizde bu bahis zaruri bir geriye gitmeye tekabül ettiriliyor. Devletlinin teamülü iş bu zaman akışının öncesinde olduğu gibi şimdisini de ne yapıp edip zehirlemeye devam ediyor. Bütünlüklü bir hazan, siyasetin gereğiymiş gibisine pazarlanıyor. Yıkım, yok etme ve rehinelik mütemadiyen bu döngünün başat eylemleri kılınıyor. Bunlar eliyle zaman mefhumu, bir “şimdi” çürütülüyor. Böylesi bir toplam ile günler geçiriliyor.
Basit olanın zora koşulduğu yerde, sıradanın gündelik derdi, müştereklerimizin çerçevesi günbegün daraltılıyor. Hayat şimdi muktedirin oyun sahasına bir biçimde dönüştürülüyor. Tek renkliliğin, birörnek tahayyüllerin ve hiç aralıksız hemen her anlamda bağnazlığın iş bu sahada yüceltildiği zaman aralığında gerilemek sıradana reva görülüyor. Hayat nedir, ne hallere koyulmaktadır bu bahisler hiç sorgulanmasın denilerek güncellik dönüştürülüp, karanlığa demirliyor ülke!
Yaşatma pratikleri aralıksız olarak linç edilirken, yerine ikame olunan o biçimsizlik, bariz bir dünyaları başa yıkma hali yaşam diye pazarlanıyor. Cerahatin keskinliği, var edilenin tüm o kötülüğü hiçbir kelama sığmıyor. Cerahatin kökündeki kötülükten bir ülke yaratımı süreğen kılınıyor. İsmi, cismi yeni ülke diye sunulan şey bir ömür törpüsünden ötesi artık olmuyor, oldurulamıyor. Yenilendiği zikredilen sahnenin bir gerileme halini güncellemesi bir yerden, kötülüğü gündelik bir tavır kılınması öte yandan, cürümlere boğdurularak tüm o sıradan mahpus kılınarak mı yeni var edilir? Yeni ülke sahiden de her nedir?
Kesintisiz bir uçurum hali vaat değil hakikat kılınan mefhum olarak çürüme sabit olunur, yeniden yeniden yapılandırılırken nedir ki yeni ülke? Yenilendiği söylene gelen mesele dünün şimdiye taşınmasıdır. Bu kadar yakıcı bir o kadar eksiltici, bariz bir dışlayıcı ve ötekileştirici tavır mütemadiyen güncellene gelendir. Yenilik lafın gelişi bir tahayyülün ta kendisi olarak var edilirken bir türlü eskimeyen devletli mekanizması her gün yeniden ve bir biçimde tazelenir. Devletli şimdiyi o dün gibi kılmak, dünden var edilmiş kötülüğü iş bu ana taşımak, yok edici ve suskunluğa rehin düzlemi var etmek için çabalanmaktadır. Bu bahislerden bir yeni türetmekse artık hazindir. Böylesi bir mefhumdan nasıl bir yeni ülke var edilmektedir bunu görmek bile dehşet kelimesinin karşılığına denk düşmektedir.
Gündelik bir mesele indirgenen, seçim bahsinde hiçleştirilen, önemsizdir diye yaftalanan yaşama istencidir. Dün, bugün ve yarın benzeş kılınırken sahiden neresidir bu hallerden ırak diye anılan yeni? İlanlar, şatafatlı toplantılar, açılış seremonileri, kesintisiz kılınmış nutuklar, hiç bitmeyen anlatımlar, biteviye sıradanın hedef alındığı nice biyopolitik olan tezahür. Cerahat ama her defasında çok daha ağır yaraları var etmenin cüreti, kötülük, daha da fazla kötülük ve benmerkezci bir istencin hezeyanı hiddet. Bu bahislerin toplamı olan bir yerin her yönü, her günü yeni kılınsa ne yazacaktır sahiden? Ülke olma istencinin eski ya da yeni olması değildir meselemiz. Yaşatma gailesine bile bunca bariz ket vurulup durulurken bunların göz ardı edilmesine dairdir isyanımız, meramımız.
Bir mübalağa değil, ismi yeni olarak anılanda yaşam her nasıl eskinin / eskimiş olanın bariz bir benzeşi kılınıyor budur dert, tasa ve mesel. Devletlinin güncel kıldığı ülke halleri her nasıl kötülükten türetilmektedir bunlar barizdir. Yaşadıklarımız, yaşatıldıklarımız tüm o mesele kanıttır. Bir hikaye gibi gösterilip, anılıp geçilenler hepimizin hayatlarının biçim ve dönüm ve eksiltme hallerinin yekununu göstere gelmektedir. Burası bu kadarlık bir yer bir o kadarlık menzildir. Melodram seslenişi değil, hayatlarımızın acılı arabesk hakikatine demirlemiş olmasının yansısıdır mesele. Hikayeler filmlerde, şarkılarda tatlılıkla bağlanıp sonuca ulaştırılırken, bizlerin yaşadıklarında durum fecaatin bir başka yüzeyidir. Cennetin bir parçası diye anılan yerin cehennemin suretlerinden birine dönüştürülmesindeki halleri, alelaceleciktir mesele.
Hikaye değil hakikat ulu ortadadır. Bir hikaye değil hakikat birörnek günleri yaşamaya devam ederken her an dehşetin başkaca bir yüzüyle buluşmaktır. Takat kesen, aklı lal kılan, düşünceyi eksilten bir toplamdır var edilen. Çürümenin güncelliğinde her ne var edilmektedir o bahis açığa çıkmaktadır. Bay E ve şürekasının, AKP ve MHP koalisyonu olarak çıkagelen tahayyülün cüretle savunduğu, hep birlikte ülkeyi savurduğu menzil bir kez daha karanlığın sahnesidir.
Muasır medeniyet sözleri savrulup durulurken olmakta olanın iç çürütücü halidir varlığı kesintisiz kılınan. Bir iktidar mefhumu için toptan topyekun bir menzilin geriye hiçbir zaman dönülemeyecek kadar çürütülmesidir mesele. Hepimizi taşımaya çalıştıkları saha, yer karanlığın menzildir ve bu bir hikaye değildir. Hakikat hepimizi eksikli koyanların var ettiği bir halin ta kendisine mahkumiyetimizdir. Üçüncü havalimanı işçileri bir direniş sergilemişlerdir. Bu mefhum salt kendileri için değil kölelik düzeninin her yana taşınması haline karşı çıkabilme halidir. O inşaatta çalışan işçilerden birisi Evrensel Gazetesi’nden Vedat Yalvaç’a konuşur.
“Çalıştığım eski firmadaki formeni arayıp iş aradığımı söyledim. Aradı gittim. O gün de eylem oldu” diyen işçi sonrasında yaşadıklarını şu şekilde anlattı: “Bu sıkıntıları ben de yaşadım, düzeltilmesini istiyordum. Greve katıldım ben de öğleden sonra. Akşama kadar birlikte hareket ettik işçilerle. Orada öyle bir atmosfer var ki; biri bir şey yapsa, herkes yapacak. Çünkü iç içesiniz. Hele ki işe gidiş saatlerinde hemen hemen bütün işçiler, aynı saatte birbirlerine bakıyorlar. Biri bir şeyler yapsa, yüzlerce kişi hak verse ne olur, büyük bir kalabalık olur. Kendiliğinden bir kişi sıkıntısını dile getirmiştir, yolu kapatmıştır, onu gören onlarca, yüzlerce kişi destek vermiştir, yüzlerce kişiyi gören binlerce kişi de o yüzlerce kişiye destek vermiştir. Ben de oraya geliyordum, yolda öğrendim grev olduğunu. Gelmişken destek olayım dedim. Sonuçta kötü bir şey yapmıyoruz. Sadece düzgün ve verimli çalışmak için bize verilen hakların yerine getirilmesini istiyoruz. Bunları çok gördüler işçilere. İlk başlarda ‘Siz işinizin başına gidin biz yapacağız’ diye geçiştirmeye başladılar. Kabul edilmedi. İGA bu talepleri karşılayabilecek durumda. Türkiye’nin koskoca 5 şirketi. Basit şirketler değil. Ama onlar da bugün bunları kabul edersek yarın başka şeyler de talep edecekler, başka yerlerdeki inşaatlarımıza da yansıyacak kaygısıyla hep geçiştirdiler. Bir de hükümetin kolluk kuvvetlerini arkalarına aldılar. O şekilde bizi bastırdılar, sindirdiler.”
“Jandarmanın gece 03:00’te koğuşa geldiğini, kapıları şiddetli bir şekilde çaldığını belirten işçi, “Tutuklanacağımızı hiç beklemiyorduk. Benim yaptığım hiçbir şey yok. Sadece yürüyüşe katıldım. Üzerimde ne varsa alıp gözaltına aldılar. Neden olduğunu soruyorum, konuşmama dahi izin vermiyorlar. Kamp amirliğine götürdüler. Geleni geçeni dövüyorlardı. Ben de şiddetli bir şekilde dayak yedim. Mesela birini gösterip kim olduğunu soruyor. ‘Bilmiyorum, tanımıyorum’ dediğin an ‘Beraber eylem yapıyorsunuz, nasıl tanımıyorsunuz’ deyip tekme tokat vuruyorlardı. Boynunu sıkıyorlar, karnına vuruyorlar, tekmeliyorlar. Sancılı bir süreç yaşadık gözaltında” dedi.”
“Daha sonra Arnavutköy Karakoluna götürüldüklerini aktaran işçi şöyle devam etti: “Oradan hastaneye gittik. Darp raporu aldık sözde. Kelepçeler çok sıkıydı, ellerimiz morardı. Ama doktora gösteriyoruz, kelepçeyi dahi açtırmadı. Kelepçeyi çıkartır diyorum, gerek yok diyor. 5 metre karelik alanda 20 kişi kalıyorduk. Ne yatabiliyorduk, ne uzanabiliyorduk, ne de oturabiliyorduk. Yani üst üsteydik. İki koğuş vardı, ikisinde de aynı durum vardı. Hayvanları ahıra soktuğunda bile o muameleyi yapmazsın yani. 1 buçuk gün orada kaldık. Daha sonra Sarıyer’e götürüldük. Bir gece de orada kaldıktan sonra mahkemeye çıkarıldık. 12 saat boyunca kelepçeli kaldık. Yemeğimizi, suyumuzu içemiyorduk. Mahkemede de sanki yukarıdan gelen bir karar vardı. Hiçbir sorgu sual yok. ‘Anlat, otur’ sadece. Hiçbir şey sormadı. Direkt cezaevine gönderdiler. Cezaevi sürecinde de herkes yıkıldı. Kendime üzülemedim. Kendini demir parmaklıklara vuran mı, duvara vuran mı, jandarmaya saldıran mı dersin... Sanki her şeyini kaybetmiş durumdaydı insanlar. Her şeyin elinden gidiyor, her şeyden önemlisi özgürlüğün elinden gidiyor. Daha önce böyle bir şey yaşamamıştım. Benim hiç alakam yok eylemle, grevle, siyasetle. İnsanların o tepkileri vermesi zaten ilk defa olduğunu gösteriyor.”
“Askerlik denildiği zaman akan sular dururdu bizim aile için” diyen işçi, bu süre zarfında kendisinin ve ailesinin tüm algısının değiştiğini şu sözlerle anlatıyor: “Bizim için askerlik kutsaldı o zamana kadar. Şimdi bakıyorsun, asker diyorsun, vatan millet diyorsun ama bu zulmü bize yapan bu asker, başımızdakiler. Bir şey yaptım suç işledim desem, eyvallah, gam yemeyeceğim. Başımı eğerim, devlet baba, bizim asker derim. Yine saygı ve sevgimi gösteririm. Ama ortada bir suç yok, bir hata yok. Şok yaşıyorsun. Hiç beklemiyordum ben askerlerden böyle bir şey. Ama şunu öğrendim, asker ve polis bütün dünyada sermayenin arkasında. Sermayenin kolluk kuvveti, milletin değil. Maaşlarını bizim vergilerimizle alıyorlar ama bizim için orada değiller. AK Parti konusunda da ailemin algısı değişti. 5-6 sene öncesine kadar anne baba, ablalarım hep AKP yanlısıydı. Baskılar artıkça yavaş yavaş neyin ne olduğunu anlamaya başladılar. Sonra onlar da muhalif olmaya başladılar. Son 5 yıldır AK Parti’ye tahammülleri yok. Zaten bu olaydan sonra hepten, sadece AK Parti değil, jandarma, polis, hükümet, devlet... Tüm algı değişti.”
Hayatın olduğu gibi her defasında çok daha fecisine bir biçimde ulaştırılan, yeniden ve yılmadan devlet eliyle dönüştürülen bir mesel kılınmasının meramını paylaşır inşaatta çalışmış olan işçi. Burada anlatılanların yanında daha geçtiğimiz hafta içerisinde işçiler alacakları için eyleme geçerler yeniden o bir yanı açılmış her yanı karman çorman yerde, bir işçi mezarlığı halini barındıran dünyaca meşum havalimanı sathında. Her şeyin hemen her şekilde birbirine çarptırıldığı bir uzamda hayat istenci delik deşik, eksik gedik koyula gelmektedir.
Mamafih yaralar hep açıkta, her gün bir el daha yükseltilmiş bir devletli politikasına rehin kılınandır. Karanlığın güncelliği bariz olanın bir hikaye değil hayat tecrübesinin ta kendisi olduğunu işaretlemektedir. Devletin sıradana olan bakışı açığa çıkandır. Kayıt altına alma çabasına düştü��ümüz şey bunca vahameti barındıran yerin bir ülke olarak duyurulmasıdır. Kesintisiz cerahat, hiç bitmeyen bir biyopolitik taarruz ve hiç duraksamadan devamlılığı sağlama alınan itibarsızlaştırma, sindirme ve yoksunlaştırma politikaları ile o yeni denilen dünün / geçmişin ta kendisini güncelleyendir artık. Geçip gittiği zikredilenin varlığıdır iş bu sahada sorun.
Bugün bir ülke tahayyülünün her nasıl boşa düşürüldüğü ajanslara düşen haberlerden de barizdir. Ana akımın değil özgür basının duyurabildiği her bahis o ülke şablonunda her nasıl bir ülkenin imal olunduğunu anlatmaktadır. Yaraların mütemadiyen güncellendiği bir yerde o düne demirlemiş yer artık sabit / sabık kılınmaktadır. Cerahat ise hemen her yerdedir. Yıkımı genel geçer değil daimi bir istikamet kılınması göreceli değildir afakiliği sağlanandır.
Foucault’nun toplumsal devinimin en üst perdeden devletli kurgusunun her neye yol ya da mahal verdiğini bildirdiği yazını bugünün ülkesini de açıkça ifşa eder. Görünenlerin ve bilinenlerin bir de sanılanların var ettiği cürüm ekseni bu anlatılanlar tüm o yıldırıdan hala medet uman devletlinin istencini bildirmektedir. Ekranlarda sunulanlarla özgür medya kanallarından duyurulanlar arasındaki derin uçurum afakiyken hal nedir, yol her nereyedir. Bu menzili hakikati sahiden de ne zaman başlayacaktır! Hakikat hepten eksikli bir mesele mahkum edilirken, gerçekleri duyurabiliyor musunuz? Hakikat bütün bu kara düzenin var ettiği yıkım halinin belgelenmesidir. Hakikat artık gizli örtük yıkım hamlesini var eden devlete rağmen hayatta kalma mücadelesidir.
Kızıl Bayrak’tan aktaralım: “İstanbul Hadımköy sanayi bölgesinde yer alan Pamir Gıda / Haribo Şekerleme fabrikasında 3 yılı aşkın bir süredir çalışan 40 yaşındaki Veli Erdoğdu isimli işçi, fabrikadaki tarikatların kendisini camiye gitmeye zorlamasını kabul etmediği için Alevilere yönelik hakaretle karşılaştı. Buna tepki gösteren işçi tazminatsız olarak işten atıldı.”
“Esenyurt’ta ikamet eden işçi, yaptığı yazılı açıklamada; çalıştığı süre boyunca hiçbir uyarı, tutanak almadığını belirterek yaşadığı bu olaya kadar fabrikada özel bir sorun yaşamadığını söyledi.
Bölgedeki birçok fabrikada olduğu gibi Haribo’da da cemaat örgütlenmesinin mevcut olduğunu söyleyen işçi yaşadığı olayı şu şekilde anlattı: “Bu cemaate mensup birçok işçi tarafından Alevi olmam bilinmesine rağmen sürekli cemaat sohbetlerine çağrılıyordum. Ben bu işlerle işim olmadığını söyledim her seferinde. Son defa, Ocak ayının ortasında yine bir cemaat üyesi işçi tarafından Camiye sohbete çağrıldım. Aynı cevabı verdim. Bunun üzerine bana ‘Cem evine gidiyorsun ama’ dedi. Ben de ‘ben özgür bir insanım istediğim yere giderim’ dedim. Sonrasında o işçi bana ‘siz Cem evinde mum söndü oynuyorsunuz’ dedi. Ben de bu laf üzerine öfkelenerek onu itekledim, tepki gösterdim. ‘Seni idareye söyleyeceğim’ dedim. Ama o benden önce davranıp vardiya amirlerine şikâyet etmiş. Şikâyetinde ‘Camiye küfretti, bana vurdu, buraya dayak yemeye mi geldim’ demiş. Bunun üzerine vardiya amiri-bölüm şefi beni çağırdı, olayın nasıl yaşandığını sordu, ben de tüm yaşananları anlattım. Bana neden vurdun dediler. Vurmadığımı söylememe rağmen beni hatalı gösterdiler. Beni dinlemediler bile. Onların da mezhepçilik yaptığını düşünüyorum. Yoksa beni dinlerlerdi. Olaydan 3 gün sonra gece vardiyası girişinde beni fabrikaya almadılar. Çıkışımın verildiğini söylediler. Üstelik servise binmeme bile izin vermediler.”
Erdoğdu, üstelik iş yasasının 25/2 maddesi gerekçe gösterilerek işten atıldığı için 3 yıllık tazminat hakkının da gasp edildiğini belirterek bu durum karşısında fabrikada yetkili olan Tek Gıda-İş Sendikası’na gittiğini aktardı. Ancak sendikanın kendisine, “İşyeri yönetimi kararını vermiş, bizim yapabileceğimiz bir şey yok” diyerek ilgilenmediklerini, sendika genel merkezinin ise kendisini telefonda oyalayarak görüşmediğini anlattı.
Yaşadığı ayrımcılığa tepki gösteren işçi, “Emeğin Alevisi - Sünnisi olmaz” diyerek son olarak şunları söyledi: “Ben bu güne kadar her zaman alın terime, hakkıma sahip çıktım. Bir haksızlığa uğradığımda sessiz kalmadım. Bu işin peşini de bırakmayacağım. Uğradığım haksızlığa karşı sonuna kadar, gide bildiğim yere kadar gideceğim. Bu yazıyı yazmamdaki amaç yaşadığımı sizlerle paylaşmak ve her kesin haksızlıklara karşı çıkmasına bir vesile olmak. Herkes haksızlıklara ses çıkarırsa haksızlıklar ancak o zaman ortadan kalkar.”
Hakikat eğilip bükülen zaman diliminde ayakta kalabilme istencinin ta kendisidir. Birbiri ardına çıkagelen nice cerahat dolu hamlenin, şu yukarıdaki iki örnekte olduğu gibi ülkeyi muktedirin taşıdığı karanlığı bilmek bile başlı başına hakikati imler. Çözümlemeler ardılı sıra türetilirken, devletli, hiddetiyle yaşamı yağmalamaktadır. Ne için, ne hakla, hangi ulvi neden öne sürülerek hayatlarımız, hikayelerimiz çalınmaktadır buna bir yanıt henüz yoktur. Geleceği örselenmiş, şimdisi ağır bir cendereye rehin kılınmış yerde sahiden de görüyor, soruyor ve anlıyor musunuz? Uzlaşmıyoruz bu karanlık cenahla nedenini şimdi duyuyor musunuz? Bir cerahat gibi hayat kuşatılırken, daha ne kalmıştır ki kaybedecek hiç bunu düşünüyor musunuz? Uzlaşmıyoruz... anlaşmıyoruz... hikayemizi geri istiyoruz.
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2019
Görseller: Human Monologue – Olga SABKO v/ Behance
#mücadele#yaşama uğraşı#emek gaspı#üçüncü havalimanı#fabrika#işçiler#söz hakkı#türkiye meseli#başka türkiye var#yıldırı#biyopolitika#cerahat#kuşatma#hayat hakkı#nisyan#yorum#devlet102#deneysel#hakikat meseli
3 notes
·
View notes