#hayatiyet
Explore tagged Tumblr posts
Text
İşaretleme
Bir işarete bakıyor her şey. Her durumda düzenin, bu çetrefilli olmayacak kadar alenen o var edilmiş karanlığı ele almış olagelen düzenin var ettiği her açmazdan çıkışı bu işaretin ta kendisi belirliyor. Baş efendi ve tüm bileşenleri hep birlikte yıkımın, kokuşmanın aleni var edildiği bir zeminden cerahati önceleyip bir yarın pratiğini var etmeye çalışıyor. Artık her işaretleme bir cürm�� bildiriyor. Her cürüm iktidarın ayakta kalmak için var ettiği tüm eylemlerinin geleceğini. Doğrudan hemen her eylem sıradanın hayatına kastı önceler. Hiç genel geçer değil doğrudan yalın bir dönüşümü o mutlak gücü muhafaza etme gayretinin yekununda işaretleme halleri bir ülkeyi değil bir çukuru bildiriyor. Bir tahakküm veçhesi üstünden bir o yana bir bu yana sallanmaya devam ediyor bu çukur. Bugün belirgin bir hal dahilinde halkın yaşamsal idesinin üstünün çizilip durulduğu bir zemin var ediliyor. Şükret, sebat et, sabret üçlüsünü her durumda kullanışlı addeden bir akılla yaşamın derdest olunmasına devam olunuyor. Tümüyle pejmürdelik bir hal istikamet addediliyor. Biyopolitik bir tahakküm normatif, müşterek insanlık haklarının yıkımının olağan vakayı adiyelik bir mesel kılınmasına devam olunuyor. Cerahatin, cürmün, can yakmaların yeri, menzili o işaretlemelerle birlikte gerçek kılınıyor, ne eksik ne fazla. Bir işaretleme bahsini zincirleme bir yok etme sarmalını yeni ülke nam zindanı şekillendirir muktedir.
Yirmi üçüncü yılındaki bir siyasi çatının var ettiği eşiğin / oluşturduğu yeni ülkenin halini keskin bir yıkıcılık ile var etmesidir mesele. Düzen sahibi olagelen temsilleri, medyasıyla, sokağıyla kuşatan, elini güçlendiren, sırtını pekleştiren, yağmadan payını alanların birlikte hamisi olagelen bir yapının suna geldiği her şey o cürmü bildirir. Bildirmekten ötede aleni bir halde alaya alınan sıradanın hayattaki haklarının toptan çürütülmesi bir işarete bakıyor artık. Topyekun dönüşümü enflasyon yenildi bitti gitti diye vazederken muktedir gündelik gıda enflasyonunda dünyanın sayılı ülkelerinden birisi olduğumuz gerçekliği ötelenmek bir biçimde unutturulmak istenir. Bir ay boyunca emeğin karşılığı olaraktan ele geçen tüm paranın asgari bir yaşamın gereksinimi olagelen karın tokluğuna dahi yetmediği bir zemin gerçekliği böyle örtbas olunabilir mi? Yoksullaştırmanın günbegün var edilebildiği bir yer bir zeminde varsılların vergi borçlarının aralıksız silindiği, ihale kovalayan beşli çete gibi kümelere imtiyazların arttırılarak var edildiği yerde günbegün sıradanın hayatına yepyeni kuşatmalar, vergi dayatmaları var edilir. Ol yüzde birin, siyaset sahnesini var eden kemik kılınan parti sempatizanı pardon yağmadan kısa süreli pay kapanlarının birlikteliğinde hepi topu yüzde beşi geçmeyen bir cenah için bütün memleketin çanına ot tıkanır. İcraat ile çıkagelen tahakküm, sonuna kadar bir cendereye rehinelik gerçekten gerçek kılnırken o seçilmiş / doymaz, doyurulamaz kitlenin heybesi her gün biraz daha doldurulur.
Sendikalaştıkları için işten çıkarılan Polonez Gıda işçilerinin fabrika önündeki direnişlerine polis saldırdı. Direnişin 57. gününde polis şiddeti altında bir işçinin iki kaburgası kırıldı ve ameliyata alındı, diğerinin kolu ve bacağı kırıldı. 7 işçi daha hastaneye kaldırıldı.
Polonez Gıda işçilerinin fabrika önündeki direnişlerinin 57. gününde polis işçilere saldırdı. İhtilaf sürerken işverenin, sendikalaştıkları için işten çıkardığı işçiler yerine kaçak işçi çalıştırma girişimine engel olmak isteyen direnişçiler polisin gaz ve coplu saldırısına uğradı. Saldırıda işçilerden yaralanan ve baygınlık geçirenler oldu.
Yaralılar ve ameliyata alınanlar
Sendika.org'un haberine göre, direnen işçilerden birinin iki kaburgası kırıldı ve acil ameliyata alındı. Bir başka işçinin kolu ve bacağı kırıldı. 7 işçi daha hastaneye kaldırıldı. Polis, işçilere kalkanlarla saldırıya geçerken, görüntü alınmasını engellemek için de zora başvurdu.
Saldırıya bizzat katılan emniyet müdürü
Çatalca İlçe Emniyet Müdürü Ali Osman Turhan’ın polis güçlerine önce “saldırın” emrini verdiği daha sonra da işçi olduklarını sandığı, üzerlerinde kırmızı yelek olan sivil kişilere saldırarak itip kaktığı, çevresindeki üniformalıların "o polis" uyarısı üzerine saldırdığı kişiyi bırakıp geri döndüğü görüntülendi.
Tek Gıda-İş örgütlenme uzmanı Yunus Durdu, fabrikaya kaçak olarak sokulmak istenen işçilerin sağlık ve hijyen belgelerinin bulunmadığını, bunun yalnızca çalışma hukukunun değil halk sağlığının da ihlali olduğunu söyledi.
Ne Olmuştu?
İstanbul Çatalca’daki Polonez gıda fabrikasında Tek Gıda-İş Sendikası’nda örgütlenen toplam 146 işçiden 13’ü 19 Temmuz’da işten çıkarılmış, ardından diğer 133 işçi de ertesi sabah işe geldiklerinde "kod 46" gerekçe gösterilerek işten çıkarıldıklarını öğrenmişti.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ise raporunda işçilerin sendikal baskı nedeniyle iş akdinin sonlandırıldığı ve toplu işten çıkarmanın Türkiye İş Kurumu'na bildirilmeden gerçekleştirildiği belirterek Polonez’e toplamı 2 milyon TL’yi aşan para ceza kesmiş daha sonra bakanlıkça işten çıkarılma gerekçesi "kod 4" olarak değiştirilmişti.
SGK Kod 4
SGK Çıkış Kodu 4 ile “Belirsiz süreli -yani herhangi bir süre ile sınırlanmamış- iş sözleşmesinin işveren tarafından haklı sebep bildirilmeden feshi“ tanımlanmıştır. Belirsiz süreli iş sözleşmesi işveren tarafından feshediliyor ve haklı bir neden bildirilmiyorsa bu kod seçilecektir. Bu SGK işten çıkış kodunda işçi ihbar ve kıdem tazminatına hak kazanmaktadır.
Pazartesi günü de “Polonez fabrikasının önünde gerçekleştirilen grevin 59'uncu gününde polis, işçilerin karşısına kalkanlarla dikildi. Bunun üzerine işçiler de polislerin karşısında oturma eylemi yaptı.
İşçilerden biri polislere, "Biz sizleri bunun için mi büyüttük? Siz bize bu muameleyi yapabilmeniz için mi Türkiye vatandaşı olduk, Türkiye Cumhuriyeti'nde oy kullandık? Nerede bizim devletimiz?" diyerek tepki gösterdi.
Bir süre sonra polisler, kalkanlarla işçileri araya alarak müdahale etti.
Müdahale sonrası Tek-Gıda-İş İl Sekreteri Furkan Seyhan'ın da aralarında bulunduğu çok sayıda kişinin ters kelepçeyle gözaltına alındığı kaydedildi.
Sendikadan Çağrı
Polis müdahalesi sonrası Tek-Gıda-İş'ten yapılan açıklamada, "Polonez’e sendika girene kadar mücadelemiz sürecektir. Tüm demokratik kitle örgütlerini, emek dostlarını Polonez işçilerle dayanışmaya ve destek olmaya davet ediyoruz" denildi.
Yapılan açıklamada şu ifadeler yer aldı:
"İstanbul Çatalca’da bulunan fabrika önünde kadını erkeği, yaşlısı genci hep birlikte gece gündüz demeden 59 gündür işe geri dönme mücadelesi veren Polonez işçilerine, bu sabah saatlerinde emniyet güçleri bir kez daha müdahalede bulundu. 600 civarında polisin kuşatması altında 80 arkadaşımız gözaltına alınarak Emniyet Müdürlüğüne götürüldü. İşçilerin demokratik ve anayasal haklarını hiçe sayan, sermaye adına hareket ederek tehdit eden ve bugün de şiddete başvuran emniyet mensuplarını kınıyoruz. Hiçbir baskı ve tehdit bize geriadım attıramayacaktır. Polonez’e sendika girene kadar mücadelemiz sürecektir. Tüm demokratik kitle örgütlerini, emek dostlarını Polonez işçileriyle dayanışmaya ve destek olmaya davet ediyoruz. Yaşasın Polonez işçilerinin örgütlü mücadelesi! Yaşasın işçilerinin birliği!”
Bir işarete bakıyor her şey. Muktedirin, gün aşırı mesaj aldığını zikrettiği halka bizatihi o ekonominin başındaki temsilin her şeyin farkındayız diye bildirdiği bir zeminde cürmün ardıl sıra yinelemesi söz konusu ediliyor. Gözaltı, darp, işkence etmenin türlü çeşit yolu. Bitimsiz bir hınç, siyasetin başında olanların gözettikleri varsılların haklarını koruyacağız diye çıkılan güzergahta eksiksiz bir sıradan insana saldırı furyası devam olunuyor. Ne hak var, ne de hukuk. Bütün el birliğiyle, hakkın tahrif edilmesi, sonuna kadar zehir edilmesi ile var edilen bir şiddet sarmalını göstere geliyor. Bir yandan haklı tepkimeler, farkındayız o yoksulluğun, geçti bakınız geçip gidiyor enflasyon sayıklamaları öte yandan işinden icat edilmiş hak gasbı kanunlarıyla kapı önüne konulanlar, eksik kılınanlar, hayatı hep yarım yamalak yaşamaya mahkum edilenler. Polonez İşçileri sadece aysbergin görünür bir yüzeyidir. Bildiğiniz bir sarmal, bir işaret ya da yönlendirme ile koca bir girdap halini alan memleket sathının gerçekliğinden, kapkaranlık hallerine bir örnektir. Yaşamın ucuza, emeğin bedavaya yakın, asgari yaşam hakkının tarumar olunduğu bir zeminde her işaretleme bir yıkıma çıkartılandır. Bugün bu raddede kesin olan budur. Tüm o yalnız değildir, direne direne kazanacağız, ya hep beraber ya hiçbirimiz mefhumlarının tam da sorgulanması elzem arafında bir aynadır o direniş hali...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: Direnişteyiz.org Sitesinden...
Meramda Paylaşılan Haberler
Polonez İşçilerine Polis Saldırdı: İki İşçi Hastanede Ameliyata Alındı - Bianet https://bianet.org/haber/polonez-iscilerine-polis-saldirdi-iki-isci-hastanede-ameliyata-alindi-299682
Gözaltına Alınan Polonez İşçileri Serbest Bırakıldı - BirGün https://www.birgun.net/haber/gozaltina-alinan-polonez-iscileri-serbest-birakildi-559457
#söz hakkı#mesele#meram#işaret#göz dağı#yıkım#tahakküm#kötülük#sarmal#hayatiyet#yaşama tutunmak#direniş#polonez#işçiler#prekarya#emek mücadelesi#çözümsüzlük#demokrasi
1 note
·
View note
Text
Sêva Mêxekrêj
Eski İran Kürtlerinin tarihinde yılın istenilen gününde âşıkların, sevgililerin, sevdiklerinden ayrı düşenlerin; aşkını, sevdasını, sevgisini dile getirmek, yeniden hatırlatmak için sunduğu bir kadir kıymetbilirlik nişanesi imiş Kürtçe adıyla Sêva Mêxekrêj (Karanfilli Elma).
Küçük boy bir kırmızı elmanın her bir yanı en küçük boşluk bırakmamak kaydıyla çok sık, birbirine bitişik olmak kaydıyla karanfillerle donatılıyor. İşlem bittikten sonra kuru karanfilin kokusu, taze elma kokusuyla buluşunca hoş bir rayiha ortama yayılıyor. Üstelik bu iki ürünün buluşma hali o anki tazeliğini koruyarak çok uzun süre de kaybolmuyor.
Bize sunulan karanfilli elma paketinin üzerinde 2014 tarihi vardı ve yapılış tarihi üzerinden birkaç yıl geçmiş olmasına rağmen çok güzel kokuyordu. İçinde çok dilli olarak hazırlanmış kısa tanıtım metnine baktığımda yüz yıl dahi geçse kokusunu kaybetmediği ifade ediliyordu.
Projeyi İran Kürdistanı'ndaki çatışmalı hâl nedeniyle topraklarını terk edip Irak Kürdistanı'na yerleşen ve 11 yıl Süleymaniye'de okuyup yaşayan, bir süre Diyarbakır'da yaşayıp şimdilerde İsveç'e yerleşen Heykeltraş Seywan Saedian, Irak Kültür Bakanlığı'na sunmuş.
Dönemin Kültür Bakanı Felakeddin Kakeyî projeye çok sıcak bakmış ve hayata geçirmiş. Sonra da "taşınabilir organik Kürt kültürü" simgeselliği üzerinden önemli bir yitik değerin gün yüzüne çıkmasına vesile olmuş Sêva Mêxekrêj...
Konuyla ilgilenince birazda konuyla ilgili yeterli bilgi sahibi olmamam nedeniyle projenin müellifi Seywan Saedian'ı aramış, kendisine de sormuştum. O da anlatmıştı.
2005 yılında Irak Kürdistanı Kültür Bakanlığı'na projeyi sunduğunda bu çok eski gelenek neredeyse unutulmuş haldeymiş.
2005 yılından sonra öncelikli olarak Irak Kürdistanı'nın dört şehri ve 100 dolayında irili ufaklı yerleşkesinde adeta bir "karanfilli elma, sevgililer bayramı" kutlaması haline dönüşmüş.
"Hakkında dört belgesel film, 30 saat dolayında video kaydı," sayısını kendisinin de hatırlamadığı kadar röportaj ve yazı yayımlanmış meğerse!
2013 yılında Irak Kürdistanı Şehitler Bakanlığı "Sêva Mêxekrêj"den 1000 adet satın alarak Saddam döneminin en büyük kitlesel Kürt katliamı olan ve ikiyüz binin üzerinde insanın katledilmesi olarak tarihe geçen Enfal ve Halepçe soykırımının mağduru ailelere o günün anısına armağan olarak sunulmuş.
Aslında bu resmî sunumun ironik bir arka planı da olmalı bellekte elbette. Bilindiği üzere Enfal ve Halepçe katliamından kurtulanlar yukarıdan atılan gazın elma kokusuna benzer bir koku ile yayıldığını ve o elma kokusunun sonunun ölümlerle bittiğini anlatıyorlar(dı).
Ama işin Kürt tarihindeki asıl otantik hikâyesine göre; yaşanmış olan birçok aşk hikâyesinde; âşık olan ama aşkını itiraf edemeyen genç Sêva Mêxekrêji hazırlayıp âşık olduğu kişiye aşkını dile getirmek üzere gönderiyor. Ayrıca aralarında sorun yaşayan sevgililer de barışma nişanesi olarak "Karanfilli Elma" hazırlayıp birbirlerine sunarlarmış.
Sêva Mêxekrêj üzerinde yapılan kimi araştırmalarda bu geleneğin Zerdüştilik döneminden beri var olan bir "aşk geleneği" olduğu ve "aşk" ile "barış" üzerinden yılın herhangi bir gününde dile getirilebileceği de dillendiriliyor.
Ama işin uluslararası boyuta taşınması bir başka güzelliği beraberinde taşıyor. 2005 yılında projenin hayatiyet bulmasıyla, 2006 yılından itibaren madem 14 Şubat Sevgililer Günü, “Valentine’s day” olarak dünyanın her yerinde kutlanıyor, aynı gün Sêva Mêxekrêj (Karanfilli Elma) Günü, "Valentîna Kurda" olarak Kürtler arasında kutlansın diye düşünülmüş ve kabul de görüp yaygınlaşmış.
Bu vesileyle bu projeyi uluslararası organik Kürt kültürü olarak yaygınlaştırmak isteyen Seywan Saedian; Diyarbekir, İstanbul ve yurt dışında proje eksenli çalışmalar yapıyor.
İşin hoş tarafı giderek yaygınlaşıyor. Mesela Diyarbakır’da 14 Şubat nedeniyle birkaç kafe şimdiden duyuru yapmış. Hatta karanfil sponsoru olan baharatçılar bile çıkmış ortaya, malum karanfil fiyatları da almış başını gidiyor ya!
Konuyla ilgili bir de espri var:
Dayika wi pirs kirîye "Kûrê min berdila te heye gelo! ". Bersiv da ye kûrê wî; "Na wele tuneye dayê ". Dawî yên dawî ew bersiv, bû ye Valentine Day...
O halde Valentine’s Day'dan Valentîna Kurda û Sêva Mêxekrêj kutlu olsun ve piroz be...
Şeyhmus Diken
2 notes
·
View notes
Text
Meseleyi olan biten etrafında konuşup, gündelik hadiseler üzerinden değerlendirirken bir şeyi unutmayalım; bir insanın hayatı sadece dış dünyada yaşadıklarından ibaret değil, hayatımız iç dünyamızda olan bitenleri de kapsıyor. Teslimiyet konusunda zihinsel ve duygusal olarak ayağımızı bastığımız yer, dış dünyaya verdiğimiz tepkileri de belirlediğinden fazlasıyla önem taşıyor. Günümüzde zihinsel ve duygusal berraklığa sahip olan insanlar yok değil belki ama böyleleri çok nadir bulunuyor. Yaygın olan kafa karışıklığıdır ki, az ya da çok hepimiz muzdaripiz bundan. Yıllar yılı tek boyutlu sebep-sonuç propagandaları ile yetiştirildiğimizden, mantığın zihnimizde ve duygularımız üstünde kurduğu baskıdan kolay kolay kurtulamıyoruz. Bu ikilemden kurtulamadığımız ve meselelere teslimiyet gözlüğüyle bakamadığımız için, bir görme zafiyeti oluşuyor ister istemez pek çoğumuzda. İyi kötü biliyoruz aslında teslimiyetten neyin kastedildiğini… Burada eksik bıraktığımız şey, bu bilginin içimizde hayatiyet kazanması, bir idrake, bir irfana dönüşmesi… Bir beden, ruh ondan ayrıldığında nasıl bir cesede dönüşüyorsa, inandığımızı söylediğimiz kavramlar da onlara bir ruh giydiremediğimizde içi boş bir kabuğa, sürekli tekrarlanan ama hayatımız için bir mana oluşturmayan kuru bir ezbere dönüşüyor. Buradan olması gerektiği gibi bir itminan, bir tevekkül, bir rıza, bir sürur ortaya çıkmıyor. Bu olmadığı için de teslimiyetin en gözle görülür belirtisi olan huzur içimizi yurt tutmuyor.“Her gün içimde kendini peydahlayan isyanları bastırmak için” dedi beyaz saçlı adam, “cephe cephe yalın kılıç savaşmaktan yorgun düşüyorum!” Gökhan Özcan
2 notes
·
View notes
Text
Dinler işlerini bitirmiş vazifeleri tükenmiş
yeniden uzviyet ve hayatiyet bulamayan müesseselerdir.
Şükrü Kaya
0 notes
Text
Allah'ı bilmek sadece Allah'ı bilmekten ibaret değildir
Tevafukları seviyorum. Had bildiren bir yanları var çünkü. Evet. Eğer dahlin olmayan süreçlerle bir uyum yakalıyorsan kendinde, o halde, sen ‘kendilik nakışının’ nakkaşı değilsin. Nakkaşın nakışında bir detaysın ancak. Seni de onları da o öyle eyliyor. O öyle eylediği için senle onlar arasında uyum var. Tevhidin mühr-ü kereminden aranızda kardeşlik görünüyor. Yaradınınız istediği gibi denk getiriyor sizi. Bir şiirin kafiyeleri gibi. Varlığa, bu yolla, dilediği şekilde ahenk katıyor. Nakışların elleri nakkaşlıktan çekiliyor. Zira herbirisinin yalnız kendisiyle ilgisi var. Peki yalnız kendisiyle ilgilenebilenlerin büyük resme oynayabilmeleri mümkün mü? Değil. Fakat, neyse, konuyu dağıtıyorum. ‘Tevafukların had bildirmesine memnunum’ diyordum. Doğrudur. Akıllı keçi çobanın her taşından memnun olur. Çünkü belki bu sayede çok kereler hayatı kurtulmuştur. Bir uçuruma düşmekliği engellenmiştir. Bir kurdun ağzından alınmıştır. Böyledir. Had bildiren herşey aslında nimettir. Haddi olmayanın güvenliği de olmaz.
Arkadaşım, işte, bu neviden bir tevafuk daha yaşadım geçenlerde. 29. Lem’a’nın tercümesindendi dersi verilen: "Elhamdülillahın lâm-ı istiğrakla işaret ettiği umum hamdlerle hamd edilmesi lazım olan nimetlerden birisi de Rahmâniyet nimetidir. Evet, Rahmaniyet, zevilhayattan rahmete mazhar olanların sayısınca nimetleri tazammun etmiştir. Çünkü bilhassa insan herbir zîhayatla alâkadardır. Bu itibarla insan her zîhayatın saadetiyle saidleşir ve elemleriyle müteessir olur. Öyleyse, herhangi bir fertte bulunan nimet, arkadaşlarına da bir nimettir. Ve kezâ, validelerin şefkatleriyle nimetlenen çocukların sayısınca nimetleri tazammun edip ona göre hamdlere, senâlara kesb-i istihkak edenlerden birisi de Rahîmiyettir. Evet, annesiz aç bir çocuğun ağlamasından müteessir ve acıyan bir vicdan sahibi, elbette validelerin çocuklarına olan şefkatlerinden zevk alır, memnun ve mahzuz olur. İşte, bu gibi zevkler birer nimettir, hamd ve şükürler ister. Ve kezâ, kâinatta mündemiç hikmetlerin bütün envâ ve efradı adedince hamd ve şükürleri iktiza edenlerden birisi de Hakîmiyettir. Zira insanın nefsi, Rahmâniyetin cilveleriyle, kalbi de Rahîmiyetin tecelliyatıyla nimetlendikleri gibi, insanın aklı da Hakîmiyetin letaifiyle zevk alır, telezzüz eder. İşte, bu itibarla ağız dolusu ile ‘Elhamdülillah’ söylemekle, hamd ü senâları istilzam eder.”
Sanki üstümden yük alınıyormuş gibi bir ferahlama yaşadım ben de okundukça. Sonra sordum nefsime: “Bu ferahlama neden ileri geliyor?” Yani ‘Elhamdülillah’ denilecek şeyleri öğrenmek, Allah’ın marifetine dair sırlardan haberdar olmak en başta elbette, hatta bizzat ‘Elhamdülillah’ demenin mübarek zatı, nasıl bizi rahatlatıyor? Bunları bilmekle yaşadığımız psikolojik/kalbî inşirahın takip edilebilecek adımları var mı? İzlenir mi? Avlanır mı? Tasvir edilebilir mi? Kendim için etrafını çevirmeye çalışayım bir. Belki başkaları da istifade ederler.
Eve döndüm. ‘Şiir Okuma Kılavuzu’ idi ismi diğer bir denizin. İçine daldım. Bahtıma şöyle bir inci çıktı oradan da: “İnsan kendini azaltmak için kendini bilir.” Azıcık önünden-arkasından da katarak seçtirmeye çalışayım: “(…) Oysa din yolunda kendini bilen insan kendi emniyet bölgesini keşfeder. Bunu yapabildiği oranda beşerî duyumlarından kendi emniyetini tehlikeye sokan kısmı yontar. Yani insan kendini tasarlayabilsin diye kendilik bilgisine ulaşır ve buna mukabil insan kendisini azaltmak için kendini bilir. (…) Akrabalığın değerine işaret eden bilgelik ve din ‘kendini bil’ buyruğuyla otlarla, yağmurla ve kanbağından başlayarak bütün insanlarla ilişkide insana nasıl bir yerin biçildiğini anlatır. Kendini bil ve çevrimdeki yerine yaraşan davranışı yerine getir. Demek ki insanoğlu dine bağlanarak kendini bilme cehdini göstermekle ister istemez kendine hayatiyet veren ilkeye uymayı kabullenir. Bu kabulleniş, bu teslimiyet, insanın kendine ‘ben’ dediği alanın sönükleşmesine, ilkenin belirginleşmesine sebep olur. (…) Kendisini bilen insan gittikçe azalmayı öğrenir. Kendilik bilgisi insana, insanlara olan ihtiyacını arttırır. Kendini bilen insan yardımın insanlardan gelmeyeceğini de bilir.”
Arkadaşım, galiba, Allah’ı bilmek yalnızca Allah’ı bilmek anlamına gelmiyor. Evet. Allah’ı bilmekte Allah’ı bilmekten çok daha fazlası var. Mesela: İnsan, Allah’ını bildiği zaman, kendisinin de Allah olmadığını öğrenmiş oluyor. Yani, Allah’ın marifetine dair her hakiki biliş, her uyanış, her kabulleniş, içimizde bir yerde, bir yanlış algımızın yahut bir münkir iddiamızın veyahut bir münafık sanrımızın yıkılmasını sağlıyor. İçimizde de doğruya hidayet ediliyoruz Allah’ı bilmekle. Zira Allah’ı bilmedikçe cehaletten doğan boşluğu kendimizle doldurmaya çalışıyoruz. Elimizde putlarımızdan başkası kalmıyor. Put sahibi olmak içinse önce put olmak gerekir. İlk putumuz bu yüzden kendimiziz. Halbuki kendimiz hiçiz. Elbette Rabbü’l-Âlemîn’in ilmine, iradesine, kudretine sahip değiliz.
Altına girdiğimiz yükü kaldırmamız mümkün değil. Herşey olduğu gibi üstümüze düşüyor. Biz de onlarla birlikte aşağılara yuvarlanıyoruz. Sıkılıyoruz. Bunalıyoruz. Her zihayatın saadeti/elemi derdimize dönüşüyor. Tüm bebeklerin muhtaç oldukları şefkat gönlümüzde sorumluluk doğuruyor. “Aman!” dedirtiyor hepsi. Hepsi için herşeyden “Aman!” diliyoruz. Faniliğin anlamına ihtiyacımız var. Anlamsız yaşanmaz. Faniliğe anlamsızken katlanılmaz. Herşeye bir anlam yüklemek gerektiğini de aklımıza yük ediyoruz. Lakin anlamı yüklemek de haddimiz değil ki. Tükürükle tutturulmuş taşlar gibi dökülüyor felsefeler. Kadavraya yapılmış makyaj gibi sırıtıyor ideolojiler. Varlığın anlamı yaratılışından gelmeli. Özünde olmalı. Üstüne yamanmamalı. Fanilik yama tutmaz. Ancak aslını ortaya döker. Foyaları meydana çıkarır. Ölçülerini kuşatamayanların uydurduğu hiçbir elbise modelin üstüne yakışmaz. Elbise el-Muhît’ten biçilmeli. Onu takdir eden Rabbü’l-Âlemîn olmalı. Ezelden bakmalı. Ebede kadar görmeli. İşte Rahmaniyetin, Rahîmiyetin, Hakîmiyetin ‘Elhamdülillah’ denilecek birşeye dönüşmesi buradan kaynaklanıyor zannederim arkadaşım. Üçünün (ve daha fazlasının) bende yaptığı ferahlamayı da böyle anlarım.
Evet. Allah’ın Allahlığın şânına hakkıyla sahip olması her defasında beni biraz daha bölgeme çekilmeye zorluyor. Bu ric’at canıma da minnet geliyor. Zira taş yerinde ağırdır. Traktör yolunda Ferrari’nin işi zordur. Formula pistinde de traktör rezil olmaktan kurtulamaz. “Kendini bilen Rabbini bilir!” nasıl bir hakikattir, aynen öyle de, “Rabbini bilen kendini bilir!” de o derece hakikattir. Çünkü, birinde ne olduğunu bilir, ötekinde ne olmadığını öğrenir. İnsan, ne olduğunu bilirken de öğrenir, ne olmadığını öğrenirken de değerlenir. Nihayetinde ‘olması gereken yere’ çekildikçe huzurunun katsayısı artar: “Kalpler ancak Allah’ın zikriyle mutmain olur!” Öyledir. Allah’a Allah dediğinde sana kulluktan başka çare kalmaz. Tevazunun aslı budur. Tevazu vazedildiğin gibi olmaktır.
#Allah#Bilgi#Marifet#Düşünce#Risale-i Nur#Bediüzzaman#Said Nursi#İsmet Özel#Şiir Okuma Kılavuzu#Psikoloji#Şükür#Mutluluk#Huzur
0 notes
Text
Burası kalemin durduğu yer, aklın, düşüncenin, hayal gücünün durduğu yer...Buradan bir başka yere gitmek, bir başka halet-i ruhiyeye geçmek imkansız...Burası insanlığımızın donup kaldığı, anlamlarımızın kuruduğu, sözlerimizin havada öylece asılı kaldığı yer...Şaşkınız, çünkü insanlık hakkında akledebildiğimiz bütün hadler, bütün sınırlar aşıldı.Böyle bir dünyada nasıl masum kalınır, bilmiyoruz.Seyirci olmaktan nasıl çıkılır, insanlık nasıl savunulur, bilmiyoruz.Bütün bunlar olurken, donup kalmaktan öte bir hayatiyet üretemeyen varlığımıza muhabbetimizi nasıl koruyacağız, bilmiyoruz.Böyle nasıl yaşanır, yaşamaya nasıl devam edilir, bilmiyoruz.
İnsanlığımız daha önce hiç sızlamamış derin, çok derin bir yerlerinden kırılıyor.İnsaf kırılıyor.Söz kırılıyor.Anlam kırılıyor..Galiba hayat bir daha tamir edilemeyecek biçimde kırılıyor.
Gökhan Özcan
30 notes
·
View notes
Photo
. "Yazı, yazıyı her tarafından aşan bir ruhsal gerçekliğin sancılar içinde doğurduğu çocuktur; ve mesele -yazının gerek söyledikleri, gerekse de söylemedikleri arasından- o “yazılamaz” olan şeyin ne olabileceğine ilişkin belirsiz bir kavrayış edinmektir." syf.46 . "Kitaptaki bir şiir mevcut değildir, ölü bir şeydir. Şiirin hayatiyet kazanması için, birinin onu okuması ya da birinin işitmesi gerekir. Sözcükler mümkün ve hayal edilebilir tüm bileşimlere girebilir, estetik bir heyecan uyandırmıyorlarsa, hiçtirler." syf.75 . "Herkeste geçici gerilemeler olur, hiç kimse geçmişin, bilinçdışının ve çatışmaların nihai bir biçimde birer aksesuar olarak bir kenara bırakıldığı bir ilerleme çizgisi izlemez. Hayır, böyle bir şey yoktur, onlarla birlikte yaşarız ama başka türlü yaşarız. Bir şey, artık tamamen onların egemenliğinde olmamayı umut etmemize izin verir. Bir sıyrılma gerçekleşir." syf.82 . "Gerçek anlamda yazmak söz konusu olduğu zaman, yazmak bir anlamda bu eyleme geçişe karşı bir korunmadır. Yazmak, yazan özne ile yazının konusu arasında bir ayrışma gerektirir. Aynı anda bir zincir oluşturma, dikişle birleştirme, zamansal yapı olanağı olarak mevcuttur - ne yazıldığını, neden yazıldığını sonradan anlamayı ya da anladığına inanmayı sağlayan gerçek bir ayrışma içeren bir olanak olarak. Sözün söyleyene geri dönmesi gibi, yazı da yazarına geri döner." syf.84 #andregreen #yazıveölüm #söyleşi #dominiqueedde #metisdiyaloglar #metiskitap #kitap #neokuyorum #okumakiptiladır #okumahalleri #psikanaliz #edebiyat https://www.instagram.com/p/ClMKDSCt2Jf/?igshid=NGJjMDIxMWI=
#andregreen#yazıveölüm#söyleşi#dominiqueedde#metisdiyaloglar#metiskitap#kitap#neokuyorum#okumakiptiladır#okumahalleri#psikanaliz#edebiyat
2 notes
·
View notes
Text
Bir sinir buhranına karşı mücadele edebilsem dahi, bana vergi olan ve önümde giden bir saplantının üzerine hangi hayatiyet adına çullanayım? Afiyetim yerinde olduğunda, canımın çektiği yola girerim; "yakalandığımda" ise, karar veren artık ben değil, derdimdir. Saplantılı olanlar için hiç tercih hakkı yoktur: Tercihi onlardan evvel, onların adına, saplantıları yapmıştır. Elimizin altında birbirinden farksız potansiyeller olduğunda, kendimizde karar kılarız; fakat bir derdin belirginliği, seçeneğe açık yollar çeşitliliğinin de önüne geçer. Kendine, özgür olup olmadığını sormak -sayıklamalarının kalorileri tarafından sürüklenen bir zihin için bir hiç değerindedir. Onun için özgürlüğü vazetmek, utanılası bir sağlık göstergesidir.
Özgürlük mü? Afiyeti yerinde olanların safsatası.
3 notes
·
View notes
Text
“..Çelişkisiz kalmaya özen gösterenler, aynı zamanda bulundukları yerde durmaya çabalayanlardır. Hayatın kendisi bir zıtlaşma, çatışma ve savaştır. Yapısında hiç bir zıtlık, çatışma ve savaş barındırmayan bir tek gerçek, gerçeklik ve doğru biliyoruz: Ölüm.
Yaşayan insan, yaşayan toplum çelişkileriyle mesafe kateder. Hayatiyete sahip düşüncenin de içinde zıtlıklar, çelişkiler, çalışmalar ve üstelik iç çatışmalar vardır. Biz bu çatışmaları aşma çabasıyla kendimiz için iyi olana ulaşmaya gayret ederiz. Miguel de Unamuno’nun bir sözünü hatırlıyorum: “Eğer bir insan” diyor İspanyol düşünürü. “Kendisiyle asla çelişmiyorsa, bunun sebebi onun hakikatte hiçbir şey söylemediği olsa gerektir.” Şimdi bu sözü duyduk diye kendimizi bütün tutarlı davranışlardan uzaklaştırıp, gönüllü olarak çelişkiler içine mi salacağız? O zaman tıpkı çelişkiden kaçarak kendimizi kötürüm kıldığımız gibi, çelişkiler gerçektir deyip aynı ataleti ters yönden davet etmiş oluruz. Yapacağımız şey gerek tek insan olarak kendi küçük dünyamızda, gerekse bütün toplumun hayatında yüz yüze geldiğimiz olayların tek anlamlı, tek boyutlu, tek yönlü olmadığını fark etmekten ibaret. Başımıza neler geldiğini ancak bu kapsayıcı anlayış içinde kavrayabiliriz.”
İsmet Özel
22 notes
·
View notes
Text
Hak, Adalet, Yara
Müştereken bir hayat imgesinin savunula geldiği bir zemin unutturuldu. Olan biten bütün o gümbürtü içerisinde, madun siyaset aktörlerinin var ettiği her şey bir açmazlar silsilesini var etti, ediyor. Birdenbire değil doğrudan incelikli bir işçilikle özene bezene bir tahayyül ve eylem toplamında o müşterek hayat imgesinin savunulması imkansız konuluyor alenen ve kesin. Tümden ve doğrudan içselleştirilmiş bir kötülüğün sofrasında yenilip yutuluyor her gün, her şeyimiz. Lafa geldi mi her şeyin mükemmel. İcraata düşüldü mü ya yan çizip geçiliyor yahut da topyekun bir hezimet tezgahta dönüştürülüyor. Müştereken bir hayatın savunulması imkansız konulmak isteniyor. Her şekilde ve doğrudan ol icraatlar silsilesini yineleyerek son yirmi bir yıl ve birkaç aydır ak parti tam da bu minvalde bir rotayı iş bu ülkenin istikameti kılar. Duraksamak nedir bilinmeden, durmak yok yola devam şablonu, söz dizimini haklı çıkartarak vahamet tablosunu bir ülkenin yegane istikameti kılar. Olan, biten, var edilmiş tüm hakların, adalet mefhumunun, hürriyet talebinin, eşitlik imgesinin ve daha nicesinin kökünün kazılmasıdır.
Toplumsal dönüşümü mutlak teslimiyet üstünden kuran / kurgudan hakikate eviren aklın sunduğu her şey bütünüyle / basbayağı bariz bir müşterek kırımına da imkan verdiğinden bahis açmak mümkündür. Son yirmi bir yıldır icrasına düşülenlerin, hak ve adalet kavram ve idelerinin altının enikonu oyulması neticesinde kadük, garabet bir hal / eksen kılınır iş bu menzilde. Hak kavramı yerle yeksan edilirken, hukuk sade suya tirit bir laf kalabalığı kılınır. Demokrasi sizlere ömür kılınırken, seçim / sandık irade beyanı diye çıka gelirken o muktedir, daha birkaç ay içinde kayyım hamlesi çıkagelir. Ne soruşturmalar biter ne de kovuşturmalar ve arkası yarın kuşağında ip gibi dizilmiş olagelen yalanlardan mülhem ol ithamlar silsilesi. Tümüyle ve doğrudan doğruya bir itham müessesi, yaftalama silsilesini takip eden linç çemberleri var edilir. Adaletin, hakkaniyetin işlevsiz konulduğu zemindeki ol yansı, tükenmeye yüz tutmuş insanlığı, derdest olunmuş müştereklerimizi göstere gelir. İki haber aktaralım, birbirinden bağımsız düşünülemeyecek olagelen o tehdit döngüsünü bir biçimde adalet kavramının çarçur edilmesinde hangi evreler arşınlanıyor bilmek isterseniz, buyurunuz.
Bianet’ten aktaralım: “Agos Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in öldürülmesine ilişkin daha önce yargılanan ve hüküm giyen 5’i polis 12 kişinin yargılandığı dava bugün savcı Süleyman Erturan esas hakkında mütalaa verdi.
İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen beşinci duruşmaya başka suçlardan tutuklu Ali Fuat Yılmazer, Ramazan Akyürek, Erhan Tuncel, Tuncay Uzundal, Yasin Hayal ve Zeynel Abidin Yavuz bulundukları cezaevlerinden, Adem Sağlam, Ersin Yolcu ve Ogün Samast da bulundukları illerden Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) ile katıldı.
Duruşmada Hrant Dink ailesini avukat Hülya Deveci ve Sebu Aslangil temsil etti.
Savcı Erturan, mütalaasında firari sanıklar Faruk Sarı ve Yahya Öztürk’ün dosyalarının tefrik edilmesini ve yeni esasla dosya açılmasını;
Ahmet İskender, Erhan Tuncel, Ersin Yolcu, Tuncay Uzundal, Yasin Hayal, Zeynel Abidin Yavuz ve Ogün Samast’ın üzerindeki ‘örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemekle’ suçunun zaman aşımı nedeniyle düşürülmesini;
Adem Sağlam’ın Hrant Dink’in öldürülmesinde mahkumiyete yeterli delil bulunmadığından kasten öldürme, ihmali davranışla kasten öldürme ve Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs suçlarından beraatını ancak örgüt üyeliğinden (FETÖ) cezalandırılmasını talep etti. Sağlam için 7 yıl 6 aydan 15 yıla kadar hapis istedi.
Yılmazer ve Akyürek'e 'Anayasayı ihlal' suçlaması
Savcı Erturan eski emniyet müdürleri Ali Fuat Yılmazer ve Ramazan Akyürek içinse ‘Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs’ suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis talep etti. Savcı ceza talebini şöyle gerekçelendirdi:
“…Hrant Dink Cinayetinden öldürme yelemi boyutunda sorumlu tutularak cezalandırılmalarına karar verildiği, sanıkların FETÖ/PYD Silahlı Terör Örgütünün yönetici ve üye olmaları nedeniyle örgütün amaç ve çıkarları doğrultusunda ortak hareket ettikleri, sanıkların Hrant Dink cinayeti öncesinde bilgi sahibi oldukları ancak cinayetin önlenmesi için her hangi bir önlem almak bir yana faillerin eylemlerini kolaylaştırıcı bir tavır sergiledikleri ve cinayet sonrasında da FETÖ’nün amaçları doğrultusunda İstanbul İstihbarat Şubeyi ele geçirerek hain darbe girişimine kadar giden süreci başlattıkları ve yürüttükleri, bu itibar ile de sanıkların üzerine atılı suçu işledikleri, bu kapsamda sanıkların eylemine uyan 5237 sayılı TCK'nın 309/1, 53, 58, 63, 3713 sayılı kanunun 5/1 maddeleri uyarınca cezalandırılmalarına karar verilmesi talep ve mütalaa olunur.”
Mahkeme esas hakkındaki mütalaaya karşı savunmaları almak duruşmayı için erteledi. Bir sonraki duruşma 16 Ekim’de.
Ne olmuştu?
Kamu görevlilerinin de yargılandığı Hrant Dink cinayeti davasında karar 26 Mart 2021'de çıktı.
İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi, 37 sanık hakkında beraat, 26 sanık hakkında mahkumiyet, 4 sanık hakkında müebbet, 2 sanık hakkında da ağırlaştırılmış müebbet kararı verdi. 13 kişinin dosyası savunmaları alınamadığı için tefrik edildi. Şeref Ateş yargılama sürerken hayatını kaybettiği için hakkındaki suçlama düştü.
Mahkeme heyeti, 11 kişi hakkında başka suçlardan da işlem yapılması için İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunulmasına hükmetti. Mahkemenin suç duyurusu üzerine savcılık 15 sayfalık yeni bir iddianame hazırladı.
İddianamede sanıklar anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs, kasten öldürme, silahlı terör örgütü üyeliği (FETÖ) ve ihmali davranışla kasten insan öldürmekle suçlandı. Hrant Dink’in faili Ogün Samast da salıverildikten sonra davaya dahil edildi.”
Mezopotamya Ajansından, Mahmut Altıntaş ile Heval Önkol’un haberidir: “Amcası Tahir Elçi katledildikten sonra avukat olan Dilan Elçi, davada verilen beraat kararına tepki göstererek, "Kürtler için hak, hukuk ve kanunlar işletilmiyor" dedi.
Amed’in Sûr (Sur) ilçesinde bulunan tarihi Dört Ayaklı Minare önünde 28 Kasım 2015 tarihinde katledilen Amed Barosu Başkanı Tahir Elçi’nin ölümüne dair açılan davanın 12 Haziran'da görülen duruşmasında karar çıktı. Diyarbakır 10’uncu Ağır Ceza Mahkemesi, sanık polisler Sinan Tabur, Fuat Tan ve Mesut Sevgi hakkında beraat kararı verdi. Böylece sanıkların asker ve polis olduğu bir dava daha cezasızlıkla sonuçlandı.
Amcası Tahir Elçi’yi kaybettikten sonra hukuk bölümünde okumaya karar veren ve bu bölümden mezun olan avukat Dilan Elçi, dava süreci ve verilen kararı Mezopotamya Ajansı'na (MA) değerlendirdi.
‘Kürtler İçin Hukuk İşlemiyor’
Dilan Elçi, davanın bir cinayet davası olarak ele alınmadığını ve bu nedenle olumlu bir sonucun çıkmadığını kaydetti. Davada sanık konumunda olan polislerin dosyanın başından bu korunduğunu dile getiren Elçi, amcasının cinayetinin politik bir cinayet olduğun vurguladı. Elçi, “Diğer bütün politik cinayetlerde gördüğümüz üzere bu dava da cezasızlıkla sonuçlandı. Bunu bekliyorduk. Devletin ya da yargının bunu yapacağını biliyorduk. Tahir Elçi başından beri, bu hukuksuzlukla mücadele etti. Çünkü kendisinin de böyle bir hukuksuzlukla karşı karşıya kalabileceğini tahmin edebiliyordu” dedi.
Tahir Elçi suikastının da Kürtlere bir tehdit olduğunu söyleyen Elçi, “O gün sadece Tahir Elçi vurulmadı. O gün aynı zamanda tüm faili meçhul ama failleri belli olan bütün davalara dair bir mesaj verildi. ‘Biz öldürürüz de konuyu kapatırız’ demeye getirildi. O yüzden bunu hukuki zemine oturtmak zordur. Biz Kürtler için Türkiye’de hak, hukuk ve kanunların işletilmediğini görüyoruz” şeklinde konuştu.
‘Deliller Toplanmadı'
Soruşturma sürecinde “güvenlik” gerekçesiyle olay yeri incelemenin yapılmadığını anımsatan Elçi, “O yüzden hiçbir şekilde mermiler toplanmadı ve en başından beri kapatılmak istendi. Hani ‘kim vurdu ya gitsin’ istenildi. Tabi biz bunun böyle olmadığını biliyorduk. Davanın açılması için çok mücadele verdik. Yoksa dava bile açılmayacaktı. Dosyanın soruşturma aşamasındayken kapatılacaktı. Çünkü Tahir Elçi’nin bir duruşu vardı. Bu duruştan dolayı zaten bu cinayet işlendi. O yüzden baştan sona kadar bir isteksizlik vardı. Tahir Elçi'nin yalnız olmadığını ve Tahir Elçi olayının basit bir olay olmadığını göstermek istedik. Yoksa herhangi bir sonuç çıkacağını ya da orada bulunan sanıkların arkasında bulunanların da korunacağını çok iyi biliyorduk” diye konuştu.
‘Tahir Elçi’nin Yolundan Yürüyeceğiz’
Amcasının öldürülmesinin hukuk okumasını tetiklediğini söyleyen Elçi, “Amcam öldürüldükten sonra hukuk okumaya karar verdim. Yani Amcamın bizlerden beklentisi de, bıraktığı yerden mücadele vermekti. Mücadele vermek istediği alanı boş bırakmamak için okudum. Sadece ben değil 2015’ten sonra hukuk okuyan birçok Kürt genci bu bilinçle okudu. Belki hiçbirimiz bir Tahir Elçi olamayacağız ama hepimiz onun yolundan yürüyeceğiz. Onun bize bıraktığı mirasla yolumuza devam edeceğiz” dedi.
‘Bin Defa Da Kurşun Sıksalar Buradayız’
Hukukçular olarak Tahir Elçi’nin mücadelesini sürdüreceklerin belirten Elçi, “Dört Ayaklı Minare’nin altında Tahir Elçi’ye bir kurşun sıkıldı ama yargı ve devlet eliyle de bir kurşun daha sıkıldı. Bu kurşun onun bedenine değil, düşüncelerine ve mücadelesine sıkıldı. O yüzden biz onun ailesi ve hukukçular olarak mücadelesini asla bırakmayacağız. Onun biz bıraktığı mirası devralıp hukuksuzluklar karşısında mücadele edeceğiz. Bir değil bin defa da kurşun sıksalar biz buradayız ve mücadele edeceğiz. Tahir Elçi yalnız değildir ve mücadelesi devam edecektir. Hukuksal başvurumuz devam edip davayı istinaf, Anayasaya Mahkemesi’ne Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) taşıyacağız. Tahir Elçi’yi unutmayacağız ve unutulmasına izin vermeyeceğiz" diye belirtti.”
Hakkaniyetli ve adil bir ülke için mücadele etmiş iki insanın Hrant Dink ve Tahir Elçi’nin ardından, davalarındaki tahayyüller bütünüyle bu menzilde adaletin her ne halde kaldığını ve insanlığın sukutu hayalini göstere geliyor. Cerahatin el üstünde beslendiği geçmişin kirli ve ellerine kan oturmuş temsilleri gibi sırtı sıvazlanıp durdukça güçlenen bir temsile dönüşen Samast’ın öncüllerinin varisi olduğunu yeniden ifşa eder. Duruşma salonundan çıkarken elinde tespih, etrafında yancısı tiplemelerin varlığında “altı üstü” bir Ermeni’nin canını aldığı için verdiği adalet sınavından bir kere daha ak / pak çıkageldiğini göstere gelir. Hakkaniyet kavramı sizlere ömür kılındığı için, dahası baş efendinin dahi laf arasına sıkıştırıp, benim bile baş edemeyeceğim bir karanlık diyerek Dink ailesine zamanında bildirdiği o eksen, çete, yapı vesair bir kere daha kullanışlı maşasını adaletten kurtarır. Zaman aşımı kavramını devreye koyarak, zaten hesabı hiçbir türlü verilmemiş bir cinayetin ardılı / önü / sonrası muallak kılınmaya devam olunur. Bunca afaki bir çürüme halinin bir benzeri daha söz konusu mudur? Kim verecektir ki hesabını?
Doğrudan silahların / şiddetin ta kendisinin baş göstermediği bir ülke için hayalini süren, mücadelesini veren, avukat Tahir Elçi’nin, Dört Ayaklı Minare altında katledilmesinden sonra geçen süredeki o adaletsizlik halinin tam tekmili sureti olarak sanık polisler Sinan Tabur, Fuat Tan ve Mesut Sevgi hakkında beraat kararı verilir. Dokuz yıl öncesinde var edilmiş olagelen cinayetin üstünün her nasıl / hangi hamlelerle kapatılmak istendiğini de göstere gelen ol kayıtsızlık, göz ardı etme hali, Kürdün de hakkının geçersiz kılındığı bir zemini ifşa eder. Uğur Kaymaz, Baran Tursun, Nihat Kazanhan, Mazlum Turan, Kemal Kurkut, Helin Hasret Şen, Ceylan Önkol gibi ilk elden akla gelen nice kırımın, cinayetin ardındaki o kolluk kuvveti asker-polis olduğunda yargının sessizliği, kararları alelacele vermesinin türevi bir hal Tahir Elçi davasında da kendisini yeniden belirgin bir biçimde göstere gelir. Adalet kavramının boşa düşürüldüğü bir zeminde bir asırdan uzunca süredir var edilen eşitlik mücadelesi de, kırk küsur yıldır devam olunan çatışma / savaş / yıkım ve terör olgusunun da her şeyi yerinde saymaya devam eden bir ülkeyi gösterdiği muhakkaktır. Kürd sorununun çözümünü değil bu kalıcı kördüğüm çözümsüzlüğü hattını diri tutarak, acıları / yaraları / yıkımları daim bir biçimde yineleyerek hangi yaraya merhem olunabilir ki, olunur ki!
Adalet bir müşterektir. Toplum nezdinde güvenilecek bir liman olagelen yegane değişmez ve sabitimiz olarak güncellenmesi elzem olan bir mefhumun alenen alaşağı edilmesinin ol hali zaten nerelerde ıskalıyor bu ülke hayatı bunu bildirecektir! Genel geçer değil alenen bir biçimde cumhuriyetin dönüşümü kati / kesin bir yıldırı ikliminden geçiriliyor bir kere daha. Anayasal yazım sürecinden, ortada bir görünüp bir sırra kadem bastırılan demokratikleşme paketlerinden şu araların modası olagelen normalleşme / ılımlılık vesair tanımlamalara girişilirken var edilmiş yaralar göz ardı ediliyor. Hiçbir acının, türevi olan o yıkımların hesabı verilmiyor. Müştereklerimiz çalınıyor, yağmalanıyor. Eşitlik eksenini yitirmiş, Kürdü de, yıllar evvelki gibi Ermeni, Rum, Süryani halkları için düşmanlaştırma politikasının başkasını bir kere daha yineleyip, reva görerek, hangi olumlama halinden bahis açılabilir? Müştereken bir hayat imgesinin savunulmasının unutturulduğu bir zemini gözler önüne getirdiğinizde ol makus kaderi bir yazgı gibi dayatmaya devam ederken tüm o muktedir yönetimi, yargısı hangi nizamdan, hangi yarınlardan bahis açılabilir. Her gün havanda su dövülürken. Her gün başka bir acıya rehin kılınırken. Her şey paldır küldür yağmalanırken, nasıl?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel İçin Kaynakça: Hrant’la Ermeni Tahir Elçi’yle Kürdüz
Meramda Paylaşılan Haberler
Hrant Dink Cinayeti: Yılmazer ve Akyürek'e Ağırlaştırılmış Müebbet Talebi https://bianet.org/haber/hrant-dink-cinayeti-yilmazer-ve-akyurek-e-agirlastirilmis-muebbet-talebi-296429
Elçi Davasında Cezasızlık: Hukuk Kürtler İçin İşlemiyor https://mezopotamyaajansi.net/search/content/view/244885?page=1&key=f5212405a08d1fe7d97257a53067ac57
#meram#arzihal#müştereklerimiz#adalet#hak#hürriyet#insanlık#demokrasi#akp#yeni türkiye#başka türkiye vardır#cerahat#sarmal#kötülük#hayatiyet#insan hakları#kör karanlık#cinayet#fasit döngü#adalet nedir?#yara#tahayyül#insan olma#yazılama#meram hayat#ülke kuşatılırken#kürd sorunu#hrant dink#tahir elçi#ya adalet!
0 notes
Text
İnsanları gerçek mi değil mi diye tartmak aklımıza çoğu kez gelmiyor. Çünkü gıdalarımızdan tutun da, üzerimize giydiğimiz, kullanmak üzere yanımızda veya evimizde, işyerimizde bulundurduğumuz şeylerin gerçek olup olmadığı ile meşgul kafamız...Nasıl sahte eşya o eşyayı kullanmamız bakımından gerçek faydayı temin etmiyorsa, sahte insanlar da bizim gerçekle temasımızı kesen kimselerdir. Sahte mücevher sahicisi kadar parlak, ama kuyumcu ona hiç değer vermeyecektir. Sahte insan da gerçek insan gibi bir mekânda yer tutar, onun da bir hayatı vardır, ama gerçekten hayatiyet sahibi olan insalar sahte insanların bir hayal ve görüntü dünyasında ömür tükettiğini bilirler.
| İsmet ÖZEL
47 notes
·
View notes
Text
Son dakika... Adalet Bakanı Bozdağ'dan haksız tahrik açıklaması
Son dakika… Adalet Bakanı Bozdağ'dan haksız tahrik açıklaması
Son dakika haberine göre, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ: Haksız tahrikin uygulaması konusunda yaşanan tartışmalar, son Pınar Gültekin mahkemesinin kararıyla değil başkaca kararlarla da Türkiye'nin gündeminde çok yoğun yer aldı. Çünkü sonuçta haksız tahrik müessesesi, yüzyıllardır olan ve bütün hukuk sistemlerinde varlığını koruyan bir müessesedir. Bu müesseseye hayatiyet kazandıracak, adalet…
View On WordPress
0 notes
Text
“İslam ideolojisinin Araplara verdiği büyük hamle bir asır sonra bütün hızını kaybettiği halde, Türkler için on asır süren bir hayatiyet göstererek İslamiyetin şerefini yücelten parlak bir tarih yaratmaya imkan vermiştir.”
Prof. Dr. Osman Turan
1 note
·
View note
Photo
İmani kuvvenin ve kişinin brimsel düşünsel alanında genetik aktarım yoktur. Genetik aktarım sadece fiziksel olarak kişinin zahirinde yani bedensel olarak tecellisi oluşur. İnsan yetişme şartlarırına ve içinde bulunduğu ortamına tabi oleak zihinsel olarak gelişr. Genlerine göre zihisel bir fonksiyon asla aktarılmaz. Örneğin Ebu leheb ve diğer kardeşleri, Hz. Yusuf as ve kardeşleri gibi. Hz. Nuh as ın oğlu ve Habil ile kabil aynı genetiğe sahip ama biri katil öteki melek huylu bir hayatiyet. Görüldüğü gibi biri nuraniyette zirve yaparken diğeri narda kalabiliyor. Genetik olarak bir şeyin akmayacağının kanıtı olarak bu örnekler önümüzdedir. Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi vessellem efendimizin kendisini taşlayan kafir olan kişilerin çocuklarının soyundan mümin insanlar doğar diye cebraili durdurması, kişi bazlı oluşan oluşan Allahın değişmez fıtratını bize götermiştir. Cebrail, o kafirleri yok edeyim mi diyince, hayır onların soyundan müminler doğar diyor. Demek ki genetik her şey değil, tümüyle afaktan bebeğe ve insanlara oluşan bir etkileşimle, insanlık manevi şekli kıvam alır. Ebû Hüreyre"nin (ra) naklettiğine göre, Hz. Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi vessellem efendimiz şöyle buyurmuştur: “Her doğan fıtrat üzere doğar. Sonra anne babası onu Yahudi yahut Hıristiyan veya Mecûsî yapar…” (B4775 Buhârî, Tefsîr, (Rûm) 2; M6755 Müslim, Kader, 22 Genetik kalıntı şeklinde kulaktan dolma şeklindeki şehir efsaneleri, hakikatı yansıtmamaktır. Velhasıl her kişi islam fıtratı ile gelir, daha sonra şekillenir. #mnö https://www.instagram.com/p/CPJnEg6AtjF/?utm_medium=tumblr
0 notes
Photo
İki, Üç ve Dört tarzları Hissetme Üçlüsündedir- Varlıkları ve yükümlülükleri kalp konuları ile ilgilidir. Bu tarzlar kimlik ve değer araştırması içindedirler, aynı zamanda kalbin diğer özgün nitelikleri ile uğraşırlar. Beş, Altı ve Yedi tarzları Düşünme Üçlüsündedir- Zayıf ve güçlü yönleri, iç kılavuz ve destek bulmak ile ilgilidir. Bu tarzlar karar vermede ve geleceğe yönelme konusunda zorlanırlar. Sekiz, Dokuz ve Bir tarzları İçgüdüsel Merkezdedir- İçgüdüsel enerjileri ile, diğer bir deyişle hayatiyet ve yaşam güçleri ile temas başlıca konularıdır. Don Richard Riso - Russ Hudson #enneagram #kişilik #sahtekişilik #öz #farkındalık #dikkat #9tip #duygu #zihin #içgüdü #merkezler #tutku #erdem #kanat #güven #stres #ben #benlik #enneagram1 #enneagram2 #enneagram3 #enneagram4 #enneagram5 #enneagram6 #enneagram7 #enneagram8 #enneagram9 https://www.instagram.com/p/CHMm-hkD2So/?igshid=1hcirc4q40j8z
#enneagram#kişilik#sahtekişilik#öz#farkındalık#dikkat#9tip#duygu#zihin#içgüdü#merkezler#tutku#erdem#kanat#güven#stres#ben#benlik#enneagram1#enneagram2#enneagram3#enneagram4#enneagram5#enneagram6#enneagram7#enneagram8#enneagram9
0 notes
Text
“Bir insanın Allah aşığı olup olmadığı,göz bebeklerinden belli olur. Gözbebekleri pırıl pırıl değilse,hayatiyet,canlılık fışkırmıyorsa o Hak aşığı değildir.”
Mevlânâ
12 notes
·
View notes