#duraksamak
Explore tagged Tumblr posts
Text
Yalanlar Hayatı Ezip Geçerken...
Bir tevatür değil, hakikat kılınmış olagelen yalanlarla birlikte hayatın biricikliği ayaklar altına alınıyor. Hepsi hepsi belirli, sınırları bariz bir ömrün var edilebildiği bir gıdım saha, yer, toprak parçasında olmakta olanın cerahati bu hayat kurgusunu tümden, aralıksız bir halde yıkımla dönüştürülmesini imliyor. Bir tevatür değil doğrudan akla / fikre / bedene yönelik politik bir cerahat istemi ve imaliyle yaşama eylemi eksik kılınıyor. Duraksamak nedir bilmeden biçimlendirilmiş olagelen hamleler bütünüyle yaraları hep yepyeni olan yaraları var ediyor. Binbir badirenin ortasında yaşama tutunmaya çalışanların gözlerinin önünde küfelere yepyeni yükler ekleniyor. Tükenmek nedir bilmeyen bir sınama halinin içinde modern zamanların, yenilikçi nam despotik devletleri hayatı hiç kılmaya ant içiyor. Her gün her anlamda bir hayat memat meseline dönüştürülüyor. Bir yazgı bariz bir karar ya da ihtimalmiş gibi bu coğrafyanın her gününde belirgin bir karanlıkla baş başa terk-i diyar ediliyor insanlık. Dünyanın gümbürtüsü içinde geçen yazımızda belirttiğimiz gibi bir karanlık tahakküm evreninde hayat o kapkara halin esiri kılınıyor. Cürümlerle birlikte, bütünleşik yönetimler sayesinde hayatın mahvı eksiksiz kılınıyor.
Bir biçimde yalanların hakikat kılınmasının yolu her gün o mahvı süreğen kılıyor. Burası gibi boyunduruk altına alınmış, her günün ama az ama çok zorluklarla / engellemeler ve bitimsiz bir çıkış / yaptırım haline rehin edildiği yerlerde olagelen tehditlerin gerçekliği, bir biçimde o mahvetme halini de sürekli günceller. İletişim işleri başkanlığı nam yapının bildirdiği / yönergeler doğrultusunda sunulagelen cerahatli akıllar / ön alma hallerinin hep kıyısında yaşamın derdest edilmesi söz konusu edilendir. Yaralayıcı, eksilen, cerahatin tam da ortasında kendi kendine terk olunan insanlık mefhumunun nasıl bilinçle / daimi bir tahakküm nesnelliği ile var edildiği artık afişe olandır. Yalanlar doğru diye bildirilirken ol yalanların hakikat kılınması çabası eksiksiz konulurken, yeniden ve yeniden türetilen kin, nefret ve ayrımcılıkla dışarıya akıl verilirken içteki yaralar çoğaltılır. Tümüyle dünyanın en doğrucu ülkesi savı var edilirken eylenen her hamle, ortaya serilen her çabala bir şekil, bir düzlemde olan bitenin mahva sevkinin de nasıl işlevselleştirildiğini göstere gelir. Hiç ama hiçbir insani mefhumun peşinden koşulmayan, her şeyin aralıksız bir girdap halinde, gümbürtü içerisinde zehir zemberek hallerle boğuntuya konulduğu bir zeminde onca nutuk, o kadar laf, bir dolu fikriyatın boşa heder edilmesi, karşılığının dipsiz bir karanlık kılınmasıdır mesele. Yeni yüzyılında bildik ezberleriyle yol arayan bir menzildeki cürüm bütünleşik hallerin yekununda çıkagelen tablodur mesele.
Sınırın dışında Ukrayna’ya doğrudan saldıran Rusya’nın var ettiği savaşın yirmici ayının geride kaldığı şu günlerde o yıkıcılık hallerine arka kapıdan el açan, bir yana gülücükleri, diğer yana bombaları, insansız hava araçlarını, istihbarat çalışmalarını var eden bir yerden ülkeden meselimiz ortaya çıkabilir. İkili oynamaların paralelinde, kentlerin talan edilmesi sınırlarının hiç edilmesi ve aralıksız zulme bir yandan var ettikleriyle arka çıkan -Türkiye- meselin özünü bildirir. Yalanın, riya ile birlikte işlevselleştirildiği, ticari anlaşmaların ardı kovalanırken, cerahatin bir biçimde yeniden biçimlendirildiği bir kırıma taraf olmasının ne kadar hazin bir sureti / eylemi var ettiği televizyonlarda arada sırada görülen kıyım hali ve bitimsiz bombardımanlardan belirgindir. Bu suçun bir başkasını, Azerbaycan sınırları içerisinde kalakalan geçersiz konulduğu zikredilen Artsakh’ın 2020 yılından bu yana süren istimlak / yok edilmesi sürecinde de görürüz. Yalanların Azerbaycan ile birlikte var edildiği, önce onlar başlattı, otuz bir yıllık intikam, rövanşımız çok ağır olacak diyerekten kurumsallaştırılan bir kin ile önce yıllar sonra bir savaş var edilir. 6000 Ermeni, 4000’in biraz daha üstünde Azeri’nin can verdiği bir kırım hali var edilirken, yerli ve milli medya insansız hava araçlarının isabetinden, baş amirin damadı olagelen bir temsili değil sahiden insanlık suçlusu bir zatın firmasının güzellemelerine yer verilir. Bunların bunca yalanların kıyısında, dokuz ayı aşkın insani ihtiyaçların yok sayılması / esirgenmesi neticesinde daha geçen ay yüz yirmi bine yakın insanın bir günde topraklarından / yurtlarından edilmesinin utancı hangi yana düşecektir ki sahiden? Riya ile yalanların birlikteliğinde cürümler ardılı sıra güncellenirken kim / neyin / ne şekilde hesabını verecektir ki sahiden?
Burnumuzun ucunda devam eden İsrail – Hamas / Filistin meselesinin var ettiği bir başka boyutunu meramımıza Evrensel Gazetesinden iliştirelim: “İsrail'de Hamas tarafından esir alınan İsraillilerin kurtarılması için Savunma Bakanlığı önünde gösteri düzenlendi.
Yediot Ahronot gazetesinin haberine göre, Tel Aviv’deki Savunma Bakanlığı önünde yaklaşık 200 İsrailli toplandı. Netanyahu hükümetini protesto eden grup, esir alınan İsraillilerin serbest bırakılmasını isteyerek ateşkes talep etti. Eylemde Netanyahu’nun istifası talebi de dile getirildi.
Hamas’ın 7 Ekim saldırısında 300’ü asker yaklaşık 1500 İsraillinin öldürüldüğü açıklanırken, Gazze’ye götürülen 200 kadar da rehine olduğu duyurulmuştu. Bunların bir kısmı askeri bir kısmı sivil rehineler.
İsrail Ordu Sözcüsü Daniel Hagari, son açıklamasında rehin alınanların sayısının 212 olduğunu bildirdi. Hamas ise dün ABD ve İsrail çifte vatandaşı olan anne-kız iki rehineyi serbest bıraktı.
Hamas’ın askeri kanadı İzzeddin el Kassam Tugaylarının sözcüsü Ebu Ubeyde iki rehineyi daha serbest bırakma niyetlerini arabulucu Katar’a bildirdiklerini ama İsrail’in bu kişileri almayı reddettiğini iddia etti.
Ebu Ubeyde, “Katarlı kardeşlerimize, Nourit Yitshaq ve Yokhefed Lifshitz’i de insani gerekçelerle ve karşılığında hiçbir şey beklemeksizin serbest bırakacağımızın bilgisini verdik. Fakat İsrail işgal hükümeti onları almayı reddetti” ifadelerini kullandı. İsrail ise iddiayı kabul etmiyor.”
Bir tevatür değil doğrudan yalanların hakikat kılındığı zeminde, bir tufan kopmaya, cerahat eliyle hayatlar yağmalanmaya devam olunuyor. Netanyahu’nun kumaşının, ol Hamas’ın silahlı kanadından pek de farklı olmadığının açığa düştüğü bir zeminde cürüm üstüne cürüm, ölüm üstüne ölümler var ediliyor. Sadece 22 Ekim-23 Ekim arasında bütün bir gece boyunca üç yüz kadar hedefe bombaların yağdırıldığı, dört yüze yakın insanın canının hiç edildiği bir kırım var edilir. Tek bir günde birkaç yüz insanın hayatlarının aleni bir biçimde çalınmasının dert olunmadığı bir zeminde kurulan her yalandan mülhem cümleyle bir başka cehennem imgesi yenilenir. Bir tevatür değil doğrudan akla / fikre / bedene yönelik politik bir cerahat istemi ve imaliyle yaşama eylemi eksik kılınır. Ortadoğu’nun en kestirmeden hakikatin alaşağı edildiği bir cerahat sarmalına rehin edildiği yere dönüştürülmesinin utancı aralıksız üçüncü haftasına ilerlemektedir. Böylesi bir ince hesap kitapla, Gazze’de tüm alanda sıkışa kalan insanların hayatlarının hiç, hemen burunlarının ucundaki Kfar Azza’dan, Siderot’a, Aşkelon’dan Ashdot ve Tel-Aviv’e pek çok başka yerdeki öteki sanılanların da yok addedildiği bir girdap, insan elli bir yıkım / cendere sahası var edilir iyi de hayat nerede var edilebilecektir ki!
Bianet’ten aktaralım: “İsrail ordusunun Gazze Şeridi’ne yönelik saldırıları bugün itibariyla 17. gününde sürerken, Batı ana akım medyasının da İsrail yanlısı yayınları devam ediyor.
İngiltere merkezli Sky News'in haber programına katılan Filistinli gazeteci ve insan hakları savunucusu Yara Eid, kanalın kullandığı manipülatif ve yanıltıcı dile tepki gösterdi.
Yara Eid 'ahlaki sorumluluğu' hatırlattı
Sunucu Gazze'deki durumu anlatırken İsrailli kayıplardan "öldürüldü" (İngilizce "killed") diye bahsederken Filistinli kayıplar için ise "öldü" ("died") kelimesini kullanınca gazeteci Eid, yorum yapmaya başlamadan önce şunları dile getirdi:
"Neler olup bittiği hakkında konuşmaya devam etmeden önce şunu söylemek istiyorum, neler olduğunu ilk anlattığınızda 'İsrail'de bin 400'den fazla kişi öldürüldü, Filistin'de ise 4 binden fazla kişi öldü' dediniz. Bence bu dili kullanmak çok önemli çünkü bir gazeteci olarak olan biteni haberleştirmek gibi ahlaki bir sorumluluğunuz var."
Filistinliler öylece ölmüyor
Sky News dışında BBC gibi Batı ana akım medyasının kullandığı manipülatif dile dikkat çeken Eid, "Filistinliler öylece ölmüyor, öldürülüyorlar. Aslında son 75 yıldır etnik temizliğe, soykırıma maruz kalıyorlar" ifadelerini kullandı.
Londra'da yaşayan Eid, sunucunun yaşananları "İsrail-Hamas savaşı" şeklinde tanımladığını ancak bunun böyle olmadığına dikkat çekerek şunları kaydetti:
"Bunu bu şekilde çerçevelemek çok yanıltıcı çünkü bu sanki iki eşit güç algısı veriyor ancak İsrail işgalci bir güç. İsrail'in aynı zamanda Gazze'de yaşayan tüm sivillerin ve çocukların canını koruma sorumluluğu var. Fakat görüyoruz ki öldürülenlerin bin 700'ü çocuk! Yani bu savaş aslında Hamas'a karşı değil" dedi.
"Olduğu gibi haberleştirin"
"Hatta İsrailli sözcülerin çoğu, bunun açıkça Gazze'deki sivillere karşı bir savaş olduğunu söyledi" diyen Eid sözlerini şöyle sürdürdü:
"Biz Hamas'sız bir dünya hayal etsek; Batı Şeria'yı düşünürsek, Filistinliler öldürülüyor, toprak hırsızlığı var, etnik temizlik var, hapsetme var. 170'i çocuk 5 bin 200'den fazla Filistinli, şu an İsrail hapishanelerinde bulunuyor. Bu sadece 7 Ekim'de olanları sulandırmak değil, bu 75 yıllık bir işgal, Filistinlilerin etnik temizliği ve soykırım. Ve bir gazeteci olarak neler olup bittiğini haberleştirmeniz ve olduğu gibi söylemeniz gerekiyor."
Manipülasyonda ısrar
Eid'in tepkisi ve konuşmasını gözardı eden sunucu manipülatif söylemine devam ederek bu kez de Eid'e "Hamas İsrail'e saldırı başlattığında bir Filistinli olarak bundan sonra ne olmasını bekliyordunuz?" diye sordu.
Sunucunun yanıltıcı dilini tekrar etmesine şaşıran Eid, sözlerini "tekrarladığı için özür" şunları söyledi: "Bu yanıltıcı çünkü 7 Ekim'deki saldırıyla ilgili olup bitenleri sulandıramazsınız. Hadi 2014 hakkında konuşalım, hadi 2021 hakkında konuşalım. Tüm saldırılar hakkında konuşalım. Gazze hakkında konuşalım."
Bir tevatür değil, hakikat kılınmış olagelen yalanlarla birlikte hayatın biricikliği ayaklar altına alınıyor. İsrail devletinin aradığı fırsatı var eden El Kassam Tugayları / Hamas vs. isimlendirmelerin ardından çıkagelen yegane şey yalanlarla birlikte bir yıkımın sahiciliği olur. Baş efendinin gün aşırı, propaganda faaliyeti olarak Hamas güzellediği bir zeminde cürmün, yıkımlara, nihai anlamda daracık bir menzilde sıkış tepiş hayata tutunan Filistin’in Müslüman, Arap, Ezidi kimliklerinden mülhem yapısının köküne kibrit suyunu dökmek için var edildiği de bir kenarda işlenmeye devam olunandır. Bir tevatür hali değil artık kesintisiz bir güç savaşları içerisinde sıradan hayatların izlerinin ezildiği, yaşamsal ol haklarının talan edildiği bir zamanı arşınlıyoruz. Dün Ukrayna, dün Tigray, dün Artsakh, dün Yemen, dün Rojava ve dün pek çok başka yerde, zeminde var edilmiş olanın her nasıl yeniden imal olunabildiğini İsrail’de, Filistin’de ve onun bir parçası Gazze Şeridi sınırlarında görüyoruz. Bildiğimiz tüm anlamlarıyla barışma mefhumuna sahip, sahi ama sahiden de sahip çıkamayacaksak birlikte, bütün o zorbaların, zorbalıklarında hiç edilmek istenen hayatlarımızla kurbanlık sıramızı bekleyeceğiz. Düşünür müydünüz...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: Photo Courtesy::: Amir COHEN – Reuters via The Jerusalem Post
#meram#mesele#söz hakkı#barışa ne oldu?#yaşamak#savaş#gazze#israil#filistin#çürüme#kutsal topraklar#semavi#yaralar#hakkaniyet#doğru#insan101#devlet101#kolluk şiddeti#arap#yahudi#sağaltım#yordam#anlamak#karanlık çağ#türkiye nereye?#quo vadis?#biyopolitika
3 notes
·
View notes
Text
anlamı olan küçük şeylerle ansızın karşılaşmak, anlık duraksamak çok yorucu. bu da geçsin istiyorum.
5 notes
·
View notes
Text
Yaz' ın Vedaya Hazırlanması!...
Tatlısı İle Acısı İle Geldi Yaz Ayı
Kimi Onun gelişiyle Doğdu
Kimi Onun Gelişiyle Veda Etti
Hepsi Gerçekti Ve Yaşandı
Bu Yaz Yazılarda Suskundu
Mürekkep Ve Kalem Dinlendi
Yazları Okyanusa Açılmak Duraksamak
Kışları İlham Odalarına Hapis Olmak
Akıtır Kalem Mürekkebini İnci İnci Sıralanmış Harfler Sıralanmış Kelimeler Dökülür O Sihirli Büyülü Kelimeler
İnsanı Alır Götürür Hayal Alemine Ozaman Hayal Kurarken Karşılaşmak İsterim Seninle 💐
1 note
·
View note
Text
"Başarı için sıkı çalış, başarılı olmak için daha sıkı çalış" ifadesi, başarının temelinde yoğun çabanın yattığını ve sürekli başarıyı sürdürmenin daha fazla çaba gerektirdiğini vurgular. Bu söz, başarıya ulaşmanın sadece hedeflere ulaşmakla kalmayıp, bu başarıyı korumanın ve üzerine inşa etmenin de sürekli bir çaba gerektirdiğini hatırlatır.
Bu ifade, özellikle hırslı ve başarı odaklı bireyler için önemli bir motivasyon kaynağıdır. Başarı, genellikle büyük özveri, zaman ve çaba gerektiren bir süreçtir. Bir sporcu, müzisyen, akademisyen veya iş insanı düşünün; bu kişilerin her biri, alanlarında üstün başarılar elde etmek için sayısız saatlerini adarlar. Ancak başarıya ulaştıktan sonra duraksamak, rekabetçi bir dünyada geri düşmeye yol açabilir.
Bu nedenle, başarılı olduktan sonra dahi, sürekli gelişim ve büyüme için çabalarını artırmak gerekir. Örneğin, teknoloji sektöründe bir lider düşünün. Bu kişi, sektördeki yenilikleri takip etmek, sürekli yeni bilgiler öğrenmek ve ekibini bu yeniliklere adapte etmek için daha fazla çalışmalıdır. Başarıları sürdürmek için gerekli olan bu sürekli çaba, başarıların geçici olmamasını ve sürekli yenilenmesini sağlar.
Ayrıca, bu ifade bireyleri sadece sıkı çalışmaya değil, aynı zamanda akıllıca çalışmaya da teşvik eder. Çünkü sürekli başarı, sadece daha fazla saat çalışmakla değil, aynı zamanda daha verimli ve etkili çalışmakla da ilgilidir. Bu, öncelikleri doğru belirlemek, zamanı verimli kullanmak ve sürekli olarak kişisel ve profesyonel becerileri geliştirmek anlamına gelir.
Sonuç olarak, "Başarı için sıkı çalış, başarılı olmak için daha sıkı çalış" ifadesi, başarıya ulaşmanın ve başarıyı sürdürmenin sürekli ve yoğun bir çaba gerektirdiğini vurgular. Bu sürekli çaba, bireyin hem kendi standartlarını yükseltmesine hem de değişen dünya şartlarında rekabetçi kalabilmesine olanak tanır.
0 notes
Text
Bazı cümleleri duraksamadan, yutkunmadan okuyamazsınız. Tıpkı bazı fotoğraflara bakıp yutkunup, ağlamaya başladığınız gibi.
2K notes
·
View notes
Photo
Uyandım çiçek gibi dayanılmaz güzel kızlar Ad Marginem'den asma köprüler kurmuşlar İstanbul'a Nehirler, aylar çevirmişler o Ayla'lar, Münibe'ler Tümü bir uzak denizde A'lar, V'ler, U'larla Gece sarı bir evde bir iki yaprak evlerinin önünde Açtı açacaklar dünyamızı açtı açacaklar
Bu denizi Ayla ayaklarını soksun diye getirdim Bu dünyaları onun için açtım bu balıkları tuttum Bir sabah çıkmak güneşler, aylar bir sabah çıkmak Bir ağacı bu evleri sarı ters bir kuşu düzeltmek Edibe bu sokağı al götür görmek istemiyorum Edibe bu evleri Edibe bu göğü bu güneşleri Edibe
A'lar V'ler U'larla olmak Paul Klee'de uyanmak
İlhan Berk, Eşik s.212 ‘Paul Klee'de Uyanmak’ Resim: Paul Klee, “Hesitation” 1906.
18 notes
·
View notes
Text
bitimin sonrasında yeni bir başlangıcın varlığı yok. sonlandırılan ve bunun için harcanmış yüzlerce çabanın hatırlanışı ve öylece duraksamak var. yok saymanın bütün boyutsal anlamlarını içine kazıyarak yazmak ve olup biten her şeyin anlamsızlığını kabul ederek,kopuşu yaşamak var.
12 notes
·
View notes
Text
Nefessizlik
Kimi zaman hayat nefes alınmayacak kadar daraltılır. Yok yere değil, bariz gözler önünde hep açıktan, bildire / anlata / var edilenlerin yekununda bir daralma söz konusu olur. Tüm o hayat imgesi tarumar. Bütünüyle hayatı makul kılan etmenlerin tastamam yerle bir edile geldiği bir an var edilir, bazen bir ömürlük. Duraksamak nedir bilinmeden güncellenmiş o yıkıcılık içerisinde söz kifayetsiz kalır kimi zaman, çokça, her şekilde. Bitmek nedir artık bilmeyen bir cerahatin ortasında sözün katledildiği, kimsenin kimseyi sahiden duymadığı, gerçekten göremediği bir ortak sahne var edilir. O sahnenin her gününe bir acının düştüğü ya eksik, ya mübalağa ya da önsezi eksik bir tahayyül değil doğrudan tastamam hep on iki hedefi tutturan bir cerahat erkinin var ettiği hayatı kısıtlamayı imler, kesintisiz artık ayrım için özellikle çabalamaya gerek kalmadan ulu orta. Hayatın nefes alınamayacak kadar tam ve doğrudan eksiltilmesinin meselesidir anlatmaya çabaladığımız. Her şekilde ehven olanı yerle bir etmeye devam diyen muktedir aklının sokaktaki yansısının, giderek birbirilerinin gırtlağına daha açıktan çöken, altta kalanın canının çıkartıla geldiği bir uzamdır, her şeyin alt üst edilmesi de cabasıdır, bonus!
Bilindik cümlelerin kar etmediği bir yıkım aralıksız tezgahta işlenirken, nefessizlik alenen bu toprakların ortak paydalarından birisi kılınır. Gün aşırı var edilmiş olagelen çocukların ya da kadınların ya da yaş almışların başına getirilen felaketlerin, başka insanların eyleme döktükleri kötülüklerinin ortasında cerahat hayatı yerle bir eder. Nobran, yetersizliğini ol kör karanlıkta çıkagelen şiddetle örtbas etmeyi amaç edinen, kendini salt / sırf nefretle bir ve beraber var edebilenlerin, siyasetin merkezinden, iktidarın tam kalbinden bulabildikleri yüzle kotardıkları her şey o nefessiz kalmayı sabit / demirbaş kılar. Güllük gülistanlık yer, ülke tiradının kökünün kazılması da o raddede var edilir. Düşmanlaştırma, öteki sanılanla bitmeyen hesaplaşama, ne muğlak ne mübalağa olagelen yok etme diskuruna sahip çıkma halleriyle birlikte Türkün kendi kimliğini laik / fanatik dinci olarak sınıflandırmasından ve nicesinden bir paydaşlıkla cürmün ortasına esir, kör karanlıklarda gezinen, her günü çok daha açık cerahatin menzili olagelen bir çukur imal edilir. Dört bir yan, kan kırmızısı, kör karanlığın esiri olagelen bir cinayet mahalli, kelime anlamıyla, gerçeklikteki yansısı ve daha nicesiyle. Bu mudur yeni Türkiye!
Aycan Karadağ’ın BirGün Gazetesindeki haberini aktaralım: “Ülkede yalnızca bir avuç insan servetine servet katarken, milyonlar yoksulluk, güvencesizlik ve çaresizlikle boğuşuyor. Temel ihtiyaçlarını dahi karşılayamayan insanlar, giderek derinleşen eşitsizlik karşısında her geçen gün daha büyük risklerle yüzleşiyor.
Bu ağır tabloya bir yenisi daha eklendi; İzmir’in Selçuk ilçesinden acı bir haber geldi. Cumhuriyet Mahallesi’nde, hurdacılık yaparak hayatını sürdüren Melisa Akcan, 5 çocuğuna bakabilmek için akşam saatlerinde evden ayrılmak zorundaydı. Çocuklarını güvenli bir yere bırakacak kimsesi yoktu. 3 göz odalı evde, sobanın ısısı altında uykuya dalan çocuklar, devrilen sobanın yol açtığı yangında son nefeslerini verdi. Bir annenin çaresizliği 5 canın hayatına mal oldu.
27 yaşındaki Melisa Akcan, sanayi bölgesine yakın, 3 odalı bir binada 5 çocuğuyla yaşam mücadelesi veriyordu. Çocuklar, Aras Bulut (1), Masal Işık (2), Aslan Miraç (3), Funda Peri (4) ve Fadime Nefes (5) yokluk içinde büyüyordu. Çocukların babası Hakan Akcan, uyuşturucu suçundan cezaevinde olduğu için ailenin tüm yükü annenin omuzlarındaydı. Pazartesi akşamı saat 19.00 sularında, Melisa Akcan çocuklarını evde bırakarak hurda toplamaya çıktı. Ancak sobanın devrilmesiyle çıkan yangın kısa sürede tüm evi sardı.
Yangını fark eden komşular, 112 Acil Çağrı Merkezi'ne haber verdi. Anne, eve gelip çocuklarını dışarı çıkarmaya çalışsa da üç çocuk olay yerinde yaşamını yitirdi. Ağır yaralanan iki çocuk ise kaldırıldıkları hastanede kurtarılamadı.
Göz Göre Göre Bir Trajedi
Olay yerine gelen mahalle sakinlerinden biri BirGün’e verdiği demeçte, “Yangını görünce koşarak içeri girmeye çalıştık ama kapıyı açamadık, içeride mahsur kalmışlardı” dedi. Başka bir görgü tanığı, "Anne elinden geleni yapıyordu ama çocuklarına bakarken çalışmak zorundaydı" diyerek sistemin yetersizliğine dikkat çekti. Öte yandan sadece bir ay önce evin bahçesinde küçük bir yangın çıktığını belirtti.
Çocuklar Koruma Altına Alınmadı
Aileyi tanıyan bir mahalle sakini de, “Aile, bazı kamu kurumlarından destek alıyordu. Sosyal hizmetlerin çocukları defalarca ziyaret ettiğini duyuyorduk ama hiçbir şekilde koruma altına alınmadılar” diyerek trajedinin göz göre göre geldiğine işaret etti.
Akp İlçe Başkanı: Alma Dediler Almadık
AK Parti Selçuk ilçe başkanı Hakan Bayraklı, “Çocukların sağlık ve danışmanlık hizmetleri sağlanmış, güvenli bir şekilde büyümeleri için her türlü tedbir alınmıştır. Ancak çocuklar kuruluşa alınmamış ve annenin 'Çocukları alırsanız kendime zarar veririm' şeklindeki ifadesine hassasiyet gösterilmiştir. Devletimiz, ailenin yanında olmuş ve gereken desteği sunmuştur” dedi.
Yangında hayatını kaybeden çocukların cenazeleri İzmir Adli Tıp Kurumu'na götürüldü. İlk bulgular, çocukların yangın sırasında açığa çıkan karbonmonoksit gazından zehirlendiğini ortaya koydu. Hastaneye kaldırılan ve güçlükle ayakta duran anne Melisa Akcan ise fenalaşarak tedavi altına alındı. Soruşturma kapsamında gözaltı kararı verilen anne, hastanedeki tedavisinin ardından ifadesi alınmak üzere emniyete götürüldü.
Filiz Sengel: Kalıcı Önlemler Alınmalı
Selçuk Belediye Başkanı Filiz Ceritoğlu Sengel yaptığı açıklamada, “Öfkeliyiz ve sorumluluk hissediyoruz. Ülkemizin dört bir yanına yayılan derin yoksulluk, eşitsizlik ve yoksunluğun en acı örneklerinden birini daha yaşamamak için sorumluluk hissediyoruz. Her ilçede, her kentte başta çocuklar, engelliler ve yaşlılar olmak üzere risk altında olabilecek tüm kırılgan gruplara güvenli ve insani koşullar sağlayabilmek amacıyla, acilen kalıcı önlemler almanın sorumluluğumuz olduğunu düşünüyoruz. İlgili tüm kamu ve sivil kurumların katılımıyla hemen harekete geçmek amacıyla; kamu otoritesinin önderliğinde tüm ilgili kişi ve kurumlarımız ile iletişime geçerek ortak sorumluluğumuzu ortak çalışma ile yerine getirmek üzere inisiyatif alacağımızı kamuoyu ile paylaşmak istiyoruz” dedi.
Cemil Tugay: Takipçisi Olacağız
İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Cemil Tugay ise, “İzmir’in Selçuk ilçesinde yaşanan bu olay yüreklerimizi dağladı. Ailesi evde bulunmayan beş küçük kardeşimizin soba yangınında dumandan zehirlenerek hayatını kaybettiğini derin bir üzüntüyle öğrendik. Yavrularımıza Allah’tan rahmet, yakınlarına başsağlığı diliyorum. Eğer bir ihmal varsa, bunun takipçisi olacağız” diye konuştu.
Hesaplaşacağız
SOL Parti İzmir İl Örgütü de “Bu eşitsiz saray düzeniyle de, bu düzenin kar ortaklarıyla da, bu düzenin fikri bekçileriyle de hesaplaşacağız. Çocukların ölmediği eşit, adil bir ülkeyi hep birlikte kuracağız” şeklide açıklama yaptı.”
Hangi cümleyi nasıl yazasınız ki oluşturulan kör karanlığa dair, doğrudan nefessizliğimizi var edenlerin eyledikleri meşum yeni ülkenin bir cehennem olduğunu idrak ettirebilelim. O İzmir’de cereyan edenin bu tahayyülün bir devamlılığı olduğu bir kere daha açığa düşer bir yandan da. Parti sözcülerinden Özlem Zengin’in, meclis oturumunda dönüyorsunuz dolaşıyorsunuz işi paraya getiriyorsunuz hiddetlenmesi gibi, doğrudan etkenlerden birisi o olmasına rağmen, hiçbir sosyal dayanağı, barınma imkanı, geleceklerine dair en ufak bir iyileştirme söz konusu edilmemiş halktan birilerinin katledilmesine / ölmesine / canlarının çalınmasına dair ön alma hallerinin değil topyekun bırakınız ne halleri varsa görsünler hal ve isteminin savunulabildiği yerde hangi nefesten bahis açılabilir ki! Arkasından türlü çeşit ithamın, birbirlerinden bağımsız gibi görünen aile içindeki ayrışmaların ve en sonuna saklanmış olagelen bir yakının, doğurmakla anne olunmuyor işte çıkışının ve nice argümanın, laf salatasının ortasında beş çocuğun canının kıymeti harbiyesi çoktan silinir. Nefessizliği işaret eden, hayatı kötürüm kılıp, zora koşturan bir iktidarın sunduğu ülkenin perspektifinde acıların peşinden koşmak, onu var eden koşulları düşünmeye -magazinden- yer bıraktırılmaz. Cürmün korkunçluğu, sıkışılan düzlemin ortasında kalakalmış hayatları göz ardı edebilme cüreti ve nice ezberden konuşmalarla koca bir felaketin üstü örtülür. Hiç ama hiçbir makul gerekçeye sığmayacak olan ama / fakat şerhleri dizilmeye devam ederken, olan biten yeniden çocuklara olur, oluyordur da...
Bitimsiz bir tükeniş bu ülkenin yegane demirbaşlarından addediliyor. O çocukların yangın faciası ile hayatlarının sönümlendiği bir zeminde, daha ağır yıkımların da katara eklendiğini görürüz. Ne fakirlik mesel edilecektir, ne gidişatın kötülüğünde ırkçılıkla ya da ötekileştirmelerle birlikte oluşturulan aman kimse kimcilik / kin güderlik sona erecek, erdilecektir. Ki iki yaşında bir bebeğin biberonuna tiner, çamaşır suyu koyup zehirleyip iki ay yoğun bakım mücadelesi verdiren insandan, sokak ortasında pompalı tüfekle öldürülen on yaşındaki bir çocuğun, katledilmesine uzanan bir simsiyah ülke profilinin ta kendisidir görülüp, sahiden sorgulanmayan. Üstelik o on yaşındaki çocuğu katledenin bir biçimde savunageldiği ben onu Suriyeli sanıyordum, Türk çocuğunun böyle olabileceğini bilmiyordum gibi abuk sabuk bir savunmanın var edilebildiği zeminde kim neyi neresinden düzeltebilir. Böylesine bariz açmazların ortasında dımdızlak konulmuş olagelen hayatların izler sökün ediyor. Her şeyi illa ki bir şeylere bağlayanların bunlar da yaşamın tadı tuzu diye geçiştirenlerin, salt kinden, sırf nefretten, bildiğiniz ölümden, kandan medet umanların sofrasında burası bir ev kalabilir mi? Vatan denilegelen şey sahi böyle bir şey midir? Yaşamın bunca tarumar edilebildiği, her günün bir öncesini aşan yıkıcı, kötücül, cehennemî bir tahayyüle evrildiği, buna müsamaha gösterilen bir zeminde hayat nicedir, soluk alabiliyor musunuz...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: Helping Hand, Hurting Hand – Eleanor DAVIS – New York Times
Meramda Paylaşılan Haber
5 Can Daha Yoksulluğun Karanlığına Gömüldü - Aycan KARADAĞ - BirGün https://www.birgun.net/haber/5-can-daha-yoksullugun-karanligina-gomuldu-575252
#yordam#meram#demokrasi#çocuk hakları#dirayet#hakkaniyet#hürriyet#insan101#cerahat#cürüm#cinayet mahalli#kötülük#karanlık#araf#türkiye#başka türkiye vardır#akp#aile#çocuklar#insanlık mefhumu#sessizlik#nefes#anlam#yol#biyopolitik
0 notes
Text
Kapılıp giderken bahtımızın rüzgarına, bir hikmetli söz ile "duraksamak".... ne güzel.
Hayırlı cumalar
23 notes
·
View notes
Text
kararlılıkla başıma dayadığım ve tetiğini çektiğim silahın şarjörü boş çıkması gibi. emin adımlar attıktan sonra duraksamaktan korkuyorum. yaşamaya çalıştığım her dakika yürüyememekten, diğerlerine yetişememekten fazlasıyla korkuyorum. duraksamak şans mıdır yoksa bahtsızlık mı? bu soruyu cevaplayamıyorum. her derin nefes aldığımda düşüyorum yüz üstü. düştüğüm yer yüzü de değil oysa, tutunamıyorum. şimdi nerede gökyüzü, başımı çevirsem boşluk hep. çok yalnızım ve bir deniz kabuğunu dinlerken dalgaların sesini duyuyorum. yaşıyorum, ölüyorum. ama kendime rastlayamıyorum.
10 notes
·
View notes
Text
⭐⭐⭐⭐⭐
Herkesin cuması hem bir başkadır, farklıdır. Hem de aynı...
“Siz ey imana ermiş olanlar!
Cuma günü namaz için çağrıldığınızda her türlü dünyevi alışverişi bırakıp Allah'ı anmaya koşun! Eğer bilseniz, bu sizin yararınızadır. Ve namaz bittiğinde yeryüzüne serbestçe dağılın ve Allah'ın lütfundan rızkınızı aramaya devam edin; mutluluğa ulaşabilmek için de Allah'ı sıkça anın!” 📚🔖 (9-10)
Koşmak; soluk soluğa birilerine veya kendi vicdanına
“ben Cuma namazı kılıyorum, dindarım, dinime önem veriyorum” gösterisi yapmak değildir.
Koşmak; o günün anlam ve önemini kavradığı için,
bütün haftaya ve ömre yansıyacak şekilde,
dünyaya karşı durmaktır.
Gereksiz yorulmaların uzağında,
adımları,
hayatı,
hızı yavaşlatıp, bu bilinçle bir duraksamak, sakinleşmektir.
Günlerdir geçim derdi ve telaşıyla oradan oraya koşmayı sorgulamak ve dünyaya “dur” demektir.
“Dönüp durma, dur!”
Koşmak; hakikate karşı nefs nefse bir hesaplaşma gayreti içine girmektir. Fırsat bu fırsat. Hazır gün cumayken...
Koşmak Allah’a varma gayretidir.
Bütün dünyayı bir kenara fırlatarak,
dünyaya haddini bildirmeye,
dönüp ardında bıraktığı dünyaya “ben şu an Allah’tayım,
halkımla beraber Hakk’tayım” diyebilmektir.
Huzurlu Vakitler... 🌺
________________°🌺💞🌸°_________________
🎀
9 notes
·
View notes
Text
Konuşurken duraksamak neyin belirtisi
Konuşurken duraksamak neyin belirtisi
Bunamanın en sık rastlanan türü, Alzheimer hastalığı. Yeni araştırmalar, kişinin konuşma tarzının ilerleyen yıllarda bunamayla karşı karşıya kalıp kalmayacağının habercisi olduğunu ortaya koyuyor… Bunama, ya da bir diğer adıyla demans, dünyada 47 milyon kişiyi etkiliyor. Bunamanın en sık rastlanan türü, Alzheimer hastalığı. Yeni araştırmalar, kişinin konuşma tarzının ilerleyen yıllarda bunamayla…
View On WordPress
0 notes
Text
Size bir geceden bahsetmek istiyorum. Neredeyse, tamamen değişeceğimi düşündüğüm bir gece.
Hava karardıktan sonra saat kavramı yok, ışıklar dahi açılmamış. Ayaktayım, 1960′lara ait Jazz parçaları çalıyor sırayla sanırım, takip etmeyi bırakalı ne kadar olmuştur kim bilir? Oda sigara dumanı altında, içerisini aydınlatan iki şey var; biri bilgisayarın ekranı diğeriyse sokak lambasının perdeden geçirebildiği kadarıyla sağladığı loş ışık. Dans ediyorum, yarı çıplak... Elimdeki sigaranın ne zaman bittiğini fark etmiyorum ama hala elimde. Uyanıkken görülen bir rüya gibi, orada olduğumun farkındayım ama gerçek değilmiş gibi. Her şey tamamen akışta. Düşünmek yok, duraksamak yok. His mi..? Hiç yok. Kendimi, kendimin bile kontrol ettiğinden şüpheliyim.
Böylesine bir sonsuzluk anı... Zirveye, bilmediğim o şeye o kadar yaklaşmışken her şey bir anda darma duman olsa da; ben hala orada, o odada dans ediyorum. Ve bildiğim tek bir şey var, o yaklaştığım şeyi bulacağım. İşte o zaman inanıyorum ki, tamamlanacağım.
2 notes
·
View notes
Text
bir resme bakıp duraksamak. bir resimde tutsak kalmak.
20 notes
·
View notes
Text
Kervanı kaybetmenin çaresi yolu bilmektir
O azabı çekmekte kabahat, kusur ona aittir. Çünkü, kalbindeki hadsiz istidad-ı muhabbet, hadsiz bir cemâl-ı bâkiye mâlik bir Zâta tevcih etmek için verilmiş. O insan, sûiistimal ederek o muhabbeti fâni mevcudata sarf ettiği cihetle kusur ediyor, kusurunun cezasını firâkın azabıyla çekiyor." 3. Lem'a'dan.
Diyelim ki bir basket maçını izliyorum. Şöyle bol sayılı olanlardan birisini. (Onlar hep bol sayılıdır gerçi.) Önümdeki deftere tek tek not alıyorum kimin-kaç sayı attığını. Nedense lazım bana. Aaaa. Eyvah. Cık, cık, cık. Elektrikler kesilmesin mi! Ne yaparım? "Elektrikler geldiğinde maç istatistiklerini incelerim!" cevabı geliyor aklıma. En uygun çözüm bu gibidir. Zaten maç o istatistiklere ulaşmak için izlenmektedir. Asıl gaye budur. İzlemek vesiledir. Arada bağlantı kopsa ne zarar! Neticede yine bilgiye ulaşılacaktır ya. Araç amacı boşa düşüremez. Gamlanmaya gerek yoktur. Bu düşünceyle teselli bulurum. Daha da önemlisi: Derdimin dert olmadığını, yalnız vesvesem olduğunu, yani ki evham yaptığımı, kısa görüşlü davrandığımı böyle bilirim. Süreçte bir aksama yoktur. Öyleyse izleyememekten doğan bir sıkıntı da yoktur. Yitirilen mutlak şekilde seyir değildir. Yitirilen yalnız şahitliktir. Kazanılan yeni bir dikkattir. Süreçte aksama olduğunu sanan istatistiğe değil maça bakandır. Onun lezzetine tutunandır. Evet. Hedefin varlığından haberdar olmayanlar için seyri kaybetmek yolu kaybetmektir. Halbuki gayemiz böyle bir sancıya mecbur etmez hiçbirimizi.
Diyelim ki birbirimizi takip ederek bir yere gidiyoruz. Kaç araç? Üç araç. Beş araç. On araç. Her neyse. Yol kalabalık. Vasıta çok. Şeritler vızır vızır. Şoförlüğüm kötü. (Aslında şoförlüğüm hiç yok.) İnsan da aciz. Ve trafikte arkadaşlarımı kaybettim. Eyvah. Ne yaparım? "Buluşmak için sözleştiğimiz yere giderim!" cevabı geliyor aklıma. En uygun çözüm bu gibidir. Zaten yola menzile varmak için çıkılmıştır. Asıl gaye budur. Takip vesiledir. Arada dostu kaybetsek ne zarar! Neticede yine buluşulacaktır ya. Araç amacı boşa düşüremez. O halde gamlanmaya gerek yoktur. Bu düşünceyle teselli bulurum. Daha da önemlisi: Derdimin dert olmadığını, yalnız paniklemem olduğunu, yani ki evham yaptığımı, kısa görüşlü davrandığımı böyle bilirim. Süreçte bir aksama yoktur. Öyleyse takipleşememekten doğan bir sıkıntı da yoktur. Yitirilen mutlak şekilde vuslat değildir. Yitirilen yalnız ülfettir. Kazanılan yeni bir dikkattir. Süreçte aksama olduğunu sanan yola değil arkadaşa bakandır. Onun varlığına tutunandır. Evet. Menzilin varlığından haberdar olmayanlar için arkadaşını kaybetmek yolu kaybetmektir. Halbuki yolculuk böyle bir sancıya mecbur etmez hiçbirimizi.
Mürşidim, 3. Lem'a'sında, Kasas sûresinin 88. ayetini tefsir ediyor. Kısa bir meali şöyledir: "Herşey helâk olup gidicidir—Ona bakan yüzü müstesnâ. Hüküm sadece Ona aittir; siz de Ona döndürüleceksiniz." Ayetin aslını okuduğunuzda bir ikiye bölünmüşlük hissedersiniz. (Ben hep hissediyorum.) "Küllü şey'in halikün illa vechehu..." Duraksamak zorunda bırakılır âdemoğlu sanki burada. Biraz bekletilir. Akıp gidemez. (Harflerin mecbur ettiği bir 'es'tir sanki.) Ve şöyle devam eder: "Lehül hükmü ve ileyhi turcaun." Manasına baktığınızda yine bir yutkunma kaçınılmazdır. Herşey yokolup gidici! Ona bakan yüzü hariçte kalarak. Kolay kaldırılacak bir bilgi mi bu? Bir değil yüz kere yutkunsan, yüz ara versen, nefes alsan, dinlensen, hakediyor.
Bediüzzaman, daha tefsirinin başında, "O azîm âyetin meâlini bu iki cümle ifade ediyor!" diyerek nakşî ruesasının bir hâtme-i mahsusuna dikkat çeker: "Ya Bâki, ente'l-Bâki. Ya Bâki, ente'l-Bâki!" Neden bir değil iki? Neden aynı cümlenin iki kere tekrarı? Bir ziyadelik yok mu bu işte? Acaba dalgınlık mıdır? Yok. Asla. Değildir. Sakın aldanmayın. Zira ayeti aynı ifadenin iki farklı karşılığıyla tefsir eder devamında. (Yani 1. Nükte'de.) Tekrarının hikmetsiz olmadığını öğrenirsiniz böylece. Nasıl ayette bir ikiye bölünmüşlük vardır; ayete meal olarak okunan hâtmenin de 'aynılığı içinde yaptığı' iki farklı iş vardır. Mevzuyu özetle kavramak isteyenlere mürşidimin ilgili makamlarda kullandığı şu kelimeleri önerebilirim. Birincisi 'kesik'tir. İkincisi 'merhem'dir. Nasıl vücuddaki bir iltihap önce deşilir, akıtılır, sonra üzerine şifalı merhem sürülür. Ayet-i kerimenin ikili yapısında da böyle bir durum vardır. Önce hikmetli bir kesik atar. Sonra merhemini çalar.
Sözü uzatıyorum. Seni de sıkıyorum. O yüzden hızla esasa dönüp yazıyı bitireyim arkadaşım: Ayetin ikinci parçasında da (yani merhem bahsinde) iki türlü teselli seziyorum ben. Birincisi şurasında gizli: "Hüküm sadece Ona aittir." İkincisi şurasında parlıyor: "Siz de Ona döndürüleceksiniz." Hani başlarken iki temsil zikretmiştim ya. Hadi onlara dönelim yeniden. Ve hatırlayalım: Maçı takip eden beklemediği kesintiye karşı teselliyi nerede buluyordu? 'Nihaî bilgiye ulaşabileceği ümidinde' değil mi? Yani maçın hükümlerini sonradan-başkasından öğrenebilirdi. O halde izleyemediğine yanmasına gerek yoktu. Hiçbirşeyi kaçırmış sayılmazdı. Zaten hepsi hıfzediliyordu. Şahit olamamak artık 'mutlak şekilde kaybetmek' anlamına gelmezdi.
İşte dünya da avuçlarımızdan böyle kayıyor. 'Ânı yaşamak!' diye birşeyden bahsediyorlar ya, inanma, yalandır. İnsan anı yaşayamaz. Ancak kaçırır. Çünkü sınırlıdır. Çünkü acizdir. Çünkü mahluktur. Herşey avuçlarından çekilir gider. Tutamaz. Tutunamaz. Ne kadar severse o kadar ayrılır. Üstelik dikenleri ellerinden çok kalbini kanatır. Yakar. Yandırır. Bu nedenle "Hüküm sadece Ona aittir!" tesellisine çok muhtaçtır. Yükünü omuzlarından gemiye bırakmayı başarır böylece. Sonuçların sahibi elbette sürecin de sahibidir. Süreci bilmeyen sonucu belirleyemez. Allah Teala hükmü sahiplendiği an sürecin şahitlik yükünü de hafifletir üzerimizde. Ayrılıklar mutlaklıktan kurtulur. Madem 'unutması mümkün olmayan'ın hıfzındadır tüm detaylar, o zaman hep varlar; hem yazılmışlar hem kalmışlar; hiç unutulmamışlar, yazık olmamışlardır.
Peki yol arkadaşlarını kaybeden seyyah teselliyi nerede buluyordu? 'Menzilin bilgisine zaten sahip olmasında' değil mi? Evet. Çünkü menzili bilen yolun şahitlik yükünden kurtulmuş oluyordu. Gideceği yerde buluşacak olduktan sonra aradaki ayrılıklara aldırmıyordu. Gözden kaçırmalara yanmıyordu. Firak aralarına darılmıyordu. Bunlar geçici şeylerdi. Kaybolmak değildi. Ziyan edilmek değildi. Yazıklanmaya gerek yoktu. Umudu her zaman koynundaydı. Buluşacak olanların ayrılığı arızîydi. Aslolan vuslattı. Arkadaşlarının gideceği yere gidebildikten sonra neden takipteki sıkıntılarına aldırsındı ki. Başının çaresine bakardı.
İşte dünya da gözümüzden böyle siliniyor. O kadar çok sevdiğimiz var ki! Hepsini sonsuzca takibe ne onların ömürleri ne bizim ömrümüz yetiyor. Trafik de yoğun. Araç da çok. Hızlar korkunç. Subhanallah! Peki ne olacak? Yol boyunca bu sancılarla mı uğraşılacak? Yok. Hayır. Gerek yok. Hiç gerek yok. Cenab-ı Hak müjdesini buyuruyor işte: "Siz de Ona döndürüleceksiniz." Yani tekrar buluşacaksınız. Menzilinizin konumu belli. Takipleşmek şart değil. Her firâka bin telaş etmeye neden yok. Gözünüzden yiten de oraya gidiyor siz de. Herkesin yolunun ucu o meydana çıkıyor. O halde var mı küçük hasretler için dövünmeye? Öyle yapmak yerine kazasız-belasız yolu tamamlamaya dikkat etmek daha doğru olmaz mı? Akşam yuvasına dönecek kuş sabah yavrusunu kaybettiğine üzülür mü? Huzura döndürüldükten sonra huzursuzluğa hiç lüzum var mı?
3. Lem'a'yı düşünürken kalbime lütfedilenlerden bazıları bunlar oldu arkadaşım. Seni de haberdar etmek istedim. Gönlüne hoş geldiyse sarıl. Gelmediyse bırak. Başka bazıları daha var. Belki onları da yazacağım. Yazamasam da üzülmüyorum eskisi gibi. Ne de olsa onları da menzilimde bulacağım. Yeter ki yüzleri Ona baksın. Ona bakan yüzlerle meşgul olsun. Yüzleri Ona baktırsın. Gövde gözü takip eder. Yüzün nereye bakıyorsa oraya yürüyorsun. Yürüşünde bozukluk varsa yüzüne dikkat et derim arkadaşım, vesselam.
1 note
·
View note