#Kötülük Problemi
Explore tagged Tumblr posts
Text
Gözlerim yanıyor başım dönüyor uykum var ama uyuyamıyorum müzik beni ordan oraya vururken şehrin ışıkları dışarda bir hayat olduğunu ama benim karanlık sessiz bi odada oldugumu yüzüme vuruyor
Şu an bi okyanusun kenarında insanları duymadığım bir köşede olmak isterdim. Nedeni ise insanların bi çoğunun sahte oluşu ve kendini kandırışı ve bu yetmezmiş gibi beni kandırışları yaşantıları hayal kırıklıkları oluşturdukları güven problemi.
Bu gözler çok şey gördü hiç bir şeyi göremediği gibi bu gidişle görmeye devam edecek çünkü sonumuzun iyi olduğunu düşünmüyorum gidişat berbat kendimi çöpten çıkma bir dünyada hissediyorum.
Ve her günüm bu dünyada geçtiği için kendimi aşağılanmış hissediyorum hayır ben mükemmel bir insan değilim hatta mükemmelden çok uzağım günümüzün problemi de bu ya kime sorsak masum ve mükemmel oysa o mükemmel insanlar ne çok kalp kırmıştır ne kötülükler yapmıştır belki ona da kötülük yapılmıştır ama kural şu ki yaşattığını yaşarsın.
Gözlerim dayanamıyor artık yavaş yavaş terk ediyorlar ortamı şehrin ışıklarında bir azalma var huzursuz uykuya dalmış binlerce insan ne kadar da iç açıcı
Gecenin güzelliği tartışılır kötülüklerden sığınabilecek bir yürek bulduysanız tebrik ederim gecenizin güzel olma ihtimali var ben bulamadım ama sığınak olmaya çalıştım belki de başaramadım o yüzden gece benim için zorlu geçti ve geçecek beni bekleyen kabuslar var sırada Allah yurdum insanının yüzünü güldürsün ihtiyaç var huzurlu geceler mümkünse.
2 notes
·
View notes
Text
Aptallığın Teorisi
Almanya tarihinin en karanlık döneminden geçiyordu. Masum insanların dükkânları taşlanıyor, kadınlar ve çocuklar zalimce sokak ortasında aşağılanıyordu. Genç bir teolog, Dietrich Bonhoeffer bu zalimliğe yüksek sesle itiraz etti ve bu sebeple hapse atıldı. Hapiste uzun uzun düşündü; sayısız filozof, şair, fikir ve bilim insanı çıkaran bu kültür, nasıl olup da organize kötülüğün, zalimliğin, korkaklığın, cehaletin ve suçun merkezi haline gelmişti? Bonhoeffer, “Sorunun kökeninde kötülük değil, aptallık yatıyor” dedi. Hapisten yazdığı mektuplarda aptallığın yarattığı kötülüğün diğer tüm kötülüklerden daha tehlikeli olduğunu belirtti. Kötülüğü protesto edebilirdiniz, karşı argümanlarla kötülükle mücadele etmeniz mümkündü. Oysa organize olmuş ahmaklar sürüsüne karşı yapabileceğiniz hiçbir şey yoktu. Ne protestolar, ne zorlama onlara etki ediyordu. Mantıklı gerekçeler sunduğunuzda önce reddederler, reddedemeyecek hale geldiklerinde ise önemsizleştirirler. Aptal insanlar hallerinden memnundur fakat saldırmaya da hazırlardır. Saldırıya geçtiklerinde kötü insanlardan çok daha tehlikelidirler... Bonhoeffer, aptallıkla mücadele edebilmek için önce aptallığın doğasını anlamaya çalıştı. Aptallık bir zekâ problemi değildi, ahlaki bir problemdi. Entelektüel birikimi olduğu halde aptal olan insanlar vardı. Aptallığın doğuştan gelen bir maraz olduğu düşünülse de bu da yanlıştı. İnsanlar belli şartlar altında aptallaşıyorlardı; daha doğrusu başkalarının kendilerini aptallaştırmasına müsaade ediyorlardı. Yalnız insanlarda bu maraz daha az görülüyordu. Buradan yola çıkarak aptallığın psikolojik değil, sosyolojik bir problem olduğu sonucuna vardı. Gücün tek kişide toplanması arzusuna politik ve dini hareketlerde sıklıkla rastlanırdı. Aptallık hastalığının bulaştığı yerler, böylesi gruplardı. Ahmaklar ve diktatörler arasında muazzam bir korelasyon vardı, ikisi de birbirine ihtiyaç duyuyordu. İnsanların ahlaki ve entelektüel birikimleri bir anda yok olmuyordu. Diktatör, gücünü artırdıkça aptallar o gücün büyüsüne kapılıyor ve bağımsız düşünme yetileri kayboluyordu. Otonom biçimde hareket ediyorlardı. Gözüne sokulan gerçekleri inatçı bicimde reddediyorlardı. Onlarla konuştuğunuzda bir insanla değil, sloganlarla konuşan bir robotla konuştuğunuz hissiyatına kapılıyordunuz. Büyülenmiş gibiydiler, kötülük yaptıklarının farkında değillerdi... Ne yaptıklarının bile farkında değillerdi. Kullanıldıklarını, kötülük yaptıklarını onlara anlatarak bir yere varamıyordunuz. Onları bu katatonik uykudan çıkarmanın tek yolu bağımsız-özgür olmalarını sağlamaktı. 9 Nisan 1945 günü sabaha karşı Bonhoeffer’i bir toplama kampının darağacına asarak öldürdüler. Ölümünden iki hafta sonra o kamp ABD askerleri tarafından ele geçirilerek imha edildi. Bonhoeffer yazılarında "Yaptığımız her şeyden sorumluyuz” diyordu..
…. Kaynak: Nezevanun - 10/10 Philosophy.
10 notes
·
View notes
Text
APTALLIĞIN TEORİSİ
Almanya tarihinin en karanlık döneminden geçiyordu. Masum insanların dükkânları taşlanıyor, kadınlar ve çocuklar zalimce sokak ortasında aşağılanıyordu. Genç bir teolog olan Dietrich Bonhoeffer bu zalimliğe yüksek sesle itiraz etti ve bu sebeple hapse atıldı. Hapisteyken papaz bu konu üzerine uzun uzun düşündü. Sayısız filozof, şair, fikir adamı ve bilim adamı çıkaran bu kültür, nasıl organize kötülüğün, zalimliğin, korkaklığın, cehaletin ve suçun merkezi haline gelmişti?
Bonhoeffer, “Sorunun kökeninde kötülük değil, aptallık yatıyor” dedi. Hapisteyken yazdığı mektuplarda aptallığın yarattığı kötülüğün diğer tüm kötülüklerden daha tehlikeli olduğunu fark etti. Kötülüğü protesto edebilirdiniz, karşı argümanlarla kötülükle mücadele etmeniz mümkündü.
Oysa organize olmuş ahmaklar sürüsüne karşı yapabileceğiniz hiçbir şey yoktu. Ne protestolar, ne zorlama onlara etki ediyordu. Mantıklı gerekçeler sunduğunuzda önce reddederler, reddedemeyecek hale geldiklerinde ise önemsizleştirirler. Aptal insanlar hallerinden memnundur fakat saldırıya da hazır haldedirler. Saldırıya geçtiklerinde kötü insanlardan çok daha tehlikelidirler...
Bonhoeffer, aptallıkla mücadele edebilmek için önce onun doğasını anlamaya çalıştı: Aptallık bir zekâ problemi değildi, ahlaki bir problemdi.
Entelektüel birikimi olduğu halde aptal olan insanlar vardı. İlk etapta aptallığın doğuştan gelen bir maraz olduğu düşünülür, fakat bu da yanlıştı. İnsanlar belli şartlar altında aptallaşıyorlardı, daha doğrusu başkalarının kendilerini aptallaştırmasına müsaade ediyorlardı.
Aslında yalnız insanlarda bu maraz daha az görülüyordu. Buradan yola çıkarak aptallığın psikolojik değil, sosyolojik bir problem olduğu sonucuna vardı.
Güçlerin birisinde toplanması arzusuna politik ve dini hareketlerde çok rastlanırdı.
Aptallık hastalığının bulaştığı yerler, böylesi gruplardı. Ahmaklar ve diktatörler arasında muazzam bir korelasyon vardı, ikisi de birbirine ihtiyaç duyuyordu.
İnsanların ahlaki ve entelektüel birikimleri bir anda yok olmuyordu. Diktatör, gücünü artırdıkça aptallar o gücün büyüsüne kapılıyor ve bağımsız düşünme yetisini ele geçiriyordu. Otonom biçimde hareket ediyorlardı. Gözüne sokulan gerçekleri inatçı bicimde reddediyorlardı.
Onlarla konuştuğunuzda bir insanla değil, sloganlarla konuşan bir robotla konuştuğunuz hissiyatına kapılıyordunuz. Büyülenmiş gibiydiler, kötülük yaptıklarının farkında değillerdi... Ne yaptıklarının farkında bile değillerdi, kullanıldıklarını ve kötülük yaptıklarını onlara anlatarak bir yere varamıyordunuz. Onları bu katatonik uykudan çıkarmanın tek yolu bağımsız-özgür olmalarını sağlamaktı.
9 Nisan 1945 günü sabaha karşı Bonhoeffer’i bir toplama kampının darağacına asarak öldürdüler. Ölümünden iki hafta sonra o kamp ABD askerleri tarafından ele geçirilerek lağv edildi. “Yaptığımız her şeyden sorumluyuz” diyordu yazılarında...
Kaynak: Nezevanun - 10/10 Philosophy.
Prof. Dr. Nurettin KALDIRIMCI
10 notes
·
View notes
Text
Selaamm milleettt!!!
Çağımızın sorunları başlıklı yazımıza hooşşgeldiniiiizzz☺️ ama durum hiç de hoş değil...
Bu Z kuşağı çok fenaaa vallahi.. Aynı tipler, aynı sözler, aynı giyim tarzı saç modeli, aynı davranışlar.. Ve %99'u tiktoker!! Er kullanınca "çu" eki alıyo ya... Z'ler anladı bile😄 Ayrıca çok ürkütücü.
Çünkü korona mikrobuyla halihazırda girmemiz gereken bir döneme sürünerek girdik. Pandemi bunun en gerçekçi haliydi ve yüzümüze kocaman bir tokat olarak şırank etti!!
Ben 91'liyim. (Y) O milenyumu kutladığımız sene 9 yaşındaydım ve içime tuhaf bir ürperti gelmişti.. Ondan sonra cep telefonları ve bilgisayar dünyamıza girdi, her eve hatta her odaya laptop alındı.
Laptopları görünce dizlerimin bağı çözülmüştü ve hemen bir MSN hesabı oluşturup o sihirli dünyanın içine çekilmiştim adeta.
Sonra Amerika'nın teknolojisini tutabilene aşk olsun. Microsoft hersene kendini yeniliyordu ve insanlar delirmiş gibi bilgisayar alıyordu evlerine.
Derken derken Apple yaptı yapacağını ve bilgisayarı telefonlara taşıdı. Apple büyürken bizim milenyumlu Z kuşağı da büyüyordu, 2007'de ilk iphone tanıtıldı ve şimdi artık akıllı telefonlar bizim hayat��mızın en önemli parçası ve insanlar yeni bir iphone alabilmek için çalışıyorlar adeta. Fiyatlar da öyle normal bilgisayarlı telefon rakamları değil 80-90 bin liralardan bahsediliyor.
Peki şimdi trend ne? Şimdiki trend cebinde yeni bir telefonun, her gün dışardan yemek sipariş verilecek kadar maaş ve kendine ait bir ev. Hatta giyinmek için bir odan yoksa fakir bile sayılabilirsin. En önemlisi ise mental sağlığın yerinde mi, o da bir "iphone" kadar DEĞERLİ😬
Bir yandan da daha önce de bahsettiğim gibi dünyanın sonuna gelindiğine dair senaryolar dönüyor. Yüce Allah bilir fakat ben de ve herkes de bu gerçeği yavaş yavaş kabul ediyoruz galiba. Peki artık yapacak birşey kaldıysa o da geçmişi bırakıp geleceğe odaklanmak. Ders çıkarmak ve tövbe edip yeni bir sayfa açmaktır diyebilirim.
Şuan sadece ben değil biliyorum çoğumuz güven problemi yaşıyoruz ve akrabalarımızdan hatta aynı evde yaşadığımız ailemizden bile hiç haz etmiyoruz. Kötülük, büyüler, fallar, alkol ve cinsellik çok ama çok yaygınlaştı ve küçük yaşlara kadar indi. Durumun vehametini düşünebiliyor musunuz?
Hergün güzel bir modda günümüzü devam ettirmemiz gerekiyor. Ufacık bir problemde modumuz düşüyor ve sinirimiz bozulabiliyor.
Bir robot gibi kendimizi programlamamız şart. İslam ilmihali Ebced'de bu dönemde büyük önem kazandı. İstediğimiz birgün avokadolu kahvaltı edemedik diye, matcha latte içemedik diye bütün günümüz altüst oluyor.
Hele bu dönemin en korkunç vahşeti, İsrail'in Filistin'e savaş açması. İnsanların yuvalarından, babalarından, dedelerinden olması hatta en önemlisi psikolojilerinden olmaları. İnsan empati kurmadan duramıyor, ya bizim başımıza gelseydi bu durum diye. Susuz, aç açıkta, yaralı, çökmüş, perişan.. Ama emin olun Allah herşeyi görüyor. Herkes ettiğini bulur, bu dünyanın karması bu.
Neyse, diyeceğim artık burda değil bütün din kardeşlerimle beraber "cennet"e gitmek farz oldu. Buranın yaşanacak yeri kalmadı. Bu yazıyı yazdım çünkü farkındalık oluşturmak istedim.
3 senede serseme döndük ve artık sersemlikten çıkma vaktidir diye düşünüyorum.
Allah'ım sen merhametlilerin en merhametlisisin Ya Rab! Bizi affet! Bizleri kıyamete bırakma! Sen sana güvenenleri yarı yolda bırakmazsın!!
0 notes
Text
bazı şeylere değer yüklersin. çizdiğin sınırları arşınlarlar ve sana dokunurlar. kalpten ya da ruhen. birini ne zaman kaybetsem kendimi bu şarkıda bulurum. ilk dinlediğimde 16 yaşında annemlerin yatak odasında varoluş sancısıyla ağlamıştım. bir diğer dinlediğimde hayatımı adadığım birinin bana attığı büyük kazıkla tekrarlamıştı şarkı. şimdi yine çalıyor. kırılıyorum, kendime insanları bu kadar yaklaştırdığım için babama kızıyorum. “ama babacığım..” diyorum. “yaşlı gözlerle bana gelip sakın üzülme yavrum, böyle büyür insanlar” diyor. ağlıyorum. büyüyorum ve bu acı veriyor. herkesin karanlık bir yanı var. kan ağlar orası bazen. kimse görmez duymaz. duyulmasını da istemez. 22 yaşımı devirirken kramplanıyorum. devinimlerin ağırlığı üstüme oturuyor. gerçekçi bakış açısıyla kaleme aldığım hayatımın mürekkebini yalıyor duygular. “keşke” diyorum, “keşke kötü biri olsaydım, zararım dokunsaydı, bana öyle kötülük yapsalar.” artık kendimde aramaya başlıyorum problemi. hiçbir şey yapmamama rağmen bana bu yapılıyorsa sorun bendedir diyorum. “ama babacığım..” “neden?” çünkü böyle büyür insanlar Mısra. birgün büyüdüğünde yine burda olacaksın, şarkının tam bu yerinde. küçüklüğünden, sürekli geliştirdiğini sandığın sırtından yediğin bıçaklardan sana kalan tek miras bu şarkı olacak. tıpkı babanın da dediği gibi:
“böyle büyür insanlar, ağlamak çare değil.”
“zaman değirmenini durdurmak kolay değil.”
ne zaman çıkmaza girsem kendimi bu şarkıda buluyorum. daha önce hiç bu kadar kötü hissetmemiştim.
ağlamak çare değil.
7 notes
·
View notes
Text
TANRI VARSA NİYE Mİ KÖTÜLÜK VAR?
TANRI VARSA NİYE Mİ KÖTÜLÜK VAR?
Serdar AKMAN Dünyada çok fazla acı var. Depremler, seller, felaketler, hastalıklar doğal kötülüğün; cinayet, işkence, tecavüz ise ahlaki kötülüğün örnekleri. Bundan yüzyıllarca yıl önce Epiküros, “Her şeye gücü yeten mutlak iyi bir Tanrı nasıl olur da dünyadaki bunca kötülüğü hoş görebilir?” diye sormuştu. “Eğer Tanrı kötülüğü durduramıyorsa mutlak bir güce sahip değildir. Öte yandan kötülüğü…
View On WordPress
#allah ve kötülük#ateizm ve ahlak#ateizm ve kötülük#iyilik ve kötülük#kötülük problemi#kötülük ve hiçlik#tanrı#tanrı kötülük iyilik#tanrı ve özgür irade#tanrı ve iyilik#tanrı ve kötülük#tanrı ve musibetler#teizm ve ateizm#teizm ve kötülük
1 note
·
View note
Text
EPİKUROSÇU FELSEFEDE ÖLÜME BAKIŞ
EPİKUROSÇU FELSEFEDE ÖLÜME BAKIŞ
“Bir şey sona ermek için başlamıştır. Serüven uzamaya gelmez, ona anlam veren ölümüdür yalnız.” -J. P. Sartre
İnsan soyu, uzun serüvenine adımını attığından beri ölüm ile her zaman karşı karşıya oldu. Özellikle Ortaçağ’dan itibaren karşılaştığımız çeşitli ritüeller ve dinlerin öte-dünya inancı aşısı her zaman insana yaşamının anlamlı olduğunu ve ölümün asla bir son olmadığını gösterme…
View On WordPress
#ölüm#epikürcülük#epikuros#epikuros ve ölüm#epikurosçuluk#felsefe#felsefe ve ölüm#kötülük problemi#kötülüğün kaynağı#tanrı
0 notes
Quote
"Kötülük Problemi: Tanrı kötülüğü önlemek istiyor da gücü mü yetmiyor? Öyleyse o güçsüzdür. Yoksa gücü yetiyor da kötülüğü önlemek mi istemiyor? Öyleyse o iyi niyetli değildir. Hem güçlü, hem de iyi ise, bu kadar kötülük nasıl oldu da var oldu?”
David Hume
15 notes
·
View notes
Photo
“Oysa insanın çelişkili şeylere aynı anda inanabilme kapasitesi muazzamdır.”
“Kaleydoskop: Çiçek dürbünü olarak da bilinen, bakıldığında renkli desenler görülen bir aygıt. Bu desenler, ışığın yansımasıyla elde edilir ve dürbün hareket ettirildikçe sürekli değişir.”
#Hayvanlardan Tanrılara: Sapiens#İnsan Türünün Kısa Bir Tarihi#yuval noah harari#din#düalizm#tektanrıcılık#tanrı#Kötülük Problemi#Düzen Problemi#zerdüştlük#ahura mazda#ehrimen#gnostisizm#maniheizm#hristiyan#müslüman#yahudi#şeytan#eski ahit#kaleydoskop#bağdaştırmacılık#kitaplardan alıntılar
25 notes
·
View notes
Note
Kader, kötülük problemi, dünyada yaşanan acılar ile ilgili görüşlerinizi merak ediyorum. Bazen şey diye düşünüyorum çünkü sonunda sonsuz cennet bile olsa bazı acılar çok ağır. Hiç dünyaya gelmesek daha iyi olmaz mıydı?
Allah'ın tasarrufudur, dilediği gibi yapar. Evet söylediğiniz gibi, dünyaya gelmeden direkt cennet ve cehenneme gidilebilirdi, çünkü Allah insanı, insanın kendisinden daha iyi tanır. Ama işte imtihanda burada başlıyor. Kimin iyilerden kimin kötülerden olacağı yaptıklarına bağlı gerçekleşecektir.
Ağır demişken, Allah Resulü'nün yaşadığından daha ağır ne olabilir? O da bir insandı. Onca yük Kainatın Peygamberine yüklenmişken, biz öyle imtihansız mı bırakılacaktık..
3 notes
·
View notes
Note
Peki ya tanrı kendisini cezalandıracak mı?
Kierkegaard tanrının etiğe dahil olduğunu düşünmenin ondan çok şey çalacağını, onu dünyevileştireceğini düşünür. Ve inançlı insanları bunun tehlikesi karşısında uyarır. Bence bu uyarı teolojik meseleler üzerine düşünecek herkes için anlamlıdır.
Teolojik meselelerde tanrı ilk ilkedir, etiğin kurucusudur ama bu onun temel uygulayıcısı olduğu anlamına gelmez, gelmemelidir. Kötüden de iyiden de mahrum kalamayacak bir kapsarlığı vardır ama ne kötü ne de iyi denebilecek bir yapıdadır, tanrı konsepti bunların üstündedir çünkü. Eğer tanrının tabi olduğu bir etik olsaydı, evrenin kurucu zemini tanrı değil bu vicdani yapının kendisi olurdu ve o etiğin etikliğini de sorgulamaya başlarsak sonsuz bir meta etik zincirinde kaybolurduk. Bu sebeple teolojik eleştirilerimde bu sistemlerin kendilerini temellendirdikleri etiğin gündelik değerini sorgularken, onun etikliğini ve yüksek kurguların buna uygunluğunu sorgulamayı tercih etmem. Çünkü bu esas konseptin doğasını anlayamama tehlikesine sevk eder bizi. Bu noktada Epikür'ün kötülük problemi de teolojik bir kriz sayılmamalıdır bana göre, bunu da belirtmiş olayım.
10 notes
·
View notes
Text
CEHENNEM (CENNET) ADİLMİDİR? Allah mutlak iyi ve adil(mi)dir.
Sesli düşünce
İşlenen her kabahatin cezası, kabahate ölçülü olmalıdır. (Ölçülülük İlkesi)Allah, sonlu bir evrende, sonlu kabahatler için sonsuz yahut çok uzun ve şiddetli bir cezayı (cehennem) uygun görür.O halde Cehennem adil değildir.Cehennem Problemi bu haliyle çok açıktır. Ölçülülük İlkesi’nin sezgisel olarak doğru olduğunu varsayıyorum. Eğer birisi marketten salam ve sosis çalarsa bunun cezası idam olamaz, zira idam ile hırsızlık arasında bir ölçüsüzlük vardır. Eğer bir mahkeme böyle bir karar verseydi herkes bunun adaletsiz olduğunu söyler, protestolar yapılır ve resmi ve gayriresmi her yoldan bunun hesabının sorulması istenirdi. Şimdi şunu düşünün; Murat adlı bir kişinin bir mahkemece suçlu bulunduğunu ve şu cezaya çarptırıldığını öğreniyorsunuz:Alnı, böğrü ve sırtı kızgın ateşle dağlanacak.Ateşle derisi kavrulacak.Yemek olarak zakkum ağacı ve diken yiyecek ve kaynar su içecek.Başından aşağı kaynar su dökülecek.Bu ceza sonsuza kadar sürecek.Bu durumda şu iki senaryo aklınıza gelir; Ya Murat sadece dünya değil tüm evrende yaşamış en kötü kişilerden biridir, öyle suçlar işlemiştir ki insanın aklı hayali alamaz ya da mahkeme dünya üzerinde kurulan en adaletsiz mahkemedir. Burada ikinci şıkkın doğru olduğunu düşünmek için iyi bir nedenimiz var: Ölçülülük İlkesi. Murat, Stalin’den yahut Hitler’den daha çok kötülük yaptığını ya da daha çok kötülüğe sebep olmuş bile olabilir. Fakat bu ceza bu kabahat için bile fazladır. Murat ne yapmış olursa olsun sorumlu sayılacağı doğrudan ve dolaylı etkileri sonlu olmak zorundadır çünkü kendisi sınırlı bir evren ve zamanda var olmuştur ve eylemlerini sınırlı bir süreçte, sınırlı sayıda kişiye karşı sınırlı güçle gerçekleştirmiştir. Gerçekten çok büyük acılara sebebiyet vermiş olabilir, ama sonsuz acıya sebebiyet vermiş olamaz. Fakat mahkeme Murat’a sonsuz ya da sonlu bir zaman diliminde sonlu bir işkenceyi uygun bulmamış, sonsuz zamanda sonsuz işkenceyle cezalandırmıştır. Murat ne yapmış olursa olsun mahkemenin bu kararı ölçüsüz ve adaletsizdir. Eğer bu mahkemenin adaletsiz olduğuna hükmetmişsek Allah’ın da adaletsiz olduğuna hükmetmemiz gerekir, zira mahkeme ile Allah’ın verdiği cezalar aynıdır. (Tevbe/35, Muddesir/29, Vakia/41, Duhan/46…) Belki çok büyük acılar çektirmiş kişiler için cehennemin adil olabileceği savunulabilir bir şekilde. Fakat sıkıntı bununla bitmiyor, zira Kuran’a göre sonsuz cehennem azabını hak eden kişilerin kafirler olduğuna dair pek şüphe yoktur. Bakara / 39:, Bakara/217:, Al-i İmran / 91, fetih/13 vb..
Kuran’da en çok yinelenen konulardan birisi kafirlerin cehennemde cezalandırılacağı konusudur. Onlarca ayeti baştan sonra reddetmeden müslüman olmayanların sonsuza kadar işkence göreceği sonucuna ulaşmamak mümkün değildir. Bu ayetlerin doğru okumasının bu olduğundan hemen hemen emin olabiliriz. O zaman sorumuz şu: Bir insanın ateist, deist, Hristiyan, Yahudi, Budist vb. olması işlenebilecek suçların en büyüğü müdür? Eğer en büyüğüyse sonsuza kadar işkenceyi gerektirir mi? Kimseyi uğraştırmadan kısaca cevap vereyim: Hayır. Yanlış bir metaetik teoriye (Naive/Reforme Edilmemiş İlahi Buyruk Teorisi) inanmadan buna evet demenin bir yolu yok. Bu sorunun içinden nasıl çıkılabileceğine dair en ufak fikrim yok, aslında içinden çıkılabileceğini düşünmüyorum bile. Birkaç tatmin edici olmayan cevap girişiminden bahsedebiliriz yine de… Bunu imtihan mantığıyla değerlendirmemiz gerekir.” Açıkçası bunun nasıl çözüm olabileceğini göremiyorum. Hangi imtihanın sonucu imtihandan kalanların işkence görmesi olabilir? Allah’ın bizim bilmediğimiz nedenleri olabilir, bizim kapasitemiz sınırlıdır, onun eylemlerini anlayamayabiliriz.” ya da teknik ismiyle “Şüpheci Teizm” savunması. Bu savunmayla ilgili gördüğüm en büyük sıkıntı şu: Allah’ın bize adil ile adil olmayanı ayıramayan bir zihin verdiğini ima ediyor. Eğer tüm ahlaki sezgilerimize ve adalet anlayışımıza bu kadar ters bir şey ahlaken iyi olabiliyorsa, bizim tüm ahlak ve adalet algımızı sorgulamamız gerekmez mi? Öncelikle bu bize ahlak felci geçirtir, neyin doğru veya neyin yanlış olacağını asla bilemeyeceğimizi söyler. İkincisi de Allah’ın bize çok sorunlu bir beyin verdiğini, ve bu yüzden de birçok adaletsizlik ve kötülüğün kaynağı olduğunu ima eder. Bunların dışında görebildiğim bir savunma yok Bu arada bunlar birer düşüncedir sırf düşüncelerim yüzünden “cehennemlilsem” Özgür iradeye ne gerek vardı aykırı düşünce demekki heryerde cezaya uğruyor aö özgürlüğü yok mu? Bu iki yazıma itiraz edilmesini de isterim zira entellektüel bir tartışmalar felsefi sorulara doğru cevapları bulabilmek için bildiğimiz en iyi yöntemdir
11 notes
·
View notes
Text
İftar ettiğinizde gün içinde çektiğiniz açlık ve sıkıntıdan eser kalıyor mu?
Cennet de mü'min için iftar gibidir. Mü'min oraya girdiğinde dünyada çektiği acılar, sıkıntılar ve musibetlerden hiçbir eser kalmaz.
Cennete giren müminlerin kendi dilinden bu durum şu şekilde ifade edilir:
"(Cennette şöyle) derler: Bizden hüznü gideren Allah'a hamdolsun. Doğrusu Rabbimiz çok bağışlayan, çok nimet verendir. O (Rab) ki lütfuyla bizi asıl oturulacak yurda (cennete) yerleştirdi. Artık orada bize ne bir yorgunluk dokunacak ne de orada bize bir usanç gelecektir." (el-Fâtır 35/34-35)
Allah Resûlü (s.a.v.) de cennetlik ve cehennemlik kimsenin durumunu şu şekilde ifade etmektedir:
"Dünyada en büyük nimetler içinde yaşayan ama âhirette cehennemlik olan bir kimse kıyamet gününde ateşe bir kere daldırılıp çıkartılır ve ona sorulur: “Ey Ademoğlu! Sen hiç [dünyada iken] bir hayır gördün mü? Hiç nimet elde ettin mi?” O kişi “Rabbim, yemin ederim ki hayır görmedim” der.
Dünyada en büyük sıkıntılar içinde yaşayan ama âhirette cennetlik olan kimse cennete şöyle bir sokulur ve kendisine sorulur: “Ey Ademoğlu! Sen hiç sıkıntı çektin mi? Hiç zorluk yüzü gördün mü?” O kişi şöyle cevap verir: “Rabbim, yemin ederim ki ben hiçbir sıkıntı ve zorluk yüzü görmedim.” (Müslim, Tevbe, 55)
Dünyada bulunan kötülükleri bahane ederek Allah'ın varlığını inkâr eden ve "şayet bir tanrı olsaydı bu kadar kötülük olmazdı, mutlaka müdahale ederdi" diyenler yalnızca işin dünyevî boyutunu dikkate aldıklarından yanılıyorlar. Dünyanın geçici bir imtihan yurdu olduğunu, herkesin hesaba çekilip zerre miktarı hayır ve şerrin karşılığının görüleceğini göz ardı ettiğimizde bu problemi çözmemiz mümkün değildir.
Rabbimizden niyazımız, her namazın son oturuşunda okuduğumuz şu duadaki gibi olsun:
"Ey Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver. Bizi cehennem azabından koru!" (el-Bakara 2/201)
2 notes
·
View notes
Note
nej felsefede en çok hangi tartışmayı seviyorsun kötülük problemi, ahlak, sanat vs
hepsini ve hicbirini
2 notes
·
View notes
Text
Kötü Aslında Yoktur...
İlk kez Epikür tarafından dile getirilen ‘Kötülük Problemi’ Tanrının iyi ve kötü ile olan ilişkisini ele alır. Bu paradoksun temelindeki soru şudur; Tanrı eğer mutlak olarak iyiyse neden kötülüğü yok etmiyor?
Şimdi kötülük kavramına Spinoza’nın bakış açısını ele alalım. Spinoza, kötülüğün iyiliğin eksikliği, azlığı olarak değerlendirir. Tanrı, her şeyi yaratan olduğu için onun katında her şey iyidir... Bu durum - iyilik- olayları ve durumları yorumlayan insan açısından ise farklıdır. İnsan, kendi bakış açısından olaylara baktığında Tanrı tarafından kötü olmayan bir durumu kötü olarak niteleyebilir. Yani mantıksal olarak zorunluluk olan bir durum ya da davranış, kimi insanlar açısından kötülük ya da kötü bir davranış-durum olarak nitelendirilebilir.
Kötülük reel olmayan, subjektif bir gerçektir. Unutulmamalıdır ki bazı olayların etkisi öznel fenomenlerde farklılık göstermekte, duygusal ve toplumsal bir varlık olan insanda da farklı davranış ve algılara yol açmaktadır. Kısacası Spinoza, kötülük problemini izafiyet (görecelik) temelli açıklamaya çalışmış; Epikür’ün sorusuna da Tanrı mutlak iyidir, mantıksal zorunluluk çinde duygusal bir varlık olan insanın algısı farklılaşabilir bu da onun gözünde kötülüğü, kötüyü yaratır der.
#spinoza#kötülük#kötülük felsefesi#felsefe#felsefe bilim#mantıksallık#mantık#epik#fenouil#paradoks#kötü
159 notes
·
View notes
Text
■ Pİ SAYISI VE RASTLANTISAL/TASARIMSAL VAROLUŞ ■
İnsanlık yüzyıllardır evrenin rastlantısal mı oluştuğuna yoksa bir üstün akıl tarafından mı var edildiğine bir türlü karar veremedi.
Teistler, evrenin mükemmel bir düzen içerisinde olduğunu ve bu mükemmel düzenin kendiliğinden oluşamayacağını ifade ederken; ateistler, kötülük problemi ve tanrı_evren ilişkisinden doğan çelişkileri ön plana çıkartarak tesadüfi oluşumun daha gerçekçi olduğunu savunur.
Fizik yasaları, birbirine denk değerler üzerinden işlem görür ve değerlerden hangisinin mutlak doğru veya yanlış olduğunu bulmak neredeyse imkansız.
Çift yarık deneyiyle de ortaya konulduğu gibi madde, gözlemciye bağlı olarak anlam kazanan bir paradokstur.
Ancak mutlak #paradoks hali, evreni içinden çıkılamaz anlamsız bir labirente dönüştürecektir. Bu sebeple, paradoksun gözlemciden kaynaklı bir yanılsama olması, güçlü bir olasılıktır.
İsteyen rastlantısal varoluşa, isteyen de akıllı tasarıma dayalı ipuçlarını görür.
Peki, aldatıcı/yanılsama evrenin oluşturduğu paradokstan kurtulabilir miyiz ?
Ünlü #filozof #Descartes "Düşünüyorum o halde varım" der.
Buna göre, evrenin oluşum şeklini bilme çabamız varsa, paradoksları aşarak gerçekliğe ulaşma imkanımız da var demektir.
Bu imkana, güçlü bir akılla ya da gözlemci hatalarına imkan tanımayan, ispata dayalı veriler ortaya koyan, matematik ilmiyle ulaşmak mümkündür...
#Matematik dünyası binyıllardır dairenin çevresinin çapına bölümü ile elde edilen #Pi sayısı ile yatıp kalkmaktadır.
Pi sayısı öyle #mucize bir sayıdır ki, matematik dünyasında her yıl 14 Mart Dünya Pİ Günü olarak kutlanmaktadır.
Sonsuzluğa uzanan Pi sayısının şu ana kadar sadece 31.4 trilyon basamaklı hali hesaplanabilmiştir.
Pi'nin sırlarına tam anlamıyla vakıf olmamız durumunda, evrenin şifresi tamamen çözülecektir.
Matematik felsefesine göre Pi sayısındaki rakamlarla
harfleri birbirine dönüştüren bir kod üretirsek, sayının herhangi bir yerinde, kuramsal olarak herhangi bir kişinin veya kurumun adını, bir sözü, cümleyi, bir kitabı
ya da herhangi bir insanın doğumundan ölümüne kadar düşündüğü ve yaptığı herşeyi bir bütün olarak bulabiliriz. Hatta, harfleri farklı rakamlarla eleştirdigimizde bütün dünya tarihini belirli bir yerlerde iç-içe geçmiş olarak bulabiliriz.
Sonsuz sayı basamakları içerisinde tüm yaşamımızın önceden kayıtlı olmasının yanında, farklı sayı_harf kodlamalarıyla olası tüm yaşam modellerini de önceden görebiliriz...
#Pi #irrasyonal bir sayıdır, ondalık basamaklarında kendini tekrar etmeden, belli bir düzen olmadan ya da içinde bir düzen varsa da anlayamıyoruz, sonsuza kadar devam eder...
Matematikçiler Pi'nin düzensiz işleyişi konusunda neredeyse hemfikir...
Ünlü matematikçi Steven Strogatz:
"Pi sayısı tamamen rastlantısal olmakla mükemmel bir düzen içerisinde olmanın inanılmaz bir çekiciliğine sahip"der.
Bu sebeple Pi sayısı, ateistlerin dile getirdiği 'rastlantısal varoluş' tezi için güçlü bir argüman durumundadır.
Peki teistler en hassas mühendislik hesaplamalarında bile virgülden sonraki belirli bir kısmından sonrasının önemini kaybettiği Pi sayısı hakkında ne düşünüyor ?
Şüphesiz Pi sayısı içerisinde ortaya çıkarılacak bir örüntü, akıllı tasarım argümanını mutlak olarak ispat edecektir.
Doğrusu onlarca kaynak taramasına rağmen teistlerin, "Allah böyle yaptı", "herşey bir ölçüyledir" gibi ispata dayalı olmayan, klasik ezberci tembel tepkisinin ötesine geçen bir çalışma bulamadık.
Teistler 2500 yıl önce yaşayan ve Pi sayısının barındırdığı kaos ile yaratıcının kainata getirdiği kanunlar arasında bir bağlantı olduğunu düşünen Eflatun'un ‘’Allah kanunlarını her zaman geometri ile vaz etmiştir’’ sözü üzerine maalesef bir şey eklemiş değiller....
2 notes
·
View notes