epifizz
epifizz
Nullius in Verba
11K posts
  Lucretia'yı Hatırla ve Asla Unutma!
Don't wanna be here? Send us removal request.
epifizz · 20 days ago
Note
Birtakım haksızlıklar yaşandı yaşanıyor ve yaşanacak. Bunların cezasız kalması çok canımı sıkıyor keşke ilahi adalet diye bir şey olsaydı diyorum . Var mı bu histen kurtulmanın bir yolu?
Adaletsizlik hissinden kurtulursak, haksız olanlar kazanmış olmaz mı? Bu düzensizliği, o pek güçlü haksız insanların düzenini de kabul etmiş hale gelmiş olmaz mıyız?
Bu günler geçer mi bilmiyorum, hep yaşanacağına da emin olamam, olmak da istemem. Bunun çözümü ne bilmiyorum ancak çözümün geçtiği yol umuttan, adaletsizliğe karşı bu duyarlılıktan geçiyor bence. Aksi takdirde kim niye eyleme geçsin, niye kaldırsın başını? İktidarları gelip bizim zihinlerimizde de arz-ı endam ederse asıl o zaman haksız hakl��ya dönüşür, asıl o zaman hepimiz mağlup ve yitik oluruz. Ve ancak bu yolla yaşananlar yaşanmaya kesin olarak devam eder...
2 notes · View notes
epifizz · 20 days ago
Note
Damızlık kızın öyküsünü okudun mu epi? Bence gerçekleşmesi en mümkün distopya.
En çok kanımı donduran ve bazı gerçekleri mübalağa sanatı ile yüzümüze soğuk bir tokat gibi çarpan eşsiz anlatılardan biri kesinlikle. Ancak "en mümkün" olarak tanımlamazdım ben.
Seksüel ekonomi teorisine göre oradaki doğum oranı senaryosunda gücün ve kutsi otoritenin kadınlara geçmesini daha mümkün görüyorum şahsen. Patriarkanın ulaşabileceği sınırsızlık konusunda kesinlikle katılıyorum bu eleştiriye, ancak genel atmosferi baz aldığımda dışsal faktörlerin besleyeceği unsurun daha konsolide bir ataerk olacağını düşünmüyorum. Aksine doğumun daha doğrusu cinselliğin "kar-zarar" gücünü daha çok elinde bulunduran kadınların böyle bir ortamda ruhbanlaşması muhtemelen daha olası olurdu gibime geliyor. Çünkü teknik olarak romanda da gördüğümüz üzere rızayı böyle üretmek, daha doğrusu es geçmek, aslında her zaman içsel bir reaksiyonerliği besler ve bu da sistemi kırılganlaştırır.
Ancak bir nüfus krizinde doğumda çok daha fazla bedel ödeyen bu sebeple daha fazla söz hakkı olan kadınların rızası sistemin devamlılılığını beslemek için çok daha asli olduğundan, çok temel bir sosyal ve ekonomik yapı onların lehlerine dönecektir ve bu da kamusal bir güç sağlayacaktır. Uygun konsolidasyon ile elbette benzeri hiyerarşik yapı ile doğurganlık hiyerarşisi oluşabilir ancak nüfus krizinde olan bir toplumda toplumdan soyutlayamayacağın ilk grup da kadınlar olur, yani bana öyle geliyor en azından.
Mesela Güney Kore şu an içinde olduğu aşırı düşük doğum oranı krizini durdurabilmiş değil. Çünkü birçok ekonomik destek paketi açıklasa da bunu genel ebeveynlik rolü üzerine yapıyor. Kadınlar hala oldukça geleneksel aile yapıları sebebiyle çok daha bağımsız hayat şekillerini tercih ediyorlar çünkü onlar için çocuklu bir yaşam verilen imtiyazlarla kıyaslanınca hala kazançlı değil. Ekonomik olarak modernleşse de hala geleneksel aile kurumu yüzünden kadınlar iş hayatları üzerine evdeki tüm işleri yapmak zorundalar ve bir de çocuklara tek bakım veren olarak harap olmak istemiyorlar haklı olarak. Kadınlarda rıza oluşturulmadıkça ve daha fazla imtiyaz tanınmadıkça ve kültürel kodlar bir nebze aşılamadıkça yani baba'lar da çocuk bakımına ve ev içi işlere katılmadıkça doğum oranları ekonomik paketlerle yükseltilebilecek gibi durmuyor açıkçası. Çünkü kadınlarda rıza yeterince üretilmiyor. Ve Kore'deki ciddiyeti şöyle açıklayayım, durum o kadar vahim ki doğum oranları bir nebze normalleşse bile tahminler 2050 yılında geçtiğimiz son 10 yılın düşen oranları sebebiyle iş gücü açığı ve sosyal yardım yükünden dolayı Kore'yi kaçınılmaz bir ekonomik çöküşün beklediği yönünde. Ancak hükümet teolojik bir sömürü sistemini değil rıza üretimini seçiyor çünkü aksi takdirde kadınların var olan katılımı iyice düşecektir muhakkak.
2 notes · View notes
epifizz · 20 days ago
Note
Din mizah malzemesi olabilir mi? Ya da neyin mizahı yapılmaz?
Bu ikinci soru oldukça önemli bir soru bence çünkü günümüzün internet akışının global bir gerilimi aslında bu soru. Nasıl ki senin sorduğun haliyle bizim ülkemizde sağa dönük bir soru gibi gözükse de aslında özellikle batının sol kanadına da dönük bir soru bu.
De jure, yani teoride bence mizahı yapılamaz bir şey yoktur. En basit anlayışla, Taliban rejimi altında dahi hiç hoş olmayan dini şakalar yapabilirsin mesela. Ancak pratikte (de facto), sonuçları pek de iç açıcı olmaz bu eylemin. Ancak yine de yapılamaz değildir. Ancak pratikte her şeyin mizahı yapılmalı mıdır ya da yapılabilmelidir? Yapılabilir yapılmazdan ziyade bu soru pratikle ilgili bir soru olmalıdır. Özellikle Amerikan toplumunda bu ifade özgürlüğü ve woke dinamikleri arasında üzerine tartışılan bir gerilimdir bu.
Öncelikle Freud'un doğru yaptığı bir analizle başlayalım, mizah sosyal bir eylemdir. Bir şaka yaptığımızda bir ötekinin onayına döneriz. Kendi kendimize şaka yapıp güldüğümüzde bile aslında içsel bir öteki onayı ile yaparız bunu. Kötü bir şaka (komik olmayan bir şaka), şakayı yapanın değil ötekinin şakaya verdiği reaksiyonun bir sonucudur. Şakanın kötü, sıkıcı ya da bayat olduğunu üçüncü kişiler belirler. Bu noktada insanların hassasiyetleri tamda ötekinin bu konumu sebebiyle mizah açısından bir tartışma konusudur. Ancak şaka her zaman iki kişi arasında olmaz hatta şakanın en yaygın formu üçlü bir formülasyon izler. Şaka yapıcı bir şey üzerine şaka yapar ve alıcı da bunu onayladığında ortada komik bir şey oluşur. Şaka yapılan bir kişi olabilir. Mesela eşşek şakası yapılan biri çevredeki herkesin gülmesi sonucu kendisi mutlu olmasa dahi bir mizahın konusu olur, çevredeki kimse gülmemişse ise şaka yapıcı artık sadece bir zorbadır. Bazen eylem aynı kalsa da bu üçüncü nokta şekil değiştirir ve şaka artık zorbalık haline gelir. Bazen de bu üçüncü grup o kadar katılaşır ki ortada bir zorbalık yokken bile şakanın her türlüsü şaklabanlık addedilir (bakınız Plato) ve artık zorba olan bu üçüncü gruptur. Peki denge neresidir?
Şahsımca denge insanların özgürlükleridir (biraz fazla aydınlanmacı biliyorum ama kamusal alandaki nihai ölçütün hala özgürlük olduğuna inanan uslanmaz bir modernistim bu anlamda). Yani bir insanın dini yaşama özgürlüğünü baskılayacak şakalar yapmak sosyal bir sınırdır bu günün düzeninde. Aynı şekilde kimsenin yaşamına etki etmeyen şakaları sindirmek de o kişinin özgürlüğünü baskılamaktır. Peki sınırsızca şakalamak özgürlük olmuyor mu ya da birileri benim değerlerime dil uzattı diye onu sindirme özgürlüğüm ne olacak? Hayır olmuyor, özgürlük sınırlılığı ile genişleyen bir konsepttir. Herkes özgür olacak kadar özgürlükler sınırlandığında özgürlük olur. Diğer herkesin özgürlüğü sınırlanıp birinin ya da bir grubunki sınırsızlaşınca ortada olan tiranlıktır ki bunun da özgürlükle alakası yoktur artık mesele sadece güçlü ve zayıf olmaktır böyle bir ortamda. Özgürlük karşılıklı iki eşiti gerektiren bir ortama ihtiyaç duyar, Hegel'in köle efendi analojisi bu durumun en temel kanıtlamalarından sayılabilir, bu sebeple özgürlüğün sağlaması onun optimal sınırlılığından gelir.
Saygılı olmak önemlidir ancak buradaki saygı kişilere olmalıdır, konseptlere değil. Konseptlerin özgürlüğü yoktur, çünkü konseptlerin yaşantıları yoktur, insanların vardır. Hinduların dünyanın filin üzerinde durduğuna dair şakalar yapılabilir yani, ancak bir hindunun yaşam şekli aşağılanamaz. Bu ikisini arası ayrımı görmek önemlidir. Ancak mizahın şu özel şeklini de vurgulamam gerekir. Eğer gerçekten iyi bir komedyensen ve şakanın hiçlikle ilişkisini yani ciddiyetsizliğini gerçekten güzel yönetebiliyorsan bence bir hindunun yaşamıyla da şaka yapabilirsin. Ancak bu öyle ustaca bir şaka olur ki, o kişi bile bunun "yalnızca bir şaka" olduğunu hisseder ve saygısızlıktan ziyade bir ciddiyetsizlik anı olarak kavrar bunu ve bu aynı şakana güler. Ancak bu şakanın içerisindeki gerçek saygı ile ciddi dünyanın uzağında hiçlik alanında ele alınan ve sadece orada o an için kullanılan bir malzeme olduğu hissini vermek bir ustalık meselesidir. Bu yüzden hepimiz komedyen değiliz ve bu yüzden komedi de bir ustalık işidir.
Mizah sosyal etkileşimin katmanlı ve sofistike bir örneğidir. Birçok altmetin ve metinler arası göndermeler ağının yanında, sosyal kontrastların sınırlarında dolanan incelikli bir yapı sunar. Burada uzun uzadıya anlattığım bu durumu aslında çok iyi özetleyen bir Key & Peele skeci var aslında, anlatmak istediklerimi mizahın örgüsünde çok daha direkt sunuyor kanımca.
youtube
0 notes
epifizz · 21 days ago
Note
Böyle sorulardan hoşlanır mısın bilmiyorum epi ama köşeye sıkışmışlığın hissinden başka bir şey hissetmiyorum. Hayatıma giren (ailem dahil) herkesin yalanlarına maruz kaldım. Çok kez aldatıldım ve çok kez salak yerine konuldum. Şimdi herkesten ve her şeyden uzaklaştım. Uzun zamandır kendimi hiç kimsen yokmuş gibi hissediyorum. Böyle hissettiğim içinde kimseyle iletişim kurmamaya karar verdim. Çünkü hayatımda ki insanların varlığı böyle hissetmeme sebep oluyorsa onlara da ihtiyacım yokmuş gibi hissediyorum. Doğru mu yapıyorum?
Böyle sorulardan hoşlanmıyorum evet, çünkü benim doğrum ile seninki bir değil ve hiçbir zaman olmayacak. Çünkü biz farklı iki bireyiz. Cevaplamadığım soruların birinde arkadaşın biri bana "kim bu kanaat önderi mi" diye sormuş, değilim ve bu tarz sorularla öyle biri olma hatasına da düşmek istemem.
Ben hayat nasıl yaşanır sırrını çözmedim, ben ilişkilerimde mükemmel değilim, ben de yalnızca yaşıyorum ve neyin doğru neyin yanlış olduğunu ancak sizin kadar hatta belki de daha az biliyorum. Eğer sana doğru hissettiren oysa o doğrudur, yarın yanlış hissedersen o zaman doğruların değişmiş demektir. Ben kimim ki senin hayatını nasıl yaşayacağına karar vereyim. Ne gerekçe ile sana bir doğruyu ben çizebilirim.
Ben kendim doğru yapıyor muyum hayatımda onu bile bilmezken böyle bir küstahlığa ne cüretle bürünebilirim ki? Bu hayat senin hayatın, kararları da yalnız sana ait. Özgürsün ve sorumluluk sahibisin. Bu özgürlüğe mahkumsun ve bu yüzden eylemlerinin bütün sonuçlarından yalnızca sen sorumlusun.
1 note · View note
epifizz · 21 days ago
Note
Seni görmek güzel. Güncel bi okuma listesi hazırlıyorum. Ağustos için. Önerilerini merak ediyordum. İyi denk geldi. Şu sıra okumamı önerebileceğin kitaplar var mı? Şiir de olur makale de.
Geçtiğimiz günlerde Navon David'in Forest before trees: The precedence of global features in visual perception makalesini okudum. Nesne Tanıma (Object Recognition) araştırmaları ilgini çekiyorsa baya temel ve verimli bir makale.
Kitap olarak da daha gündelik okuma için James Joyce'un Ulysses romanını önereyim. Sadece içerik olarak değil genel biçim olarak da çarpıcı yanlar taşıdığı kanaatindeyim :)
2 notes · View notes
epifizz · 21 days ago
Note
Gözün evrimi neden evrim karşıtlarının sıklıkla değindiği bir konu ve bu konuyu detaylıca anlatan bir kitap önerin var mı nereden öğrenebiliriz?
Dawkins bu konulara çok eğiliyordu, özellikle gözden çokça bahsettiğini hatırlıyorum sanırım Kör Saatçi kitabındaydı. Evrim karşıtları değiniyor çünkü yapı olarak hem çok ilgi çekici hem de oldukça karmaşık duran bir sistemi var. Bu da insanlarda bir tasarımsallığın izlerini hatırlatıyor. Gözün mükemmel olduğu bu sebeple evrimin olamayacağını iddia ediyorlar.
Göz gerçekten ilgi çekici bir organ, çalışma dinamiği ve hücre yapılanması bir yana aynı zamanda sosyal olarak da çok fazla üzerinde durmamız gereken bir iletişim aktörü. Michael Graziano Rethinking Consciousness kitabında insanların niyetleri ile göz aktiviteleri arasında korelasyon bulunduğuna dair bir araştırmadan bahsetmişti ki bu sosyal hayatta da işlevinden bağımsız diğerlerinin gözünü de bizim açımızdan neden çok önemli olduğunu açıklamaya aday olan önemli bir bulgu. Ki kendisi bizim nazar kavramımıza aşina olmasa da toplumların ötekilerin bakışlarına yoğun anlamlar yüklemesinin bu gerçekten kaynaklandığını iddia ediyordu ki sanırım haksız sayılmaz.
Yani hem sosyal hem bilişsel yükü çok fazla hem de çok estetik ve özellikle çağımızda deneyimin başat öğesinin görsel olması göz önüne alınırsa neden mükemmel algılandığı anlaşılabilir. OrtaÇağ'da da duyusal hiyerarşide göz/görü en üstün duyu olarak anılır, en Tanrıya yakın duyu sayılır Hristiyan literatüründe bu arada. Ancak dışarıda gözlük ve lens takan insan sayısına bakarsak da neden mükemmel olmadığına dair bir açıklamaya gerek olmayacaktır sanırım. Çok ucuz bir karşı çıkma biliyorum ancak mükemmel dediğimiz şey en ufak bir araza bile sahip olmamalı diye düşünüyorum yoksa mükemmel olmaz. Bu yine de nefes kesici derecede büyüleyici olduğu gerçeğini değiştirmiyor elbette. Genellikle insanların en son kaybetmek isteyeceği duyuları onların görüleri oluyor, çünkü deneyimin gerçekten en kapsamlı boyutlarından birini görsellik oluşturuyor insanlar için...
Ancak yanlış hatırlamıyorsam yukarıdaki Dawkins'in kitabında gözün evrimini detaylı anlatan bir bölüm olması lazım. Ancak net bir şekilde hatırlamadığımı da belirtmek isterim...
1 note · View note
epifizz · 21 days ago
Note
Komik olacak ama favori filozufunu ve nedenini öğrenebilir miyim?
Favori der miyim bilmiyorum ancak Wittgenstein'ın yeri çok başka benim için. Tam anlamıyla çağdaş felsefenin geçişini ilk kendisiyle yapmıştım ve bambaşka bir tartışmanın içinde bulmuştum kendimi... Sanırım gerçekten bütün anlattıklarına büyük oranda vakıf olduğum tek kişi olabilir kendisi. Okuması bulmaca gibi, ne anlattığını anlamak için senin emek koyman gerekiyor ve bence bu kendisiyle bir diyalog hali yaratıyor insanda.
Ve uyuz biri olması hoşuma gidiyor sanırım. Arkadaş olmak istemezdim kendisiyle ama bu mesafeden ilgi çekici bir şahsiyet kendileri :D
1 note · View note
epifizz · 21 days ago
Note
Dünyanın merkezinin insan olmadığını evrim kafamıza vura vura öğretti. Küçük sıcak bir su birikintisinde oluşmuş bir protein bileşiği olmak sana ne hissettiriyor?
Bu dediğinin çarpıcılığı bu günlerde taşarının sarmalayıcı cemaatçiliği, çok daha geniş tanışıklık ağları ve daha merkezi dinsel etkinlikle donatılmış bu başka yaşamlar için yıkıcı olacaktır sanırım.
Çünkü Metropol keşmekeşinde büyümüş herhangi birinin bu kalabalıkta kendini evrenin merkezinde görerek büyüyebileceğini sanmıyorum açıkçası. Benim için bu söylediğin iş çıkışı metronun son durağında tüm o sürü insanla aynı yöne yürürken hissettirdiği kadar hiçbir şeymişim gibi hissettirmiyor açıkçası.
0 notes
epifizz · 21 days ago
Note
Bir şansım olsaydı eğer Carl Sagan'la karşılıklı bir kahve içip sohbet etmek isterdim şimdi düşünüyorum da masadaki üçüncü kişi de sen olsan süper olurdu.:))
Bu elbette benim için de büyük bir onur olurdu elbette, ancak ben kendisinin sesine maruz kaldığım 5 dakika içerisine uyuya kalıyorum maalesef. Kendisinin Cosmos belgeselini izlerken nasıl olduysa kendimi talihsiz bir şartlanmaya soktum herhalde çünkü belgeseli açar açmaz karşı konulamaz şekilde uyuya kalıyorum artık, uyku durumum fark etmeksizin... Gerçek hayatta da böyle bir durum olsa aşırı absürt olurdu sanırım :')
0 notes
epifizz · 21 days ago
Note
Tanrı var mı? Evren sonlu mu sonsuz mu? gibi kesin bilgi alamayacağımız soruları neden soruyoruz?
Bu gün aksiyomatik dizgelerin tutarsızlığa yazgılı doğaları üzerine okuyordum ve bence burada ortak bir payda bulabiliriz bu iki durum için. Bu yegane sorun olamaz ancak bence muhakkak ki sebeplerden bir tanesi olarak sayılabilir:
İnsan her şeyden önce paternleri izleyen, fark eden ve paternleri önceden tahmin etme konusunda çok başarılı bir canlıdır. O kadar başarılıdır ki bu dediğimiz sorunları yaratır. Evet sonsuz konseptleri aslında tam olarak açıklayamıyoruz ve hatta kavrayabildiğimiz de söylenemez ancak sonsuza doğru giden süreklilik kaideleri koyabiliyoruz. Yani bir paternin süreklilik içerisinde, sabit bir kuralla sonsuza doğru gidebileceğini anlayabiliyoruz. Sorun kurduğumuz bu süreklilik içerisinde oluşan ürünleri açıklarken sonsuza doğru giden tüm dizgeyi açıklamaya çalıştığımızda başlıyor.
Örneğin n+1 ile bir küme oluşturuyoruz, ve n yerine sayma sayılarını koyabileceğimizi söylediğimizde bu bizi sonsuz elemana sahip bir küme ile baş başa bırakıyor. Elimizde sonsuza doğru giden bir şey var bundan yana sorun yok sorun Peano gibi tüm bu kümeyi açıklamaya çalıştığımızda başlıyor. Çünkü teknik olarak aklımıza gelen en uç sayıda bile test edip geçerliliğini kanıtladığımızda bile elimizde hala test edilmemiş bir sonsuzluk çıkıyor ve her şeyin hepsine uygulanabilirliğini mutlak bir dayanakla açıklayamıyoruz. Ancak yine de paternleri görüyoruz, onları sonsuza kadar uzatacak nitelikte tanımlayabiliyoruz ancak bu sonsuz elemanlı küme elemanlarının hepsini kapsayacak tanımları getiremiyoruz çünkü tanımlar doğaları gereği sınırlılıklar doğuruyor.
Yani sonsuzlu��a bir bütün olarak sahip olmasak da ucu açık sürekliliklere aşinayız ancak aynı patern algılama yetimiz sebebiyle tüm bu sürekliliği tek bir dizgeye ya da dizgeler bütüne oturtmak için de karşı konulmaz bir itkimiz var, bu akışları açıklama başarımızın bir hamartia'sı adeta!
Ki bu soruların da süreklilik içerisinde bir bütün açıklaması olamaması tamamen beyhude olduğu anlamına gelmiyor kanımca, bunu da eklemek istedim.
1 note · View note
epifizz · 21 days ago
Note
Spinoza okuyordum ve biraz kafam karıştı sanırım. Özgür irade bir yanılsama mı yoksa gerçekten var mı epi?
Kaba ve ucuz cevaplarda Spinoza'nın özgür iradeyi kabul etmediği savlansa da ben bunun kendi bakışını tam anlamıyla yansıtmadığı kanısındayım. Özgür iradeden kastımız kişinin kendi doğasını yaratmaksa yani varoluşçu bir yerden kendi özünün inşasıysa Spinoza özgür iradeye inanmıyordu, ancak kendi doğası içerisinde eylemlerin, Spinoza'nın tabiri ile karşılaşmaların, niteliklerine kişinin kendi gücüyle biçim verebileceği de bir özgür irade olarak değerlendirirsek Spinoza açısından böyle bir özgür irade kesinlikle bulunmaktadır.
Spinoza en nihayetinde kişinin kendi doğasıyla uyumlu bir özgürlüğe kavuşması için ona bir yol haritası sunarak insanın eylemsel olarak söz payı olduğunu kabul etmiş oluyor bir noktada. Popüler olarak yazıldığı gibi katı bir önbelirlenimcilik hakim olsa insanların özgür ve köle doğaları olurdu ve Spinoza'nın bunun için bir harita oluşturmasının bir anlamı olmazdı en nihayetinde.
Spinoza'nın bu konularda esasında vurgulamak istediği nokta, benim okumama göre, doğanın dışının bulunmayışıdır. Ne yaparsan yap kendi doğanın çerçevesi içerisinde kalmak zorunda olduğun gerçeği vardır, ve kendi doğanın ve doğanın olanaklı kıldığı karşılaşmaların yarattığı nedensellik ağının da gözden kaçan büyük bir nedenselliği vardır. Bu dediğimi somutlamak adına basit bir örnek verelim, bizim doğamız üç boyutludur: bir genişliğimiz, derinliğimiz ve uzunluğumuz vardır ve aynı boyutlara sahip bir uzayda yaşamımızı sürdürürüz (uzamsal bakıyoruz yalnızca, zaman mefhumu burada konu dışı) bu noktada uzamsal olarak 4. boyutta hareket imkanına hiçbirimiz sahip değiliz ve hiçbir zaman da olamayacağız çünkü bizim için öyle bir boyut yok. Şimdi 4. boyutta hareket etme konusunda kesinlikle özgür bir irademiz yok ancak bu sahip olduğumuz bu üç boyuta mahkumiyetimiz bizim tüm hareketlerimizin belirlenimi değil ki, tüm o hareketle doğamla uyumlu olmasına rağmen ve doğamın bana dikte etmiş olmasına rağmen bana sunduğu bir hareket alanı sunan uzay hala vardır. Evet bu uzayın dışında hareket edemem ancak bu uzayın içerisinde etkileşimlerde bir birey olarak "eyleme gücüm" vardır. Ve bu üç uzamda da eylemlerimi kısıtlayan bir sürü faktör vardır, mesela oldukça ağır olduğumu varsayalım, o zaman doğamla uygun olarak eyleme gücüm hep kütlemin beni merkeze çekmesine daha odaklı olacaktır ve cüssemi katarak yaptığım hareketler zıplayarak yukarı çıkmaya çalıştığım hareketlerden daha kolay ve daha "etkili" olacaktır ancak burada da muhakkak doğamın ve karşılaşmaların bana sunduğu bir sınır olacaktır (uçamayacağım gibi, zeminin bana izin verdiği ölçüde aşağı çakılmam gibi).
Elbette bu somutlama kadar fiziksel bakmamaktadır Spinoza ancak bu somutlama da teknik olarak Spinoza'nın anlatımının bir parçasıdır. Doğamızın dışında hareket edemeyiz çünkü eylediğimiz her şey bizim doğamızın bir uzamı içerisinde olmak durumundadır (her isteğin de senin doğanın kendisindedir, canın algıladığın ışık spekturumunun dışında bulunan bir rengin tadına bakmak çekemez çünkü biz, sinestetik olmayı genel bir crossover sayarsak, renklerin tadını alamayız ve hiç bilmediğimiz bir rengi hayal edemeyiz) ancak doğa burada ön belirlemeci bir öz, programlanmış bir komut değildir. Doğa burada bir boyuttur bir olanaklar ve sınırlılıklar dizgesidir ve onun içerisinde pekala insanın eyleminde bizatihi etkinliği bulur. Özgür iradenin tamamen diskalifiye edildiği bir durumda Spinoza'nın kurduğu özgürlük konseptinde rasyonel boyuta dair birçok boşluk oluşacaktır kanaatimce. Yani özgür iradeyi yok saymak Spinoza'daki kafa karışıklığının temel sebeplerinden biri olabilir bu noktada, çünkü bu kabul onun genel felsefesinde bir çelişki yaratacaktır.
2 notes · View notes
epifizz · 3 months ago
Note
Laf olsun diye söylemiyorum ama buranın kalitesini yükseltiyorsun. Sana sorulan zihin açıcı sorulara bayılıyorum.
Teveccühünüz efenim, sorular güzel olunca cevaplarımla onların kalitesini yakalamaya çalışıyorum elimden geldiğince.
1 note · View note
epifizz · 3 months ago
Note
Nesneleri ancak adlandırabilirim. İmler onların yerini tutar. Ancak onlar üzerinde konuşabilirim, onları konuşarak dışa vuramam. Bir tümce, bir şeyin ancak nasıl olduğunu söyleyebilir, ne olduğunu değil."
Son cümleyi anlamlandıramıyorum, olsaydınız ne güzel anlatırdınız.
Özledik sizi.. hem de çok…
Wittgenstein'ın burada ifade etmek istediği ne'lik ile nasıllık arasındaki ayrımdır. Bir şeyin ne olduğu mutlak surette kesindir, bir şey neyse o'dur ve kendi içinde tüm bu sisteme sahiptir. Ancak biz şeylerin kendisiyle direkt etkileşime geçmeyiz, onlarla dolayımlı bir etkileşim kurarız. Evet işin sonunda elimizde elmayı tutarız ancak elmanın tüm boyutlarıyla aynanda her haliyle etkileşime geçemediğimiz için bu bir dolayım barındırır. Bunu iki bilincin karşılaşmasında anlamak daha kolaydır, bir insanla direkt konuşuruz ancak onun içsel yaşantılarının tüm boyutlarını anlayamayız, onun dışa sunduğu unsurlarla iletişime geçeriz ve bu da bir dolayım yaratır. Bu dolayım o şeyin dışsal tasavvuru olarak onun nasıl olduğunu ifade eden unsurdur.
Bunun dilsel karşılığına geldiğimizde ise basit bir şekilde bir şeyi isimlendirdiğimizde o şeye referans veririz. Ancak bu isim o nesnesin tüm boyutlarını kapsamaktan acizdir, bizim dolayımlandığımız unsurlara atıf ile çalışır aslında. Nasıl bir insanın ismi onun tüm iç ve kronolojik yaşamsal olaylarının hepsinin bilgisini bize sunmuyor ancak o kişiye bir referans veriyorsa bu tüm isimlendirmeler için doğrudur. Bir şeyin ismini kullanmak o şeyi ifade etmez ancak o şeyin bizim onunla kurduğumuz dışsal tasavvuru, nasıllığına bir referans vermemizi sağlar. Ancak bu referans da tamamen bizim içsel yaşantımızdaki karşılığa denk değildir. Çünkü kişi kendi yaşantısının tamamını da dille aktaramaz, dil sosyal bir şeydir bizden çok önce mevcuttur ve biz kendi içsel yaşantımızdan çeşitli parçaları onunla ifade ederken tüm yaşantı derinliklerimizi kavraması imkansızdır. Mesela canımın acıdığını söylediğimde içsel acı deneyimiminin tamamını iletemem ancak kolektif acı algısına referansla ne hissettiğime dair bir izlenim yaratmaya çalışırım. Bu sebeple üzerine konuştuğum şeyleri de tam anlamıyla dışa vuramam, çünkü benim içsel yaşantımda kazandığı boyutların hepsini de sunamam.
O zaman bir tümce kurduğumda (bu tek bir isim beyanı bile olabilir), referansla iletmek istediğim nesnenin tüm gözlemcilerden bağımsız olduğu şeyi iletemem, ancak bir gözlemci olarak bende yer eden algıların da tamamını iletemem, yalnızca onun tamamen dışsal tasavvurlarına, nasıllığına referansta bulunabilirim. O şeyin gerçekte "ne" olduğunu ya da benim içsel dünyamda "ne" olduğunu değil, yalnızca nasıllığını iletebilir ve yalnızca nasıllığı üzerinden anlaşabiliriz.
Umarım beklentinize uygun düşecek ölçüde anlatabilmişimdir, Wittgenstein anlamak kadar anlatması da zor bir muhterem. Ben de kendimin doğru anladığını ümit ediyorum yalnızca :D
2 notes · View notes
epifizz · 3 months ago
Note
Ekşide bir başlıkta şöyle diyordu kuantum fiziğini bilip hala ateist olanları anlamıyorum. Kuantum fiziğiyle tanrı inancı arasında nasıl bir bağ var?
Bu bir hermenuetik meselesi, inançlı bir insan için temel postülat olan tanrı onun ardılı olan her şey ile bağlantılıdır zaten. Çünkü tanrı her şeyin sıfır noktasıdır inançlı bir birey için, bu sebeple kuantum mekaniğinin kendisi olmasa bile örneğin onun çeşitli nitelikleri dahi bir inançsal doğrulama düzleminde tanrıya işaret edebilir. Mesela Kuantum yapıların kompleksliği ya da tek bir genel teorinin oluşturulamaması bir zanaatçı olarak tanrının kudretine ya da açıklanamaz olanı mistik olanaklarla doldurma fırsatını pekala verebilir.
Ancak kuantum fiziğini bilmek ateizmi de otomatik olarak dışlamıyor ama bu tarz bir doğrulama mantığında bunu anlamamak da pekala anlaşılabilir. Örneğin bir insan kuantum dalgalanmaları ile enerjinin korunumu yasasısının esnetilebileceğini yani madde oluşturmak için aslında enerjinin -bir süre için- gerekmeye bileceğini gördüğünde tanrı önermesinin de işlevsizleştiğini pekala düşünebilir.
Burada anlaşılmayan tek şey hermenuetik, yani kişinin yorumlama farklarının uyuşmazlığıdır yalnızca. Başlangıç noktası tanrının mevcudiyeti olan biri için sonraki geri dönüşlü çıkarımlar ile sonuç noktası olarak konumlandırılan tanrı önermesi için uygun gözlem ya da çıkarımların noksanlığı arasında anlaşamamak gayet doğal. Çünkü bu iki insan da birbirlerine bir camera obscura'dan bakıyor gibidir; ikisi de diğerini başaşağı görüyordur ve bu yüzden her biri diğerini absürt olarak algılar, oysa yalnızca farklı bir mantıksal dizgelere sahiptir bu iki kişi.
2 notes · View notes
epifizz · 3 months ago
Note
Thomas Aquinas nerede yanılmıştı sana göre?
Bana göre rasyonel olan inanca uygun olan derken hem çok doğru bir noktaya parmak basmış hem de yanılmıştı. Yanıldığı nokta o dönemin ruhuyla uyumlu olan tek ve mutlak bir rasyonalite olduğu fikridir, bunu doğru kabul edersek kendisi yekten hatalıdır ancak bunu hatalı kabul edersek kendisi kısmi olarak haklıdır. Eğer rasyonalite farklı biçimlerde olabiliyor ve göreli olarak değişebiliyorsa o zaman evet inanç da kendi içinde bir rasyonalitedir ve bu sebeple inançlı bir kişinin rasyonalitesi inancı ile çelişmez ondan temellenerek ilerleyen bir akılcılığa sahip olur.
Ancak tek ve mutlak bir rasyonel düşün varsa o zaman açıklaması çok zor olan düşün biçimleri ortaya çıkıyor mesela Aquinas açısından gayri-isevi düşünce biçimlerinin kendine has rasyonalizasyonlarını sadece bir sapkınlık olarak göremeyiz en nihayetinde. Hatalı bile olsa bu da bir çeşit rasyonel düşüncedir ve sürüyor olması kendi başına başka tipte rasyonel kanıların olduğunu gösterir niteliktedir.
Ancak bu tarz anakronik eleştiriler Aquinas'ın değerini düşürecek unsurlar elbette ki değildir. Hata, kanımca o zamanın rasyonelitesini günümüze uygulamakla başlar.
1 note · View note
epifizz · 3 months ago
Note
Merhabalar bu bloğu conat-us beyin bloğuna çok benzettim acaba o musunuz?
Hayır değilim, daha önce de duymamıştım ancak hoş bir blogmuş. Öneri mahiyetinde sayarak teşekkür ederim size.
0 notes
epifizz · 3 months ago
Note
senin yokluğunu chatgpt ile doldurmaya çalışıyordum iyiki geldin
Bu iyi bir kıyas mı kötü mü bilemedim açıkçası, sanırım teşekkür ederim :D
1 note · View note