#ehrimen
Explore tagged Tumblr posts
Text
Yaratılış Mitleri-2: Zerdüşt
Zerdüştlüğün kutsal kitaı olan Avesta, bugünkü halini II. Şapur’un saltanatı sırasında (MS 309-380) almış olsa da, içeriğinin büyük bir kısmı çok daha eskidir. Gatalar adı verilen on yedi ilahilik bir derlemeyi, Zerdüşt’ün kendisinin yazdığı sanılıyor (Doğumu MÖ 590).
Avesta 21 kitaptan oluşmakta iken, İskender'in işgali sırasında yok olan kitaplardan yalnızca Yasna, Visperad ve Vendidad (veya Videvdat) kalmıştır.
Buradaki yaratılış mitinin Zerdüşt’ün ölümünden sonra farklılaştırıldığını ve sistematikleştirildiğini okuyoruz. Bunda yine her zaman karşılaştığımız gibi tarihi, coğrafi bir takım gelişmelerin payı var. Bu değişime birazdan tekrar değineceğim ancak mitin çıkş noktasına bakacak olduğumuzda yaratılış soyut ve fiziksel terimlerle, maddeyi sanki saf “biçimden” doğmuş gibi anlatır.
Başlangıçta sadece sonsuz ışık vardır. Dışsal sınırları olmadan, o saf ve başka şeysiz olan Tek’tir.
Fakat o kendi içinde ise iki yönlüdür: İdeal ve maddi oluşum. Tam değinmek gerekirse Sözün Gücünün Ruhu ile ideal oluşum, Doğa Gücünün Ruhu ile ise maddi oluşum. Bu iki ruh yaratıcının iradesiyle birleşir. Yaratıcıya Avesta dilinde “Sonsuz Biçim” denir.
Zerdüşt’ün ölümüden sonra inanışın, inancı sonradan kabul ettiği düşünülen Med’li Mag rahipleri tarafından değiştirildiğine inanılır.
Burada konudan biraz sapıp tarihsel ek bilgilere değinip kendimi ve yazıyı derinleştirmek istiyorum.
“Medler ve Persler iki eski İranî halktır. Bunlar akraba kabile gruplarıdır. Med kabilelerin anayurdu Mada veya Mad kuzeydedir; bugünkü Azerbaycan’ı, İran Kürdistanı’nı ve batı Taberistan’ı kapsar. Pers kabilelerin anayurdu Persis, bugünkü İran’ın güneybatısında, Basra körfezi kıyısındadır.” Bu yazı açısından önemli olan, Zerdüşt öncesi bir Mazdekîlik diye tarif edilebilecek dinlerinin rahiplerine Magus veya Mag denmesidir. (Hıristiyanlıkta, İsa doğduğunda kutlamaya gelip hediyeler getiren üç Magus [çoğ. Magi] inancı buradan türer.) Perslerin dini, büyü ve cenazevi işlerine bakan ateş rahipleri. Farsçadan sırasıyla Yunancaya ve Latinceye geçmiş olan magus sözcüğü batı dillerinde büyü anlamına gelen magic vb. sözcüklerin kökenini oluşturur. Persler Med tahtını gasp ettiklerinde toplumu önemli ölçüde etkileyen Maglar ciddi bir direnç gösteriyorlar Perslere. Kambyses Mısır seferindeyken Pers başkentinde Med iktidarını geri getirmek isteyen bir Mag tahtı ele geçiriyor.”
Kültürlerin bu denli güçlü birleşimi sonrası Zerdüştlük inancı da farklılaşma gösteriri. Dine astralizmin ve bununla birlikte Hint-İran güneş tanrısı Mitra ve üretkenlik tanrıçası Anahitam gibi belli tanrıların katıldığı görülür. Benim için bu yazıyı derlerken en önemli farklılık ise yukarıda değindiğim ikili ruh yapısının biraz daha nesnel bir hale getirilerek isimlendirilmesidir. İyiliğin ruhu Hürmüz (yani Ahura Mazda), kötülüğün ruhu ise Ehrimen ismine dönüştürülür.
Zerdüştçü kozmolojinin bu İslami yorumunda, zaman sınırsız ve ebedi yaratıcı olarak ele alınır.
(8) Zaman hariç her şey yaratılmıştır. Zaman yaratıcıdır ve zamanın sınırı yoktur.
Zaman ateşi ve suyu yaratır ve bu ikisinin karıştırarak Hürmüz’ü (iyiliği) meydana getirir. Ehrimen(kötülük) burada açıklanmaz fakat Hürmüz onu ne zaman görse iki tanrı, yaratıcılık yoluyla birbirleriyle savaşmaya başlar. Bu iyi-kötü,ateş-su, gök-yeraltı zıtlıkları veya bir başka değişle dualizm daha sonra derlemeye çalışacağım birçok farklı metinde de karşımıza çıkıyor. Yine buradaki gibi zamanın sınırsızlığı başka mitlerde de farklı anlamlarla farklı inançlarla karşımıza çıkıyor.
Hürmüz, Sınırsız Zaman’dan sınırlı zamanı (12 bin yıl) yaratır ve onı gökyüzüyle hatta yıldızlarla doldurarak zamanın geçişini işaretler. Ehrimen, Hürmüz’ün doğruluğundan korkup yaratılışın ilk 3000 yılında atıl kalır. Bı arada Hürmüz dünyayı şekillendirir, bitkileri, Boğa’yı, ilk insan Keyumers’i en sonunda da Adem ve Havva’yı yaratır. Fakat, yaratılışın amacı, kötünün kendini ifade etmesine izin verip onu iyinin yenmesini sağlamak olduğundan, Hürmüz zaman tanrısı Zurvan’dan hareketi yaratmasını ve dünyaya can vermesini ister. Söz konusu zaman tanrısı Zurvan’ın isim anlamı da bizzat "zaman" manasına gelmektedir. Ayrıca bu tanrının iyilik ile kötülüğün nihai kaynağı olduğuna inanılmıştır. Bu nedenle Arap kültüründeki dehr kavramındaki gibi, hem insanoğlunun saadetinin hem de sefilliğinin müsebbibi olarak görülmektedir.
Burada Adem ve Havva figürünü görmenin ötesinde kötülüğün tanrısal meşrulaştırılmasını, bu yanıyla da klasik dinlerdeki günah-sevap dualizminin öncülünü görüyoruz.
(8) Ve uğursuz Ehrimen, kendi vücuduyla sodomi yaptı ve “şeytanları yalanları ve diğer felaketleri” öyle dünyaya getirdi.
Zurvan’ın kutsamasıyla Hürmüz dünyayı nasıl kendi ışık özünden meydana getirmişse Ehrimen’in de aslında kötülüğü kendi vücuduyla sodomi yaparak getirdiğine inanılır. Böylece “şeytanların, yalanların ve diğer felaketlerin” kötülüğün özünden, yani kendinden doğmasına sebep olur. Doğurma, mitlerde nasıl yoktan var edilen bir şeyin kaynağını anlatmanın bir yolu olarak tanırsal yaratıcılığın ortak benzetmesi ise, kendi kendine sodomi de, ben-merkezciliği ve Kötü’nün “yaratıcı” eyleminin özündeki yaratıcılık yoksunluğunu anlatmanın dikkat çekici bir yoludur.
Hürmüz-Zurvan işbirliğinde dünyanın nesnel yaratımları tamamlandıktan sonra nihayetinde kötülük Ehrimen ortaya çıkar ve dünyayı iğrençlik, karanlık ve kokuşmuşluk şeytanlarıyla kirletir. Birazdan değineceğimiz üzere iyinin güçleri sonunda Ehrimen’i yakalar ve bağlayarak cehennemde koruma altına alır.
Ehrimen Keyumers’e bin türlü işkence yaptı ve o öldü. Ondan kimi şeyler meydana geldi. Boğa’dan da kimi şeyler ve insanlar meydana geldi. Sonra Ehrimen’i yakaladılar ve onu, dünyaya girmek için açtığı delikten tekrar cehenneme götürdüler; görünmez iplerle bağladılar: İki melek, hatta başmelek Ardibihist ve Tanrı Behram, onun başında bekçi olarak durdu.
İyi Hürmüz, kötü ve günahkar Ehrimen’i yere serer: (12) Hürmüz gördü ki Ehrimen kuşatılmadıkça bu çatışmanın sonu gelmeyecektir.
Hürmüz Ahunvar duasını okumaya başladı ve Ahunvar (Ahona Veirya da deniyor) sırasında Hürmüz nihai iyileşme için üç şeye vurgu yapar.
Birincisi ortodoksidir. “Kelime anlamı “geçerli, sağlam, kabul gören öğreti” olan ortodoksi bir dinsel inancın resmi olarak kabul edilen, dinsel otorite tarafından sahiplenilen ve topluma dikte edilen biçimidir. Bu deyişle Hürmüz’ün tümüyle iyi olıp kötüden uzak olduğu, onun iradesinin tümüyle kutsal olduğu ve Ehrimen’in tümüyle kötü olduğuna inanmak demektir.
İkincisi, erdemliler için karşılık ve ödül umudu, günahkarlar için karşılık ve ceza korkusudur, erdemliler için çalışmak ve kötülükten kaçınmaktır.
Üçüncüsü, yaratılanların birbirlerine yardım etme zorunluluğudur. Dayanışma zaferi getirir ve nihai iyileşmedir.
(24): Bu sözle Ehrimen yere serildi ve tekrar karanlıklara gömüldü.
AYYILDIZ, E. KLASİK ARAP ŞİİRİNDE ZAMAN OLGUSU VE KÖKENİ. Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, 22(1), 67-97.
Sproul, B. C. (2018). Yaratılış Mitleri: İnsanın ve Evrenin Ortaya Çıkışına Dair Tüm Dünyadan Mitler (çev. Ali Bucak). İstanbul: Hil Yayın.
Zaehner, R. C. (1955). Zurvan: a Zoroastrian dilemma. Oxford, İngiltere: Clarendon Press, 1955, s. 341-411
#Zerdüşt#Zerdüştlük#Mitoloji#Mit#Avesta#Med#Mag#Yasna#Visperad#Vendidad#Pers#İran#Anahitam#Zurvan#Keyumers#Ehrimen#Hürmüz#Sodomi#ahura mazda
15 notes
·
View notes
Photo
Filibeli Ahmed Hilmi'nin harika eseri "A'MÂK-I HAYAL” (Hayalin Derinliklerinde Yolculuk) deki muhteşem hikayelerden biri: 2. günün hikayesi: Mezarlıktan çıkıp eve gittim. Annem şaşkın bir hâldeydi. Her gece beni sarhoş olarak görmeye alışmıştı. Her zaman eve sabaha doğru gelirdim. Onu hasta olmadığıma ikna ettikten sonra kendi hâlime bırakıldım. Gördüğüm hayalleri düşündüm ve erkenden yattım. Ertesi sabah çarşıya gittim. Birkaç küçük tencere, tabak, sahan, kaşık ve mangal gibi eşyaların yanı sıra yağ, pirinç, kahve gibi şeyler aldım. Ve mezarlığa gittim. Aynalı Baba kulübesinin önünde oturuyordu. Aldığım hediyeleri reddetmedi. Kahve pişirdi. Bir müddet sohbet ettik. Sonra yemek yedik. Biraz uyuduk. Sonra kahve içtik. Aynalı Baba neyini eline aldı. O güzel sesiyle gazel okuyarak neyi üflemeye başladı. Bu şuun, âlem Bîsebat-u bîkıdem Nerde Havva, Adem? Varsa aklın ey dedem. Dem bu demdir, dem bu dem! Dem bu demdir, dem bu dem! Yâd-ı mazi bahşeder Hayf-ü âlâm-ü keder Olma meşgul-i kader Kimse kalmaz hep gider. Dem bu demdir, dem bu dem! Dem bu demdir, dem bu dem! Sen gibi bir saile Heyf değil mi gaile? Olma meşgul hâl ile Derd-i istikbal ile. Dem bu demdir, dem bu dem! Dem bu demdir, dem bu dem! Bu hayatta yok vefa Her günü derd-ü cefa Sen, ey müştak-ı sefa Ömrünü etme heba. Dem bu demdir, dem bu dem! Dem bu demdir, dem bu dem! Kim bilir Ethem imiş Bilmeyen sersem imiş Gayesi bir dem imiş Maadası hem imiş. Dem bu demdir, dem bu dem! Dem bu demdir, dem bu dem! (Bu olaylar ve bu âlem ezelî ve ebedî değildir. Havva ve Adem nerede? Ey dedem! Aklın varsa an bu andır, an bu an. Geçmişi hatırlamak korku, ıstırap ve keder verir. Kaderle uğraşma. Çünkü kimse kalıcı değildir, herkes gidici-dir. An bu andır, an bu an. Senin gibi bir dilencinin dert ve sıkıntı ile uğraş-ması yazık değil mi? Şimdinin ve geleceğin derdiyle uğraşma! An bu andır, an bu an. Bu hayatta vefa yoktur, her günü dert ve eziyettir. Ey huzura can atan! Ömrünü boşa geçirme. An bu andır, an bu an. Bilen kimse Ethem imiş, bilmeyen ise sersem imiş. Ölüm sırasında hayat sadece bir nefesten ibaret olup, geride kalanlar dert ve keder imiş. An bu andır, an bu an. An bu andır, an bu an. ) Kısa bir süre sonra neyin sesi hafif ve hoş bir inilti hâlini aldı. O sırada dalmışım. Yeni bir yer görmeye başladım. Belh şehrinde bir evde bulunuyordum. Yatağımdan yeni kalkmıştım. Odama bir kadın girdi. Bu kadın benim karımmış. Benimle Farsça ile Sanskritçe arası bir dille konuşuyordu. İşin garip tarafı ben bu dili iyi biliyordum. İki kişiden meydana gelmiş bir insandım. Ben, hem ben idim, hem binlerce yıl önce yaşamış bir İranlı. Kadın dedi ki: -Geç kalıyorsunuz. Artık elbisenizi giyin ki Temaşa bayramını seyredebilesiniz. Karnımı güzelce doyurduktan sonra elbiselerimi giydim. Elbisem, sırtıma giydiğim uzun bir şal ile belime doladığım bir kuşaktan ibaretti. Başıma sivri bir külah geçirip sokağa çıktım. Telâş içinde yürüyen bir kalabalık gördüm. Onların arasına katıldım. Sokaklardan geçerek bir meydana vardık. Binlerce insan toplanmıştı meydanda. Ortaya büyük bir çadır kurulmuştu. Buraya niye geldiğimi ve ne olacağını bilmediğim için yanımda bulunan adamlardan birisine ne olup bittiğini sormak zorunda kaldım. Cevaben şöyle dedi: -Bugünden itibaren kırk gün Temaşa bayramı yapılacak. Şimdi ortaya tellâllar çıkıp, herkesi imtihana davet edecek. Herkes birer birer Zerdüşt'ün huzuruna çıkacak. Her kim "hak sözü" söylerse hakikatleri temaşa etmesine izin verilecek. Alnına "Cennetlik" yazılacak. Her kim söyleyemezse bundan mahrum kalacak. Alnına "Cehennemlik" yazılacak. Fakat şunu belirtmeliyim ki iyi işler yapanların alnından bu yazı silinir. Böylece ailesi, akraba ve dostları sevinçlerinden bayram yaparlar. Ben, hiçbir şey bilmediğim için doğal olarak bu imtihanı veremeyecektim. Alnıma "Cehennemlik" yazılacaktı. Geldiğime pişman oldum. Eve dönmeye karar verdim. Önceden konuştuğum adama bu düşüncemi söyledim. -Sakın gideyim deme! Zira hem gelmeyenlerin, hem de gelip imtihanı veremeyenlerin alnına "Cehennemlik" yazısı yazılır, dedi. Zarurete binaen, iyisi mi imtihana gireyim, diye düşündüm. Tellâllar bağırınca, herkes birer birer, düzenli olarak çadıra doğru yürümeye başladı. Bulunduğum yer çadıra çok uzak değildi. Bu yüzden bir saat içinde çadırın kapısına vardım. Kapıda duran bir nöbetçi herkesi birer birer çadıra alıyordu. Sıra bana geldi, içeri girdim. Zerdüşt büyük bir tahta oturmuştu. Başında altından yapılmış bir taç, üzerinde değerli bir kaftan vardı. Etrafında kırk kadar ihtiyar, saygı ifadesi olarak ellerini göğüslerinde bağlamış, ayakta duruyorlardı. Meclisin azameti karşısında şaşırıp kaldım. Cahillik kusurundan dolayı utanç verici bir duruma düşmemek ve kınanmamak için, içimden dua etmeye başladım. Zerdüşt sordu: -Nereden geldin? Kalbime ilham edilen şu cevabı verdim: -Sebep ve hikmetinden sual olunmayan Allah'tan... -Niçin geldin? -Allah, aydınlık ile karanlıkları ayırmak, aydınlık ile âdil, karanlıklar ile kahhar olmayı istedi. Aydınlağa "ben", karanlıklara da "benden başkası" dedi. -Aydınlığı nedir, karanlıkları ne? -Aydınlığı Hürmüz, karanlıkları Ehrimen'dir. -Hangisi üstündür? -Şu anda her ikisi de eşittir. Ne Hürmüz Ehrimen'e, ne de Eh-rimen Hürmüz'e üstünlük sağlayabilir. -Bu keşmekeşlik nedir, sonu ne olacak? -En sonunda Hürmüz Ehrimen'e üstün gelecek. Böylece âlem hep aydınlık olacak. -Sonra ne olacak? -Allah "hep ben, hep ben" diyecek. "Benden başkası" demeyecek. -Sen kimsin, kiminsin? -Ben aydınlıkçıyım (nurcuyum), Hürmüz'e aitim. Zerdüşt ellerini kaldırdı: -Allah seni aydınlık kılsın! dedi. Alnımda, iki kaşımın ortasına kadar inen yemyeşil bir çizgi belirdi. Zerdüşt'ün etrafındaki ulu ihtiyarlar: -Allah mübarek etsin, Allah mübarek etsin! dediler. Huzurdan çıktım. Alnımdaki yeşil çizgiyi gören kalabalık büyük bir hürmetle safları açıp bana yol vermekteydi. Çadırın kapısında, yanıma refakatçi olarak verilen rehberin yardımıyla, meydanda hazır bekleyen atlara bindik. Doğuda görülen zümrüt tepelere doğru hareket ettik. Birkaç saatlik yolculuktan sonra bir kervansaraya ulaştık. Günün kalan kısmını orada geçirdik. Ertesi gün sabahleyin uyandırıldık. Rehberim beni bir odaya götürerek dedi ki: -Çok büyük bir savaşa girmek üzeresin. Kılıç, kalkan, gürz gibi savaş âletlerini kullanmakta maharetin var mı? Bir deneyelim. Bu oda türlü türlü silâhlarla doluydu. Rehberim bana bir zırh giydirdi. Elime bir gürz almamı işaret etti. Ben kendimde büyük bir kuvvet ve maharet hissediyordum. Gürz ve kılıç kullanmada rehberimin takdirini kazandım. Orada bulunan silâhların en iyilerinden birer takım aldıktan sonra kanatlı atlarımıza bindik. Akşama kadar uçtuktan sonra yüksek bir dağın eteklerine vardık. Dağ o kadar yüksekti ki tepesi görülmüyordu. Sanki tepesi gökleri yarmış, uçsuz bucaksız yükseklerde kaybolmuştu. Rehberime bu dağın adım sordum. -Fark dağı, dedi. O geceyi dağın eteklerinde geçirdik. Güneşin doğusuyla birlikte atlarımıza bindik. Bu kez, dağın tepesine doğru uçuyorduk. Atlarımız hayal bile edilemeyecek kadar hızlıydı. Sonunda dağın tepesine vardık. Buradaki manzara, hiç kimsenin görmediği, görmeyi de hayal edemeyeceği türden bir manzaraydı. Meydan dünya kadar genişti. Bu meydanın sol tarafında bulunanlar, karanlık gecelere aydınlık dedirtecek kadar karanlıktı. Sağda bulunanlar ise ışığı sönük bırakacak kadar parlaktı. Gözlerimiz, akıl sır ermez bir şekilde, bu ışığa dayanabildiği gibi, o cehennemi karanlığı da sanki aydınlıkmış gibi görebiliyordu. Mahşer meydanını andıran bu yerde sayısız insan toplanmıştı. Bunların bir kısmı sağda, yani aydınlık denizinde; diğer bir kısmı solda, yani karanlık deryasında bulunmaktaydı. Meydanın ortası boştu. Bu boşluğun iki ucunda, iki taht kurulmuştu. Aydınlık taraftaki tahtın üzerinde Hürmüz oturmakta, o güzel yüzünden çıkan parıltılar o müthiş aydınlığa rağmen farkedilmekteydi. Karanlık tarafta bulunanın üzerinde en korkunç mahlûktan daha korkunç, en çirkin cadıdan daha çirkin Ehrimen oturmaktaydı. Fakat bir de bu tahtların üstünde, gökte asılı gibi duran bir taht vardı ki onların azametini solda sıfır bırakıyordu. Biz meydana vardığımız vakit doğruca Hürmüz tarafına geçtik. Biraz sonra meydanda müthiş bir gürültü patlak verdi. Her ağızdan: -Bakın, bakın! Allah'ın emri yere indi, sözleri çıkıyordu. Gökyüzünde asılı duran tahtın üstünde, insanın hayal edebileceği bütün güzellikleri kendinde toplamış ayakta duruyor ve elinde bir küre tutuyordu. Bu kürenin doğusu aydınlık, batısı karanlıktı. Aydınlık ile karanlık arasında öyle bir denge vardı ki, ne aydınlık karanlığa, ne de karanlık aydınlığa karışıyordu. Sağ taraftaki kalabalık: -Ya Rabbî! Ya Rabbî! Karanlıkları kaldır, diye bağırdılar. Sol taraftakiler ise: -Ey karanlık! Gücünü göster, diye bağırıp çağırıyordu. Mucizevî bir şekilde, uzak ve yakın her kulağa gelebilen tatlı bir sesle nur yüzlü peri şöyle dedi: -Bu meydan, adalet ve imtihan meydanıdır. Bunun üzerine herkes derin bir sessizliğe gömüldü. Her iki taraf da kendinden geçercesine dua etmeye başladı. Her iki tarafa da büyük bir sessizlik hakim olmuştu. O sırada Hürmüz ayağa kalkıp şöyle bir konuşma yaptı: -Ey insanoğlu! Allah sizi kendi gibi nur olasınız diye yarattı. Sizi bütün yaratıklara üstün kıldı. Size her türlü nimeti ihsan etti. Fakat sizi, nur iken karanlıklarla karıştırdı, ruh iken cesetle birleştirdi. Bunu, sevmediği karanlıkları, sevdiği aydınlık ile ortadan kaldırasınız diye yaptı. Ey insanoğlu! Nur benim. Bana gelin, benim olun. Ben olun. Nurun gereği olan güzel huylarla ahlâklanın. Allah'ın emirlerini tutup, yasaklarından kaçının. Başkalarını nefsinize tercih edin. Kin, kıskançlık, nifak, hiddet, düşmanlık, hırs ve haset gibi karanlığa özgü sıfatlardan kurtulun. Her durumda Allah'a şükredin. Verdiklerine kanaat edin. Kısacası bu imtihan dünyasından nur olarak aynim ki, nurlar âlemi sonsuza dek karargâhınız olsun. Hürmüz oturdu. Ehrimen ayağa kalktı. Şöyle bir konuşma yaptı: -Ey insanoğlu! Uyanık olun. Yaratılışınızın gereklerini iyice düşünün. Şairane sözlere uyup da ömrünüzü heba etmeyin. Gülün, eğlenin, hayattan zevk alın. Yiyin, için. İyice bilin ki, bu dünyada insanın yalnızca iki amacı vardır. Gerisi yalandır. Bunların birincisi kibir, ikincisi şehvettir. Bu iki amaca insanı sevkeden benliktir. Bu iki amaca ulaşmaya çalışın. Nefsinizi herşeye tercih edin. Basit bir zevkiniz için binlerce insanı harcamaktan çekinmeyin. Yaratılışınızın icabı budur. Doğanın yasası da budur: Küçük kuşlar böcekleri, büyük kuşlar küçük kuşları yiyor. Büyük kuşları da açlık ve soğuk mahvediyor. Bir böcek tohumlan yiyor. Onu da başka bir hayvan yiyor. O hayvanı da bir diğeri yutuyor. Bir koyun otları yiyor, siz de koyunu yiyorsunuz. Bu âlem herşeyin birbirini yemesi ve yok etmesi için kurulmuştur. Herşey birbirinin düşmanıdır. Başkalannın keskin dişlerine yem olmaktan kurtulanlan da birgün "ölüm" denen korkunç yaratık yutuyor. İşte gerçek budur. Palavralara inanmayın. Benliğinizden başka varlık, zevkinizden başka amaç tanımayın. Bunun üzerine Hürmüz yavaşça ayağa kalktı: -Ey insanlar! Ehrimen denilen alçağı, kovulmuş şeytanı dinlemeyin. Söyledikleri yalandır. Gerçek kulluk, kibir denilen yalancı zevke oranla büyük ve gerçek bir zevktir. Nice manevî zevkler vardır ki, şehvet onların yanında tiksinilecek bir şey gibi kalır. Ehrimen'in dediği nefs, hayvanlara özgü bir içgüdüdür, insan nefsi, ahlâkî kurallara göre düzenlenmelidir. İnsan, doğa bahçesinde yetişmiş güzel bir çiçektir. Fakat akıl denilen büyüleyici bir koku ile diğer çiçeklerden ayrılır. Hayvanlar âleminde geçerli olan kanunların çoğu insana uyarlanmış ve saptırılmıştır. Bunlara kulak asmayın! dedi. Bu defa Ehrimen öfkeyle söze başladı: -Hürmüz yalan söylüyor. Sizi, birtakım uyduruk kanunların, hayalî kaidelerin esiri, acizlik ve itaatte en aşağı hayvanlardan daha aşağı yapmak istiyor. Zaten üçbeş günlük zevkiniz var, sizi bundan da alıkoymak istiyor. Dinlemeyin! Allah'ın dalkavuğu olan Hürmüz'ü dinlemeyin! dedi. Her ikisi de birbirini yalanlamaya devam etti. Sonunda birbirine saldıracak kadar ileri gittiler. O sırada, onların üstündeki tahtta oturan peri elindeki küreyi uzatarak: -Henüz sıra size gelmedi. Boşuna uğraşmayın. Çarpışma size tâbi olanlar arasında olacaktır, dedi. Bunun üzerine Hürmüz: -Beni seven meydana çıksın, dedi. Aynı sözü Ehrimen de söyledi. O sırada ben de, sağ taraftaki savaşçılara katıldım. Geceyi orada geçirdik. Çok güzel ikram ve hürmet gördük. Ertesi sabah erkenden dümbelekler ve davullar çalınmaya başladı. Ehrimen taraftarı bir er meydana çıktı, kendisiyle çarpışacak bir er istedi. Bizim taraftan biri karşısına çıktı. Bu şekilde, on gün boyunca iki taraftan yirmi kadar savaşçı ortaya çıkıp, birbiriyle savaştı. Bazen Ehrimen tarafı, bazen de bizim taraf galip geliyordu. Çarpışma hergün devam ediyordu. Böylece her iki taraftan da birçok insan öldü. Yedinci gün, bizim taraftan çıkan bir savaşçı akşama kadar kim karşısına çıktıysa yendi. Ehrimen tarafından yirmi kişiyi öldürdü. Bizimkilerin sevincine diyecek yoktu. Ehrimen'in çıkardığı savaşçıların birer birer yere serildiği görüldüğü zaman bizim tarafta zafer davulları çalmıyor, sesler göklere çıkıyordu: "Allah bereketini artırsın!" O gece bizim tarafın casusları ertesi gün, bugüne kadar hiç yenilmemiş bir savaşçının meydana çıkacağını haber verdi. Herkes telâş içindeydi. Rehberimle beraber casuslardan birinin çadırına gittik. Casusla uzun uzadıya sohbet ettik. Ertesi gün meydana çıkacak Ehrimen taraftan savaşçının adının "Nifak" olduğunu öğrendik. İşin garip tarafı Nifak denen bu şeytan kıyamete kadar yaşamaya mahkummuş. Onu öldürmek mümkün değilmiş. Herkeste görülen telâşın sebebi buymuş. Ben de son derece meraklandım. Sabaha kadar rüyamda garip çarpışmalar gördüm. Ertesi sabah kös ve dümbelekler çalınmaya başlayınca Nifak meydana çıktı. Heybetli bir görünüşü vardı. Baştan ayağa çelik zırhlara bürünmüş, iri bir ata binmişti. Meydanda atını oynatarak: -Kendine güvenen bir yiğit yok mu? Ben öyle bir savaşçıyım ki, keskin kılıcım, zırhlara bürünmüş nice kafaları koparmıştır. Ben öyle bir yiğidim ki, sivri okum nice göğüsleri delmiştir. Var mı benim karşıma çıkacak? Canından bezmiş, dünyasına küsmüş kim varsa çıksın ortaya!., diye meydan okudu. Nifak'ın eline düşenin naneyi yiyeceğini herkes biliyordu. Buna rağmen, Hürmüz'e sadık bir savaşçı ortaya çıktı. Bir saniye sonra yere serildi. Daha sonra otuz kişi sırayla ortaya çıktı. Otuzu da öldürüldü. Nifak üç gün meydanda kaldı. Bu üç günün herbirinde otuz-kırk kişiyi öldürerek büyük bir zafer kazandı. Dördüncü gece bizim tarafta büyük hazırlıklar görülüyordu. Herkesin yüzündeki hüzün gitmiş, yerine ümit ışığı gelmişti. Rehberime bunun sebebini sordum. Bana: -Yarın Hürmüz'ün en gözde kullarından ve en çok sevdiklerinden biri olan Muhabbet adlı yiğit çıkacak meydana. Bu lânetli Nifak'a ondan başkasının galip gelemeyeceği anlaşıldı. Bu gece Hürmüz'ün vezirlerinden biri olan Salah gelip bir konuşma yapacak, dedi. Gece yarısı Salah denilen yaşlı zat geldi. Hak ve hakikat için herkesi canını feda etmeye çağırdı. Sonunda dokunaklı bir dua okudu. Ertesi sabah Nifak adlı şeytan ortaya çıktı. Sinsi sinsi gülerek: -Bugün canından bezmiş kimse yok mu? Meydan niçin boş? Kendini yiğit zannedenler nerede? diye bağırdı. Hürmüz taraftarlarının tekbirleri arasında Muhabbet meydana çıktı. Nifak adlı şeytan Muhabbet adlı yiğidi görünce, gözleri öfkeden kan çanağına döndü. -Üç gündür seni bekliyorum. Nihayet gelebildin. Gebermeye hazır ol! dedi. Muhabbet etkileyici bir nâra attı. -Beni bilen bilir. Bilmeyen öğrensin ki ben Muhabbet yiğidim. Arslan gibi pençelerim yürekleri parça parça eder, iri pazularım kafaları kopanr. Ey Nifak! Sen de gayet iyi bilirsin ki ben ne zaman meydana çıksam seni tepelerim. Yeter artık ettiklerin. Gebermeye hazır ol! dedi. Nifak: -Doğru, daha önce beni yendin. Fakat bu sefer senin canını okuyacağım, dedi. Muhabbet ise: -Bunu aklından bile geçirme. Muhabbet her zaman Nifak'a galip gelecektir, diye karşılık verdi. Sonra her ikisi de birbirine hücum etti. Kılıçlar kalkanlara çarptıkça ateşler çıkıyordu. Akşama kadar dövüştüler ama birbirini yenemediler. Ertesi gün, büyük bir azim ve kararlılıkla yine birbirine hücum ettiler. Fakat yine üstünlük sağlayamadılar. Üçüncü gün, güneş tam tepedeyken Muhabbet bir arslan gibi ileri atılıp, bir vuruşta Nifak'ı yere serdi. Bunun üzerine Hürmüz taraftarlarının sevinç çığlıkları semaya ulaştı. Ehrimen taraftarlarının öfkesi âlemi titretti. O gün Muhabbet yiğit aşkama kadar otuz kişiyi daha tepeledi. Tam yedi gün, cenk meydanında karşısına çıkanların anasını ağlattı. Yedinci günün gecesi, casuslarımızdan, ertesi gün Ehrimen tarafından, çok meşhur bir savaşçının meydana çıkarılacağını öğrendik. Güneşin doğusuyla birlikte sol taraftan bir gürültüdür koptu. Bu kez meydana çıkan Ehrimenli, çok uzun boylu, çok heybetli, dev gibi birisiydi. San bir deveye binmişti. Elinde insan kafası büyüklüğünde bir gürz vardı. Meydanda bir tur attı. -Ey Hürmüz Taraftarları! Hanginiz karşıma çıkacak? Bana Gazap Pehlivan derler. Şimdiye kadar, karşıma çıkıp da canlı kalan çok azdır, dedi. O gün karşısına Muhabbet çıktı. Kahramanca savaştı. Fakat üçüncü gün, ikindi vaktinde Gazap Pehlivan bir gürz darbesiyle onu yere serdi. Henüz ölmemişken, dişleriyle vücudunu paramparça etti. Kalbini çıkarıp Ehrimen'in önüne attı. -En büyük düşmanlarımızdan biri olan Muhabbet'in kalbi işte ayaklarınızın altında, onu bir güzel çiğneyin! dedi. Bu dehşet verici manzara, bu feci ölüm karşısında içimiz kan ağlıyordu. Ehrimen taraftarları ise sevinçten uçuyordu. Temaşa Bayramı denilen bu garip bayram başlayalı tam otuz sekiz gün olmuştu. Gazap'ı, bizim taraftan henüz mağlup eden olmamış, Hürmüz ile Ehrimen'in tahtının üstündeki tahtta bulunan meçhul kişinin elindeki kürenin sağ tarafını karanlık kaplamaya başlamıştı. Ehrimen tarafı galip gelmek üzereydi. Hürmüz'ün veziri Salah yanımıza geldi. Gazap'ı ancak Hikmet Pehlivan'ın öldürebileceğini söyledi. Hürmüz'ün, ertesi gün, onun meydana çıkmasını emrettiğini dile getirdi. Bayramın bitmesine iki gün kalmıştı. Hikmet Pehlivan'ın galip gelmesi için dua etmemiz istendi. Çadırımıza döndüğümüzde rehberim gayet ciddî bir tavırla: -Hikmet Pehlivan'ın kim olduğunu biliyor musun? dedi. -Hayır. -O sensin. Bu gece, uyku zamanı değildir. Yarın Gazap ile çarpışacaksın. Geceyi ibadetle ve kılıç tahiniyle geçireceğiz. Hayretimden donakaldım. Bana bu kadar önemli bir görev verileceğini aklımın ucundan bile geçirmemiştim. İsmimin Hikmet Pehlivan olduğunu da bilmiyordum. Ancak, böyle mukaddes bir dava uğrunda, Gazap gibi büyük bir düşmanla çarpışacağım için, kendimde büyük bir azim ve güç hissetmeye başladım. Kendimin, dolayısıyla da bu mukaddes davanın yenik düşmemesi için sabaha kadar Allah'a dua ettim. Bu arada rehberim bana vuruş teknikleri öğretti. Sabah namazı vaktinde zırhımı giydim. Rehberim belime bir kemer taktı. Alnımdan öptü ve gözyaşları içinde benim için dua etti: Güneşin doğusuyla birlikte atıma bindim. Gazap ortaya çıktı. Ben de karşısına dikildim. İsmimi sordu: -Hikmet Pehlivan, dedim. Bana: -Behey zavallı! Senin gibi mazlum ve kendi hâlinde bir salak, benim gibi kükremiş bir arslanla çarpışabilir mi? Haydi, defol git! Sen zararsız bir bunaksın. Senin kanını dökmek bana yakışmaz, dedi. " Ben de cevaben: -Beni alt edeceğini hiç sanmıyorum. Acaba zirzopluğuna mı güveniyorsun? Bilmez misin ki, ben seni yenemeyecek durumda olsaydım karşına çıkarılır mıydım? Haydi, kes tantanayı. Gebermeye hazır ol! dedim. Gazap bu konuşmama çok kızdı: -Vay! Kafayı bulmuşsun sen galiba. Saçmalıyorsun. Haydi öyleyse! dedi ve üzerime hücum etti. Bu heybetli devin öldürücü darbelerinden kurtulmak için çok çevik olmak zorundaydım. O kadar azimliydim ki, sanki kuş gibi uçuyordum. Akşama kadar uğraştık. Bana bir darbe bile isabet ettiremedi. Ancak ben de ona birşey yapamadım. Akşamleyin biraz dinlendikten sonra geceyi dua ederek geçirdim. Sabaha karşı rehberim bana bazı talimatlar verdi. Güneşin doğusuyla birlikte meydana çıktım. Gazap öfkeden köpürüyordu. Etrafımda fırıldak gibi dönerek: -Dün elimden kurtuldun. Fakat bugün kurtulamayacaksın, dedi. Saldırma pozisyonu aldı. O sırada ben, rehberimin öğrettiği taktik icabı: -Aman Allahım! Kafandaki de ne? dedim. Bunun üzerine elini başına götürdü. Ben o an, zırhsız olan koltuğunun altından kalbine doğru kılıcımı sapladım. Gazap korkunç bir çığlık atarak yere düştü. Ağzından kan gelmeye başladı. Ehrimen taraftarlarının öfkeli çığlıkları göklere çıkıyordu. -Hikmet, Gazap'ı hileyle öldürdü, diyorlardı. Meçhul perinin elindeki küre baştan başa nur olmaya başladı. Bizimkilerin sevinç çığlıkları dünyayı kapladı. O gün öyleye kadar birçok Ehrimenliyi tepeledim. Fakat öğle üzeri karşıma peçeli bir pehlivan çıktı. Beyaz bir file binmiş olan bu pehlivanın ortaya çıkmasıyla Ehrimen'in yüzünde hınzırca bir gülümseme belirdi. Hürmüz buna son derece üzüldü. Meçhul periye seslenerek: -Efendim! Amacın nuru yok etmek mi? Merhamet!.. Merhamet!.. Merhamet! dedi. Meçhul Peri: -Bu, Ehrimen'in hakkıdır. Ne yapalım. İstediğini çıkarır, cevabını verdi. Ehrimen gülüyordu. Hürmüz üzüntüyle boynunu büktü. -Emir senindir, dedi. Yenileceğime işaret eden bu konuşmayı herkes gibi ben de duyuyordum. File binmiş olan pehlivan mağrur bir şekilde meydanı dolaştı. Gök gürültüsünü andıran bir nâra attı. -Ey benim gücümü inkâr eden gafiller! İyi bilin ki ben pehlivanlar pehlivanı, yiğitler yiğidi Nefs-i Emmare'yim. Şimdiye ka-dar yenemediğim hiç kimse olmadı. Beşbin değişik şekle girerim ben. Bin türlü silâhım vardır. (Bana dönerek) Ey miskin Hikmet! Gel kendi rızanla teslim ol! Seni hizmetçi olarak kullanayım. Sen aptal ve aciz bir mahlûksun. Benim gözümde bir sinek kadar değerin yok. Fakat nedense seni severim. Çünkü senin bana hizmetin dokundu. Haydi, teslim ol da kurtul! dedi. Cesaretimi toplayarak, bu teklifi kabul etmedim. Bunun üzerine: -Ey Hikmet! Bendeki şu silâhlara bak. Rehberinin sana öğrettiği alçakgönüllülük, ilim, kanaat, ihtiyat, ağırbaşlılık, sabır ve hile numaralarını başkaları gibi yutmam ben. Onların herbirine karşı kin, hiddet, düşmanlık, nefret, şehvet gibi bir sürü numara var bende. Gel, kendine yazık etme! dedi. Yine yanaşmadım. -A zavallı! Ne düşünüp duruyorsun. Senin vuruşların beni etkilemez. Seni bir saniyede mahvederim. Bu benim için bir çocuk oyuncağı, dedi. Yine reddettim. Bunun üzerine çarpışma başladı. Ben bildiğim numaraların hepsini yaptım. Hiçbir etkisi olmadı. Nefs-i Emmare beni adam yerine koymuyor, hâlime gülüyordu. Nihayet "Güçlü Azim" adındaki bildiğim en son öldürücü vuruşu yapmaya karar verdim. Emmare'nin sol tarafına geçtim. Vurmaya uygun bir pozisyon aramaya başladım. Emmare davayı çaktı. -Ya! Demek beni öldürmek istiyorsun. Dur öyleyse! dedi. Tam kılıcı böğrüne sokacağım sırada yüzündeki perdeyi kaldırdı. Hayal bile edilemeyecek bir güzellik gözlerimi kamaştırdı. Kılıç elimden düştü. Emmare beni kemerimden tutup, filin üzerine aldı. Ve, Ehrimen'in huzuruna götürdü. -Ey Ehrimen! Hikmet'i öldürmedim. Esir aldım. Mutfakta soğan soyar. Tam ona göre bir iş bu, dedi. Bu espriye Ehrimen kahkahalarla güldü. Hürmüz'ün gözlerinden yaşlar boşalıyordu. Küredeki nur yavaş yavaş yok olmakta, her tarafı karanlık kaplamaktaydı. Ehrimen taraftarları galip gelmişti. Sol taraftaki kalabalık: -Karanlıklar! Karanlıklar! Aslolan karanlıklardır. Onları yendik, diye bağırıyordu. Bizim taraf ise: -Sana hamdolsun! Sana hamdolsun! Ey nurların nuru! Nurunu kaldırma! diye yalvanyordu. Hürmüz, Nur Perisi'nin önünde secde etti. -Ey yaptığından mesul olmayan eşsiz Tanrı! Medet senden! Medet! Senin başın için, senin hakkın için... dedi. Hürmüz başını secdeden kaldırmıyordu. Ehrimen ise başını göğe doğru kaldırmıştı. Karanlık, küreyi öyle kaplamıştı ki yalnızca nokta kadar bir aydınlık kalmıştı bir köşesinde. O sırada uzaklardan bir ses duyulmaya başladı. Bu ses erkeksi olduğu kadar hoş, hoş olduğu kadar erkeksiydi. Şarkı söylüyordu. Sonunda karanlıklar arasından, yüzündeki nurla etrafı aydınlatan bir süvari göründü. Dört ayaklı, alnı boynuzlu, kanatlı, koyu yeşil bir ejderhaya binmiş olan bu süvari, bir güzellik abidesiydi sanki. Kestane rengine yakın, daha doğrusu bazen siyah, bazen kırmızımsı görünen kıvırcık saçları omuzlarına dökülüyordu. Başında kıymetli taşlarla süslü bir taç, üzerinde yeşil renkli ipek bir elbise vardı. Şarkı söylüyordu. Biz de ürkek ürkek o ilâhî sesi dinliyorduk: Ben oyum ki satvetimden kâinat lerzandır, Ben oyum ki zür—i bâzum hakim—i hercandır. Ben oyum ki her kim olsa serfuru eyler bana, Hâki payim secdegâh-ı zümre-i insandır. Ben oyum ki sîret-i merdîde yoktur benzerim, Hadimin—i barigâhım zümre—i merdandır. Ben oyum ki mizan-ı adlimde müsavi cümle halk, Şehinşahlarla gedalar bence hep yeksandır. Hasılı şimşir—i izz—ü kudretiyim lyzid'in, Aşkım ben, satvetimden kâinat lerzandır (Ben o kimseyim ki, gücümden kâinat titrer. Ben o kimseyim ki, bileğimin gücü her canlıya hükmeder. Ben o kimseyim ki, kim olursa olsun bana baş eğer. Ayağımı bastığım toprak insanların secde yeridir. Ben o kimseyim ki, yiğit yaratılışlı insanlar arasında bile benzerim yoktur. Yiğit kimseler kapı-mın hizmetçileridir. Ben o kimseyim ki, adalet terazimde herkes eşittir. Ben-ce, cihana hükmeden padişahlar ve fakirler aynı derecededir. Kısacası ben, lzid'in kuvvet ve kudret kılıcıyım. Ben aşkım, gücümden kâinat titrer.) Bu güzel ses, bu tatlı nağmeler her iki tarafı da mest etmişti. İşin garip tarafı, Ehrimen taraftarları da bizimkiler kadar zevk almıştı bundan. "Aşk" adındaki bu pehlivan bize yaklaştıkça nur perisinin elindeki küre aydınlık kazanmakta, nur, karanlığı kovmaktaydı. Pehlivan meydanın ortasına geldiği zaman küre tamamen aydınlanmış ve âlemden karanlık kalkmıştı. Nefs-i Emmare ve onun esiri olan ben meydanda bulunuyorduk. Aşk, ejderhasını bize doğru çevirdi. Gayet tatlı ve laubali bir tavırla: -Ey Emmare! Bana da karşı duracak mısın? dedi. Emmare, ona karşı büyük bir hürmet göstererek filden yere indi. Aşk'ın önünde diz çöktü. -Sen herkesin olduğu gibi benim de efendim ve velinimetimsin. Aczimi ilân ederek, işte secde ediyorum sana, dedi. Aşk, beni serbest bıraktı. Gülerek: -Haydi! Koca aptal Hikmet, git, rahatına bak! dedi. Meydanda yalnız Aşk kaldı. Ejderhasından indi. Elleri göğsünde olduğu hâlde, oldukça yavaş ve ölçülü adımlarla nur perisine doğru yürümeye başladı. Onunla arasında üç adım kadar mesafe kaldığı zaman: -Ey, Nur Perisi! Yalnız senin kulunum, dedi ve secdeye kapandı. Sonra: -Ey Hürmüz! Ey Nur! Selâm olsun sana! Zira, karanlıkların değeri seninle bilindi, dedi. Daha sonra Ehrimerı'e: -Ey Ehrimen! Ey karanlık! Selâm olsun sana. Zira, nurun değeri seninle bilindi, dedi. Sonra meydanın ortasına doğru yürüdü. Ellerini semaya kaldırdı. O sırada kürenin yarısı aydınlık, yarısı karanlık oldu. Âlem eski hâline döndü. Bu arada her iki taraf da, bağlı bulunduğu efendinin elini öpmekteydi. Hürmüz ve Ehrimen tahtlarından inmişler, yan yana gelmişler, sanki kardeş gibi el sıkışmışlardı. Nur Perisi bu durumu gülerek seyrediyordu. Hürmüz'ün elini öptüm. Yüzüne baktım. Bir de ne göreyim!.. Hayretimden, bir çığlık koparıverdim. Gözlerimi açtığımda Aynalı Baba'nın gülümseyen çehresini gördüm.
#hayalin derinliklerinde#ehrimen#hürmüz#hikaye#nur#Filibeli Ahmed Hilmi#A'MÂK-I HAYAL#amak-ı hayal#a'mak-ı hayal#hikmet#aydınlık#karanlık#cennet#cehennnem#azamet#cahilllik#aşk#salah#gazap#öfke#muhabbet#nifak
10 notes
·
View notes
Photo
“Oysa insanın çelişkili şeylere aynı anda inanabilme kapasitesi muazzamdır.”
“Kaleydoskop: Çiçek dürbünü olarak da bilinen, bakıldığında renkli desenler görülen bir aygıt. Bu desenler, ışığın yansımasıyla elde edilir ve dürbün hareket ettirildikçe sürekli değişir.”
#Hayvanlardan Tanrılara: Sapiens#İnsan Türünün Kısa Bir Tarihi#yuval noah harari#din#düalizm#tektanrıcılık#tanrı#Kötülük Problemi#Düzen Problemi#zerdüştlük#ahura mazda#ehrimen#gnostisizm#maniheizm#hristiyan#müslüman#yahudi#şeytan#eski ahit#kaleydoskop#bağdaştırmacılık#kitaplardan alıntılar
25 notes
·
View notes
Text
iran; zerdüştlük'de yaratılış: ‘öncesiz zaman’ da nur’da duran hürmüz, o’nun altında zulumat’ta duran ehrimen vardır.
ehrimen, kendisini hürmüz’den ayıran boşluk’a geçerek o’na saldırır. ehrimen’le mücadelesinin, sonlu ölçüler’le gerçekleştirilmediği sürece sonsuz’a değin süreceğini gören hürmüz, o’ nunla mücadelesi’nin süresini sınırlayan bir anlaşma yapar. en kutsal duayı okur. büyük korkuya kapılan ehrimen cehennem çukuru’na yuvarlanır. ehrimen uzuun süre cehennem’de kalır. bu dönemde hürmüz evren’i yaratmaya girişir. önce iyiliksever ölümsüzleri içeren ruhlar evreni’ni, ardından onun maddi karşılıkları olan gökyüzü, su, yeryüzü, bitkiler, ilk öküz ve ilk insan gayomart’ı yaratır. sonra da insan varoluş öncesi ruh'larına iki seçenek sunar. sonsuza değin doğum öncesi antepartum
durumlarında kalmak ya da bir beden’e bürünüp dünya’ya gelerek ehrimen’le mücadelesinde hürmüz’e yardım etmek. hürmüz’le birlikte mücadele’yi seçerler. bu arada ehrimen de 6 kötü cin ve hürmüz’ünkine karşıt yapıda bir maddi evren yaratır.
ehrimen, ilk kadın ’in kışkırtmasıyla gökyüzü’ne saldırıp, hürmüz’ün yarattığı dünya’ya kötülüğü yayar. o’nun öldürdüğü gayomart’ın ceseti’nden insan soyu ile metaller, ilk öküz’ün ceseti’nden de hayvanlar’la bitkiler türer. ehrimen maddi dünya’ya egemen olursa da ondan kaçmayı başaramaz. o’nu bu tuzağa düşüren hürmüz’dür ve ehrimen, kendi yıkımını kendi elleriyle hazırlamıştır.
gayomart’ın yalnızca varlığı bile yaratılış’ı engellemek isteyen ehrimen’i hareketsiz hale getirir. bunun üzerine ahura mazda (bilge rabb), gayomart’a beyaz, güneş gibi parıldayan insan biçiminde bir vucut verir. bütün yaratıklar arasında yalnızca gayomart’ın ve ilk öküz’in içine, kökeni ateş’ten gelen bir tohum koyar.Ahura Mazda gayomart’a, ehrimen’in saldırılarına karşı zaman kazandırmak için uyku nimetini sunar. ama 30 yıl süren şiddetli saldırılar’dan sonra ehrimen hileleriyle gayomart’ı yok eder. gayomart’ın bedeninden yeryüzündeki metaller ve mineraller oluşur. gayomart’ın tohumu altın’dır, bundan da insansoyu türer.
2 notes
·
View notes
Text
Ehrimen Geceye Işık Saçan Zakkum Ama Ben Gün Doğumluyum
Burada cinayetler hep gece vakti işlenir.
Hep gece vakti sıyrılır canım canından bir bıçakla,
Bazense zihin çıldırtan bir kaç el silah sesiyle.
Kan hep gece vakti resmeder ölümü buz kesmiş kaldırım taşlarına.
Ağaca asılı bir leş boyar yapraklarını kızıla,
bembeyaz bir zakkumun.
Çığlıklar dinler delirmiş zihnimde,
Ve daha hızlı zehirler beden içindeki bedeni.
Bir gizlilik olarak büyütürüm içimdeki seni,
Bu zakkum dertse göğsüme.
Yüzeyine günahlardan ve sarmaşıklardan damarlar eklenmiş kalbim,
Hüznün ve kederin mahfil.
6 notes
·
View notes
Text
Olağanüstü Bir Kuş Olan Zümrüd-ü Anka Kuşu...
Batı dillerinde; Phoneix, Yunan mitolojisinde Pheniks gibi isimlerle anılan; Simurg, Sênmurw, Sîna-Mrû, Anka Kuşu gibi pek çok isimle bilinen Zümrüd-ü Anka kuşu hakkında bilginiz var mı?
Yunanlılarda Phoneix, Hintlilerde Garuda, Araplarda Anka, İranlılarda Simurg adıyla anılan Zümrüd-ü Anka’nın ismi değişse de ortak olan bir özelliği vardır; olağanüstü oluşudur…
Farklı isimlerle anılan Anka kuşunun otuz kuşun rengi, büyüklüğü ve özelliğine sahip olduğu söylenir..
Türklerin bu kuşa Zümrüd-ü Anka demesinin nedeni ise renginin yeşil olduğuna dair inanıştan gelir. Bu kuş Türk mitolojisinde aynı zamanda ‘Tuğrul kuşu’ olarak da bilinmektedir.
Küllerinden doğan kuş…
Dünyada yalnızca bir tane olduğuna inanılan Zümrüd-ü Anka kendini küllerinden var eden bir kuş olmakla birlikte efsaneye göre kuşların hükümdarıdır.
Fars sanatında kuş şeklinde, kanatlı dev bir yaratık olarak resmedilen Zümrüd-ü Anka efsaneye göre Bilgi Ağacı’nın dallarında yaşar ve her şeyi bilirmiş…
Pek çok efsaneye göre Kaf dağının tepesinde yaşamakta olan Zümrüd-ü Anka’nın tüylerinin iyileştiri gücü olduğundan da bahsedilir.
Bazı efsanelere göre; kuşlar Zümrüd-ü Anka’nın tüyünü bulup varlığına emin olmak ve ondan yardım istemek için Kaf dağına uçmaya karar verir. Ancak Kaf dağına varmak için ise yedi dipsiz vadiyi aşmak gerekmektedir.
Yedi dipsiz vadiyi aşmak Zümrüd-ü Anka’ya öze ulaşmak demektir…
Bunlar Birincisi; İSTEK, ikincisi; AŞK, üçüncüsü; MARİFET, dördüncüsü; İSTİSNA, beşincisi; TEVHİD, altıncısı; ŞAŞKINLIK ve yedincisi ; YOKOLUŞ vadileridir.
Her birinin birbirinden zorlu olduğunu bu vadiler üzerinden uçmaya başlayan dünyadaki tüm kuşlar yolda zaaflarına göre birer birer dökülmüştür. Tüm zorlu vadilerin sounda geriye yalnıca 30 kuş kalabilmiş. Bu 30 kuş Zümrüd-ü Anka’nın yuvasını bulunca anlamışlar ki Simurg (Farsça) 30 kuş demektir; yani aradıkları kendileridir. Bu 30 kuş asılnda kendilerine bir yolculuk yapmıştır.
Zümrüd-ü Anka edebiyatta da kendine yer bulmuştur.
Bu olağanüstü kuş edebiyatta da kendine yer bulmayı başarmıştı. Zümrüd-ü Anka Fars edebiyatına ve onun etkisiyle Klasik Türk edebiyatına Şehname’deki hikâyeleriyle girmiştir.
Şehname’den bir Zümrüd-ü Anka hikayesi...
Şehname’de Simurg, Zal ve Rüstem destanlarında şöyle geçer: İran’ın meşhur pehlivanı Sam’ın bir oğlu oldu. Ancak bu çocuğun saçları ve vücudunun tüyleri bembeyazdı. Sam, bu Ehrimen yavrusu çocuğun ortadan kaldırılmasını emretti. İnsanlardan uzak, güneşe yakın Elburz dağına götürüp çocuğu bıraktılar. Sîmurg gördü ve yuvasına götürdü; onu besleyip korudu. Çocuk büyüyüp delikanlı olduktan sonra, onun yaşadığı etrafta duyuldu; Sam da rüyasında gördü. Sam oğlunu aramak için o dağa gitti. Simurg, Sam’ın çocuğunu almak için geldiğini görünce, durumu çocuğa anlattı ve onu babasıyla gitmeğe ikna etti. Ona kanadından bir tüy verdi; sıkıntıda kaldığı zaman, o tüyden bir parça koparıp ateşe atarak kendisini yardıma çağırabileceğini söyledi. Simurg çocuğu babasına teslim etti. Simurg çocuğa Destan-ı Zend adını vermişti; Sam da oğluna Zâl-ı Zer adını verdi.
Şehname’de benzer hikayelerle yer alan Zümrüd-ü Anka ilahî güçlerle donanmış bir yaratık olmanın dışında bütün evrenin sırlarından haberdar olan, zorlukları aşabilen, geleceği gören yeteneklere sahip bir yaratık olarak da kabul edilir.
6 notes
·
View notes
Text
TÜRK MİTOLOJİSİ NEDİR
Türk mitolojisi, Orta Asya bozkır yaşamında şekillenen söylenceler düzenidir. Coğrafya, toplum, politika gibi unsurlardan etkilenmiş, bu dönem insanını yansıtan bir düzenek haline gelmiştir. Diğer tüm kültürler gibi, Türklerde de toplumun belleğini yansıtan, inançlarda toplum özelliklerini yaşatan ögelerdir. Kamuoyunca pek bilinmeyen bir konudur. Sadece Gök Tanrı’ya bir aşinalık olabilir. O da mitolojik eksende değildir. Ayrıca halk kültüründe halen yaşayan: Umay, Al bastı, Karabasan gibi unsurları tanıdık gelebilir. Nazar, kurşun dökmek, çaput bağlamak gibi geleneklerin Orta Asya göçer kültürüne ve bu dönemdeki kültlere dayandığını da belirtmekte fayda var. Her ne kadar bilgilenmesek de, bu inançlar yaşamını sürdürmektedir.
Herkesin malumudur ki, Türklerde ana öge “Gök Tanrı”dır. Toplayıcı bir unsur olan gök tanrının yanında birçok ruh ve kült bulunmaktadır. Mesela en eski mit, “ağaçtan yaratılma”dır. Eski Türkler kayın ağacından geldiklerine inanıyor, kayın ağacının kutsallığını mütemadiyen işliyorlardı. Kamların (şamanların) davulları üzerine ay ve yıldız resimlerinin yanı sıra kayın ağacı resmi vardı. Ağaçların gökten indiğine inanılmaktaydı. Başta Oğuzlar ve Uygurlar olmak üzere, sözlü ürünlerde büyük insanların(kağan, ata) ağaçtan doğduğu anlatılır. Ötüken Ormanı bu yüzden çok kutsaldır.[1] “Kadın” sözcüğünün de kayın ağacından geldiği savunulmaktadır. Buna göre, kayın ağacı da insanın anasıdır, kadın da; ayrıca kadın süt verdiği gibi kayın ağacının da süte benzer bir sıvı salgıladığı söylenmektedir.[2] Bunlar için kaynakçadaki belgelere bakmanızı öneriyorum. Bak: dmy.info/mitoloji-felsefe-iktidar-iliskisi/
TÜRK MİTOLOJİSİNDEN ÖRNEKLER
Türk kozmolojisinin dört büyük yıldızı: gök ejder, kızıl saksağan, ak pars, kara yılandır. Mevsimleri bu yıldızlar belirler. Gök Tanrı ana unsur olarak diğerlerine çerçeve halindedir. Gök Tanrı’nın mekanı “Kutup Yıldızı”dır. Diğer yıldızlar onun etrafında döner. Yıldızlar bir çark gibi dönmektedir.[3] Türk mitolojisinde kült, yani olağanüstü- tapınılan güçler bulunmaktadır. Bu güçlerin temelinde, doğadaki her şeyin canlı olduğu düşüncesi(animizm) hakimdir.[4] Aşağıda kısaca anmaya çalıştığım kültler ve bu kısa yazı, farkındalık oluşturmak içindir. İçinde yaşadığımız toplumun benliğini tanımak ve inancın yaşamdaki tesirlerini görmek için mitoloji okuması yapabiliriz. Levi Strauss- Mit ve Anlam; Emel Esin- Türk Kozmolojisine Giriş; Yaşar Çoruhlu- Türk Mitolojisinin Ana Hatları adlı kitaplarla ileri okuma yapabilirsiniz.
TÜRK KAYNAKLI KÜLTLER
Gök Tanrı: Hayatın yöneticisidir. Gökte oturur. Yeryüzünü cezalandırabilir. Yılda iki kez adına tören düzenlenir ve beyaz bir at kurban edilir.
Güneş, Ay: Güneş ata, ay ise güneşin yeryüzündeki temsilcisidir.
Ülgen: En büyük yaratıcı tanrıdır. Yıldızların üstünde yaşar ve iyilik yapmayı sever. Ezeli ve ebedidir. Ülgen için boz kısrak kurban edilir.
Yayık: Ülgen ile insanlar arasındaki aracıdır. İnsanları korur.
Suyla: At gözlü olan suyla, insanların koruyucusudur.
Utkuçı: Ülgen’in en yakın elçisidir.
Ürün Ar Toyun: Göğün dokuzuncu katında, doğuda yaşamaktadır. İnsanlara iyi düşünceler verir.
Yo Kan: Ruhların en güçlüsüdür.
Talaykan: Denizlerin, suların hakimi; ölülerin koruyucusudur.
Ana Maygıl( Ak Ene): Dişi tanrıçadır. Ülgen’e yaratma ihtimali verir.
Umay: İnsanların doğup büyümesiyle ilgilenen tanrıçadır. Çocuk ve hamile kadınların koruyucusudur.
Al karısı(Al bastı): Kötü ruhtur. Hamilelere, bebeklilere musallat olur, bebekleri öldürür.
Taş Ruhu: “Yada” taşı gibi: dilek, yemin, şifa, yağmur amacıyla kutsanan taşlardır.
Dağ Ruhu: Gök Tanrı’ya yakındır, dağ da kutsaldır.
Ateş Ruhu: Ateş temizleyicidir. Kötü ruhları kovar.
Su ruhu: Su her şeyin başı, anasıdır.
Ev ruhları: Evi koruyan, kollayan ruhlardır.
Ata ruhları: Ataların ruhu yaşayanlara yardımcı olur. Onlar için kurban kesilir.
Erlik: Yer altı ruhlarının reisidir. Kayrakan olarak da bilinir. Ölüm getiren anlamındadır. Kömrös adlı ruhu kötülük yapması için yeryüzüne gönderebilir.
Karabasan: Uyuyanların göğsüne bastırarak, hareket etmelerini engeller ve boğmak ister.
Kırk Basması: Lohusa kadınla çocuğunun doğum itibariyle 40 gün içinde hastalanmasına verilen isimdir.
Kapoz: İnsanları tanıdıklarının sesiyle çağırıp, yüksek yerlerden düşürerek öldüren kötü ruhtur.
Mayısa: Alevden saçları olan cadıdır.
Koruyucu İye: Evin temelinde yaşayan koruyucu yılandır.
Hunkur Mukur: Ölü ya da yaşayan insanları yiyen kötü ruhtur.
Sarı kız: Yaşadığı eve mutluluk veren, iyi bir ruhtur.
Çarşamba karısı: Her şekle girebilen, korku veren bir yaratıktır.
Karakura: Sessiz yerlerde insanları boğmaya çalışan kötü ruhtur.
İRAN KAYNAKLI KÜLTLER
Ahura Mazda: Zerdüştçülüğün en büyük iyilik tanrısıdır. Farslarca Hurmuzd olarak bilinir. Her şeyi bilir. Kötülükle savaşır.
Asuman: Ahura Mazda’nın yaşadığı yerdir. Aynı zamanda gökyüzünü koruyan tanrının adıdır.
Ateş: Ateşi Huşeng bulmuştur. Tanrıların gücünün simgesidir. Yeryüzüne ateş bir kahraman tarafından getirilmiştir.
Cam-ı Cem: Süleyman Peygamber, Büyük İskender, Keyhüsrev ve Cemşid’in sahip olduğu, içinde dünyadaki her şeyin göründüğü bir kadehtir. Ayine-i Süleyman, Ayine-i İskender, Ayine-i Cem olarak da bilinir.
Ehrimen: Zerdüşt doğunca yeryüzünden kaçan şeytani kötü varlıktır.
Heft(Yedi): Yedi rakamına tanrısal nitelikler yüklenmiş, iyi anlamda kullanılmıştır.
Nevruz: İran takviminde yılbaşıdır. En eski bayramlardan biridir.
Pir-i mugan: Şarap satıcısı, mürşid-i kamildir.
Simurg: Anka kuşu, Zümrüdüanka olarak da anılır. Yuva kurduğu ağaç hastalıklara deva olur.
Yelda: Yılın en uzun gecesidir. Milat anlamına da gelir.
Cemşid(büyük hükümdar), Bijen(kuyuya atılmıştır), Dahhak(Cemşid’i öldürerek tahta geçer), Dara([Darius]büyüklük sembolüdür), Feridun(Dahhak’ı öldürüp adalet dağıtmıştır), Efrasiyab(Alp Er Tunga- kahraman savaşçıdır), Hızır(Ab-ı Hayat içip ölümsüz olmuştur), Hüsrev(büyük bir saray yaptırmıştır), Nemrut(zalim hükümdar), Nuşirevan(adaletli hükümdar), Rüstem(Kahraman savaşçı) gibi mitolojik kişilikler de Türk kültüründe genişçe yer edinmektedir.
Bunu seninle paylaşmak isterim. İşte bu uygulamayı PlayStoredan indirebilirsinizhttps://play.google.com/store/apps/details?id=com.enverk.UluTurkTarihi#türk #islam #turan #vatan #devlet #bayrak #millet #tarih #türktarihi #islamtarihi #muslim #asker #polis #jandarma #milliyetçihareketpartisi
#mhp #bbp
#ülküocakları #alperenocakları #türkiye #ülkücü #asena #bozkurt #ankara #tbmm #malatya #reis #alperen #durak #birumutturyaşamak
3 notes
·
View notes
Text
Amak-ı Hayal Hikaye Özeti - Filibeli Ahmed Hilmi
New Post has been published on https://eserozetleri.com/amak-i-hayal-hikaye-ozeti-filibeli-ahmed-hilmi/
Amak-ı Hayal Hikaye Özeti - Filibeli Ahmed Hilmi
Amak-ı Hayal Hikaye Özeti – Filibeli Ahmed Hilmi
Amak-ı Hayal kitabı felsefi ve tasavvufi konularını ele alan Filibeli Ahmed Hilmi’nin bir eseridir. Edebiyatımızın en önemli yapıtlarından biri olan Amak-ı Hayal özeti ve konusunu bu yazıda bulabilirsiniz.
Türü:
Hikâye
Önemi:
Tanzimat dönemi kitapları arasında yer almaktadır.
Amak-ı Hayal Özeti
Bu eserde iki kahraman bulunmaktadır. Bunlardan birisi Raci, diğeri ise Raci’ye hakikat yolu bulmasında yardım eden Aynalı Dede ismindeki meczuptur. Raci’nin arkadaşı olan Sami ile Doğu düşünce tarihi ve masal dünyalarına ait olan Buddha, simurg, Zerdüşt, Anka gibi çeşitli şahıs ve varlıklarda yer alır.
Raci, dinine bağlı olan annesi tarafından iyi bir şekilde yetiştirilmiş, imanı kuvvetli olan bir gençtir. İyi bir eğitim görerek, maddi ve manevi ilimleri öğrenmiştir. Mektebini bitirince ise bilgisini daha fazla artırabilmek için çeşitli kitaplar incelemeye başlamıştır. Bir süre sonra elde ettiği bilgilere rağman kendisini sürekli olarak şüphe ve huzursuzluk içerisinde bulur. İnkâr ile ikrarı, küfür ile imanı, tasdik ve şüpheyi aynı anda yaşadığı inancında bulunur. Bu ikililikten ve şüphelerinden kurtulmak için maddi ve manevi ilimlerde ileri düzeyde kendini geliştirmiş alimler ile görüşmeye başlar. Bu alimler ile her gün görüşür. Yapılan her görüşme neticesinde çıkan bilgiler, eserde bölümler halinde sunulur. Her bölümde Raci’nin kafasında oluşan bir şüphe yok olur.
Birinci bölüm Zirve-i Hiçi’dir. Raci birinci gününde Nirvana’ya ulaşabilmek için kendisini Buddha’nın sarayında bulur. Arzularını yok edemedeği için zirveye ulaşamadan döner.
İkinci bölüm Ya Nur’dur. İkinci gününde Zerdüşt’ün sarayında Ehrimen ile Hürmüz’ün mücadelesini izleyerek yeryüzünden kötülüğün kalkamayacağını artık anlar.
Üçüncü bölüm Devr-i Daim’dir. Üçüncü gün Devr-i Daim isimle şehre giderek her şeyin başladığı yere dönebileceğini öğrenir.
Dördüncü bölüm Meydan-ı İmtihan’ır. Arifler arasında düzenlenen bir imtihan sayesinde insanların gerçekleri görmelerinin ne kadar zor bir şey olduğunu anlar.
Beşinci bölüm Saha-i Azamet’tir. Anka kuşu ile binlerce alem arasında bir yıllık seyahatinden sonra, bu sonsuz alemlerin Allah’ın yüceliği karşısında bir hiç olduğunu anlar.
Altıncı bölüm Kaf u Anka’dır. Kâinatta olan bitenleri anlayabilmek için “Bu kervan nereye gider?” sorusunun cevabını, “bütün mevcudatın aşkın nuruna doğru gittiğini ve bunun ebedi olduğunu” anlar.
Yedinci bölüm Umman-ı Azamet’tir. İlahi ilimin karşısında insanın sahip olduğu ilimin bir noktaya kadar olduğunu anlar. Hakki ilimin ise Hak’tan ibaret olduğunu kavrar.
Sekizinci bölüm Muamma-yı Ebedi’dir. Ruhun hakikatin yokluğu ile varlığın tek şey olduğunu anlamadan bilinemeyeceğini, bunu ilimde bilgisi yüksek olanlardan başkasının hiçbir şekilde anlayamayacağını anlar.
Dokuzuncu bölüm Mahfel-i Azam’dır. Büyük peygamberler ile hakimlerin bir araya geldiği mecliste, hakiki saadetin ne olduğunu soran insanlara, meclistekilerin her biri kendi düşüncesine göre cevaplar verir. Hakiki saadetin Peygamberimizin kendi eli ile dağıttığı hakikati anlar.
0 notes
Text
Süper Babaanne SÇS
Babaannemin bize bir öğretisi şuydu; “Aklından geçen iyi bir şeyi yaptığında iki kat, sadece aklından iyi bir şey yapmayı geçirdiğindeyse bir kat sevap kazanırsın. Ancak aklından kötü bir şey yapmayı geçirdiğinde günah yazılmaz. O kötü şeyi yaptığındaysa bir kat günah yazılır.”
O zaman şöyle düşündüm. Aklımdan geçen kötü şeylerden sorumlu değilsem. Onları istediğim kadar hayal edebilirim. Ve bunlar hakkında konuşmaz ya da bunları yapmazsam bana bir zararı olmaz. Ömrüm boyunca da kafamda o hayalde yaşamaya devam edebilirim.
Şimdi bunun ne kadar kötü bir fikir olduğunu düşünüyorum. İnsan cennet cehenneme gitmeyecek olsaydı bile kendi cehennemini dünyada böylelikle yaratabilirdi. Ve ben aklımdan beni kötü kategorisine koyabilecek davranışları geçirmeye devam ettiğim sürece, bunları durdurmaya çalışmadıkça, bu kötülükleri yapmaya yatkın bir insan olacaktım. Yani hayaller düşündüğüm kadar masum değildi maalesef.
Ece Aybike bir mailinde şöyle yazmıştı;
Pozitif psikoloji eğitimlerinde bir bahçe metaforu kullanılır ve;
"Hayatı bir bahçe olarak düşün. Bu bahçede çıkan zararlı otlar, toplanmadıkça büyür, serpilir, bahçeni yavaş yavaş ele geçirmeye başlar. Peki canla başla çalışıp tüm zararlı otları toplar, ayıklarsan ne olur? Elinde ne kalır? Boş bir toprak alan. Hepsi bu, değil mi? Ha ama senin istediğin şey, meyve ağaçları, sebzeler ve türlü çiçeklerle dolu, baktığında içini açacak türde bir bahçeyse; o zaman fidanları dikmen, tohumları ekmen, düzenli olarak sulaman ve ara sıra gübrelemen gerekir. İşte bahçeden zararlı otları toplama görevi geleneksel psikolojinin çalışma alanına girerken, bahçeyi güzelleştirmekse daha çok pozitif psikolojinin meselesidir." denilir.
Aklımdan geçen iyi bir şeyi yaptığımda iki kat sevap kazanıyorum. Sadece aklımdan geçirdiğimdeyse 1 kat öyle mi? Bu da pozitif psikolojinin bizi yöneltmeye çalıştığı, düşüncelerimizin kadar güçlü olduğu tezi ile paralel ilerleyen bir düşünce. Ne kadar iyi düşünürsem o kadar iyi olur. Ne kadar iyilik düşünürsem o kadar iyi bir insan olurum. Olur muyum gerçekten? O zaman kötülükleri davranışlarımdan ve düşüncelerimden arındırma çabasına devam ediyorum sanırım. Ömür boyu da sürecek bir çaba gibi duruyor bu.
Amak-ı Hayal’de Raci ismindeki baş karakterin bir ‘ermiş’in ona verdiği içecekle yarı uyur yarı uyanık gördüğü hayaller vardır. Gördüğü hayaller belki de astral seyahat ya da kafasında kurduğu hayaller. Ve her bir bölümde farklı dini inanışların karekterlerinin yanında bulur kendini. Raci ermişin yanına yaptığı bir ziyarette Zerdüşt'ün sarayına gider. Ve kendini iyilik ve kötülüğü temsil eden, Ehrimen ile Hürmüz'ün savaşının içinde bulur. Bu dünyanın iyilik kötülük savaşı bu kitapta olduğu gibi belki sadece beynimizin içinde olan bir savaştan ibaret. İnsanlar arasında bir savaş yok belki de. Sadece iyi/kötü davranışları tercih etmeyi seçen ve seçmeyen bir beynin savaşıdır bütün bunlar.
0 notes
Text
Ehrimen - Turkey 🇹🇷
(Ankara, Ankara)
Demo /il Aderrissa (1999)
Independent
Black Metal
#Hell #Misanthropy #Metal
#TurkeyBlackMetal #Ehrimen #Demo #90s #ilAderrissa
0 notes
Photo
With Lydia Courteille, we go on a journey to the Silk Road. The collection called Caravan is the most suitable means of transportation for this historical journey. What a pleasant irony! The collection, which used a symbolic style from the beginning to the end, excited me as a Mesopotamian woman. Famous jewelry designer Lydia reveals her historical knowledge. She converted the iconic symbols of Samarkand, Persia, Turkey, Sumerian, Armenian and many more civilizations into jewelery with an anachronistic style. We dive into a spiritual story with Aladdin's magic lamp. We witness the enthusiasm of Ehrimen and Hormuz with the never-ending fire of Mazdaism , one of the ancient religions of Persian lands. We taste the absolute uniqueness of Goddess with winged lions, who are guardians of Ishtar day and night. During the journey, we experience the mysterious chill of the Gobi desert in our body with its endless earth color. When the journey is towards the Historical Silk Road, it is impossible not to visit the Far East. Dragons covering the cauldrons are meeting us. Can you feel the flavor of chilling? At the beginning of my writing, I briefly mentioned the anachronistic feature. Yes, Lydia's caravan is dizzying with its rapid transition between times. The collection, which combines modern and historical touch, emphasizes the power of time in every aspect. Dear Lydia, as a Zarathustra woman, I live my name Avesta with a much greater feeling today. Thank you for visiting Mesopotamia with your Caravan. _________ Let me share with you. This unique ce avant-garde collection consists of 13 rings, 6 earrings, 4 necklaces and 2 bracelets. In the collection where mainly yellow, orange, blue and green are used, Lydia reveals "Gem Expertise". A special collection that has been created with the visual richness of precious and semi-precious stones such as sapphire, tsavorite, turquoise, diamond, jasper, topaz #topaz #tsavorite #jasper #sapphire #onyx #gemstones #caravan #silkroad #history #mystery #fairytale #aladdinslamp #sumerian #armenia #persian #babylon #mezopotamia #middleeast #lydiacourteille #dragon #zerdüşt #goddess #ishtar #myth #mythology #avangarde #sembolizm #symbol https://www.instagram.com/p/CCUmFzlFXie/?igshid=192evsghld7hz
#topaz#tsavorite#jasper#sapphire#onyx#gemstones#caravan#silkroad#history#mystery#fairytale#aladdinslamp#sumerian#armenia#persian#babylon#mezopotamia#middleeast#lydiacourteille#dragon#zerdüşt#goddess#ishtar#myth#mythology#avangarde#sembolizm#symbol
0 notes
Text
YGGDRASİL: "Odin'in ağacı" olarak İskandinav mitolojisinde geçmektedir. Aynı zamanda evrenin büyük ağacı olarak 1770'lerde literatüre geçerken, kül ağacı olarak da bilinip bu da kıyametin kopacağı gün olan Ragnarök'e bağlanmıştır. Kıyametin kopacağı gün olan Ragnarök'te ateşe verileceğine inanılırken, kül ağacı denmesinin bir başka sebebi Avrupa ve Asya'daki şamanizm olup şamanizm ve irfan ilişkisi üzerinde durulmuştur (ek olarak, bkz. şamanizmdeki yaşam ağacı)
Apollon : Apollon, Yunan mitolojisinde “sanat, tıp ve kehanet tanrısı” olarak bilinir. Yakışıklılığıyla mitolojide bilinen Apollon Anadolu kökenli bir tanrıdır. Yay ve okuyla hastalara şifa olur. Mistik güçleri ile mitolojideki diğer tanrılara yapmış olduğu birçok hadise söz konusudur. Apollon’un sembolü ise yay-ok, defne yaprağı ve kargadır.
Asklepios:Asklepios Yunan mitolojisinde tıp biliminin ve sağlığın tanrısı olarak bilinmektedir. simgelenirken genellikle bir yılan ve çevresini yılan saran bir asa kullanılır.
BASTET:Evcil kedilerin tanrıçası olduğu gibi savaşçı aslan başlı tanrıça olarak da bilinir. zamanla mafdet'in yerini almıştır.iyi tarafıyla hayat veren ateşin, kedilerin, evin ve hamile kadınların tanrıçasıdır fakat kötü tarafıyla da saldırgan bir savaş tanrıçası ve mısırın koruyucusudur. bu yüzden bastet bereket getiren kedi ile tasvir edildiği gibi, düşmanına gazap getiren bir aslan olarak da tasvir edilebilir.mısır mitolojisinde özellikle yılan tanrı apep'i öldürmesiyle anılır.
Horus’un gözü :manevi anlamıyla, vicdanın gözünden hiçbir şeyin kaçmayacağını, insanın iç âlemindeki her niyetini ve yaşamdaki her davranışını gözden kaçırmayan bu merhametsiz yargıcın keskin bakışını sembolize eder. Bu vicdanın 24 saat kapanmadan açık kalan gözüdür. Bu yüzden Güneş ve Ay, Horus’un gözleri olarak ifade edilir. Çünkü Güneş ve Ay’ın her ikisi nöbetleşe, gece ve gündüz insanın üzerinden eksik olmaz, Horus’un 24 saat açık kalan gözleri gibi. (Bu nedenle Horus'un gözü güneşle temsil edilen Ra'nın gözü olarak da ifade edilir.) Bu, vicdanın karşıtı olan nefsaniyetin hiç işine gelmez; nefsaniyeti ve kötülüğü temsil eden Seth de bu yüzden bu gözü çıkarmaya çalışmıştır. Antik Mısır mitolojisine göre, Horus sonunda bu gözünü babası Osiris’e vermiş ya da Osiris’in kullanımına bırakmıştır.
AHURA MAZDA: Eski iran dini mazdeizm (zerdüştcülük)'in iyilik tanrısı'dır. hürmüz (batı dillerinde: ormazd) adıyla da anılır. kötülük tanrısı ehrimen'in karşıtıdır ve onunla savaşmaktadır. iyilik, iyi insanların da yardımıyla bu savaşın sonunda kötülüğü yenecektir. iyilik ve kötülük'de simgelenen bu tanrı ikiciliği, toplumsal eşitsizliklerden doğma eski mısır-hind-iran karması bir düşünce ürünüdür.
0 notes
Text
Atatürk ve İnönü ikilisi | Murat BELGE
Şu günlerin güncel konusu Atatürkçülük oldu ya, bu konularda yapılan tartışmalarda gözümden çok burnuma çarpan bir şey var: İsmet İnönü. Bu “şey” yeni sayılmaz; öteden beri vardır, oradadır, biraz eşeleyince ortaya çıkar.
Geçmişte bu yaklaşımın şampiyonu Attila İlhan’dı. Onun gözünde Atatürk/İsmet İnönü ikilisi Manikeist, ikici teolojilerdeki Yin/Yang ya da Ahura Mazda/Ehrimen modeline uyuyordu;…
View On WordPress
0 notes
Text
Yezdan Ne Demek? Yezdan Nedir?
Yezdan Ne Demek? Yezdan Nedir?
Yezdan ne demek? Yezdan nedir?
Farsça kökenli yezdan kelimesi Türkçede tanrı, Zerdüştlerin iyilik tanrısı anlamına gelir. Zerdüştlere göre iki tanrı vardır. Bu tanrılardan biri İzed, Ormüzd olarak da bilinen Yezdan’dır. Diğeri ise kötülük tanrısı Ehrimen‘dir. Zerdüşt ise bu inancın yayılmasını sağlayan ve inananları tarafından peygamber olarak kabul edilen bir şahsiyettir. Zerdüştlerin Zend…
View On WordPress
0 notes
Text
Ehrimen - Turkey 🇹🇷
(Ankara, Ankara)
Demo /Diabolical Carnage (1996)
Independent
Black Metal
#Hell #Misanthropy #Metal
#TurkeyBlackMetal #Ehrimen #Demo #90s #DiabolicalCarnage
0 notes