#yazılar fotoğraflar
Explore tagged Tumblr posts
yakazakalb · 4 months ago
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Her insan her zaman perde ve ayna arasındadır. Çünkü dünya hem perde, hem aynadır.
Göz maneviyâtta kör olsa da, kalbi tül gibi olan insan, aynada âlemin yansımasını görebilir, hem okur hem şahit olur...
.
44 notes · View notes
ge-ce-nin-sayesi · 2 months ago
Text
Tumblr media
24 notes · View notes
nimhandeee · 2 years ago
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Rüyalarımın fotografin çekebilseydim, Seninle bir sürü anımız Olacaktı…
50 notes · View notes
sulupilav · 9 months ago
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Kimin nasıl bir anısı hâline gelece­ğimizi hiçbirimiz bilmeyiz.
4 notes · View notes
musfika-hanim · 4 months ago
Text
ayrı kaldığımız zamanlarda uzun telefon konuşmaları yapardık, msn'den görüntülü görüşürdük çocuklarla beraber. teknolojiyi severdi, çok da iyi anlardı. henüz kimsenin bilmediği teknolojik aletler bizim evimizde çoktan olurdu kullanırdık. mesajlaşma uygulamalarının henüz yaygın olmadığı yeni kullanıma başladığı zamanların başıydı gidişi. hep onunla dönemin bize sunduğu bu mesajlaşma uygulamalarını nasıl kullanırdık diye düşünürüm. onu gece nöbetlerine uğurladığımda zaten o gelene kadar uyku girmeyen gözlerimi ona kalbimden güzel şiirler, yazılar yazıp gönderirdim. hem uykusu gelmezdi hem de duygular yerini sözlere bırakarak ulaşırdı. onu işten gelene kadar bile çok özlerdim ben, mesleği icabı ani gelişmeler olur bazen çok geç kalırdı balkonda camlarda beklerdim. tam vaktinde geldiği saatlerde lojmanın bahçesinden eve seslenirdi, çocuklar balkona koştururdu. minik kuşum pıtı pıtı balkon demirlerinden aşağı bakardı ablaları hemen aşağı indirir o da onu omuzlarına koyar lojmanın parkına götürürdü, bazen bahçesinde oynarlardı. komşularım ondan bahsederken minik kuşu dile getirip gözümüzün önüne hep aşağıdan seslenişi ve omuzlarında onu gezdirmesi aklımıza gelir derlerdi. minik kuşumun ne hafızası ne kalbi anımsamıyor onu, iki senelik bir serüvenin onda kalan, onda olan tek bir anısı yok. videolar, fotoğraflar, benim anlatımlarım.. hayat diyorum hayat bize neler yaşattın ve yaşatıyorsun, nelerle imtihan ettin ediyorsun. alacağımız var, bize çok borçlusun...
7 notes · View notes
fikret-i · 1 year ago
Text
Paylaşımlarım şiddetli mesajlar içermektedir. Hep birilerine hakikatleri, duygularımı sunma gayretimin göstergesidir. Aslında o birileri değildir; sadece birisidir. Biriciğimdir. O giderse paylaşımlarımda bir mana kalmaz. Hatta paylaşım yapmaya gerek dahi kalmaz. Aslında süblimal mesajlarım O'nadır benim. Hep beni fark etsin çabasındayım. Okuduğunu bilsem, hele bir de beğendiğini görsem bu çok hoşuma gider, gaza gelir daha da şevklenirim ben.
Bir çoğumuz böyleyiz aslında. Paylaşımlar, durumlar, fotoğraflar, yazılar, şiirler. Mesajlarımız vardır hep birilerine. Belki o birileri yoktur, gelmemiştir ama gelecektir. Beklentisiz bir harf dahi yazmaya gerek duymayız çünkü. Fark edilmek önemli hele de fark edilmemizi istediğimiz birilerine...
Fikret İ
53 notes · View notes
eternalll00 · 2 months ago
Text
Her şey silindi. Ya tek bir tuşla ya da tek bı kazayla. Anılar, yazılar, fotoğraflar, mesajlar... Ama hiçbirinin üzüntüsü geçmedi. Silinenler ne hatırlandı ne anıldı. Aynı ölüler gibi tek bı kalemle mezar taşına kazındı.
3 notes · View notes
elinora-yoru · 4 months ago
Text
here comes Elinora to Tumblr.. from time to time there will be aesthetic photographs, and from time to time there will be articles, poems, etc. -enjoy.
işte Tumblr'a geldim. zaman zaman estetik fotoğraflar olacak, zaman zaman yazılar, şiirler vs. -iyi eğlenceler
5 notes · View notes
korelist · 7 months ago
Text
Tumblr media
BULGASAL: IMMORTAL SOUL // KDRAMA DİZİ YORUMU
UYARI : Yazılar genel olarak spoiler içerebilir. İçermeyedebilir.
İmdb puanı : 7,4 Benim puanım: 8
Drama: Bulgasal: Immortal Souls (English title) / Immortality (literal title)
Hangul: 불가살
Director: Jang Young-Woo
Writer: Kwon So-Ra, Seo Jae-Won
Date: 2021
Language: Korean
Country: South Korea
Cast: Lee Jin-Uk, Kwon Na-Ra, Gong Seung-Yeon, Kim Woo-Seok, Jung Jin-Young, Park Myung-Shin, Lee Joon
"Bu topraklarda 600 yıl önce insan olmayan canlılar yaşıyordu. İnsan yiyen sayısız canavar. Ama artık, tüm canavarlar yok oldu. Ben hariç..." diyerek başlıyor. Dizi size hiçbir bilgi vermeden ilerliyor. Kim kimdir, ne nedir, ne zaman başlıyor, neden başlıyor hiçbir şey yok.  
Özet olarak, sayısız hayat boyunca onu canavar yapan canavarı bulup öldürmek için peşinden koşan bir canavarın hikayesini izliyoruz. Dizi bunu en başta söylemiyor ben söylemiş olayım. En azından bunu bilerek izlerseniz bir nebze içine girmeniz daha kolay olabilir. Üstelik inanmazsınız spoiler sayılmaz. Bu yaratığımızın ismi Bulgasal ya da cinsi mi diyeyim günümüzde kullandığı isim Dan Hwal (Lee Jin-Uk). Ona da bir miktar üzülüyorsunuz. Doğduğu andan itibaren lanetleniş, insanlar tarafından dışlanmış, hırpalanmış. Onu lanetleyen canavarı öldürüp, laneti ortadan kalmak istiyor. Canavar olmak istemeyen bu canavarımızın öldürmeye çalıştığı canavar ise günümüzde reenkarne olmuş normal bir insan.
Bu insan önceki hayatlarından bölük pörçük anılar hatırladığı için daha önce peşinde olan canavarı biliyor ama kendisinin canavar olduğunu yani ilk hayatlarını ikisi de hatırlamıyor. Her yaşantısında çok küçük yaşta önceki hayatlarına dair bilincini geri kazanıyor. Bizim izlediğimiz hikayede ise Min Sang-Un(Kwon Na-Ra) olarak karşımıza çıkıyor.
Hikaye ilerledikçe bütün kuyruklar birbirine dolanmaya başlıyor. Etraflarındaki herkes geçmiş hayatlarından onların yanında yöresinde olan insanlarmış meğerse gibi alt hikayeler çıkıyor. Aslında bu hikayeleri beğendim. Dizi her ne kadar kör kuyularda dolansa da, yan karakterlerin diziye dahil olma çizgileri güzeldi. Oyuncular oldukça başarılıydı. Hikayedeki saçmalıklar ya da anlamsızlıklar çok göze batmıyordu. Yalnızca benim için bir tık kasvetli bir diziydi.
Özetle; iyinin kötünün birbirinin kıllığına girdiği, iç içe geçtiği ketum bir diziydi diyebilirim. İzlenmeyecek kadar kötü değildi, bir sürü daha güzel dizi varken sıra gelirse izlenebilir.
OST:
4MEN - Leave
Raven Melus
BAŞKA NELER VAR ?
FOTOĞRAFLAR
2 notes · View notes
isiltili · 1 year ago
Text
çok heyecanlıyııımmmm. öncelikle merhaba canım kendim, kendim diyorum çünkü burada kimse yok olur da bunu benden başka biri okuyorsa sana da merhaba. uzun zamandır tumblr kullanmıyorum, ergenlik zamanımda buradan asla çıkamazdım ve hatta 6-7 tane aynı anda bambaşka urllerle hesap açardım hepsinin teması farklı diye ama artık daha çok twitter ve instagramda reels izleyerek vakit geçiriyorum. bu hesabı ne amaçla açtığıma dair kısa bir özet geçeyim. ben kendimi bildim bileli yazarım. her şeyi yazarım. bir konu üstünde sayfalarca yazmayı, şükür etmeyi, özlü sözler yazmayı, aklımda canlanan bir sahneyi, ütopik yazılar, kendi şahsi hayatımla alakalı, kimin de aşırı dürüst kimin de ise aşırı yalan dolan hep yazarım. artık not kısmım, defterler, küçük not defterleri, rastgele bir defterin arka kısmı derken bazen bir sözcük bazen sayfalarca yazılar. hem yazmayı seviyorum hem de hep instagramda blog tarzında kullanıp paylaşımlar yaptığım hesap açmak istiyordum. videolar, fotoğraflar çeker biraz da bir şeyler yazarım oraya diye düşünürken şimdilik yazmak en iyisi olduğunu düşündüm onun için de en iyi yer tumblr olduğuna karar verdim. malum twitterda hem karakter yetmiyor hem de bazen dehşet verici bir yer tamam tamam gerçekten insanı sömüren bir yer hahahahahhahshs. ben de hem de burada manifesting yaparım diye düşündüm hahahahhahaha kısa kısa yazdığım hikayeleri de burada yayımlayacağım. bu blogda her şey olacak. normalde çok mükemmeliyetçi biriyimdir ve bu yüzden hayatımı zindan ettim ama burası saçmalayabildiğim bir yer olacak. umarım çok keşfedilmeyen, keşfedilse de güzel bir kitlesi olan bir yer olur. öyleyse başlıyoruuuuuz🍀✨☄️
2 notes · View notes
ge-ce-nin-sayesi · 2 months ago
Text
Tumblr media
22 notes · View notes
papatyamdaki · 2 years ago
Text
Birdenbire ne oldu bilmiyorum. Tüm eski şeyler; yazılar, fotoğraflar, şarkılar bunalttı. Anlamını yitirdi de diyebiliriz. Sanki şu ana kadar hayatı yanlış yorumlamışım gibi geldi. O yüzden bembeyaz bir sayfaya çevirdim burayı. Ben yine benim. Sadece, artık, tüm hayata sevgiyle bakmayı öğrendim. İnşallah bana da sevgiyle bakanlar olur...
6 notes · View notes
terkedilenkuslar · 2 days ago
Text
Bloğumdaki yazılar şahsıma ait olup kopyalanamaz aksi durumda hukuki süreç başlatılır.
Pinterest'ten alıp kullandığım tüm gif ve fotoğraflar temsilidir.
Arzu Belbüken
13 Kasım 2024
Moda, Kadıköy, İstanbul
Dünya
Existorium di Dio Nostrum
Tumblr media
0 notes
hamiraa · 8 months ago
Note
esselamüaleyküm buralar seninle daha güzel oluyor. paylaştığın yazılar fotoğraflar yüreğimize dokunuyor hamira:)
Aleykümselam verahmetullah kardeşim, benden ne hayr güzellik gördüyseniz Rabbimdendir💖 teşekkür ederim.
Rabbim bizi, her zaman bulunduğu yeri hayrla güzelleştirenlerden eylesin.🌻
1 note · View note
pinarworks · 11 months ago
Text
Tumblr media
Turist özne ve otantiklik talebi
Sanatçı/akademisyen Hito Steyerl The Spam of the Earth: Withdrawal from Representation isimli makalesinde[1] Facebook’u, Instagram’ı, Twitter’ı ve Second Life’ı ile temsil çağının sıradan insana verdiği dünyanın yapımında katılımcı olma, söz alma, fark yaratma vaadinin “dedikoduya malzeme olma, gözetlenme, aleyhe delil ve seri narsisizm” olarak geri döndüğü tespitini yapıyordu. İnternet, politik alanda söz aldığımız, söylediklerimizin dünyayı iyi yönde değiştirmek adına kale alındığı, yeni yeni seslerini duyurabilme şansı edinenlerin dertlerinin dinlendiği ve böylece ayrımcılığın sonlanmasına katkıda bulunabildiği çok sesli, çoğulcu bir kamusal alan değil herkesin birbirini gözetlediği, gözetlenmeyi bizzat arzuladığı yahut bazı tatminler uğruna özel alanını feda edebildiği, ezilenin görünür olmaya dair ilk hamlesinde baskın ideolojiye bir de bu alanda kuyruklanan narsisist bir güruh tarafından bir kez daha ezildiği bir tersine panoptikon[2] olup çıkmıştı. Görünürlük özgürlük ve demokrasi değil, çoğulcu ve biraz daha renkli bir faşizm getirmişti. Temsil diktatörlüğüne boyun eğmeyenlerin yok sayıldığı, akıllı telefonların, internet kullanıcılığının (örneğin e-devlet, örneğin İstanbul kartı aktive etmek için internete erişimin ve internet kullanmayı bilmenin şart koyulması vs) defacto dayatıldığı, cömertçe sergilenen evler, seyahatler, ilişkiler vs. aracılığıyla egemen sınıfın etik ve estetik zorbalığını katmerlediği yeni bir dünya düzeniydi bu.
Dijital kamusal alanda kullanıcılar, özenle oluşturulmuş kimliklerini filtreli fotoğraflar ve yeniden düzenlenebilir metinler eşliğinde ilgili izleyiciye sergileyen küratörlere dönüşürken, bu servis/sergi curcunası içinde her çeşit deneyimi tüketmekle yükümlü izleyicinin körelmeye yüz tutan duyularını harekete geçirmek adına travmaların peşi sıra yarıştırıldığı realite şovları, ‘sıradan insanın utanç verici’ hayatına odaklanan gündüz programları (Müge Anlı ve Esra Erol’u düşünün), gerçek hayattan uyarlanan hakiki suç (True Crime) dizileri ve ünlü simaların “hiç bilmediğimiz yönlerini” ifşa eden biyografik belgeseller zaman tünellerimizde sıralanıp, dört bir yana dağılmış dikkatimizden pay kapmak için birbirleriyle yarışır hale geldi. İzleyici önce kullanıcıya, sonra müşteriye, şimdi de tam teçhizatlı bir turiste dönüştü. Baktığı her yerde kendine has, daha önce hiçbir yerde görmediği orijinal manzaralar görmek isteyen, süzen, yargılayan ve deneyimleyen bir turist özneye. Ve bu internet ve TV’deki her şeyi görmüş turist özneyi sıradan hizmetler artık kesmiyor, mümkünse en otantik olanı deneyimlemek istiyor.
Merriam-Webster sözlüğünün yılın sözcüğü ödülünü Rizz ile paylaşan Authentic yani Otantik kelimesi Merriam-Webster’ın kendi sözlüğünde “sahte veya taklit olmayan”, Cambridge sözlüğünde “gerçek, doğru veya insanların olduğunu söylediği şey”, TDK’ya göre ise “eskiden beri mevcut olan özelliklerini taşıyan; orijinal” anlamına geliyor. Rumuz isimler, Deep-fake fotoğraflar, Chat GPT ile yazılan yazılar, yapay zekâ çevirileri, Instagram filtrelerinden geçmiş yüzlerden oluşan nüfusu ile internet kimsenin kimseye inanmadığı bir maskeli baloya dönüşürken, bu karmaşadan kaçma isteğinin kendisini otantiklik talebiyle göstermesi ilginç ve itiraf edelim moral bozucu zira otantiklik talebi kendi içinde geçmişe dair derin bir nostaljiyi taşımasıyla aslında muhafazakâr bir tarafa da sahiptir. Bu muhafazakarlığı ve yeni nesil tahammülsüzlüğü erkeklerin becerikli makyaj teknikleri karşısında dillendirdikleri “kandırıldık beyler” akımında ve yükselen LGBTİ+ karşıtlığında açıkça gözlemlemek mümkün. Markalarla çalışanlar, kendi markasını pazarlayanlar, kendisi bir markaya dönüşenler ile birlikte internetin sonsuz bir reklam kuşağına dönmesinin acısını çıkarmak için eski tanıdık fobiler, otantiklik arzusu bahanesiyle devreye sokuluyor.
Otantiklik kavramı altın çağını aslen Romantik dönemde yaşıyor. Saf, modern dünya tarafından lekelenmemiş bir öze olan hasretin mimlediği bu dönem otantikliği “kişinin kendisine ve etrafındakilere ihanet etmediği bir samimilikte yaşadığı, toplumun değer yargılarına karşı kendi erdemlerine tutunan, orijinal bir karaktere sahip olma” anlamında kullanıyordu. İnsan aklına ve hislerine, güzelliğe ve doğaya olan düşkünlüğü ve biçime verdiği önemle romantizm rasyonalizm ve sanayi devrimine bir tepki olarak ortaya çıkmıştı ve eski, güzel, teknolojik ilerlemeyle kirlenmemiş, otantik bir Avrupa özlemi ile birlikte geliyordu. Romantikler için sanatçının kendini olabildiğince içten ve samimi bir şekilde ifade etmesi önemliydi. Dönemin ressamlarından Caspar David Friedrich “sanatçının duyguları onun yasasıdır” derken Isaiah Berlin ise romantizmi şöyle tarif ediyordu: “Etik, politika ve estetik alanında önemli olan samimi ve otantik bir şekilde içsel hedeflerin peşinde koşmaktır. Ressam, şair, besteci ideal de olsa doğaya ayna tutmaz, icat eder, taklit etmez…”
Romantizmin bu insan doğasına dair muhafazakâr karakterinin önemli bir parçası olan otantiklik kavramı aslında özne odaklı Batı felsefesi geleneğinin de kalbinde yatar. Friedrich Kittler, Towards an Ontology of Media (Bir Medya Ontolojisine Doğru) adlı kitabında, Batılı düşünürlerin sadece konuşma eylemini “otantik” kabul ettiğini yani konuşma eyleminin, öznenin zaman ve mekanda mevcut olduğuna dair kanıt oluşturduğu için, yazma eylemi karşısında öncelendiğini belirtir. Bu yüzden fotoğraflar, kamera kayıtları ve yazılara güven olmaz, bu araçlar doğruyu hiçbir zaman, konuşan öznenin bizzat kendisi kadar otantik ifade edemez. Otantiklik illüzyonu da bu açıdan neoliberal dünya tarafından kandırıldığını hisseden bir kullanıcının daha az baskıcı, daha özgür bir dünyaya dönme isteğini değil, köksüzlük korkusu karşısında eğitim, bilgi ve deneyiminin yetersizliği yüzünden tutunacak bir alternatif bulamadığı için bildiği en yakın şeye tutunma ihtiyacının bir tezahürüne işaret ediyor olabilir. Bu güvencesizlik hissi elbette kapitalist patriyarka tarafından hemen metalaştırılmaya teşnedir. Otantiklik arzusu kadınsı olarak mimlenmesi dikkat çeken tüketim kültürüne verilen “doğal” bir refleks olarak paketlenir ancak “sahte” olanın yerine gerçekten ihtiyaç duyulan şey değil, otantikmiş gibi yapan yeni temsiller konur. Zira insanın bir özü yoktur ve bu bir tuzaktır. Turistleştirilmiş öznenin otantiklik talebi kolay hedef olan hizmetkârlardan: kadınlardan, LGBTİ+lardan ve alt sınıflardan en derin travmalarını sürekli performe etmesini talep eder. Bu yüzden her meta ilişkisinde olduğu gibi otantiklik baskısının da insan ilişkilerine dair neleri gizlediğini sorgulamak elzemdir.
Düşünen/konuşan öznenin Batı metafiziğindeki tarihsel yolculuğuna bakıldığında ve Batı gündelik hayatının bile bu kişi üzerinden modellendiği düşünüldüğünde egemen mecranın dijital olduğu günümüzde bu öznenin nasıl evrildiği açıktır. Bireyselliği kolektiviteye tercih eden neoliberal uygulamalarla birlikte varlığını “konuşarak” kanıtlayan bu otantik özne günümüzde de referans noktası olmaya devam ediyor gibi görünüyor. Ancak dijital dünyada otantik olmak, “orada bizzat olmayı” değil, belirli bir zaman/mekân anlayışının ötesine geçmeyi de içeriyor. Hali hazırda öznenin her daim otantik olarak hissedilmesi için, “oradaydım” iddiasının inandırıcı olması yeterli. Bu yüzden Victoria Beckham aslında Rolls Royce ile dolaştığı halde ailesinin işçi sınıfı olduğunu iddia etme girişiminde bulunabilir. Bu yüzden Seda Sayan gibi son derece ayrıcalıklı hayatlar süren ünlüler ‘düşük sınıfların dilini’ üstlenme gibi belirli stratejik manevralarla otantik görünmeyi becerebilir.
Hito Steyerl aynı makalesinde “TV, alt sınıflarla alay etme aracı haline gelmiştir. Televizyonun sabah kuşağı işkencecilerin, izleyicilerin ve aynı zamanda işkence görenlerin mahcup zevkleriyle dolup taşan bir işkence odasının çağdaş muadilidir” de diyordu. Bu işkence odası metaforu sadece sabah TV’si için değil artık bir ekran dolayımı vasıtasıyla  bize ulaşan her seyirlik için geçerlidir. Reality şovlar ile birlikte otantiklik en derin travmaların ortaya saçıldığı, acının ve aşağılanmanın sergilenme değeri kazandığı bir metadır artık. Turist haline gelen izleyici için en gerçek acılardan, daha sahici cinayetlerden, en otantik kavgalardan oluşan egzotik travma turları düzenlenir.
Otantiklik talebi Brenda Weber’in reality şovlarla ilgili olarak öne sürdüğü gibi[3], kadınların “sürtüklere, moronlara ve kevaşelere”, erkeklerin ise “hipermaskülin haydutlara” indirgendiği toplumsal cinsiyet stereotiplerini de koşullandıran şeydir. Yani otantiklik beklentisi aslında bir ‘norma’ dönüş talebidir zira hali hazırda farklı olana dair görüş ve düşünceleri kültürel temsiller ve ideoloji ile şekillendirilmiş izleyici için otantiklik var olan temsillerin bir temsili, diğer bir deyişle basmakalıp fikirlerin yinelenmesi ve pekişmesi demektir. Otantiklik talep eden turist izleyici norma dönüşün sağlama alınmasına katkıda bulunur ve Foucault’nun dediği gibi “vatandaşların açık (devlet) kontrol biçimlerine ihtiyaç duymadan kendilerini disipline ettiği neoliberalizmin kendi kendini düzenleyen kültürünü” de pekiştirir.
[1] https://www.e-flux.com/journal/32/68260/the-spam-of-the-earth-withdrawal-from-representation/
[2] https://computers-society.org/2022/03/10/the-internet-as-a-reverse-panopticon/
[3] https://read.dukeupress.edu/books/book/267/chapter/111136/IntroductionTrash-Talk-Gender-as-an-Analytic-on
1 note · View note
korelist · 8 months ago
Text
Tumblr media
ARE YOU HUMAN? // KDRAMA DİZİ YORUMU
UYARI : Yazılar genel olarak spoiler içerebilir. İçermeyedebilir.
İmdb: 7,9 Benim puanım: 7
Drama: Are You Human? (English title)
Hangul: 너도 인간이니
Director: Cha Young-Hoon
Writer: Jo Jung-Joo
Date: 2018
Language: Korean
Country: South Korea
Cast: Seo Kang-Joon, Gong Seung-Yeon, Lee Joon-Hyuk, Park Young-Gyu, Kim Hye-Eun, Kim Won-Hae
2018 KBS Drama Awards - December 31, 2018
Excellent Actor (medium-length drama) (Seo Kang-Joon)
Best Couple Award (Seo Kang-Joon & Gong Seung-Yeon)
Bir kez daha meşhur “Chebol ailesi” hikayesi kaleme alınmış. Nam Shin (Seo Kang-Joon) bilim insanı ebeveynlere sahip bir çocukken, babası şüpheli bir şekilde ölünce kötü adam rolüne yakışan bir isimle dedesi Nam Gun-Ho( Park Young-Gyu)  tarafından tutsak edilir. Anne ise aileden aforoz edilmek sureti ile uzaklaştırılır. Çocuk varis olarak annesinden uzakta büyür. Annesini araması durumunda ise anneyi öldürmek ile tehdit ederler. Böyle gereksiz bir gidişat söz konusu. Anlam veremediğim nokta burada ölen baba başkanın öz oğlu. Oğluma ne oldu diye sormaması çok garipti.
Oh Ro-Ra (Kim Sung-Ryoung) yani annemiz aslında çok zeki ve başarılı bir bilim insanı. Bütün bunlar yaşanmadan önce insan görünümlü robotlar üzerinde çalışıyor. Hatta oğlunu modelleyerek bir prototipe ürünün sunumunu gerçekleştiriyor. Kocası öldürülüp, oğlu elinden alınca bir miktar kafayı kırıp kayıplara karışmış. 20 yıl kadar sonra ( tam net hatırlamıyorum geçen yılı ), küçük çocuk büyüyor. Tam olarak alternatifi olmayan şımarık, vurdum duymaz, kendini beğenmiş, küstah Chebol varisine dönüşüyor. Anne ise kendini yurtdışında küçük bir kasabaya kapatmış, şato gibi bir evde 20 yıl boyunca modellediği robotu oğlunun büyümesine paralel değiştirerek robot ile yaşıyor.
Erkeğimiz bu çirkin karakterinin arkasında aslında öyle değilmiş demeyi istesem de dümdüz öyle bir karakter. Ama gizli saklı bir şekilde annesini aramayı hiç bırakmamış. Bir iş ziyareti görünümlü kaçamağında, 20 yıldır onu takip eden korumaları atlatıp anasının izinden gider. Tam onu bulacakken kendisini görünce yolun ortasında mal gibi şoka girer, araba çarpar. Çünkü kadının robot oğlu, özgür ve normal insan gibi yaşamaktadır. Tam o sırada anasını bulmaya giden adamı anası bulur. Bunu böyle geri gönderemeyiz, yerine robotu gönderelim, bizde iyileşirken kazanın sorumlusunu bulalım diye dâhine bir fikir atarlar ortaya.
Ve şirket hayatı… Robot analitik bir varlık olduğu için şirkette tabi ki doğal olarak alır yürür. Gerçek sümüklü Nam Shin’in yapamadığı ne varsa şirket içinde gerçekleştirir. Bu konunun yanı sıra, bir de koruma olarak orada işe başlayan bir hanım kızımızın hikayesini izliyoruz. Kang So-Bong ( Gong Seung-Yeon) gerçek Nam Shin ile davalık olmuşken, yerine gelen robot ile en iyi arkadaş olurlar. Dizinin bir diğer mevzusu da yapay zeka ile insan aşık olabilir mi, yapay zekanın sınırı var mı gibi konular etrafında dönüyor.
Sanırım dizinin en güzel yanı Kang So-Bong karakterinin babasıydı. Bana, Kang Jae-Sik karakteri ile tanıdığımız sevdiğimiz bir yüz olan Kim Won-Hae’u görmek bile kafi geldi. Bunun dışında dizinin birazcık pembe dizi havası vardı. Oyunculuklar abartılı, senaryo yer yer saçmaydı. Işık ve ses kullanımları da bunu destekler nitelikteydi. İzlenemeyecek kadar başarısız bulmadım ama hatırda kalıcılığı çok yoktu. Farklı bir konuydu.
OST:
2BiC - Heart
Raven Melus
BAŞKA NELER VAR ?
FOTOĞRAFLAR
2 notes · View notes