Tumgik
#kuş sesi
fikret-i · 1 year
Text
Paylaşımlarım şiddetli mesajlar içermektedir. Hep birilerine hakikatleri, duygularımı sunma gayretimin göstergesidir. Aslında o birileri değildir; sadece birisidir. Biriciğimdir. O giderse paylaşımlarımda bir mana kalmaz. Hatta paylaşım yapmaya gerek dahi kalmaz. Aslında süblimal mesajlarım O'nadır benim. Hep beni fark etsin çabasındayım. Okuduğunu bilsem, hele bir de beğendiğini görsem bu çok hoşuma gider, gaza gelir daha da şevklenirim ben.
Bir çoğumuz böyleyiz aslında. Paylaşımlar, durumlar, fotoğraflar, yazılar, şiirler. Mesajlarımız vardır hep birilerine. Belki o birileri yoktur, gelmemiştir ama gelecektir. Beklentisiz bir harf dahi yazmaya gerek duymayız çünkü. Fark edilmek önemli hele de fark edilmemizi istediğimiz birilerine...
Fikret İ
53 notes · View notes
demvakti · 1 year
Text
Varlığın bir bahar gibi müjdeler taşır... 🐦
63 notes · View notes
gecedehuzur · 2 months
Text
Anlattım anlmadın,ben de anlatmayı bıraktım..
26 notes · View notes
civcivwq · 3 months
Text
"Bende bi' aşk var, onu hep yanlış kalplere bıraktım..."
31 notes · View notes
fiemanillah · 1 year
Text
Gece gece nasıl korktum bir bilseniz
7 notes · View notes
sinekkapan · 6 months
Text
ben artık kuşlara fısıldayan kızım
3 notes · View notes
nesrin-c · 18 days
Text
Akşama yemeğim hazır. Pilav ve kurufasulye. Baran da, Umut da çok sever.
Haklısınız.
Kim onlar değil mi?
Baran eşim, Umut oğlum.
Umut sekiz yaşında. Canımın içi, kara gözlü, kıvırcık saçlı, susmak bilmeyen, yerinde duramayan bir çocuk. Hayatımın anlamı...
Geç evlendim ben.
Bizim buralarda alışık bir durum olmasa da, evlenmeden, çoluğa çocuğa karışmadan önce okulumu bitirmek istedim. Hep derim, kız çocukları okumalı, iyi yerlere gelmeli, erkeğin eline bakıp, şiddeti, eziyeti, yokluğu, kader deyip sineye çekmemeli.
Ailem itiraz etse de, inadımı kıramadılar. Laf aramızda, zaten oldum olası, burnumun dikine bir kızdım. Beni Kur'an kursuna yollarlardı, ben sokak aralarında kuşlarla beraber şarkılar söyler, boyumdan büyük hayaller kurardım. Akranlarım, eğlencelerde, doğum günlerinde, düğünlerde, konuşmaya bile çekinirken, ben en güzel elbiselerimi giyer, ter içinde kalana kadar güler, eğlenir, dans ederdim. Arada bir annem beni çekiştirip "Ah be kızım, bir parça hanım hanımcık ol!" dese de, olamazdım. Hanım hanımcık olanların düşleri yoktu, bilirdim.
Ellerime bakıyorum.
Bir zamanlar kınalar yaktığım ufacık ellerim yok artık.
Zaman bir nefeste geçiyor ve sanırım insanın önce elleri yaşlanıyor.
Sanki, bir zamanlar, şu sokaklarda koşuşturan, yaramazlık yapan, "Anne n'olur beş dakika daha oynanayım." diye ısrar eden çocuk ben değilmişim gibi.
Nerede şimdi, kırık aynasını eline alıp, saçlarını tarayan ve bir sürü pembe tokalar takan küçük kız?
Garip...
Dışarıda inceden bir Eylül yağmur var. Kasvetli havaya rağmen çocukların kahkahaları duyuluyor.
Aralarından Umut'un sesini ayırabiliyorum. En çok da onun sesi geliyor. Eşek herif!
Yine birazdan üstü başı toz toprak içinde gelecek eve, biliyorum. Nefes nefese ayakkabılarını bir kenara atıp, gözlerimin içine bakacak ve "Anne ben acıktım." diyecek. Sonra ben yine dayanamayıp, onu kollarımın arasına alıp, o kirli yanaklarını, gözlerini, saçlarını öpeceğim, boynunu koklayacağım.
Ah oğlum benim!
Ah Umut'um!
Sen niye hep dağ çiçekleri gibi kokuyorsun, her defasında başımı döndürüyorsun.
Anne olduğumdan beri daha kaygılı biri oldum çıktım. Sizde de öyle mi? Hani, Umut eve biraz geç kalsa ya da ne bileyim, camdan bakıp, yakınlarda göremesem, kalbim yaralı bir kuş gibi kanat çırpmaya başlar. "Ya başına bir şey geldiyse..."
Eşim Baran bu halime üzülür, "Yapma canım, kötüyü çağırma." der ama anneyim işte, ne yapayım.
Baran güzel bir adam. Okulun son yıllarında tanıdım onu. Önce arkadaş olduk. Baktık ki, çok iyi anlaşıyoruz, "hadi öyleyse evlenelim." dedik. Baran bana, kucak dolusu papatya ve Ahmet Arif şiiriyle evlenme teklif etti. Papatya, Ahmet Arif, Şiir, Baran, aşk...Kabul edilmez mi hiç!
Tıpkı hayalimdeki gibi bir evde oturuyorum.
Küçücük, mütevazi, duvarları mavi boyalı, bir köşesi kitaplarla dolu ve güllü dallı perdeleri olan bir ev. İnanın, sevgisiz insan sarayda da otursa, mutsuz olur. Çocukluk arkadaşımlarımdan biliyorum. Yarası çok olana, para merhem olmuyor.
Çok gevezelik ettim değil mi?
Ama ne yapayım, oldum olası konuşmayı seviyorum. Kimseyi bulamazsam, kendimle konuşuyorum. Gülmeyin ya! İnsanın kendi kendine konuşması kadar güzel bir şey yok dünyada. Deneyin, bana hak vereceksiniz.
Ha, bir de çok güzel türkü söylerim ben. Arkadaşlar falan bir araya geldiğimizde, ısrar ederler, "Hadi, bir tane söylemeden olmaz." derler.
Dost kırılır mı hiç!
Şu karşı yaylada göç katar katar
Bir güzelin derdi serimde tüter
Bu ayrılık bana (bize) ölümden beter
Geçti dost kervanı eyleme beni
Şu benim sevdiğim başta oturur
Bir güzelin derdi beni bitirir
Bu ayrılık bize zulüm getirir
Geçti dost kervanı eyleme beni
Pir Sultan Abdalım kalkın aşalım
Aşıp yüce dağı engin düşelim
Çok nimetin’ yedim helallaşalım
Geçti dost kervanı eyleme beni...
Bu türküyü her söylediğimde, gözümden iki damla yaş gelir. Neden bilmem ama sadece iki damla yaş! Sanki bu türküde benden bir şeyler var. Sanki, beni incitmişler, canımı yakmışlar, kalbimi kırmışlar da, ben kimselere söyleyeyemişim gibi...
Duvardaki takvime gözüm takıldı şimdi.
8 Eylül 2051
Off! Ben ne vakit otuz beş yaşında koca bir kadın oldum!
Olsun, her yaşın kendine göre bir güzelliği var. İnşallah çocuklarımız da, otuzları, kırkları, elli, altmış, seksen hatta yüz yaşları görür.
Hah, kapı çaldı, nihayet benim eşek geldi.
Hadi bana müsade. Gideyim de yine bıktırana kadar onu öpüp koklayayım.......diye, bütün bunları yazmak isterdim ama yazamam. Çünkü ben sekiz yaşındayken öldürüldüm.
Ben Narin Güran.
Cesedi on dokuz gün sonra derede bulunan o elleri kınalı kız.
Büyüyemedim ben. Baran ile evlenemedim ve Umut'um hiç olmadı.
t a m e r d u r s u n
#tamerdursun #naringüran #hepimizincesedinideredebuldular
Tumblr media
142 notes · View notes
derdiderun · 4 months
Text
Tumblr media
"İçinizin rahatlığı doya doya zikretmeye bağlı, bol bol sadaka vermeye bağlı. Ne müzik sesi, ne su sesi, ne kuş sesi, ne sessiz bir orman, ne bir dalga sesi...Bunlardan gavur da pay alıyor ama mutlu olamıyor arkadaşlar."
Abdülmetin Balkanlıoğlu Hocaefendi
108 notes · View notes
nolifewithoutlavinia · 6 months
Text
Kuşların sesi miydi baharı müjdeleyen
Çiçeklerin açması mıydı senin gülümsemen
Kopan bir kuş kanadı mıydı masum kalbin
Sevmek miydi seni bana anlatan özlemek miydi seni unutma çabam...
82 notes · View notes
edapostblog · 9 days
Text
Tumblr media
Bülbüller içkiye düşkündür.
Bülbül içkiyi buldu mu bir hayli içer.
Ama bu gerçeği bilginler değil, Tarihçi Reşat Ekrem Koçu'nun annesi Zağralı Hacı Fatma hanım saptamış.
Bülbülleri günlerce, Göztepe'deki evinin bahçesinde dürbünüyle gözetlemiş...
Fatma hanım gözlemlerini şöyle dile getirmiş:
“Bir bülbül sabahleyin bir vişne ağacına gelip konar...
Yirmi otuz kadar vişneyi gagasıyla deştikten sonra çekip gider...
Akşam, yine gelir...
Vişnenin gagayla deşilen yerinde biriken meyve suyu mayalanmış, bir likör ya da şarap haline dönüşmüştür.
Kuş, akşamın son saatlerinde bir iki vişneden kendi elcağızıyla hazırlanmış içkinin ilk yudumlarını içince şöyle bir silkinir; Birkaç külhani ıslık öttürür.
Yırtılmış vişne kadehleri beşi, altıyı buldu mu nağmeler uzar. Ortalık iyice karardığı için küçük bülbül göze görünmez ama yırtık vişneler bittikçe sesi de ağaçtan döküldükçe dökülür.
Artık tan sökünceye kadar gelsin gazeller, şarkılar, feryatlar.”
Vişne mevsimi bitince dut mevsimi başlar.
Ve…Bülbüllerin sesleri de biter.
Aslında bülbül içkisi bittiği için ötmüyordur.
Dutu gagalamanın likör vermediğini bilir.
“Garip Bülbül”, mevsim dut mevsimi olduğu için susmuştur.
Bu yüzden suskun olanlara “Dut yemiş bülbül gibi” derler.
Alıntı.
Tumblr media Tumblr media
Bak sen şu Bülbül'e! 😁
40 notes · View notes
gecedehuzur · 2 months
Text
Neyin var deseler saatlerce ağlarım ama kimseye neyim olduğunu anlatamam..
16 notes · View notes
hermes-0 · 2 months
Text
8.BÖLÜM
YENİ KEŞİFLER
T ve S, bulundukları adayı keşfetmek için dışarı çıktıklarında, karşılarına çıkan manzara gerçekten büyüleyiciydi. Geniş ve yemyeşil ormanlarla kaplı bu yer, adeta bir cennet gibiydi. Ağaçların arasında, rengarenk çiçekler ve egzotik bitkiler göz alıcı bir şekilde parlıyordu. Ormanın derinliklerinde, kristal berraklığında nehirler ve şelaleler akıyordu. Bu su kaynakları, adanın her köşesine hayat veriyordu. Nehirlerin kenarlarında, çeşitli hayvanlar su içiyor ve doğanın tadını çıkarıyordu.
Adayı çevreleyen sahil şeridi ise bembeyaz kumlarla kaplıydı. Deniz, turkuaz rengiyle göz kamaştırıyordu ve dalgaların sesi huzur veriyordu. Sahilde yürürken, T ve S, deniz kabukları ve renkli taşlarla dolu küçük koylar keşfettiler. Gökyüzü ise masmavi ve bulutsuzdu. Güneş, adanın her köşesini aydınlatıyor ve sıcaklığıyla insanın içini ısıtıyordu. T ve S, bu cennet gibi yerde yürüyüş yaparken, doğanın güzelliklerine hayran kaldılar ve keşfetmenin heyecanını yaşadılar.
T ve S, adanın iç kısımlarına doğru ilerledikçe, ormanın derinliklerinde gizlenmiş antik kalıntılar keşfettiler. Bu kalıntılar, eski bir medeniyete ait tapınaklar ve heykellerdi. Tapınakların duvarlarında, doğanın ve hayvanların betimlendiği karmaşık oymalar bulunuyordu. Bu oymalar, adanın tarihine dair ipuçları veriyordu. Ormanın içinde yürürken, T ve S, çeşitli kuş türlerinin cıvıltılarıyla karşılaştılar. Renkli tüyleriyle dikkat çeken bu kuşlar, adanın egzotik atmosferine katkıda bulunuyordu. Ayrıca, ağaçların dallarında maymunlar oynuyor ve meraklı gözlerle T ve S’yi izliyorlardı.
Nehirlerin kenarlarında, suyun üzerinde yüzen nilüferler ve su bitkileri vardı. Bu bitkiler, suyun berraklığını ve doğanın saflığını simgeliyordu. Nehirlerin bazı bölgelerinde, küçük balık sürüleri yüzüyordu ve suyun yüzeyinde sıçrayan balıklar, T ve S’ye hoş bir manzara sunuyordu. Sahil şeridinde yürürken, T ve S, deniz kabukları ve renkli taşlarla dolu küçük mağaralar keşfettiler. Bu mağaralar, deniz dalgalarının oluşturduğu doğal sanat eserleri gibiydi. Mağaraların içi, deniz kabukları ve mercanlarla süslenmişti.
Gökyüzünde ise, güneşin batışıyla birlikte ortaya çıkan renk cümbüşü, adanın güzelliğini daha da artırıyordu. Turuncu, pembe ve mor tonlarındaki gökyüzü, adanın üzerinde büyüleyici bir manzara oluşturuyordu. T ve S, bu manzarayı izlerken, doğanın sunduğu bu eşsiz güzelliklerin tadını çıkardılar.
T ve S, adanın derinliklerinde yürüyüş yaparken, büyük bir kaya parçasının üzerine oyulmuş eski bir yazıt keşfettiler. Yazıt, antik bir dilde yazılmıştı ve üzerindeki semboller, adanın eski sakinlerine dair ipuçları veriyordu. T ve S, yazıtı dikkatlice incelediklerinde, kendi isimlerine rastladılar. Bu, onların geçmişte bu adada yaşadıklarına dair bir kanıttı. Yazıtın üzerinde, T ve S’nin adanın koruyucuları olduklarına dair bilgiler yer alıyordu. Onların, adanın doğal güzelliklerini ve kaynaklarını korumak için büyük bir sorumluluk taşıdıkları anlatılıyordu. Ayrıca, yazıtın etrafında, T ve S’nin geçmişteki yaşamlarına dair sahneler betimlenmişti. Bu sahnelerde, onların adanın çeşitli bölgelerinde nasıl yaşadıkları, hangi görevleri üstlendikleri ve adanın diğer sakinleriyle olan ilişkileri anlatılıyordu.
Bu keşif, T ve S için büyük bir sürpriz ve heyecan kaynağı oldu. Geçmişte bu adada yaşamış olduklarını öğrenmek, onlara adaya olan bağlarını daha da güçlendirdi. Yazıtın etrafında biraz daha zaman geçirip, geçmişlerine dair daha fazla ipucu aramaya karar verdiler. Ancak, bu anılar onlara tamamen yabancıydı, sanki paralel bir evrende her şey onlardan habersiz yaşanmış gibiydi. Bu durum, onların merakını daha da artırdı ve adanın gizemlerini çözme isteğini pekiştirdi.
27 notes · View notes
insanzee · 3 days
Text
Bülbüller içkiye düşkündür.
Bülbül içkiyi buldu mu bir hayli içer.
Ama bu gerçeği bilginler değil, Tarihçi Reşat Ekrem Koçu'nun annesi Zağralı Hacı Fatma hanım saptamış.
Bülbülleri günlerce, Göztepe'deki evinin bahçesinde dürbünüyle gözetlemiş...
Fatma hanım gözlemlerini şöyle dile getirmiş:
“Bir bülbül sabahleyin bir vişne ağacına gelip konar...
Yirmi otuz kadar vişneyi gagasıyla deştikten sonra çekip gider...
Akşam, yine gelir...
Vişnenin gagayla deşilen yerinde biriken meyve suyu mayalanmış, bir likör ya da şarap haline dönüşmüştür.
Kuş, akşamın son saatlerinde bir iki vişneden kendi elcağızıyla hazırlanmış içkinin ilk yudumlarını içince şöyle bir silkinir; Birkaç külhani ıslık öttürür.
Yırtılmış vişne kadehleri beşi, altıyı buldu mu nağmeler uzar. Ortalık iyice karardığı için küçük bülbül göze görünmez ama yırtık vişneler bittikçe sesi de ağaçtan döküldükçe dökülür.
Artık tan sökünceye kadar gelsin gazeller, şarkılar, feryatlar.”
Vişne mevsimi bitince dut mevsimi başlar.
Ve…Bülbüllerin sesleri de biter.
Aslında bülbül içkisi bittiği için ötmüyordur.
Dutu gagalamanın likör vermediğini bilir.
“Garip Bülbül”, mevsim dut mevsimi olduğu için susmuştur.
Bu yüzden suskun olanlara “Dut yemiş bülbül gibi” derler.
Salah BİRSEL
Tumblr media
25 notes · View notes
seydattr58 · 8 months
Text
Gidersen yıkılır bu kent, kuşlar da gider
Bir nehir gibi susarım yüzünün deltasında
Yanlış adresteydik, kimsesizdik belki
Sarışın bir şaşkınlık olurdu bütün ışıklar
Biz mi yalnızdık, durmadan yağmur yağardı
Üşür müydük nar çiçekleri ürpeririken
Gidersen kim sular fesleğenleri
Kuşlar nereye sığınır akşam olunca
Sessizliği dinliyorum şimdi ve soluğunu
Sustuğun yerde birşeyler kırılıyor
Bekleyiş diyorum caddelere, dalıp gidiyorsun
Adını yazıyorum bütün otobüs duraklarına
Öpüştüğümüz her yer adınla anılıyor
Bir de seni ekliyorum susuşlarıma
Selamsız saygısız yürüyelim sokakları
Belki bizimle ışıklanır bütün varoşlar
Geriye mapushaneler kalır, paslı soğuklar
Adını bilmediğimiz doslar kalır yalnız
Yüreğimize alırız onları, ısıtırız
Gardiyan olamayız kendi ömrümüze her akşam
Gidersen kar yağar avuçlarıma
Bir ceylan sessizliği olur burada aşklar
Fiyakalı ışıklar yanıyor reklam panolarında
Durmadan çoğalıyor faili meçhul cinayetler
Ve ölü kuşlar satılıyor bütün çiçekçilerde
Menekşeler nergisler yerine kuş ölüleri
Bir su sesi bir fesleğen kokusu şimdi uzak
Yangınları anımsatıyor genç ölülere artık
Bulvar kahvelerinde arabesk bir duman
Sis ve intihar çöküyor bütün birahanelere
Bu kentin künyesi bellidir artık ve susuşun
İsyan olur milyon kere, hiç bilmez miyim
Sokul yanıma sen, ellerin sımsıcak kalsın
Devriyeler basıyor karartılmış evleri yine
Gidersen yıkılır bu kent kuşlar da ölür
Bir tufan olurum sustuğun her yerde...
~Huzurum~
...Şair'in;
"Oturur soluksuz izlerim Seni,
en güzel manzaramsın"
dediğisin işte.....❤️
28.01.2024
71 notes · View notes
ysfogzdgrz51 · 1 year
Text
Küçük şeyler iliştirdim sabaha...
Gamzeli bir gülüş,
Biraz çay, biraz kahve kokusu...
Az kuş sesi,
Bol şekerli umutlar...
Satır arası mutluluklar,
Ve noktasız cümleler...
Mutlu, umutlu, sevgi dolu.
GÜNAYDIN Dostlar ☕
Tumblr media
Hayata kaldığın yerden sarılmayı
yalnızca yaşadığın şeyleri kabullenerek başarıyorsun...
Çünkü ne yaparsan yap bütün yollar yalnızca olacağına varıyor...
Tumblr media
132 notes · View notes
kur-an-ve-risalei-nur · 5 months
Text
Tumblr media
⭐⭐⭐⭐⭐
Uçmayı öğrenmeden göçmeye mecbur kalmış yaralı bir kuş gibi kalbimiz, bu yüzden kanadı kırık serçe ürkekliğimiz...
Elimi kalbime koyuyor ve diyorum ki; Allah'ım mekan senin, sen toparla...
Aynı konuma, aynı insanlara, aynı eşyalara tutunup durmayı istiyoruz. bir yandan da bundan sonsuz şikayet ediyoruz. bir yandan da alışkanlıklarımızı değiştirmekten ödümüz kopuyor. Çünkü vazgeçmek zor bir eylem.
Yaşamak isteyip yaşayamadıklarının,
Yapmak isteyip yapamadıklarının,
Bütün güzel ihtimaller gözünün önünde yitip giderken kurtarmak isteyip de elin kolun bağlı bir köşede durmak zorunda olmanın verdiği bir kırgınlık vardır. Bu kırgınlığın bir "kırılma sesi" vardır.
Bu his, bu ses; insanı uykusundan uyandırır.
____________🌺💞🌸______________
🎀
26 notes · View notes