hermes-0
hermes-0
zamanın kalbinde
14 posts
Don't wanna be here? Send us removal request.
hermes-0 · 3 months ago
Text
SON BÖLÜM
Güneşin ilk ışıkları Eşitya'nın üzerine altın rengi bir huzme gibi düşerken, meydanda toplanan yüzlerce Kraliçe Ayla'nın siluetleri yavaş yavaş kaybolmaya başladı. Tıpkı sabah sisinin dağılması gibi, birer birer yok oldular.
Kral Işıkhan, şaşkınlıkla bu olayı izledi. Yanında duran gerçek Ayla'ya dönerek merakla sordu.
Kral Işıkhan: "Ayla'm... onlar... nereye gittiler?"
Ayla, kocasına sevgi dolu bir gülümsemeyle baktı. Yüzünde huzur ve bilgelik vardı.
Kraliçe Ayla: "Her hayal bir gün biter, sevgili kralım. Onlar, o zorlu günlerde Eşitya'ya umut olmak için var oldular. Görevlerini tamamladılar."
Işıkhan, Ayla'nın sözlerinin derinliğini anladı. O kopyalar, sadece Umbra'ya karşı bir ordu değil, aynı zamanda halkın sönen umutlarının yeniden alevlenmesi için birer kıvılcımdı.
Ayla, Işıkhan'ın elini tuttu ve sımsıkı sarıldılar. O an, Eşitya'nın yaşadığı kabusun sona erdiğinin, yeniden aydınlık günlerin başlayacağının mührü gibiydi.
Günler haftaları, haftalar ayları kovaladı. Umbra'nın karanlık izleri yavaş yavaş siliniyor, Eşitya halkı yaralarını sarıyordu. Tarlalar yeniden yeşeriyor, çocukların kahkahaları sokaklarda yankılanıyordu. Sanat atölyeleri yeniden renklendi, bilim okullarında meraklı zihinler evrenin sırlarını keşfetmeye devam ediyordu. Kral Işıkhan ve Kraliçe Ayla, bilge ve adil yönetimleriyle ülkeyi yeniden inşa ediyor, halklarına umut ve güven veriyorlardı.
Eşitya, o eski, mutlu ve huzurlu günlerine geri dönmeye başlamıştı. Umbra'nın karanlık gölgesi silinmiş, yerini yeniden sevginin, bilginin ve sanatın aydınlığı almıştı. Ve en önemlisi, Kral Işıkhan ile Kraliçe Ayla'nın birbirine olan sarsılmaz aşkı, Eşitya'nın kalbinde sonsuza dek parlamaya devam ediyordu. Çünkü onlar biliyorlardı ki, en karanlık gecenin ardından bile, mutlaka bir sabah güneşi doğardı. Ve Eşitya, bu yeni güne umutla, sevgiyle ve birliktelikle merhaba diyordu.
11 notes · View notes
hermes-0 · 3 months ago
Text
13. BÖLÜM
Gecenin karanlığı çöktüğünde, Umbra'nın bebek dolu odasında sessizlik hakim oldu. Sadece minik hıçkırıklar ve huzursuz kıpırtılar duyuluyordu. Ancak, o sessizliğin içinde mucizevi bir olay gerçekleşmek üzereydi.
Yüzlerce bebeğin arasından bir tanesi, aniden bir ışık huzmesiyle parlamaya başladı. Minik bedeni saniyeler içinde hızla büyüdü, uzuvları belirginleşti, yüz hatları şekillendi. Ve birkaç dakika sonra, bebeklerin arasında tanıdık bir siluet belirdi: Kraliçe Ayla.
Ayla, Umbra'nın onu öldürdüğünü sandığı o korkunç andan sonra, bilincini kaybetmemişti. Yıllarca laboratuvarında yaptığı gizli deneyler meyvesini vermişti. Kendini bir bebeğe dönüştürmeyi başarmış, ölümün kıyısından mucizevi bir şekilde geri dönmüştü. Umbra'nın askerleri onu öldürdüğünü sanarken, aslında sadece yeni bir başlangıca adım atmıştı.
Gözlerini açan Ayla, etrafındaki çaresiz bebekleri gördü. Yüreği bir kez daha acıyla burkuldu. Ama bu sefer çaresizlik yerine kararlılık hakimdi. Bu masumları kurtaracaktı.
Ayla, usulca emekleyerek diğer bebeklere yaklaştı. Küçük bir elini uzattı ve ilk bebeğin minik göbeğine dokundu. O anda, dokunduğu bebek de tıpkı kendisi gibi parlak bir ışıkla büyümeye başladı ve saniyeler içinde bir başka Kraliçe Ayla'ya dönüştü.
Şaşkınlıkla etrafına bakan yeni Ayla, durumu hemen kavradı. O da diğer bebeklerin göbeklerine dokunmaya başladı. Her dokunuşta, bir bebek daha büyüyor ve Kraliçe Ayla'nın kararlı bakışlarına sahip bir yetişkine dönüşüyordu.
Kısa bir süre içinde, Umbra'nın bebek dolu odası, yüzlerce Kraliçe Ayla ile doldu. Her biri aynı zeka, aynı cesaret ve aynı Eşitya sevgisiyle doluydu. Ayla, kendinden bir ordu kurmuştu.
O sırada, karargahın koridorlarında devriye gezen komutan, odadan gelen tuhaf ışık huzmelerini fark etti. Merakla kapıyı araladığında, gördüğü manzara karşısında dehşete kapıldı. Yüzlerce Kraliçe Ayla, kararlı bir şekilde ona bakıyordu.
Komutan ne olduğunu anlamadan, Ayla'lardan biri hızla üzerine atıldı. Kısa bir boğuşmanın ardından, Umbra'nın acımasız komutanı, kendi kraliçesinin bir kopyası tarafından etkisiz hale getirilmişti.
Kraliçe Ayla (Kopya): (Soğuk bir ifadeyle) "Umbra'nın zulmü sona erecek."
Yüzlerce Ayla, tek bir vücut gibi hareket ederek karargahın dışına doğru akın etmeye başladı. Amaçları belliydi: Umbra'yı durdurmak, Işıkhan'ı kurtarmak ve Eşitya'ya yeniden umut getirmek. Gecenin karanlığında, Kraliçe Ayla'nın ordusu, adalet için savaşmaya hazırdı.
6 notes · View notes
hermes-0 · 3 months ago
Text
12.BÖÜM
Komutan, Kraliçe Ayla'nın cansız bedenini geride bırakarak, askerleriyle birlikte ormanın derinliklerine doğru ilerledi. Kolları arasındaki on beş minik can, kaderlerinin karanlığından habersiz, çaresizce ağlıyordu. Ormanın uğultusu, bebeklerin feryatlarına karışarak iç ürpertici bir melodi oluşturuyordu.
Nihayet, ağaçların seyrekleştiği bir alana geldiler. Burası, Umbra'nın karargahıydı. Kayalıkların arasına gizlenmiş, ürkütücü bir yapıydı. Komutan, askerleriyle birlikte içeri girdi. Umbra, karanlık ve kasvetli odasında onları bekliyordu.
Komutan: (Saygıyla eğilerek) "Emriniz yerine getirildi, efendim. Kraliçe öldü."
Umbra'nın yüzünde memnun bir ifade belirdi.
Kral Umbra: "Güzel... Peki bebekler nerede?"
Komutan, başıyla kapıyı işaret etti.
Komutan: "Getirin!"
Kapı açıldı ve iki asker, kollarında ağlayan bebeklerle içeri girdi. Umbra'nın gözleri, minik bedenleri görünce parladı.
Kral Umbra: "Mükemmel... Mükemmel!"
Umbra, askerlere işaret etti.
Kral Umbra: "Bunları da diğerlerinin yanına koyun."
Askerler, bebekleri Umbra'nın işaret ettiği yöne doğru taşıdılar. Umbra, ayağa kalkıp pencereye doğru yürüdü. Dışarıda, karanlık ve tehditkar bir manzara hakimdi.
Kral Umbra: (Kendi kendine, şeytani bir gülümsemeyle) "Artık... mükemmel ordumuz için hazırız. Bu minik bedenler, benim irademle şekillenecek, dünyayı titretecekler!"
Umbra, askerlerin bebekleri bıraktığı odaya doğru yürüdü. İçeride yüzlerce minik bebek, ağlayarak ve çaresizce yatıyordu. Umbra, son getirilen on beş bebeğin de onların arasına bırakılışını izledi. Sonra, tatmin olmuş bir ifadeyle odadan çıktı.
Kral Umbra: (Komutanına dönerek) "Hazırlıklara başlayın! Bu bebekler büyüdüğünde, onlara nasıl itaat edeceklerini öğreteceğiz. Onları, benim karanlık ordumun en acımasız neferleri yapacağız!"
Umbra'nın kahkahası, karargahın duvarlarında yankılanarak, Eşitya'nın üzerine çöken karanlığın ve umutsuzluğun simgesi gibiydi. Yüzlerce masum bebek, bir canavarın hırsları uğruna feda edilmişti. Eşitya için artık hiçbir umut ışığı kalmamıştı. Sadece acı, gözyaşı ve karanlık bir gelecek vardı.
4 notes · View notes
hermes-0 · 3 months ago
Text
11.BÖLÜM
Umutsuzluğun gri örtüsünü aralayan Kraliçe Ayla'nın kararlı sesi, Eşitya meydanını doldurmuştu. Halkın yüreklerinde yeşeren cılız umut filizleri, Umbra'nın karanlık gözlerinden kaçmamıştı. Meydandaki kalabalığı gören nöbetçi askerler, derhal efendilerine haber uçurmuşlardı.
Umbra, ne olup bittiğini anlamak için bir grup askeriyle birlikte sessizce meydanın yakınlarına geldi. Ağaçların ve binaların gölgesinde gizlenerek, Kraliçe Ayla'nın coşkulu konuşmasını dinlediler. Umbra'nın yüzünde önce şaşkınlık, sonra ise alaycı bir ifade belirdi.
Kral Umbra: (Kendi kendine, kısık bir sesle) "Demek kraliçe hala direniyor ha? Bu zavallı halkı boş umutlarla avutuyor. Ne kadar da naif..."
Ayla'nın sesi yükseldiğinde, Umbra alaycı bir kahkaha patlattı.
Kral Umbra: (Askerlerine dönerek) "Hadi gidelim. Bu komediyi daha fazla izlemeye gerek yok. Zavallı kraliçe, boş hayaller kurmaya devam etsin."
Umbra ve askerleri, sessizce meydandan uzaklaştılar. Ancak Umbra'nın zihninde karanlık bir plan şekilleniyordu. Yanına komutanını çağırdı.
Kral Umbra: "Komutan! Dinle beni. Kraliçe, o bebekleri aldıktan sonra... onu öldürün."
Komutan, efendisinin acımasız emri karşısında tereddüt etmedi.
Komutan: "Emriniz olur, efendim."
Umbra, sinsi bir gülümsemeyle devam etti.
Kral Umbra: "Ve ona son bir haber gönderin. Son kez bebekleri getirsin. Sonra... Eşitya halkını 'özgür' bırakacağım deyin. Bakalım bu yalanına inanacak mı?"
Bir sonraki ay geldiğinde, Kraliçe Ayla, her zamanki gibi kolları arasında titreyen on beş masum bebekle ormanın girişindeki kayalıklara geldi. Ancak bu sefer bir farklılık vardı. Umbra'nın askerleri oradaydı ama... Işıkhan yoktu.
Ayla'nın kalbi korkuyla sıkıştı. Gözleri etrafta sevdiği adamı aradı.
Kraliçe Ayla: (Endişeyle) "Işıkhan nerede? Neden onu getirmediniz?"
Askerlerin komutanı, soğuk ve duygusuz bir ifadeyle cevap verdi.
Komutan: "Onu getiremedik, kraliçe. Ama... sizi ona götürelim. Olur mu?"
Ayla'nın yüzünde bir umut ışığı belirdi. Aylardır süren hasretin ardından, sevdiği adama kavuşma ihtimali onu heyecanlandırdı.
Kraliçe Ayla: "Gerçekten mi? Beni Işıkhan'a götürün! Ne olur, götürün beni ona!"
Komutan, başını salladı. Ayla, askerlerin arasına doğru bir adım attı. Tam o sırada, komutan ani bir hareketle kılıcını çekti. Metalin soğuk parıltısı, Ayla'nın şaşkın bakışlarıyla buluştu.
Kraliçe Ayla: (Anlamaz bir ifadeyle) "Ne... ne yapıyorsunuz?"
Komutanın yüzünde en ufak bir pişmanlık belirtisi yoktu. Silahını kaldırdı ve acımasızca tetiği çekti.
Komutan: (Soğuk bir sesle) "Üzgünüm, kraliçe. Yerimiz yok."
Bir patlama sesi... Ve Kraliçe Ayla, yere yığıldı. Gözlerinde son bir şaşkınlık ifadesi kaldı. Kolları arasındaki bebekler çığlık çığlığaydı. Umbra'nın acımasız planı kusursuz bir şekilde işlemişti. Eşitya'nın son umudu da sönmüştü. Artık, karanlığın hüküm sürdüğü, umutsuzluğun kol gezdiği bir diyardı. Bebeklerin çığlıkları, ormanın sessizliğini yırtan son feryatlar oldu.
5 notes · View notes
hermes-0 · 3 months ago
Text
10.BÖLÜM
Aylar süren çaresizlik ve acının ardından, Kraliçe Ayla'nın yüzündeki solgunluk derinleşmiş, omuzları umutsuzluğun ağırlığıyla çökmüştü. Ancak, kalbinin derinliklerinde hala sönmemiş bir ateş koru vardı: Eşitya'ya duyduğu sevgi ve halkına karşı hissettiği sorumluluk.
Bir sabah, güneşin ilk ışıkları henüz sisli vadileri tam olarak aydınlatmamışken, Ayla, titrek adımlarla sarayın büyük meydanına çıktı. Etrafında toplanan halkın yüzlerindeki aynı solgunluk, aynı umutsuzluk okunuyordu. Gözlerindeki yaşlı ifade, Eşitya'nın yaşadığı acının aynası gibiydi.
Ayla, derin bir nefes aldı. Boğazındaki düğümü yutkunarak çözmeye çalıştı. Titrek sesi, meydanın sessizliğini yırttı.
Kraliçe Ayla: "Sevgili Eşitya halkı..."
Sesi, rüzgarda savrulan bir yaprak gibiydi. Halk, merak ve çaresizlik içinde ona döndü.
Kraliçe Ayla: (Sesini biraz daha yükselterek) "Biliyorum... biliyorum ki kalpleriniz kırık, umutlarınız tükenmiş durumda. Günlerdir, haftalardır, aylardır süren bu kabus... hepimizi derinden yaraladı."
Gözleri, meydandaki her bir yüzü tek tek taradı. Anaların gözlerindeki yaşları, çocukların korku dolu bakışlarını gördü.
Kraliçe Ayla: "Ben de sizin gibi acı çekiyorum. Sevdiğim adamın esareti, her ay gözlerimin önünde çalınan masum canlar... bu yük çok ağır. Geceler boyu uyuyamadım, gündüzler boyu çaresizlik içinde kıvrandım."
Bir an duraksadı. Gözlerinden bir damla yaş yanağına süzüldü. Ama hemen kendini toparladı.
Kraliçe Ayla: (Daha kararlı bir sesle) "Ancak... bir şeyi asla unutmadım. Biz Eşitya halkıyız! Biz, zorluklar karşısında eğilmeyen, umudunu asla kaybetmeyen bir milletiz! Kalplerimizde sevgi, ruhumuzda bilgelik ve ellerimizde çalışma azmi var!"
Halk arasında hafif bir fısıltı yayıldı. Yüzlerdeki umutsuz ifade yavaş yavaş yerini bir merak kıvılcımına bırakıyordu.
Kraliçe Ayla: "Umbra, bize korkuyu aşılamaya çalışıyor. Bizi çaresizliğe sürüklemek istiyor. Ama biz buna izin vermeyeceğiz! Bizim içimizde, bu karanlığı yenecek kadar güç var! Bizim kalplerimizde, yeniden yeşerecek kadar umut var!"
Sesi, meydanda yankılanıyordu. Sanki rüzgar, kraliçenin kararlılığını tüm Eşitya'ya taşıyordu.
Kraliçe Ayla: "Bu kötü günler sona erecek! El ele vereceğiz, omuz omuza duracağız ve bu zulme karşı direneceğiz! Bilgimizle, zekamızla, cesaretimizle Umbra'nın karanlık planlarını bozacağız! Işıkhan'ımızı geri alacağız! Çalınan bebeklerimizin hesabını soracağız! Ve Eşitya, yeniden o mutlu, o huzurlu günlerine dönecek!"
Kraliçe Ayla'nın sözleri, umutsuzluğun karanlığını yaran bir ışık huzmesi gibiydi. Halkın yüzlerinde yavaş yavaş bir kararlılık belirmeye başladı. Gözlerindeki yaş yerini bir mücadele azmine bırakıyordu. Belki de, bunca acının ardından, içlerindeki o sönmeyen umut kıvılcımı yeniden alevleniyordu. Kraliçelerinin sözleri, onlara yeniden inanma, yeniden mücadele etme gücü vermişti. Eşitya halkı, o solgun yüzlerine rağmen, kraliçelerinin etrafında kenetlenmeye başlıyordu. Bu kötü günler bitecekti. Buna inanmak istiyorlardı.
4 notes · View notes
hermes-0 · 3 months ago
Text
9.BÖLÜM
Günler, Eşitya'nın üzerine çöken kara bir örtü gibi geçti. Kraliçe Ayla, her geçen gün biraz daha soluyor, umutsuzluğun derinliklerinde kayboluyordu. Ancak, içindeki küllenmiş de olsa bir umut kıvılcımı, sevdiği adamı bir an olsun görebilme arzusuyla her ay onu ormanın girişindeki o lanetli kayalıklara sürüklüyordu.
Her ayın o kara gününde, Ayla, kolları arasında titreyen masum bebeklerle ormanın girişine gelir, kalbi acıyla sıkışarak Umbra'nın askerlerini beklerdi. Ağlayan bebeklerin çığlıkları, Eşitya'nın feryadı gibi yankılanırdı.
Nihayet, karanlık ormanın derinliklerinden at sesleri duyulur, Umbra'nın zırhlı askerleri belirirdi. Ve onların arasında, bitkin ve solgun yüzüyle Kral Işıkhan...
O beş dakika... Ayla için bir ömür gibiydi. Göz göze gelirler, birbirlerine fısıltıyla güç vermeye çalışırlardı.
Kraliçe Ayla: (Gözleri yaşlarla dolu) "Işıkhan'ım... nasılsın?"
Kral Işıkhan: (Zayıf bir gülümsemeyle) "Sen iyi misin Ayla'm? Bu minik canlara iyi bakıyor musun?"
Kraliçe Ayla: "Elimden geleni yapıyorum. Ama... bu acı dayanılır gibi değil."
Kral Işıkhan: "Biliyorum... ama dayanmalısın Ayla. Eşitya'nın sana ihtiyacı var. Bu karanlık sona erecek. Buna inanmalısın."
Bebeklerden biri ağlamaya başlardı. Zaman tükeniyordu. Umbra'nın askerlerinin sabırsız homurtuları duyulurdu.
Umbra'nın Askerlerinden Biri: "Vakit doldu, kraliçe! Bebekleri verin!"
Ayla'nın kalbi bin parçaya ayrılırdı. Kollarındaki minik bedenlere son bir kez sımsıkı sarılır, gözyaşları yanaklarından süzülürdü.
Kraliçe Ayla: (Çaresizce) "Lütfen... onlara zarar vermeyin."
Askerler, acımasızca bebekleri Ayla'nın kollarından alırlardı. Minik çığlıklar, ormanın derinliklerinde yankılanır, Ayla'nın yüreğini dağlardı.
Sonra, Işıkhan'ı da aralarına alırlar, Ayla'nın feryatları arasında karanlık ormanın içinde kaybolup giderlerdi. Ayla, uzun süre o noktada kalır, gözyaşları toprağa karışırken, sevdiği adamın ve masum bebeklerin yok oluşunu çaresizce izlerdi.
Her gidişlerinde, Eşitya'nın umudu biraz daha tükenir, hüzün ve kasvet ülkenin her köşesine sinerdi. Geceler sessizliğe bürünür, gündüzler ise acının ağırlığıyla geçmek bilmezdi. Halk, korku ve çaresizlik içinde yaşamaya çalışırken, Kraliçe Ayla'nın kalbindeki yangın her geçen gün daha da büyüyordu. Artık sadece sevdiği adamı kurtarmak değil, aynı zamanda çalınan umudu geri getirmek, Eşitya'yı bu karanlıktan kurtarmak için bir şeyler yapması gerektiğinin bilincindeydi. Ama ne yapacağını hala bilmiyordu. Çaresizlik ve öfke arasında gidip geliyordu.
5 notes · View notes
hermes-0 · 3 months ago
Text
8.BÖLÜM
Umbra, ele geçirdiği sarayın büyük salonunda, etrafına topladığı askerlerine kin ve nefret dolu bir konuşma yapıyordu. Yüzünde şeytani bir gülümseme, sesinde ise mutlak bir hakimiyet vardı.
Kral Umbra: "Dinleyin beni, karanlığın hizmetkarları! Bu zavallı Eşitya halkı, artık benim iradem altında inleyecek! Onların o sahte mutlulukları, o yapmacık huzurları sona erdi!"
Askerler, liderlerinin her kelimesinde daha da vahşileşerek, kılıçlarını havaya kaldırıp naralar atıyorlardı.
Kral Umbra: "Kraliçelerine de iletin! Her ay, on beş taze can getirecekler bana! En savunmasızlarını, en kıymetlilerini! Bu, benim onlara bahşettiğim 'yaşam'ın bedeli olacak!"
Umbra, sözlerini bitirdikten sonra, gözlerini etrafta toplanmış askerlerinin üzerinde gezdirdi. Ardından, acımasız bakışları bir noktaya takıldı. Yere diz çökmüş, elleri bağlı bir şekilde duran Kral Işıkhan'a doğru yürüdü.
Kral Umbra: (Alaycı bir ifadeyle) "Bakın hele! Eşitya'nın 'ışık' saçan kralı! Şimdi karanlığın gölgesinde çürüyeceksin!"
Işıkhan, başını dik tutmaya çalışsa da, yüzündeki çaresizlik okunuyordu.
Kral Işıkhan: (Titrek bir sesle) "Sen... sen bu yaptıklarının bedelini ödeyeceksin Umbra!"
Umbra kahkahayla güldü.
Kral Umbra: "Ödeyecek olan sensin! Ve senin o kibirli kraliçen! Ona deyin ki, her ay on beş bebeği ormanın girişindeki o lanetli kayalıklara getirecek! Geldiği her seferinde, senin hala nefes aldığını görecek!"
Umbra, Işıkhan'ın yüzüne eğildi ve tehditkar bir fısıltıyla devam etti.
Kral Umbra: "Ama eğer gelmezse... ona senin cesedini ve bu güzelim ülkenin nasıl yerle bir olduğunu göstereceğim! Anladı mı beni?"
Umbra, askerlerine döndü.
Kral Umbra: "Haydi! Bu haberi o titrek kalpli kraliçeye ulaştırın! Ve hazırlanın! İlk 'vergimizi' almaya gideceğiz!"
Umbra ve askerleri, Işıkhan'ı da aralarına alarak, saraydan dışarı çıktılar. Halkın feryatları, annelerin çaresiz gözyaşları arasında, ormanın karanlık ve tekinsiz derinliklerine doğru ilerlediler. Işıkhan'ın umutsuz bakışları, geride bıraktığı yıkımın ve çaresizliğin simgesi gibiydi.
Eşitya'nın üzerine artık kara bir perde inmişti. Umut yerini korkuya, neşe yerini hüzne, aydınlık yerini kasvetli bir karanlığa bırakmıştı. Gökyüzü bile sanki bu acıya ortak oluyor, gri bulutlar altında boğucu bir sessizliğe bürünüyordu. Eşitya için artık umutsuz, hüzünlü ve kasvetli günler başlamıştı. Her yeni doğan bebek, annesinin gözünde bir sevinç değil, Umbra'nın karanlık ordusuna sunulacak bir kurban anlamına geliyordu. Yaşayan her kalp, sevdiklerinin akıbeti için endişeyle çarpıyordu. Eşitya'nın o mutlu ve kusursuz günleri, artık acı birer hatıradan ibaretti.
6 notes · View notes
hermes-0 · 3 months ago
Text
7.BÖLÜM
Umbra'nın karanlık emelleri, Eşitya'nın üzerine çöken bu kabusun ardındaki dehşet verici gerçeği gün yüzüne çıkarıyordu. Onun tek gayesi, yeryüzünde kötülüğün hüküm sürmesiydi. Eşitya ise, bu karanlık hedefe ulaşmak için sadece bir araçtı.
Umbra'nın asıl planı, Eşitya'da doğan masum bebekleri kendi sapkın ideolojisi doğrultusunda yetiştirerek, kendisine mutlak surette itaat edecek acımasız bir ordu yaratmaktı. Bu ordu, Umbra'nın karanlık hakimiyetini tüm dünyaya yaymasının en önemli silahı olacaktı.
Kral Umbra (Kendi kendine, sinsi bir gülümsemeyle): "Bu topraklardan yükselecek olan yeni nesil, benim irademle şekillenecek. Onların minik kalplerine korkuyu, itaatkarlığı ve nefreti ekeceğim. Büyüdüklerinde, dünyayı titretmeye yetecek bir orduya dönüşecekler. Benim 'Askerlerim' olacaklar!"
Umbra'nın bu şeytani planı, Ayla'nın yüreğine saplanan bir hançer gibiydi. Bebekler... Eşitya'nın geleceği, umudun sembolleri... Şimdi ise, bir canavarın karanlık ordusunun neferleri olmaya zorlanacaklardı.
Kraliçe Ayla (İçinden, çaresizce): "Hayır... buna izin vermeyeceğim. Ne pahasına olursa olsun, bu masumları koruyacağım. Işıkhan... sen de dayanın. Bu kabustan uyanacağız. Birlikte..."
Ayla'nın zihninde, Umbra'nın acımasız sözleri yankılanıyordu: "Askerlerime vergi olarak bebek vereceksiniz!" Bu emir, sadece bir tehdit değil, aynı zamanda Eşitya'nın ruhuna, en temel değerlerine yapılmış bir saldırıydı. Annelik, sevgi, şefkat... Umbra, bunların hepsini ayaklar altına almayı hedefliyordu.
Askerlerin bot sesleri sarayın koridorlarında yankılanırken, Ayla'nın umutsuzluğu daha da derinleşiyordu. Çaresizlik içinde kıvranırken, aklına bir fikir geldi. Bilgi... Kraliçe Ayla, bilimin gücüne inanıyordu. Belki de Umbra'nın bu karanlık planına karşı koymanın bir yolu, onun zayıf noktalarını keşfetmekti.
Kraliçe Ayla (Kendi kendine, kararlılıkla fısıldayarak): "Umbra... senin bu kötülüğüne bir son vereceğim. Eşitya düşmeyecek! Ben düşmeyeceğim!"
O an, Ayla'nın gözlerinde yeni bir ışıltı belirdi. Korkunun yerini yavaş yavaş kararlılık alıyordu. Sevdiği adamı kurtarmak, halkını korumak ve bu karanlık tehdidi ortadan kaldırmak için bir yol bulmalıydı. Bilimi, zekasını ve Eşitya'nın sarsılmaz ruhunu kullanarak Umbra'ya karşı savaşacaktı. Bebekleri asla ona teslim etmeyecekti.
7 notes · View notes
hermes-0 · 3 months ago
Text
6.BÖLÜM
Saatler kabus gibi geçmişti. Şafak sökmüş olsa da, Eşitya'nın üzerine çöken karanlık dağılmamıştı. Sarayın koridorlarından gelen ayak sesleri ve emir komuta sesleri, umutsuzluğun yankıları gibiydi. Kraliçe Ayla, sarayın bir köşesine sinmiş, ne yapacağını bilemez bir haldeydi. Gözlerinde korku ve çaresizlik dans ediyordu.
Birden, aşağıdan, kalın ve kötücül bir ses yankılandı. Bu ses, sanki taş duvarları bile titretiyordu.
Kral Umbra (Bağırarak): "Duyun beni, Eşitya halkı! Ben Kral Umbra! Artık bu topraklara ben hükmedeceğim! Bundan sonra bana itaat edeceksiniz!"
Ayla, duyduğu bu korkunç sesle irkildi. Demek ki bu işgalin bir lideri vardı. Ve bu adam, kendini kral ilan ediyordu. Çaresizliğin verdiği bir dürtüyle pencereye koştu ve aşağıya baktı. Taht benzeri bir sandalyede oturan, karanlıklar içindeki bir figür gördü. Etrafında zırhlı askerler, ellerinde kanlı kılıçlarla bekliyordu. Ve tam önünde, yere diz çöktürülmüş, elleri arkadan bağlanmış olan Kral Işıkhan vardı.
Kraliçe Ayla: (Fısıldayarak, gözleri yaşlarla dolu) "Işıkhan..."
Tam o sırada, Umbra, sanki Ayla'nın fısıltısını duymuş gibi yukarıya doğru döndü. Gözlerindeki acımasız ifade, Ayla'nın iliklerine kadar işledi.
Kral Umbra (Ayla'ya doğru bağırarak): "Sen! Kraliçe! Orada saklanmaya çalışma! Seni de görüyorum!"
Ayla, korkuyla geri sendeledi. Umbra'nın keskin bakışlarından kaçamıyordu.
Kral Umbra: "Dinle beni, kraliçe! Bundan böyle bu topraklarda doğan bütün bebekleri bana getireceksin!"
Ayla'nın kanı dondu. Bu duyduğu şey, en kötü kabuslarında bile aklına gelmeyecek bir vahşetti.
Kraliçe Ayla: (Çaresizlik içinde bağırarak) "Hayır! Bunu yapamazsınız! Onlar masum bebekler!"
Umbra, acımasızca güldü. Bu kahkaha, sarayın duvarlarında yankılanarak Ayla'nın umutlarını paramparça etti.
Kral Umbra: "Ya bebekler, ya da kocan ölür! Duydun mu beni, kraliçe? Askerlerime vergi olarak bebek vereceksiniz! Her doğan can, benim olacak!"
Ayla, duyduğu bu korkunç sözler karşısında dizlerinin üzerine çöktü. Gözlerinden yaşlar sel gibi akıyordu. Işıkhan'ı esir almışlardı ve şimdi de ondan, kendi halkının geleceğini yok etmesini istiyorlardı. Eşitya'ya gerçekten bir kabus çökmüştü ve Ayla, bu kabusun ortasında yapayalnızdı. Ne yapacağını, nasıl karşı koyacağını bilmiyordu. Tek bildiği, sevdiği adamın hayatının ve ülkesinin geleceğinin kendi ellerinde olduğuydu.
6 notes · View notes
hermes-0 · 3 months ago
Text
5. BÖLÜM
Gecenin huzurlu örtüsü yırtıldı. Keskin bir çığlık sesi, ardından boğuk bağrışmalar karanlığı inletti. Kraliçe Ayla, dehşetle sıçrayarak uyandı. Kalbi göğsünde bir kuş gibi çırpınıyordu. Yanında uyuyan Kral Işıkhan'ı hızla sarstı.
Kraliçe Ayla: "Işıkhan! Kalk! Bir şeyler oluyor! Bu sesler... daha önce hiç böyle bir şey duymadım."
Kral Işıkhan, uykunun sersemliğiyle gözlerini açtı. Dışarıdan gelen uğultuyu o da duyuyordu. Endişeyle doğruldu ve yataktan fırladı.
Kral Işıkhan: "Bu da ne böyle?"
Hızla yatak odasının penceresine yöneldi ve perdeyi araladı. Aşağıdaki manzara karşısında nutku tutuldu. Meşalelerin alevleri geceyi gündüze çevirmişti adeta. Eli silahlı, yüzleri maskeli adamlar sokaklarda koşuşturuyor, binalardan dumanlar yükseliyordu. Eşitya, o huzurlu, o kusursuz diyar, sanki bir anda savaş meydanına dönmüştü.
Kral Işıkhan: (Şaşkınlıkla) "Bu... bu imkansız! Eşitya'da böyle bir şey..."
Ayla da yataktan kalkmış, merak ve korku dolu gözlerle kocasının yanına gelmişti. Aşağıdaki kaosu görünce yüzü bembeyaz kesildi.
Kraliçe Ayla: "Işıkhan! Neler oluyor? Bunlar kim?"
Kral Işıkhan, bir an tereddüt etti. Ne diyeceğini bilemiyordu. Eşitya'da şiddet, isyan, kaos... bunlar onun sözlüğünde bile olmayan kelimelerdi.
Kral Işıkhan: (Gergin bir sesle) "Bilmiyorum Ayla... Gerçekten bilmiyorum."
Ayla'nın gözlerinde korku büyüdü. İlk kez, o her zaman güçlü ve kararlı bildiği kocasının çaresizliğini görüyordu.
Kraliçe Ayla: "Ama... ama bu nasıl olabilir? Bizim halkımız... onlar mutluydular, huzurluydular."
Kral Işıkhan: "Öyleydi Ayla... dün geceye kadar öyleydi."
Işıkhan, daha fazla bekleyemezdi. Halkını bu kabustan uyandırmak zorundaydı. Hızla yatak odasının kapısına yöneldi.
Kraliçe Ayla: "Nereye gidiyorsun Işıkhan?"
Kral Işıkhan: (Kararlı bir sesle) "Müdahale etmeliyim Ayla. Bu olanlara bir son vermeliyim."
Kraliçe Ayla: "Ama... ama tek başına mı? Ne ile karşı karşıya olduğumuzu bile bilmiyoruz."
Kral Işıkhan: "Başka çarem yok Ayla. Ben bu ülkenin kralıyım. Halkımı korumak benim görevim."
Hızla odadan çıktı. Ayla, titreyen elleriyle pencereye yapıştı. Aşağıdaki kargaşa, Eşitya'nın üzerine çöken kabusun dehşetini gözler önüne seriyordu. O mükemmel ülke, o huzurlu diyar, şimdi bilinmeyen bir tehdidin gölgesinde karanlığa gömülüyordu.
8 notes · View notes
hermes-0 · 3 months ago
Text
4. BÖLÜM
Gece çökmüş, Işıkkent Sarayı'nın sessizliği yatak odalarına sinmişti. Kral Işıkhan ve Kraliçe Ayla, günün yorgunluğunu üzerlerinden atarken, loş bir lamba odayı yumuşak bir ışıkla aydınlatıyordu. Işıkhan, yatağın kenarında oturmuş, Ayla'nın saçlarını okşuyordu.
Kral Işıkhan: (Hafif bir sitemle) "Biliyor musun Ayla'm, bazen düşünüyorum da... sanki bana yeterince zaman ayırmıyorsun."
Ayla, yatağın içinde yan dönerek kocasına baktı. Gözlerinde sevgi dolu bir ifade vardı.
Kraliçe Ayla: "Sevgili kralım, bütün günümüz halkımızın refahı için çalışmakla geçiyor. Ama biliyorum, bazen kendimizi sadece birbirimize ayırmak da çok önemli."
Kral Işıkhan: (Çocukça bir hayalle) "Keşke birkaç tane Ayla olsa... Bir tanesi laboratuvarda deneyler yaparken, diğeri benimle yıldızları izlese... Bir başkası da bütün gün benimle ilgilense, şiirler okusa, resimlerime hayran olsa..."
Ayla, kocasının bu tatlı hayaline gülümsedi.
Kraliçe Ayla: "Öyle mi dersin? Peki, senin için bunu yaparım. Kaç tane Ayla istersin?"
Işıkhan'ın yüzü bir anda aydınlandı. Gözleri hayret ve neşeyle parladı.
Kral Işıkhan: "Sahi mi Ayla? Gerçekten yapar mısın?"
Ayla, yatağın içinde doğrulup kollarını kavuşturdu. Yüzünde şakacı bir kızgınlık ifadesi vardı.
Kraliçe Ayla: "Ben hepinize yetişirim, sevgili kralım. Bir Ayla size de yeter de artar bile! Hem laboratuvarda evrenin sırlarını çözerim, hem sizinle en güzel yıldızları seyrederim, hem de size dünyanın en güzel şiirlerini okurum. Yeter ki siz o hayalperest düşüncelerinizden vazgeçin."
Işıkhan, Ayla'nın bu kendinden emin ve sevgi dolu sözlerine kahkahayla güldü.
Kral Işıkhan: "Benim cesur ve becerikli kraliçem! Biliyorum, sen her şeye yetişirsin. Ama bazen seni o kadar çok seviyorum ki, her anımda yanımda olmanı istiyorum."
Ayla, yataktan kalkıp Işıkhan'ın yanına oturdu. Elini tuttu ve gözlerinin içine sevgiyle baktı.
Kraliçe Ayla: "Ben de seni çok seviyorum, sevgili kralım. Ve biliyorum ki, kalbimin en derin köşesi her zaman seninle dolu. Fiziken her an yanında olamasam da, ruhum her zaman seninle."
Işıkhan, Ayla'nın elini öptü.
Kral Işıkhan: "Bu bana yeter Ayla'm. Senin sevgin ve desteğin, benim en büyük gücüm."
Birlikte yatağa uzandılar. Ay ışığı, pencereden süzülerek odayı gümüş rengine boyuyordu. Eşitya'nın mutlu ve huzurlu gecesinde, bir kralın tatlı sitemi ve bir kraliçenin sevgi dolu cevabı, onların arasındaki derin ve eşsiz bağın en güzel kanıtıydı. Onların aşkı, tıpkı Eşitya'nın kendisi gibi, kusursuz ve sonsuzdu.
9 notes · View notes
hermes-0 · 3 months ago
Text
3. BÖLÜM
Ertesi sabahın aydınlığı Eşitya'nın üzerine taptaze bir umut gibi yayılırken, Kral Işıkhan ve Kraliçe Ayla, ülkenin geleceğini şekillendiren iki önemli kurumu ziyaret etmek üzere yola koyuldular: Bilim Okulu ve Sanat Akademisi. Halkın coşkulu sevgi gösterileri eşliğinde okullara vardıklarında, çocukların merak dolu gözleri ve öğretmenlerin saygılı bakışlarıyla karşılaştılar.
İlk durakları Bilim Okulu oldu. Kraliçe Ayla, parlak gözleriyle deneyler yapan çocukların arasına karıştı. Bir sınıfta, minik bir öğrenci teleskopla gökyüzünü inceliyordu.
Kraliçe Ayla: "Merhaba küçük kaşif! Ne görüyorsun o uzaklarda?"
Minik Öğrenci: "Merhaba Kraliçem! Bugün Jüpiter'i inceliyorum. Şu gördüğünüz küçük noktacıklar da onun uyduları!"
Kraliçe Ayla: "Ne kadar harika! Unutmayın çocuklar, evren keşfedilmeyi bekleyen sonsuz bir kitap gibidir. Merakınız ve bilginizle bu kitabı okuyacaksınız."
Yan sınıfta ise Kral Işıkhan, matematik dersine dahil olmuş, tahtaya karmaşık bir geometri problemini çözmeye çalışan çocuklara yardım ediyordu.
Kral Işıkhan: "Bakın çocuklar, bu şekiller sadece çizgilerden ibaret değil. Her birinin kendine özgü bir dili, bir anlamı var. Tıpkı bir şiirin dizeleri gibi..."
Daha sonra Sanat Akademisi'ne geçtiler. Işıkhan'ın gözleri, rengarenk tuvallerin, heykellerin ve notaların arasında ışıldadı. Bir resim atölyesinde, elinde fırçasıyla bir manzara resmi yapan küçük bir kızın yanına yaklaştı.
Kral Işıkhan: "Bu renkler ne kadar canlı! Sanki Eşitya'nın ruhunu fırçana yansıtmışsın."
Minik Ressam: "Teşekkür ederim Kralım! Ben de sizin anlattığınız gibi, her rengin bir duygu taşıdığını düşünüyorum."
Edebiyat sınıfında ise Işıkhan, çocuklara en sevdiği destanlardan birini anlatmaya başlamıştı. Öyle coşkulu bir anlatımı vardı ki, zamanın nasıl geçtiğini fark etmemişti bile.
Kral Işıkhan: "...ve kahraman, ejderhanın inine doğru atını sürdü. Gökyüzü kararmış, rüzgar uluyordu. İşte tam o anda..."
Ayla, bir süre sevgiyle kocasını dinledi. Çocukların da Işıkhan'ın anlatımına nasıl kendilerini kaptırdıklarını görüyordu. Ancak dersin süresi çoktan aşmıştı. Hafifçe öksürerek dikkatini çekti.
Kraliçe Ayla: (Gülümseyerek) "Sevgili Kralım, destanınız gerçekten çok sürükleyici ama sanırım diğer sınıfları da ziyaret etmeliyiz."
Işıkhan, anlatımının en heyecanlı yerinde bölündüğü için hafifçe duraksadı. Çocuklar hayal kırıklıklarını gizleyememişlerdi.
Kral Işıkhan: "Ah, haklısın Ayla'm. Zaman ne çabuk geçiyor böyle güzel bir ortamda. Ama merak etmeyin küçük dostlarım, bu hikayenin sonunu bir dahaki sefere mutlaka anlatacağım."
Ayla, Işıkhan'ın koluna nazikçe girdi.
Kraliçe Ayla: "Hadi bakalım, sanat aşığı kralım. Yoksa bütün gün burada destan mı anlatacaksın?"
Işıkhan, Ayla'nın koluna girerken hala çocuklara dönüp anlatmaya devam ediyordu.
Kral Işıkhan: "Evet çocuklar, tam o anda kahraman kılıcını kaldırdı ve..."
Ayla, gülerek Işıkhan'ı hafifçe çekiştirmeye başladı.
Kraliçe Ayla: "Işıkhan! Geliyor muyuz? Yoksa seni burada mı bırakayım?"
Kral Işıkhan: (Sınıftan çıkarken, hala çocuklara dönük) "...ve ejderha öyle bir kükredi ki..."
Sınıfın kapısından çıktıklarında Ayla, kıkırdayarak konuştu.
Kraliçe Ayla: "Senin bu sanat aşkın bazen beni yoruyor, biliyor musun? Çocuklar bile senden daha çabuk dersten sıkıldı."
Kral Işıkhan: (Masum bir ifadeyle) "Ama Ayla'm, sanatın ve edebiyatın ruhlara dokunan bir sihri var. Onları sadece bilgiyle değil, duyguyla da beslemeliyiz."
Kraliçe Ayla: "Biliyorum, biliyorum sevgili kralım. Ama belki de ejderhanın kükremesini bir sonraki ziyarete saklasak daha iyi olur."
Birlikte gülerek bir sonraki sınıfın kapısını araladılar. Eşitya'nın geleceği olan bu pırıl pırıl zihinlere dokunmak, onlara ilham vermek, hem kral hem de kraliçe için en büyük mutluluktu. Işıkhan'ın coşkulu anlatımları ve Ayla'nın şakacı uyarıları, o gün okullarda unutulmaz anılar olarak kaldı.
7 notes · View notes
hermes-0 · 3 months ago
Text
2.BÖLÜM
Gece yarısı çoktan geçmişti. Eşitya Sarayı'nın ücra bir köşesinde, Kraliçe Ayla'nın kişisel laboratuvarının loş ışığı, yıldızlarla yarışıyordu. Masa, rengarenk sıvılarla dolu cam şişeler, parıldayan metal aletler ve üzerinde dikkatlice notlar alınmış parşömenlerle doluydu. Ayla, gözleri bir mikroskobun merceğinde, kaşları çatık bir halde yeni bir elementin özelliklerini inceliyordu. Bilimin derinliklerinde kaybolmuştu adeta.
Kapı hafifçe aralandı ve Kral Işıkhan'ın muzip yüzü göründü. Elinde küçük, mekanik bir kelebek vardı. Sessizce içeri süzüldü ve kelebeği Ayla'nın omzuna kondurdu.
Kral Işıkhan: (Fısıldayarak) "Majesteleri, gece kelebeği sizi ziyarete geldi."
Ayla, ensesinde hissettiği hafif titreşimle irkildi. Hızla arkasına döndüğünde, mekanik kelebeği görünce dudakları hafifçe kıvrıldı.
Kraliçe Ayla: (Gülerek) "Işıkhan! Yine mi sen? Bu saatte burada ne arıyorsun?"
Kral Işıkhan: "Seni merak ettim, sevgili bilim kadını. Gecenin bu vaktinde hala deney tüpleriyle mi flört ediyorsun?"
Işıkhan, masanın kenarına yaslanıp kollarını kavuşturdu. Gözlerinde sevgi dolu bir ışıltı vardı.
Kraliçe Ayla: "Flört değil, Işıkhan'ım. Evrenin sırlarını çözmeye çalışıyorum. Az önce çok ilginç bir reaksiyon gözlemledim."
Ayla, heyecanla mikroskoptan uzaklaştı ve bir tüpteki parlak mavi sıvıyı kocasına gösterdi.
Kraliçe Ayla: "Bak, bu yeni keşfettiğim bir elementin iyonlaşmış hali. Işıkla etkileşimi inanılmaz!"
Işıkhan, tüpe yaklaşıp merakla inceledi.
Kral Işıkhan: "Gerçekten büyüleyici. Ama bu kadar yoğun çalışmak sağlığına zarar vermez mi, sevgili kraliçem?"
Tam o sırada, Işıkhan cebinden küçük, ipeksi bir örümcek çıkardı ve Ayla'nın önündeki parşömenlerin üzerine bıraktı.
Kraliçe Ayla: (Hafifçe irkilerek) "Işıkhan! Ne yapıyorsun?"
Kral Işıkhan: (Masum bir ifadeyle) "Laboratuvarına biraz canlılık katmak istedim. Belki yeni keşiflerin için ilham verir."
Ayla, sahte bir öfkeyle gözlerini devirdi. Ama dudaklarındaki gülümseme engel olunamıyordu.
Kraliçe Ayla: "Senin bu küçük 'sürprizlerin' bazen beni çileden çıkarıyor biliyor musun?"
Kral Işıkhan: "Ama sonra dayanamayıp gülüyorsun, değil mi? Benim güzel, bilime aşık kraliçem."
Işıkhan, Ayla'ya yaklaşıp elini tuttu. Parmaklarını okşarken gözlerinin içine sevgiyle baktı.
Kral Işıkhan: "Biliyorum, bu deneyler senin için çok önemli. Ama unutma ki, benim için en değerli keşfim sensin."
Ayla'nın yüzündeki sahte kızgınlık yerini yumuşak bir tebessüme bıraktı. Elini Işıkhan'ın yanağına koydu.
Kraliçe Ayla: "Sen de benim için en değerli sanat eserisin, sevgili kralım. Ama bazen bu sanat eseri, bilimsel çalışmalarımı sabote etmeye çalışıyor."
Kral Işıkhan: "Belki de sadece biraz dikkatini dağıtmak istiyorumdur. Bütün gün o karmaşık denklemlerle uğraşıyorsun. Biraz da benimle ilgilenmelisin."
Işıkhan, Ayla'nın beline sarılıp onu kendine doğru çekti.
Kral Işıkhan: "Ne dersin, biraz ara verip yıldızları mı izlesek? Belki de evrenin sırları, laboratuvarın duvarları arasında değil, sonsuz boşluktadır."
Ayla, kocasının gözlerindeki sevgiye kayıtsız kalamadı. Yorgunluğunu unutup gülümsedi.
Kraliçe Ayla: "Haklısın. Belki de biraz hava almak iyi gelir."
El ele, laboratuvardan çıktılar. Gece gökyüzü, binlerce parlayan yıldızla onları karşılıyordu. Eşitya'nın kusursuzluğunun altında, bir kraliçenin bilime olan tutkusu ve bir kralın şakacı sevgisi, tıpkı yıldızlar gibi parlamaya devam ediyordu.
7 notes · View notes
hermes-0 · 3 months ago
Text
1.BÖLÜM
Güneşin ilk ışıkları, Eşitya'nın yemyeşil vadilerini altın rengine boyarken, başkent Işıkkent'in mermer kuleleri parıldıyordu. Bu diyarda, her bir kalp huzurla atar, her bir yüz tebessümle aydınlanırdı. Çünkü Eşitya, kusursuzluğun ve mutluluğun hüküm sürdüğü bir ütopyaydı. Bu eşsiz ülkenin kalbinde ise, bilge ve adil Kral Işıkhan ile zeki ve zarif Kraliçe Ayla'nın aşkı, tıpkı sabah güneşi gibi her şeyi ısıtıp aydınlatıyordu.
Bir sabah, sarayın göz kamaştırıcı bahçesinde, Kraliçe Ayla elinde karmaşık bir gök haritasıyla derin düşüncelere dalmıştı. İpeksi elbisesinin etekleri çiy taneleriyle ıslanırken, gözleri uzak yıldızların gizeminde kaybolmuştu. O sırada, Kral Işıkhan, elinde taze açmış bir nilüferle sessizce yanına yaklaştı.
Kral Işıkhan: "Günaydın, kalbim. Yine evrenin sırlarına mı daldın?"
Ayla, kocasının sıcak sesini duyunca gülümsedi. Gözlerindeki bilim aşkı, Işıkhan'ın sevgi dolu bakışlarıyla birleşince bambaşka bir ışıltıya büründü.
Kraliçe Ayla: "Günaydın, sevgili kralım. Evet, Samanyolu'nun ötesindeki galaksileri düşünüyorum. Kim bilir, belki de bizim Eşitya'mız gibi nice mutlu diyarlar vardır o sonsuz boşlukta."
Kral Işıkhan: "Senin bu merakın hayranlık uyandırıcı, Ayla'm. Benim aklım ise bu sabah, sarayımızın yeni konser salonu için düşündüğüm akustik düzenlemelerde. Sesin en saf haliyle yankılanması, ruhları okşaması ne güzel olurdu değil mi?"
Kraliçe Ayla: "Elbette, Işıkhan'ım. Bilim ve sanat, bir kuşun iki kanadı gibidir. Biri olmadan diğeri eksik kalır. Senin sanat aşkın, halkımızın ruhunu besliyor. Benim bilim tutkum ise, onlara yeni ufuklar açıyor."
O sırada, bahçede oynayan çocuklar neşeyle kahkahalar atıyorlardı. Onların bu saf mutluluğu, kral ve kraliçenin yüzlerindeki tebessümü daha da derinleştirdi.
Kral Işıkhan: "Bak Ayla, işte Eşitya'nın gerçek zenginliği. Yüzlerindeki bu ışıltı, kalplerindeki bu huzur... Bizim en büyük eserimiz, işte bu mutlu insanlar."
Kraliçe Ayla: "Doğru söylüyorsun, Işıkhan'ım. Ve bu mutluluğun kaynağı, bizim onlara duyduğumuz sevgi ve adalet. Onlar da bize aynı sevgi ve bağlılıkla karşılık veriyorlar."
Akşam olduğunda, Işıkkent'in meydanı şenlik sesleriyle yankılanıyordu. Halk, hasat bayramını kutlamak için bir araya gelmişti. Kral Işıkhan, elinde bir lirle en güzel ezgilerini çalarken, Kraliçe Ayla da yıldızların altında onlara evrenin sırlarını anlatıyordu. Herkesin gözünde, bu iki eşsiz insan, sadece birer hükümdar değil, aynı zamanda birbirine sonsuz bir aşkla bağlı iki sevgiliydi. Onların bu derin ve samimi aşkı, tüm Eşitya halkının kalplerine umut ve neşe serpiyordu.
Eşitya, gerçekten de bir ütopya gibiydi. Ama bu mükemmellik, ne sihirle ne de tesadüfle oluşmuştu. Bu, Kral Işıkhan'ın adil yönetimi, Kraliçe Ayla'nın bilime olan tutkusu ve en önemlisi, onların birbirine olan sarsılmaz aşkıyla yoğrulmuştu. Onların aşkı, Eşitya'nın kalbinde sonsuza dek parlayacak bir ışık huzmesiydi.
9 notes · View notes