#yıkım hali
Explore tagged Tumblr posts
Text
Cürüm
Düzen cürmün kılınıyor. Cürüm bir biçimde bu hayattaki duruş / yönelim olarak onanıyor her şekilde. Mutlak doğruları hep / her dem yanlışlardan seçen bir memleketin olumlanan değil olumsuzluğun istikametinde cürmü öncelemesinin yıkıcı halidir misal mesele. Açık, aleni bir halde her türlü yozluğun, insanlık dışı halin, eziyet ve terörün gerçek kılındığı ol hak, bu hürriyet, şu hukuk mesellerinin mecazen dahi hakikatte yer kalmadığı bir zeminde düzen cürmü bir açılım kılıyor. Yol verdikleriyle birlikte bir cerahat temsili güncelliğinde hayat ayaklar altına alınıyor. Ulu orta sunulanlar, birbiri ardına hakikat kılınan hamlelerle birlikte bir sarmal inşa ediliyor. Makus kader denilerek geçiştirilen şeyin, -coğrafya keder benzetmesinin hakikate evrimi o sarmal içerisinde imal edilenlerin yekununda cürmün ta kendisiyle var ediliyor. Nereye bakarsanız, nasıl ederseniz edin her anlamda bir çürümeyi gerçekliğe ulaştıran ülkede yaşam ediminin / eyleminin kapsamı daraltılıyor.
Uçuyoruz, kaçıyoruz, yükseliş ya da şahlanışın tam da ortasındayız derken kuru gürültü gündem dolgularının arasında cürmün varlığı kalıcı kılınıyor. Ondan el alarak yinelenen her hamleyle gündelik delik deşik bir arbedeye dönüşüyor. Bütünüyle arbedeler sarmalını gerçek kılan bir erkanı muktedir eliyle ne yaralar konuşulabiliyor, ne de en ufak bir yarayı iyi etmek söz konusu kılınıyor. Bir biçimde ekonomik çökertmenin tam da ortasına terk-i diyar olunmuş hayatların, dibe en dibe çekilmiş olagelenlerin birbirilerine kırdırılmalarına devam olunan bir düzlem var ediliyor, ne eksik ne mübalağa. Cerahati, kötülüğü, bet ve en fecisi de cürmü önceleyen her ne varsa buna sahip çıkılan bir yerin binasında yıkıcılığı rehber edinenlerin önünü açan bir iklim hakikatimiz kılınıyor. Ekonomik cendereden belli başlı tüm sorunların ana odağı kılınan, kimi kaynakların da ısrarla nefretle işaretlemelere doymadığı mülteci sorunu genel geçer değil, can yakıcı bir cürmün ta kendisiyle yeniden bu ülkenin asal gündemi kılınır.
Bir pogrom 30 Haziran – 1 Temmuz arasında Kayseri başta olmak üzere, Antep, Adana, Antakya, İstanbul ve çeperindeki illerde var edilir. Yaşamsal olanın muhafazası bir yana çoktandır terk edilmiş bir düzlemde, sebep aramaya hacet kalmaksızın bir çocuğun tacize uğradığı iddiasından sonra çıkagelen ol yıkıcılık / cürüm ekseni zaten halihazırda varlığı tescil olunmuş cürmün de istikametini görünür kılar. Amasız, fakatsız bir kötülüğün var edilmesine dair muallak hal korunurken, yıldırıyı / terörün ta kendisiyle ötekilerden hesap sorma çabasının birleştiği bir zeminde adalet mefhumu da sizlere ömür kılınır. Biteviye ol çocuğun hakkının savunulması değildir artık mesele, adaletin tecelli etmesi için bir baskı oluşturmak değildir gaile. Binlerce yıldır bir göçerler yurdu olagelen, buralı olan pek çok halkın köklerinin kazıldığı bir zemini yeniden var edebilmek, bunu modern zamanların tam da ortasında imal etmek adına sürgit yinelenen bir cerahat nükseder. Sonrası komple yıkımındır. Tacize uğrayan çocuğun akıbetine dair tek satır bir resmi açıklama yoktur ya da ne olmuştur mefhumuna dair en ufak bir açıklama gailesi. Çocuğu taciz ettiği bildirilen şahsın tutuklanmasının ardı muallak konulur. Kent çeperleri karışmış, insanlar birbirine saldırır olmuş, dert bilinmeyendir. Böyledir cürmün güncellenmesi. Bir hayatın hakkını savunuyor görünürken, başka pek çoklarının hakkını ezmeye çalışmak cürüm değilse her nedir ki? Artı Gerçek’ten bir haber aktaralım:
“Kayseri'de bir kişinin çocuğa istismarda bulunduğu iddiasıyla tutuklanmasının ardından yaşanan ırkçı saldırılar Meclis gündemine taşındı. Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Urfa Milletvekili ve İnsan Hakları İnceleme Komisyonu ve Göç ve Uyum Alt Komisyonu Üyesi Dilan Kunt Ayan, yaşanan saldırıların sebep ve sonuçlarının görüşülmesi için İnsan Hakları İnceleme Komisyonu’nun olağanüstü toplantıya çağırdı.
Ayan ayrıca saldırıların sorumlu ve faillerin tespiti için ivedilikle çalışma yapması çağrısında bulundu.
Ayan, İnsan Hakları İnceleme Komisyonu’nun acilen toplanması için yaptığı başvuruda şunları söyledi:
"Kayseri Melikgazi İlçesi Danişmentgazi Mahallesi’nde 30 Haziran tarihinde, Suriyeli bir sığınmacının küçük bir çocuğu istismar ettiği iddialarının yayılmasıyla, şüpheliye yönelik linç girişimi ve ardından Kayseri genelinde Suriyelilerin yoğun olarak yaşadığı mahallelere saldırılar başlamıştır. Giderek büyüyen ve sosyal medyada yayılan ırkçı nefret söylemleriyle körüklenen şiddet sonucu, toplanan kalabalık gece boyunca Suriyeli sığınmacıların yoğun olarak yaşadığı Danişmentgazi, Osmanlı, Selçuklu, Hürriyet ve Aydınlıkevler mahallelerini basmış; ev, araba, motosiklet ve iş yerlerini ateşe vermiştir.
Kayseri’de yaşanan saldırılar, taciz ve istismar vakasından kaynaklı tepkinin çok ötesine geçmiş; uzun yıllardır çeşitli manipülasyon, provokasyon ve yayılan nefret söylemlerinin sonucu olarak Suriyeli sığınmacılara dönük pogrom noktasına evrilmiştir. Daha önce İzmir/Torbalı, Ankara/Altındağ gibi yerlerde yaşanan bu ırkçı ve göçmen düşmanı saldırılar, Kayseri’deki saldırının bilançosu ve boyutları, gelinen noktada Türkiye geneli önü alınamaz olaylara ve can kayıplarına dönüşme riski ve potansiyeli taşımaktadır. Kayseri’deki saldırılar sırasında güvenlik birimlerinin, siyasetçilerin ve politik aktörlerin bu saldırıları durdurmak ve önlemek yerine, yaşanan olaylara etkin müdahale etmediği anlaşılmıştır. Çocuklara yönelik hiçbir şiddet ve istismar suçu kabule edilemez olup, yanı sıra işlenen suçlarda çocuğun ve failin etnik kökeniyle değerlendirilme yapılması ne hukuken ne vicdanen doğru değildir. Buna rağmen, Kayseri Emniyet Müdürü Atanur Aydın’ın “mağdur çocuğun Türk olmadığını” söylemesi bu konudaki ayrımcı bakış açısının yansıması olarak ortaya çıkmıştır.
Yaşanan olaylar sırasında, basın yayın organlarında, sosyal medyada ve çeşitli mecralarda bu saldırıları tetikleyen ve yayılmasına neden olan nefret söylemi ve provokasyonların çok hızlı bir şekilde arttığı görülmüştür. Nitekim Kayseri’nin ardından Hatay ve Gaziantep gibi Suriyeli sığınmacıların yoğun yaşadığı kentlerde de benzer saldırılar meydana gelmiştir.
Türkiye, 2011’de başlayan Suriye İç Savaşı ardından, bölgede yürüttüğü yayılmacı ve güvenlikçi politikalar sonucunda çatışmalara dahil olmuş, Suriye’de yürütülen ve devam eden savaş politikalarının sonucunda milyonlarca insan evsiz barksız, yaralı ve kimsesiz kalarak göç etmek zorunda kalmıştır. Türkiye ile Avrupa arasında yapılan ve yıllardır devam eden Geri Kabul Anlaşmaları, bilinen ve bilinmeyen protokol usulleri nedeniyle Türkiye, Dünya üzerinde en fazla sığınmacı ve göçmen bulunan ülke haline gelmiştir. İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Başkanlığı tarafından açıklanan verilere göre, 2024 yılı itibariyle Türkiye’de kayıtlı Suriyeli sığınmacı sayısının 3 milyon 57 bin 762 olduğu açıklanmıştır. 10 yıldan fazladır ailesi, akrabaları ve burada doğan çocuklarıyla, yüz-binlerce Suriyeli Türkiye’de yerleşik ve kalıcı hale gelmiş, yenilenen vatandaşlık kazanım yasasıyla bir kısmı vatandaşlık almıştır.
Türkiye’de yıllar içinde gerçekliği inkar edilemez hale gelen, ekonomik ve toplumsal krizlerle birlikte körüklenen bir “göçmen düşmanlığı sorunu “olduğu ortadadır. Başta ucuz iş gücü, işsizlik, enflasyon gibi ekonomik politikaların sonucu olan sorunların faturası Suriyelilere kesilmekte, Suriyelilere yönelik nefret açık ve zımni olarak büyütülmektedir. Ülkede bulunan 3 milyondan fazla Suriyelinin tamamının ülkelerine veya başka ülkelere gitmeyeceği bilinmesine rağmen özellikle seçim süreçlerinde siyasetçiler tarafından göçmenler üzerinden siyaset yapılarak, kamuoyunda bu nefret beslenerek büyütülmüştür. Bugün gelinen noktada meydana gelen yakma, yıkma, saldırıların sona ermesi ve halkın itidale çağrılması için başta Türkiye Büyük Millet Meclisi İnsan Hakları İnceleme Komisyonu olmak üzere tüm karar alma aktörlerine ve devlete sorumluluk düşmektedir.
Bu nedenlerle;
• TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu’nun 30 Haziran’da Kayseri’de yaşanan saldırıların sebebini, sonuçlarını ve devam etmekte olan risk ve tehlikelerini görüşmek üzere ACİL OLARAK TOPLANMASINI,
• Komisyon olarak İVEDİLİKLE bir heyet oluşturularak Kayseri’ye yerinde inceleme yapmak üzere gidilmesini, hasar bilançosu çıkartılması, riskli bölgeleri güvenli hale getirmesini, sorumlu ve faillerin tespiti için çalışmalar yapmasını,
• Kayseri’de, Hatay’da, Gaziantep’te meydana gelen saldırıları durdurmak, saldırıların yaşandığı ve yaşanma riski olan mahallelerde gerekli tedbirlerin alınmasını,
• Basın yayın organları ve sosyal medyada nefret söylemi üreten, yayan ve göçmenlere yönelik provokasyonu örgütleyen kişi ve odakların tespit edilerek haklarında soruşturmalar başlatılmasını,
• Ülke genelinde giderek sayısı ve boyutları artan göçmen düşmanlığının ortada kaldırılması için etkin çalışmalar yapılmasını teklif ederim.”
Düzen cürmün kılınıyor. Bir pogrom tahayyülü ol iki gün içerisinde mültecilere en doğrudan saldırılarla var ediliyor. Bütünüyle kesintisiz bir linç, kendi halinde sıradan yurttaş denilenlerin “haklı!” var sayılan öfkeleri diye geçiştirilen şeyle bir kere daha ama son kez değil yoksul, yoksuna kırdırılıyor, kırdırılır. Kent çeperlerinde tutunmaya çalışan insanların hepsi birden suçlu addedilip yıkıma teşne olunur. Son kertede, kimilerinin övünçle andığı misafirperverliğin de hikaye kılınması kanıtlanır. Nevşehir gibi küçük illerin sorunu birkaç günde kendi içinde yaşayan tüm mültecileri def etmek olarak ele aldığı, bunu da milli ve yerli bir zafer olarak gören aklın izinde yürünmeye devam edileceği muştulanır. Cürüm misal bir çocuğun yöneticisi olduğu sosyal medya hesabı üstünden “Geçici Koruma Altındaki Suriyelilerin kimlik bilgilerinin” paylaşılabilirliğidir. Entegre olan düzenin yeniden kendini konsolide etmesi için, düştüğü çukurdan iktidarını kurtarabilmesi için “bozkurt” kartını da yeniden başvurması da acizliğin / deccalliğe evrimindeki son halkalarındandır. İki gün boyunca var edilmiş şiddet sarmalında yaraları olana saldırma cüretinin bilindik tüm temsilleri bir cinayeti de var eder. “Antalya'nın Serik ilçesine sıçrayan gösteriler sırasında bıçaklanan ve kaldırıldığı hastanede hayatını kaybeden 17 yaşındaki Suriyeli Ahmed Hamdan Al Naif’in, mevsimlik işçi olarak tarımda çalışmak için kentte olduğu öğrenilir. Al Naif’in Serik’te aynı yerde yaşadığı arkadaşı 15 yaşındaki Hasan Halid El Nayif ve birlikte çalıştıkları Beşar Obaid Al-Marai’nin de olaylar sırasında yaralanarak hastaneye kaldırıldığı belirlenir.” Yıkıcılığa, yok etme kültüne bunca tutunulan bir yerde hayatın ederi her nedir ki!
Esef verici bir hızla yıkım tezgahta işlenmeye devam olunuyor. Kapalı kapılar ardında imzaları atılmış geri kabul anlaşmaları, memlekete fon olsun diye alınan kimi kaynakların har vurup harman savrulması neticesinde, ivmesi güncellenen nefret ile birlikte bir kere daha suç ötekilerin hayat hakkını zindana çevirmekte bulunuyor. Cürüm önceleniyor her yerde. Tekrarında farklı bir sonuç bekleniyor olsa da 1915’ten, 1919’dan, ülkenin o katran karası güncesinden kurulduğu yepyeni sayfanın açıldığının ilan olunduğu 1923’ten, 1934’e, 1937-1938’e, 1955’e kadar daha yakınlara gelelim seksen darbesinin ol önü ve ardından koca bir kırk küsur yılda oluşturulan yok etme saiki bir kere daha canlanır. Hayatların bu topraklardaki çok kimlikliliğin kökünün kazılmasının en başta tüm gayrimüslimlerde var ettiği o nihai kırılmanın, Kürd, Alevilere yönelik aralıksız sürdürülen bir benzerinin istikameti bu kez, Müslüman Suriyeli mültecilerin tamamına karşıtlıkla çıkagelir. Her dönemeç, her eşik biraz daha ağır bir yıkımı var eder. Cürmün sözcük anlamıyla sokaktaki karşılığının birbirini tamamlayabildiği, güncellendiği yegane sahalardan birisi kılınır bu ülke, şu saha, ölüm çukuru! İktidar mefhumunun olan biteni sorgulamak yerine, her şey kontrol altında, gereği yapılmıştır çıkışının ardılı da boşluğa düşer. Bir cürüm sarmalına dönüştürülen menzilde, havanda su dövülmeye devam edilirken yıkım kalıcı kılınır. Böyle bir cürüm sahnesinin istikametinde çürümeden de gayri bir şey kalmaz. Yeni ülke, bildiğiniz tüm eskimemiş yazgıları yeniden var eden bir devletli, buna çanak tutan, belirsiz bir araftan çıkagelen destekçileri, kötülüğün taraftarları olagelenler elinde oyun sahası kılındı. Hayatta kalabilmenin mucize kılındığı bir oyun sahası. Ne hazin değil mi?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: Zorunlu Kaynakça Kayseri Vip Haber
Meramda Paylaşılan Haber
Kayseri'deki Irkçı Saldırılar: DEM Parti, Meclis İnsan Hakları İnceleme Komisyonunu Olağanüstü Toplantıya Çağırdı - Artı Gerçek
#meram#arzihal#yıldırı#türkiye#kara#kapkaranlık#siyasa#ahlak#yön#ırkçılık#düş kırımı#suriyeli#mülteci hakları#insan101#kayseri#pogrom#anadolu irfanı#cürüm#çürüme#kötülüğün sureti#yıkım#tahakküm etme#kötülük#bozgun#kırım#kırılma#hayat ne olacak#geleceksizlik#cerahat hali
0 notes
Text
İlginç Zamanlarda Yaşamak Bir Dua mı, Beddua mı?
Çinlilerin, "İlginç zamanlarda yaşayın" şeklindeki duası, kulağa bir yandan ilginç, bir yandan da biraz hüzünlü geliyor. Bu cümleyi duymak, insanı düşündürmeye zorluyor. Çünkü çok katmanlı bir anlam taşıyor ve iki farklı yüzü var: bir dua ve aynı zamanda bir beddua.
"İlginç zamanlar" ifadesi, görünüşte hayatın renkli, heyecan verici, bilinmeyenle dolu anlarına işaret ediyor. Herkesin sıradanlıktan sıkıldığı, rutinin dışına çıkmaya, heyecan peşinden koşmaya çalıştığı bir çağda, "ilginç zamanlar" belki de bir kaçış arzusunun dile gelmiş hali. Kimse düz bir çizgide ilerlemek istemiyor. Hep bir şeyler olsun, bir değişim, bir devrim, bir aksiyon arıyoruz. Çift taraflı bir bıçak gibi, "ilginç zamanlar" hem korku hem de arzuyu aynı anda içinde barındırıyor.
Ama bu dua, üzerinde düşündükçe, aynı zamanda bir beddua gibi de algılanabilir. İlginç zamanlar, kontrolsüzlüğü, kaosu ve belirsizliği simgeliyor olabilir. Zamanın "ilginç" olmasının anlamı, belki de her şeyin beklenmedik şekilde dönmesi, işler hiç tahmin ettiğimiz gibi gitmediğinde yaşadığımız karmaşadır. Bu da aslında derin bir yıkım, kaybolmuşluk ve yetersizlik hissi yaratabilir. Zamanlar ilginç olduğunda, bizler bazen kendi içsel yönümüzle, dış dünyayla çatışmaya düşeriz. "İlginç" dediğimizde, öyle bir dünyada yaşıyor olmayı arzuladığımızı söylesek de, o zamanlar gerçekten bizi rahatsız edebilir.
"İlginç zamanlar" dediğimizde, aslında her şeyin değiştiği, sabır ve istikrarın kaybolduğu, geleceğe dair belirsizliklerin arttığı bir dönemi de kabul ediyoruz. Ve belki de, içinde yaşadığımız bu ‘ilginç’ zamanlar bizlere, temelden değişen bir hayatın içindeyken, daha fazla dayanıklılık ve esneklik geliştirmemizi öğütlüyor.
Öte yandan, belki de bu dua, bize içsel bir çağrı yapıyor: Kalbine göre yaşa. Belki de bu ilginç zamanlar, dış dünyadaki fırtınalardan daha önemli olan bir şeyin, içsel huzurun ve inancın izinden gitmemiz gerektiğini hatırlatıyor. Evet, hayat bazen karışık, bazen belirsiz olabilir. Ama kalbinin doğruluğunda ilerlemek, her tür ilginçliği ve karmaşayı dindiren bir ışık olabilir.
İlginç zamanlar, dışarıdaki fırtınaya karşı içindeki dinginliği koruma fırsatı sunuyor. Çünkü değişen zamanlara, dışsal koşullara göre şekil almak yerine, içsel yönünü keşfederek, onlara direnmeyi öğreniyorsun. Gerçekten yaşamak, ilginç zamanlarda bile, kalbinle doğru adımlar atabilmekte yatıyor.
Bütün bunları düşündüğümüzde, "İlginç zamanlarda yaşamak" bir anlamda hem bir dua, hem de bir beddua olabilir. Ancak belki de gerçek dua, içindeki kalbi dinleyip, ne olursa olsun hayatı, tüm ilginçlikleriyle kucaklayabilmektir.
#istanbul#dua#iyiniyet#istanbuldayasam#türkiye#insan#artists on tumblr#iş#hayat#writers on tumblr#kıbrıs#günün notu#gününsözü#güne dair#güneş#günün yazısı#sonbahar#içeriküretimi#içerik stratejisi#sosyalmedya#instagram#proje#medya#blog yazarı#blog yazısı#blooger#tumblr yazarları#tumblog#tumblr girls#Halimecan
3 notes
·
View notes
Text
Binlerce
Kalbim, sevdiğim; kaç parça sen döküyor takvimin telaşına, ah, o acılı telaşına... Zamanı geriye alabilmeliydim, kadere yazdığım mektubun cevabı bana sen olarak gelmeliydi. Acılarım, kalbin paramparça oluş serüveninde yıkım emri verilen bir kimsesizlikte şimdi...
Şarkı da der ya hani; 'Yazık'... buhar olup hayatına süzüldü yazıklar; kaç yazıkta bir 'biz' öldü, bilemem...
Her gün kalbimin kırıklarını topluyorum, hayat halımın üzerinden. Sırf ayaklarıma batmasın diye uça ese gittiğim karmaşık hayatım, yine de batıyor. Çare yok...
Kaybettik. Ben, seni sevda pazarının en asil serveti sayarken, sen, kalbimi işportaya verip bin ezişte türlü ulaşılmazlık kattın bize. Biz... Bizi bizde yaşamak güzel olurdu, bu aşkın ölüsünü görmeden önce. Bak! Yerde yatıyor ben...
Kalkamıyor, elinden tutamıyor, seviyorum diyemiyor. Sen, başkasının her şeyi; Ömrümün en kırık hikâyesi sevdiğim... Canımı ortalıklardan topluyorum, tutunmaya çalışıyorum yaşamın acımasızlığındaki yarınlara.
Biliyorum, bir yolu yok. Kabul, esamesi okunan hali perişan bir düzmecede bana sensizliği reva gören cehennem... Varsın, yanmak tek bana münhasır olsun. Eteklerinde tutuşsun mutluluk; gözlerine bakanın. Varsın, bana sensizliği ezbere katık eden yarınların gözyaşları düşsün...
Hak, haktan gelir. Şarkılar tükenir, gözlere sahipsiz bırakılan gözyaşlarım gelir. Peki...
Hiçbir kelime, bunca çaresizlik barındırmaz içerisinde. Buna da "peki" yokluğunun her haddine hududuna acıyla "peki"
Uzanıver o çok sevdiğinin yanına, bana yansız bir gecede cahil karanlıkların soysuz acıları dem tutsun. Bak! Ay'ını yitiren bir güneş var gecenin karanlığında; kaderim gibi dünya da tersine döndü.
Kaybettim. Hiçbir kaybediş, bunca can yakmadı. Can, fedâ; son kez, sevdiğim...
Hancıların hançerleri yaşama bal çalar sevince, hancım; seversin sen, gitmeleri...
Beş harfli bir "gitme" vurur beni, bir şey yapamam. Ait değilsin, aidiyetimin yok oluş fırtınasında ağaç gibi devrilirim yere sonra, kalkamam.
'Yazık' elimde öldü sevdiğim; kelebek sandılar kanatlarında senin adın yazınca. Bilmem ki, kaç yaşamakta binlerce sen kaybettim...
Dilara AKSOY
32 notes
·
View notes
Text
Merhaba canımın içleri. Uzun bir aradan sonra okuyup aşık olduğum kitap hakkında konuşayım diye geldim. Sanırım "En sevdiğin kitap ne?" sorusunun cevabı bu kitaptan sonra değişti. Yer edinmiş bir kitap oldu benim için.
Mine Söğüt okumayı hali hazırda çok seviyorum. Bundan önce "Deli Kadın Hikayeleri"ni okumuştum. "Madam Arthur Bey ve Hayatındaki Her Şey" kitabını da hayatımın bir döneminde okumuştum ama bilen biliyor, hatırlamıyorum çoğu zaman okuduğum kitapları. Psikolojimi bozuyor Mine Söğüt'ün kitapları bir tık ama zaten her iyi kitap biraz psikolojiyi bozmalı, haksız mıyım?
!! Kitaptan çok fazla alıntı yapacağım.
Kitaptan genel olarak bahsetmem gerekirse, tek kişinin olarak başlayıp biten ancak beş kişinin hikayesi bu. Kendi monoton ve zorla yaşatılan hayatından vazgeçip kendini sokaklara atmış, ölmeyi planlayan bir adamla başlıyor hikaye. Sonra yaşlı bir kadın hayatına giriyor. Ölmesine izin vermiyor kadın. "Aşığım ben bu kadına. Öl dese ölürüm. Öldür dese öldürürüm. Ölme dedi ölmedim. Öldür dedi öldürdüm."
Birkaç deliyi anlatıyor her zamanki gibi Mine Söğüt. Kendi hayatından ve ailesinden vazgeçmiş bir adam, sevdiği için bacaklarından vazgeçmiş bir kadın, kendini unutmuş bir adam, çöpte bulunan küçük bir çocuk, bir de... Hülya var işte. Kendileri olma çabasında hepsi. Bıraksalar da kendimiz olsak derdinde... "Kim her şeyden arınıp da sadece kendisi olmak istemez?"
Özetle hem kendi zihinleriyle hem de sokakla savaşıyorlar. O savaşın arasında bir şekilde bir aile oluveriyorlar. Geçmişleri kendileri ve etrafla savaşmakla geçmiş bu insanlar, tek dertleri beraber olmak olan bir aileye dönüşüyor. Güzel bir yıkım, aşk, savaş hikayesi yani. Bir şiirin içinde yaşayıp gidiyorlar. "Şiiri sadece yazılır bir şey sanıyor Efsun Abla. Yaşanabileceğinden habersiz. Oysa kendisi bir şiirin içinde yaşıyor."
3 notes
·
View notes
Text
Goebbels gelse bunların yanında propaganda eğitim görür.
adamlar bu kadar ölüm varken bile tv kanallarında propaganda yapabiliyor pess!
20 yıllık şeref ahlak haysiyet gurur liyakat bir gecede fayların kırılması ile ortaya çıktı.ben yazacağım çok şey yazacağım ama şimdi değil!
Savaştan beter şu yaşadığımız yıkım.
dünyada depreme bu kadar alışık olup bu kadar çok can kaybeden bir Haiti bir de Türkiye kaldı.
Japonya’da, peru’da sıradan bir pazartesi sabahı sayılacak olay Türkiye’de ne yazık ki bir felaketle sonuçlanıyor!
Atom bombası yiyen hiroşima ve nagasaki şehirleri bile bu kadar aciz ve çaresiz olmamıştır. bitmişiz biz bitmiş!
Bu olayın güçlü, üzgün, metanetli olacak hali yok. bildiğin felaket. insanlar dağıldı. acıları sıralamak doğru değil ama bir bakış açısı kazandırır diye seviye seviye yazacak olursak:
1: öldünüz.
2: yaşıyorsunuz ama sakatsınız.
3: yaşıyorsunuz ama ailenizi kaybettiniz.
4: ailenizle birlikte iyisiniz ama tüm varlığınızı kaybettiniz
5: aileniz de eviniz de iyi ama şehrinizi kaybettiniz. en temel ihtiyaçlara erişiminiz yok.
6: genel olarak iyisiniz ama sizi ciddi ekonomik zorluklar bekliyor. işsizlik, göç gibi.
Şu an milyonlarca insan bu altı kategoriye dağılmış durumda!bu afete kışın yakalanmak her şeyi çok daha zorlaştırıyor. enkaz altında beklerken hipotermi geçirenler, deprem bölgesinde çocuk arayan organ mafyaları vs!
enkazların %80'nından fazlası kaderine bırakıldı
Gördükleriniz, görmediğiniz daha neler var..
Devletin ne denli bitik olduğu fiilen tescil edilmiş gibi oldu. bir savaş olsa dümdüz ederler bizi. edemezler diyene sorarım o zaman bu insanlar depremde ölüyor diye mi umursanmıyor ? gücün yok işte gücün olsa bile bunu yönetecek zekân yok. imkânlar tam anlamıyla kullanılmadı bu çok açık bir gerçek..
Acı-Gerçek!..📌
9 notes
·
View notes
Note
Selamun aleyküm ablacım.
Bizim kuşumuz da var ve pazar günü öğleden sonra gece uyuyana dek çok kötü ötüyordu. En son 23:00 te ben odama geçince yine öttü onunla konuştum. Limon yemin, suyun, var sen ne diye böyle çok ses çıkarıyorsun. Sonra ışığı kapattım odama geçtim, meğerse abla bizi uyarıyormuş biz anlamadık :( Rabbim bi daha yaşatmasın, cümlemizin yardımcısı olsun 🤲🏻
aleyküm selam.
hayvanların depremi önceden hissettiklerini ve uyarı mahiyetinde ses çıkardıkları bilgisi var. duyuyoruz bunu. rabbim muhafaza etsin şu günler, bitmeyen geceler bitsin. Allah bir daha yaşatmasın. insan üzerinde bıraktığı tesir ve psikolojik yıkım çok fazla. eski doğal rutinlerimize nasıl geçiş yapacağız bilmiyorum. devamlı bir sallanıyor hissi, her an lambaları kontrol etme hali, lavaboya gitme korkusu vs..🥺
amin. halimize bin şükür. Allah razı olsun kardeşim. geçer ve gider inşallah 🤲🏻
2 notes
·
View notes
Text
"Alışmak ölmekten beter geliyor. Alışmak bir yara bağrımda kanıyor. Sen yoksun kollarım boşluğu sarıyor. Alıştım bir tanem alıştım sana... "
"Alışkanlık" en basit tabirle, bir şeye olan tutkunun iki uç noktası olan ve verdiği acıdan veya hazdan tam tersi kuvvetini unutmak suretiyle ondan kaçmak için benliğin bile isteye uyuşturulma işidir. Misal; ızdırabın en had safhada yaşandığı elim olaylar sonucu unutmak istediğiniz anılarınız var ve bu eza hali size haddinden fazla yükler yüklemeye uğraşıyor. Sizi müşkül duruma sokan ve bir an önce unutulması gereken bu durumdan kurtulmak için en kolay kaçış şekli olan içki içmek suretiyle işleri çözmeye çalışıyorsunuz diyelim. Yani eskilerin deyişiyle "derdi kederi alkolde boğmak", istiyosunuz. 🤷♂️ Fakat sizi boğan bu sıkıntı öyle bir iki kadeh parlatarak çıkacak gibi de değil olsun. İlk kaçış anı muhtemelen sizi rahatlatacak, bir sonraki kaçış planı için ise hazırlık yapmanızı sağlayacaktır. Lâkin burada bilinmesi gereken asıl konu sizin ne yaşadığınız ve neyi unutmak için o içki masasına oturduğunuz değildir. Bilakis alkol sizi yeterince teskin edebilme gücünden ötürü ilk sırayı alarak mevcut kederi dağıtmış gibi gözükür. Yani bir nevi sahte ve görünmez perde misâli belli vakitler oyalanacak bir kamuflaj örtüsü... Bu örtü o kadar ince ve hassastır ki, siz farkına bile varmadan etrafınızı sarıverir. Bir üç beş on, derken birde bakmışsınız derdinize derman olması için yandaş seçtiğiniz o şey sizi ele geçirmiş ve çoktan alışkanlığınız olmuştur bile... Artık elinizde elemi hazza dönüştürecek sihirli bir iksiriniz vardır ve onu bırakmak eskisinden daha güç bir mesele haline gelecektir. Gelin bu örneği tam tersine çevirelim. Diyelim hayatınızda sizi mutluluktan uçuran harika gelişmeler var. Canım bu saadeti bir iki kadehle kutlamadıktan sonra ne kıymeti var ki?, diyerek yine aynı kadehi elinize aldığınız vakit bu kez de sözde kendinize ödül olarak verdiğiniz alkol miktarı artarak yerini başka bir alışkanlığa bırakabilir. Gelelim başta söylediğim önermeye; demek ki, insanın şu hayatta kaçınmak için çabaladığı iki duygu olan "Acı ve Haz" aynı zamanda onun aliskanliklarının da kaynağı gibi gözükmekte... Üstelik bu alışkanlığı yaratmak için birinin ötekini yok etmesi gerekmekte. Verdiğim alkol alışkanlığı örneğini pek çok alışkanlık davranışı için düşünmek mümkün. Madde kullanımı olarak alkolden daha fazla yıkım yaratan bir sürü keyif verici madde olduğu aşikar. Hem mutluluğu katlamak hemde üzüntüden kaçmak için kullanılan bu maddelerin hepsi kullanım şeklinden ziyade miktarının artması sonucu alışkanlık yaparak insanın vazgeçilmesi noktasına gelir. Hülasa, derdini unutmak içinde neşeni artırmak içinde kullanılan bu maddeler maalesef sizi altın ortada tutmak için tasarlanan şeyler değildir. Bilakis ortası yoktur! İşte tehlikenin başladığı yerde tam olarak burasıdır. Yani alışkanlığın başladığı yer. Buradan sonrası ne acı ne de hazzın artık eskisi gibi yaşanamayacağı çorak ve verimsiz bir çöl arazisi anlamına gelir. Biz insanlar her ne kadar rasyonel bir aklın varlığına inansak ta, daha çok duygularımızın bizi yönlendirmesi sonucu edindiğimiz alışkanlıklarımızla yaşar ve yolumuzu bu alışkanlıklar üzerinden devam ettiririz. Bildiğimiz şekliyle hayat, bize daha katlanabilir geldiği içindir belki de bu durum ya da bilinmezden aşırı korktuğumuz için böyle bir yola basvururuz. Sebep ne olursa olsun alışkın olunan şeyi sürdürmek isteriz. Üstelik zararını bildiğimiz halde hemde... Şimdi şöyle bir düşünün! Hayatınızda sizi mutlu ettiğini veya size normalden daha fazla acı çektirdiğini düşündüğünüz kaç alışkanlığınız var? Ve bu acıdan kaçmak için farklı kaç alışkanlık edindiniz? Ya da normal ve sade mutluluklarınız için kaç tane şaşaalı sahte birer cennet yaratmak adına hangi alışkanlığı "Yahu bu olmadan yapamıyorum. İyi ki zamanında böyle bir şeye alışmışım"dediğiniz garip tutkularınız var?
Aslına bakarsanız gerçek mutluluk, içsel huzuru bulduğumuz anda başlar. O, sahte cennetlerde değil, basit ve doğal anlarda aranmalıdır. Unutulmamalıdır ki, sahte mutluluklarla dolu bir dünya olsa olsa geçici bir gölgeden ibarettir o kadar...
Sağlıcakla kalın/ içaforiz
0 notes
Text
Hatay'da kontrolsüz yıkımla gelen iş cinayeti!
Deprem sonrası ağır hasarlı binaların kontrolsüz yıkımı felaket getirdi. Hatay Odabaşı Mahallesi'nde altında Nuri Restaurant'ın bulunduğu ağır hasarlı Süleyman Dağ Apartmanı, yıkım işlemi sırasında 3 vinç operatörünün üstüne çöktü. 8 katlı binanın altında kalan iki operatör yaralı olarak kurtarılırken, bir operatör ise yaşamını yitirdi. Hatay'da kontrolsüz yıkımla gelen iş cinayeti! Cumhuriyet'e konuşan görgü tanığı Ali U.(19) "Yıkılma sesi duyduk, kısa süre sonra 'bina operatörlerin üstüne yıkıldı' bilgisi geldi. Çok yakın olduğumuz için hemen enkazın oraya gittik. Gittiğimizde sadece polis ekipleri vardı. Sonra AFAD ekibi geldi. İki kişi yaralı olarak çıkarıldı. Yaklaşık 15 dakika sonra da üçüncü kişinin cansız bedenine ulaşıldı" dedi. Hatay İş Güvenliği Analizi Yıkılan binanın eski hali "İŞ CİNAYETİ GÖZ GÖRE GÖRE GELDİ" Yaşanan facianın göz göre göre geldiğine dikkat çeken CHP Hatay Milletvekili Nermin Yıldırım Kara ise şunları söyledi: "Depremin üzerinden 7.5 ay geçti, uyarılarımıza rağmen hem yıkım esnasında hem yıkım sonrasında iş güvenliği, işçi sağlığı ve halk sağlığı gibi önemli noktalara dikkat edilmiyor. Asbest tehlikesine zaten dikkat çekiyoruz ama bu toz bulutları aynı zamanda işçilerin de görüş alanlarını daraltıyor, böyle kazalar da maalesef kaçınılmaz oluyor. Yetkili mercilerden ve mülki idarelerden beklentimiz en azından bundan sonra mevzuata uygun kontrollü yıkımlar yapılması ve başka canların yitirilmesinin önlenmesidir" Read the full article
0 notes
Text
ELAZIĞ TİCARET VE SANAYİ ODASI BAŞKANI ALAN: MÜCBİR SEBEP HALİ ELAZIĞ’DA DA UZATILMALIDIR
Elazığ Ticaret ve Sanayi Odası Yönetim Kurulu Başkanı İdris Alan, belirli il ve ilçelerde uzatılan Mücbir Sebep Halinin Elazığ’ı da kapsaması gerektiğini ifade etti. 10 BİNDEN FAZLA KONUTUMUZ AĞIR HASARLI Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kabine toplantısının ardından açıkladığı; Adıyaman, Kahramanmaraş, Hatay, Malatya illeri ile Islahiye ve Nurdağı ilçelerinde mücbir sebep halinin uzatılmasının ardından mücbir sebep halinin Elazığ için de devam etmesi gerektiğini belirten Elazığ Ticaret ve Sanayi Odası Yönetim Kurulu Başkanı İdris Alan, “Dün Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın kabine toplantısının ardından yapmış olduğu açıklamada Adıyaman, Kahramanmaraş, Hatay, Malatya illeri ile Islahiye ve Nurdağı ilçelerinde Mücbir Sebep halinde süre uzatımına gidildiğini açıkladığını öğrendik ve memnuniyet duyduk. Takdir edersiniz daha önce 11 ilimiz mücbir sebep kapsamından yararlanıyordu. Elazığ’ın süre uzatımına dahil olmamasından ötürü duyduğumuz rahatsızlığı ifade etmek istiyoruz. Bu rahatsızlığın nedenine gelecek olursak, 2020 Yılında yaşadığımız depremin ardından Allah bakanlarımızdan razı olsun, 2 ay boyunca Elazığ’dan ayrılmadılar. Bu da yaşadığımız felaketin büyüklüğünü gösteriyor. Maalesef 6 Şubat Depremlerinde de şehirmiz çok ciddi sıkıntı yaşandı. 10 Binin üzerinde konutumuz yıkılacak. 2020 depreminde de 6 bin civarı yıkım gerçekleşmişti. Toki bu süreçte çok ciddi yatırımlar gerçekleştirdi. Bu konutlaşma olmasaydı 2023 yılında yaşadığımız depremde Elazığ’ın ne hale geleceğini düşünmek dahi istemiyoruz. CİDDİ EKONOMİK SIKINTILARIMIZ VAR. Elazığ’da Hastane Caddesi’nin, İstasyon Caddesi’nin halini görüyorsunuz. Elazığ gerçekten ciddi sıkıntı yaşıyor. 2020 Depreminin etkilerini henüz atlatamadan 2023 depremini yaşadık. Çok şükür can kaybımız yok ancak ekonomik sıkıntılar yaşıyoruz. Bizim sizlerden istirhamımız mücbir sebep halinin Elazığ’da 6 ay daha uzatılmasını Sayın Cumhurbaşkanımıza iletirseniz, ki Sayın Cumhurbaşkanımız Elazığ’ı seviyor, bundan şüphemiz yok. Milletvekillerimize, Belediye Başkanımıza ve il başkanlarımıza iş düşüyor. Herkese en derin sevgi ve saygılarımı sunuyorum.” Dedi. Read the full article
0 notes
Text
Hakikat Tahrif Edilirken
Değişken bir tahakkümün orta yerinde herkesin bir ötekisine düşman addedildiği bir saha, bir zeminde hakikat tahrip ediliyor. Düpedüz, doğrudan bir cendere refakatinde ol iletişim işleri başkanlığının gözetiminde vurgular / bildirimler hepten o hakikatin tahribatını var ediyor. Devletli erkanı, baş efendiden başlayarak kurulan oyunun yenisi hep daha derin hep daha kalıcı bir yıkım hüzmesini var ediyor. Yıkım katara eklenirken, ayrıcalıklı kast, zümreler bina edilirken, onlar feraha erirken kalan için bir yara verme halinin aralıksız bir halde yinelendiği bir zemin projeksiyonu güncelleniyor. Her şey güllük gülistanlıktır diye söze başlanırken var edilen çöl gözlerden ırak bir biçimde zannediliyor. Normallerini zayi etmiş olagelen bir yerde hayatın un ufak edilip devlet / sermaye eline oyuncak edilmesine devam ediliyor. Erk, muktedir, iktidar tahayyülünde arsızlığı ele alıp vurdumduymaz bir hali kesintisiz devam ettirerek, her şeyi tarumar eden, belirgin bir biçimde mahpusluk hal istemini hayat diye sabitimiz kılan bir devinim var ediliyor. Bu hali sorgulayan mavi veya beyaz yakalı emekçi, vasıflı ya da vasıfsız kodlu işçi, herhangi ama herhangi bir sıradan o yurttaş iktidar elinde düşman belleniyor. Bu ötekidir denilerek hedef kılınıyor aralıksız bir biçimde. Hakikat sorgulanmasın denilerek biyopolitik bir denetim, gözetim ve tahakküm iş bu ülkenin yegane istikameti haline dönüştürülüyor.
Tahakkümü var eden siyasal merci, makam ve liderliğin sunduğu perspektifin her nasıl bir biçimde Kürd özgürlük mücadelesini, siyasal aksiyonunu hedef kıldığı daha yepyeni Kobane kumpas davası sürecinde var edilenlerden ortaya çıkabilir pekala. Doksanlı yıllar ve öncesindeki zorba Evren rejiminin var ettiklerinden, kuruluş tarihine, 1915-1920 süreci arasında memleketin yıkıcı / yok ediciliğinde bir biçimde kullanışlı addedilen bir halkın topyekun yeniden tornadan geçirilmesinin bir kere daha hürriyetinden o geçmişin, geçemeyen karanlığında hizaya çekilip, sindirilip de susturulan ötekileri gibi onların da payına aynısının düşürülmesinin azap verici serüveni bugünleri belirginleştirir. Birbirinde buluşan, birbirini tamamlayan bir sınama halinin Kürd, Alevi, Ezidi, Mıhellemi, Arapları bulmasının yolu ve yönüdür mesele. İktidar pratiklerini kullanışlı addettiği ötekisine hıncı savunarak bütünleşik bir biçimde hayatı kuşatmak var edilendir. Halkların Eşitlik ve Demokratik Partisi, Dem Partinin öncesinin iktidar eliyle mahpus kılındığı zeminde ol Kobane davasının ardından çıkagelen ülke imgesi zaten başlı başına nasıl bir cenderenin imal edildiğini görünür kılar. Suçsuzlukları kanıtlanmış, sadece siyasi beyanları yüzünden hınçla linç ettirilen, yılları mahpuslukla geçen Kışanak, Tuncel, Ata ve hatta Tuğluk için tahliyelere karşılık itirazlar var edilir. Madun siyasetin hedef kıldığı insanların ki en sonuncusu Aysel Tuğluk’un bir insanın yaşayabileceği acıları aşan bir sınamaya tabi tutulması, annesinin cenazesine “Ermeni” yakıştırması yapılarak defnedilmesi sırasında olmadık işkencelerin var edildiği bir zeminde, demans olmasının dahi hiçbir önemi yok kılınır. O kadar afaki acının yaşatıldığı bir insanın canı da üç otuz kuruşluk iktidardan çok daha değerli olduğu anlaşılır kılınmaz.
Sibel Yükler’in T24’teki haberidir: “Kobani davasında savcılık, Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesi’nin verdiği tahliye kararlarına itiraz etti.
6-8 Ekim 2014 tarihlerindeki Kobani olayları nedeniyle eski HDP Eş Genel Başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ın da aralarında olduğu 108 sanıklı Kobani davasında dün karar açıklandı. Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesi, 47 ayrı suçtan yargılanan yargılanan Selahattin Demirtaş'a toplam 42 yıl, Figen Yüksekdağ'a ise 30 yıl 3 ay hapis cezası verilmesine hükmetti.
Mahkeme, yargılanan 24 sanığa toplamda 407 yıl 7 ay hapis cezası verdi. Davada, Gültan Kışanak ve Sebahat Tuncel'in aralarında yer aldığı 5 tahliye, 12 beraat, 13 tutukluluğa devam kararı verilirken, firari 72 sanık hakkındaki dosya da ayrıldı.
Ancak mahkeme savcısının bugün tahliye kararlarına itiraz ettiği öğrenildi. Savcılık itirazında, “Sanıklar hakkında verilen tahliye kararının gözden geçirilerek ayrı ayrı tutuklamaya yönelik yakalama kararı çıkarılması" talep edildi.
Mahkeme kararının ardından, eski Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Gültan Kışanak, HDP ve DBP'nin eski eş genel başkanlarından Sebahat Tuncel ile diğer siyasetçiler Ayla Akat Ata, Meryem Adıbelli ve Ayşe Yağcı tutuklu oldukları cezaevinden dün gece tahliye edilmişti.
Ne olmuştu?
Davada, 7,5 yıldır cezaevinde olan ve azami tutukluluk süresini 6 ay önce dolduran Gültan Kışanak'a ise "örgüt üyeliği" suçundan ise 12 yıl hapis cezası verildi, ancak tutuklulukta geçirdiği süre göz önüne alınarak tahliyesine hükmedildi.
Sebahat Tuncel'e "örgüt üyeliği" suçundan 12 yıl hapis cezası veren mahkeme; Ayla Akat Ata'ya da aynı suçtan 9 yıl 9 ay hapis ceza verirken, iki isminde de tahliyesine karar verdi.
Yasin Börü ve diğer tüm ölümlere beraat
6-8 Ekim 2014 tarihlerinde yaşanan olaylarda farklı kentlerde resmi kaynaklara göre, 37 kişi hayatını kaybetmiş, 326'sı kolluk kuvveti olmak üzere toplamda 761 kişi de yaralanmıştı. Davada 36 sanığa Yasin Börü’nün de olduğu 6 kişinin ölümüne yol açtıklarına ilişkin suçlamalardan beraat kararı verildi.
Davada beraat eden isimlerin tamamı şöyle: Altan Tan, Ayhan Bilgen, Aysel Tuğluk, Bircan Yorulmaz, Gülser Yıldırım, İbrahim Binici, Sırrı Süreyya Önder, Can Memiş, Gülfer Akkaya, Berfin Özgü Köse, Emine Beyza Üstün, Sibel Akdeniz.”
Topyekun bir tahakküm çemberi içerisinde ötekisine / öyle sanılana düşmanlığın her nasıl aralıksız var edildiğine bir örnektir, savcılık itirazı. Tutsaklıkları boyunca hayatlarından bir şeyler eksiltilen, canları çalınan, yaslarına dahi müsamaha gösterilmeyip, en küçük bir telafi için vakit harcanmadan, özür dilenmeden Tuğluk, Kışanak, Tuncel gibi davadan salıverilen insanların özgürlüklerinin yeniden ellerinden alınması talep olunur. Normallik, ılımlılık, normalleşme, siyaseten üslup değişikliği vesaire diye cümleler kurulurken kurucu hizip ile bugünün devletinin yegane sahibi biziz biz diyenler arasında olan biten yeniden Kürd halkına, onlarla birlikte hareket eden Mezopotamya halklarının tamamına karşıtlık olarak var edilendir. Neydi ki normalleşme? Sahiden neye yarar onca lafazanlık bunca kötülük arşıalaya çıkarken? Tümüyle doğrudan bir tehdit dili, eylemi, tahakkümün en keskin sureti ve baş efendinin işaretlemesi doğrultusunda verilmiş olagelen bir kadük yargı kararının akıbeti bambaşka acıları yeniden var etmek midir, nereye kadar?
Medyascope’tan aktaralım: “AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, 26. Dönem Adli Yargı ve 16. Dönem İdari Yargı Kura Töreni’nde, Kobani davası kararlarına ilişkin ilk kez konuştu. Erdoğan, eski HDP Eş Genel Başkanları Selahattin Demirtaş’a 42 yıl ve Figen Yüksekdağ’a 30 yıl 3 ay hapis cezası verilen kararlarla yüreklere su serpildiğini söyledi.
“6-8 Ekim hadisesi 37 insanımızın vahşice öldürüldüğü bir terör kalkışması”
Erdoğan, yargılamaya konu olan olaylar hakkında “6-8 Ekim hadisesi asla bir protesto gösterisi değil, 37 insanımızın vahşice öldürüldüğü bir terör kalkışmasıdır” dedi. HDP’li siyasetçilerin 6-8 Ekim 2014 tarihinde yaşanan olaylarda 16 yaşındaki Yasin Börü’nün de arasında bulunduğu kişilerin ölümüne ilişkin suçlamalardan beraat etmesine değinmeyen Erdoğan şöyle devam etti:
“Suriye’deki gelişmeleri bahane eden bölücü örgüt unsurları doğrudan devletimizin bekasını hedef alan bir isyan girişiminde bulunmuştur. Bu isyan girişiminde 37 insanımız şehir eşkiyaları tarafından katledilmiştir. Ülkemizin 35 ili, 96 ilçesi ve 131 yerleşim biriminde sokaklar dükkanlar ve okullar ateşe verilmiş, masumların kanı akıtılmıştır. Bölücü canilerin katlettiği insanlar arasında ihtiyaç sahiplerine kurban eti dağıtan 16 yaşındaki Yasin Börü ve arkadaşları da vardır. 6-8 Ekim olaylarını kışkırtanlar yönlendirenler azmettirenler milletimize böyle bir acıyı yaşatanlar bellidir, hukuk elbette bunlardan hesap sormak zorundadır.”
“Mahkeme kararıyla ilgili haddi aşan yorumları tasvip etmiyoruz”
Erdoğan, Kobani davası kararlarına gösterilen tepkileri tasvip etmediklerini söyledi:
“Siyasi dava denilerek terör kalkışmasının aklanmaya çalışılması her şeyden önce hukuka ve demokrasiye hakarettir. 6-8 Ekim olaylarını kimse mazur ve meşru gösteremez. Mahkeme kararıyla ilgili haddi aşan yorumları tasvip etmiyoruz. Karar kayıplarının acısıyla son 10 yıldır Kerbela’ya dönmüş yüreklere su serpmiş, adaletin tecellisine olan inancı yeniden güçlendirmiştir. İsyan girişiminden 10 yıl sonra, geç de olsa hakkın yerini bulduğunu görüyor, bundan da mağdurlar ve demokrasimiz adına memnuniyet duyuyoruz. Sokaklarını kan gölüne çevirerek bu ülkede siyaset yapılmayacağını artık herkesin anlamasını ümit ediyoruz.”
Her şeyin punduna getirildiğinde nasıl da iktidar için kullanışlı bir aparata dönüştürülüp, sonuna kadar sömürüldüğünü bir kere daha görürüz. Tümüyle o güdümlü yargının dahi bir biçimde ayrıştırdığı, tutsak edilmiş siyasilerin bütün ol can kayıplarında herhangi bir sorumluluğu yoktur hükmüne rağmen halen baş efendi kendi doğrusunu zikretmeye devam eder. Başta da dediğimiz gibi, değişken bir tahakkümün orta yerinde herkesin bir ötekisine düşman addedildiği bir saha, bir zeminde hakikat tahrip ediliyor. Normalleşme, ılımlılık, hataların telafisi, yeniden yurttaşın sözünün dinleneceği zikredilen bir zamanda, yeniden Kürd halkının savunageldiği değerler, siyaset, barışa dair söylem ve eylemlerin yekunu, Kobane gibi hedef kılınmak isteniyor. Bu uğurda, asırdır var edilmiş fecaat ötesi yanlışlarda ısrarın devam olunacağı bir kere daha baş efendi eliyle teyit ediliyor. Daha ötesi olmadığı malumken, kalkıp hak gasplarına itirazların reddiyesi için cephe açılmaya çalışılıyor. Malum ırkçı hizbin başı bir siyasi çetenin lideri kalkıp milyonların iradesi olan bir temsilin ivedilikle kapatılmasını talep edebiliyor. Dahası kendi içlerindeki malumun ötesi bir ismin o ithamname kısmını kaleme aldığı gizliden değil açıktan zikrediliyor. Bu düşmanlaştırma miti devam olunurken hakikatin her ne olduğu unutturulmaya çabalanıyor. Gültan Kışanak’ın dediği gibi tahliyeye değil (bu ülkenin) özgürlük ve barışa ihtiyacı olduğuna aymak için daha kaç sınama gerekiyor. Bütünüyle korku / yıkıcılık / kin ve nefretle atılan adımlar karşısında kaç “Kobane” sınavı ülkede var edilecektir, düşünür müsünüz?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: Mezopotamya Ajansı via Bianet
#mesel#yara#kürd sorunu#hakikat#hak#hukuk#müdahale#kobane#kumpas#siyasa#demirtaş#özgürlük#fikriyat#mücadele#adalet neydi?#devlet#t.c.#siyasal islam#biyopolitika#yıldırı#kör karanlık#geleceksizlik#hiddet#kin
2 notes
·
View notes
Text
Yıkım Hafifletildi, Ağır Hasarlı Binalar Unutuldu
Malatya Valiliği tarafından yayınlanan Deprem Durum Çizelgesi'nde Ağır Hasarlı binaların liste dışında bırakılarak yıkımın hafifletildiği gözlerden kaçmadı. Yayınlanan Deprem Durum Çizelgesi şu şekilde; Enkaz Kaldırma İl genelinde; - 393 yıkık/acil yıkılacak yapı, - 525 enkazı tamamen kaldırılan yapı, - Toplam İlerleme ,49 Barınma - İl merkezinde toplu çadır alanlarında 526 çadır, ilçelerinde AFAD tarafından toplam 72.549, STK, kurum ve kuruluşlar tarafından 2.160 olmak üzere Toplam 79.235 çadırın dağıtım ve kurulumu yapılmıştır. - İl merkezinde 34 çadır alanı ve ilçelerde 16 olmak üzere toplam 50 çadır alanı kurulmuş olup çadır kentlerde ve bireysel çadırlarda 311.555 kişi yaşamaktadır. - AFAD tarafından 56 konteyner kent çalışması başlatılmış ve 484 konteyner konulması planlanmakta olup konteyner kentlere toplam 8.238 konteyner konulmuştur. - Toplam 10 noktada 935 adet konteyner yerleşimi tamamlanarak 20.209 kişi yaşam sürdürmektedir. - E-Devlet üzerinden yıkık, acil yıkılacak, ağır ve orta hasarlı toplam 307 konteyner başvurusu yapılmış olup, kriterlere uygun 18.284 talep bulunmaktadır. - Vatandaş beyanına göre 504 kira yardımı başvurusu olup, kriterlere uygun44.859 talep bulunmaktadı - Çadır alanlarında toplam 672 WC ve 903 duş kurulmuştur. - Tesislerde toplam 238 WC ve 2.354 duş mevcuttur. - Toplam 445 çamaşır makinesi, 286 çamaşır kurutma makinesi kurulmuştur.25 alanda 059 konteyner işyeri planlanmakta olup, 225 işyeri tamamlanmış ve 2.944 işyeri için çalışmalar devam etmektedir. Beslenme - İl genelinde aktif olarak 84 dağıtım aracı, 62 yemek üretim noktası, 13 ikram aracı ile hizmet verilmeye devam edilmektedir. - Beslenme platformu üyeleri ile birlikte il merkezinde ve ilçelerde toplam 320 noktada hizmet verilmiş olup günlük 965 yemek ikramı ile aktif beslenme hizmeti verilmeye devam edilmektedir. - Depremin ilk anından bugüne kadar 166.170 yemek ikramı gerçekleştirilmiştir. - Hali hazırda devam eden ve ramazan ayı boyunca devam edecek sahur/kahvaltı, öğle ve iftar yemeği verilen 320 dağıtım noktasına ilave olarak 70 iftar çadırı eklenmiştir. - Her bir iftar çadırının yanına İl Müftülüğü tarafından teravih namazı için çadır kurulmuştur. - Teravih çadırlarının yanında ise Türk Kızılay tarafından kurulacak çay dağıtım noktalarında iftardan sahur vaktine kadar ikramlık ve içecek dağıtımları yapılacaktır. Psikososyal Destek - Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı psikososyal destek ekibince 104 Bin, Sağlık İl Müdürlüğü, İl Müftülüğü, Kızılay, Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü tarafından 79 Bin olmak üzere toplamda 183 Bin kişiye ulaşılmıştır. Ayni Bağış - Toplam 14 ayni bağış depo oluşturulmuş olup bugüne kadar 998 tır gelmiş olup,1.475 tır yardım malzemesi dağıtılmıştır. - Merkez ve ilçeler dâhil toplam 13 noktada sosyal market kurulmuştur. Elektrik-Su-Doğalgaz-Haberleşme-Ulaşım - Malatya il genelinde deprem öncesi elektrik abone sayısı 193 olup deprem sonrası abone sayısı 320.403 olmuştur. - Şebeke suyu verilme oranı ,6’dır. - Deprem sonrası doğalgaz abone sayısı 740, gaz kullanabilecek abone sayısı 149.771 oranı ’dir. - Haberleşme merkez ve ilçelerde 0 iletişim sağlanmaktadır - Ulaşıma kapalı bir yol bulunmamaktadır. Tarım ve Hayvancılık Hizmetleri - Destek olarak 595 yetiştiriciye 3.466,2 ton yem dağıtımı yapılmıştır. Ayrıca,40.195 üreticiye 173,4 Milyon TL, 21.528 yetiştiriciye de 116,4 Milyon TL tarımsal destek ödemesi yapılmıştır. - Sahipsiz kalan evcil hayvanların ve sokak hayvanlarının beslenmesi için 21 ton Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından 10 ton AFAD tarafından toplam 31 ton mama dağıtımı yapılmıştır. 8 Haydi Ekibi hizmet vermektedir. Read the full article
0 notes
Photo
SELİMİYE KONAKTA RESTORASYON SÜRÜYOR Gerçekleştirdiği restorasyon çalışmalarıyla tarihi eserleri geleceğe taşıyan Ordu Büyükşehir Belediyesi, 2013 yılında kamulaştırılan Altınordu Selimiye Mahallesi Hamam Sokak’ta bulunan Köymen ailesine ait tarihi konağı Ordu Valiliği YİKOB Başkanlığının da desteğiyle restore ediyor. 19 yüzyılın sonlarında inşa edilen ve 3 katlı yapıdan oluşan Selimiye konak, restorasyonun tamamlanmasıyla kültür envanterine kazandırılacak. ZARAR GÖREN YAPILAR SÖKÜLDÜ Çalışmalar kapsamında yaklaşık 512 metrekare arsada 172 metrekare kapalı alan üzerine inşa edilen tarihi konakta çürüyen tüm ahşap duvar, döşeme, tavan karkası ve beton zemin sökümü yapıldı. Ahşap karkas üzeri emprenye işlemi, duvarlar arası ısı yalıtım çalışmaları, mevcut taş duvarlar üzeri sıva raspaları gerçekleştirildi ve arka cephede yıkım tehlikesi olan baca sökülerek özgün hali olan harman tuğla ile yeniden baca ve ocak yapıldı. Ahşap çatı karkası yapıldı, yalıtım levhası serildi ve alaturka kiremit ile örtülmesi işleri gerçekleştirildi. ÇALIŞMALAR DEVAM EDİYOR Yarım kat bodrum üzerine üç kat olarak inşa edilen Selimiye Konakta ekipler, duvar üzerine sıva, ahşap döşeme, elektrik bağlantı işleri ve projeye uygun şekilde pencere ve kapıların imalatlarına devam ediyor. https://www.instagram.com/p/CpfI2Hls3L7/?igshid=NGJjMDIxMWI=
0 notes
Text
Büyünün ham maddesinin duygu olduğu bir dünyada, dünyamızda, en güçlü büyü acaba ne olurdu? Kaynağı hangi duygu olurdu bu büyünün, etkisi ne olurdu?
Büyü 101: Büyücülüğe Giriş. İlk cümle, “Bir büyü yapmak için önce onun kaynağı olan duyguyu yaşamak gerekmektedir.” Yani yaşamadığımız bir duygunun yarattığı büyüyü asla yapamayız. Yaşadığımız, hissettiğimiz bir duygunun büyüsünü ise o duyguyu ruhumuza çağırarak yaparız. Büyünün en güçlü olduğu an, duygunun yaşandığı an olduğu için, sonradan çağırılan duyguların yarattığı büyüler çoğunlukla fazla güçlü olmaz, sadece çok ama çok yetenekli olanlar o duyguları ilk hissettikleri andaki gibi çağırabilir ve dolayısıyla güçlü büyüler yapabilirler. Bunu yapabilmek için çeşitli yöntemler de geliştirilmiş yıllar içinde, bir tanesi “çıpa” tekniği. Fakat bu yöntemleri başka bir gün anlatayım. Şimdi, ilk sorduğum soruya odaklanmak istiyorum.
En güçlü büyüyü yaratan en güçlü duygu, nedir?
Şu ana kadarki gözlemlerimden yola çıkmaya çalışayım, belki cevabı bulurum.
En net duygu, en çok karşılaştığımız duygu, sizce nedir? Bana sorarsanız, Endişe’dir. Genelde çok güçlü olmaz, ama her zaman her yerde karşımıza çıktığı için, olması gerekenden güçlüymüş gibi düşünürüz. “Ayın sonunu nasıl getireceğim, hangi okula gideceğim, ya iyi bir büyücü olamazsam, ailem bu yaptıklarımı öğrenirse” gibi gibi sorulardan doğan bu duygunun doğurduğu büyü, “Sorduran” hastalığına yol açan küçük bir lanettir. Hedef alınan kişinin düşüncelerini kontrol edememesine, küçük bir anksiyete hali yaşamasına sebep olur. Yalnız, bir riski vardır. Sorduran hastalığının Endişe hissine çok yakın semptomlar gösterir. O nedenle büyüyü yapacak kişinin, endişe duygusunu çağırdığı ve büyüyü gerçekleştirdiği andan hemen sonra duyguyu silecek başka ve daha güçlü bir duyguyu hazırda tutması gerekir. Aksi halde kendisi de Sorduran hastalığına yakalanabilir. Aradığım cevap Endişe değil, hatta yakın bile değil. Fakat bilgilerimi tazelemek iyi geldi. Bir daha Endişe’yi kullanacağım zaman, hazırda bir Neşe bekletsem fena olmaz. Hazır lafı gelmişken Neşe’yi açıklayayım.
Neşe de Endişe gibi sık karşılaşılan bir duygu olmasına rağmen, yarattığı büyü Endişe’ninkinden katbekat güçlüdür. Neşe bir iyileştirme büyüsünü çağırır. En çok kullanıldığı senaryo, birisinin Hüzün duygusuyla yaratılan Değersizsin büyüsüne maruz kaldığı senaryodur. Değersizsin büyüsü, yapılan kişinin konsantre olmasını oldukça zorlaştırdığı için, bir süre herhangi bir büyü yapamamasına neden olur. Büyücü savaşlarında çok etkili olan bu büyüyü, Neşe’nin yarattığı Gülücük büyüsü anında siler. Gülücük büyüsü ayrıca fiziksel yaraların da oldukça hızlı iyileşmesini sağlar ve yapılan kişinin hafif bir ışık saçmasına neden olur. Bu nedenle herhangi bir nedeni olmadan da kullanılabilir.
Böyle olmayacak. Daha güçlü duygulardan devam etmeliyim sanırım. Öfke? Aşk? Nefret? Evet bunların üçü de çok güçlü. Öfke, Yıkım büyüsünü çağırmaya yarayan bir duygu. Yapıldığı zaman önüne ilk çıkan nesnenin dışarıdan içeri doğru kırılmasını sağlar. Canlılarda da etkilidir. Ama çok tehlikeli olduğu için pek kullanıldığını görmedim. Zira yapan kişiye en yakın şeye oldukça fazla hasar veren bir büyü ve yapan kişi eğer kontrol edemezse, doğrudan kendisini etkileyen bir büyü. Dışarıdan içeri doğru kırılmak istemezdim doğrusu. Bunu geçelim.
En güçlü büyü deyince akla hep Aşk geliyor ama ben çok katılmıyorum. Duygu olarak çok güçlü olsa da, yarattığı büyü bence pek de kullanışlı değil. Gerçi, kalabalık büyücü savaşlarında kullanıldığını duymuştum. Büyüsü neydi ki? Hah! Kör. Yapılan kişinin bir süre boyunca neredeyse hiçbir şeyi görememesine sebep olan bir büyüydü Kör. Sadece yapan büyücü görünür oluyormuş yapılan kişi için. Bir kurban şöyle açıklamış. “Birdenbire nerede olduğumu unuttum. Neden sadece karşımdaki insanı gördüğümü, neden bir an öncesinde ne yaptığımı hatırlayamadığımı merak ettim, fakat içimde sıcak bir his vardı. Bir daha buna maruz kalmak istemiyorum.” Korkunç olmalı. Nefret de oldukça korkunç bir büyü çağırıyor, fakat etkisi çabuk geçen bir güce sahip. Nefret’in çağırdığı Çürü’nün ilginç de bir özelliği var. Yapılan kişi kadar, yapan büyücüyü de etkiliyor. İki tarafı da içeriden çürüten bu büyü, her geçen an zayıfladığı için, düşünüldüğü kadar tehlikeli değil. Tabii ki yapan kişinin Nefret duygusunun nereden geldiğine göre gücü değişebiliyor.
Bunların hiçbiri aradığım duygu-büyü çifti değil. Hafızamı gözden geçirmem gerekiyor sanırım. Düşünelim neler okumuştum? Haz, Mest’i çağırıyor ve yapılan kişinin gevşemesine neden oluyor. Savaşlarda çok kullanılıyor mu bilmiyorum, ama duruma göre etkili olabilir. Not alalım. Korku çok güçlü, çağırdığı büyü ise Sanrı. Yapılan kişi etrafındaki her şeyi olduğundan çok daha farklı, büyük ve karanlık bir formda görüyor. Tüylerim diken diken oldu. Ama neyse ki yine çok güçlü başka bir büyüyle kolayca etkisiz hale getirilebiliyor. Güven, ve çağırdığı büyü olan Koruyan, Sanrı’yı tamamen siliyor.
Bulamayacak gibi hissediyorum. Aradığım şey Büyücülüğe Giriş kitabında yer almadığı için, oraya bakmama gerek yok sanırım. Zaten usta işi bir büyü olduğu için, orada yer almaması da gayet doğal. Heyecan, Doping’i çağırıyor, yapılan kişinin çok hızlı hareket edip düşünebilmesine neden oluyor, fakat yapılan kişi kendini kontrol edemeyen biriyse felakete de sebep olabilir tabii ki.
Reun’un kitabına bakmalıyım diye düşünüyorum. Orada cevabı olmalı. O kitabı her açtığımda kendimi kaybedip sabahlara kadar inceliyorum, o yüzden bu tercihi sona bırakmıştım, fakat başka çarem yok gibi.
Umut, Pandora’yı çağırıyor. Pandora’nın etkisi her defasında değişiyor, o yüzden büyücüler bunu kullanmayı pek tercih etmiyorlar. Bir keresinde yapılan kişiye inanılmaz bir dayanma gücü vermiş, başka bir sefer ise kör etmiş. Hedef kişinin yorulma duygusunu bozarak, kendini yavaş yavaş harcamasına sebep olduğu bir kayıt var. Bir keresinde de hiçbir etkisi olmamış. Tahmin edilemez olduğu bir gerçek.
Buldum! Reun’un kitabında bulacağımı biliyordum. Başından geçen bir olayı anlatmış ve bana aradığım cevabı altın tepside sunmuş. Aynı zamanda tüm büyü teorisyenlerini de güzelce paylamış. Şöyle diyor,
“Büyü yapmak için duygulara ihtiyaç duyduğumuz bir gerçek. Büyünün gücü de kaynağı olan duygunun gücüne ve yoğunluğuna göre değişiyor, burası da doğru, fakat güçlü bir büyü için tek yöntem güçlü bir duyguya sahip olmak değil. Bazı duygular, diğerlerini etkileyebilir, bazen yeni duyguları doğurabilir. Mesela çok sevdiğimiz bir şeyi kaybettiğimiz zaman çok üzülürüz, fakat o şeyi birisi gelip kırarsa ortaya çıkacak Öfke, Sevgi’nin miktarıyla ilişkilidir. Bu nedenle en güçlü büyüler, duyguların doğurduğu duygulardan elde edilenlerdir. Kişisel deneyimimi şöyle aktarayım,
Çoğumuz gibi, ben de büyüleri uzun süre araştırdım, ve temel amacım en güçlü büyüyü bulmak, ve hatta yapabilmekti. Başlarda biraz çekindiğimi söylemeliyim. Özellikle kontrolü zor duygulardan elde edilen büyüleri yapan büyücülere neler olduğunu gördükten sonra hevesimi kaybettiğim bir dönem bile oldu. Fakat günün birinde hayatıma giren bir insan, ilerleyen süreçte karım olan insan sayesinde, motivasyonum arttı ve hedefim daha da güçlendi. Bana önce Umut oldu ve Pandora’nın etkisiyle pes etmeme dürtüsü sağladı. Sonra Cesaret oldu, ve Alevler’i verdi bana, tüm karanlıklarda görebilmemi, en soğuk kışı bile atlatabilmemi sağladı. Sıkıldığım zaman Heyecan, korktuğum zaman Güven oldu. Bunları büyüyle yapmamıştı tabi ki. Büyü yapmakla ilgilenmiyordu, en azından bana söylediği şey buydu en başından beri. Tüm çalışmalarımda ve serüvenimde, bana eşlik etti.
Bir gün, yine araştırmalarıma devam ederken, ‘BULDUM!’ dediğim bir an oldu. Gözleri parladı, fakat ben fark etmedim. O esnada en güçlü duyguyu, dolayısıyla en güçlü büyüyü bulmuş olmanın sarhoşluğu içindeydim. ‘En başından beri gözümüzün önündeydi. Yaşama duygusu, hayatta kalma duygusu. Net bir ismi bile yok. Muhtemelen ortaya çıkardığı büyü ‘Devam’ minvalinde bir isme sahip. Herkesin, doğadaki her şeyin kendi kendine yaptığı bir büyü. Tüm canlıları devam etmeye güden, suyun altına daldığımızda ve nefesimiz azaldığında bizi yukarı çıkmaya zorlayan, en ilkel dürtümüz.’ Bunları söylediğimde hararetle not aldığını fark ettim ve ilk bakışta çok hoşuma gitti bu durum. Söylediklerimi kaybetmemek için yaptığını düşünmüştüm. Hemen sonrasında, Özlem duygusunun yarattığı, bilim kurgu romanlarındaki ışınlanma benzeri bir büyü olan Gönderi’yi yaptı, ve benim söylediğim, onun yazdığı her şeyi, hedefini bilmediğim bir yere gönderdi.
Her şey yavaş yavaş yerine oturmaya başlamıştı. Birdenbire hayatıma girişi, sonsuz desteği, aşırı merakı... Bunlar hep şüpheli gelmiş olsa da, hayatın cilvesi diye düşünmüştüm. Ayağa kalktı, portmantodan ceketini aldı, ve ‘Kadim Büyüler Organizasyonu saygı ve teşekkürlerini sunar. Görevim tamamlandı.’ dedi. Daha kötü bir isim seçemezlermiş gibi, akademik hayatımın başından beri karşılarında savaş verdiğim bu grup, hayatımın aşkı sandığım kadını benim yanıma göndermişti ki, araştırmamı bitirdiğimde benden önce yayınlayabilsinler. Bulacağımı biliyorlardı, belki o olmasaydı bu kadar genç yaşta bulamayacaktım, ama bulacağımı biliyorlardı. ‘Elveda, Reun’ dedi ve kendisini de Gönderi’yle ışınlamak için hazırlığını yaptı. Gülmeye başladım. Kahkahalarla, haykırarak gülmeye başladım. Büyüsünü ortada kesmiş olacak ki, hala karşımdaydı. ‘Teşekkür ederim. Gerçekten teşekkür ederim. Sen olmasaydın onu asla bulamazdım. Bana aşık olduğunu söyledin, sana aşık olmama izin verdin. Sana güvenmeme, her dediğine inanmama izin verdin. Ve sonunda buldum. Sonunda, en güçlü duyguyu, ve en güçlü büyüyü buldum. Bunların hepsi, bu ihanetinle oldu.’ Kahkahalarıma devam ederken, anlamamış gözlerle bana baktığını fark ettim.
‘Az önceye kadar en güçlü büyüyü bulduğumu sanıyordum. Çok güçlü ve çok kadim olsa da, en güçlü duygu Yaşama Duygusu değil. Olmasını çok isterdim, fakat değil. Teşekkür ederim. Sana binlerce kez, milyonlarca kez teşekkür ederim. Sen olmadan yapamazdım. En güçlü büyüyü, sen olmadan bulamazdım. Çünkü onu yapabilmek için, Hayal Kırıklığı’na uğramak gerekiyor. Çağırdığı büyü, Kırık Ayna. Yapıldığı kişiye çeşit çeşit problemi aynı anda yaşatıyor. Şu an zihnimde beliren her şeyi anlatmakta zorlanacağım ama bence bunu hak ediyorsun. Bu büyüyü sana yaptığımda, önce tonlarca ağırlığın altında eziliyormuş gibi hissedeceksin, ruhen. Kimseyle konuşamayacaksın, ve kimseyi duymak istemeyeceksin. Hep üşüyeceksin ve hoşuma en çok giden tarafı, o güzel yüzünü görmek için aynalara bakamayacaksın. Sana sonsuz kez teşekkür ederim. Elveda.’
Sonrasında haykırdım, ve onu Gönderi ile Kadim Büyüler Organizasyonu’nun ana binasına gönderdim.
Bir şeyi açıklığa kavuşturayım, ona Kırık Ayna büyüsünü yapmadım. Gönderi haricinde hiçbir büyü yapmadım hatta. Hayal Kırıklığı’na uğradım evet, ama ben cani değilim. O an yaşadığım tüm duyguların birbirine karışması ve Hayal Kırıklığı’na dönüşmesi, yapacağım Kırık Ayna’yı olağanüstü yıkıcı bir hale getirecekti. Bunu ona yapmak istemedim. Sonuça, o benim Hayal Kırıklığı’m, ve en güçlü büyüm oldu”
Evet! EVET! Hayal Kırıklığı! Reun’un da dediği gibi, tüm duyguların birbirine karışması onu daha da güçlü hale getirmiş. En başta Sevgi, Samimiyet, sonra Aşk, Güven. Tüm bu duyguların gücünden doğduğu için, Hayal Kırıklığı’nın çağırdığı Kırık Ayna, diğer tüm büyülülerden daha güçlü olmalı.
Artık gönül rahatlığıyla uyuyabilirim. Sayfaların için teşekkür ederim günlük. Asla Hayal Kırıklığı’na ya da Kırık Ayna’ya maruz kalmaman dileğiyle, hoşçakal. Ve teşekkür ederim Reun, sen olmasan başaramazdım.
Kuyruklu rüyalar.
0 notes
Text
İzlenimcilik ve dışavurumculuk arasındaki fark
kelime olarak birbirlerinin zıttı gibi görülseler de aslında fonetikte olduğu kadar kontrast kavramlar değildir bunlar. nesnel değil kişisel olmaları, gerçekleri değil o gerçeklerin algılanış biçimini ön plana çıkarmaları gibi yönlerden dolayı ikisi de avangard akımlar olarak doğmuşlardır. ekspresyonizm, bir bakıma empresyonizmin araladığı kapıyı açarak daha ileri taşımıştır.
ayrıldıkları noktalar ise özellikle şunlardır:
-empresyonistlerin teması genellikle doğa ve manzaradır.
-manzarayı onlarda uyandırdıkları duygu ve izlenimle çizerler ki adları bu yüzden izlenimcilerdir.
-resimler ekseriyetle fludur. bu yüzden resimleri daha çok bir manzaranın akılda kaldığı ya da rüyada görüldüğü hali gibidir.
-gerçeği tamamen değiştirmez, sadece biraz bozarlar. boyutlarla, biçimlerle vs. oynamazlar.
-ışıkla oynamayı severler.
-açık alanda çalıştıkları için resimlerinde kısa ve aceleyle atılmış darbeler görülür.
-ekspresyonistlerin belirgin bir teması yoktur.
-biçim bozma ve abartı elzemdir, estetik kaygıları bulunmaz.
-kalın çizgiler, patlayan renkler kullanırlar.
-çizdikleri subjeye değil, onun çağrışımıyla bir duygu ifade etmeye odaklanırlar. yani subjeyi fikirlerini anlatmak için araç olarak kullanırlar hatta bazen eserde bir subje olup olmadığı bile belli değildir.
-empresyonist eserler melankoli, özlem, yalnızlık gibi daha naif duygulardan beslenirken ekspresyonist eserlerde yıkım, bunalım, korku gibi uç duygular hakimdir. zaten ww1'in buhranıyla başlamış bir akımdır.
-çoğunlukla atölye işi olduklarından eserlerde daha özenli ve artistik darbeler görülür.
(Alıntı)
8 notes
·
View notes
Text
( bir yolu bilmekle o yolda yürümek farklı şeylerdir.)iki belirli mekan arasındaki belirsiz mesafe. havadan, sudan, karadan,yürekten vs. çeşit üstüne çeşit. hikaye pembeyse eğer genellikle birleştirir…. peki ya gri ise, acemi ressamın paletindeki kir ve pas misali hikaye olursun… ( Bu resmimde sevgiyi anlattım- bence boyan birmiş - vb)zamanı da katar 'sözde' yüküne. yarını, dünden ya da yıllar öncesini bugünden ayıran ne? zaman mı? varlığın umrunda mı zaman, yokluk zaten zamandan soyut.bu yok, şu soyut? nedir yol o zaman. iki belirli mekan arasındaki belirsiz mesafe mi? cümledeki mekanlar bile başka benliklere bürünür şu satırlar akarken. süreçler değişir, başlangıç ve bitiş devingendir, olur ya belki yer değiştirir. yolu anlamlı kılan 'arzu'dur. yol özneden düşer, araçtır. topografyayı kaplayan asfalt, uçaklar. araçtır. öbür uçtakinin arzusu, ulaşmanın, varmanın arzusudur yol. insan kadar naif, sevmek kadar basit, nefes kadar sonludur yol. Kafka abimiz ne demişti “sonsuzdur yol, ne kısaltılacak ne de eklenecek bir şey vardır, ama yine de herkes kendi çocuksu arşınını tutar yolun üstünde. "kendisi bir arageçiş aracı değil bir mekandır. kendi koşulları ve içinde yaşanan hayatlar vardırMercan dede yazmış”yalnız değilsin... bazen yalnızlık duygusu, muazzam karmaşık bir kaosun içinde kaybolmuşluk hali, taştan bir duvar gibi hayatında belirir, ve bununla birlikte gelen yalnızlık..uyanmak istediğin bir kabustan uyanamama korkusu kabusun kendisinden daha da korkunç bir hale gelebilir,yine de yalnız değilsin,senin gibi hisseden daha birçok insan var...karanlığın içinde göz gözü görmüyor,görmenin birçok farklı yöntemi var,ışıkları söndür ki karanlığı göresin.içine sıkışıp her an nefesinle birlikte daha da daralan ve çıkışı göremediğin bir çemberi kırabilirsin,ilk kırman gereken, bunu başaramayacağın duygusu.”hayatin hep almak, kazanmak, başarmak ve yarışmak üzere kurgulanıp doğduğun andan itibaren sana bu haliyle öğretildi,sonuclarini sadece kendi hayatinda değil etrafindaki herkeste görüyorsun,gerçek bir kişisel, çevresel ve ruhani bir yıkım ve yokoluş.
2 notes
·
View notes
Note
Taşların enerjisine inanıyor musun? Ben şu günlerde 2 tane taş kullanıyorum aşkı ve enerjiyi yükselttiği söyleniyor. Taşların da hafızası olduğunu düşünüyorum yani belki de saçmalıyorum ama taşlar bana göre mineral bakımından zengin olduğu için insanları tamamlayan özellikleri olduğunu düşünüyorum. Saçma bulabilirsin ama ne bileyim işte :) taşlara ilgim var :)
Enerji sizin sandığınız gibi bir şey değil, enerji fiziksel bir kavramdır ve bu sebeple her şeyden önce ölçülebilir olması gerekir. Siz "enerji" diyerek aslında iyelerden ve ruhlardan bahsediyorsunuz. Bu esasında paganist, fetişist bir bakış maddelere karşı, atalarımızın dünyanın işleyişi ile baş edebilmek için her şeyin totemleşmesinin sürdürülen geleneği bir anlamda.
Dediğim gibi enerji dediğimiz şey ölçülebilirdir ve sistem içi ve sistemler arası etkilenim yaratabilme kapasitesi olarak tanımlanabilir, bunun dışındaki bir şey enerji değildir onun var olduğuna inanıyorsanız da böyle bir şeyin adı her şeyden önce iyedir, ruhtur. Enerji diyerek bu metafizik şeyi somutlanması bana uygun gelmiyor çünkü akla yatkınmış gibi bir hale sokuluyor ama aslında aynı şeyden bahsediliyor. Oysa tamamen bağımsız bir inanç hali, mineraldir enerjidir bu kelimeleri kullanmak sizi akla yatkın yapmıyor ha bir inancın akla yatkın olmasına da gerek yok o başka bir konu elbette.
Taşların elbette enerjisi vardır ama bu sizin sandığınız gibi değildir. Mesela kütlenin enerjiye denkliği bakımından içinde potansiyel bir enerji vardır, atom bombası da bu denklik ile çalışır örneğin. Ya da her maddenin yaptığı ışıma yaptığını düşünürsek radyoaktif enerjisi de vardır ve bu bazı taşlarda çok daha artabilir. O enerji direkt etki eder ve DNA ve hücre dokularınızda ciddi zararlar bırakır. İnsanın ruh hali ve insan ilişkileri tekinsiz ve açıklanamaz alanlar içerdiği için sanırsam insanlar özellikle böyle totemlerden yitirdiği tümgüçlülüğünü sağlamaya, bir kontrol hissiyle rahatlamaya çalışmaktadır. Bu psikoloji insanın bireysel gelişiminde dahi gözlenebilmektedir.
Taşların hafızası olduğuna inanmanız da iye inancıyla uyumludur elbette. Nasıl pagan Romalılar ağaca veya ormana ruhlar atadıysa, nasıl Türk şamanlar kendilerini korumak için taşları üst üste dizerek o taşların ruhlarıyla bir geçit kurduğuna inandıysa bu da aynı şeydir. Ki şamanların kendisine ilginç gelen, özgün iyeleri olduğu taşları toplayarak kıyafetlerine taktığı da bilinmektedir. Taşların elbette mineral bakımından zengin olanları vardır ancak o mineralleri sindirim sisteminizce öğütmedikten sonra pek bir anlamı yoktur çünkü mineraller ancak bedeniminizin yapım ve yıkım etkinliklerine katıldıklarında bir önem kazanırlar. Doğadaki taşların mineral oranları genelde etkileşime girdikleri su kaynaklarıyla ilişkisi merkezinde önem arz etmektedir.
Taşlara benim de ilgim var çocukken bulduğum ilginç özellikle pürüzsüz yüzeyli taşları toplamayı severdim. Bir taşın güzel olması için iyesi olmasına gerek yok bana kalırsa, takması zevkli olabilir ya da görünüşünü sevebilirsiniz. Sonuçta bu taş mevzusunun nasıl bir mekanizmaya sahip olduğunu açıklayabileceğimiz hiçbir durum yok, bu sadece olması için inandığımız şey Camus'nün deyimi ile bilinçli zihnimizin dünyaya bakışında tamamen kayıtsız ve bilinçsiz bir evrenle karşılaşmamız karşısında yaşanan uyumsuzluğa getirilen insani bir çözüm. Camus bu tür inanç temelli çözümlere altında yatan temel isteklerden dolayı saygı duyar ancak hayatın tam potansiyelini görmeyi engelleyen, açık seçik ve dürüst olmayan bir yan taşıdığı için bunu reddeder. Ona göre insan sürekli kendi potansiyelini ve dünyadaki yerinin onaylayarak, dürüst bir kendilik bilinciyle hareket etmelidir çünkü, "Yaşamak, uyumsuzu yaşamaktır."
11 notes
·
View notes