#başkalarının tanrısı
Explore tagged Tumblr posts
Text
Hepimiz şiir gibi konuşuyor, hayvan gibi yaşıyoruz.
Mine Söğüt (Başkalarının Tanrısı)
#kitap#kitap alintilari#kitap alıntısı#books & libraries#kitaplar#book#books and reading#books#alıntı#book blog#reading#alinti#alınti#alıntılarım#alintilarim#kitap alintisi#kitap kesitleri#kitap tavsiyeleri#kitap tavsiyesi#keşfet#kesfet#edebi yazılar#edebiyat#mine söğüt#başkalarının tanrısı
22 notes
·
View notes
Text
Binaya benzemek...
#fypシ#trumblr#sözler#alıntı#siyah kadar yalniz#geceye not#book worm#kitap alintilari#artists on tumblr#başkalarının tanrısı#mine söğüt#edebiyat#kitap alıntısı#aslı arslan#beyzalkoç#beyza aksoy#3391kilometre#3391km#sokak nöbetçileri#sokaknobetcileri#stefan zweig
10 notes
·
View notes
Text
Benim ne geç kaldığım bir işim var, ne de bir telaşım.Vapur iskelesinin yanımdaki taşlığa çömelmiş karşı kıyıya,o görkemli saraya bakıyorum, yanımdan geçen insanlar saatlerine bakıyorlar. Ben o sarayın bir zamanlar birilerinin evi olduğunu düşünüyorum, onlar evlerine dönme saati geldiğinde vapurun çalışıp çalışmayacağından endişeleniyorlar. Ben doğumu ve ölümü düşünüyorum, onlar hayatta kalmanın yolunu. Benim aklımda olanlar ve olmayanlar, onların aklında olacaklar ve olmamışlar. Ben hep şimdiki zamandayım, onlar hep gelecek zamanda.
Bu mudur hayat Efsun Abla?
9 notes
·
View notes
Text
Kimin kim olduğuna önem veren bu dünyanın kimseye önem vermemesi üzerine düşünmeye başladığımız anda her şeyin altüst olacağını bildiğimizden olsa gerek, hiçbirimiz gerçekten kim olduğumuzun peşine düşmüyoruz. Sadece hayali bir tanrının kulu olduğunu sanmak yetiyor insana.
7 notes
·
View notes
Text
8 notes
·
View notes
Text
TERZİ, 0. BÖLÜM: BİR KATİL NASIL DOĞAR?
"her sese gidilmez, her kelime konuşulmaz. terzinin yarattığı bu oyunda, insanlık bulunmaz."
29.01.1963
Sıkı dur, birazdan sana bir adam ve bir kadının nasıl iki yabancı haline geldiği; kadının gittiği, adamın yanarak keder içinde öldüğü ve lanetli bir ruha büründüğü o hikâyeyi anlatacağım.
Ama önce beni tanımalısın.
Ben bir terziyim.
En azından bir zamanlar öyleydim.
O beni bulmadan önce.
Bazı kadınlar dünya üzerindeki en tehlikeli atomlardan yaratılmış varlıklardır, bilirsiniz. Yok etmek için doğmuş, kalbini yalnızca bir kişiye teslim etmek üzere yaşamış ölene dek ve emin olamadığı herkesi oyuncağı haline getirip sonra da bir köşeye atmış kadınlar...
Onlardan biri ile tanışma fırsatım oldu.
Onlardan biri ile tanışmama vesile olan tanrıya lanet ettiğim çok gün oldu, o günlerin sonunda ise hem tanrıyı kendi içinde yok edip kendi dünyasının tanrısı olan hem de başkalarının laneti olan o adam bendim.
Ne diyordum? Doğru, şeytan tüylü o kadın. Adını anmayacağım çünkü isminin geçtiği her cümle tüylerimi ürpertiyor.
Onunla tanışmamız şöyle oldu: Ne hayallerle kurduğum, işletmeye yeni başladığım dükkânımda her zamanki gibi iğne ve ipliklerle, kumaşlar ve dikişlerle uğraşıyordum. İşini tutkuyla yapan biriydim, bu tutku beraberinde başarıyı getirince kısa süre içinde şanım duyuldu, adım uzandı dillerden dillere. Her şey tıkırında gidiyordu, başıma talih kuşu konmuş gibiydi! Mutluydum. Geliştirdiğim, güzelliğine güzellik kattığım dükkânımdan içeri topuklusunun tıkırtısı ve pahalı parfümünün her yere yayılan hoş kokusuyla içeri o girene dek sahiden mutluydum. Üzerinde siyah, en göz alıcı ve pahalı kumaşlardan biriyle ustalıkla yapılmış bir elbise vardı. Omuzlarında şaşalı bir kürk duruyordu, sarı saçlarını yana doğru ayırarak dalgalı bir şekil vermiş ve dikkat çekici, kan kırmızısı ruj sürmüştü. Gerdanında parlak incilerle dizili, şaşalı bir kolye vardı.
Tehlike kelimesi eğer insan formatına uyarlanacaksa günün birinde, yanlarına çağıracakları kişinin ilk önce bu kadın olduğundan eminim, diye düşünmüştüm onu ilk gördüğümde.
Etrafa yaydığı aura kanımı harekete geçirmiş, yoğun bir ateş beni sarmıştı. Ben mest olmuş bir haldeyken son derece asil, insanın dokunmaya kıyamadığı bir çiçek edasıyla bana doğru gelmeye başladı. Bir zamanlar inandığımı sandığım tanrı şahidim olsun ki o an, canımı karşımdaki kadına bağışlayacağımı sandım.
Yakınıma geldiğinde bana bir şeyler söyledi fakat ben hiçbirini duyamadım çünkü tamamen ona kapılmıştım, sanki esiri olmuştum. Zarif elini gözümün önünde salladığını gördüğümde kendime gelip heyecan içinde konuştum bu kez. Ağzından çıkacak her bir kelimeye hazine değerinde bakıyordum artık. "Lütfen kusuruma bakmayın hanımefendi, hatamı mazur görün. Ne istemiştiniz?"
İçine derin bir nefes çekip tekrar anlatmaya başladı. "Buraların en gözde terzisi sizmişsiniz, beyefendi. Yakın zamanda bir baloya katılacağım, bunun için elbiseye ve sizin pek kusursuz işçiliğinize ihtiyacım var. Kumaşlar çoktan hazır, yalnızca tasarımı ve dikilme aşaması kalmıştı. Kendimi herkese öyle kolay teslim etmem ancak bir arkadaşım bana sizi ve yaptığınız işleri anlatıp dükkanınıza uğramam konusunda epey ısrar etti, takdir edersiniz ki ben de hayli meraklandım. Soluğu burada aldım."
Gülümsedim. "Siz hiç merak etmeyin hanımefendi, sizi pişman etmeyeceğim." Duraksadım. "Yalnız... Vaktinizin büyük bir kısmını burada geçirmeye hazır mısınız?"
O an bana zehirli gülümsemesini sundu, altın yansımalı bir tepsi içinde. "Elbette, tüm vaktim sizindir."
Elimle dükkânın içerisini işaret ettim. "Buyurun, önce ölçülerinizi alayım sonra da oturalım ve isteğiniz doğrultusunda beraber tasarım taslakları çıkartalım."
Griye çalan soğuk mavi gözlerini, siyah renginde olan gözlerimden bir an olsun ayırmadı ve gülümsemesini sürdürdü. Sonra da işaret ettiğim yere doğru adımlamaya başladı. Bir kasırga gibi ben de onun peşinden, ona doğru savruldum.
Gel zaman, git zaman. İstediği tasarımı yaptım, sonucu gördüğünde iltifatlara boğdu beni. Şimdi iş, tasarımı gerçeğe dökmeye gelmişti. Sonraki gün bana kumaşı getirdi, aslında istesem o gün içerisinde elbiseyi bitirebilirdim fakat bitirmek istemedim. Benimle işi bitince yanımdan geçip gittiği ve bir daha onu göremeyeceğim günlerin hayalini gerçek hayata uyarlamak istemedim. Bu yüzden olabildiğince ufak adımlarla elbiseyi tamamlamaya çalışıyordum. Bir yandan da bana günler önce söylediği balo tarihine yetişsin istiyordum.
İnce eleyip sık dokudum, her bir dikişte ustalığımı konuşturdum ve balo gününden yalnızca bir gece önce elbiseyi tamamladım. Günlerdir dükkânımı ziyaret eden zehirli çiçeğim, o gün de geldi ancak diğer günlere nazaran geldiği saat epey geçti. Hava çoktan kararmış, ıssız sokaklara vuran ay ışığında in cin top oynamaya başlamıştı.
Sabahlara kadar çalıştığım dükkânın camdan kapısı tıklatılınca merak içinde ilerledim, kapıyı açtığımda ise zehirli çiçeğimi gördüm. Sırılsıklam ve nefes nefeseydi, bu hali kanıma karıştırdığı ateşi harlamaya yetti. Adını andım o an fakat dile getirmeyeceğim çünkü içinde adı geçen her cümle sanki beni tekrardan bir yangının içinde mahsur bırakıp yeniden cayır cayır yakıyor. "İyi misiniz?"
"Değilim. Bu gece sizinle..." Yutkundu. "Kalsam olur mu?"
Benim için hava hoştu ama yine de şaşırmıştım. Onu içeri buyur ettim, derdini tasasını dinledim. Gece bitene, ufuk çizgisinde güneş görünene dek konuştuk ve o geceden sonra bir şeylerin değişeceğini aklımın dolambaçlı bir köşesinde, 7.2'lik bir depremin şiddetiyle hissettim. Öyle de oldu. Artık aramızda resmiyet yoktu, senli benli diyaloglar döndürüyorduk zehirli çiçeğimle. Sabah olduğunda ve artık gitmesi gerektiğinde arkasını döndü ancak kapıyı açtığı sırada arkasını dönüp bana son kez baktı. "Yarınki baloda yanımda seni istiyorum, sevgili terzim. Sen bana denksin." İnci gibi parıl parıl dişlerini ortaya sermekten çekince duymadan gülümsedi. "Birkaç saate yeniden geleceğim, sen de o zamana dek her zamanki el çabukluğunla," Ah, lafı burada bana dokunduruyordu. Sanırım elbisesini bilinçli olarak yavaş diktiğimi tahmin ediyordu. "Yanıma yakışacak bir takım elbise dikersin kendine diye düşünüyorum."
Zehirli çiçeğim, sen her zaman böyleydin. Her zaman en ufak hareketimin altında yatan nedeni sezer fakat bana belli etmezdin, bazen ufak dokundurmalarla bazense cevabını bildiğin sorularla bunu bana belli ederdin ve ben de her seferinde beni nasıl bir bulmacaymış gibi kolayca çözebildiğine ve kafatasının içine gizlenmiş zehir zemberek aklına hayret ederdim.
O gün seni onayladım, birkaç saat sonra geldiğinde ise yapımı günler süren göz alıcı elbise ile bütünleşmiş bedeninin karşısında yalnızca birkaç saatimi alan, yanına yakışan bir takım elbise ile dikildim. Gülümsedi. Yapabileceğimi biliyordu. Gülümsedim. Onu tanımıyordum.
Balo gecesinden sonra hep bir bahane bulup bir araya geldik, saatlerce sohbet edip sınırlarımızın üzerine kurulu dikenli telleri bir bir söküp attık. Bir zaman sonra biz dost değil, sevgiliydik. Ona deliler gibi âşık olmuştum, onun da bana âşık olduğunu sanmıştım. Neredeyse tüm hayatımı ona adamış ve kariyerimi farkında bile olmadan bir köşeye atmıştım. Ben ki, evini otel gibi kullanan adam evden çıkmaz olmuştum çünkü dört duvar arasında yalnız değildim, artık o da vardı. Benimle kalıyordu. Bazen gidiyordu, saatler boyu gelmediği oluyordu ve ben de yoksunluk krizine girmiş uyuşturucu bağımlısı gibi bana geri dönmesini bekliyordum. Bunu neden yaptığımı bile bilmiyordum, sorgulamadan öylece oturuyor ve sadece gelmesini bekliyordum.
Bir gece yarısı pencereden dışarı baktım, seni gördüm. Yanında bir adam vardı ve o ben değildim. Boyu uzundu, kılık kıyafeti âdeta ben soyluyum der gibi bağırıyordu. Kaşlarım çatıldı, anlamaya çalışır gibi baktım. O ânı, hissettiğim çarpıntıyı bugünmüş gibi hatırlıyorum. Parmak uçlarında yükseldin, o adamı dudaklarından öptün. Hayır, öptüğün ben değildim. Başka biriydi. Başka bir adam. Gözüm döndü, bir anlığına pencereyi kırıp aşağı atlayacağımı sandım.
Ben öfke problemleri olan bir adamdım bir zamanlar, sırf bu yüzden y��llar boyu terapilere gitmiştim. En sonunda kendimi terzilik yaparken bulmuştum çünkü dikiş, nakış, kumaş parçaları ve iğne ile iplik benim tutkum, ilgi alanımdı. Tüm bunlar bir arada olduğunda sakinleşiyordum, diğer insanların normlarına uyan insan profiline bürünüyordum fakat zehirli çiçeğimin hayatıma girmesiyle ben artık terzi olmaktan çıkmış, bir kadına bağlı yaşayan herhangi bir insan haline gelmiştim.
Şeytan tüylü kadın benden kendi de dahil olmak üzere her şeyimi almış, elde avuçta bir şey bırakmamıştı. Ben artık kaybedecek hiçbir şeyi olmayan, gözü öfkeden başka hiçbir şeyi görmeyen o adam olmaya geri dönmüştüm.
Tüm bunlara o sebep olmuştu.
Gülüşü dikenli, içten içe sinsi, zehirli çiçeğim.
Yine de bekledim. Yukarı çıkmasını ve bana açıklama yapmasını bekledim. Kapı çaldı, birkaç koca adım atıp kapıyı açtım. Bir zamanlar bana masum gelen gülümsemesini sergiledi. Öylece durdum ve karşıya baktım. Kollarıma atıldı, bana sarıldı. Tepki vermedim. Kollarımı kaldırıp sarılmaya tenezzül etmedim. Halimi fark etmedi, ya da görmezden geldi ve gününü anlatmaya başladı, salona yürürken bir yandan da üzerindekileri çıkarıyordu. Peşinden giderken kasırga gibi hissetmedim bu kez çünkü buz kesmiştim, gözlerimi kırpmayacak kadar hareketsizdim.
Salonun ortasında durduğumuzda sonunda halime aldırmaya başlamış olmalı ki, "Sevgilim, sorun ne?" diyerek söze girdi. Zarif, aklımı bulandıran elleri yapılı kollarımı buldu ve boydan boya okşamaya başladı. Beni parmağında oynatacak güce sahip bakışları yerli yerindeydi, bir cevap bekler gibi gözleri yüzümde geziniyordu. Elleri, kollarımı aşıp omuzlarıma vardığında az önce onu aşağıda, başka bir adamla nasıl gördüysem aynı şekilde parmak uçlarında yükseldi ve kırmızı rujunu eksik etmediği dolgun dudaklarını boynumda gezdirirken ardına birçok öpücük bıraktı. Bir gram etkilenmedim, oysaki şimdiye onu kollarımın arasına almam gerekirdi ama bir şeyler değişmişti, geçmiş zamanın saltanatı son bulmuştu.
Geriye çekilip dudaklarını büktü, gözlerimin içine baktı. "Yapma böyle."
Son derece duygusuz bir sesle, "O adam kim?" diye sordum.
Kaşlarını çattı. "Nasıl yani, canım?"
Bağırdım. "O adam kim?!"
O an elini eteğini benden çekti, kendini kapatmış çiçeğin bir damla suyla tekrar açması gibi birkaç katman açıldı ifadesi. Artık o bir yabancıydı.
Ağzını açtı, bir şeyler söyledi fakat kelimeler bana bir ninni, bir ezgi gibi geldi. Son derece tiz ama rahatsız etmeyen, pamuk yumuşaklığındaki sesi dolandı kulaklarımda ve ben ne olduğunu çözemedim çünkü beynim gerçeklik algısını yitirmişti. Konuştuğunu görebiliyordum ama kulağıma kelimeler değil, bir ağıtın sözleri geliyordu. Deliriyor muyum, diye düşünmüştüm o an.
Ne olduğunu anlayamadan üzerimde bir ıslaklık hissettim, hareket ettiremediğim gözlerimin ucuyla etraftaki ıslaklığı da fark ettim. Kokusu burnuma çalınan şey, kesinlikle benzindi.
Ona baktım. Gülümsedi. Bana baktı. Artık onu tanıyordum.
Nereden çıktığını bilmediğim, aslan şeklindeki çakmağı elindeydi. Yanıyordu. "Her şey bitti," dedi ve çakmağı yere fırlattı. Hareketsizdim, üstelik bu bilerek yaptığım bir şey değildi. Bir şey beni ve hareketlerimi engelliyordu, büyülenmiş gibiydim. Bağırmak istedim, kıpırdayıp buradan gitmek istedim fakat bir duvar kadar hareketsizdim.
Çakmağın yere düşmesiyle birlikte tesir ettiği her yer alev aldı, evimin her yanını ateşler sardı. Alevler ayak ucumdan bedenime yükselmeye başladı. Evim yanıyordu. Ben yanıyordum. Acıdan kavruluyordum, dünya üzerinde cehennemi yaşıyordum.
Büyüleyici elinin yüzümde gezindiğini, gözlerinin ise eliyle dokunduğu her yeri takip ettiğini istenmeyen hareketsizliğimle izledim. Nasıl olurdu da eli yanmazdı? O da ateşin içindeydi, nasıl olurdu da bedeni tutuşmazdı?
Gördüklerimin gerçek olduğuna inanamamıştım o an, sevgili çiçeğim çünkü seni de kendimi de fani sanıyordum.
O gece yarısı ben cayır cayır yandım, boğuk çığlıklarım içimde yankılandı; sen ise bir ışığın yanıp sönmesi kadar kısa bir sürede ortalıktan kayboldun. Yürümedin, koşmadın; yok oldun. Pencerenin hizasındaydım, dışarıyı görebiliyordum. Dışarıdaydın, yanında yine o adam vardı. O an anladım; ben senin için tecrübeydim, o adam ise kalbini adayacağın kişi. El eleydiniz. Bir savaş meydanından galip olarak ayrılmış gibi gözüküyordunuz birbirinize bakarken. Sonra birden bana döndün yüzünü, sinsice gülümsedin belki de ilk kez tüm gerçekliğinde. Sonra da önüne döndün, yanındaki adamla birlikte yürüyerek evimin önünden ayrıldınız.
Yana yana kül oldum, etrafa küllerim saçıldı. Evin içindeki tüm eşyalar yandı, duvarlar boylu boyunca simsiyah is lekeleriyle kaplıydı. Evin içinde yanmış et kokusu vardı; evet, benden kaynaklıydı.
O geceden sonra sana musallat oldu lanetli ruhum, seni öldürene dek de peşini bırakmadı.
Bir katil nasıl doğar, sevgilim? İşte böyle. Benim sonum sendin, senin sonun ise bendim, zehirli çiçeğim ve senin soyuna ait her bir kadını öldüreceğim; diktiğim her bir elbiseyi, parçalara ayırıp sonra da birbirine yamadığım ölü bedenleriniz üzerinde sergileyeceğim. Ben eski ünümü geri kazanacağım, şanımı cümle alem duyacak.
Ben bir terziyim.
Bu böyle.
Hiç değişmeyecek
❦
x/kuldikeni & ig/aksvedia
11 notes
·
View notes
Text
#53
Başkalarının Tanrısı, Mine Söğüt
12 notes
·
View notes
Text
"ben Helios'un kızı, Aiaie Cadısı Kirke. hayatım boyunca trajedinin beni bulmasını bekledim. nulacağından hiç kuşkum yoktu çünkü başkalarının hak ettiğimi düşündüğünden daha fazla arzum, isyanım ve gücüm vardı, yıldırımları üstüne çekecek şeylerdi bunlar. ve bir gün, artık bu dünyaya dayanamayacağım, diye düşündüm."
"yüreklerimizde gerçekte ne olduğu bilinseydi kaçımız affedilirdi?"
"dünya çirkin bir yer. biz de dünyada yaşamak zorundayız."
Yunan mitolojisinde Güneş tanrısı olarak karşımıza çıkan Helios'un kızı Kirke'dir. Kirke aynı zamanda sürgüne gönderilmiş bir nympha özelliğini taşır ve çoğunlukla eser boyunca Aiaie cadısı olarak karşımıza çıkar. Onun çocukluğundan itibaren sevilmeyişi, hor görülmesi, ailesi tarafından dışlanması onun bu serüvene ve cadı olmasında etkili olmuştur. Homeros'un destanlarında gördüğümüz, İkaros, Minotauros, Prometheus, Zeus ve Odysseus gibi tanrılar veya tanrılar gibi efsaneleşen kahramanlar karşımıza çıkar. Kirke uzun yıllar boyunca yaşadığı dışlanmanın kavgasını tek başına vermiştir. Yalnız bir kız çocuğu ve bir kadın ve sonunda da bir anne olarak başından geçenleri, nelerle mücadele ettiğini içten bir şekilde anlatır bize. ben kitabı okurken yer yer sıkıldım, belki bu Yunan mitolojisi hakkında çok bilgi sahibi olmadığım içindi ama bir bakıma bir giriş niteliği de taşıyor bu kitap, sadece insanlar arasında değil mitolojik tanrılar arasında bile nasıl bir kargaşa ve gürültünün olabileceğini, titanlar ile Olymposluların süregelen savaşını da görmek mümkün oluyor.
8 notes
·
View notes
Text
˖˚⊹♡ evet de ⊹ ࣪ ˖
*ੈ✩·₊˚༺☆༻*ੈ✩·₊˚
O adamı/kızı mı istiyorsun? Onlar senin. Bir gün içinde 50 kilo mu vermek istiyorsun? Sen zaten şimdiden verdin. Dışarıdaki en muhteşem o kişi mi olmak istiyorsun? Sen zaten öylesin. Şu anda 30 milyon dolar para transferi mi istiyorsun? O para şimdiden orada.
Tezahür etmek hafif yürekli olmak anlamına geliyor. Evet, bazen bazı durumlar stresli görünebilir,ancak bunun hayal gücüyle anında çözülebileceğini fark ettiğinizde sorun ortadan kalkar. Tezahür ederken mücadele etmeniz gerekmiyor. Ağlamanız falan da gerekmiyor. EĞLENCELİ olması gerekiyor.
Bir şeyi tezahür ederken, imkansız gibi görünen veya gerçekten olmasını istediğim bir şeye doğal olarak hayır dediğimi fark ediyorum ve sonra şüphe ortaya çıkacak ardından onu tezahür ettirmeyi bırakacağım. Ama gerçekliğimin tanrısı/yaratıcısı olarak, kelimenin tam anlamıyla evet olabilir. Eğer istiyorsam neden ona sahip olamıyorum? Hayır diyen tek kişi benim.
⭑.ᐟ Her şey senden geliyor. Yani sen hayır demediğin sürece hiçbir şey de evet olamaz. SEN YARAT.
Kendini asla engelleme. Kendinize asla hayır demeyin. İstiyorsanız, sizin olduğunu iddia edin ve başkalarının ne dediğine ya da aynanın size ne gösterdiğine aldırmayın. Bu tam anlamıyla SİZİN DÜNYANIZ. Kendinizi sınırlamayı bırakın ve bunun yerine sınırsız olun. Siz kelimenin tam anlamıyla yaratıcısınız, gerçekliğinizin tanrısısınız. Kendinize evet demeyi öğrenin. Bu şeylerin ne kadar "imkansız" ya da "gerçek dışı" olduğuna bakmaksızın kendinizi mutlu etmeyi öğrenin. Çünkü kimin umurunda? Eğer sizi mutlu edecekse ya da gerçekten istediğiniz bir şeyse, EVET DİYİN.
Hayır deme.
EVET de.
cr: @heavenangelly on tumblr
#loa blog#loa#affirmations#self care#self love#subliminals#self improvement#law of assumption#manifesting
3 notes
·
View notes
Text
|Mine Söğüt, Başkalarının Tanrısı
2 notes
·
View notes
Text
Hem ömrümüzün boyu yoktur ki sadece, eni de vardır. Hacmi vardır ömrün. Sadece boyla ölçülmez her şey.
Mine Söğüt (Başkalarının Tanrısı)
#kitap alintilari#kitap#kitap alıntısı#alıntı#kitaplar#books and reading#books & libraries#book#book blog#books#reading#alinti#alıntılarım#alınti#alintilarim#kitap alintisi#kitap kesitleri#keşfet#kitap tavsiyesi#kitap tavsiyeleri#kesfet#edebiyat#edebi yazılar#hayat#hayata dair#hayattan alıntı#hayatın gerçekleri#mine söğüt#başkalarının tanrısı
16 notes
·
View notes
Text
Hem kimsen yok hem de sen kimse değilsin. Büyük özgürlük.
~Başkalarının tanrısı
#fypシ#trumblr#sözler#alıntı#siyah kadar yalniz#book worm#kitap alintilari#mine söğüt#artists on tumblr#kitap alıntısı#edebiyat#aslı arslan#beyzalkoç#beyza aksoy
9 notes
·
View notes
Text
"Biz hayatlarımız bize ait zannediyoruz ya, büyük
yanılıyoruz Musa."
Adnan Abi asla sahip olamadığı bir hayatın ağır yükünün altından konuşuyor hep.
"Ne doğumumuz ne ölümümüz ne de doğumla ölüm
arasında can çekişerek sürdürdüğümüz hayatlar bize ait.
Başkalarının isteklerinden doğuyor,başkalarının istediği
gibi yaşıyor ve başkaları yüzünden ölüyoruz. Bizim sandığımız hayat bizim değil, bizim sandığımız beden bizim değil.
4 notes
·
View notes
Text
Bir sürü kişi tanıyorum, kaç tanesi arkadaşım? Bir sürü arkadaşım var, kaç tanesi yakınım? En ufak şeyde beynimde bir düşünce. Şüphe, başlıyor kemirmeye kafamı. Önce ufak lokmalarla, hızlıca agresifleşiyor sonra. Seni unuttular, bıraktılar seni! Baksana ne kadar yakınlar birbirlerine, sevmiyorlar işte seni. Fazlalıksın sen, bir sorumluluk. Sülük gibi bir şeysin ya. Kimse nerden geldiğini bilmiyor, ne zaman gideceğini bilmiyor. Soruyorum, neden istemesinler beni? Sadece duruyorum öylece. İşte tam da bu yüzden, diye bir çığlık yankılanıyor kafamın mağaralarında. Daha fazla dene, daha fazla koş, daha hızlı koş, daha fazla kırıl, daha çok üzül. Azım diye nefret ediyorlar benden, diye bir yargıya varıyor küçük kız, daha fazla vereyim o zaman. Olduğundan daha fazlasını veremeyeceğini anlayınca başlıyor sesler. Kız susuyor onlar başlıyor. Araya gireyim, kırmasınlar kızcağızın kalbini diyorum, tam o sırada PAT! Suratımın tam ortasına bir tokat! Yüzüm kızarıyor, hani kurtarıcısı olacaktım? Kızla göz göze gelince yüzündeki şaşkınlık ve hayal kırıklığı tıkıyor boğazımı: tanrısı yenildi.
Onun gözünde ben olmak istediği her şey, olabilecek her şey, var olan her şeydim. Onun gözünde ben dağları yerinden oynatır, kutupları çölleştirir, çölleri yeşertirdim. Şimdi neyim? Gözünden düştüm, cennetten düştüm. Birinci değilsem sonuncuyum. Tanrı değilsem şeytan, evren değilsem atomum.
Ben de artık başka bir karınca dışında bir şey değilim.
Ve doğal olarak, ezilip ölüyorum.
Kız her şeyin farkında olduğunu sanıyor. Ben de öyle. Ama, aramızda bir fark var, o kendine kendi gözüyle bakarken ben başkalarının gözlerini çalıyorum. Kendini tanıyor, çünkü daha tanınamayacak hâle gelmedi. Ben kendimi öğreniyorum ve bu yolda her tarafım yara bere oluyor. Kıza bağıranlar şimdi o yaraları görüyor ve bana dönüyorlar, "lan? yoksa biz seni daha önce de dövmüş müydük?"
Gülerek kızı gösteriyorum "yok hayır, siz değil, o yaptı." Kafaları karışıyor. Neden gülüyor bu soytarı, diye fısıldaşıyorlar. Burnumdan akan kan ellerime damlıyor. Kız dehşet içinde bana bakıyor. Başkalarının akıttığı kanım, onun akıttığı kan kadar korkutmuyor kızı. Sorun yok manasında olabildiğim kadar sevimlice gülümsemeye çalışıyorum ona. Kız ağlamamak için dudaklarını dişliyor. Ben de fısıldaşanlara dönüyorum:
"gülüyorum çünkü," deyip biraz bekleyerek olayı dramatikleştiriyorum "bu yaralar şu an beni gıdıklıyor. biliyorum, biliyorum, yıllar sonra canım hiç olmadığı kadar yanacak. o yüzden şu an gülmem lazım, gülebilirken gülmem lazım, evet, evet..." ve mırıldanırken kendi kendime, yere uzanıp bacaklarımı çekiyorum göğüsüme doğru. Hayır acımıyor anne, daha değil, yemin ederim acımıyor anne. Yalvarırım etme artık endişe...
3 notes
·
View notes
Text
Ölülerini gömmüyorsun. Öçlerini alıp bitirmiyorsun. Acılarını bile çekmiyorsun Efsun abla. Kestiğin bacaklarını köpeklere atan adamı ben öldürdüm, sen öldürmüyorsun. O bacakları yiyen köpekleri ellerinle beslemeye devam ediyorsun. Hayaletler sarılı her yanın. O hayaletlerin çekip gitmesine izin vermiyorsun. Bizimle birlikte şehirde sürünüyor onlar da. Uyurken başımızda bekliyorlar. Rüyalarımıza giriyorlar. Acımasızlığınla vicdanın bir olmuş hepimizin aklını karıştırıyor.
4 notes
·
View notes
Text
Ne istiyorum ki acaba? Arzulanmak? Sevilmek? İlgi? Sevişme? Hiç bilmiyorum ben de inan. Nasıl oluyor acaba hislerimin vücudumdaki tezahürü? Biliyorlar mı sarhoşken koluna girdiklerim veya masamdaki yazılarla dolu kağıtlar gibi kırıştırdıklarım? Sevgimin tazarru eden damlaları ne istiyor? Bir insanı içine alıp sarmalamayı mı yoksa yine bir sürü insanın yarattığı dil yaralarını başkalarının bakışlarıyla, dilleriyle kapamayı mı? Çok bakıyorum kendime bu sıralar. Aynada ve yansımalarda ve telefonumun ekranından yüzüme bakıyorum. Gözlerime, gamzelerime, çeneme itina ile yorumlar yapıyorum içimden. Yanağımdaki benleri ve dudağımın üstündeki yarayı sayarak konuşuyorum onlarla. Belki bedenimi tanımak kendimi tanımak demektir diyorum. Belki de sineme değen her insanın temasıyla daha da tanıdığımı sanıyorum kendimi içten içe. Keşke bilsem nedir ereğim. Gayem nedir benim bu fevri hareketlerimde? Sahi ne zaman dinledim ki beni tanıdığını iddia edenleri? Tek benim dedim kendimi bilebilecek, sen kimsin be oğlum? Ne haddine senin gelip bana beni anlatmak? Acaba şu an gelse biri de bana anlatsa yaptığım eylemlerin amacını, ilk defa da olsa dinler miyim kendimi başka birinin ağzından? Peki ne kadar gerçektir bu? Başkasının dişlerinin arasından geçen kelimeler bir versiyonu değil midir benliğimin? Peki soruyorum; beni tanrısı bilmiş kağıda ve ellerime ibadet etmiş kaleme soruyorum, kimin ben? Nasıldır kanımın tadı? Güzel midir dilimin oynayışları? Peki ya içimdeki hisler saf mıdır? Neyimdir ben sordum bana tapan eşyalar ve yazılara.
Acaba tanrı da bu sebeple mi yarattı ademoğlunu? O da mı açlık duyuyordu kendini tanımaya?
1 note
·
View note