#siyasi rehinelik
Explore tagged Tumblr posts
bunecileapt · 2 years ago
Text
keske size de müdafiilik değil siyasi rehinelik fotomu atabilsem çok iii
4 notes · View notes
seslimeram · 3 months ago
Text
İşaretleme
Tumblr media
Bir işarete bakıyor her şey. Her durumda düzenin, bu çetrefilli olmayacak kadar alenen o var edilmiş karanlığı ele almış olagelen düzenin var ettiği her açmazdan çıkışı bu işaretin ta kendisi belirliyor. Baş efendi ve tüm bileşenleri hep birlikte yıkımın, kokuşmanın aleni var edildiği bir zeminden cerahati önceleyip bir yarın pratiğini var etmeye çalışıyor. Artık her işaretleme bir cürmü bildiriyor. Her cürüm iktidarın ayakta kalmak için var ettiği tüm eylemlerinin geleceğini. Doğrudan hemen her eylem sıradanın hayatına kastı önceler. Hiç genel geçer değil doğrudan yalın bir dönüşümü o mutlak gücü muhafaza etme gayretinin yekununda işaretleme halleri bir ülkeyi değil bir çukuru bildiriyor. Bir tahakküm veçhesi üstünden bir o yana bir bu yana sallanmaya devam ediyor bu çukur. Bugün belirgin bir hal dahilinde halkın yaşamsal idesinin üstünün çizilip durulduğu bir zemin var ediliyor. Şükret, sebat et, sabret üçlüsünü her durumda kullanışlı addeden bir akılla yaşamın derdest olunmasına devam olunuyor. Tümüyle pejmürdelik bir hal istikamet addediliyor. Biyopolitik bir tahakküm normatif, müşterek insanlık haklarının yıkımının olağan vakayı adiyelik bir mesel kılınmasına devam olunuyor. Cerahatin, cürmün, can yakmaların yeri, menzili o işaretlemelerle birlikte gerçek kılınıyor, ne eksik ne fazla. Bir işaretleme bahsini zincirleme bir yok etme sarmalını yeni ülke nam zindanı şekillendirir muktedir.
Yirmi üçüncü yılındaki bir siyasi çatının var ettiği eşiğin / oluşturduğu yeni ülkenin halini keskin bir yıkıcılık ile var etmesidir mesele. Düzen sahibi olagelen temsilleri, medyasıyla, sokağıyla kuşatan, elini güçlendiren, sırtını pekleştiren, yağmadan payını alanların birlikte hamisi olagelen bir yapının suna geldiği her şey o cürmü bildirir. Bildirmekten ötede aleni bir halde alaya alınan sıradanın hayattaki haklarının toptan çürütülmesi bir işarete bakıyor artık. Topyekun dönüşümü enflasyon yenildi bitti gitti diye vazederken muktedir gündelik gıda enflasyonunda dünyanın sayılı ülkelerinden birisi olduğumuz gerçekliği ötelenmek bir biçimde unutturulmak istenir. Bir ay boyunca emeğin karşılığı olaraktan ele geçen tüm paranın asgari bir yaşamın gereksinimi olagelen karın tokluğuna dahi yetmediği bir zemin gerçekliği böyle örtbas olunabilir mi? Yoksullaştırmanın günbegün var edilebildiği bir yer bir zeminde varsılların vergi borçlarının aralıksız silindiği, ihale kovalayan beşli çete gibi kümelere imtiyazların arttırılarak var edildiği yerde günbegün sıradanın hayatına yepyeni kuşatmalar, vergi dayatmaları var edilir. Ol yüzde birin, siyaset sahnesini var eden kemik kılınan parti sempatizanı pardon yağmadan kısa süreli pay kapanlarının birlikteliğinde hepi topu yüzde beşi geçmeyen bir cenah için bütün memleketin çanına ot tıkanır. İcraat ile çıkagelen tahakküm, sonuna kadar bir cendereye rehinelik gerçekten gerçek kılnırken o seçilmiş / doymaz, doyurulamaz kitlenin heybesi her gün biraz daha doldurulur.
Sendikalaştıkları için işten çıkarılan Polonez Gıda işçilerinin fabrika önündeki direnişlerine polis saldırdı. Direnişin 57. gününde polis şiddeti altında bir işçinin iki kaburgası kırıldı ve ameliyata alındı, diğerinin kolu ve bacağı kırıldı. 7 işçi daha hastaneye kaldırıldı.
Polonez Gıda işçilerinin fabrika önündeki direnişlerinin 57. gününde polis işçilere saldırdı. İhtilaf sürerken işverenin, sendikalaştıkları için işten çıkardığı işçiler yerine kaçak işçi çalıştırma girişimine engel olmak isteyen direnişçiler polisin gaz ve coplu saldırısına uğradı. Saldırıda işçilerden yaralanan ve baygınlık geçirenler oldu.
Yaralılar ve ameliyata alınanlar
Sendika.org'un haberine göre, direnen işçilerden birinin iki kaburgası kırıldı ve acil ameliyata alındı. Bir başka işçinin kolu ve bacağı kırıldı. 7 işçi daha hastaneye kaldırıldı. Polis, işçilere kalkanlarla saldırıya geçerken, görüntü alınmasını engellemek için de zora başvurdu.
Saldırıya bizzat katılan emniyet müdürü
Çatalca İlçe Emniyet Müdürü Ali Osman Turhan’ın polis güçlerine önce “saldırın” emrini verdiği daha sonra da işçi olduklarını sandığı, üzerlerinde kırmızı yelek olan sivil kişilere saldırarak itip kaktığı, çevresindeki üniformalıların "o polis" uyarısı üzerine saldırdığı kişiyi bırakıp geri döndüğü görüntülendi.
Tek Gıda-İş örgütlenme uzmanı Yunus Durdu, fabrikaya kaçak olarak sokulmak istenen işçilerin sağlık ve hijyen belgelerinin bulunmadığını, bunun yalnızca çalışma hukukunun değil halk sağlığının da ihlali olduğunu söyledi.
Ne Olmuştu?
İstanbul Çatalca’daki Polonez gıda fabrikasında Tek Gıda-İş Sendikası’nda örgütlenen toplam 146 işçiden 13’ü 19 Temmuz’da işten çıkarılmış, ardından diğer 133 işçi de ertesi sabah işe geldiklerinde "kod 46" gerekçe gösterilerek işten çıkarıldıklarını öğrenmişti.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ise raporunda işçilerin sendikal baskı nedeniyle iş akdinin sonlandırıldığı ve toplu işten çıkarmanın Türkiye İş Kurumu'na bildirilmeden gerçekleştirildiği belirterek Polonez’e toplamı 2 milyon TL’yi aşan para ceza kesmiş daha sonra bakanlıkça işten çıkarılma gerekçesi "kod 4" olarak değiştirilmişti.
SGK Kod 4
SGK Çıkış Kodu 4 ile “Belirsiz süreli -yani herhangi bir süre ile sınırlanmamış- iş sözleşmesinin işveren tarafından haklı sebep bildirilmeden feshi“ tanımlanmıştır. Belirsiz süreli iş sözleşmesi işveren tarafından feshediliyor ve haklı bir neden bildirilmiyorsa bu kod seçilecektir. Bu SGK işten çıkış kodunda işçi ihbar ve kıdem tazminatına hak kazanmaktadır.
Pazartesi günü de “Polonez fabrikasının önünde gerçekleştirilen grevin 59'uncu gününde polis, işçilerin karşısına kalkanlarla dikildi. Bunun üzerine işçiler de polislerin karşısında oturma eylemi yaptı.
İşçilerden biri polislere, "Biz sizleri bunun için mi büyüttük? Siz bize bu muameleyi yapabilmeniz için mi Türkiye vatandaşı olduk, Türkiye Cumhuriyeti'nde oy kullandık? Nerede bizim devletimiz?" diyerek tepki gösterdi.
Bir süre sonra polisler, kalkanlarla işçileri araya alarak müdahale etti.
Müdahale sonrası Tek-Gıda-İş İl Sekreteri Furkan Seyhan'ın da aralarında bulunduğu çok sayıda kişinin ters kelepçeyle gözaltına alındığı kaydedildi.
Sendikadan Çağrı
Polis müdahalesi sonrası Tek-Gıda-İş'ten yapılan açıklamada, "Polonez’e sendika girene kadar mücadelemiz sürecektir. Tüm demokratik kitle örgütlerini, emek dostlarını Polonez işçilerle dayanışmaya ve destek olmaya davet ediyoruz" denildi.
Yapılan açıklamada şu ifadeler yer aldı:
"İstanbul Çatalca’da bulunan fabrika önünde kadını erkeği, yaşlısı genci hep birlikte gece gündüz demeden 59 gündür işe geri dönme mücadelesi veren Polonez işçilerine, bu sabah saatlerinde emniyet güçleri bir kez daha müdahalede bulundu. 600 civarında polisin kuşatması altında 80 arkadaşımız gözaltına alınarak Emniyet Müdürlüğüne götürüldü. İşçilerin demokratik ve anayasal haklarını hiçe sayan, sermaye adına hareket ederek tehdit eden ve bugün de şiddete başvuran emniyet mensuplarını kınıyoruz. Hiçbir baskı ve tehdit bize geriadım attıramayacaktır. Polonez’e sendika girene kadar mücadelemiz sürecektir. Tüm demokratik kitle örgütlerini, emek dostlarını Polonez işçileriyle dayanışmaya ve destek olmaya davet ediyoruz. Yaşasın Polonez işçilerinin örgütlü mücadelesi! Yaşasın işçilerinin birliği!”
Bir işarete bakıyor her şey. Muktedirin, gün aşırı mesaj aldığını zikrettiği halka bizatihi o ekonominin başındaki temsilin her şeyin farkındayız diye bildirdiği bir zeminde cürmün ardıl sıra yinelemesi söz konusu ediliyor. Gözaltı, darp, işkence etmenin türlü çeşit yolu. Bitimsiz bir hınç, siyasetin başında olanların gözettikleri varsılların haklarını koruyacağız diye çıkılan güzergahta eksiksiz bir sıradan insana saldırı furyası devam olunuyor. Ne hak var, ne de hukuk. Bütün el birliğiyle, hakkın tahrif edilmesi, sonuna kadar zehir edilmesi ile var edilen bir şiddet sarmalını göstere geliyor. Bir yandan haklı tepkimeler, farkındayız o yoksulluğun, geçti bakınız geçip gidiyor enflasyon sayıklamaları öte yandan işinden icat edilmiş hak gasbı kanunlarıyla kapı önüne konulanlar, eksik kılınanlar, hayatı hep yarım yamalak yaşamaya mahkum edilenler. Polonez İşçileri sadece aysbergin görünür bir yüzeyidir. Bildiğiniz bir sarmal, bir işaret ya da yönlendirme ile koca bir girdap halini alan memleket sathının gerçekliğinden, kapkaranlık hallerine bir örnektir. Yaşamın ucuza, emeğin bedavaya yakın, asgari yaşam hakkının tarumar olunduğu bir zeminde her işaretleme bir yıkıma çıkartılandır. Bugün bu raddede kesin olan budur. Tüm o yalnız değildir, direne direne kazanacağız, ya hep beraber ya hiçbirimiz mefhumlarının tam da sorgulanması elzem arafında bir aynadır o direniş hali...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: Direnişteyiz.org Sitesinden...
Meramda Paylaşılan Haberler
Polonez İşçilerine Polis Saldırdı: İki İşçi Hastanede Ameliyata Alındı - Bianet https://bianet.org/haber/polonez-iscilerine-polis-saldirdi-iki-isci-hastanede-ameliyata-alindi-299682
Gözaltına Alınan Polonez İşçileri Serbest Bırakıldı - BirGün https://www.birgun.net/haber/gozaltina-alinan-polonez-iscileri-serbest-birakildi-559457
1 note · View note
seslimeram · 3 months ago
Text
Feryat Figan İmdat
Tumblr media
Mide bulandırıcı bir tahayyül olarak göz ardı etmelerin, kafayı kuma gömmelerin menzili var ediliyor. Nerede bir sorun olursa hemencecik bitiveren bir kanıksama halinin herkesin ortak paydası olduğu / bildirildiği bir zeminin inşası güncelleniyor. Yaralar, birbirini takip eden yıkımlar, odakları hep şaşırtılmaya namzet kılınan tahakküm ve kuşatma hallerinin o orta yerinde yaşam denilen çaba sürerken bunlar fark edilmesin isteniyor. Bütünüyle hiza bozulmasın diye talep ediliyor. Cürüm, cürmü takip ederken insani olanın ezilip geçilmesi basitçe geçiştirilmek isteniyor. Her şey yıkımın kılınırken, normatif çoktandır zayi edilip, silinmeye yüz tutmuşken, bunların çatısı müştereklerimiz tırpanlanırken alışın buyuruyor ol muktedir. Düzen kendi içinde ezber ettiği, her durumda kendisinin kurtarıcısı olaraktan var edilmesine göz yumduğu şiddet / nefret / ayrımcılık sarmalı da bunlarla birlikte arasız, fasılasız güncellenir. İyi de yol nereyedir?
Kendisinin, etrafının, içinin, dışının gözetim, denetim ve tahakküme rehin edildiği bir yer, bir sahneye mahkum kılınan insanlara bu gidişatı sormak zül bildirilir. Sormayın arkadaş, anlatmayın birader diye bildiriler aralıksız var edilirken kötürümleşen ülkenin gerçekliği o olan biten her şeyin takdimini var eder. Sosyal medyasından, sınırlandırılmış ekranlara, siyasetinden sokağına, hatta güvenli addedilen evlerimize kadar dolaşıma çıkartılan her bir bahisle o kafayı kuma gömme hali süreğen bir mesele dönüştürülür. Geleceğin şimdi, şu andan yitirilmesine olan ön ayak olma hallerinde hiçbir şeyin olmadığı sanrısına tam olarak rehinelik bildirilir. E ama gerçeklik böyle bir tahayyülü alenen yerle bir ederken, kim neden ve nasıl susabilir. Bir kurgu halini yansıtan, modern İzlanda yazının sunduğu en yetenekli yeni kalemlerden birisi olan Fríða Ísberg’in İşaret romanının sunduklarıyla da paralellikler barındıran bir menzilin var edilmesinin sınırlarında olan biten çürümeyi, ya o taraftan ya bu taraftansınız kolaycılığının giderek toplumu daha kalıcı ayrıştıran bir düzen / üzen teste dönüştürülmesinin karşılığı derin soruları, koca bir karanlığa saplanan ülkeyi göstere gelir.
Değinilen ile yaşatılanın arasındaki derin uçurum biteviye kılınan o engelleme ve alenen yok saymaların menzilinde her gün apayrı bir denetim testine tabi kılınır gündelik yaşam, sıradan insan. Isberg’in İşaret’inde yer verdiği empati testinin doğrudan bir ülkenin sınırı boyunca var edilmiş olagelen ahlaki / moral değerleri, insani normlarının yekununu salt, sınavı geçenler / geçemeyecek olanlar ayrıştırdığı bir zeminden, bugünün Türkiye’sinde ortaya çıkan görünümün benzeş halleri düşündürücüdür. Yıkıcılığı bir normatif olaraktan var eden ülke gerçektir. Geçmişinin katran karanlığını inkar etmekten artık ikrar ederken bir yandan da kıvanç duyabilen bir ahvale varan menzilin hazin öyküsüdür mesela birleşe birleşe var edilen. Daha yepyeni Diyarbakır’ın ortasında faili meçhule kurban kılınmış ol Narin Güran’ın ardından çıkagelen karaşın halin ortasında bu sınamayı görmek mümkün kılınır. Bir köyün handiyse tamamının sessizliğe büründüğü, var edilmiş cinayetin pek çok ayak oyunu ile siyasi iradenin temsilinin gözetiminde var edilebildiği, gel gelelim ol baş amirin seslendirdiği sonuna kadar gidilecek, adalet tecelli edecektir açıklaması sonrasında çıkagelen kördüğüm ilişki sarmalları içerisinde bir çocuğun canının yitimi mot-a-mot unutturulmaya çabalanır. Suçun var edildiği sahne bir plato, her türden o cinai yıkımı imal edenler figürasyon kılınarak, gündelik yaşam ediminin dibe vurduğu bir menzilde öğlen kuşağı programlarında “şiddet pornografisine” bir kesit eklenir. Narin Güran’ı yok eden karanlığın nasıl biçimlendirildiği sorgulanmasın istenir. Kimin ne ettiği muğlak kılınırken, toplumsal çürümenin / kokuşmanın dibine demirlemiş olagelen bir yerin hakikati çoktan unutturulur. Onca yıkıma rağmen sessizliğin sabit olunduğu bir yerde, kaçıncı çocuk sonrası gerçekten adalet tahayyülü var edilebilecektir ki!
Narin Güran cinayetinin ardılı sıra, gündelik haberlerin satır aralarında kaynatılıp gitmiş olan bir başka bebeğin hayat memat mücadelesi gibi nicesi varken üstelik. Tekirdağ / Malkara’da üvey baba ile birlikte dört kişinin cinsel istismarı / işkencesine maruz kalan iki yaşındaki Sıla bebeğin var edilmiş bu karanlıkta hayatta olup olmadığının dahi muamma kılındığı bir zeminde hangi yarayı önemseyecektir ki bu ülke. Kötülüğün ötesini yazılması gereken pek çok şeyi bir kenara ötelemiş, kendi çukuruna itilmiş insanların bu işaretlenmiş hallerinin, yekunda kafasını kuma gömmelerinin paralelinde hangi doğruya zemin bırakılır, ne ara bunlar için kafa yorulabilir sahiden? Bütünüyle kötülüğü sahiplene duran, bir yandan muhaliflik kimliğine haiz olduğunu zikreden bir temsil ile öte yanda her ne diyorsa alenen insanlık düşmanı olduğunu deklare eden, yukarıdaki çocukların yaşadığı korkunç / hazin hallerle alay edecek kadar düşebilen bir başka kötünün gözaltına alınıp, tutuklandıkları haberi düşer ajanslara. “Sosyal medyada Jahrein olarak bilinen Twitch yayıncısı Ahmet Sonuç tutuklandı. Antalya Valiliği dün yaptığı açıklamada, sosyal medya platformu X üzerinden 'İncel sohbet odası' başlıklı açık kaynaklarda yer alan canlı sohbet odasında toplumun genel ahlakına ve genel değer yargılarına uygun olmayan konuşmalar yapan 'Rockerpuck_Evil' kullanıcı adı ve 'Pungent 666' rumuzunu kullanan Ertürk Kösen ile Twitch isimli sosyal medya platformundaki canlı yayında benzer içerikli konuşmalar yaptığı belirlenen 'Jahrein' rumuzlu Ahmet Sonuç'un gözaltına alınarak haklarında Türk Ceza Kanunu'nun 226. maddesine göre 'müstehcenlik' suçundan işlem başlatıldığını duyurmuştu. İletişim Başkanlığı Dijital Medya Koordinatörü Aslan Değirmenci, iki ismin çıkarıldıkları mahkemece tutuklandığını açıkladı.”
Kafayı kuma gömmelerin neticesi giderek daha alenen var edilebilen bir nefret / şiddet ve sonsuz bir yıkıma önayak olma hali olur. Bütünüyle bir ülke defterinin topyekun dürülüp sıfırlanmasının eşiğine taşıdığı bir zeminde hayatiyet mutlak yalanlarla, bitimsiz linçlerle birlikte bir kere daha çürümenin kılınır. Ürpertici kelime oyunlarının değil, hakikatteki tüm o bilindik / görüldük / aşina olunan cürümlerle kuşatılan bir menzilin ta kendisinde bir kere daha cürüm her şeyin önüne geçirilir. Unutturmayacağız, hesap soracağız, adalet yerini bulana kadar mücadeleye devam diye uzayıp giden bir direniş tahayyülünü dahi hiç kılabilmiş, unutmuş olagelen bir zeminde yaraların farkına kim nasıl varacaktır! Kamusal sahanın korunaksız, gücü yetenin bir diğerine hayatı zindan edebildiği bir zeminde ülkenin anlamı nice olur ki. Yitirilmeye devam olunan insanlık bahsinin kıyısında cürmün var ettiği her eşik apayrı karanlıkları beraberinde getirirken, kaçıncı vakadan sonra nihayet yıkıma karşı güçlü bir dur denilecektir. Tümüyle yerle yeksan olunan hayat akışı, berhava edilen umut, çalınan gelecek için düşünmeye daha kaç vardır? Her şey rayından çıkarken, her gün bir öncesini aşan bir karanlığa rehin edilirken, nerede müştereken / sahi ama sahiden buluşulacaktır! Hayat feryat figan imdat ederken...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel – From Funktionssysteme – Marie SPELLERBERG – Fine Art Photography Awards
0 notes
seslimeram · 2 years ago
Text
Yol Sahiden Nereye!
Tumblr media
Şiddet, kırım ve bolca paradoks içerisinde yüzüyor memleketin yenisi. Yenilendiği anılıp, zikredilip, işaretlenen bir yerde geçmişin nasıl da geçip gitmediğini muştulayan haller ve hamlelerin yekununda cürümlerle birlikte bir hayat imgesi çürümeye terk ediliyor. Seçim, oy, demokrasi, eşitlik, adalet gibi kavramların önü alınabilsin diye kırk kere tekrarlanmış bir senaryonun zikredildiği bir kırım çabası tezgahta işleniyor. 2015 yılında var edilmiş ol mağlubiyetin ardından bir türlü kurulamayan iktidar yüzünden tarihinin en karanlık haller ve günlerini geçirerek ikinci bir seçimi var eden ülkenin ulaştığı katran karasının tekrarına çabalar gizli değil ulu orta var ediliyor. Şiddeti övmek serbest kılınıyor. Kırım için nerede bir fırsat varsa bu değerlendiriliyor. Kendilerinin de savuna geldiği barış idesinin tapusu, yönelimi sadece kendilerindeymiş gibi, memleketten gidersek, el çektirilirsek sonunuz hiç de iyi olmazlara bağlanıyor hayat kademe, kademe her gün her yerde bir kere daha.
Nefret dilini kullanırken elini korkak alıştırmayan baş amirin vurgularından, kendisini hal ve gidişat içerisinde halen içişleri bakanı zanneden bir temsilin suna geldiği alttan alta destek çıktığı hizalama / kin kusma / linç ettirme pratiklerine bir devinime devam olunur. Seçim kaç turdur, birinci turda iş biter mi, ikincisine kalır mı yollu göndermelerin ortasını ol “on dört gün” yakalanabilecek fırsat dahilinde memleketi bir kere daha cehennemin bizzat sureti temsiline dönüştürme gailesi gibi nice tevatür aralıktan sızdırılır. Baş amirin ta kendisinden başlayarak bir çirkefleşme, çeteleşmenin ta kendisinin her nasıl bina edilmiş olageldiğini muştulayan ifşalar da cabasıdır. Beşli çete nam yapı / kolektifin tümü 418 milyar dolarlık yağmasının geri isteneceğinin duyurulması sonrasında çıkagelen bütün o katmerli yalanlar, engellemelere rağmen başta Kemal Kılıçdaroğlu ve destekçisi siyasi partilerin pratikleriyle kötülüğe karşı mücadelenin elzem hali yeniden tanımlandırılır. Durum sanılan gibi, sanıldığından da kalıcı bir yıkıma rehinelik yahut da sahiden hayata varabilmenin eşiğidir.
Evrensel Gazetesi’nden aktaralım: “Millet İttifakının Cumhurbaşkanı adayı ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu sosyal medya hesabından "Bay Kemal çıktığı yoldan asla dönmez. Milletimiz için, milletimizle birlikte. Allah yardımcımız olsun" notuyla bir video paylaştı. Videoda, Kılıçdaroğlu'nun grup toplantısında tehditlere karşı yaptığı açıklaması yer aldı.
Kılıçdaroğlu'nun Twitter hesabından yayımladığı yayımladığı videoda 17 Ocak 2023'te partisinin grup toplantısında yaptığı konuşma yer aldı. Kılıçdaroğlu açıklamasında şunları söylemişti:
“Silahlı insanların olduğu reklamla güya beni tehdit ediyorlar. O resimdeki mesaj net: sizin için geleceğiz diyorlar. Bu paramiliter artıklar daha büyük bir resmin sadece bir parçası. Her şeyin temelinde aslında tek bir şey var para, çok para... Doymayacakları kadar para. Halkımızdan çalınan bu para ve bu parayı çalan beşli çeteler var. Bunların kod ismi beşli. Aslında bunlar binlerce. Bu iktidar döneminde çalınan, çetelerin çaldığı mafya artıklarının çaldığı, uyuşturucu baronlarının çalıdığı 418 milyar dolar. Sonra çıktım çok açık bir biçimde söyledim. Defterinize yazdım sizden, 418 milyar doları iktidarımızda tahsil edeceğiz ve alacağız. Önce benimle konuşmak istediler. Anlaşmak istediler. Kapıyı yüzlerine kapattım! Her türlü operasyona başvurdular. Ve artık son aşamaya geldik; silah ve suikast tehditleri. Son uyarılarını yapıyorlar akıllarınca. Be gafiller, be şerefsizler, be akılsızlar, be müptezeller, be çakallar! Siz mi beni korkutacaksınız? Sizin önünüze diz çöküp yaşamaktansa, ayakta ölmeyi tercih ederim! Hodri meydan, gelin görüşelim. Ha Allah nasip eder de yaşarsak, hayatınız boyunca görüp göreceğiniz en büyük kabus olmaya devam edeceğim. Eğer bana bir şey olursa halkıma emanetimden o 418 milyar doları siz tahsil edeceksiniz. Her kuruşunu 85 milyona tahsil edeceksiniz. Benim size vasiyetimdir.”
O sırada baş amirin var ettiğidir, onu da aktaralım: “İstanbul Sultangazi düzenlediği seçim mitingde sahte Kemal Kılıçdaroğlu videosunu izletmek istediği sırada aksaklık yaşayan Recep Tayyip Erdoğan, danışmanı Orhan Karakurt'a fırça attı. Erdoğan, "Ya Orhan bunlar manyak mıdır nedir! Beni küfrettirmeyin! Geri alacak icabında" diye fırça attı.
Erdoğan, daha önceki seçim mitinglerinde de gösterdiği, manipülatif şekilde montajlanmış sahte "Haydi" videosunu Sultangazi'de de izletti. Kemal Kılıçdaroğlu'nun "Haydi, birlikte sandığa" çağrısı yaptığı reklam filmine PKK mensuplarının montajlanmasıyla oluşturulan söz konusu sahte videonun ekrana yansıtılacağı sırada aksaklık yaşanması ise gerilime neden oldu.
"Seni başkan yaptırmayacağız" sözleri sonrası tutuklanan, tahliye kararlarına ve AİHM hükmüne rağmen yaklaşık 7 yıldır cezaevinde tutulan Selahattin Demirtaş'ı hedef alıp Kılıçdaroğlu'na yüklenen Erdoğan, "Şimdi ne diyor bak bakalım. Şimdi Selo'yu kurtaracak" dedikten sonra bir süre durakladı.
Bu sırada sahnenin kenarında bulunan danışmanı Orhan Karakurt'un, Erdoğan'ın önündeki monitörleri ve kulaklarını işaret ederek teknik ekip ile sert şekilde konuştuğu görüntülere yansıdı. Erdoğan da Karakurt'a dönerek asgresif şekilde "Ya Orhan bunlar manyak mıdır nedir!" dedi. Karakurt ise "Yeni ekip. Yani mahvolduk ya vallahi" yanıtını verdi. Erdoğan ise "Beni küfrettirmeyin! Küfrettirmeyin! Geri alacak icabında" diyerek Karakurt'u fırçaladı.
Ardından konuşmasına devam eden Erdoğan, sahte videoyu izleterek şu sözleri sarf etti:
"Bunun bir Selo'su var. Bay bay Kemal'in Selo'su. 'Selo'yu kurtarmak istiyorsanız oyu bana vereceksiniz' diyor. İşten bunlar şimdi hep teröristler. Bu teröristler ile beraber yürüyor bay bay Kemal. Bu Selo ne yaptı, Diyarbakır'da… Buyurun, bak şu görüntüye tekrar geri dönelim. Kimlerle haydi diyor. Kandil'in teröristleriyle haydi diyor…"
Her tarafından sapır sapır dökülmeye devam diyen düzenin aslında her nasıl yürütüldüğü de gözler önündedir. Bir tarafın yok edilmiş umutlara, elden çalınmış milyarlara dair sözü ve hesap sorma istemi, diğer yanın duraksamadan ezber ettiği, ezber bildiği, kötülüğünde yön / yol açmaya çabaladığı zeminin katran karanlığı çıkagelir. Salt baş efendinin kendisi değil, beraberindeki tüm avenesi ile birlikte kurumsallaştırılmış nefretin / ayrıştırılamayan o şiddet isteminin ve bir tabi ki Kemal Kılıçdaroğlu ekseninde, Aleviliğinden, ötekilere ol öteki sanılanlara dair tüm kelamları çoraklaştırmak, ıssızlaştırmak ve unutturma gailesinin evreleri arşınlanır. Bitimsiz bir hal ve daimi bir tevatürle birlikte rakip olarak kolay lokma sayılana dahi bunlar ve nicesi reva görülür ki, upuzun bir hikayedir Türkiye’de siyasetin her neyi var ettiğini gösterecek bir utanmazlık sarmalıdır mesele.
Şiddet, nefret ve aralıksız korkuların salındığı bir cerahat menziline dönüştürülmüş olagelen yerin hikayesine tamam mı, devam mı kararı nihayetinde verilecektir Türkiyeli halklar eliyle. Dolambaçlı, uzun uzun bir tahakküm karşısında sıradan insanların elinde kalakalan tek hak olarak zikredilen oy / rey ile birlikte bir katran karanlığına devam mı, yoksa her şekilde yeniden yola çıkılacak, dahası unutturulan demokrasiyi inşa ederek bir restorasyona girişebilecek midir memleket bunun arafındadır yer, zemin, şu ülke. Arasız, fasılasız bir biçimde en sonunda saçmalama boyutunu aşan bir iğneleme halini sahiplenen o da kesmeyip küfür ettiğini bile algılamadan dan dun sallayan bahçesiz efendinin hiddeti zaten olan biteni de özetlemektedir. Baş amirin kurgusunun, montajlarının, yalanlarla bir ve beraber çakma goebbels eliyle suna geldiği itham / yafta ve kırım hallerinin yamacında oluşturulan çeper zaten memleketi çoktan iki kutba ayrıştırmıştır. Gören gözler için ne kadar hazin bir tablonun var edildiği, düşman, hain, mihrak, terörist, affedersiniz, biliyorsunuz, sürtük, çürük, ahlaksız, kitapsız, dinsiz, imansız uzaya giden bir sürünceme taşımayan kin gütme halinde bizatihi birinci elden yürütülen bir simya ile sunulandır. Yol nereye?
Genel geçer değil, ibadethaneleri birer siyasal islami / dinci kurgular için zemin, sahne kılan, bunu yeterli görmeyip, hutbelerden, fetvalara sürekli olarak baş amire güzellemeler, bolca da sabırlar var edilen, dikte edilen bir zeminde, demokrasinin, eşitliğin ve hürriyetin vardığı eşik düşündürücü değil midir, hala değil midir? Madun siyaset, pragmatist halleri, düşman yaratacağım diye çıkagelen nice uydurma halle sürekli kaşınırken memleketin tüm hatları, bağlar kesintisiz kopartılmaya devam olunurken komşularla, yol nereye sahi ama sahiden de? Asırlık bir ülke tahayyülünün toplamında, yeniden kötülüğü vaz ederek, en başa kutsiyet atfedilmiş oysa insanların var ettiği bir devlet kurgusunu, düşmanlaştırma ve ötekileştirme için stepne kılan bir akılla yol nereyedir, hangi karanlıklara?
Hepinizin malumu olduğu üzere, bütün tanımlardan öte halen düşman, kötü, küfre özne bilinen kırk beş küsur bin Ermeni’den birisi olarak şu aşağıdaki Nor Zartonk inisiyatifinin sunduğu şeyi de göz önünde bulundurursak yol nicedir, sahiden? “21 yıldır sürmekte olan ve her geçen gün daha da otoriterleşen AKP iktidarı, toplumun tüm kesimlerinde olduğu gibi Ermenilerde de onarılmaz yaralar açmıştır. Vakıf ve patriklik seçimlerine yapılan doğrudan ve dolaylı müdahaleler ile Ermeni halkının sadece maddi kaynakları değil çok daha kıymetli ve sınırlı olan insan kaynağı da aşındırılmıştır. Liyakatsizlik ve vasatın tahakkümü genelde Türkiye halkları özelde ise Ermeniler nezdinde benzer sonuçlara yol açmıştır. Nitekim bu yozlaşmanın açık örneklerinden biri olarak, geçtiğimiz günlerde AKP milletvekili adayının, “kayyum patrik” himayesinde Ermeni Kilisesinde din adamları ile birlikte seçim çalışması yürütmesine şahit olduk. Bugün Ermeni Kilisesini siyasallaştırarak ikballeri uğruna firavunların yanında saf tutanlar yarın “iğnenin deliğinden geçebilirler” mi bilinmez ama Ermeni halkın hafızasından silinmeyecekleri kesindir.” Düşünür müydünüz, misal?
Şiddet, kırım ve bolca paradoks içerisinde yüzüyor memleketin yenisi, yenilenmiş denilen bu sahnesi. Kötülüğün, arşıalaya çıkmış olagelen cerahat kültünün, ötekisini yok sayma hal ve istemlerinin kıyısında bir ülke dönüşümü süreğen kılınıyor. Durmak yok yola devam tahayyülünün, sloganlaştırılmış olan içeriğinin var ettiği tek şey, geçmişten el aldığı tekil / tektip, tek düşün imalatının sabit olunmasıdır. Bugün varılan eşikte yirmi bir yıl içerisinde zaten toplumun hemen her kesimi kendi payına düşürüleni aldı, bir kalıbın içerisine mahkum edildi. Tırpanlanan, engellenen, hakir görülen ve dahası çalınan her şey bir müşterek ülke tahayyülünü de imha etti, ediyor, edecek. Görünen köy kılavuz istemiyor artık. Yirmi bir yıllık iktidar pratiğinin suna geldiği şeyin ışıltılı ambalajı, neon lambaları, tek adam imgesi ve kurgusu ötesinde, dışında sonsuz bir karanlığa çıka geldiği unutturulmak isteniyor. Oysa daha üç ayı yeni geçmiş olan deprem felaketinin vurduğu ol illerden görünüyor her şey.
Yıkımın yok ettiği kentlerin etraflarının kuşatıldığı, yaşamın her anlamda zehir edildiği bir coğrafya, kadermiş gibi dayatılıyor, yaralar henüz kanamaya devam ederken, sahiden? Sözün özü, lafın kısası, akp ve baş amirin yeni ülkesi o alışılageldik gündelik rutini dahi imkansız koydu. Hayata dair en ufak bir olumlamayı bile çok görerek, yaraların sarılabilmesi, insani koşullarda bir hayatın tesisi, demokrasisi, eşitliği, adaleti çok görüldü, çok bilindi. Hikayenin gerisinin her nasıl getirileceğine seksen beş milyonun aksiyonunun her ne olacağı pazar günü yapılacak seçimlerde meydana çıkacaktır, muhakkak. Bildiğimiz ezber ettiğimiz hallerle, bir kabustan başkasına mı uyanılacak, yoksa, yeniden bu defasında bambaşka idelerle sorgulayan, müştereken hayatı umursayan, her türlü eksikliğe rağmen demokrasinin yaşatılabilirliği için çabalayacak bir temsil mi gelecektir, yaşayarak göreceğizdir. Bir tevatür değil her şeyin çürümeye, kötülüğe esaretine tanıklık edip ah vah çekilecektir ya da bütün bu kaos haline cidden bir son verilecektir. Her şey ortada, anlatmaya hiç gerek yok...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: Ankara’dan Bir Kesit – Reuters – Arab Weekly
0 notes
seslimeram · 7 years ago
Text
Hal Midir, Yön Müdür, Yol Mudur?
Tumblr media
Nefret söyleminin üstünde yükselen, attığı her adımda bir kez daha insanlığın cürümler eliyle yerle yeksan edilmesini güncelleyen bir menzildeyiz. Yıkımı öylesine değil dosdoğru hayatın orta yerinde yükselten bir bunu önceleyen sahanın yaşam edimine ettiği hunharlıkların tanığı olmaya devam ediyoruz. Nefretin üstünde ilerleyen bunu bir siyasi argüman olarak işlevsellik kazandıran ülkenin ettiği ol cenderenin farkındayız. Her gün birimizden birisini hedefe koyan, cana kast eden, bunu gizli saklı olmadan güncelleyen, yaranın ortasında soluk alıyoruz.
Korku her yeri kuşatsın diye edilmedik kötülüğün bırakılmadığı düzlemde nefretten hep el bulunarak dayanak bellendi bu bahsin derdindeyiz. Nefretin muktedir olandan, onun sözünden çıkmayan yancılarından ve bu bahisleri rant için kullanan zavallılara ait bir mesel olmadığı yaşanan her gün bariz kılınan gerçeklik can yakıcıdır. Yaygınlaştırılan söylem cürümleri kanıksatma edimi ve hamlesidir açıkça. Hayatın muktedir doğruları dışında bir anlamı barındırmadığı bu hal ve şu biteviye güncellenen zûl ile cerahatli söylem ve eylemlerle bütünleştirilmektedir.
Nefret o mesel, sadece Hrant Dink Vakfı tarafından medya taraması sonucunda oluşturulan “Medyada Nefret Söylemi Mayıs – Ağustos 2017” başlıklı rapordaki özetin özeti memleket hali ile bile bariz kılınandır. Nefretin nasıl güncellendiği satır aralarındaki verilen mesajlarda, manşetlere taşınmış nefreti görünür kılan yaftalar ile birlikte var edilmektedir. Çürüten ülke açıktır. 2017 yılı Mayıs – Haziran – Temmuz – Ağustos aylarını kapsayan dört aylık döneminde ulusal, etnik ve dini grupları hedef alan 1.910 köşe yazısı ve haber tespit edilir.
“62 yayında, birden fazla gruba yönelik farklı kategorilerde nefret söylemi üretildiği için bu yazılar ele aldıkları grup/kategori sayısı kadar (birden fazla defa) incelenmiş oldu ve 1.972 yazıya ulaşıldı. İncelenen tüm yazılarda 48 farklı grup hakkında 2.466 adet nefret söylemi içeriği bulundu.” Rapora göre, nefret söyleminin yoğunlaştığı gündem maddeleri ise şu şekildedir: “-15 Mayıs 2017, Türkiye ve Almanya arasında başlayan diplomatik kriz -5 Haziran 2017, Körfez ülkelerinin Katar ile yaşadığı diplomatik kriz -27 Haziran 2017, Hollanda Temyiz Mahkemesi’nin Srebrenitsa Katliamı’na dair kararı -28 Haziran 2017, Cenevre’de düzenlenen Kıbrıs konferansı -Temmuz, İsrail-Filistin çatışmaları -3 Temmuz 2017, Türkiye ve Yunanistan arasında başlayan ‘gemi krizi’ -11 Temmuz 2017, Srebrenitsa Katliamı’nın yıl dönümü -Ağustos, Myanmar’da Arakanlı Müslümanlara yönelik saldırılar -30 Ağustos 2017 Zafer Bayramı” Yahudiler; özellikle Temmuz ayından sonra artan İsrail-Filistin çatışmalarını ve Mescid-i Aksa’da yaşanan gerginlikleri konu alan haberlerde bir toplum olarak şiddetle özdeşleştirilir ve düşmanlaştırılır.
Suriyeli Mülteciler, yağma, gasp, hırsızlık, taciz ve cinayet gibi mesellerle özdeş kılınır. Yunanlılar, geçmişte yaşananlar ile örnekler bağdaşık kılınarak ol  gemi krizi ile hedefe konulur. Ermeniler, Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki ihtilafa dair haber ve yorumlarda hedef gösterilir. PKK ve ASALA ile beraber anılır, terörle özdeşleştirilir. Raporda satır satır örnekler, birbirini tamamlayan bir cerahat sarmalının nasıl uygun adım hal ve gidişatla bütünleştirildiği ifşa edilir. Nefretten mülhem ülke burasıdır.
Bir bahis olmaktan öteye taşınan nefret temsili bugünün menzilinde siyasanın başat omurgasıdır. Her şeye hemen her şekilde, hemen her an taarruz eden devletlinin, muktedirin attığı adımlar bu bahsin şu yeri ne hale dönüştürdüğünü örnekler. Bunca cerahatle bir menzili inşası sürdürülür. Yıkımın açık ve doğrudan güncellenmesi bu bahiste çıkagelen bir tahayyüldür. Hakikat çürük bir fasit yapı, ol döngüyü yeni ülke diye hepimize yutturulmaya çalışıldığını gösterir. Bütünleşik yıkım hep buradadır.
Nefretin gündelik bir tahlil olarak düzenlenmesi Hrant Dink Vakfı dönemsel yazını ol raporunun kayıtlarındaki bilgiler ışığında son kertede barizdir. Hayat hakkını hiç etmek onu bir başka kimlik / öteki için de eşit ve adil olmasına kulak tıkamak, bu nefret söylemi kurgusu ve yapılandırmasını her güne içkin kılıyor. Tahayyül edilen ile gerçekliği sağlanan çürümenin en karanlık, en pis noktaların sağlamasını oluşturuyor. Devletin siyaseti sıradan olanın sözünü zehirliyor. Bugünün ülkesi o nefret temsilini yüz koca yıldan uzunca bir zamandır savunanlar, kollayanların insafına terk ediliyor. Mamafih tek bir itirazın bile kale alınmaması bu yarayı şu nefret sembolleştirmesini artık anlık bir yıkıma dönüştürüyor
Yolun, izandan uzak tavırların o kör karanlık ekseninde dün şimdinin kılınıyor. Dün yaşatılan kötülük, yaratılan cerahat şu anı, şimdinin omurgasını oluşturuyor. Geleceğin nihayetinde o geçmişin karanlığına sapkın bağları güncelleniyor. Nefretin düpedüz bir düşün, bir hayat tavrı, bir siyaset öğesi ve gündelik bir hiza bildirici kılınması bu çürüten düzeni gerçek kılıyor. Devletlinin şablonu bütün kahırların, bütün kötülüklerin, bütün bedbinliklerin toplamı olan bir mefhuma dönüşüyor. Sadece nefret ile kotarılan bir menzil geleceksiz, çürük, eksik, gedik ve yarım yamalak bir çukurdan ötesi olmayan yeri imliyor.
Atatürk Havalimanı'nda 28 Haziran 2016 tarihinde terör örgütü IŞİD'in gerçekleştirdiği, kırk altı kişinin yaşamını yitirdiği terör saldırısına ilişkin davanın üçüncü duruşmasında cumhuriyet savcısı altı sanığın tahliyesini istedi. Şikayetçi Hasan Cambaz, "Sanıkları rabbime havale ediyorum. Kahrı perişan olsunlar. Burada evladını kaybedenler var. Onlar geri dönecekler mi? Nasıl rahat oturuyorlar? Duruşmalara da katılmak istemiyorum. Şerefsizlerin suratını da görmek istemiyorum" dedi. 6 sanık hakkında tahliye kararı verildi. Kısacık bir haber metni, ajanslara düşen pek nadir eksiği olmayan bir haber.
Gerektiği(!) gibi davranan devletlinin, nefretinin nasıl simgeleştiğinin de aynası. IŞID gibi hamisi olunmaktan kaçınılmayan çetelerin kanlı kırımlarına göz yummak, davalarını savsaklamak, bu bahsin bir tamamlayıcısıdır. “Silivri'de bulunan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen davaya bakan mahkeme heyeti, tutuklu sanıklar Mahmut Tezin, Harun İçoğlu, Doğan Değerli, Faruk Yazıd, Gulmakhmad Salımov ve Ahmed Bin Hamed'in haklarında yurt dışına çıkış yasağı konularak, tahliye edilmelerine karar verdi. Duruşma 18 Ocak'a ertelendi.” İki satır bazen ol meselin, şu satırlar boyunca anlatmaya çalıştığımız meramın da tamamını birden kesintisiz ifşa eder. Bugünün ülkesi, dünün karanlığından zerre uzak kalmayan, bunu düşünemeyen bir menzildir.
Her gün birimizden birini bariz bir hedef yapan, canına kast eden, bunu gizli saklı olmadan güncelleyen, yaranın ortasında soluk alıyoruz. Soluk aldığımız yanılsaması ile kendimizi hep, her gün avutuyoruz. Bir yaşam istencinin tüketilmesi anlıktır. Türkiye’de yaşam hakkı arasız, kesintisiz talan edilendir. Cerahat öylesine sık, yıkım öylesine pektir ki hayatın yağmalanması göz ardı edilir. Gümbürtüde yaşatılanlar sadece belirli bir odağı değil neredeyse muktedir dışı olan herkesi kapsayan bir çürütmedir. Bunca bariz var edilen şey bizatihi bu istençtir.
‘Hayat’ hakkından gelinen, söz üstü çizilen, ses paramparça kılınandır. Dört yanda nefretin turnusolü olan yapımlar, eylemler güncellenirken cürüm sabitlenendir. Gündelik hayat artık karanlığın gölgesinin düştüğü, devletlinin insafında yağmaya rehin ne başı ne sonu rahat bırakılan bir hal toplamıdır. Yaşamlarımız hava durumundaki değil sahiden parçalı bulutlu gel gelelim ardılı ol fırtınalara rehin kılınandır. Gelecek tahayyülü bunca bariz çürütülen bir meseledir. Çağın sesi, söylemi o geçmiş olduğu zikredilenin yeniden imalidir. Hayatlarımıza göz koyan muktedir artık her yerdedir.
Tumblr media
Biçimlenen her eylem var edilen her edim, manipüle edilen her şey hala ve hala hayata karşıttır. Umudun çürütülmesi sahicidir. Gözünün içine baka baka yalana dört elle sarılmak afakidir. Düzen devam etsin de her nasıl ederse etsin diye “cerahat” mefhumu üstüne  titrenendir. Nefret tüm bunların birleştiği bir simyadır. Nefret hayatın karşıtı olan her ne varsa buna yol, güzergah kılınan bir bağlaçtır. Bu toplum artık dününde değildir on altı yılda güncel kılınan geriye alınamayacak bir cerahate rehinelik, bu katıksız kötülüğe teslimiyettir.
Çürüten o ülke felsefik, edebi ya da en hafif ibare bile olsa mübalağa değil yeni Türkiye’nin en bariz ve görünür yüzüdür. Konu her ne olursa olsun var edilen şey bu karanlıktır. Devletlinin dünü yenisinde güncellenirken bir yarını bırakmamak için şimdi her fecaati güncellemektedir. Tüm o nefretle açtığı zemin artık derin bir fay kırığıdır her an zangır zangır titreyen. X ya da Y ya da Z, tüm toplum katmanlarını zehirleyen onları birbirine karşıt ve kötü diye bildiren, cürüm istikameti bu nefret şablonunda var edilmektedir. 1915 ile 1990’ların, 1919 ile 1922’nin, 1937 ile 1993’ün, 1955 ile 1964’ün, 1894 ile 2011’in aynı düzlemde kılınması bu cerahat halini bet, kötü olanın ta kendisini ifşa eder. Hal midir, yön müdür, yol mudur?
Kesintisiz kılınan cerahat sarmalında hayattan geriye bir şey kalmış mıdır tüm kötülük coğrafyasında. İtiraz etmenin ol bahsin bile izinin kazınmaya çalışıldığı yerde çürümek nedir sahiden? Hak arama çabasının da köküne kibrit suyu, onlar terörist yaftasıyla beraber güncellenirken, çürümek ülke denilen tüm bu sahada neye tekabül etmektedir? Devletin nefretinin o yol verdiği yıkımdan haberdar ettiği için 18 aydır tutsak olan gazeteci Nedim Türfent’in yargılandığı davanın dördüncü duruşması gerçekleştirilir.
Yalan beyanların ortalığa saçılmasına, işkence iddialarının ayyuka çıkmasına, devletin şiddetinin nasıl güncellendiği artık kare kare bilinmesine rağmen Türfent’in tutsaklığı devam ettirilir. “Nedim Türfent beyanların yalan olduğunu söyledi. Twitter’da JİTEM isimli hesaptan defalarca tehdit edildiğini belirten Türfent, “Kamuoyu baskısı olmasaydı ben şu an burada olmayabilirdim. Beni gözaltına alan polisler seni en az 20 yıl içeride tutacak dosya hazırladık, kolay kolay çıkamazsın dediler. Dinlenen tanıkların hepsi bunu belirttiler. Tanıkların polis ifadeleri noktası, virgülüne kadar aynı. Zorla alınan tanık ifadeleri tutmayınca önce yeni tanık ifadelerine, sonra gizli tanık ifadesine başvurdular. Kimse gazeteciyi terörist olarak niteleyemez. Gazetecilik suç değildir.” der Nedim Türfent.
“18 tanık mahkeme karşısında ifadelerinin işkence altında alındığını beyan etti. Savcı ya ifadeleri dinlemedi ya da siyasi saiklerle mütalaa veriyor. Yaptığımız suçsa bir genelge yayınlansın ve gazetecilik yapmak suçtur denilsin” diye konuşur. Avukat Karataş da “Keşke savcı mütalaasını ilk duruşmada verseymiş, çünkü emniyetteki ifadeler dışında hiçbir şeyi dikkate almamış” der. Abluka altına alınmış bir kentin ortasında yaşatılan vahşetten haberdar etmek, bitmeyen, uzunca bir sürede güncelliğini muhafaza edecek olan savaş / yıkım gayretinin nasıl temellendirildiğini bildirmek suç addedilir.
Bunca yıkımı var edip ondan sonra da düzen bunu gerektiriyor, barış bir mühlet daha buzdolabında kalacak söylemleri yinelenirken, ya Kürd, ya Kürdistan ya da HDP – DTK üyeleri gibi pek çok yerde kısıtlanan, kıstırılmaya çalışılan şey yeniden Türfent’in davasında da kendini belirgin kılar. Bu ülkede hayat bahsi artık eğrelti bir meseldir. Bunca nefretin ortası aslında bir ülkeyi değil dipsiz bir çukuru göstermektedir.
Eski HDP Wan Milletvekili Aysel Tuğluk'un annesi Xatun Tuğluk'un cenazesindeki ırkçı saldırı ile ilgili olarak 19 sanığın, "inanç, düşünce ve kanaat hürriyetinin kullanılmasını engellemek" ve "toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanunu'na muhalefet" suçlarından 9'ar yıla kadar hapis talebiyle yargılanmasına devam edilir. Gölbaşı 2. Asliye Ceza Mahkemesindeki duruşmaya 19 sanık ve avukatları ile müşteki Aysel Tuğluk'un avukatları katıldı. Tanıklardan dördünün beyanlarını dinleyen mahkeme, duruşmayı 5 Ocak'a erteler. Ellerinde tespihler, yaptıklarından hala emin, burası Ermeni toprağı değil lafını sakız edip sündürmüş, zavallı hallerini bir kadının yasına saldırma cüretini / icrasını yaparak örtbas etmeye çalışanların sırtları sıvanmaya devam olunur. Bunca açık nefret düzeninde bir hayat nerededir, varsa da o yer bir çukurda ne kadar hakkaniyetlidir?
Sadece işlerini istedikleri için edilmedik hakaret, işitmedikleri yafta, görmedikleri hakaret hiç geriye bırakılmayan Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın iki yüz elli günü geride bırakmış ol açlık grevinin kıyısında haklarındaki davanın dördüncü duruşması gerçekleştirilir. Hakkaniyet meselinin çürütülmesi bir kez daha ortada güncellenir. “Nuriye Gülmen'in tutukluluk halinin devamına, Semih Özakça'nın adli kontrol talebinin reddine, Acun Karadağ'ın her hafta Cumartesi günü 09.00 ile 17.00 arasında imza atmak şeklinde adli kontrolüne karar verildi.” Nuriye Gülmen olan biteni, gözetim altında tutulduğu odadan aksettirmeye çalışır.
“9 Kasım 2016’da, beni Yüksel’de o eyleme götüren şey, Nuriye Gülmen’in kişisel tarihi, bu adalet açlığı ile dolu. Onca haklılığıma, boyun eğmezliğime, kendimi savunma yeteneğime karşılık kendimi orada görmek istedim. Bu örgütün bu hale gelmesinde darbe teşebbüsünde bulunmasında AKP iktidarı en büyük sorumludur. Bu yüzden beni işten atamaz. Ondan hesap soruyorum. Bu faşizm karşısında hesap soruyorum. Bu meşruluktan korktu AKP iktidarı. Bu meşruluktan herkesi Yüksel’e davet ettik. Bu kadar haklı olmasak bedenimizi eritebilir miyiz? Ama ne yaptılar bizi örgüt üyesi ilan ettiler savaş açtılar.”
KHK ile ihraç edildikten sonra bir çok dava açtığını, birçok kuruma dilekçeler verdiğini dile getiren Gülmen, “Görevime iade edilirim diye bekliyordum. Ancak olmadı. Son çare olarak sokağa çıktım. Biz haklı olduğumuz için oradayız. Bütün yolları tükettik. Biz işimizi geri istiyoruz” dedi. Yüksel direnişi ve açlık grevinin AKP’nin kanun hükmünde kararnamelerinin meşruluğunu sorgulanmasını, yitirilmesini sağladığını vurgulayan Gülmen, “Eskiden haksız yere insanlar işten atılıyor, bu yüksek sesle söylenmiyordu” dedi.
Gülmen, oturma eyleminin açlık grevine dönmesinin nedenini ise “Taş duydu, beton duydu üzerine bastığımız asfalt duydu ancak talebimizi iktidar duymadı. Bunun üzerine Semih’le açlık grevi kararı aldık” dedi. Bu aşamadan sonra örgüt üyeliği ile suçlandıklarını vurgulayan Gülmen, “Açlık grevi kararını bir örgüte mal etmeyin. Bu örgüt açlık grevi yapıyor, bunlar da açlık grevi yapıyor. O halde bunlar da örgüt üyesi anlayışı olmaz. Açlık grevini bir örgüte mal etmek cehalettir. Açlık grevi çok kadim bir gelenektir. Bizi açlık grevine iten şey koşullardı, bize dayatılandı, talebimizin karşılanmamasıydı” diye konuştu. Terörist yaftasının bunca açık bir biçimde kullanıldığı yerde Gülmen’de, Özakça’da, Karadağ ve direnen her insan da aynı şeyden bahsetmektedir şu ajansa düşen metinden zerre uzaklaşmadan.
Bir; açlık grevi, ölüm çabası değildir. İki; görülmek ve anlaşılmak için başka bir yöntem bırakmayan menzilde ancak bu eylem ses getirebilecektir. Bu bahislerin etrafında dava ileriye ötelenir. Yıkım buradayken, nefret koşulsuz şartsız güncel bir mesele ve edim kılınırken yarın her ne olacaktır? Gülmen gibi hayatta, bunca sınandıktan bir o kadar yaftadan sonra bahsettiği gibi hesap sorma vakti gelecek midir? Taşın, betonun, asfaltın duyduğunu muktedir olanın hiç vakitsiz duymasının vakti gelmemiş midir? Bütün bu katran karanlığından sonra soralım bir kez daha; tutturulan istikamet, varılmak istenen odak; şu nefret sarmalı; hal midir, yön müdür, yol mudur?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2017
Görseller – Ruben GRIGORIAN – From Art Odyssey
1 note · View note
seslimeram · 8 years ago
Text
Evet Mi, Hayır Mı?
Tumblr media
Akla zarar söylemlerin açıkça zamane gereği, zamanın gerçeği denilip, kurulup, güncellendiği yeni ülkenin temelinin oluşturulduğu bir menzildeyiz. Bir yeni var edilirken tüm cürümleri bir menzilde var edilebilecek tüm fecaatin sahip çıkıldığı bir ahvaldeyiz. Şimdinin o dünün yarası beresiyle örselenmişken her yeni günü yeniden, dünle hemhal etmek için yara verme istencine tutunan muktedirin dünyasına rehiniz, biliyoruz, tanığıyız. Temel insan haklarının ‘çürümeye’ terk edildiği ve en nihayetinde muktedire ses eden herkesin en hafif tabirle öteki terörist ya da hain yakıştırmalarıyla yaftalandığı o gümbürtü dahilinde akla zarar laflarla tahayyülün hakikat kılınmasına / belirlenmesine tanığız.
Çürütmeyi noksansız, tastamam eylemek için her gün bir başka çatı kuruluyor daima bu bahsi görüyoruz. Evet ile hayır tercihleri kadar o seçeneksizlik, sınırlılık içinde hayatın mahvına çaba güncelleniyor. Vahametin her gün kusurun savunulması hepimizin geleceğini daha şu anda / şimdi yağmalıyor biliyoruz. Akla seza, zarar, ziyan siyasa nutukları, demeçleri vb. yönlendirmelerle, hayatın sıradan olandan çalınması güncelleniyor bu bahsi mıh gibi aklımıza kazıyoruz. İktidar olma kavgasında sesi, sözü ezilen halklar olduğunu ötelemeye çalışıyor bütün bu gümbürtüde o muktedir. Var olan düzlem, her söz ve eylemle bu bahsi yeniden var etmeye devam ediyor; anlıyoruz işte. Hakların talanı, halkların gözü önünde demokrasi bahsi öne sürülerek eyleniyor.
Akla seza, zarar, ziyan olan ile ‘her şeyi’ heder eden ve sırf bunu önceleyen bir tahakküm hamlesi her yeni günü kapsıyor. Vahamet, can kırıklarını modern zamanların en öncü vaadi kılıyor, oradan da hakikate eviriyor. Gelecek şimdi, şu anda çürütülüyor, prangalanıyor, zapt ediliyor. Hemen her gün ve her manada gerileyen bir ülke ışıl ışıl, paldır küldür çöküşünü o yıkımını, hayata kastını, sıradanı hedefleyerek güncelliyor. Yeni ülkenin temellerinin inşası böylesine elim bir tükenmez fasit daire ile onun içinde eylenenlerle yapılandırılıyor.
Akla seza söylemlerin hepsinin birden günlük siyasa sahnesine dahil edildiği, bunlarla günün kurtarıldığı, geleceğin çürütüldüğü bir yer / menzil sapasağlam güncelleniyor. Yarınsız ülke şu anın içindeki gerçek yıkımlarda var ediliyor. Kentlerin yağmalanması, köyün / kırın yakılması, yıkılması “yaşama” düşülen şerhler işlerinden edilen akademisyen, gazeteci, avukat, öğretmen, vekil ve saire ve hepsi ve nicesi ile bu geri dönüşü artık imkansız “çürüme” uzamı bir hakikat kılınmaktadır. Yeni ülke nam saha daha önce tahayyül edilmiş o engizisyon sahnesidir artık. Biyopolitik çürüme artık tek “gerçek” paylaştırılandır.
Denetim / gözetim ve tahakküm bariz kılınandır. Denetim, gözetim ve tahakkümün etkin, sürekli bir hiza belirleyici olarak var edilmesi hiç şüphesiz ki tüm bu karanlık döngüyü iyice ortaya sermektedir. Yolun, yordamın fenaya kırıldığı bu biyopolitik cehennem onca veciz arasında inşa edilmektedir. Bay Bin Ali Feda Olsun’dan, Kılıçdaroğlu ve Bahçeli’ye devletin daha tepesine gelmeden türetilen her meram bu derin / bariz çürütmeyi imlemektedir. Egemen olan müesses nizamın üç isminin de uluorta eylediği kimlik karşıtlığı, bariz açık ırkçılıktır.
Tahakküm ile en başta kalıcı olmayı her şeyden çok isteyenin her yere müdahilliği / müdahale edilebilirliğine; heves eden, sıradanı alenen hiç addeden ‘aklın’ eylemi meclis toplantılarından, şablonu kestirilmiş olan anlatılar ve yorumlara kadar süreğendir, budur çukur. Çürümeyi noksansız bir güncelliğin başat, demirbaş öğesi kılmak çabasına hep düşülendir.
Yenikapı ruhun mefhumundan işte müesses nizam diye kestirmeden anılan, bildirilene milli ve yerli diye kodlanana daim olarak tüm bu fasit döngüye rehinelik yüceltilmektedir. Sıradanın yarasıysa her gün kanatılmaktadır açıkça. Devlet Bahçeli seslendirir: “Yunanistan'ın yeni atanan Kara Kuvvetleri komutanı işgal edilen adalarda soluğu almıştır. Yunan Dışişleri Bakanı aba altından sopa göstermektedir. Yunanistan, Balkan Savaşları'nda işgal edilmeyen, Lozan'da verilmeyen adaları ablukaya almıştır. Eğer ki tekrar denize dökülmeyi istiyorsa buyursun, Türk milleti buna hazırdır. Birileri Yunan hükümetine 1921'de, 1922'de neler olduğunu anlatmalıdır. Anlatacak yoksa biz yeniden Ege'ye kurşun gibi saplanmasını bilir, tarihi tekrar öğretiriz. Zorlamayın, boşuna heveslenmeyin.” Bir tahlil, bir tahayyül değil olduğu gibi kesintisiz bir linç ediminin şekillendirildiği, savunulduğu örnek Bahçeli’nin dilinden dökülür.
Nicesini söyleye gelmiş olan bir zat, yine yeniden el altındaki ol Yunanistan, Rum kimliğine hakaretamizliği, her türlü sınırı alaşağı ederek, tacizi bir hakkın ta kendisi belleyerek, savunmaktadır. Cüreti, uluorta pespayeliği daha fazla sivrilterek savunulan bir menzil Bay Bahçeli’nin hazır fırsat bu fırsat diye dillendirmesinden barizleşendir. Artık bu ülkenin müesses nizamının kodu, yönergesi ol ismin zikrettiği gibi her yere, herkese kükreyip,  bağırıp çağırıp, bir gece apansızın tekerlemesini yinelemektir. Etrafındaki hemen hiçbir ‘ülke’ ile bağlarını bir türlü sulh alanında muhafaza edemeyen yeni ülkenin baş atarlananı olarak şu cümleleri sarf edebilmiştir Bay Bahçeli
Utançlar biriktirmekte pek mahir olan ülkenin idaresi, idarecisi bu sığlık sularında yedek hükümet desteği Bahçeli’den, ana muhalefet partisi olarak kendini bildiren Bay Kılıçdaroğlu’nun tutanaklara geçmiş vecizine karışır. ‘Bizim gençlerimiz Suriye için Suriye’de şehit oluyor. Bizim evlatlarımız, Anadolu’nun gariban ailelerinin çocukları Suriye için Suriye’ye gidiyor, şehit oluyor. E onların gençleri, Türkiye’de. Nasıl oluyor bu? Üstelik iş bulup çalışıyorlar. Bizim çocuklarımız işsiz, onların işi var. Bizim çocuklarımıza iş kapıları kapalı. Nasıl oluyor bu? İşsiz genç arkadaşım, hala isyan etmeyecek misin? ‘Artık yeter, ‘hayır’ diyorum demeyecek misin?’
“Hadi diyelim ki Suriyeliler geldi, olabilir, savaştan kaçtılar, itirazım yok. Alırsın kampta tutarsın. 81 ilde Suriyeli var arkadaşlar. Bakalım kamplarda. İşini açıyor, esnafın yanında. Bizim esnaf vergi veriyor, Suriyeli vermiyor. Esnaf kardeşim, bu düzene ‘Hayır’ demeyecek misin?” Irkçılık ile kimlik düşmanlığını “soldan” bir bakış açısı katmaktan kendini alıkoyman bir meramı paylaşmaktan, kendini alıkoymamaktadır Bay Kılıçdaroğlu.
Sınır ötesi tezkeresinin bilmiyoruz kaçıncı defa düzenlemesinde ellerini kollarını kaldıran bir siyasi partinin argümanlarının ahtan vahtan ötede, yitirilen insanların canlarından ötede, bir iktidar kaygısı, kavgası için ol sivilleri gözden   çıkartmak olabileceğinin dehşetidir duyumsatılan. Süreğen kılınan bir memleket fasit dairesini var eden, ol faşizan, ayrımcı dile tutunarak Hayır cephesini genişletebileceğini ummaktır açık, seçik yara.
Bay Kılıçdaroğlu’nun dillendirdiği yüz iki koca yıldır bu sahanlığın, temel sorunu, en baştaki hatası olan içindeki, ister misafiri, ister yaşayanı olan herhangi bir halktan ol insana karşıtlıktır. Halkların Köprüsü Derneği açıklamasından ol can alıcı odağı buraya alıntılayalım: “İçinde, dışında yeterince düşman üreten ve ‘barışı’ neredeyse hayallerden bile çıkartmak için her türlü yola başvuran bu ülke hâkim siyasetçilerinin, iktidar ve muhalefet olarak el birliği ile yaptığı şey, aslında bu ülkeyi insanlığın dışına çıkarmaya çalışmaktır. Mültecilere mültecilik hakkı vermezseniz, beş yıldan daha uzun süre bu ülkede yaşayan ve çalışan mültecilere vatandaşlık hakkı tanımazsanız onları insanlıktan çıkarmaya çalışıyorsunuz demektir. İnsanlığın bir kısmını insanlıktan çıkardığınızda, aslında insanlığı ortadan kaldırırsınız! Sayın Kılıçdaroğlu, Suriyeli ve Türkiyeli halklardan özür dilemeli ve nefret suçu işlemeye son vermelidir.”
Kesintisiz, bir biçimde Bay Binali Yıldırım’ın da kerhen, alttan, üstten yorumları arasında dahil edilen ve önceki iki ismin sunduklarıyla benzeşen tahayyüller “müesees nizam” için öteki tanımının genişliğini de karanlığını da bildirmektedir. Akla zarar söylemlerin açıkça zamanın gerçeği denilip, kurulup, güncellendiği “yeni ülkenin” temelinin oluşturulduğu bir menzildeyiz bugün kesin olan bu bahistir. Adana’da Suriyeli mültecilerin kaldığı çadırların aleve alındığı bir yerdir o gerçekliğe kavuşturulan. Ne kadar çabuk yaygınlaştırılırsa nefret, hınç ve linç de onca ivedilikle sınırların içerisine bir hakikate dönüştürülmektedir budur işte ol vahim olan.
Suriyeli bir mültecinin on yedi yaşındaki bir çocuğu bıçakladığı, çocuğun da hayatını yitirdiği iddiasının ardından geçtiğimiz hafta içinde Yüreğir, Bahçelievler mahallesi sakinleri, arabalarla Suriyeli sığınmacıların bulunduğu çadırları taciz eder. Mahalle sakinleri, sığınmacıların mahalleyi terk etmelerini istemesi üzerine arbedede çadırlar yakılır. Haybeye, laf olsun diye değil tüm pespayeliği ile “siyasetin” argümanlarının sokaktaki yansısı bu kadar açık bir yıkımdır. Bunca kolaylıkla insanların canlarına kastın, birbirine kırdırılmasının yolu, zeminini oluşturmaktır utançlar hanesinde bu ülkenin her günde o sütunu doldurmaya devam eden. Zamanın gereği, zamane gerçeği diye duyurulan, işlenen ve kalıcılaştırılan bir çürütme halidir.
Siyasi partilerin genel başkanlarından, sokakta herkesi kılıçtan geçirmekten bahsedene yeni ülke hali, istikbali bu tahakküm etme şablonu ile kurulmaktadır. Zamanın gereği, zamane gerçeği olarak öne sürülen sadece vahametten istikbal, nefret ve linçten gelecek tahayyülüdür, kesintisiz olarak. Bir tartışmanın orta yerinde sarf edilen şu cümlelerdeki meramdır; geleceğin şekillendirilmesi / geleceğin ülkesi. “-Erdoğan’a benim canım feda. Çapulcu! Aleviliğin daha A’sını bilmiyorsun. Çapulcu! Nisana kadar lan sonunuz. Osmanlı gelecek alayınızı kılıçtan geçirecek.” Cürümler patavatsızca devletliyle benzeşerek muhakkak araya sıkıştırılan katliam, kıtal çağrıları ile yolu sağlama alınmak istenendir.
Cürümler böylesi önerilirken yıkım Xerabe Bava’dan, Sûr’a, Ağrı’dan, İstanbul’a her yerden ve her şekilde işlevselleştirilmektedir. Yolun yordamın nefretten salt kinden medet umularak inşasında bir -güncellik var edilendir. Cerahat ile hemhal olunan yerde buradan devşirilen istikamet de açıkça bir yıkımdır. Xerabe Bava’da, Tillatê’de var edilenler ile Sitillatê’den ol Sûr’un çeperinde yapılanlara oradan da Şengal’deki Türkiye Devleti’nden aldığı direktifleri uygulayan Kdp peşmergelerine bu soluksuzluk iklimi yapılandırılandır. Cürümler bitimsiz çürümeniz de kalıcılaştırılandır.
Biçimlendirilen “hayatın tırpanlanmasıdır”. Hasat her dem yıkımla, aralıksız eksiltme, çokça kan dökerek bina edilerek imal edilendir. Bir ülkenin gününü dünü ile hemhal kılmak tıpkı o dün gibi karanlıkla yarınını biçimlendirmek artık kesintisiz bir tahayyül ve eylemdir. Zamane gereği, zamanın gerçekliği olarak zikredilen tüm bu çürütme halidir. Denetim, gözetim ve nihayet o yıkım yeni denilende de kesintisizdir artık. Bir dolu günahı, zulmü ve kötülüğü var edip halen mağdur, hala bigünah olunduğu zikredenlerin menzilidir artık yeni ülke. Yeni diye bildirilen, şimdilerde, bu çürütme düzeneğinin açığa çıkan örgüsü, gerçekten gerçek resmi budur.
Gezi direnişi sırasında Taksim Talimhane’de eylemcilere ‘pala’ ile saldıran ve bir kadına tekme atan Sabri Çelebi, Libyalı bir iş adamını tehdit ettiği iddiasıyla 2 kişiyle birlikte tutuklanır. Daha önce taltif edilen, handiyse kahraman ilan edilen zatın aslında bir suç üreticisi olduğu ancak iktidarın korunaklı ilan ettiği, bildirdiği kesimlere saldırdığında suç olduğun kanaat getirilmektedir. Thales’in terazisi açıktan çalınmıştır. Gezi çoktan unutturulmuştur. Oysa şu iki satırlık haber metnindeki, yorumlardaki, yorum diye ortaya konulanlardaki gibi nice tahayyül ile o Türkiye’nin yenisi, bir ülkeyi değil tam olarak bir çukuru simgeleştirmektedir.
İktidarcılık oyununda kendine yer bulan Devletin Bahçeli’sinin dilinden iktidarcı bir köşe kadısına bildirilen kılıç artığı veçhesinde çıkagelendir işte yeni ülke. Zamane gereği, zamanın gerçeği olarak zikredilen bir kez daha ayrımcılığın en olur olmadık örneklerine sahip çıkmak, bunları birer hakikate evirmektir. Bahçeli: “MHP’yi Kürt kardeşlerimizin karşısında gösteren her kim varsa hem bölücü, hem de Türkiye düşmanıdır. Bu kalem ve kılıç artığı şahsın MHP’ye menfi tutumu bellidir, ama AKP’ye dost mu, hasım mıdır? Türk - Kürt arasına nifak sokan ya şerefsizdir, ya teröristtir, ya da zulmün oyuncağıdır.” Birörnekleştirilmiş cümleler, birbiri ardına yinelene gelen tekerleme gibi hizip, ayar vermeler ve sonrasına eklenen bir kılıç artığı tüyü!
Kesintisiz bir cürümler sofrasına açık bir biçimde dönüşmüş olan ülkeyi gösteren, iktidarın ortada kurduğu dehşetengiz senaryoların tamamlayıcısı olmaktan hiç hicap duymayan o makamdan yine yeniden yıkım emri çıka gelir. Çürütmek kesintisizdir. Alevilere yönelik hakaretamizlik, ucundan kıyısından bu topraklardan geçmiş, göçmüş olan Ermeni, Rum, Süryani, Keldani, Nesturi, Arap Hristiyan, Pontos, Yahudi ve sairi ve anılmayan her kesimi de ilgilendiren, onların da hatırlarında bir köşede mıhlanmış olan bet, fena ve kötücül tahayyül yeniden ekranlardan zuhur ettirilmektedir.
Bu ülkede yaşamın açıkta kökten kurutulması gailesi süreğen kılınmak istenmektedir. Milyonlarca cana kastetmiş olan o asırlık aklın tezahürü, onca zamanda bulmadığı, yok etmediği kalmamış gibi şimdilerde yarını bildirmek için kullanıla gelmektedir. İyi de yol her nereyedir? İma edilenler birer gerçekliğin ta kendisine geçit verirken, devletli ve yancıları ve muhalefet aksındaki birikmiş olan kini hiç saklamaksızın sunmak neyin nesidir bilen var mıdır?
Garo Paylan’ın meclis çatısı altındaki ol çekiştirilip, sündürüldükçe bağlamından kopartılmak istenen, soykırım bahsinden çok bunca zamanda hiç edilen anayasa çabaları, eşit yurttaşlık olgularına dair söylemlerinin üstünü aleni çizen tahayyül varken yol nereyedir? Paylan Özlem Özcan adlı şahsın ‘tweetinde’ yer verdiği, nefret söylemi için suç duyurusunda bulunur. Garo Paylan’a Özcan “Ecdad soykırdıysa şayet, sizin gibi soysuzun milletin meclisinde ne işi var” diye bir tweet atar. Nefret söylemi içerdiği apaçık olan sözler karşısında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı kovuşturmaya yer olmadığına kanaat getirir.
Bütün bu kılıç artığı çıkışı, tekmili birden hınç kusmalar, palalı esnaflar, kindar sözü eylemle birleştirmeler ve hukuk karşısında yeni Türkiye’nin sessizce kuşatılması yarına dair bir anlam bırakmakta mıdır? Yarın her nedir? Bu kadar kolayca gündemin satır aralarında yer edinen nefret söylemi, hiddet ve linç çağrıları varken yarın diye bir tahayyül kalmış mıdır hiç ama hiçbir ihtimal var mıdır? İçeride bu takıntılı hep bilindik yollar bina edilirken, arşınlanırken ol dış dünyaya da misal Almanya ile yaşanan gerginlik olarak duyurulan bahiste de karşımıza hiç eksiksiz çıkan o demokrasi sınavıyken her ne haldeyiz sorguluyor musunuz? Evet mi hayır mı?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2017
Görsel - Japanese magician Hiroki Hara performs on stage during the Sanremo Music Festival 2017 at the Ariston theater in Sanremo, Italy, on February 8. (EPA / Ettore FERRARI) via RFE/RL
1 note · View note
seslimeram · 8 years ago
Text
Çürümeye Devam Mı?
Tumblr media
Memleketin yüzeyinden kazınmasına devam edilen bir bahistir insanlık meseli. Topyekûn, tek tip bir aklın eylediği, güncellediği, daimi kıldığı ve amasız, fakatsız uygun gördüğü yıkım, var edilmektedir. Silinen, eksiltilen, cürümlerle boğulan ve konuşulamayan zalimanelik insanlığın tükenişi adınadır hala ve hala. Biteviye – arasız savunulan anayasa değişikliği ağza çalınan bir parmak balın hemen altının; zehir olduğunu alenen imlemektedir. Düzenleme değil dönüşüm, iyileşme değil kötürüm kılma, yüzleşme değil yüzsüzleşme daim devamlı kılınmak istenendir.
Tükeniş saiki, üzerinde en fazla mesai harcanan edimdir. Sürekli güncellenen ‘korku’ biteviye kılınan yıldırı, devamındaki tehdit ve çürütme hevesi bu menzilin insanlık meselindeki halini de bildirmektedir. Tükenişi için bir müesses nizamın kotarıldığı menzil burasıdır. Yarınsızlığı şimdi eylenenlerle sağlama alan, bir mekanizmanın bekasını insandan, onu var edenden üstün tutan karanlıktır durmaksızın güncellene gelen. İnsanlık bahsi ortadadır. Çürütmek bir mesel / anılanlar mecaz olmaktan öte sürekli ‘gerçek’ kılınandır. Toptan, tek tip bir aklın var ettiği her şeyin paramparça edildiği bu düzlem açık, şok doktrini güncesidir.
Yaşamın bu hali şu menzil içerisinde dönüştürüldüğü nihai biçimi, tümü birden bir kerede o “şok doktrinlerini” imler. Yaşamın eğrelti bir hale konumlandırılması, bile isteye sınırlandırılması, sürekli arta duran vahamet ve sürekli yeniden var edilen otokrasi artık hayatı hiçleştirmektedir “şok doktrini” meseli budur. Umudun cürümlerle mahvedilmesi, artık onun bahsinin açılmadığı bir menzili güncellemekle geçenin / geçmişin karanlığını şimdiye taşımaktır. Geleceksizlik bir rivayet değil, bu ülkenin olası istikametidir.
Yönlendirme, cerahat, kutsama ve bitimsiz bir tehdit üzerine eklenen hınç ve linç ile beraber bu mesel onca şok doktrini örneği vaka ile yön tayin edilmektedir aleniyet dahilinde. Yersiz, gereksiz değil tam anlamıyla tehditlerle güncellenen bir yön bildirimidir ol mesele. Cerahat kutsanırken yıkım yekpareleştirilendir. Cürüm güncellenirken, bu daha ne ki daha beteri yolda diye ilanen tebliğler gerçekleştirilmektedir. Cehennemi, yeryüzüne taşımaya devam diyen sınırın içinde dört yanda var edilen kötülük süreğen kılınmaktadır. Her hamle bir başka -yıkımın başlangıcıdır. Her hamle insanlık meselinden bir kez daha eksiltmektir burayı, şu ülke denilen sahayı.
Çekilen tuğlalar, yıkılan hayatlar, yerle yeksan olunan söz hakkı hepsi ve her şeyle her daim her şekilde insanlığa kasıt var edilmektedir. Kötülük artık devletlinin ol sahiplendiğidir. -Biat et, itaat et, rahat et diye kestirmeden savunulan bu cürümdür. Memleket, bir toplama kampına dönüştürülürken olanca yıkım güncellenirken, bütün bahis teslim olmaya kilitlenmektedir alenen. Yaşamın boynuna geçirilen ilmik bir tevatür değildir. Hedefe koyulan insanlıktır açıkça. Kafiye, uyak veya edebi bir tanım değil hakikat kesintisiz bir taarruzla çıka gelen bu bahistir.
Nefret söylemini, suçun öncülü olan her hamleyi savunanların cerahati başlı başına insanlığa kasıttır. Karanlık bir saat ayarından ileri gelmemektedir artık sadece, düpedüz yalın ve net olarak ol şok doktrinlerini bir siyasi manevra olarak görenlerin var ettiği sonuçtur şimdi. Göze indirilen perdenin, ‘toz pembe’ memleket tahayyülünün kıyısında cerahat, cürüm ve dönüşüm kesintisizdir. Teyakkuz halinde olunan bildik seferberlik çağrısında alttan alta yer edinen, barizleşen şey, kasıttır insana kasıt. Gizliden yürütülen her fecaat artık açıktan, üstüne basıla basıla bildirilerek gerçek kılınmaktadır. Dün gizliden güncellenen bugün merkezde olan biten her şey artık canlı yayınlarda şekillendirilmektedir.
Bitimsiz gibi görünen yıkımın daimi, devamlı halinin icrasıdır mesel edinilen. Bir ülke dönüşmemektedir. Bir ülke göçertilmektedir artık açık ve seçik. Bir ülkeye varmak değil dünün kati, kesin ve keskin despot tahayyülünden ilham alan bir yerin türetimidir ol mesele. Varılmak istenen karanlığın sınırsız kılındığı bir yer istemidir. Despotizm güncellenirken, sıradana rehinelik bahşedilmektedir. Bir tek bu bırakılıp, bir tek bu seçenek öne sürülüp, biat etmesi salık verilmektedir. Genellendirmeler değil sadece şu on beş senelik süreç içerisinde dönüşüm, kesintisiz bir yıkımın menzilini bildirmektedir hal ve gidişat bazında.
Devletlinin sıradana karşıtlığının artık ama ya da fakat ihtiva etmediği, hiç bir şerh barındırmadığı kesindir. Yılbaşı gecesi katliama imza atan çetecinin beyanındaki açık olarak zikredilen ‘kafirleri’ hedef aldım bahsinin ta kendisidir dönüştürülen menzil. Meydanın orta yerinde bağır çağır figür Noel babanın kafasına silah dayanan bir menzilde olan bitenin ol evrimi bu yıkımda bir kez daha barizleşendir. Birbirinden uzak görünen, uzakta addedilen tüm ol çaba, yıkıma dönüşmüştür. Tek cümle, yekvücut yıkımdır belirginleştirilen. Biat et, itaat et, rahat et menzilinde, kimsenin hayat tarzına karışılmamaktadır diye buyrulurken sonuç da fecii olan yıkım da gerçek kılınmıştır. 'Onlar kafir, olduğu için oraya saldırdım' cümlesi bir yerde iş bu menzildeki hayata biçilen değerin de ön izlemesidir.
Devletlinin hiddetinden pay çıkartanı, ondan güç alıp hem onu düşman addedip hem de yol verdiği sahada yapa geldiği kırımların şu derin yıkımıdır mesele. Şok doktrinlerinin birbiri peşi sıra güncellendiği sahnedir artık bir tek ismi yeni ülke. “Irak'ın elindeki bilgilere göre, önemli sayıda IŞİD’li teröristin Türkiye’ye geçtiğini ve bir kısmının da geçmeye çalıştığını belirten Irak’ın Ankara Büyük Elçisi Hişam El-Alevi, bu konuda Türk istihbaratına bilgi verdiklerini söyledi.” Ajanslara düşen kısacık bir haber metninde karşılaştığımız cerahattir işte mesele. Bu yeni diye anılan, bildirilenin sınırları dahilinde yıkıma ortak olacakların sayısı her defasında çoğaltılmaktadır. Netice, gelecek, ötesi ve fazlası artık sorgulanmayandır. Yıkımın vahametinde, doludizgin bir ‘çukur’ olma yolunda ilerleyen menzilde yaşam ihtimallerle, şansa terk edilmiş bir meseledir artık bir kez daha.
Güç ve sistemin muhafazası adına yapılanlar, gösterilenler ve paylaştırılanlar hepimizin hayatlarını nasıl eksiltmek istediklerini de muştulamaktadır. Geleceğimize dair tek bir sözümüz yoktur iş bu sahanlıkta. Her şeyimiz geçmişin kirli, kanlı, kör karanlık sınırlarına rehin edilmiştir çokça zamandır. Dokuz 8 Haber’den Anıl Karaca’nın haberi düzenlenenin, nasıl bir ülke tahayyülü için çalışıldığının örneklerindendir. “Kocaeli Gebze Hızlı Tren İstasyonu’nda Ankara’dan kızını alıp İstanbul’a getirmek için bilet almak isteyen Fatih Tuna Erciyas’a gişedeki bilet satış görevlisi ‘bayan erkeğin yanına oturamaz’ diyerek karşı çıktı. Erciyas, yolcunun 9 yaşındaki kızı olduğunu söylemesi ve ‘bu nasıl bir uygulama’ diye sormasına gişe görevlisinin ‘İslam dini bunu kabul etmiyor’ cevabını verdiğini öne sürdü.”
Cüretin ortalık yer ve uzamda neye dönüştüğü, katliamlara oh olsun çekilen, yıkımlar az bulunup dahası yok mu diye sorgulanan, eden bulur ile su testisi su yolunda kırılır bahislerinin havalarda uçuştuğu kin ile şiddete övgünün birbirini bulduğu yerde yıkımdır sahiden sahici kılınan. Dönüşümü aralık, boşluk bırakmaksızın güncelleyen menzilde insanların yaşamlarına nasıl müdahil olunduğu ol hayatın nasıl zehir zemberek kılındığı ifşa olmaktadır.
Erciyas’ın yaşadığı şoktan sonra Tcdd müşteri hizmetlerinden aldığı yanıtta saklıdır nasıl bir yere doğru dönüştüğümüz. “-Bayanlar yanında erkek yolcu istemediği için otomatikman böyle bir uygulama getirilmiş. Bu kişi annem kızım eşim de olsa değişmezmiş.” Bütün bu heyulanın bir normatif olarak karşılığının belirginleştirildiği yerde o şok doktrinlerinin anlamı, keskinliği ve olan bitenin her nasıl yıkım manasına geldiği artık teyitlidir. Gelecek dediğimiz şey dünde kalmıştır, şimdi linç edilmekte, yarına bir hiç bırakılmaktadır.
Biat et, itaat et, rahat et’in konformizm olarak sunduğu çürüme, teslimiyet ve rehin olmaktır. Gerçekten gerçek yıkımındır artık. Apansız aniden değil açıktan, paldır küldür ama her daim hesaplı kitaplı bir cerahatin ta kendisidir gerçeğe evirilen. Yok etme tahakkümünün üstünde ilerleyen biat etmeyecek olanı sinsice sindirmeye aralıksız tükenmeye sevk eden cerahattir gerçek. Bir kaldırımın ortasında yüzü koyun yere serilenin ardındaki koca boşluktur var edilen. Halaskargazi ile kesişen caddenin hala Hrant Dink değil Ergenekon olarak muhafaza altına alınmasıdır var edilen. Gerçek Roboski'de bombalar ile bir halkın katletmesidir. Hiç mübalağasız devletlinin hayata kastının ‘utanç’ vesikasıdır gerçekten de gerçek hakikat. Bir yılda on altı kadar bombalı saldırı ya da katliam çabasının ta kendisine denekliğimizdir gerçek. Ortalık yerde açılmış olan yaranın, dehşetengiz boyutudur mesel. Bir hakikat kılınan çürümektir işte bu sahanlıkta.
Aniden değişen düzenin bir tahayyülden hakikat kıldığı bahislerdir şok doktrinleri ile donatılmış yeri bildiren. Bir ülke miyiz, artık alenen koca bir muammanın ta kendisidir işte. Bir ülkenin değil çürümekte hiçbir beis görmeyen tüm o kör karanlığa teslim bir uzamın bizatihi ta kendisi ve hep merkezi olmaya ant içen bir tahayyülün rehiniyiz. Bugün var edilen benzersiz ‘karanlık’ ol ülke ediminin hiç kılınması adınadır. Yerli yersiz öncülü ardılı hep ama her dem zuhur eden, tahlilden hakikat kılınan zulümdür. Zulümle abat olunması çabası üstüne hala titrenendir.
Sokakta zikredilen hayat ile var edilmek istenen devlet tahayyülünün kesişimi hala bu çürüten haldir. Sabık bir akılla günbegün yinelene gelen devamlılığı için çabalara düşülen şu menzilin ahlarla hemhal halidir. Gerçek yalın / çırılçıplak ortadadır, gerçekten gerçek yıkımındır bir kez daha. Dünden devralınan ahları bir gelenek gibi sahiplenilen ve her gün baskılarla var edilen bu manevra sahasıdır gerçekten gerçek! Yıkımın çıkageldiği yer türetilenin ötesi ve ihtimal değil bir sonuç olarak resmi temsilidir gerçekten de gerçek olan. Tekil bir düzenekte, tekçi bir sesin ol sözün rehini bir ülke hakikat kılınmaktadır.
Saksı, bardak, ısırıktan sonra devreye sokulan kavga, saç baş yolma mücadelesi diye sunulan pespayeliktir işte hakikat. Memleket meselinin derinden çürütülmesi artık canlı yayınlanandır. Bir anayasa değişikliği değil, memleketin komple istimlak edilmesinin yolunda canhıraş halde vekil Nazlıaka’ya saldıran cürettir ol mesele. Biat et, itaat et, rahat et uyarısının öncesindeki ol mesel, var edilmek istenen yıkımdır işte sergilenen. Adalet ve Kalkınma Partisi Antalya vekili Gökcen Özdoğan Enç’in darbelerinin, kendini paralarcasına saldırganlığının belgelendiği tekil değil çoklu bir nefret / linç şablonunun üretildiği memlekettir mesele.
Meclis çatısının artık bu istikamette bir ringe dönüştüğü, herkesin tuttuğuna giydirdiği, sirkten bozma, “dövüş kulübü” imitasyonu bir mekana dönüşmesi artık bariz kılınandır. Biat et, itaat et, rahat et şablonundaki menzilin oluşturulması çabasında meclisin zaten bir işlevinin kalmayacağının onaylandığı yer, meskende hazır giderayak gümbürtünün kopartılmasıdır mesele. Bir memleket tahayyülünden artık bahis açmak imkansızdır. Halk iradesinin zaten sayılmadığı, bir kısmının mahpushaneler içinde rehin tutulduğu, bir kısmının sadece iktidar payandası cümleler kurmadığı için “hedefe koyulduğu” bir menzilde öte / yarın bir bahis değildir artık. Hiçbir zaman olmayacak olandır.
Enç’in Doğan Haber Ajansı’na verdiği demeçten alıntılayalım o ötesiz memleketin nasıl açık, nasıl alenen belirginleştiğinin özeti oradadır... “-Burası Kandil değil Türkiye Cumhuriyeti’nin Meclisi” diye bağırdım. HDP’lilerin şahsıma yönelik bir saldırısı vardır. Benim sorunum onlarla.” Fetö ile ilgisi sorulunca da “17- 25 Aralık operasyonundan sonra dernek üyeliğinden istifa ettim. Bu örgütün ne kadar pis olduğunu bildiğim için, kızımın robotlaşmasını istemediğim için “Ergenekoncu” olarak tabir edilen İstek Koleji’ne verdim. Bank Asya’da hesabım yok. Bir tek hesap bulsunlar hemen milletvekilliğinden istifa ederim. Ben 3 dönem milletvekiliyim. Demokratik ve hukuk Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne bağlıyım. Fetö ile hiçbir bağım olmadı.”
Şafak Pavey ile Pervin Buldan’ı hastanelik eden vekil Enç’in hıncıdır ol ötesiz / çekincesiz hinliğe, kötülüğe rehin ülkeyi bildiren. Daha önce de, Meclise Köpekler Giremez yazılamasıyla kameralar önünde yükselen bir isim olan vekil Enç’in vukuatları değil, devlet dediğimizin bir sıradanı nasıl da canavarlaştırdığının meselidir ötesiz, yarınsız ülkeyi bugün yeniden bildiren. Bir haber kanalında, cuma öğle saatlerine yakın yayınlanan bir haber röportajda ortaya çıkan bahistir, gerçekten, gerçek kılınmış olan.
İstanbul’daki bir ilköğretim öğrencisinin dilinden dökülen sözlerdir tüm bu bahsettiğimiz halin her neye dönüştüğünü tekil olarak örnekleyecek olan; "Cumhurbaşkanı olup, anayasa değiştirip idamı getireceğim." Aleni bir yıkımın menzili bugün uluorta bina edilmektedir. Geleceksizlik bahsinin türetimi devamlı bir çabadır. Bir çocuğun zihnine yer ettirilmiş olan muhtarlıktan başlayarak cumhurbaşkanlığı seviyesine ulaşma ve idam gibi bir insanlık suçunun alenen zikredilmesindeki rahatlıkla açıkta biçimlenen şeydir karanlık.
Biat et, itaat et, rahat et konformizminde enikonu sunulan bu yıkım bahsin devamlılığıdır. Kör karanlığın menzilini inşa etmek güncellenmektedir her gün, her an, yine yeni ve yeniden. Biat etmenin, sorgusuz sualsiz teslimiyetin bayraktarlığı için olur / olmadık her şeyin yapılabildiği bir menzildir yeniden biçimlendirilen. Kelimelerin kifayetsiz kaldığı çürüme artık sahiden de sahici, gerçekten de gerçek bir yıkımı imliyor. Anayasa değişiklik taslağından, sokağın biçimi ve tahayyülünün dönüştürülmesine Türkiye koca bir toplama kampına dönüştürülüyor artık. ‘Kazte’lerin (!) güllük gülistanlık, toz pembe tahayyüllerinin kıyısında yaşam çürütülmeye en açık halde devam olunuyor. Biat et, itaat et bir yıkımın taşıyıcısıdır, artık görüyor musunuz?
Biat et, itaat et, rahat et, çürümeye devam etmektir. Evet / Hayır tercihlerine sıkıştırılanın her bir sıradanın hayatı olduğu artık şerhlere gerek kalmaksızın ortalanandır. Bir demokrasi türevi ya da döngüsü değil artık tekilliğin yükseldiği bir sahanın her yeri kuşatması söz konusudur ol bahiste. Ezcümle, özgürlükler yağmalanırken, herkes öteki addedilirken her yerde apayrı birer fecaat yapılandırılırken bir yarın söz konusu olacak mıdır? Susmaya devam mıdır, ey insanlar. Biat Et, Rahat Et! Çürümeye Devam Mı?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2017
Görsel – Anthony RUSSO  v/ The New York Times
1 note · View note
seslimeram · 6 years ago
Text
Yaşayabilmek İçin Soruyor Musunuz, Ne Olur Böyle?
Tumblr media
Kesintiler, engebeler, engellemeler, kuşatma ve biteviye çitlemeler ile bir hayat mefhumu bu sınırlardaki o istek, arzu delik deşik olunuyor. Yaşamı, o eylemi var etmek, sorgulamak imkan dışı bir tahayyül belleniyor. Duraksamak yok, şüphe yok, yarın ne getirir bahsi yok, hep bir an ve şimdinin içerisinde muktedir sıradanın hayatına gözünü dikiyor. Erk, muktedir, iktidar tüm o şablonlarla belirlediği, keskinleştirdiği yurttaş profilini uygulamaya çalışıyor, ne ki hayatsız.
Bütün, var edilmek istenen mesel hayat istencinin esamesinin bile okunmadığı bir rehineliğin ta kendisi olduğu muştulanıyor. Ye, iç, çoğal ve mütemadiyen ama hiç kesintisiz olarak çürü! Durmak yok yola devam diyerek, bir asgari ücrete mahkum kılıp, en az üç çocuk formülünü dayatıp hep ama hep bir biçimde yaşamı dizayn etme tahayyülünde onun nasıl elden avuçtan çalındığını gösteren bir tahayyül artık hakikattir. Muktedir olan için yaşam eylemi sıradanlar için çekilmesi gereken bir cefadır. Var edilen ile bir zamanlar var olan edim, eylem bugün ol çabalarla defolu kılınıyor. Yaşam yerine ikame edilen bir rutin fasit döngüde tamamı devletli tahayyülünden imal bir karanlık döngü biçimlendiriliyor.
Geleceği çalınmış, maaşı iyice kuşa dönmüş insanlara piyango size de çıkabilir anonsları ile dalga geçiliyor. O piyango salt / sırf muktedire vurmazmış gibi. Cerahati ile yıkım cüretiyle, kentleri delik deşil edip bir de yeni kentler, kanallar, limanlar vs. yapma derdine düşmüşken o muktedir, o şehirleri var eden insanların rızklarını öğüten bir düzendir o hayat ediminin her ne halde olduğunu bildirecek olan. Bitimsiz bir karabasan halidir ol döngü. Vahamet bunun yeni ülkenin bir tahayyülü olarak sunulmasıdır. Muş’un bir köyündeki öğretmenin, öğrencisinin ol sırt çantasını paylaşmasından sonra çıkagelen bir tahayyüldür bariz, kesintisiz, doğrudan tüm bu anlattığımız mesele. “Annesinin battaniyeden diktiği sırt çantalı resmi çeken Muş'un Çınarlı Köyü öğretmeni Selvan Erek görevinden alınır.”
Ana akım medyanın lağım çukuru bir mevzisi olan Yeni Şafak, eline ulaştırılmış polis bülteni tadındaki metni şu şekilde paylaşır. “10-12 yaşlarındaki öğrencisinin yüzünü de açık açık gösteren öğretmen Erek, maddi imkansızlıklar nedeniyle öğrencisine çanta alınamadığını, bu yüzden ailesinin battaniyeden çanta yaptığını iddia etti. Yeni Şafak’ın edindiği bilgiye göre iddia, sosyal medya hesabından PKK’nın siyasi uzantısı HDP’ye destek mahiyetinde beğenilerde bulunan öğretmen Erek’in kurgusu çıktı.
Eğitim yılı başlangıcında bahse konu öğrenci dahil okuldaki herkese çanta ve kırtasiye malzemesi dağıtıldığı, ayrıca çocuğun ailesine de aylık 600 lira eğitim yardımı yapıldığı ifade edildi. Bir öğrencisini algı operasyonuna alet etmekten çekinmeyen öğretmen Erek’in görevden alınacağı öğrenildi.” Geleceği çalınmış, çürütülmüş bir yerde oluşturulan düzenek hayatı hiçleştirmektedir bariz bir hiç / eksik. Kötülüğü ele almış, bir insanın yoksulluğa karşı sergilediği yeniden var etme direncini, bir yol açma çabasını bile hakir görecek zihniyetin at koşturduğu bir yerde hayatın esamesi okunmaz, okutulmaz. Düzen bunun için vardır, o’nun adı hala bir düzense şayet.
Tüm tahayyüller boşa çıkartılırken, devletlinin sahip çıktığı cerahat bu menzilde yaşam biçimi kılınır. Hep eksik, hiç aralıksız yaralar bahşeden, düzenin sacayakları olarak dillendirilip var edilmiş tüm öğütücü hamlelerin yekununa rehinelik laf değil hayat diye sunulur, pay edilir. Ol cerahati güncelleyen, soluk almayı bile imkansızın odağına taşıyan bir menzil halinde hangi hayat iminden bahis açılabilir.
Bütün bu düş kırımı sahnesinden bir gerçeklik hali biçimlendiriliyor. Ekranlarda aralıksız oradan, buradan, şuradan protesto gösterileri, devletlerin uygun gördükleri şiddet seremonileri akarken bunlar sahiden bu menzilde hiç ama hiçbir zaman var edilmemiş gibi davranan bir ikiyüzlülük haliyle, yıkımın var edilmesi halidir mesele. Sarı Yelekliler’den, Viktatör diye bağıran Macar halkından, bir devrimi tamamlamaya çalışan Ermenilerden, zam üstüne zammı norm kılmaya isyan eden İsrail halkına pek çok yerde bu ülkenin de sorunları olan mesellere ses verilirken, eylemler planlanırken, Burası Paris mi diye bir cümlecik kurar, bay herkesin her bir şeysi! Sokağa çıkarsanız görürsünüz diye buyurur kendileri. Eline kalem verdiği bir zat Gezi’ye katılanların başları kesilmelidir diye buyururken, ana gövdeye kendisini entegre etmek için her haltı yiyebilecek bir insanlık düşmanı 0.01 “Milletimiz, devletimiz Gezi ve 15 Temmuz'da hangi cevabı vermişse, Gezi veya 15 Temmuz özentisi içine girenlere misliyle cevap verecek güçtedir” der.
Bir menzilin yaşamla ilintisini tüketme gailesinde var edilen yer, kat edilen mesafenin tamamı   ile oluşturulan çukurun, yıldırının, çürütmenin Türkçe’sidir mesele. Kesintiler, ön almalar ve mütemadiyen iyi bir yer sayıklamaları bildirilirken cerahatin varlığı örtbas olunmaktadır hala. Bu kadar afaki bir hayat karşıtlığı bugünün sorunudur. Salt bir kimlik için değil, muktedirliğin tadına varmış dünkü ile bugünkü Türk için dahi yaşatmazlık bahsinin güncelliği meseleyken bunları hala konuşturulmamasıdır hayat mefhumunun delik deşikliğini bildirecek olan. Hayat her nedir, kendinize soruyor musunuz?
Tumblr media
Biçimlendirilen ile anılanın arasındaki derin uçurumun güncelliğinde hayat meselinin karşılığı hala yanıt beklemektedir. Biypolitik bir yıldırı menzili güncellenirken dış değil içteki yıkımlar tazeyken her güne içkin bir hadiseyken, eskiden / yeni imal edilirken hayat her ne olacaktır, ne olmuştur? Tahakkümün varlığı, oluşturulan cerahatin niteliği ve her günün bir kez daha yıkıma rehineliği meseldir. İnsanların hakkından, hukukundan feragat olunup, yıkıma rehin olunduğu bir düzlem şekillendirilmektedir. Cerahatin fecaat hali artık her yerdedir. Menzilin duraksamadan çürümeye sevk olunduğu yerde delik deşik bahsi bir imgelem değildir artık. Ol hayatın ta kendisidir. Ne hale koyulduğunu ifşa edendir.
Türk Tabipler Birliği Yönetimi hakkında iddianame hazırlanır: “Herkes Terörist İlan Edilir.” Evrensel Gazetesi’nden Burcu Yıldırım’ın haberidir. “Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konsey üyelerine “Savaş bir halk sağlığı sorunudur” açıklaması nedeniyle açılan davanın iddianamesinde adeta sinekten yağ çıkarıldı. Önceki dönem Merkez Konsey üyelerine barış çağrısı yaptıkları gerekçesiyle 30 Ocak 2018 tarihinde operasyon düzenlenerek bir hafta gözaltında tutulmuşlardı. TTB yöneticileri hakkında hazırlanan iddianamenin davası 27 Aralık 2018 tarihinde Ankara 32. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülecek. İddianamede TTB binasına geçen yıl yapılan operasyonda el konulan dijital materyallerin, basına gönderilen ve HDP'den gelen e- postaların suç unsuru olarak gösterilen iddianamede, suç teşkil ettiği iddia edilen delillerin arasında hekimlerin eylemlerde kullandıkları afişler, Deniz Gezmiş'in fotoğrafları, Gezi eylemine dair fotoğraflar, insan hakları ihlalleriyle ilgili tutulan raporlar, sosyal medya paylaşımları, doktor raporlarına kadar her şey yer aldı.”
“Konferans ve etkinliklerde Abdullah Öcalan ile Fettullah Gülen'in de resimlerinin açıldığı iddiasının yanı sıra OHAL koşullarında sokağa çıkma yasağı ilan edilen ve Sur'da  yaşanan hak ihlallerinin raporu da var. Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV), İnsan Hakları Derneği (İHD), Diyarbakır Tabip Odası (DTO), raporları üzerinde durulduğu görülüyor. İddianamede, “Kandil'e yapılan operasyonla birlikte dur durak bilmeyen çatışmalı bir süreci girildi. Ve sadece birkaç ay içerisinde sayıları yüzleri bulan masum siviller, örgüt militanları, askerler, polisler yaşamını yitirdi” ifadeleri 'suç'a örnek olarak gösteriliyor.
İddianamede yer alan ve Afrin Operasyonu'nu karşı söylenen her söz, yapılan her eleştiri suç sayılırken, terör örgütüne destek mahiyetinde sayılıyor. Bu nedenlerle şüphelilerin ayrı ayrı cezalandırılmaları istendi. İddianamede “Kayıtlı dergi, dijital materyallere ilişkin imaj ve exportların, afişlerin ve örgütsel materyallerin dosyasında delil olarak saklanmasına karar verilmesi kamu adına iddia ve talep olunur” ifadeleri yer alıyor.”
Bir menzildeki hayat hakkını savundukları için, meslekleri yaşamı korumak olan hekimler hedef kılınır. Barış tahayyülünün etrafından, kıyısından, köşesinden değil tam da ortasından bahis açan insanlar için “suç” yaratılır. Muktedirin iktidarı, medyası, yönlendirdiği kanaatçi zümre, maniple ettiği halk kitlesi ile bu yıkımlar peyderpey kılınır. Barışmak eyleminin tüm o unsurları artık bu ülkenin müşterekler lügatinden çıkartılandır. Vay halimize...
Gazete Duvar’dan iliştirelim: “Sokağa çıkma yasakları döneminde yasakların son bulması barış ortamının sağlanması için hazırlanan “Barış bildirisi”ne imza atan akademisyenlerin davasından ceza çıktı. Eski TTB Başkanı Profesör Gençay Gürsoy’a ertelemesiz 2 yıl 3 ay hapis cezası verildi. Bu kapsamda bin 100’den fazla akademisyenin imzasıyla yayımlanan barış bildirisiyle ilgili “silahlı terör örgütü propagandası yapmak” suçlamasıyla açılan davalarda İstanbul’da ilk kez bir hapis cezası kararı çıktı.”
“Kararı Artı Gerçekten Meryem Yıldırım’a değerlendiren 79 yaşındaki Gürsoy, bel fıtığı rahatsızlığı nedeniyle mahkemeye gönderdiği raporun kabul edilmeyerek bugün görülen davada hakkında “gıyabında” karar verildiğini söyledi:
“TTB Başkanlığı yapmam, ağırlaştırılmış neden sayıldı. Röportaj, yazılar, tweetler deniyor ama bunların hiçbiri dosyada görünmüyor. Avukatların haberi yok. Dosyada son dakikada yerleştirilmiş ‘deliller’ olarak konuyor ve bütün bunlar ağırlaştırılmış neden sayılıyor.”
Bugüne kadar barış bildirisine ilişkin davalarda 1 sene 3 ay ceza çıktığını, kendisine ise 2 yıl 3 ay hapis cezası verildiğini ve ertelenmediğine dikkat çeken Gürsoy, nedenini ise şöyle açıkladı: “TTB Başkanlığı suçu ağırlaştıran neden olarak sayıldı. ‘Propaganda’ yaptığımız iddia ediliyor. Sadece barış isteyen, 2 binin üzerinde akademisyen bir bildiriye imza atıyor ve bunlar suç sayılıyor. Usul açısından da bir garabet yaşanıyor. Noktası, virgülü aynı iddianame onlarca ağır ceza mahkemesinde yargılanıyor, her biri için başka türlü cezalar veriliyor. Bazıları dosyayı kapatmış durumdalar. Başka bir ceza hukuku maddesine gönderme yaparak erteleniyor. Böyle bir durum. Ne usul ne esas bakımından hukukun geçerli olmadığı bir dönem yaşanıyor.”
Hayatı savunma istenci, barışın müdafisi olma gailesi, her şart ve koşulda hekimliğin gereğini yerine getirmek gibi asgari müştereklerin takipçisi, mihmandarı olan insanların kalemleri teker teker kırılır. Bu ülkede kimsenin hayatına dokunmadık diyen bir iktidarın var ettiği en büyük yıkım ve yıldırı güncellemesidir son birkaç senedir yaşadığımız. İnsanları dibine kadar sinizm içerisine mahkum edip, her şey güllük gülistanlık propagandasına itirazı olanları hedef kılarak, tecrit ederek, gözdağı niyetine gözaltına alarak, kimilerimizi mahpus kılarak sözüm ona var edilmiş ileri demokrasi örneklenir. Her şey çoktan biçilmiş bir zorbalık rejiminin bekası adınadır. Hayat bu kadar ucuz bir mesel midir!
Muktedirin tahayyülü olan çürümenin bir icraat gibi sunulması günceldir. Hiçbirimiz için bir hayat hakkı, kendiliğinden imal olunan bir eylem / yapım / çaba artık söz konusu değildir. Yıldırı, kötülük, nefret ve hiddet, şiddet ve linç pratikleriyle sıradanın hayatı o istenç delik deşik olunandır. Biyopolitika kırımının mihmandarlığı bu ülke denilen sahada sabittir / tüm o yalın gerçekliktir. Bir çürütme haznesi “yeni ülke” bahsi açılırken kuruluyor.
Şansa, es kaza bir yaşam vaat ediliyor, ya da öylesi sunuluyor. Oysa çürüten, aklın sınırlarını zorlayan, çekilmesi imkansız kılınan bir zorbalık mefhumunun güncesi hayat diye sunuluyor. Çalınan, yıpranan, yok etmenin sınırlarına taşınan müştereklerimiz bunlara da alışırsınız denilip, Burası Paris mi sıkıysa sokağa çıkın tehdidi ile örtbas edilmek isteniyor. Çürüyen, ol eksik kılınan, hiçbir biçimde yarın vaat etmeyen şeye ne diyelim Mahmut mu diyelim yoksa memleket eyiye gidiye diyen sözüm ona komik bir skecin altına mı kalalım! Kesin bildiğimiz bir şey varsa o da bir fasit döngüye rehin bilinenleriz.
Cürümler, teşebbüsler ve mütemadiyen yıldırının ortasında denek bellenenleriz. Bir yurt vardı bahse konu edilebilecek onun deney sahası kılınmasının, son sürat uçurumu biçimlendirenler eliyle yıkımının tanıklarıyız. Hayat mefhumu tarumar olunuyor. Delik deşik kılınan tüm bu cümlelerde anlatmaya çalıştığımız şey o yaşama istencine vurulan ketlerdir. Burası böylesi hal ve istikametlerdeki çabalarla çürütüldü. Burası bunca kesintisiz yıldırı ile ülke olma vasfını artık tastamam yitirdi. Tahayyül değil hakikat varlığı kesin, kesintisiz olan çürüme cürmü ol hayat istencini yağmaladı. Kesin bilgidir.
Meşum zat Pazartesi günü kaldığı yerden konuşmaya devam eder. Bir tahayyül değil de açık, aleni bir hakikat olan çürümenin yanı sıra bir de ırkçılığı günceller. Tetikçilere yol gösterir ol meşum zat. Gezi Başkaldırı’sı için etmediği hakaret kalmadığından yeni baştan Bezmialem Camî’sine girip alkol içtiler yalanına bir kez daha başvurur. On ağaç için onca patırtı koparttı o insanlar minvalinde cümleleri sıralarken ana muhalefetin Bay Kemal’ine plasesini verir. Ol muktedir kavgasında sıradanın meramı da, yarası da, onca çürüme de, bir dolu yıkım da böyle bu kadar pervasızca örtbas olunur. Beş koca sene geçmiştir, Mart 2019 seçimlerine kadarki o süreci olur olmadık her dakika, her an yeniden gerginlik ve yıldırı ile kuran, düşleyen bir aklın vardığı cerahatli toplamdır çürüme.
Evrensel Gazetesi’nden alıntılayalım: “Bir daha çözüm süreci beklemeyin, geçti o iş. Tüm terör örgütleriyle başlattıkları canlı bomla saldırıları, silahlı eylemlerle büyük şehirleri esir almaya çalıştılar. Bu ara Bay Kemal sokağa çağırıyor" diyen Erdoğan, Gazeteci Fatih Portakal'ı da bir kez daha hedef aldı ve "Birileri çıkmış Portakal mıdır, mandalina mıdır nedir, sokağa çağırıyor. Haddini bil haddini. Bilmezsen haddini, bu millet patlatır enseni. Buldun ekranı, bu ekrandan milleti sokağa çağırmak.. Bu ülkede benim milletimin onuruyla oynanmaz, hesabı ağır olur.” ifadelerini kullanır.
Yaşatmazlığı bir beis görmeden savunmak, çürümeyi kafi bulmayıp daha fazla toplumu gerip ayrıştırma derdine düşmekle bir yeni ülkeye varılmayacağı açıktır. Geçmişinin karanlığını var eden, geçmişte pek çok cana mal olmuş bir tahayyülün bu defa, herkes bizim zamanımızda rahat nefes aldı diye böbürlenen bir zat tarafından seslendirilmesi bu ülkenin utanç karelerini günceller. Ol utanç vesikaları altında kalakalmış bir menzildir hakikat! Her defasında açık bir çabayla bu ülkeyi yaşamdan kopartmak üzerine titrenen bir devletli çabasıdır. Derinlerine ta dibine kadar gömüldüğümüz çukurumuzun üstüne toprak atmalara doyamadı muktedir. Kötü, bet ve fecaatten bir ülkeyi var etmek söz konusu değilken, hem nalına hem mıhına şiddeti en başta da linci arzulayan, buna göre bir biyopolitik deney sahasını var eden insan mı geleceğe taşıyacaktır bu ülkeyi! Oluşturulan çukur hepimizi yutmaya hazır bir kara delik haline artık dönüşürken, delik deşik edilmiş hayatlarınızın farkında mısınız! Anlıyor musunuz hayat elden çalınıyor, sahiden umursuyor musunuz? Hepimiz aynı gemideyiz bahsinin nasıl kadük bir hal ile yerle yeksan edildiğini nihayet görüyor musunuz? Hayatlarınız için, bir ülke dediğiniz şey için, yaşayabilmek için soruyor musunuz, ne olur böyle?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2018
Görseller: Artworks By Flora BORSI – Behance
0 notes
seslimeram · 6 years ago
Text
Bunun Her Neresi Yenidir....
Tumblr media
Düzenin bir vaat olmaktan çıkarttığı cerahatle hayatlarımız hem kuşatılıyor, hem eksiltiliyor. Bugün yaşadığımızı varsaydığımız bu cendere bir deney sahası istikametini hemen hiç eksik gedik olmadan taşıyorsa bu tahakküm hamleleriyle beraber var ediyor, bunu kesintisiz kılıyor. Geleceği toptan yutulmuş, şimdisi bir çürüten hazne kılınmış olan yerdeki tahakküm bütün ol cerahatin varlığını aralıksız yeniden ve yeniden güncelliyor. Bugün bu sahada hayat mefhumu alışılageldik tüm tezlerden bağımsız olarak bir de iradeye saldırılarak harap / viran kılınıyor.
Bugün, bir yeni ülke sanrısının güncellendiği, bir tek bu bahsin ittir kaktır devam olunduğu ol yerde eksiklik bu hakların yıkımı değildir, yaşamla kurulan bağların çürütülmesidir. “Yıkım”, her yerdedir. Cerahat her gündedir. Fecaat hayatın demirbaşıdır. Bir rutini bile sıradan olana reva görmeyen iklimin var ettiği dehşettir mesele. Söz havalara yazılıyormuş gibi görünse de asıl olan bu cerahate karşı ayakta kalabilmektir. Bugün, şimdi, şu anda bu cerahat kuşatması karşısında hayat delik deşik edilse de devamlılığının bir biçimde olacağını öngörmek lazım gelendir.
Biteviye çöküşün var edildiği yerde de bir son vardır bir dip vardır. Düzenin bir vaatten daha öteye taşıdığı cerahate karşılık müştereklerimizi savunabilmektir mesele, öncelikle bir yarına varılacaksa şayet. Bugün yaşadığımız döngünün bir yara haline dönüşümü kesintisizken hiç değilse tükenmemeye çalışmaktır önceliğimiz. Sırtımıza yük edindikçe, yüklendikçe kuvvet kazanan devletlinin cerahatine karşılık insan olmanın ana hatlarını zayi etmemektir meramın ta kendisi.
Düzenin sunduğu çürütme, var ettiği cerahat güncellendikçe yaşam intibası da zayi edilmek istenendir. Durumumuz, bütün bu çürütme, eksiltme haline karşılık yeniden sıradan olanın o hayatını var edebilmek / birlikte inşa etmektir. Bir şablona sıkıştırılmış kof sloganlardan çok daha fazlasıdır derdimiz. Bugün bir ülke diye var edilen cerahat menzilinde hayatın zaptına ses etmektir can alıcı meselimiz. Talanın yağmanın, bile isteye suçun öncelendiği, yüceltildiği yerde düzen denilen şema hepimizin hayatını eksiltmektedir. Bülent Falakaoğlu’nun herkesler için anlaşılır bir dille kaleme aldığı ekonomi yazılarının sonuncusundan alıntılayalım:
“Firmalar topyekun mücadele yarışına girmiş. İçişleri Bakanlığı valiliklere talimat vermiş, Bakan, Ekim ayında düşecek demişti. Bunlara rağmen enflasyon artarak yüzde yirmi beşi aştı. Hükumetin yıl sonu için yüzde 20.8’lik tahmini şimdiden çöktü. Merkez Bankası’nın yüzde yirmi üç buçukluk tahmini bile iyimser kaldı. Ücret ve maaşların en az Cumhurbaşkanına yapılan yüzde 26’lık zam kadar arttırılması şart oldu!
‘Dolar düşüyor ama fiyatlar niye düşmüyor’ diye soranların enerji ve üretim maliyetindeki yüksekliğe (Yukarıda rakamları paylaştık) bakmaları gerekir. İstatistik Kurumu verilerine göre yılbaşından bu yana üretim maliyetleri yüzde 40 oranında artmış. Birçok firma, tüketim azaldığı, talep düştüğü için bu yüksek üretim maliyetinin tümünü fiyatlara yansıt(a)mıyor. Kurlar düşse de, üretim maliyeti düşmediği için indirime gidemiyor. Peki bu durum, ‘Temel tüketim mallarına yapılan zamlar geri alınsın’ talebini boşa düşürür mü? Hayır. Hükümet enerji zamlarını geri almalı. Övündüğü otoyol ve köprüleri ucuzlatmalı. Kamulaştırma yapıp bazı mal ve hizmetleri ucuz sunmalı.
Hükümetin bunların yapmak yerine... ‘Fırsatçılık var’ diye şikayet etmesi, yarattığı bağımlı ekonominin sorgulanmasını engelleyip, esnafı hedefe koyma gayretinden başka bir şey değil! İthalat çakılıyor. Bağlı olarak dış açık ve cari açık azalıyor. Bu TL’yi değerlendirecek bir durum lakin hayat pahalılığını kısa sürede kaldıracak bir durum değil!” diye bildirir.
Cerahati var edenlerin hemen her gün, her nasıl “yeni” yıkıcı, kıyıcı ve yok edici hamlelere giriştiği afakidir. Ayan beyan olan hayata karşıtlığı artık ekonomik yansısının da ağırlıkla ol sıradana kestirilmesidir. Bir çaba değil, bir sonuç kabilinden bu menzilin yaşamla olan hemen tüm bağlarını kopartmak güncellene gelendir. Enflasyon ile var edilmiş çöküşün üstüne eksik gediği tamamlamak için her yerde yükseltilen mücadele formunun bile nasıl müştereklerimizi yok etmek için / adına olduğunun kanıtı Falakaoğlu’nun yazısında belirgindir, sorgulamaktan kaçınılanlar afakidir.
Yükseköğretim Kurumu adlı On İki Eylül darbesi mamulü kurumun otuz yedinci yılıdır geçen hafta. Otuz yedinci yıl dönümünde siyasi baskı altındaki üniversitelerin durumunu Evrensel Gazetesi’nden Eylem Nazlıer haberleştirir. Akademisyenler üniversitelerde güncel bir korku ikliminin hakim olduğunu belirterek kamuya yararlı, bilimsel bilgi üretiminin artık mümkün olmadığını dile getirirler. Düzenin güncellediği bahis hayatın sorgulanmamasıdır hemen hemen her anlamda.
“Eğitim Sen İstanbul 6 No’lu Üniversiteler Şubesi Başkanı Görkem Doğan şu an tek etkili kurumun saray olduğunu ifade ederek “Şu an içinde bulunduğumuz tek adam rejiminde herhangi bir devlet kurumunun bir etkisi yok. Saray da bir kişi yani cumhurbaşkanı ve onun etrafındakiler anlamına geliyor. Bugün YÖK’ünde bir anlamı yok” dedi.
Artık üniversiteyi YÖK’ün etkilediğini söylemenin çok doğru olmadığını aktaran Doğan, şunları söyledi; “Üniversitelerin durumu Türkiye’deki genel kurumsal aşınmayla bağlantılı bir biçimde geriye gitmiş durumda. En önemli şey ihraçlar. Bu ihraçların yarattığı hava itibariyle sağcı, İslamcı diye bileceğimiz üniversitede çalışan kişiler dahi geleceklerinden endişe etmekteler. Genel bir korku iklimi hakim. Bu da insanların konuşmak noktasında  saraya yakın kişiler değilse korkmasına neden oluyor. Sarayın öfkesinin kime hangi sebeple odaklanacağına dair bir fikriniz yok. Bu da genel bir korku iklimi yaratıyor.”
Üniversitelerin sadece diploma ve sertifika dağıttığının altını çizen Doğan “Üniversitenin kaderi Türkiye’nin siyasi kaderine bağlı. Eğer şeffaf bir inceleme yapılırsa ihraç edilen arkadaşlarımızın geri gelmesi lazım. Onların  gelmesi dahi çok önemli bir hava değişikliği yaratacaktır. Üniversiteleri yeniden toplum için, doğa için insanlık için faydalı bir kurum haline dönüştürmek çok önemli bir görev” dedi.”
Sayıştay'ın “Kamu İdareleri Denetim Raporlarını” hazırlayan başkan yardımcısı Fikret Çöker görevden alınarak yerine Zekeriya Tüysüz getirildi. Mevcut değişikliğin 2 Kasım 2018 tarihinde yapıldığı öğrenildi diye bildirir Bianet. Memleketin denetleme kurumlarından birisi olan yapıdan o raporlardan dolayı değil kendi arzusu doğrultusunda görev yerinin değiştirildiği bilgi notu geçilir. “Çöker'in görevinden alındığı yönündeki haberler gerçeği yansıtmamaktadır, kedisi Sayıştay üyeliğine dönme yönündeki talebi yerine getirilmiştir” denilir.
Tumblr media
Sayıştay’daki görevden almayı değerlendiren Chp İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu, olayın belediyelerde yapılan yolsuzlukların ötesinde devleti yönetenlerin, yapılan yolsuzluklara bakışını ortaya koyduğunu belirtir. CHP İstanbul İl Başkanlığı, Büyükşehir Belediyesi, İSKİ ve İETT ile ilgili Sayıştay’ın tespit ettiği 753 Milyon Türk Lirasını bulan yolsuzluk ve usulsüzlüklere ilişkin olarak savcılığa suç duyurunda bulunur.
Kaftancıoğlu suç duyurusu öncesi şu açıklamada bulunur. “Sayıştay'ın bulgularına bir kaç örnek vermek istiyorum. Taşınmaz kayıtları tutulmamaktadır. İhale Kanunu'na aykırı işlem yapılmaktadır. İhale ile yapılması gereken işlerde ecri misil ve kiralama yöntemi kullanılmaktadır. 9 zincir markete haksız kaynak aktarılmaktadır. Ruhsatlandırma yapılmamaktadır. İştirak kar payları İBB'ye verilmemektedir. Özel elektrik dağıtım şirketlerine yasalara aykırı imtiyazlar sağlanmaktadır. Su fiyatları doğru tespit edilmemektedir. İSKİ kaynakları açıkça yağmalanmaktadır. Sayıştay ilamları tahsil edilmemektedir. Liyakat bozulmakta çalışanlara haksızlık yapılmaktadır. İnanıyoruz ki Sayıştay'ın onurlu üyelerinin hazırladığı bu raporla kağıt üzerinde kalmayacak, olması gerektiği gibi İBB yöneticileri hakkında kamu davası açılacaktır. CHP olarak kesinlikle bu davanın peşini bırakmayacağız. Sorumlular yargı önünde hesap verene dek mücadelemizi sürdüreceğiz.”
Geleceğin istimlak edilmesi bir şimdi dahilinde var edilmiş olan yıkım ve yağmayla güncel kılınandır. İzmir’de bulunan Tariş Zeytin ve Zeytinyağı fabrikasında Disk Gıda-İş sendikası üyesi yedi işçinin işten atılması üzerine diğer işçiler, arkadaşlarının işe geri alınması ve sendikal hakları için fabrikada eyleme başlar. Patronajın isteğiyle fabrikaya gelen polis hak arayan işçileri ve dayanışma gösteren Türk-İş ve Disk’e bağlı sendika temsilcilerini gözaltına aldı. Gözaltına alınan işçiler altmış dördü o gecenin sabahında serbest bırakılır. Fabrika önünde açıklama yapan Gıda-İş Genel Başkanı Seyit Aslan, “Demokratik haklarını kullananlara karşı baskı yapmak doğru değildir. İşverenin istifa ve sendika değiştirme baskıları suçtur” der.
“İşçilerin yasal haklarını kullandığını belirten Aslan, “İşçi arkadaşlarımız gece boyunca gözaltında kaldı. Suç var mı, yok. İşçiler yasal haklarını kullandı. Talebimiz insanca yaşamaya yetecek bir ücrettir. Sendikanın tanınmasını ve toplu sözleşme yapılmasını istiyoruz. Atılan işçiler işe geri dönene kadar fabrika önünden ayrılmayacağız. Sendika haklarını kullandıkları için cezalandırıldılar” diye bitirir açıklamasını Seyit Aslan.
Gelişigüzel büyüme masalları anlatılırken kahir eksen dışlayıcı tehditler, gözaltılar, tecrit ve tacizler yinelenirken ver kur oyunları, kur oradan dış mihrakların oyunları temalı haberleri ve her şey oyun enflasyon şişirme denilirken gerçek bir yıkım şablonuna rehin ülkenin varlığını kanıksatmaktır. Gerçekten gerçek kılınan bir rehinelik düzenine alışın buyrulmasıdır. Düzenin vaat olmaktan alıkoyduğu cerahatle hayatlarımız kuşatılıyor, buna bariz bir örnektir o Tariş’te yaşattırılanlar.
Direnişin bir imge olmaktan öte hayat mefhumundaki devletli gölgelemesine karşı bir duruş ve sorgulama hakkı olduğu bildirilmelidir, bilinmelidir. Bugün bu sahada hayat hakkı talanı devamlılığı sağlama alınandır. Bugün bu menzilde gözlerimizin içine bakıla bakıla var edilen yara hayat hakkını yerle yeksan eden muktedirin armağanıdır, içinde hep daha ağır yıkımları barındıran, takdim eden bir yara. Cerahat hayatlarımızı kuşatan ve örselerken aklı da, sözü de tüm o nihai olan anlamı da çalınmaktadır, haklarımız her ne olacaktır?
Yirmi beş insanın hayatına mal olan bir kırımın alelacele sümen altı edilmesinin ardından tek başına, doğru okudunuz birkaç tekil seslenişten birisi olarak dokuz yaşındaki oğlu Oğuz Arda Sel ile eski eşini yitiren Mısra Öz’ün başına getirilen TCDD müdürü tarafından engelleme bir cerahat değilse her nedir, neyin nesidir? Canlara kasteden bir ülkenin inşasının böyle kolayca bina edildiği bir menzilde, bir yaraya saygı gösterip, iki satır açıklama yapmak neden zordur? Nasıl bunca rahatça engellemelerle, sanki yokmuş, hiçbir olay olmamış gibi davranılabilir. Bu bahsin karşılığı cerahat değilse her nedir, neyin nesidir? Mısra Öz ve onunla birlikte yirmi beş ailenin hesabı mahşere mi kalacaktır?
Sosyal medyada sesini duyurmaya, adalet talebini dile getirmeye devam eden Mısra Özsel’i TCDD Genel Müdürü İsa Apaydın, sosyal paylaşım sitesi Twitter'da engelledi. Mısra Öz Twitter’da engellendiğini şöyle duyurdu: “Beni engellemek, yazdıklarımı görmemek bu faciayı örtmüyor, Gerçekler ortada! 25 kişi öldü! Oğlum öldü oğlum! Neden rahatsız oldu acaba?’
Birgün’den Ekin Akyaz’ın haberidir: “BirGün'e konuşan Mısra Sel, "Öncelikle şoktayım, aynı şekilde hiçbir şey olmamış gibi hayatlarına devam ediyorlar. Bilirkişi raporuyla ihmaller göz önüne serildi. Her şey tüm ciddiyetiyle ortada duruyor. Tam 17 hafta geçti ama tek bir yetkiliden elle tutulur bir açıklama gelmediği gibi bizim sesimize de tahammül edemiyorlar" ifadelerini kullandı.”
“Bizlerin hayatları altüst oldu. 25 ailenin tamamı için konuşuyorum” diyen Sel, “Biz açıkça şunu soruyoruz, nasıl o koltuklarda hala oturabiliyorlar. Başka ülkelerde bu tür olaylar yaşandığı zaman bakanlar istifa ediyor. Biz de ise Pamukova, Çorlu yaşandığı halde, İsa Apaydın o koltukta oturmaya devam ediyor. Üzerine bir de bizlerin şikayetine tahammül edemeyip engelliyor. Yönetemediğinin bundan daha açık bir göstergesi olabilir mi?” dedi.
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi (İSİG), basına gönderdiği mesajla, 3. Havalimanı İnşaatı’nda yaklaşık altı aydır çalışan Seyithan Kaya adlı işçinin 15 metre yükseklikten asansör boşluğuna düşerek yaşamını kaybettiğini açıkladı. Evli ve iki çocuk babası Kaya, Karslıydı. Kaya’nın yaşamını kaybetmesiyle 3. Havalimanı inşaatında yaşamını kaybeden işçi sayısı İSİG’e göre 39 oldu. Bianet’in haberidir.
Halkların Demokratik Partisi (HDP) İzmir Milletvekili Serpil Kemalbay’ın 3. Havalimanı işçilerinin çalışma koşullarına dair soru önergesi de, “Tek amacı iştiare sağlamaktan ibaret konular’ olan soruların başkanlıkça kabul edilemeyeceği hükme bağlanmıştır” denilerek, iade edildi. Kemalbay soru önergesini 26 Ekim 2018'de vermişti. Soru önergesi bugün iade edildi.
Kemalbay, iade gerekçesini “manidar” bulduğunu belirtirken cevaplanmasını istediği soruların bir kısmı şöyleydi:
* 3. Havalimanı şantiyesinde 20 Ekim 2018 tarihli basına yansıyan rögar çukurunda bedeni bulunan işçi hakkında Bakanlığınızca bir araştırma yapılmış mıdır?
* Rehberlik ve Teftiş Başkanlığı’na söz konusu işçi ölümüyle ilgili denetim görevi verilmiş midir?
* Söz konusu iş kazası SGK’ya bildirilmiş midir? Bildirilmedi ise idari para cezası uygulandı mı? İşçinin hak sahiplerinin iş kazası sigorta kolundan ve hak etmişse ölüm sigortası kolundan faydalanması sağlandı mı?
* İşçinin cansız bedeninin günlerce kuyuda kaldığı doğru mudur, ölüm sebebi nedir?
* 3. Havalimanı inşaatı başladığından bu yana yaşamını yitiren, iş göremez raporu alan işçi sayısı kaçtır?
* 3. Havalimanı inşaatında kayıtlı ve kayıt dışı çalışan işçi ile yabancı uyruklu işçi sayısı kaçtır ve çocuk yaşta işçi çalıştırılmakta mıdır?
* Bakanlığınızca sadece 27 işçinin yaşamını yitirdiği açıklamanızdan sonra bu ölümler öncesi ve sonrası hangi önlemler alınmış ve işverene hangi yaptırımlar uygulanmıştır?
İnsanlık meselinde büyük, derin yaralara sahip bir ülkenin inşası güncellene gelendir. Cerahat artık ötelenmeksizin, ötekilerin topyekun tamamına birden reva görülen yıkım, yıldırı vb. ağır, yıkıcı hamlelerle birlikte çıkagelen bir tahayyüldür. Gerçekliği çürük, eksik, gedik olan bir yer  sahne kılınırken, burada yaşayın diye buyrulurken bunun her neresi yenidir? Yitimin yok edip zayi kılmanın, cürümlerle hayatı boğmanın her neresi yeni olabilir, sahiden de neresi! Açıkça bir yaşam ihtimali bırakmayan sahnenin çukurluğu tescillenirken, geleceğiniz, onun bunun ya da şunun iktidar kavgasında değil siz sıradan olanların her nasıl hayatı geri kotarabileceğinize dair tahayyülünüzdedir. Bu çukurda bile yolun ötesi, her nereye varılacaksa orası ancak tüm o imeceyi yıkımdan geri kurtarma mücadelesiyle mümkündür. Cerahat nefesimizi keserken hiç değilse bu sorguyu düşünün! Düşünmek şimdilik çürümeden evladır....
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2018
Görseller – Surreal Portrait – Antonio MORA – Art Space
0 notes
seslimeram · 7 years ago
Text
Karanlıktayız....
Tumblr media
Yıkımın düpedüz belirgin bir tavır olarak işlendiği, öne sürüldüğü ve bu hayattaki karşılığının tanımlanmasının tamamlandığı bir karanlık çağdayız, karanlıktayız. Hiddet, hınç ve nefret ile suçun olur addedildiği hemen her gün bir başka fecaatin var edildiği yerde yıkım paylaştığımız yegane sonuçtur. Yalan ve riya ile koca bir sahanın, kendisini hala ülke olarak tanımlayan menzilin yerle yeksan olunması mecazi değil doğrudan belki de en kestirmeden yegane sonuç bildiriliyor bununla yol almaya çalışıyoruz.
Karanlıktayız, vahametin ve onca kötülüğün üstünde yükselen ve yeniden imal olunan / güncellenen şey bu bahistir. Yok etme direncimin her gün bir kez daha ambalajlanıp satılıp savrulduğu yerde cürüm hayatlarımızı eksiltendir. Cerahatin yaygınlığı artık alelade değil hesaplı / kitaplı bir tavırdır kesintisiz olarak. Yinelenen, yeniden var edilen, yeni diye sunulup güncellenmiş eskinin yolunu yeniden aşan, onu güncelleyen bir sahnedir. O kadar hamasi söylem yinelenirken hemavaz varılan yer, ol istikamet çürütendir.
HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, Başbakan Yıldırım’ın çözüm sürecine dair ettiği bahislere tepki gösterir. Başbakan Yıldırım’ın 17 Şubat’taki  “Çözüm yok” sözlerine sert tepki gösteren Buldan, şunları söyler: ‘Başbakan ‘Çözüm mözüm yok kardeşim’ diyerek yıllarca yaşanan acının ne anlama geldiğini bilmeden Kürt sorunu demokratik yollarla çözülmezse yaşanan sıkıntıların bitmeyeceğini bilmeyen birinin sözü. Çözüm sürecinde hiçbir canın kaybedilmemesinin, hiçbir annenin gözyaşı dökmemesinin bizim için büyük kazanım olduğunu düşünüyorum. Bu ülkede umut ve huzur sağlanmıştır. Ancak masayı devirenler çatışmalı sürecin başlamasına neden oldular. Çözüm sürecini bitiren AKP iktidarıdır. Çözüm masasını deviren, bu ülkenin Cumhurbaşkanı’dır. Ve çözüm olmadan ne kardeşlik ne özgürlükler hiçbir şekilde gerçekleşmeyecek.’
Yakıp, yıkmak ve yok etmek yolunda inatla ve hala yürünen bir memleket tahayyülü gerçekten gerçektir. Karanlığın istikameti bu kadar bariz ve kesintisizdir artık. Çözüm yolu, barış/mak gayretlerinin önüne çekilen setler, var edilmiş ol savaş gerçeği bir ülkedeki yaşam akdinin de nasıl pamuk ipliğine bağlı / rehin bırakıldığını da alenen ifşa etmektedir. Sözün çürütülmesi bunlardadır. Bariz ve kesintisiz bir yıkımın yolu ve yönergesi belirginleştirilmektedir. Cerahat hayatın orta yerinde yıllardır yaşatılan / var edilen her fenalığa yenilerini ekleme çabasıyla bütünleşiktir.
Biyopolitika şu ülkenin artık gerçeğidir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanan bir iddianamede Hdp “terör örgütünün güdümünde siyaset yapan” parti olarak tanımlanır. Bahse konu olan ol iddianamede 7 Haziran seçimlerinde altı milyon kişinin oyuyla barajı geçen Hdp’nin başarısının terör örgütünün başarısı olarak kabul edildiği iddia olunur. Afrin’e yönelik saldırıların başlangıcından sosyal medyadan operasyon eleştirisinde bulunan paylaşımlar yaptığı tespit edilen yedi yüz seksen altı kişi gözaltına alınır. İçişleri Bakanlığı ayrıca bin iki yüz doksan altı sosyal medya hesabı ile ilgili çalışma yapıldığını duyurur.
Emek Partisi Genel Başkanı Gürkan, operasyonları “cadı avı” olarak değerlendirirken, iktidarın etrafında milli mutabakat oluşturularak, tek adam rejimini engelsiz inşa etmenin amaçlandığını söyler. Gürkan, bu gidişatın durdurulması için ortak mücadeleye dikkat çeker. Savaştan kaçarak Türkiye’ye sığınan Suriye’li mültecilerin en çok yerleştiği şehirlerden Dilok’ta işçi işsiz ya da iş yeri sahibi olan Suriyelilerin hemen hepsi “Geri göndereceğiz” ya da “Gitsinler savaşsınlar” söylemlerini haksız bulur.
Evrensel’de yer alan, Fatma Keskintimur ile Cengiz Anıl Bölükbaş’ın haberinden alıntılayalım. Öğle arası gittiğimiz Ünaldı’da önce yemek molasındaki işçilerle konuşuyoruz. Yaşları çoğunlukla 18 yaşın altında olan işçilerin konuya ilgi göstermediklerini görüyoruz. Sorularımıza genel olarak “Bilmiyoruz, inşallah iyi olur” gibi yanıtlar veren genç işçiler, “Peki şimdi seni gönderseler gitmek ister misin?” sorusuna ise gizleyemedikleri tedirginlikleriyle “Hayır” diye karşılık veriyorlar. Ahmet, henüz 17 yaşında. Halep’ten gelmiş. Afrin’de olanlara dair pek fikri yok ama “geri gönderilme” meselesine karşı çıkıyor.
“Biz bütün aile buradayız” diyor ve yanında yaşları kendisinden daha küçük kuzenlerini gösteriyor. Üçünün de adının Ahmet olduğunu öğrendiğimiz bu çocuk işçiler, belki de binbir zorlukla gelebildikleri bu yerde çalışma koşullarının ağırlığını bile umursamadan “Şükür” diyorlar ve ekliyorlar “Biz burada çalışıp ailemize bakıyoruz. Suriye’de savaş devam ediyor, nasıl gidelim.” Mahir, otuzlu yaşlarında bir işçi ve o da Halep’ten gelmiş birkaç yıl evvel. Mahir daha öfkeli yanıt veriyor sorularımıza. “Gidip savaşalım, öyle mi? Ben niye gelmişim buraya? Ben ailemi, çocuklarımı savaştan kaçırıp geldim. Küçücük çocuklarıma kim bakacak ben gidip savaşırsam, savaşırken ölürsem?”
Türkiye’nin Afrin’e operasyonu hakkında da “Neden?” diyor anlam veremediğini göstererek ve ekliyor “Ben çocuklarımın karnını doyurma derdindeyim.” Yıkımın düpedüz ve bariz bir biçimde dört yana taşırılması şu bahisten bile görünür kılınandır. Kıbrıs’ta Askeri Disiplin koğuşunda gördüğü işkenceden dolayı hayatını kaybeden Er Uğur Kantar ile dört askerin yaralanmasından yargılanan Gardiyan Recep Tekin’in defalarca attığı yumruk, tekme, tokatlar işkence değil basit yaralama sayılır. Çürümenin, yıkımla beraber hayatın gasbının bu menzildeki hali açıktadır.
10 Ekim Ankara Katliamı ve birçok Işid davasının firari sanığı olup örgütün Antep sorumlularından olduğu ileri sürülen Nusret Yılmaz’ın geçtiğimiz yıl Gürcistan sınır kapısında yakalanıp Türkiye’ye iade edildiği ortaya çıkar. Ancak Nusret Yılmaz iki gün sonra aynı yerden yine geçmek ister. Gürcistan kolluğunun tespitinden sonra Yılmaz yeniden sırra kadem basar. Cumhuriyet Gazetesi’nin paylaştığı yazıdan bu bahsin hemen sonrasını alıntılayalım.
“Cumhuriyet'in haberinin dayanağı Adalet Bakanlığı'nın resmi bir yazısıdır. Bu yazı, Nusret Yılmaz'ın sanığı olduğu Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen Gar katliamı dosyasına girmiştir. Yazıda, Nusret Yılmaz'ın Adıyaman Besni doğumlu olduğu ve Gar katliamı sanığı olduğu açıkça belirtilmiştir. Yazıda, isim benzerliğine ilişkin hiçbir bilgi yoktur. Bu resmi belge niteliğindeki yazı, elbette haber değeri vardır ve Cumhuriyet bunu yayımlamıştır. Eğer ortada bir 'gerçeği yansıtmama' durumu varsa, bu Adalet Bakanlığı'ndan kaynaklanmaktadır.
Gürcistan'a geçen Nusret Yılmaz'ın IŞİD üyesi Nusret Yılmaz olduğunu belirten Cumhuriyet değil, Adalet Bakanlığı'dır.” Yıkımın düpedüz bariz bir tavır olarak açık bir biçimde kutsanması ve yaygınlaştırılması kesintisizdir. Karanlığın imali artık bütünlüklü olarak bu bahislerden vareste değildir. Her gün bir kez daha yinelenen, her gün pek çok defa düzenlenen, her gün haddinden fazla zarar verilmesi yolunda güncellenen bir yapının var ettiği şey karanlıktır. Hayatlarımız muktedirin iki dudağı arasında yerle bir edilmeye çalışılan, cürümlere terk edilmiş bir bahistir.
DİSK-AR tarafından hazırlanan “Türkiye İşçi Sınıfı Gerçeği” raporuna göre on beş milyon çalışanın durumu şu şekildedir. “Ücretler düşük, geçim sıkıntısı çok, çalışma süreleri uzun!” İş yerlerinde sağlık ve güvenlik önlemleri yetersizdir. Ol işçilerin büyük çoğunluğu kiracıdır. Araştırma sonuçlarına göre, 2017 sonu itibariyle işçilerin ortalama giydirilmiş net geliri 1894 liradır. 2017 yılı asgari ücretin 1404 lira olduğu düşünülecek olursa işçilerin ortalama net kazançları asgari ücrete yakın. İşçilerin yüzde 66’sı 2000 liradan az gelir elde ediyor.
Araştırmaya göre yüzde 77’si düşük ücreti bir sorun olarak görüyor. İkinci en önemli sorun yüzde 75’lik dilimle işsizlik oluşturur. OECD ülkelerindeki haftalık ortalama çalışma süresi 40.4 saatken Türkiye ortalaması 49.3 saattir. İşçilerin bir hayli kısmı ay sonunu zorlukla getirir. Yıkımın biteviye kılındığı sahnede kesitler, kanıtlar, yaralarla birlikte bu rehinelik hali de biteviyedir. Günbegün yaratılan iklim, bu çürümenin bir başka hal ve yansısını ihtiva eder. Yıkımın bir icraat kabilinden paylaştırılması günceldir, eksiksiz bir bahistir.
Hayatın bir hiç kılınmaya çalışılması artık anlık değildir doğrudan daimi bir meseldir iş bu sahnede. Uluslararası Af Örgütü “2017’den 2018’e Dünyada İnsan Haklarının Durumu” raporunu açıklar. “Türkiye'de muhalefetin sert biçimde bastırıldığı ve hedef alınanlar arasında gazeteciler, siyasi aktivistler ve Uluslararası Af Örgütü çalışanları da dahil olmak üzere insan hakları savunucuları olduğu vurgulandu. Raporda ayrıca mültecilerin zorla geri gönderilme tehlikesinin de sürdüğü belirtildi.”
Uluslararası Af Örgütü Kıdemli Türkiye Araştırmacısı Andrew Gardner ise Türkiye’de 2017’de eleştirel gazeteciler ve muhaliflerin hedef haline geldiğini belirterek “Bu eğilim 2016’da başladı. OHAL’den sonra 180’den fazla medya kuruluşu kapandı. Çok sayıda gazeteci tutuklandı. 2016’da delil olmadan gazeteciler tutuklandı. Delil olmandan ciddi cezalar almaya başlandı. Mehmet Altan, Ahmet Altan ve Nazlı Ilıcak AYM kararına rağmen müebbet aldılar. İnsan hakları savunucuları için de kötü bir yıl oldu. Osman Kavala hiç bir delil yokken tutuklu. Özgür Gündem Nöbetçi Genel Yayın Yönetmeni Murat Çelikkan ceza aldı bu konuda hapis cezaları devam ediyor maalesef. Yine ÇHD 2016’da kapatıldı. 2017’de de üyesi olan avukatlar tutuklandı” dedi.
Af Örgütü yöneticilerinin de tutuklandığını hatırlatan Gardner, “Uluslar Arası Af Örgütü Türkiye Temsilcisi Taner Kılıç hiç bir delil üretilmeden hala tutuklu. Türkiye Direktörü İdil Eser de 4 ay tutuklu kaldı. Türkiye’de Sivil toplum çalışamaz hale geldi. OHAL’le kapsamlı yasaklar getirildi. Diyarbakır’da kimse gösteri yapamıyor. Yapmak isteyen kişiler gözaltına alınıp tutuklanıyor. 2017’de daha az işkence şikâyetleri geldi. İşkence konusunda çalışma yapan sivil toplum işlevsiz hâle getirildiği için raporlanmıyor” şeklinde konuştu.
Cezasızlığın Türkiye’de kötü ve sıradan bir hal aldığını dile getiren Gardner şöyle devam etti: “Sokağa çıkma yasalarında etkili soruşturma yapılmadığı içim 34 dava AİHM’e gönderildi. 124 bin kamu çalışanı ihraç edildi. OHAL Komisyonu Aralık 2017’de karar vermeye başladı. 107 bin kişi ihraç edilmişken sadece 40 kişi işe dönebildi. Yine 2017’de zorla yerinden edilenler büyük bir sorun yaşadı Türkiye’de. 2016’da sokağa çıkma yasağı bölgelerinde insanlar kaçmak zorunda kaldı. Onlara herhangi bir çözüm sağlanmadı. 2016’da yazdığımız Sur raporumuzu bugün maalesef aynısını yazabiliriz değişen bir şey olmadı. OHAL devam ettikçe Türkiye’de hak ihlalleri devam edecek."
Tumblr media
Bahisler, anılanlar bir ülkenin gerçekliğidir buralarda saklanmaya çalışılanın aleni ifşasıdır. Karanlık çağ hayatın izini silerek, yıkarak yok edip bir de kısıtlayarak güncelleme meselesidir. Bugünün yeni ülkesi bu bahsi temelden kuran, onunla yön bulan bir deneyimdir. Karanlığın dolaylı değil, doğrudan güncellendiği menzilde bir yol haritası bir yarın söz konusu değildir. Cerahatin ülküsünde böylesine alenen inatla yürüyen bu menzilin gerçekliği karanlık çağın da çerçevesidir.
Yıkımı biteviye hali içerisinde hayatın tek bir kez olsun bahsi açılmasın diye eldeki tüm imkanları seferber eden bir devlet vardır. OHAL ile çıkagelen ardından güncellenmesine çalışılan zorbalık mefhumudur. Onun, bunun, şunun ya da berikinin darbesini, sivil olduğunu söyleyenlerin bugün göstere göstere yaptığı bir çukur hasılı kelam bir menzil, mesnetsizlikler sahnesi bugün icrasında olunandır. Yaşadığımız şeyler basit değil bütün bütün bu karanlık imalinin devamlılığı içindir.
Gazete Karınca’dan aktaralım “İzmir Şakran T Tipi 4 Nolu Cezaevi’nde kaldığı sırada lösemi hastalığına yakalanan, ancak hastalığının tedavisi yapılmadığı için her geçen gün durumu kötüleşen Nihat Baymiş, tedavi gördüğü Dicle Üniversitesi Hastanesi’nde yaşamını yitirdi. Baymiş, 7 yıl önce “örgüt üyeliği” iddiasıyla tutuklanmış, cezasının bitimine 10 ay kala 9 Haziran 2017’de şartlı tahliye edilmişti. Baymiş’in cenazesi Bağlar ilçesi Yeniköy Mezarlığı’nda toprağa verildi. Cenaze törenine Baymiş’in ailesi, akrabaları, DBP ve HDP yöneticileri katıldı.
Cenaze töreninde konuşan HDP İl Eşbaşkanı Mehmet Şerif Çamçı, Baymiş’in sağlık durumunun cezaevi koşullarında ağırlaştığına dikkat çekerek, “Nihat arkadaş gibi cezaevinde bir çok arkadaşımız ağır hastalıklarla mücadele ediyor. Ölümle pençeleşen 26 tutuklu var. Elinizi vicdanınıza koysunlar bu zulümden vazgeçin” dedi.” Çürümeyi, karanlığın en sabık hallerini yeniden ve yeniden imal etmenin yolu ve yöntemleri insanları daha diriyken yok etmek, tutsak ettiğini daha nefes alırken hiçleştirmek ve ardılı sıra türetilen kötülük edimi ile yaşama kasıtla birlikte imal olunur.
Karanlık çağ artık uzak ihtimal değil yaşatıldığımızdır. 2014’te Goncourt Akademisi Edebiyat Ödülü’ne layık görülen dünyaca ünlü Cezayirli edebiyatçı Kamel Daoud, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Salı günü gerçekleştireceği Cezayir ziyareti öncesi açık bir mektup kaleme alır. Kamel Daoud, Huffington Post’ta yayınlanan Erdoğan’a açık mektubuna “Ülkemize hoş gelmediniz” diye başlarken, Erdoğan’ı “Müslüman Kardeşler” örgütünün bildik ve eski yöntemlerini uygulamakla itham eder. Daoud, “İslam sizin için sadece bir basamak. Tanrı bir ticari ürün. Modernlik bir düşman. Filistin sadece bir vitrin. İslamcılar ise şaşkın dalkavuklarınız” diyor. Türkiye’deki tutuklamalar, hak ihlalleri ve ölümlere atıfta bulunan Cezayirli yazar, “Ortadoğu’da mağdurla ağlayıp cellatlarıyla iş antlaşmaları imzalıyorsunuz. Bizim haysiyetimizi değil kendi halifeliğinizi savunuyorsunuz” der.
Maraş'ta partisinin il kongresi öncesi konuşan AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, konuşması sırasında bordo bereli kıyafeti giyen küçük bir kız çocuğunu sahneye çıkarır. Bay Erdoğan şu sözlerle çocuğa seslenir, topluma mesajını verir!: “İşte bizim bordo berelilerimiz de var. Bordo bereli ağlamaz. JÖH, yarbay, bordo bereli… Maşallah. Türk bayrağı da cebinde. Şehit olursa bayrağı da inşallah örtecekler. Her şeye hazır, değil mi?”
Siyaset sahasından çocukların taciz edilmesine, tecavüz ve benzeri işkencelere uğramalarına karşı tedbirler için kamuoyu baskısı oluşturulurken bizatihi Bay E, bunun tersini bir çocuğu bu kez asker, bu kez laik olduğu öne sürülen bir ülkede şehadet(!) mertebesiyle o ve bununla birleştirip taciz eder. Bunca açıktan, bu kadar kesintisiz bir yıkımın var edildiği iş bu yerdeki karanlık çağın içerisindeyiz.
Ne yana dönersek, hangi bir bahisten dem vurursak vuralım sonu hep daha kötüsüne, beterine, fenasına ulaşan bir sarmal Bay E’den başlanarak imal olunuyor. Hayat istenci solduruluyor. Görünen şey bunca hazanın sofrasında bir menzilin yaşamla bağlarının paramparça edilmesi olduğu artık aleniyete kavuşuyor. Karanlık çağımızın güncesinde geriye bir tek ah kalıyor, kalacak, kaldı...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2018
Görseller - Alfredo JAAR – The Geometry of Conscience, 2010, Santiago de Chile v/ The New Centre
0 notes
seslimeram · 7 years ago
Text
İrtifa Kaybediyoruz, Düşüyoruz, Dibi Bulamıyoruz
Tumblr media
Derlenmiş, düzenlenmiş, a’dan z’ye kadar maniple edilmiş, yerle yeksan etmenin bir şablona dönüştürüldüğü yerde hayat laf-ı güzaftır. Aleni bir sabit kılınan şey cürümlerin rehini olmuş / kılınmış bir fasit döngünün adı artık “hayat” değildir. Yıkımın, zorbalığın ve zulmün sanki bir filmmiş gibi uzakta ötede yapılan, var edilen bir mesel sanıldığı yerde olan biten aslen hayatın hiç kılınmasıdır, hakikat budur. Bu kadar afaki bir halde bir o kadar doğrudan hayat meselinin özü, kapsamı ve içeriği oyulmaktadır. Hayat burada her nerededir?
Basit değil topyekun kalıcı bir biçimde mutlak cürümlerle ol kati çürümeye rehin etmenin döngüsü ne kadar hayattır? Ne kadar hayatla bağlantılı olabilir artık bu yer. Kendiliğinden bir nefret edimini içselleştiren, her şeyi ve elbette her ötekisinin seslenişini linç ile kuşatıp, hedef kılan zihniyet hayatı duvarlarla kuşatmaktadır. Hayatın meramı / meseli kan ve gözyaşı ile kuşatılmaktadır.
Yaşam ediminin boşa çıkartıldığı yerde cürüm ile hemhal bir döngü bu bahsi kanıtlamaktadır. Artık burası bir ülke şartlarından uzak olan, onu yitiren bir çöldür yaşatamayan. Barış İçin Akademisyenlerin, devletin Bakur Kürdistan’ında yaptığı “abluka” güncesine karşı Bu Suça Ortak Olmayacağız nidası gibi, yüz yetmiş Türkiye’li insan tarafından seslendirilen Barış çağrısının ta kendisi gibi Türk Tabipler Birliği tarafından bildirilen barış çabası bu iklimde -linç- ettirilir.
Hayatı kuşatıp onu yerle yeksan etmenin bir şablon kılınmasıysa kesintisizdir. ‘Yeni ülke’ cürümlerin üstünde güncellenen bir mefhumdur bir kez daha dolaysız ve kesintisiz en doğrudan. Nefret suçunu bir siyasi aksiyon öğesi kılan menzil cerahatini artık dört yana yaymaktadır. Ol terör örgütü üyesi, sempatizanı, sözcüsü, yolcusu, şucu ya bucu diye ilan etmek çocuk oyuncağıdır artık. Cerahat yaygınlaşsın, sessizlik ve kayıtsızlık sağlama alınsın da her ne her nasıl olursa olsun denilerek cühela cüreti güncellenir. Vahamet artık bahis değildir, hakikatin ta kendisidir bu -yeni ülkede.
Yerle yeksan etmenin şablonu bir laf kalabalığı değil hayatın her nasıl hiçleştirildiğini en ince ayrıntısına kadar belirgin kılan bir biyopolitik aksiyondur. George Orwell’in yazınında ya da Yevgeniy İvanoviç Zamyatin’in meramında yer bulan insanlığın kırılması, sınırlandırılması hal ve meseli günbegün şu sınır boyunda var edilmektedir. Kurgunun bir hakikat ilan edilmesi yeni ülke, yeni konuş ol yeni savaş enstrümanları ve hiç değişmeyecek gibi duran tek adamlık bahsiyle hemhal var edilendir.
Biyopolitika bedene kasıttır. Biyopolitik olan tüm manevraların  doğrudan bedene hakimiyet kurma istenci, onun çatısı olan bir meseldir. Yaşam üç otuz kuruş ilan edilendir, bugünse ondan bile aşağıya bedelsiz kılmak tek tasasına düşülendir. Behemehal şiddet, nefret ve linç döngüsü yekten savunulurken iki haftadır ortalama bir yurttaşın aklında yer ettirilmek istenen tek şey hayatının bir hiç kılındığıdır. Gerektiğinde devletin el koyduğu, o beden için en fenasını tercih edebileceğinin kanıksatıldığı bir sahnedir güncellene gelen.
Ya teslimiyet ya zulüm, ya biat ya işkence, ya rehinelik ya da sonsuz bir linç sarmalı yeniden ve yeniden ve yeniden imal edilendir. Bay E’nin büyük ve güçlü ülkesi diğer azman devletlerinki gibi cerahatle yürüyen, bunu arzulayan bir iklimin takipçisidir. AKP Sêrt Milletvekili olan bir ismin yazdığıdır: “Savaş karşıtlığı kadar ikiyüzlü, sahtekar ve tutarsız bir hareket, bir söylem veya ideoloji daha yoktur herhalde. Tabi bireysel olarak hatta bir grup olarak dünyada hiç kimseyle hiçbir alıp veremeyeceği olmadığını söyleyerek dünya batsa umurunda olmadığı için, geleni gidenden, gideni gelenden ayırt etmediği için, hiçbir kavganın taraftarı olmadığı için, savaşa karşı felsefi bi tutum takınanlardan bahsetmiyoruz. Gerçi bu tutumu takınmanın bedeli de haklı ile haksız arasında tarafsız ve kayıtsız kalmak dolayısıyla aslında hakim olan haksızın yanında fiilen durmaktan başkası değildir... Kendi tuttukları tarafın kaybetme ihtimali ortaya belirdiğinde ortaya çıkarlar ve savaş karşıtlığı gibi görünürde kendinden menkul bir erdemi olan söyleme sarılırlar. Oysa tam da bundan dolayı savaş karşıtlığının hiçbir erdemli tarafı yoktur.”
Birörnek kılınmış biyopolitik tahakküm veçhe ve akımları yeniden ve yeniden imal edilmektedir. Vekilin kaleminden taşanlar, oluşturulan hali ve bu menzilde asıl istenen teslimiyetin de hattını ortaya çıkartmaktadır. Bay E ve şürekası ol hükümet, kolluğu ve tarafgir kalabalığı ve diğerleriyle hemhal olarak var ettiği şey hayatın bir hiç kılınmasıdır. Yıkımlar artık anlık imal olunurken bunu bir gerçeklik olarak duyurmak hala devam olunandır bu menzilde. Çürük, eksik, harap viran olan hayatı daha da beter kılmak artık geri döndürülemeyecek bir evreye taşımaktadır ol akıl.
Türkiye Hukukun üstünlüğünde 113 ülke arasında 101nci sıradadır. Dünya Adalet Projesi’nin (World Justice Project-WJP) hazırladığı 2017-2018 dönemine ilişkin raporda, Türkiye geçen yıl açıklanan rapora göre 2 sıra daha gerileyerek 113 ülke arasında, Nikaragua, Madagaskar ve Nijerya’nın ardından yerini alır. Çürüten, vahşetini güncelleyen menzilde adalet de gereksiz kılınan, üzeri çizilmiş bir mesel olarak kalıcılaştırılandır. Hayatın lafı güzaf kılınması aleniyettedir. Bu ülkede hukuk ve adalet kavramları çöpe basılandır.
Freedom House’a ait rapora göre artık özgür olmayan bir toprak parçasıdır. Yaratılan dehşet sahneleri, sırf şu iki yazı / mesel / rapora menzilinde bile ol ulaşılmak istenene çoktan varıldığını örneklemektedir. Bu ülke denilen sahnede hayat hakkı, demokrasi meseli, adalet mefhumu, eşitlik edimi ve nicesi yerle birdir. Hayatın çürütülmesi ol içte Ohal, dışta savaş naralarının artık eyleme dönüştürülmesi ile sabit kılınandır. Vahamet bir biçimde takvim yaprakları şimdi 2018’i bildirirken 1915’e demirlemektir.
Kanlı 1890-1894’ü yeniden huzur ve güven için kaynak / başlangıç bellemektir. Alaşağı edeceğiz ol eşkıyayı, tüm ol hainleri diye bildirilen güzergah 1919-1923 arasındaki ötekisine cehennemi, soy kırarak var etmek güncellenendir bu mudur, düzelen, gelişen yeni ve dünya standartlarında diye bildirilen ülke. Dersim’i ve yöresini medeniyet ile buluşturacağız diye yola çıkılıp, sonrası kapkaranlık bir ölüm sağanağı olan yıkımın yeniden imal edildiği menzil midir, yoksa yeni ülke 1937-38’e zamklanmış.
Hayatın berhava edilmesi artık söz konusu tarihlerin ötesini de imlemektedir. İş bu coğrafyada en kötüsü, daha kötüsü, daha daha daha da kötüsü, fecaat ve kıyametini bildirip var etme güncellenmeye devam olunandır. Burası mıdır 2018’in ülkesi? “Dokuz gün boyunca gözaltında tutulan DTK Eş Başkanı Leyla Güven, Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü’ndeki ifade işlemlerinin ardından geçtiğimiz Çarşamba günü adliyeye götürülür.
“Savcılıkta Kürtçe ifade vermek isteyen Güven’in “Kürtçe savunma yapmak istiyorum. Kendimi Kürtçe daha iyi ifade ediyorum” talebi tercüman gelmesine rağmen reddedildi. Savcı, ifadesini almadığı Güven’in “silahlı örgüt kurmak ve yönetmek”, “örgüt propagandası yapmak”, “halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek” iddiasıyla tutuklama talebiyle Sulh Ceza Hakimliği’ne sevk etti. Mahkemeye sevk edilen Leyla Güven, hakimlikte ise Kürtçe savunma yaptı. Güven, savunmasında DTK Eş Başkanı olarak yapmış olduğu bütün konuşma ve açıklamaların arkasında olduğunu belirterek, “Ben kimseyi şiddete davet etmedim” dedi ve tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmayı talep etti. Mahkeme ise Güven’in “Örgüt kurmak ve yönetmek” iddiasıyla tutuklanmasına karar verdi.”
Tumblr media
Düz ovada söz söyletmeme geleneği artık sabitlenmiştir. Alenen, gizli saklı olmadan bu ülkede ötekinin yaşamına düşürülen gölgeler barizdir, Güven’in tutsaklığı bu bahse son eklerdendir. Birbirini takip eden on yıllarda biteviye cuntaların sert, tavizsiz karanlığıyla yön belirlemiş devletli için 60-70-80’ler halem bir yön belirleyicidir bu mudur ol yeni ülke? Yüklenilip sahiplenilen, arka çıkılan cerahat doksanların karanlığından ne fark barındırmaktadır şimdi?
Basitçe hayat tanımı, yaklaşımı, seslenişi ve savunması uluorta yağmalanmaktadır. Düpedüz, gizli saklı değil, hainler, bölücüler, şerefsizler nidaları ve koro halinde yapış yapış sinkaflarla hayat imi çürütülmektedir, bu mudur yeni? Batıp, çıkıp, düze varıyoruz diye bildirilirken barışı silme sıfırlayan bir gayretin ettiği midir yeni? Çürümeyi ol vahşeti biyopolitik bir dehşet döngüsünü bütün bütün kalıcılaştıran yer midir yeni? Uygur’dan Türkmenistan’lıya, Tacik’ten, Çeçen’e memleketin içinde beslenip büyütülmüş onlarca farklı akım ve yoldan Fundamentalist çeteleri hala Kuvayı Milliye olarak değerlendirmeye çalışan yer midir yeni?
Mübalağa değil doğrudan yıkımla yol alan yer midir, yeni? Yeni sahiden nedir her neyin nesidir? Derlenmiş ve düzenlenmiş, a’dan z’ye kadar maniple edilmiş, yerle yeksan etmenin bir “şablona” dönüştürüldüğü yerde “hayat” laf-ı güzaftır. Aleni bir sabit kılınan şey cürümlerin rehini olmuş / kılınmış bir fasit döngünün adı artık “hayat” değildir hiç değildir bu sahnede!
Uluslararası Af Örgütü (Amnesty International) Türkiye Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Avukat Taner Kılıç hakkında tahliye kararının ardından tekrar tutuklama kararı çıkar. İstanbul 35. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından hakkında tahliye kararı verilen Kılıç, savcının itirazı üzerine yine İstanbul 35. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından tekrar tutuklanır. Hayatın bu menzilde kasıtlara rehineliği sabit kılınır. Taner Kılıç’ın ve Büyükada davasında yargılanmaya devam eden diğer insan hakları aktivistleri için yaşamın sınırlandırılması bir kez daha aleni olarak gerçekleştirilir.
Avrupa Birliği'nden Taner Kılıç’ın yeniden tutsak edilmesinin ardından bir açıklama gelir. Avrupa Birliği Dış politika Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini ile Avrupa Komisyonu'nun genişlemeden sorumlu üyesi Johannes Hahn'ın yayımladığı açıklamada, Kılıç'la ilgili kararın, "Türkiye'de hukuk devletine, hukukun üstünlüğüne zarar veren endişe verici gelişmelerin yeni bir örneği olduğu" söylenir. Endişe etmekten ötesine hiç geçemeyen Avrupa’lı devlet adamları nihayet birkaç cümle kurmayı başarırlar. İnsan haklarını artık mevzuubahis etmeyen bir menzil vardır, bu mudur yeni?
“İstanbul'un Beşiktaş ilçesinde, tek tip elbise uygulamasına karşı bildiri dağıtan ve aralarında ESP İstanbul İl Başkanı Pınar Türk'ün de bulunduğu 9 kişi gözaltına alınır. Sekiz parti üyesi serbest bırakılırken İstanbul İl Başkanı olan Pınar Türk tutuklanır. Geçtiğimiz Cuma günü sabahı İstanbul’da bir hafta önce yapılmış olan gözdağının bir başka benzeri Ankara’da icra olunur, insanlar gözaltına alınır.
Tutuklu HDP Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ’ın danışmanı olan Songül Akbay’ın evine sabahın erken saatlerinde polis baskını yapılır. Akbay, evinde yapılan aramanın ardından gözaltına alınır. Tarım Orkam Sen Başkanı Hamit Kurt’un da aralarında bulunduğu çok sayıda kişi de yine sosyal medya paylaşımları nedeniyle gözaltına alınır. Gözaltına alınanlar arasında yer alan Öğrenci Kolektifleri’nden Aysu Simge Taştan, Gazete Duvar, Sancı Dergisi yazarı Emek Erez, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği’nden Cevahir Canpolat, Kaos GL’den Ali Erol, Taraftar Hakları Dayanışma Derneği (Taraf Der) Genel Başkanı Avukat Kemal Ulusoy ve Seyri Sokak’tan Sibel Tekin’in de evlerinde polis arama yapar.
Kaos GL aktivisiti olan Ali Erol’un gözaltına alınma gerekçesinin, “Savaş bir halk sağlığı sorunudur. #TTB’ninyanındayız” tweeti olduğu belirtilir.  Memleketin dört bir yanında olumlanabilir tek bir bakış paylaşılmasın, tek bir ifadeyle barışın kelamı kurulamasın diye gözdağı bu sefer hiç birbirini tanımayan insanların gözaltına alınması ile gerçek kılınır.
Muhalifliğin kırımı yenilenirken burada yıkım Afrin semalarına doğru meylini güncel, hayatın yağmalanması orada ve burada hep birlikte güncellenendir. Savaşa Hayır sözü hala suç bildirilendir. “TTB avukatı Ziynet Özçelik, halen emniyette tutulan TTB Merkez Konseyi Başkanı Raşit Tükel’in de olduğu sekiz doktorun Pazartesi savcılığa çıkartılacağını söyledi. Afrin operasyonuna karşı Türk Tabipler Birliği’nin (TTB) “Savaş bir halk sağlığı sorunudur” açıklaması dolasıyla gözaltına alınan TTB Merkez Konsey üyesi 11 doktordan Sinan Adıyaman, Ayfer Horasan ve Şeyhmus Gökalp ‘adli kontrol’ ile serbest bırakıldı.”
Tüm, bütün bütün ve bariz bir şekilde yıkımı güncellemek gayretine düşülendir iş bu sahnede. Hayat bir laf-ı güzaf kılınırken yarın her ne olacaktır bu meselin yanıtı artık söz konusu bile edilmez. Bu kadar çürük, bu kadar ağır bir yıkımın var edildiği sahnede, içerisi yahut da sınır ötesi kana ve nefrete rehin edilirken, cürümler alkışlanıp insanlık onuru çiğnenirken yol nereyedir sahiden hiç düşündünüz mü? İrtifa kaybediyoruz, düşüyoruz, dibi bulamıyoruz. Bir kez olsun sorguluyor musunuz, yarınımız çalınıyor farkında mısınız? Dipsiz karanlığın imali artık bedenler paramparça edilerek, bellek mekanları yıkılarak, uçaklar düşürülüp, milislerin naaşlarına insanlık dışı işkenceler yapılarak, bir sürü, bir dolu fecaat birlikte işlenerek gerçek kılınırken sorguluyor musunuz? Yarın diye bir bahis kalmadı umursuyor musunuz?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2018
Görseller – Reuters 
0 notes
seslimeram · 7 years ago
Text
Yara Kapanır Mı Sahiden!
Tumblr media
Aralıksız bir yıkım şablonu ile günbegün yinelenen daim yeniden tanımlanan bir mesel olarak şimdinin hayat meseli güncel bir cendereye dönüştürülüyor. Hayat hakkı o edimi, söz söyleme özgürlüğü ve düşünsel teşebbüslerin yekunu “toptan” sıfırlanıyor. Bir istikamet icat olunurken geleceğin tanımı yerle bir ediliyor. Aralıksız biteviye ve behemehal yapılanlarla erk, muktedir, iktidar eliyle yaşam faşizmin kodlarıyla yerle bir olunuyor. Cendere haline dönüştürülen sesin, sözün ve yaşama eyleminin toptan bir hınçla sınırlandırılması oluyor. Hali hazırda güncel olan ve hepimizin yaşamında yer ettirilen bu biyopolitik cerahat toplamı kılınıyor.
Ortak hayatın kendiliğinden halini, rastlantısallığını, keşfini bir hiç etmek için yeni denilen bu ülke eskisinin tüm denenmiş belagatine dört elle sarılıyor. Geçmiş yeniye taşınırken geleceğe de tüm o facia, felaket ve tahakkümü ulaştırmak yegâne gaile olarak sabitleniyor. Devletli için hayat sırf rehin olunacak, uğruna ölünecek, kefen giyilecek bir mesele olması dışında bir manası bırakılmıyor, geride konulmuyor. Açıkça “yaşamak istiyoruz” edimini, isyanını, nüvesini nasıl ad verirseniz onu çarçur etmek, boşa çıkartmak için gündelik bir yıkım şablonu hakikat kılınıyor.
Cendere istemsiz değil bile isteye bir tahakküm hamlesi / öğesi olarak varlığı yapılandırılandır. Kefen giymeye hazır mıyız vecizi ile işlenmeye çalışılan meram bu yukarıdaki tahayyüldür. Bin yıla yakındır benzer düşmanlar ile mücadele ediyoruz savı ile o dönemin kural koyucularıyla aynı biçimde bir hayat bakışını sahiplenerek var edilmek istenen şey birbiri peşi sıra yitimdir bariz bir yıkım döngüsüdür. Duraksamak nedir bilinmeden mesnetli / mesnetsiz yıkımı güncellemek bunu onaylatma çabası hala işlenendir.
Tek adam rejiminin muğlak veya muallakta koymadığı yegane şey bu bitimsiz düşman savıdır. Aralıksız bir biçimde modern diye anılan barış, adaleti hürriyet, eşitlik gibi tanımların hayatta var edilmesini değil -kefen örneğindeki gibi cürümlere rehinelik, ölüme bir olur addetmek, kayıt düşüp önermek artık sahici kılınmaktadır. Cerahatin kuşatması anlık güncellenirken, çürümeyi, ölümü ve hayatın her anında tükeniş odaklı halini güncellemek mesel olunan bir tavırdır. Kefen giymeye hazır mısınız vecizi bir nizamın ‘yeni’ diye anılanın sıradana reva gördüğü muamelenin taşıyıcısıdır.
Yaşamın köküne kibrit suyunu dökmek için hiçbir fırsatı kaçırmayan devletlinin ölümü önermesi ne ilk ne de son bahistir bu menzilde. Bu kadar doğrudan ilanı epeydir duyulmayandır. Bay Erdoğan’ın tahayyülü olarak güncelliği sağlama alınmak istenen şey şehit verilecek insanların olmasıdır. Tek cümleyle şu vatan denilenin artık tanımsız bir çukur olsa da uğruna ölünecek yeni fakirler bulmasının yol ve yöntemi yeniden cisimleştirilir. Bir tek gün olsun yaşatmamış ülkede ölümleri yüceltmeyi, onunla bir gelecek tablosu çizmeyi, dünden devralınan fethetmek gibi enstrümanlarla beraber kurgudan hakikat kılmaktır mesel olunan.
Tasarlanan ve gerçekliği için çabalara düşülen şey zulmün hükümranlığıdır. Geçmiş olan durmadan ‘referans’ verilirken ol fethetmek çabasının / anlamının yine, yeni ve yeniden imal olunmasıdır mesele. Bütünlüklü topyekûn bir mahvetme döngüsüdür güncel kılınmak istenen. Hayata kurulmak istenen şer düzeni var edilebilmesi için hiçbir adım pas geçilmeyen kötülük beden bulsun diyedir çaba. İfratla tefrit buluşturulandır bu sahnede bir kez daha. CHP Çanakkale’de Adalet Kurultayı düzenler. Sazı bu kez Bay Erdoğan alır ve Malazgirt’te yapılan anma ile aşağıdaki şu kıyaslamayı yapar.
“Malazgirt’te o yakıcı güneşin altında elli bini aşkın genç vardı. Ama onlar Çanakkale’ye gidenler gibi değildi. Çanakkale’ye Adalet İstiyoruz diye gidenler maalesef şehit mezarlıklarının olduğu yerlerde votka mı dersiniz, şarap mı, bira mı? Bizim gençliğimiz orada “tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet dedi.” Hayatı mahvetme gayretinde yol almak için en başta bu ayrımcı nefret söylemi ile hareket edilmektedir. Birkaç insanın alkol tüketmesinin, mezarlıklarda alkol içildi, şehitlerimize hakaret edildi diye anılması bile isteye bir ayrıştırmadır. Kutuplaşmanın kati ve kesintisiz olarak yolunda yürüyen ülkenin yönetimi bunca bariz, doğrudan bir riya ve nefretle söylenmemiş sözden ibaret olunabilir mi? Burası Türkiye ise her an her şey oldurulabilir?
En ufak bir hatayı bile bu bizden değil, şu hareketler işte bu ülkeye zarar, şu sözler bölücülük, bu anlamlar gereksiz, şu eylemler milli ve yerli değil diye ayrıştırarak / kırdırarak o cendere sabit kılınmaktadır. İçki içen üç insan partiden ihraç edilmiştir, gereken linç partinin kendisince de yapılmıştır. Dert nerededir, içki içilmesi değidir, mezarlık hiç değidir. Nasıl olsa yukarıdaki ol örnekte olduğu gibi yaşama müdahale etme hakkının sonuna kadar kullanılmasıdır. Mesele bu sınırlardaki kanunun, nizamın, yönetimin, adaletin, hakkın her bir şeyin yegâne merci olan ol Erdoğan tarafından tasvip edilip, edilmemesidir. Onaylanmayana linç yerinde görülendir.
Ağır bir tabloyu var etmek için, dünden devralınmış olan sabık akıl yeniden işlenmektedir. Linç bu menzilde iki dudak arasından çıkacak tek bir cümleye bakar. Aralıksız bir yıkım mütemadiyen yeniden tanımlandırılan o tahakküm şablonunda bu cendere hayatın mahvını örneklemektedir. AKP, Bay Erdoğan’ın ve beraberindekilerin fikri ve zikri bütün bu gümbürtü içerisinde sabık bir tutkuyla savunulan cüret ile yinelemekten kaçınmadıklarıyla bir dönüşümü çürüterek imal etmektir. Sapması olmayan, geri dönülmeyecek bir mahvın döngüsüdür güncellenmek istenen hala üzerine titrenen.
Devletin abecesi yine yeniden kodlanırken en başta tahakküm en çok da yıldırı ile saldırganlık eylemleri güncellenir. Bakur Kürdistan’ı içerisinde, birkaç günlük süreç ile bine yakın öğretmen sürgün edilir. Cendereye dönüştürülen hayat bir kez daha sıradan olan için sınav olarak imal edilir. Eğitim yılının başlangıcına sayılı günler kala “kanun hükmündeki kararnamelerle” işlerinden edilip, daha sonra görevlerine iade olunan, yedi ilden eğitimcilerin hayatlarına düşülen şerhtir mesele. İnsanlık hakkını ve iş edinme hakkını lağveden bir ülkenin imalidir göstere göstere eylenen.
Maarif ne olacaktır, sistem ne olacaktır, bu bahisler teferruat ilan edilendir. Öğretmenler için denilmedik bırakılmamışken, suçsuzlukları baki olanları aleni olarak sürgün ederek cezalandırmak isteyendir ol muktedir. Biriz birlikteyiz laflarının nasıl da boşa çıkartıldığı bir kez daha sahnelendir. Eğitime, öğrenime yapılan müdahalelerle, skor toto için kolon doldurulan eğitim sistemine yapılan müdahaleler kafi görülmeyip bir de öğretmeni sürgün ederek, Kürdistan bir kez daha yalnız bırakılır.
Karanlık dört yanı sarmışken düzenin o vaadi artık eğri, büğrü o maarifi bile geriye bırakmayandır. Amed’de sürgün edilen eğitimciler için ortak basın açıklaması gerçekleştirilir. Amed Bürosu, İHD Amed Şubesi, Hak İnisiyatifi, Tabip Odası ve TİHV’in aralarında bulunduğu ortak açıklama Amed Barosu Başkanı Özmen tarafından okunur. “Söz konusu idari tasarruf ulusal ve uluslararası hukuka aykırı olup, bu haksız tasarruf neticesinde Anayasa’nın 48., 49., 51., ve 52. maddelerinde, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 23. maddesinde ve Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) birçok sözleşmesinde düzenlenen çalışma özgürlüğü, çalışma hakkı ve sendikal özgürlükler yok sayılmıştır.”
Tumblr media
“Öte yandan aile birliği ve bütünlüğü, nitelikli eğitim hakkı, toplumsal barış ve keyfi tutum nedeniyle kamu otoritesine olan güven zedelemiştir. Sürgün, insan hakları ile bağdaşmayan bir ceza olup ceza hukukundan 1965 yılında tamamen kaldırılmıştır. Bu yönüyle sürgünün idari bir yaptırım türü olarak uygulanması kabul edilemez. Sürgün edilen birçok öğretmen bu uygulamalarla siyasi, ekonomik ve ailevi sebeplerle istifaya zorlanmaktadır. Öğretmenlerin sürüldüğü şehirlerin bilinçli seçildiği dikkatlerden kaçmamaktadır. Sürüldükleri yerlerde teşhir edilerek meslek hayatlarını sürdürmeleri dayatılmaktadır. Bu dayatma sürgün edilen öğretmenlerin üye oldukları sendika veya politik duruşları nazara alındığında bir tür cezalandırma ve aynı zamanda onları gittikleri şehirlerde hedef haline getirip fişleme amacı gütmektedir”
Biteviye kılınan cendere altına alma gayreti bu bahsin üzerinde yükseltilen bir döngüde hayatın mahvını işlevselleştirmektedir. Hukukun, hakkın ve adaletin yekpare birlikte yıkımı güncellenmektedir. İşsiz bırakılan insanların eğitim ile ilgili olmalarının yanında, tutturulup gidilen yafta gayretlerinin de başat hedefi oldukları çok açıktır. Yaşama verilmeyen değerin görünürlüğü bir kez de eğitime ket vurarak, onu aslen kullanılamayacak bir hakka dönüştürerek Bakur Kürdistan’ında var edilmektedir. Cüret açıktır ve alenidir.
CHP Milletvekili Avukat Sezgin Tanrıkulu’nun bildirimdir, ‘Sürgün en ağır en ağır insan hakları ihlallerinden bir tanesidir. İnsanların kendi iradesi dışında her hangi bir yargı kararı olmadan her hangi bir işlem, idari soruşturma olmadan bir yere sürgün edilmesi en ağır insan hakkı ihlallerinden bir tanesidir. Yaşamları güvence altında olmayacak, sosyal çevrelerinden koparılacaklarıdır. Gittikleri yerlerde kutuplaşma bu kez öğretmen kimlikleri üzerinden olacaktır. Bu arkadaşlarımızın gidecekleri yerlerde yaşam hakları da bir tehdit altında olacağı bir ortam yaratılmış oluyor. Bunlar eğer düşünülmemişse buradan uyarıyorum, bu zalimlikten derhal hükümetin vazgeçmesi lazım ve bu atama işlemlerinin durdurulması lazım. Yarın öbür gün çıkacak olumsuzluk, kimsenin kabul etmeyeceği olayların sorumlusu bu atama işlemi olacaktır. Bir kez daha gözden geçirilmesini ve öğretmenleri tehdit altında bırakacak bu atama işlemini vaz geçmelerini bekliyoruz.’
Öncesi ve sonrasıyla tüketilen barış sürecinin artık adının bile anılmadığı menzilde olagelen yıkımdır Tanrıkulu’nun bahsettiği bu raddede. Tükenişi herkese denk getirebilmek, yıkımı artık anlık bir mesel olarak güncellemek yerli yerinde capcanlı bir meseldir. Tükenişin formunu her yere taşıyan, her şekilde yaygın bir virüs haline dönüştüren devlet gerçektir. Hayatın sınırlarını enikonu daraltarak onu bir daha o sıradana geri bırakmayacak olan cürüm eksenli, biyopolitik tahakküm şablonu gerçekliği artık vardır.
“TSK’nin Hakkari’de İnsansız Hava Aracı (İHA) ile gerçekleştirdiği saldırı sonucunda 1 yurttaş hayatını kaybetti, 3 kişi ise ağır yaralandı. İçişleri Bakanlığı Süleyman Soylu konuya ilişkin “Birtakım hatalar olabilir” açıklaması yaptı.” Colemêrg merkeze bağlı, Oğul köyünde köylülerin İnsansız Hava Aracı (İHA) tarafından vurulması üzerine Mehmet Temel adlı yurttaş yaşamını yitirirken İbrahim Sak, Musa Tarhan ve İsmail Aydın ise yaralanmıştır.
Olaya ilişkin Özgürlükçü Demokrasi gazetesine konuşan hayatını kaybeden Mehmet Temel’in kardeşi Tahir Temel, “Hastanede bizlere ‘PKK’li’ deyip duruyorlardı. Kardeşimi göstererek, ‘Bu adam PKK’li falan değil, Hakkari’de yaşayan sivil bir yurttaş’ dedim ama dinlemiyorlardı” diyerek yaşananları anlattı. Temel, caminin açılması taleplerinin ise, müftülük ve Emniyet Müdürlüğü tarafından “PKK’li cenazesi” denilerek reddedildiğine dikkat çekti. Cürüm bunca peyderpey yinelenirken, İçişleri Bakanı, bir takım hatalar olabilir diyerek konuyu geçiştirir. Cendere altına alınmak istenen hayat tam da bu bahistedir. Yıkımı o kırımı ve kıtali geçiştirmek, Kürd’ün canını çalmayı mubah addetmek yeniden gündemin ön sıralarına yerleştirilir. Kaybettirilen ortak insanlıktır, müşterek bahistir.
3 Eylül günü, Licê’nin Mişref köyünde askeri helikopterin taraması sonucunda ağır yaralan 13 çocuk babası Celal Yıldırım’ın tedavisi sürerken, yaralılardan Münir Serin ise gözaltına alınır. Yıldırım’ın kardeşi Mehmet Yıldırım, ‘Celal 58 yaşında 13 çocuğu var, Münir ise 32 yaşındadır. Ağabeyim kafasından ve bacağından yaralandı. Münir ise bacağından yaralandı’ dedi. Ajanslara düşen bu birkaç satırlık meramda ortaya dökülendir yeni ülkenin eskisi ile hemhal halleri. Birkaç cümle ve birkaç satırda insanlığın kırımı Colemerg’ten, Lîce’ye taşınmaktadır. Birörnek, benzeri çok da eskilerden farklı olmayan bir yıkım gayreti Roboski’de gerçekleştirilmiş olan katliam gibi artık bu ülkenin yeni sahnesindedir.
Yeni ülke dünün yıkımını, bugün robotlaşmış TSK’nin ol İnsansız Hava Araçları ile birlikte gerçekleştirmektedir. Cürümle hemhal, onunla bir geleceğin binasına çabalanan menzilde hayat hakkı söz konusu edilebilir mi? Çürümeyi hayata kastedip, onu yaşanmaz kılarak yönlendiren bir ülkenin istikameti her neresi olacaktır? İnsanları hayat sahnesinden alaşağı etmek için her şeyi olağan gören, bunları olabilir öyle hatalar diyerek tam anlamıyla örtbas etmeye çalışan bir menzilin cenderesi hiç tükenir mi? Hayat bahsinin yıkımı, eksiltilmesi bunca doğrudan eylenirken, terörle mücadele diyerek daha kaç katliamın altında imzası bulunacaktır, sözüm ona yeni denilen ülkenin? Geçmişinin yaralarına yeni, alenen hiç kapanmayacak yenilerini eklemeye cüret eden bir menzilde hayat erkanın oyuncağı mıdır?
Bu kadar basit midir, yıkmak, yok etmek, sindirmek ve sessizlik. Sahiden nedir bu ülkede hayatın anlamı, bilen, hatırlayan kaldı mı? Sahiden ve hakikaten hayat böylesine sabık bir tahayyül ile ayaklar altına alınabilirken, bir yarın bahsi söz konusu edilebilecek midir? Yüzleşmekten inatla, karanlığa kör bir bağımlılıkla kaçınılan bir menzilde o soykırım meseli hiç tükenir mi, yara kapanır mı sahiden?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2017
Görsel – Arda YALKIN – Çalışkan Küçük İnsanlar’dan İki Kesit – Alan İstanbul 
0 notes
seslimeram · 8 years ago
Text
Ahlar Altında Kalmamak İçin Hesap Soracak Mıyız!
Tumblr media
Havada asılı kalmaya devam eden ahlar menzilidir bu ülke şu saha nihayetinde toprak parçası. Her yanında devletlinin eylediği / yol açtığı ve mübalağasız onayladığı, kanıksatmaya çalıştığı bir yıkım güzergâhıdır burası, işte bu kara parçası. Hayat hakkının alenen ayaklar altına alınıp çiğnendiği, onun dönüştürülme bahsiyle enikonu çürütüldüğü bir sahadır var edilen. Her şeyin birbirine bağlantılandığı bütün emareler birleştirildiğinde devletin bir kez daha ifşa olduğu bir menzildir ol ahları var eden. Sınırın hemen her yerinde, menzilin en içinden ta en dışına kadar denetim / gözetim ve tahakküm yinelenirken “yıkımdır” öncelenen budur ol ahların menzilini bildiren.
Hayata karşıtlığı bir mesele değil sıradan bir eylem / vaka bir normatif olarak gören / bildiren / ezber ettiren devletlinin yaşattıklarıdır mesele. Ahlar Ağacına dönüşmüştür koca bir yaşam sahası. Biyopolitik cerahatin evreleri güncellenirken, yaşatılan dosdoğru “hayatın” dar edilmesidir. Birbirini tamamlayan, dengeleyerek yeniden var eden bir yıkım ekseninin adıdır, yeni kendi eskinin çürük uzamı olan yer. İnsanın haklarının olduğundan bihaber koyulmasına devam denilen bir menzildir var edilen. Yaşama düşülen şerhlerin bir kanun, yasa / edim değil hizalama aracı, basit giyotin olarak biçimlendirildiği yerdir mesele. Yeni ülke eski nizamındır.
Geleceğe doğru adım atılacak ne eşik, ne yön, ne tek bir hamlelik seçenek bırakılmamaktadır. Hayat şimdimin dâhilinden, dünden sahiplenilenmiş yıkımla zapt olunmaktadır; hala ve hala. Havada asılı kalan ahların imali bu biteviyelik, hiç kesintisiz; tehdit ve aşağılama ekseninden var edilenlerle imal olunmaktadır. Geleceğin yıkıldığı yerdir iş şimdinin ahlar ülkesi. Gelecek bahsinin yeniden evet / hayır’a sıkıştırıldığı bir yerde dünün vaatlerinin ardının nasıl derin bir hayal kırıklığı olduğu afakiyken halen inanabilmektir devletliye o’dur daima mesele. Yalanın tezgâhında işlenen her bir bahiste yeniden biçimlendirilen “hayal kırıklığını geliştirme olarak bildirilmektir”.
Cürümler ardılı sıra güncellenirken ‘ahın’ nasıl bir yıkım olduğunu bildiren / gösteren / kanıtlayan viraneliktir siyasa sahnesinden hayatımızın gündelik haline karıştırılan. Havada asılı kalmaya devam eden ahtır aslında bu ülkeyi enikonu çekilmez kılan. Cerahatin boyunduruğu artık dört yanı sarıp sarmalarken istibdat aslında bir biyopolitik reaksiyon olarak hepimizin hayatının orta yerinde yükselmektedir / kalıcılaştırılmaktadır. -Yalanların alelacele halının altına süpürüldüğü menzilde kırımlar, kıtaller, linç ve nefret söylemleri, hep o halının altından taşa durmaktadır. Cerahatin devletli eliyle sahiplenilmesi bir hiza adına her yerde ve her şekilde varlığı güncellenirken oluşturulan bir döngüdür. Halının altında duran, hepimizin tahayyülü olan hayat istencinin katledilmesidir(!). Örnekler, yaşananlar ve yaşatılmaya devam olunanlar hep birlikte tüm bu uzamın ol hakikatini bildirmektedir.
Cerahatin güncelliği, yaşam hakkına kasıttan barizdir / alenidir. Hayat hakkını hiçleştirmek onu dönüştürmek, bir rehinelik meseline çevirmek kalıcılaştırılandır işte. Yeni ülke hala aynı çürütendir, yeni diye anıla gelen dünün cerahatinden kendine, yol, yön tayin edendir. Yeni aslında taşıdığı her nüvesiyle dünün bezirgânlığının / kötücüllüğünün tüm karanlık temsilinin daimi varlığını kanıtlayan bir çatıdır. Yeni de eski gibi ölümündür.
Yeninin dünün eskisiyle hemhal hali bir mübalağa değil tüm bu yaşatılanların devamlılığında eninde sonunda karşı karşıya olduğumuzdur. “Düş kırımlarının” can kırıklarıyla hemhal edilmesi, onulmaz yaraların denkliği / çokluğu ve her yerdeki, varlığı bütün bu çürüten menzili imlemektedir. Burası ahların hala sıradan addedildiği, karanlığın öz yurdudur. Burası çürüte çürüte bir günün var edildiği bir yarınınsa bırakılamadığı o menzildir. Ahlar her yerdedir, hemen her günde hemen her şekilde. 22 Aralık 2016 tarihinde iki askerin yakılma görüntülerini içeren Işid menşeli 15 dakikalık bir video paylaşılır. Çürüme istencinde erkçe gizli veyahut da açıktan desteklenmiş bir katil sürüsünden ülkeye tehdidin artık sayısını sayamadığımız bir yenisi bir kez daha ağdan herkesin evlerine düşürülür. İki ayı aşkın zaman geçmiştir bu yayının üzerinden ihtimal canlı canlı kırımın videodan hafızalara düşürülmesinin ardından.
Birgün Gazetesi’nden Zeynep Yüncüler asker Sefter Taş’ın ailesi ile konuşur. Uzun süredir psikolojik tedavi gören Annenin şuurunu kaybettiğini ve hastaneye kaldırıldırdıklarını anlatır Sefter Taş’ın Babası. “-Ne oldu bizim çocuğa, unutuldu. Elli beş gün oldu. Karım şuurunu kaybetti, bende de dayanacak güç kalmadı, tek bir açıklama bekliyoruz” der Aydın Taş. Bir tek cümleye sığan ahlar, yanıtsız koyulan sorular menzili ortadadır. Kitabi cümlelerin değil göz önünde özden kopan çığlıkların menzildir işte o “ahlar ülkesi”. Yanıtsız koyulan salt evet / hayır bahsi değildir artık insana her ne olduğunun önemsiz addedilmesindeki çürümedir mesele.
Hayata bunca karşıt / hayatın bunca karşısında tek bir gün değil yakalanan her fırsatta güncellenen bir vahametin sarmalını / yıkımlarla güncellenendir. Yara açıktadır, iki askere her ne olmuştur yanıtsızlığı / sessizliği yakınlarını yıkmaktadır. Budur zaten ahın kendisi bu kadar açıktır. Sakarya’daki bir Kur’an Kursunda eğitim gören, bir çocuğa uyguladığı şiddetin kaydı internet'te sıkça paylaşılan, hakkında soruşturma açılan sözüm ona “eğitmen” Şükrü Y.’nin ta kendisinden cisimleşendir açıkça anlatmaya çalıştığımız. “Küçük yaşta çocuğa darp ve kasten yaralama, eziyet suçlamalarıyla tutuklanan eğitmen(!) Şükrü Y.’nin avukatı, İkinci Ağır Ceza Mahkemesi’ne başvurur. Tahliye kararı neredeyse bu menzilin olağan akışından bile hızlıca yazılır.
Dayakçı, eziyetçi eğitmen(!) tahliye edilir. Bu ülkenin havada asılı kalan ahlar menzili olması kesintisiz yapılanlarla, nihayetinde gerçek kılınanlarla birlikte barizleşendir. Süreklilik kazandırılan zalimanelikle birlikte inşa olunan tehdit mekanizmalarıdır. Dayaktan, kurşuna ve hatta hatta bombaya kadar var edilen, sunulan, güncelliği sağlanan tehdit, birbiri peşi sıra linç kasırgalarıyla hemhal bir düzlemdir mesele. Hayat hakkının ayaklar altına alınıp “paramparça kılındığı” bir yerin ara yüzüdür güncellenen. Biyopolitik tehdit döngüsü sıradanın hem sesine, hem sözüne, hem de canına kasıtla birlikte o “yaşam” istencini bir muğlaklığa itmektedir olan biten bu bahistir. Erk hep aynı yerdedir.
Söylemin hiddetle hemhal hali eylemlerin de aralıksız bir linç döngüsüne dönüşümünü beraberinde getirmektedir sayelerinde, şimdi. Yeni bildiğimiz eskidir. Tahakkümün veçheleri güncellenebildikçe istikamet olarak çıkartıla gelen “karanlık” / bir kıyamet sahnesi sürekli canlandırılandır. Tehditlerin öne sürüldüğü bir menzilde, o istibdat tahayyülü bugün en üstten en alta var edilmektedir halen bu sahanlıkta. Yıkımın parametreleri güncellendikçe vahametin yolunda yürümek artık siyasal ön değer, kabul olarak atanmaktadır.
Cerahatin kutsanışı cerahat ile hizaların devşirilmesi her günün ol tek adamın düşüncesi ya da arzusu nezdinde bir çürütme haline rehineliği savunulandır. Geçmişin yarıda bıraktığını karga tulumba müdahalelerle birlikte şimdi ve şu anda tamamlamak! çabasında olunandır. 12 Eylül Darbesinin yıllar sonra açılan davasındaki failler Evren ve Şahinkaya’nın ikisinin de öldükleri için verilen ‘mahkûmiyeti bozma kararı’ sonrası davanın düşmesi bekleniyordu. 12 Eylül gibi bu ülkenin yaşadığı karanlıkların en ağırından birisi olan bir hamlenin / kıtal çabasının üstünü örtme gayreti ol referandum sonrasına atılır. 4 Mayıs tarihine kesilen duruşma ile şu yukarıda özetlemeye çalıştığımız havada asılı kalan ahların varlığı kanıksatılmaya / yıkım es geçilmeye hesabının verilmeyecek olduğu bildirilmeye devam olunur.
15 Temmuz sonrası varılan iklim, oluşturulan kısıtlanmış ülke, kuşatılmış halklar gerçekliği ve onca çürüme bariz / afakidir. Dön, dolaş başa sar yıkım hep buradadır öz hala odur. Ahları var etmek güncellemek, yeniden biçimlendirmek ve paylaştırmak güncellenendir. Atılan her adım, yapılandırılan her hamle bir tırpan gibi hayatı örselemektedir. Mesel oldubitti bu bahistedir işte. Roboski kırımını andığı / sorguladığı bunun bir yıkımdan öte yüzleşmedikçe bir yara olduğunu anlatmaya çalışan vekil Ferhat Encü’nün başına getirilenlerdir mesele. Bir siyaset tahayyülü değil, sıradanın meselinin hemen hemen hiç duyulmaması çabası hala güncellenirken katledilenlerin insan, kırılanın can, yoksunlaştırılan şeyin bir memleketi yaşanır kılan hayat olduğunun imidir ortada ezilen.
Yalın gerçek iktidar istencinin tahayyülü doğrultusunda tutsak edilen hayatlardır. -Ferhat Encü’nün tabiriyle “baştan aşağı siyasi bir tutumla” tutuklanır yeniden hayatın savunulması. -Öz yıkım güncellendikçe çürütmek adına bunca ahı güncellemekten öte de kati / kesin kılmak çabasına düşülendir. Biyopolitik cerahatin yok eden ol evreleri güncellenirken yıkılan hayatın ahı sarıp kuşatmaktadır her günü şimdi ve burada. Hazin bir tablonun ortasındayız. Hiçbir mizansende bulunmayacak beş benzemezin şimdilerde tek bir günde var edildiği o yerdeyiz.
Düzenlenen, biçimlendirilen sonucunda hayatımızın merkezine konumlanan cürümler ile imalatı sağlama alınan kötülüğün fasit dairesidir bunun tanığıyız. Cerahatin sıradana bir gün değil, tek bir an değil her an ve her yerde, her şekilde yine yeniden imal edilmesidir rast getirilmesidir mesele, budur gördüğümüz. Hayat meselinin ahlara mahkûmiyeti duraksamaksızın güncellenendir. Bu karabasan döngünün / düzeneğin izinde istikamet daha vahimidir işte. Cürümlerin menzilinde olan biten bir vahim tablonun sürekliliğidir.
Dönüp dolaşıp yine icrasına düşülen o birkaç gün önce istifa ettiğini bildirilen AKP Manisa İl Yöneticisi Ozan Erdem’in sarf ettiği kelamdır bu bahis. Eğer yüzde elliyi geçmezsek ve bu referandum oylamasında başarısız olursak iç savaşa hazır olun. İhsan Çaralan’ın Evrensel’deki yazısından alıntılayalım. “-Kendisini dinleyenlere eğer referandumda kazanamazsak iç savaşa başvuracağız, bunun için hazır olun diyor. AKP sözcüleri kendilerini, bu sözlerin kişiyi bağlayacağını, kişiyi de istifa ettirdiklerini söyleyerek savunuyorlar. Ama Ozan Erdem gibi partinin ruhunu kavramış birisinin böyle kafadan iç savaş çağrısını yapacak bir kişi olmadığı da belli.”
Beyaz Toros benzetmesinden işte iç savaş tehdidine kadar dönüşüm, el verilen / yıldırı / tehdit mekanizması şu menzildeki hali de imler. Devletlinin tehdidi hep güncel olan / kesintisiz kılınandır. Yıldırı, tahakküm sonrası şu içinde kalınan karanlıktır, artık açıkça var edilen korku simsarlığıdır enikonu görülen, yaşatılan daim kılınan vaat edilen budur.  Merdin’in Nisebin ilçesine bağlı; Xerabe Bava (Kuruköy) köyünde on iki günü aşkındır devam eden ablukanın ta kendisinden belirgin kılınandır mesele. Havada asılı kalmaya devam eden ahlar menzilidir bu ülke şu saha nihayetinde bu toprak parçası. Her yanında devletlinin eylediği / yol açtığı ve mübalağasız onayladığı, kanıksatmaya çalıştığı bir yıkım güzergâhıdır burası, işte bu kara parçası. Bunu bariz kılan tahakküm veçheleri, Xerabe Bava köyünde yaşatılanlardadır.
“Günlerdir köylülere işkence yapılırken, hasta olduğu için dün çıkan Gazal, köyde kadın, çocuk ve yaşlıların kaldığını, hala insanlara işkence yapıldığını, 4 evin yakıldığını ve ahırların da yakıldığını belirtti. Eşinin kaynakçı olduğunu ve askerlerin eşine “Sen kaynakçısın, teröristlere bomba yapıyorsun, onlara çalışıyorsunuz” diyerek gözaltına aldıklarını, 14 yaşındaki oğlunun da okul defterinde de sarı, kırmızı ve yeşil renklerin olduğu gerekçesiyle gözaltına alındığını belirten Gazal, “Bugün köyün durumu hiç iyi değil, her geçen gün daha da kötü oluyor. Benim tek isteğim gözaltında olanları, eşimi ve kızımı bıraksınlar, köydeki ablukanın da kaldırılmasını istiyorum” dedi.” Gazete Şûjîn’de yer almış olan haberde görünür kılınan, sınırın içindeki bir yerin altının üstüne getirilmesindeki ol alelacele yapılanların vahameti ortaya çıkmaktadır
Cürümler bir kez daha ahları yine yeniden var etmek içindir. Dihaber’in ulaştığı köylülerden N.D.’den aktaralım: “Kim yaralı, kim öldü, kim kaldı bilmiyorum. Pazartesi günü hasta yakınlarım vardı. Onları Nusaybin Devlet Hastanesi’ne getirdim. O günden bu yana ben de oradaki akrabalarımla telefon üzerinden görüşmeye çalışıyorum. Çoğu zaman telefonlar da kesiliyor. Köyde ulaşabildiğimiz bir tek kadınlar var. Erkeklere ulaşamıyoruz. Hepsini gözaltına almışlar.” Benzer ifadelerin ardılı sıra yinelene geldiği bir uzamda ahların nasıl imal olunduğu da gözler önündedir.
HDP Milletvekili Feleknas Uca’nın aktarımlarıyla köyde mahsur kalan insanların erzaklarının tükendiği, suyun neredeyse tükendiği notunu da düştüğümüzde her şet daha bir berraklaşmaktadır. Xerabe Bava’da salt bu mezalim, gözdağı, tehcir planı ve abluka değil aynı zamanlarda doksanlarda kaldığı zikredilip durulan köy yakma çabasının rezilliği de icra edilir. Birlikle bütünlük içerisinde on iki gündür bir köy rehin alınıyor. Kimseden çıt çıkmıyor. Ses etmeyi düşünmüyor insanlar vah ki ne vah, ah ki ne ah diye devamı getirilebilecek bir yıkım istenci yeniden var ediliyor bugünün ülkesi, şu sınırın içinde.
Xerabe Bava, 1909’daki Giligiya (Adana ve çevresi), 1915’teki Sepastiya, Gesarya, Ezrin, Garin, Musa Ler, 1915-18 arasındaki Amed’den, Merdin’e kadarki Süryani halkının evleridir. 1919’daki Pontus’un Küçük Anadolu’sudur 1937’deki Dersim ve nicesidir. Xerabe Bava, doksanlarda doruk noktasına ulaşan, utanç vesikalarının yaşatıldığı yıkımın ol şimdiki suretidir. Xerabe Bava, yakın zamanların Cizir’i, Sûr’u, Şirnex’i, Roboski’sidir işte doğrudan.
Kesintisiz kılınan tahakküm, kan dökerek, can alarak, cana kast ederek, evi, barkı başa göçerterek, buna çabalanarak güncellenmektedir. Nihayetinde ahlar bu menzilde bir tek var edilen olmaya devam edilmektedir. Güncellenmeye devam edilen, yapılandırılması halen devam denilen ol ahları güncellemek, hayatın ortasında sürekli kılmaktır. İyi de abluka dahası bu yıkıma sessizlik bunca çokken, nasıl dur denilecektir böylesi bir kırım hamlesine bu bahsin yanıtsız bırakılmasıdır meselemiz.
Abluka ve tahakküm güncellenirken bir yarının değil tüm o geçmişin yenilenmesi söz konusudur. Otuz sekiz insanın hayatı meçhul koyulan Xerabê Bava köyünden buralara, geride kalanlara kalan en büyük mesele, o karanlık tekrarlanması gayretini göz ardı edilmesidir. Yarın kapılarımızı yoklamayacağının bir garantisi olmayan bu yıkım ve tüm ol cüret söz konusuyken ne zaman ses çıkartılacaktır? Ahlar ağacına dönüşen menzildeki hayatın nasıl bıçak sırtına terk olunduğu ortadayken, iş işten geçmeden seslenmeye önce hayat demeye var mısınız, orada mısınız?
Xerabê Bava, kuşatmanın ortasında ses ederken hayat için siz ya da biz değil hepimiz sesimizi işittirebilecek miyiz? Cizir’de yüzü aşkın insanın üç bodrum katında katledildiği bir gerçekten öte var edilmişken, kırım sahiciyken insanların başlarına göçertilen dünyaları anlayabilecek miyiz? CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu da köydeki işkence iddialarını Başbakan Binali Yıldırım’a sorar. Tanrıkulu, “Köylülere toplu veya teker teker işkence yapıldığı, evleri basılıp hakaret edildiği iddiaları hakkında herhangi bir soruşturma başlatılmış mıdır ya da başlatılacak mıdır? Başlatılmışsa, güncel akıbeti nedir?” sorusuna yanıt ister. CHP’li vekil önergenin yanı sıra kişisel Twitter hesabından da köylülerden Abdi Aykut’un işkence görmüş haldeki fotoğrafını paylaşarak, yine Başbakanlığa “Nusaybin Kuruköy’de gözaltına alındıktan sonra işkence gördüğü bildirilen Abdi Aykut’un durumu ile ilgili işlem yapacak mısınız?” sualini ekler.
Xerabê Bava on iki gündür, tüm yukarıda örneklerini saydığımız nice yıkım menzili gibi hala rehin olmaya devam ediyor. Yaşamın kökünü kurutma çabasının nasıl bunca açıktan hayatta var edildiği bir mesele olmayı sürdürürken yıkım halen tanzim edilmeye devam ediliyor. Bu kuşatma güncesi geleceğimizin de ön izlemesidir. Siz ya da biz değil hepimiz için seslerimizi birleştirebilecek miyiz? Nisebin’in Xerabê Bava’sında şekillendirilen yıkımın “ahları” altında kalmamak için devletten hesap soracak mıyız? Yeter artık! diyebilecek miyiz? Meselemizdir.
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2017
Görsel – Xerabê Bava Önünde Devlet... - IMP News
0 notes