#siyasi rehinelik
Explore tagged Tumblr posts
Text
keske size de müdafiilik değil siyasi rehinelik fotomu atabilsem çok iii
4 notes
·
View notes
Text
İşaretleme
Bir işarete bakıyor her şey. Her durumda düzenin, bu çetrefilli olmayacak kadar alenen o var edilmiş karanlığı ele almış olagelen düzenin var ettiği her açmazdan çıkışı bu işaretin ta kendisi belirliyor. Baş efendi ve tüm bileşenleri hep birlikte yıkımın, kokuşmanın aleni var edildiği bir zeminden cerahati önceleyip bir yarın pratiğini var etmeye çalışıyor. Artık her işaretleme bir cürmü bildiriyor. Her cürüm iktidarın ayakta kalmak için var ettiği tüm eylemlerinin geleceğini. Doğrudan hemen her eylem sıradanın hayatına kastı önceler. Hiç genel geçer değil doğrudan yalın bir dönüşümü o mutlak gücü muhafaza etme gayretinin yekununda işaretleme halleri bir ülkeyi değil bir çukuru bildiriyor. Bir tahakküm veçhesi üstünden bir o yana bir bu yana sallanmaya devam ediyor bu çukur. Bugün belirgin bir hal dahilinde halkın yaşamsal idesinin üstünün çizilip durulduğu bir zemin var ediliyor. ��ükret, sebat et, sabret üçlüsünü her durumda kullanışlı addeden bir akılla yaşamın derdest olunmasına devam olunuyor. Tümüyle pejmürdelik bir hal istikamet addediliyor. Biyopolitik bir tahakküm normatif, müşterek insanlık haklarının yıkımının olağan vakayı adiyelik bir mesel kılınmasına devam olunuyor. Cerahatin, cürmün, can yakmaların yeri, menzili o işaretlemelerle birlikte gerçek kılınıyor, ne eksik ne fazla. Bir işaretleme bahsini zincirleme bir yok etme sarmalını yeni ülke nam zindanı şekillendirir muktedir.
Yirmi üçüncü yılındaki bir siyasi çatının var ettiği eşiğin / oluşturduğu yeni ülkenin halini keskin bir yıkıcılık ile var etmesidir mesele. Düzen sahibi olagelen temsilleri, medyasıyla, sokağıyla kuşatan, elini güçlendiren, sırtını pekleştiren, yağmadan payını alanların birlikte hamisi olagelen bir yapının suna geldiği her şey o cürmü bildirir. Bildirmekten ötede aleni bir halde alaya alınan sıradanın hayattaki haklarının toptan çürütülmesi bir işarete bakıyor artık. Topyekun dönüşümü enflasyon yenildi bitti gitti diye vazederken muktedir gündelik gıda enflasyonunda dünyanın sayılı ülkelerinden birisi olduğumuz gerçekliği ötelenmek bir biçimde unutturulmak istenir. Bir ay boyunca emeğin karşılığı olaraktan ele geçen tüm paranın asgari bir yaşamın gereksinimi olagelen karın tokluğuna dahi yetmediği bir zemin gerçekliği böyle örtbas olunabilir mi? Yoksullaştırmanın günbegün var edilebildiği bir yer bir zeminde varsılların vergi borçlarının aralıksız silindiği, ihale kovalayan beşli çete gibi kümelere imtiyazların arttırılarak var edildiği yerde günbegün sıradanın hayatına yepyeni kuşatmalar, vergi dayatmaları var edilir. Ol yüzde birin, siyaset sahnesini var eden kemik kılınan parti sempatizanı pardon yağmadan kısa süreli pay kapanlarının birlikteliğinde hepi topu yüzde beşi geçmeyen bir cenah için bütün memleketin çanına ot tıkanır. İcraat ile çıkagelen tahakküm, sonuna kadar bir cendereye rehinelik gerçekten gerçek kılnırken o seçilmiş / doymaz, doyurulamaz kitlenin heybesi her gün biraz daha doldurulur.
Sendikalaştıkları için işten çıkarılan Polonez Gıda işçilerinin fabrika önündeki direnişlerine polis saldırdı. Direnişin 57. gününde polis şiddeti altında bir işçinin iki kaburgası kırıldı ve ameliyata alındı, diğerinin kolu ve bacağı kırıldı. 7 işçi daha hastaneye kaldırıldı.
Polonez Gıda işçilerinin fabrika önündeki direnişlerinin 57. gününde polis işçilere saldırdı. İhtilaf sürerken işverenin, sendikalaştıkları için işten çıkardığı işçiler yerine kaçak işçi çalıştırma girişimine engel olmak isteyen direnişçiler polisin gaz ve coplu saldırısına uğradı. Saldırıda işçilerden yaralanan ve baygınlık geçirenler oldu.
Yaralılar ve ameliyata alınanlar
Sendika.org'un haberine göre, direnen işçilerden birinin iki kaburgası kırıldı ve acil ameliyata alındı. Bir başka işçinin kolu ve bacağı kırıldı. 7 işçi daha hastaneye kaldırıldı. Polis, işçilere kalkanlarla saldırıya geçerken, görüntü alınmasını engellemek için de zora başvurdu.
Saldırıya bizzat katılan emniyet müdürü
Çatalca İlçe Emniyet Müdürü Ali Osman Turhan’ın polis güçlerine önce “saldırın” emrini verdiği daha sonra da işçi olduklarını sandığı, üzerlerinde kırmızı yelek olan sivil kişilere saldırarak itip kaktığı, çevresindeki üniformalıların "o polis" uyarısı üzerine saldırdığı kişiyi bırakıp geri döndüğü görüntülendi.
Tek Gıda-İş örgütlenme uzmanı Yunus Durdu, fabrikaya kaçak olarak sokulmak istenen işçilerin sağlık ve hijyen belgelerinin bulunmadığını, bunun yalnızca çalışma hukukunun değil halk sağlığının da ihlali olduğunu söyledi.
Ne Olmuştu?
İstanbul Çatalca’daki Polonez gıda fabrikasında Tek Gıda-İş Sendikası’nda örgütlenen toplam 146 işçiden 13’ü 19 Temmuz’da işten çıkarılmış, ardından diğer 133 işçi de ertesi sabah işe geldiklerinde "kod 46" gerekçe gösterilerek işten çıkarıldıklarını öğrenmişti.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ise raporunda işçilerin sendikal baskı nedeniyle iş akdinin sonlandırıldığı ve toplu işten çıkarmanın Türkiye İş Kurumu'na bildirilmeden gerçekleştirildiği belirterek Polonez’e toplamı 2 milyon TL’yi aşan para ceza kesmiş daha sonra bakanlıkça işten çıkarılma gerekçesi "kod 4" olarak değiştirilmişti.
SGK Kod 4
SGK Çıkış Kodu 4 ile “Belirsiz süreli -yani herhangi bir süre ile sınırlanmamış- iş sözleşmesinin işveren tarafından haklı sebep bildirilmeden feshi“ tanımlanmıştır. Belirsiz süreli iş sözleşmesi işveren tarafından feshediliyor ve haklı bir neden bildirilmiyorsa bu kod seçilecektir. Bu SGK işten çıkış kodunda işçi ihbar ve kıdem tazminatına hak kazanmaktadır.
Pazartesi günü de “Polonez fabrikasının önünde gerçekleştirilen grevin 59'uncu gününde polis, işçilerin karşısına kalkanlarla dikildi. Bunun üzerine işçiler de polislerin karşısında oturma eylemi yaptı.
İşçilerden biri polislere, "Biz sizleri bunun için mi büyüttük? Siz bize bu muameleyi yapabilmeniz için mi Türkiye vatandaşı olduk, Türkiye Cumhuriyeti'nde oy kullandık? Nerede bizim devletimiz?" diyerek tepki gösterdi.
Bir süre sonra polisler, kalkanlarla işçileri araya alarak müdahale etti.
Müdahale sonrası Tek-Gıda-İş İl Sekreteri Furkan Seyhan'ın da aralarında bulunduğu çok sayıda kişinin ters kelepçeyle gözaltına alındığı kaydedildi.
Sendikadan Çağrı
Polis müdahalesi sonrası Tek-Gıda-İş'ten yapılan açıklamada, "Polonez’e sendika girene kadar mücadelemiz sürecektir. Tüm demokratik kitle örgütlerini, emek dostlarını Polonez işçilerle dayanışmaya ve destek olmaya davet ediyoruz" denildi.
Yapılan açıklamada ��u ifadeler yer aldı:
"İstanbul Çatalca’da bulunan fabrika önünde kadını erkeği, yaşlısı genci hep birlikte gece gündüz demeden 59 gündür işe geri dönme mücadelesi veren Polonez işçilerine, bu sabah saatlerinde emniyet güçleri bir kez daha müdahalede bulundu. 600 civarında polisin kuşatması altında 80 arkadaşımız gözaltına alınarak Emniyet Müdürlüğüne götürüldü. İşçilerin demokratik ve anayasal haklarını hiçe sayan, sermaye adına hareket ederek tehdit eden ve bugün de şiddete başvuran emniyet mensuplarını kınıyoruz. Hiçbir baskı ve tehdit bize geriadım attıramayacaktır. Polonez’e sendika girene kadar mücadelemiz sürecektir. Tüm demokratik kitle örgütlerini, emek dostlarını Polonez işçileriyle dayanışmaya ve destek olmaya davet ediyoruz. Yaşasın Polonez işçilerinin örgütlü mücadelesi! Yaşasın işçilerinin birliği!”
Bir işarete bakıyor her şey. Muktedirin, gün aşırı mesaj aldığını zikrettiği halka bizatihi o ekonominin başındaki temsilin her şeyin farkındayız diye bildirdiği bir zeminde cürmün ardıl sıra yinelemesi söz konusu ediliyor. Gözaltı, darp, işkence etmenin türlü çeşit yolu. Bitimsiz bir hınç, siyasetin başında olanların gözettikleri varsılların haklarını koruyacağız diye çıkılan güzergahta eksiksiz bir sıradan insana saldırı furyası devam olunuyor. Ne hak var, ne de hukuk. Bütün el birliğiyle, hakkın tahrif edilmesi, sonuna kadar zehir edilmesi ile var edilen bir şiddet sarmalını göstere geliyor. Bir yandan haklı tepkimeler, farkındayız o yoksulluğun, geçti bakınız geçip gidiyor enflasyon sayıklamaları öte yandan işinden icat edilmiş hak gasbı kanunlarıyla kapı önüne konulanlar, eksik kılınanlar, hayatı hep yarım yamalak yaşamaya mahkum edilenler. Polonez İşçileri sadece aysbergin görünür bir yüzeyidir. Bildiğiniz bir sarmal, bir işaret ya da yönlendirme ile koca bir girdap halini alan memleket sathının gerçekliğinden, kapkaranlık hallerine bir örnektir. Yaşamın ucuza, emeğin bedavaya yakın, asgari yaşam hakkının tarumar olunduğu bir zeminde her işaretleme bir yıkıma çıkartılandır. Bugün bu raddede kesin olan budur. Tüm o yalnız değildir, direne direne kazanacağız, ya hep beraber ya hiçbirimiz mefhumlarının tam da sorgulanması elzem arafında bir aynadır o direniş hali...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: Direnişteyiz.org Sitesinden...
Meramda Paylaşılan Haberler
Polonez İşçilerine Polis Saldırdı: İki İşçi Hastanede Ameliyata Alındı - Bianet https://bianet.org/haber/polonez-iscilerine-polis-saldirdi-iki-isci-hastanede-ameliyata-alindi-299682
Gözaltına Alınan Polonez İşçileri Serbest Bırakıldı - BirGün https://www.birgun.net/haber/gozaltina-alinan-polonez-iscileri-serbest-birakildi-559457
#söz hakkı#mesele#meram#işaret#göz dağı#yıkım#tahakküm#kötülük#sarmal#hayatiyet#yaşama tutunmak#direniş#polonez#işçiler#prekarya#emek mücadelesi#çözümsüzlük#demokrasi
1 note
·
View note
Text
Feryat Figan İmdat
Mide bulandırıcı bir tahayyül olarak göz ardı etmelerin, kafayı kuma gömmelerin menzili var ediliyor. Nerede bir sorun olursa hemencecik bitiveren bir kanıksama halinin herkesin ortak paydası olduğu / bildirildiği bir zeminin inşası güncelleniyor. Yaralar, birbirini takip eden yıkımlar, odakları hep şaşırtılmaya namzet kılınan tahakküm ve kuşatma hallerinin o orta yerinde yaşam denilen çaba sürerken bunlar fark edilmesin isteniyor. Bütünüyle hiza bozulmasın diye talep ediliyor. Cürüm, cürmü takip ederken insani olanın ezilip geçilmesi basitçe geçiştirilmek isteniyor. Her şey yıkımın kılınırken, normatif çoktandır zayi edilip, silinmeye yüz tutmuşken, bunların çatısı müştereklerimiz tırpanlanırken alışın buyuruyor ol muktedir. Düzen kendi içinde ezber ettiği, her durumda kendisinin kurtarıcısı olaraktan var edilmesine göz yumduğu şiddet / nefret / ayrımcılık sarmalı da bunlarla birlikte arasız, fasılasız güncellenir. İyi de yol nereyedir?
Kendisinin, etrafının, içinin, dışının gözetim, denetim ve tahakküme rehin edildiği bir yer, bir sahneye mahkum kılınan insanlara bu gidişatı sormak zül bildirilir. Sormayın arkadaş, anlatmayın birader diye bildiriler aralıksız var edilirken kötürümleşen ülkenin gerçekliği o olan biten her şeyin takdimini var eder. Sosyal medyasından, sınırlandırılmış ekranlara, siyasetinden sokağına, hatta güvenli addedilen evlerimize kadar dolaşıma çıkartılan her bir bahisle o kafayı kuma gömme hali süreğen bir mesele dönüştürülür. Geleceğin şimdi, şu andan yitirilmesine olan ön ayak olma hallerinde hiçbir şeyin olmadığı sanrısına tam olarak rehinelik bildirilir. E ama gerçeklik böyle bir tahayyülü alenen yerle bir ederken, kim neden ve nasıl susabilir. Bir kurgu halini yansıtan, modern İzlanda yazının sunduğu en yetenekli yeni kalemlerden birisi olan Fríða Ísberg’in İşaret romanının sunduklarıyla da paralellikler barındıran bir menzilin var edilmesinin sınırlarında olan biten çürümeyi, ya o taraftan ya bu taraftansınız kolaycılığının giderek toplumu daha kalıcı ayrıştıran bir düzen / üzen teste dönüştürülmesinin karşılığı derin soruları, koca bir karanlığa saplanan ülkeyi göstere gelir.
Değinilen ile yaşatılanın arasındaki derin uçurum biteviye kılınan o engelleme ve alenen yok saymaların menzilinde her gün apayrı bir denetim testine tabi kılınır gündelik yaşam, sıradan insan. Isberg’in İşaret’inde yer verdiği empati testinin doğrudan bir ülkenin sınırı boyunca var edilmiş olagelen ahlaki / moral değerleri, insani normlarının yekununu salt, sınavı ge��enler / geçemeyecek olanlar ayrıştırdığı bir zeminden, bugünün Türkiye’sinde ortaya çıkan görünümün benzeş halleri düşündürücüdür. Yıkıcılığı bir normatif olaraktan var eden ülke gerçektir. Geçmişinin katran karanlığını inkar etmekten artık ikrar ederken bir yandan da kıvanç duyabilen bir ahvale varan menzilin hazin öyküsüdür mesela birleşe birleşe var edilen. Daha yepyeni Diyarbakır’ın ortasında faili meçhule kurban kılınmış ol Narin Güran’ın ardından çıkagelen karaşın halin ortasında bu sınamayı görmek mümkün kılınır. Bir köyün handiyse tamamının sessizliğe büründüğü, var edilmiş cinayetin pek çok ayak oyunu ile siyasi iradenin temsilinin gözetiminde var edilebildiği, gel gelelim ol baş amirin seslendirdiği sonuna kadar gidilecek, adalet tecelli edecektir açıklaması sonrasında çıkagelen kördüğüm ilişki sarmalları içerisinde bir çocuğun canının yitimi mot-a-mot unutturulmaya çabalanır. Suçun var edildiği sahne bir plato, her türden o cinai yıkımı imal edenler figürasyon kılınarak, gündelik yaşam ediminin dibe vurduğu bir menzilde öğlen kuşağı programlarında “şiddet pornografisine” bir kesit eklenir. Narin Güran’ı yok eden karanlığın nasıl biçimlendirildiği sorgulanmasın istenir. Kimin ne ettiği muğlak kılınırken, toplumsal çürümenin / kokuşmanın dibine demirlemiş olagelen bir yerin hakikati çoktan unutturulur. Onca yıkıma rağmen sessizliğin sabit olunduğu bir yerde, kaçıncı çocuk sonrası gerçekten adalet tahayyülü var edilebilecektir ki!
Narin Güran cinayetinin ardılı sıra, gündelik haberlerin satır aralarında kaynatılıp gitmiş olan bir başka bebeğin hayat memat mücadelesi gibi nicesi varken üstelik. Tekirdağ / Malkara’da üvey baba ile birlikte dört kişinin cinsel istismarı / işkencesine maruz kalan iki yaşındaki Sıla bebeğin var edilmiş bu karanlıkta hayatta olup olmadığının dahi muamma kılındığı bir zeminde hangi yarayı önemseyecektir ki bu ülke. Kötülüğün ötesini yazılması gereken pek çok şeyi bir kenara ötelemiş, kendi çukuruna itilmiş insanların bu işaretlenmiş hallerinin, yekunda kafasını kuma gömmelerinin paralelinde hangi doğruya zemin bırakılır, ne ara bunlar için kafa yorulabilir sahiden? Bütünüyle kötülüğü sahiplene duran, bir yandan muhaliflik kimliğine haiz olduğunu zikreden bir temsil ile öte yanda her ne diyorsa alenen insanlık düşmanı olduğunu deklare eden, yukarıdaki çocukların yaşadığı korkunç / hazin hallerle alay edecek kadar düşebilen bir başka kötünün gözaltına alınıp, tutuklandıkları haberi düşer ajanslara. “Sosyal medyada Jahrein olarak bilinen Twitch yayıncısı Ahmet Sonuç tutuklandı. Antalya Valiliği dün yaptığı açıklamada, sosyal medya platformu X üzerinden 'İncel sohbet odası' başlıklı açık kaynaklarda yer alan canlı sohbet odasında toplumun genel ahlakına ve genel değer yargılarına uygun olmayan konuşmalar yapan 'Rockerpuck_Evil' kullanıcı adı ve 'Pungent 666' rumuzunu kullanan Ertürk Kösen ile Twitch isimli sosyal medya platformundaki canlı yayında benzer içerikli konuşmalar yaptığı belirlenen 'Jahrein' rumuzlu Ahmet Sonuç'un gözaltına alınarak haklarında Türk Ceza Kanunu'nun 226. maddesine göre 'müstehcenlik' suçundan işlem başlatıldığını duyurmuştu. İletişim Başkanlığı Dijital Medya Koordinatörü Aslan Değirmenci, iki ismin çıkarıldıkları mahkemece tutuklandığını açıkladı.”
Kafayı kuma gömmelerin neticesi giderek daha alenen var edilebilen bir nefret / şiddet ve sonsuz bir yıkıma önayak olma hali olur. Bütünüyle bir ülke defterinin topyekun dürülüp sıfırlanmasının eşiğine taşıdığı bir zeminde hayatiyet mutlak yalanlarla, bitimsiz linçlerle birlikte bir kere daha çürümenin kılınır. Ürpertici kelime oyunlarının değil, hakikatteki tüm o bilindik / görüldük / aşina olunan cürümlerle kuşatılan bir menzilin ta kendisinde bir kere daha cürüm her şeyin önüne geçirilir. Unutturmayacağız, hesap soracağız, adalet yerini bulana kadar mücadeleye devam diye uzayıp giden bir direniş tahayyülünü dahi hiç kılabilmiş, unutmuş olagelen bir zeminde yaraların farkına kim nasıl varacaktır! Kamusal sahanın korunaksız, gücü yetenin bir diğerine hayatı zindan edebildiği bir zeminde ülkenin anlamı nice olur ki. Yitirilmeye devam olunan insanlık bahsinin kıyısında cürmün var ettiği her eşik apayrı karanlıkları beraberinde getirirken, kaçıncı vakadan sonra nihayet yıkıma karşı güçlü bir dur denilecektir. Tümüyle yerle yeksan olunan hayat akışı, berhava edilen umut, çalınan gelecek için düşünmeye daha kaç vardır? Her şey rayından çıkarken, her gün bir öncesini aşan bir karanlığa rehin edilirken, nerede müştereken / sahi ama sahiden buluşulacaktır! Hayat feryat figan imdat ederken...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel – From Funktionssysteme – Marie SPELLERBERG – Fine Art Photography Awards
#meram#siyasa#hayat#çocuk hakları#cerahat#sarmal#kör karanlık#türkiye#amed#karanlık çağ#çürüme#insani#yaşam hakkı#ne olacak#yol nereye#sorular#sessizlik#cürüm#biyopolitika#demokrasi#adalet#hakkaniyet#yüzleşme#yıkım#işaret#frida isberg
0 notes
Text
Yol Sahiden Nereye!
Şiddet, kırım ve bolca paradoks içerisinde yüzüyor memleketin yenisi. Yenilendiği anılıp, zikredilip, işaretlenen bir yerde geçmişin nasıl da geçip gitmediğini muştulayan haller ve hamlelerin yekununda cürümlerle birlikte bir hayat imgesi çürümeye terk ediliyor. Seçim, oy, demokrasi, eşitlik, adalet gibi kavramların önü alınabilsin diye kırk kere tekrarlanmış bir senaryonun zikredildiği bir kırım çabası tezgahta işleniyor. 2015 yılında var edilmiş ol mağlubiyetin ardından bir türlü kurulamayan iktidar yüzünden tarihinin en karanlık haller ve günlerini geçirerek ikinci bir seçimi var eden ülkenin ulaştığı katran karasının tekrarına çabalar gizli değil ulu orta var ediliyor. Şiddeti övmek serbest kılınıyor. Kırım için nerede bir fırsat varsa bu değerlendiriliyor. Kendilerinin de savuna geldiği barış idesinin tapusu, yönelimi sadece kendilerindeymiş gibi, memleketten gidersek, el çektirilirsek sonunuz hiç de iyi olmazlara bağlanıyor hayat kademe, kademe her gün her yerde bir kere daha.
Nefret dilini kullanırken elini korkak alıştırmayan baş amirin vurgularından, kendisini hal ve gidişat içerisinde halen içişleri bakanı zanneden bir temsilin suna geldiği alttan alta destek çıktığı hizalama / kin kusma / linç ettirme pratiklerine bir devinime devam olunur. Seçim kaç turdur, birinci turda iş biter mi, ikincisine kalır mı yollu göndermelerin ortasını ol “on dört gün” yakalanabilecek fırsat dahilinde memleketi bir kere daha cehennemin bizzat sureti temsiline dönüştürme gailesi gibi nice tevatür aralıktan sızdırılır. Baş amirin ta kendisinden başlayarak bir çirkefleşme, çeteleşmenin ta kendisinin her nasıl bina edilmiş olageldiğini muştulayan ifşalar da cabasıdır. Beşli çete nam yapı / kolektifin tümü 418 milyar dolarlık yağmasının geri isteneceğinin duyurulması sonrasında çıkagelen bütün o katmerli yalanlar, engellemelere rağmen başta Kemal Kılıçdaroğlu ve destekçisi siyasi partilerin pratikleriyle kötülüğe karşı mücadelenin elzem hali yeniden tanımlandırılır. Durum sanılan gibi, sanıldığından da kalıcı bir yıkıma rehinelik yahut da sahiden hayata varabilmenin eşiğidir.
Evrensel Gazetesi’nden aktaralım: “Millet İttifakının Cumhurbaşkanı adayı ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu sosyal medya hesabından "Bay Kemal çıktığı yoldan asla dönmez. Milletimiz için, milletimizle birlikte. Allah yardımcımız olsun" notuyla bir video paylaştı. Videoda, Kılıçdaroğlu'nun grup toplantısında tehditlere karşı yaptığı açıklaması yer aldı.
Kılıçdaroğlu'nun Twitter hesabından yayımladığı yayımladığı videoda 17 Ocak 2023'te partisinin grup toplantısında yaptığı konuşma yer aldı. Kılıçdaroğlu açıklamasında şunları söylemişti:
“Silahlı insanların olduğu reklamla güya beni tehdit ediyorlar. O resimdeki mesaj net: sizin için geleceğiz diyorlar. Bu paramiliter artıklar daha büyük bir resmin sadece bir parçası. Her şeyin temelinde aslında tek bir şey var para, çok para... Doymayacakları kadar para. Halkımızdan çalınan bu para ve bu parayı çalan beşli çeteler var. Bunların kod ismi beşli. Aslında bunlar binlerce. Bu iktidar döneminde çalınan, çetelerin çaldığı mafya artıklarının çaldığı, uyuşturucu baronlarının çalıdığı 418 milyar dolar. Sonra çıktım çok açık bir biçimde söyledim. Defterinize yazdım sizden, 418 milyar doları iktidarımızda tahsil edeceğiz ve alacağız. Önce benimle konuşmak istediler. Anlaşmak istediler. Kapıyı yüzlerine kapattım! Her türlü operasyona başvurdular. Ve artık son aşamaya geldik; silah ve suikast tehditleri. Son uyarılarını yapıyorlar akıllarınca. Be gafiller, be şerefsizler, be akılsızlar, be müptezeller, be çakallar! Siz mi beni korkutacaksınız? Sizin önünüze diz çöküp yaşamaktansa, ayakta ölmeyi tercih ederim! Hodri meydan, gelin görüşelim. Ha Allah nasip eder de yaşarsak, hayatınız boyunca görüp göreceğiniz en büyük kabus olmaya devam edeceğim. Eğer bana bir şey olursa halkıma emanetimden o 418 milyar doları siz tahsil edeceksiniz. Her kuruşunu 85 milyona tahsil edeceksiniz. Benim size vasiyetimdir.”
O sırada baş amirin var ettiğidir, onu da aktaralım: “İstanbul Sultangazi düzenlediği seçim mitingde sahte Kemal Kılıçdaroğlu videosunu izletmek istediği sırada aksaklık yaşayan Recep Tayyip Erdoğan, danışmanı Orhan Karakurt'a fırça attı. Erdoğan, "Ya Orhan bunlar manyak mıdır nedir! Beni küfrettirmeyin! Geri alacak icabında" diye fırça attı.
Erdoğan, daha önceki seçim mitinglerinde de gösterdiği, manipülatif şekilde montajlanmış sahte "Haydi" videosunu Sultangazi'de de izletti. Kemal Kılıçdaroğlu'nun "Haydi, birlikte sandığa" çağrısı yaptığı reklam filmine PKK mensuplarının montajlanmasıyla oluşturulan söz konusu sahte videonun ekrana yansıtılacağı sırada aksaklık yaşanması ise gerilime neden oldu.
"Seni başkan yaptırmayacağız" sözleri sonrası tutuklanan, tahliye kararlarına ve AİHM hükmüne rağmen yaklaşık 7 yıldır cezaevinde tutulan Selahattin Demirtaş'ı hedef alıp Kılıçdaroğlu'na yüklenen Erdoğan, "Şimdi ne diyor bak bakalım. Şimdi Selo'yu kurtaracak" dedikten sonra bir süre durakladı.
Bu sırada sahnenin kenarında bulunan danışmanı Orhan Karakurt'un, Erdoğan'ın önündeki monitörleri ve kulaklarını işaret ederek teknik ekip ile sert şekilde konuştuğu görüntülere yansıdı. Erdoğan da Karakurt'a dönerek asgresif şekilde "Ya Orhan bunlar manyak mıdır nedir!" dedi. Karakurt ise "Yeni ekip. Yani mahvolduk ya vallahi" yanıtını verdi. Erdoğan ise "Beni küfrettirmeyin! Küfrettirmeyin! Geri alacak icabında" diyerek Karakurt'u fırçaladı.
Ardından konuşmasına devam eden Erdoğan, sahte videoyu izleterek şu sözleri sarf etti:
"Bunun bir Selo'su var. Bay bay Kemal'in Selo'su. 'Selo'yu kurtarmak istiyorsanız oyu bana vereceksiniz' diyor. İşten bunlar şimdi hep teröristler. Bu teröristler ile beraber yürüyor bay bay Kemal. Bu Selo ne yaptı, Diyarbakır'da… Buyurun, bak şu görüntüye tekrar geri dönelim. Kimlerle haydi diyor. Kandil'in teröristleriyle haydi diyor…"
Her tarafından sapır sapır dökülmeye devam diyen düzenin aslında her nasıl yürütüldüğü de gözler önündedir. Bir tarafın yok edilmiş umutlara, elden çalınmış milyarlara dair sözü ve hesap sorma istemi, diğer yanın duraksamadan ezber ettiği, ezber bildiği, kötülüğünde yön / yol açmaya çabaladığı zeminin katran karanlığı çıkagelir. Salt baş efendinin kendisi değil, beraberindeki tüm avenesi ile birlikte kurumsallaştırılmış nefretin / ayrıştırılamayan o şiddet isteminin ve bir tabi ki Kemal Kılıçdaroğlu ekseninde, Aleviliğinden, ötekilere ol öteki sanılanlara dair tüm kelamları çoraklaştırmak, ıssızlaştırmak ve unutturma gailesinin evreleri arşınlanır. Bitimsiz bir hal ve daimi bir tevatürle birlikte rakip olarak kolay lokma sayılana dahi bunlar ve nicesi reva görülür ki, upuzun bir hikayedir Türkiye’de siyasetin her neyi var ettiğini gösterecek bir utanmazlık sarmalıdır mesele.
Şiddet, nefret ve aralıksız korkuların salındığı bir cerahat menziline dönüştürülmüş olagelen yerin hikayesine tamam mı, devam mı kararı nihayetinde verilecektir Türkiyeli halklar eliyle. Dolambaçlı, uzun uzun bir tahakküm karşısında sıradan insanların elinde kalakalan tek hak olarak zikredilen oy / rey ile birlikte bir katran karanlığına devam mı, yoksa her şekilde yeniden yola çıkılacak, dahası unutturulan demokrasiyi inşa ederek bir restorasyona girişebilecek midir memleket bunun arafındadır yer, zemin, şu ülke. Arasız, fasılasız bir biçimde en sonunda saçmalama boyutunu aşan bir iğneleme halini sahiplenen o da kesmeyip küfür ettiğini bile algılamadan dan dun sallayan bahçesiz efendinin hiddeti zaten olan biteni de özetlemektedir. Baş amirin kurgusunun, montajlarının, yalanlarla bir ve beraber çakma goebbels eliyle suna geldiği itham / yafta ve kırım hallerinin yamacında oluşturulan çeper zaten memleketi çoktan iki kutba ayrıştırmıştır. Gören gözler için ne kadar hazin bir tablonun var edildiği, düşman, hain, mihrak, terörist, affedersiniz, biliyorsunuz, sürtük, çürük, ahlaksız, kitapsız, dinsiz, imansız uzaya giden bir sürünceme taşımayan kin gütme halinde bizatihi birinci elden yürütülen bir simya ile sunulandır. Yol nereye?
Genel geçer değil, ibadethaneleri birer siyasal islami / dinci kurgular için zemin, sahne kılan, bunu yeterli görmeyip, hutbelerden, fetvalara sürekli olarak baş amire güzellemeler, bolca da sabırlar var edilen, dikte edilen bir zeminde, demokrasinin, eşitliğin ve hürriyetin vardığı eşik düşündürücü değil midir, hala değil midir? Madun siyaset, pragmatist halleri, düşman yaratacağım diye çıkagelen nice uydurma halle sürekli kaşınırken memleketin tüm hatları, bağlar kesintisiz kopartılmaya devam olunurken komşularla, yol nereye sahi ama sahiden de? Asırlık bir ülke tahayyülünün toplamında, yeniden kötülüğü vaz ederek, en başa kutsiyet atfedilmiş oysa insanların var ettiği bir devlet kurgusunu, düşmanlaştırma ve ötekileştirme için stepne kılan bir akılla yol nereyedir, hangi karanlıklara?
Hepinizin malumu olduğu üzere, bütün tanımlardan öte halen düşman, kötü, küfre özne bilinen kırk beş küsur bin Ermeni’den birisi olarak şu aşağıdaki Nor Zartonk inisiyatifinin sunduğu şeyi de göz önünde bulundurursak yol nicedir, sahiden? “21 yıldır sürmekte olan ve her geçen gün daha da otoriterleşen AKP iktidarı, toplumun tüm kesimlerinde olduğu gibi Ermenilerde de onarılmaz yaralar açmıştır. Vakıf ve patriklik seçimlerine yapılan doğrudan ve dolaylı müdahaleler ile Ermeni halkının sadece maddi kaynakları değil çok daha kıymetli ve sınırlı olan insan kaynağı da aşındırılmıştır. Liyakatsizlik ve vasatın tahakkümü genelde Türkiye halkları özelde ise Ermeniler nezdinde benzer sonuçlara yol açmıştır. Nitekim bu yozlaşmanın açık örneklerinden biri olarak, geçtiğimiz günlerde AKP milletvekili adayının, “kayyum patrik” himayesinde Ermeni Kilisesinde din adamları ile birlikte seçim çalışması yürütmesine şahit olduk. Bugün Ermeni Kilisesini siyasallaştırarak ikballeri uğruna firavunların yanında saf tutanlar yarın “iğnenin deliğinden geçebilirler” mi bilinmez ama Ermeni halkın hafızasından silinmeyecekleri kesindir.” Düşünür müydünüz, misal?
Şiddet, kırım ve bolca paradoks içerisinde yüzüyor memleketin yenisi, yenilenmiş denilen bu sahnesi. Kötülüğün, arşıalaya çıkmış olagelen cerahat kültünün, ötekisini yok sayma hal ve istemlerinin kıyısında bir ülke dönüşümü süreğen kılınıyor. Durmak yok yola devam tahayyülünün, sloganlaştırılmış olan içeriğinin var ettiği tek şey, geçmişten el aldığı tekil / tektip, tek düşün imalatının sabit olunmasıdır. Bugün varılan eşikte yirmi bir yıl içerisinde zaten toplumun hemen her kesimi kendi payına düşürüleni aldı, bir kalıbın içerisine mahkum edildi. Tırpanlanan, engellenen, hakir görülen ve dahası çalınan her şey bir müşterek ülke tahayyülünü de imha etti, ediyor, edecek. Görünen köy kılavuz istemiyor artık. Yirmi bir yıllık iktidar pratiğinin suna geldiği şeyin ışıltılı ambalajı, neon lambaları, tek adam imgesi ve kurgusu ötesinde, dışında sonsuz bir karanlığa çıka geldiği unutturulmak isteniyor. Oysa daha üç ayı yeni geçmiş olan deprem felaketinin vurduğu ol illerden görünüyor her şey.
Yıkımın yok ettiği kentlerin etraflarının kuşatıldığı, yaşamın her anlamda zehir edildiği bir coğrafya, kadermiş gibi dayatılıyor, yaralar henüz kanamaya devam ederken, sahiden? Sözün özü, lafın kısası, akp ve baş amirin yeni ülkesi o alışılageldik gündelik rutini dahi imkansız koydu. Hayata dair en ufak bir olumlamayı bile çok görerek, yaraların sarılabilmesi, insani koşullarda bir hayatın tesisi, demokrasisi, eşitliği, adaleti çok görüldü, çok bilindi. Hikayenin gerisinin her nasıl getirileceğine seksen beş milyonun aksiyonunun her ne olacağı pazar günü yapılacak seçimlerde meydana çıkacaktır, muhakkak. Bildiğimiz ezber ettiğimiz hallerle, bir kabustan başkasına mı uyanılacak, yoksa, yeniden bu defasında bambaşka idelerle sorgulayan, müştereken hayatı umursayan, her türlü eksikliğe rağmen demokrasinin yaşatılabilirliği için çabalayacak bir temsil mi gelecektir, yaşayarak göreceğizdir. Bir tevatür değil her şeyin çürümeye, kötülüğe esaretine tanıklık edip ah vah çekilecektir ya da bütün bu kaos haline cidden bir son verilecektir. Her şey ortada, anlatmaya hiç gerek yok...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: Ankara’dan Bir Kesit – Reuters – Arab Weekly
#siyasa#pragmatizm#söylem#sağcılık#akp#erdoğan#kötürüm#yıkım güncesi#yol nereye?#adalet#eş#eşitlik#hürriyet#demokrasiye ne oldu#bu nasıl ülke#cerahat#mücadele#müştereklerimiz#söz hakkı#azınlıklar#yordam#hükümet#kölelik düzeni#neoliberalizm#can yakar#mana#meram#politik#metinler#iz
0 notes
Text
Evet Mi, Hayır Mı?
Akla zarar söylemlerin açıkça zamane gereği, zamanın gerçeği denilip, kurulup, güncellendiği yeni ülkenin temelinin oluşturulduğu bir menzildeyiz. Bir yeni var edilirken tüm cürümleri bir menzilde var edilebilecek tüm fecaatin sahip çıkıldığı bir ahvaldeyiz. Şimdinin o dünün yarası beresiyle örselenmişken her yeni günü yeniden, dünle hemhal etmek için yara verme istencine tutunan muktedirin dünyasına rehiniz, biliyoruz, tanığıyız. Temel insan haklarının ‘çürümeye’ terk edildiği ve en nihayetinde muktedire ses eden herkesin en hafif tabirle öteki terörist ya da hain yakıştırmalarıyla yaftalandığı o gümbürtü dahilinde akla zarar laflarla tahayyülün hakikat kılınmasına / belirlenmesine tanığız.
Çürütmeyi noksansız, tastamam eylemek için her gün bir başka çatı kuruluyor daima bu bahsi görüyoruz. Evet ile hayır tercihleri kadar o seçeneksizlik, sınırlılık içinde hayatın mahvına çaba güncelleniyor. Vahametin her gün kusurun savunulması hepimizin geleceğini daha şu anda / şimdi yağmalıyor biliyoruz. Akla seza, zarar, ziyan siyasa nutukları, demeçleri vb. yönlendirmelerle, hayatın sıradan olandan çalınması güncelleniyor bu bahsi mıh gibi aklımıza kazıyoruz. İktidar olma kavgasında sesi, sözü ezilen halklar olduğunu ötelemeye çalışıyor bütün bu gümbürtüde o muktedir. Var olan düzlem, her söz ve eylemle bu bahsi yeniden var etmeye devam ediyor; anlıyoruz işte. Hakların talanı, halkların gözü önünde demokrasi bahsi öne sürülerek eyleniyor.
Akla seza, zarar, ziyan olan ile ‘her şeyi’ heder eden ve sırf bunu önceleyen bir tahakküm hamlesi her yeni günü kapsıyor. Vahamet, can kırıklarını modern zamanların en öncü vaadi kılıyor, oradan da hakikate eviriyor. Gelecek şimdi, şu anda çürütülüyor, prangalanıyor, zapt ediliyor. Hemen her gün ve her manada gerileyen bir ülke ışıl ışıl, paldır küldür çöküşünü o yıkımını, hayata kastını, sıradanı hedefleyerek güncelliyor. Yeni ülkenin temellerinin inşası böylesine elim bir tükenmez fasit daire ile onun içinde eylenenlerle yapılandırılıyor.
Akla seza söylemlerin hepsinin birden günlük siyasa sahnesine dahil edildiği, bunlarla günün kurtarıldığı, geleceğin çürütüldüğü bir yer / menzil sapasağlam güncelleniyor. Yarınsız ülke şu anın içindeki gerçek yıkımlarda var ediliyor. Kentlerin yağmalanması, köyün / kırın yakılması, yıkılması “yaşama” düşülen şerhler işlerinden edilen akademisyen, gazeteci, avukat, öğretmen, vekil ve saire ve hepsi ve nicesi ile bu geri dönüşü artık imkansız “çürüme” uzamı bir hakikat kılınmaktadır. Yeni ülke nam saha daha önce tahayyül edilmiş o engizisyon sahnesidir artık. Biyopolitik çürüme artık tek “gerçek” paylaştırılandır.
Denetim / gözetim ve tahakküm bariz kılınandır. Denetim, gözetim ve tahakkümün etkin, sürekli bir hiza belirleyici olarak var edilmesi hiç şüphesiz ki tüm bu karanlık döngüyü iyice ortaya sermektedir. Yolun, yordamın fenaya kırıldığı bu biyopolitik cehennem onca veciz arasında inşa edilmektedir. Bay Bin Ali Feda Olsun’dan, Kılıçdaroğlu ve Bahçeli’ye devletin daha tepesine gelmeden türetilen her meram bu derin / bariz çürütmeyi imlemektedir. Egemen olan müesses nizamın üç isminin de uluorta eylediği kimlik karşıtlığı, bariz açık ırkçılıktır.
Tahakküm ile en başta kalıcı olmayı her şeyden çok isteyenin her yere müdahilliği / müdahale edilebilirliğine; heves eden, sıradanı alenen hiç addeden ‘aklın’ eylemi meclis toplantılarından, şablonu kestirilmiş olan anlatılar ve yorumlara kadar süreğendir, budur çukur. Çürümeyi noksansız bir güncelliğin başat, demirbaş öğesi kılmak çabasına hep düşülendir.
Yenikapı ruhun mefhumundan işte müesses nizam diye kestirmeden anılan, bildirilene milli ve yerli diye kodlanana daim olarak tüm bu fasit döngüye rehinelik yüceltilmektedir. Sıradanın yarasıysa her gün kanatılmaktadır açıkça. Devlet Bahçeli seslendirir: “Yunanistan'ın yeni atanan Kara Kuvvetleri komutanı işgal edilen adalarda soluğu almıştır. Yunan Dışişleri Bakanı aba altından sopa göstermektedir. Yunanistan, Balkan Savaşları'nda işgal edilmeyen, Lozan'da verilmeyen adaları ablukaya almıştır. Eğer ki tekrar denize dökülmeyi istiyorsa buyursun, Türk milleti buna hazırdır. Birileri Yunan hükümetine 1921'de, 1922'de neler olduğunu anlatmalıdır. Anlatacak yoksa biz yeniden Ege'ye kurşun gibi saplanmasını bilir, tarihi tekrar öğretiriz. Zorlamayın, boşuna heveslenmeyin.” Bir tahlil, bir tahayyül değil olduğu gibi kesintisiz bir linç ediminin şekillendirildiği, savunulduğu örnek Bahçeli’nin dilinden dökülür.
Nicesini söyleye gelmiş olan bir zat, yine yeniden el altındaki ol Yunanistan, Rum kimliğine hakaretamizliği, her türlü sınırı alaşağı ederek, tacizi bir hakkın ta kendisi belleyerek, savunmaktadır. Cüreti, uluorta pespayeliği daha fazla sivrilterek savunulan bir menzil Bay Bahçeli’nin hazır fırsat bu fırsat diye dillendirmesinden barizleşendir. Artık bu ülkenin müesses nizamının kodu, yönergesi ol ismin zikrettiği gibi her yere, herkese kükreyip, bağırıp çağırıp, bir gece apansızın tekerlemesini yinelemektir. Etrafındaki hemen hiçbir ‘ülke’ ile bağlarını bir türlü sulh alanında muhafaza edemeyen yeni ülkenin baş atarlananı olarak şu cümleleri sarf edebilmiştir Bay Bahçeli
Utançlar biriktirmekte pek mahir olan ülkenin idaresi, idarecisi bu sığlık sularında yedek hükümet desteği Bahçeli’den, ana muhalefet partisi olarak kendini bildiren Bay Kılıçdaroğlu’nun tutanaklara geçmiş vecizine karışır. ‘Bizim gençlerimiz Suriye için Suriye’de şehit oluyor. Bizim evlatlarımız, Anadolu’nun gariban ailelerinin çocukları Suriye için Suriye’ye gidiyor, şehit oluyor. E onların gençleri, Türkiye’de. Nasıl oluyor bu? Üstelik iş bulup çalışıyorlar. Bizim çocuklarımız işsiz, onların işi var. Bizim çocuklarımıza iş kapıları kapalı. Nasıl oluyor bu? İşsiz genç arkadaşım, hala isyan etmeyecek misin? ‘Artık yeter, ‘hayır’ diyorum demeyecek misin?’
“Hadi diyelim ki Suriyeliler geldi, olabilir, savaştan kaçtılar, itirazım yok. Alırsın kampta tutarsın. 81 ilde Suriyeli var arkadaşlar. Bakalım kamplarda. İşini açıyor, esnafın yanında. Bizim esnaf vergi veriyor, Suriyeli vermiyor. Esnaf kardeşim, bu düzene ‘Hayır’ demeyecek misin?” Irkçılık ile kimlik düşmanlığını “soldan” bir bakış açısı katmaktan kendini alıkoyman bir meramı paylaşmaktan, kendini alıkoymamaktadır Bay Kılıçdaroğlu.
Sınır ötesi tezkeresinin bilmiyoruz kaçıncı defa düzenlemesinde ellerini kollarını kaldıran bir siyasi partinin argümanlarının ahtan vahtan ötede, yitirilen insanların canlarından ötede, bir iktidar kaygısı, kavgası için ol sivilleri gözden çıkartmak olabileceğinin dehşetidir duyumsatılan. Süreğen kılınan bir memleket fasit dairesini var eden, ol faşizan, ayrımcı dile tutunarak Hayır cephesini genişletebileceğini ummaktır açık, seçik yara.
Bay Kılıçdaroğlu’nun dillendirdiği yüz iki koca yıldır bu sahanlığın, temel sorunu, en baştaki hatası olan içindeki, ister misafiri, ister yaşayanı olan herhangi bir halktan ol insana karşıtlıktır. Halkların Köprüsü Derneği açıklamasından ol can alıcı odağı buraya alıntılayalım: “İçinde, dışında yeterince düşman üreten ve ‘barışı’ neredeyse hayallerden bile çıkartmak için her türlü yola başvuran bu ülke hâkim siyasetçilerinin, iktidar ve muhalefet olarak el birliği ile yaptığı şey, aslında bu ülkeyi insanlığın dışına çıkarmaya çalışmaktır. Mültecilere mültecilik hakkı vermezseniz, beş yıldan daha uzun süre bu ülkede yaşayan ve çalışan mültecilere vatandaşlık hakkı tanımazsanız onları insanlıktan çıkarmaya çalışıyorsunuz demektir. İnsanlığın bir kısmını insanlıktan çıkardığınızda, aslında insanlığı ortadan kaldırırsınız! Sayın Kılıçdaroğlu, Suriyeli ve Türkiyeli halklardan özür dilemeli ve nefret suçu işlemeye son vermelidir.”
Kesintisiz, bir biçimde Bay Binali Yıldırım’ın da kerhen, alttan, üstten yorumları arasında dahil edilen ve önceki iki ismin sunduklarıyla benzeşen tahayyüller “müesees nizam” için öteki tanımının genişliğini de karanlığını da bildirmektedir. Akla zarar söylemlerin açıkça zamanın gerçeği denilip, kurulup, güncellendiği “yeni ülkenin” temelinin oluşturulduğu bir menzildeyiz bugün kesin olan bu bahistir. Adana’da Suriyeli mültecilerin kaldığı çadırların aleve alındığı bir yerdir o gerçekliğe kavuşturulan. Ne kadar çabuk yaygınlaştırılırsa nefret, hınç ve linç de onca ivedilikle sınırların içerisine bir hakikate dönüştürülmektedir budur işte ol vahim olan.
Suriyeli bir mültecinin on yedi yaşındaki bir çocuğu bıçakladığı, çocuğun da hayatını yitirdiği iddiasının ardından geçtiğimiz hafta içinde Yüreğir, Bahçelievler mahallesi sakinleri, arabalarla Suriyeli sığınmacıların bulunduğu çadırları taciz eder. Mahalle sakinleri, sığınmacıların mahalleyi terk etmelerini istemesi üzerine arbedede çadırlar yakılır. Haybeye, laf olsun diye değil tüm pespayeliği ile “siyasetin” argümanlarının sokaktaki yansısı bu kadar açık bir yıkımdır. Bunca kolaylıkla insanların canlarına kastın, birbirine kırdırılmasının yolu, zeminini oluşturmaktır utançlar hanesinde bu ülkenin her günde o sütunu doldurmaya devam eden. Zamanın gereği, zamane gerçeği diye duyurulan, işlenen ve kalıcılaştırılan bir çürütme halidir.
Siyasi partilerin genel başkanlarından, sokakta herkesi kılıçtan geçirmekten bahsedene yeni ülke hali, istikbali bu tahakküm etme şablonu ile kurulmaktadır. Zamanın gereği, zamane gerçeği olarak öne sürülen sadece vahametten istikbal, nefret ve linçten gelecek tahayyülüdür, kesintisiz olarak. Bir tartışmanın orta yerinde sarf edilen şu cümlelerdeki meramdır; geleceğin şekillendirilmesi / geleceğin ülkesi. “-Erdoğan’a benim canım feda. Çapulcu! Aleviliğin daha A’sını bilmiyorsun. Çapulcu! Nisana kadar lan sonunuz. Osmanlı gelecek alayınızı kılıçtan geçirecek.” Cürümler patavatsızca devletliyle benzeşerek muhakkak araya sıkıştırılan katliam, kıtal çağrıları ile yolu sağlama alınmak istenendir.
Cürümler böylesi önerilirken yıkım Xerabe Bava’dan, Sûr’a, Ağrı’dan, İstanbul’a her yerden ve her şekilde işlevselleştirilmektedir. Yolun yordamın nefretten salt kinden medet umularak inşasında bir -güncellik var edilendir. Cerahat ile hemhal olunan yerde buradan devşirilen istikamet de açıkça bir yıkımdır. Xerabe Bava’da, Tillatê’de var edilenler ile Sitillatê’den ol Sûr’un çeperinde yapılanlara oradan da Şengal’deki Türkiye Devleti’nden aldığı direktifleri uygulayan Kdp peşmergelerine bu soluksuzluk iklimi yapılandırılandır. Cürümler bitimsiz çürümeniz de kalıcılaştırılandır.
Biçimlendirilen “hayatın tırpanlanmasıdır”. Hasat her dem yıkımla, aralıksız eksiltme, çokça kan dökerek bina edilerek imal edilendir. Bir ülkenin gününü dünü ile hemhal kılmak tıpkı o dün gibi karanlıkla yarınını biçimlendirmek artık kesintisiz bir tahayyül ve eylemdir. Zamane gereği, zamanın gerçekliği olarak zikredilen tüm bu çürütme halidir. Denetim, gözetim ve nihayet o yıkım yeni denilende de kesintisizdir artık. Bir dolu günahı, zulmü ve kötülüğü var edip halen mağdur, hala bigünah olunduğu zikredenlerin menzilidir artık yeni ülke. Yeni diye bildirilen, şimdilerde, bu çürütme düzeneğinin açığa çıkan örgüsü, gerçekten gerçek resmi budur.
Gezi direnişi sırasında Taksim Talimhane’de eylemcilere ‘pala’ ile saldıran ve bir kadına tekme atan Sabri Çelebi, Libyalı bir iş adamını tehdit ettiği iddiasıyla 2 kişiyle birlikte tutuklanır. Daha önce taltif edilen, handiyse kahraman ilan edilen zatın aslında bir suç üreticisi olduğu ancak iktidarın korunaklı ilan ettiği, bildirdiği kesimlere saldırdığında suç olduğun kanaat getirilmektedir. Thales’in terazisi açıktan çalınmıştır. Gezi çoktan unutturulmuştur. Oysa şu iki satırlık haber metnindeki, yorumlardaki, yorum diye ortaya konulanlardaki gibi nice tahayyül ile o Türkiye’nin yenisi, bir ülkeyi değil tam olarak bir çukuru simgeleştirmektedir.
İktidarcılık oyununda kendine yer bulan Devletin Bahçeli’sinin dilinden iktidarcı bir köşe kadısına bildirilen kılıç artığı veçhesinde çıkagelendir işte yeni ülke. Zamane gereği, zamanın gerçeği olarak zikredilen bir kez daha ayrımcılığın en olur olmadık örneklerine sahip çıkmak, bunları birer hakikate evirmektir. Bahçeli: “MHP’yi Kürt kardeşlerimizin karşısında gösteren her kim varsa hem bölücü, hem de Türkiye düşmanıdır. Bu kalem ve kılıç artığı şahsın MHP’ye menfi tutumu bellidir, ama AKP’ye dost mu, hasım mıdır? Türk - Kürt arasına nifak sokan ya şerefsizdir, ya teröristtir, ya da zulmün oyuncağıdır.” Birörnekleştirilmiş cümleler, birbiri ardına yinelene gelen tekerleme gibi hizip, ayar vermeler ve sonrasına eklenen bir kılıç artığı tüyü!
Kesintisiz bir cürümler sofrasına açık bir biçimde dönüşmüş olan ülkeyi gösteren, iktidarın ortada kurduğu dehşetengiz senaryoların tamamlayıcısı olmaktan hiç hicap duymayan o makamdan yine yeniden yıkım emri çıka gelir. Çürütmek kesintisizdir. Alevilere yönelik hakaretamizlik, ucundan kıyısından bu topraklardan geçmiş, göçmüş olan Ermeni, Rum, Süryani, Keldani, Nesturi, Arap Hristiyan, Pontos, Yahudi ve sairi ve anılmayan her kesimi de ilgilendiren, onların da hatırlarında bir köşede mıhlanmış olan bet, fena ve kötücül tahayyül yeniden ekranlardan zuhur ettirilmektedir.
Bu ülkede yaşamın açıkta kökten kurutulması gailesi süreğen kılınmak istenmektedir. Milyonlarca cana kastetmiş olan o asırlık aklın tezahürü, onca zamanda bulmadığı, yok etmediği kalmamış gibi şimdilerde yarını bildirmek için kullanıla gelmektedir. İyi de yol her nereyedir? İma edilenler birer gerçekliğin ta kendisine geçit verirken, devletli ve yancıları ve muhalefet aksındaki birikmiş olan kini hiç saklamaksızın sunmak neyin nesidir bilen var mıdır?
Garo Paylan’ın meclis çatısı altındaki ol çekiştirilip, sündürüldükçe bağlamından kopartılmak istenen, soykırım bahsinden çok bunca zamanda hiç edilen anayasa çabaları, eşit yurttaşlık olgularına dair söylemlerinin üstünü aleni çizen tahayyül varken yol nereyedir? Paylan Özlem Özcan adlı şahsın ‘tweetinde’ yer verdiği, nefret söylemi için suç duyurusunda bulunur. Garo Paylan’a Özcan “Ecdad soykırdıysa şayet, sizin gibi soysuzun milletin meclisinde ne işi var” diye bir tweet atar. Nefret söylemi içerdiği apaçık olan sözler karşısında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı kovuşturmaya yer olmadığına kanaat getirir.
Bütün bu kılıç artığı çıkışı, tekmili birden hınç kusmalar, palalı esnaflar, kindar sözü eylemle birleştirmeler ve hukuk karşısında yeni Türkiye’nin sessizce kuşatılması yarına dair bir anlam bırakmakta mıdır? Yarın her nedir? Bu kadar kolayca gündemin satır aralarında yer edinen nefret söylemi, hiddet ve linç çağrıları varken yarın diye bir tahayyül kalmış mıdır hiç ama hiçbir ihtimal var mıdır? İçeride bu takıntılı hep bilindik yollar bina edilirken, arşınlanırken ol dış dünyaya da misal Almanya ile yaşanan gerginlik olarak duyurulan bahiste de karşımıza hiç eksiksiz çıkan o demokrasi sınavıyken her ne haldeyiz sorguluyor musunuz? Evet mi hayır mı?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2017
Görsel - Japanese magician Hiroki Hara performs on stage during the Sanremo Music Festival 2017 at the Ariston theater in Sanremo, Italy, on February 8. (EPA / Ettore FERRARI) via RFE/RL
#politikmeram#arzihal#söz hakkı#evet / hayır#siyasa#ırkçılık#faşizm#devlet 102#kılıçdaroğlu#bahçeli#mültecihakları#suriye#yeni ülke#garo paylan#ermeni#kılıç artığı#ölüm siyaseti#kırım#yıkım güncesi#barış arduç#referandum#ileri demokrasi#hayat#biyopolitika#anlamak
1 note
·
View note
Text
Yaşayabilmek İçin Soruyor Musunuz, Ne Olur Böyle?
Kesintiler, engebeler, engellemeler, kuşatma ve biteviye çitlemeler ile bir hayat mefhumu bu sınırlardaki o istek, arzu delik deşik olunuyor. Yaşamı, o eylemi var etmek, sorgulamak imkan dışı bir tahayyül belleniyor. Duraksamak yok, şüphe yok, yarın ne getirir bahsi yok, hep bir an ve şimdinin içerisinde muktedir sıradanın hayatına gözünü dikiyor. Erk, muktedir, iktidar tüm o şablonlarla belirlediği, keskinleştirdiği yurttaş profilini uygulamaya çalışıyor, ne ki hayatsız.
Bütün, var edilmek istenen mesel hayat istencinin esamesinin bile okunmadığı bir rehineliğin ta kendisi olduğu muştulanıyor. Ye, iç, çoğal ve mütemadiyen ama hiç kesintisiz olarak çürü! Durmak yok yola devam diyerek, bir asgari ücrete mahkum kılıp, en az üç çocuk formülünü dayatıp hep ama hep bir biçimde yaşamı dizayn etme tahayyülünde onun nasıl elden avuçtan çalındığını gösteren bir tahayyül artık hakikattir. Muktedir olan için yaşam eylemi sıradanlar için çekilmesi gereken bir cefadır. Var edilen ile bir zamanlar var olan edim, eylem bugün ol çabalarla defolu kılınıyor. Yaşam yerine ikame edilen bir rutin fasit döngüde tamamı devletli tahayyülünden imal bir karanlık döngü biçimlendiriliyor.
Geleceği çalınmış, maaşı iyice kuşa dönmüş insanlara piyango size de çıkabilir anonsları ile dalga geçiliyor. O piyango salt / sırf muktedire vurmazmış gibi. Cerahati ile yıkım cüretiyle, kentleri delik deşil edip bir de yeni kentler, kanallar, limanlar vs. yapma derdine düşmüşken o muktedir, o şehirleri var eden insanların rızklarını öğüten bir düzendir o hayat ediminin her ne halde olduğunu bildirecek olan. Bitimsiz bir karabasan halidir ol döngü. Vahamet bunun yeni ülkenin bir tahayyülü olarak sunulmasıdır. Muş’un bir köyündeki öğretmenin, öğrencisinin ol sırt çantasını paylaşmasından sonra çıkagelen bir tahayyüldür bariz, kesintisiz, doğrudan tüm bu anlattığımız mesele. “Annesinin battaniyeden diktiği sırt çantalı resmi çeken Muş'un Çınarlı Köyü öğretmeni Selvan Erek görevinden alınır.”
Ana akım medyanın lağım çukuru bir mevzisi olan Yeni Şafak, eline ulaştırılmış polis bülteni tadındaki metni şu şekilde paylaşır. “10-12 yaşlarındaki öğrencisinin yüzünü de açık açık gösteren öğretmen Erek, maddi imkansızlıklar nedeniyle öğrencisine çanta alınamadığını, bu yüzden ailesinin battaniyeden çanta yaptığını iddia etti. Yeni Şafak’ın edindiği bilgiye göre iddia, sosyal medya hesabından PKK’nın siyasi uzantısı HDP’ye destek mahiyetinde beğenilerde bulunan öğretmen Erek’in kurgusu çıktı.
Eğitim yılı başlangıcında bahse konu öğrenci dahil okuldaki herkese çanta ve kırtasiye malzemesi dağıtıldığı, ayrıca çocuğun ailesine de aylık 600 lira eğitim yardımı yapıldığı ifade edildi. Bir öğrencisini algı operasyonuna alet etmekten çekinmeyen öğretmen Erek’in görevden alınacağı öğrenildi.” Geleceği çalınmış, çürütülmüş bir yerde oluşturulan düzenek hayatı hiçleştirmektedir bariz bir hiç / eksik. Kötülüğü ele almış, bir insanın yoksulluğa karşı sergilediği yeniden var etme direncini, bir yol açma çabasını bile hakir görecek zihniyetin at koşturduğu bir yerde hayatın esamesi okunmaz, okutulmaz. Düzen bunun için vardır, o’nun adı hala bir düzense şayet.
Tüm tahayyüller boşa çıkartılırken, devletlinin sahip çıktığı cerahat bu menzilde yaşam biçimi kılınır. Hep eksik, hiç aralıksız yaralar bahşeden, düzenin sacayakları olarak dillendirilip var edilmiş tüm öğütücü hamlelerin yekununa rehinelik laf değil hayat diye sunulur, pay edilir. Ol cerahati güncelleyen, soluk almayı bile imkansızın odağına taşıyan bir menzil halinde hangi hayat iminden bahis açılabilir.
Bütün bu düş kırımı sahnesinden bir gerçeklik hali biçimlendiriliyor. Ekranlarda aralıksız oradan, buradan, şuradan protesto gösterileri, devletlerin uygun gördükleri şiddet seremonileri akarken bunlar sahiden bu menzilde hiç ama hiçbir zaman var edilmemiş gibi davranan bir ikiyüzlülük haliyle, yıkımın var edilmesi halidir mesele. Sarı Yelekliler’den, Viktatör diye bağıran Macar halkından, bir devrimi tamamlamaya çalışan Ermenilerden, zam üstüne zammı norm kılmaya isyan eden İsrail halkına pek çok yerde bu ülkenin de sorunları olan mesellere ses verilirken, eylemler planlanırken, Burası Paris mi diye bir cümlecik kurar, bay herkesin her bir şeysi! Sokağa çıkarsanız görürsünüz diye buyurur kendileri. Eline kalem verdiği bir zat Gezi’ye katılanların başları kesilmelidir diye buyururken, ana gövdeye kendisini entegre etmek için her haltı yiyebilecek bir insanlık düşmanı 0.01 “Milletimiz, devletimiz Gezi ve 15 Temmuz'da hangi cevabı vermişse, Gezi veya 15 Temmuz özentisi içine girenlere misliyle cevap verecek güçtedir” der.
Bir menzilin yaşamla ilintisini tüketme gailesinde var edilen yer, kat edilen mesafenin tamamı ile oluşturulan çukurun, yıldırının, çürütmenin Türkçe’sidir mesele. Kesintiler, ön almalar ve mütemadiyen iyi bir yer sayıklamaları bildirilirken cerahatin varlığı örtbas olunmaktadır hala. Bu kadar afaki bir hayat karşıtlığı bugünün sorunudur. Salt bir kimlik için değil, muktedirliğin tadına varmış dünkü ile bugünkü Türk için dahi yaşatmazlık bahsinin güncelliği meseleyken bunları hala konuşturulmamasıdır hayat mefhumunun delik deşikliğini bildirecek olan. Hayat her nedir, kendinize soruyor musunuz?
Biçimlendirilen ile anılanın arasındaki derin uçurumun güncelliğinde hayat meselinin karşılığı hala yanıt beklemektedir. Biypolitik bir yıldırı menzili güncellenirken dış değil içteki yıkımlar tazeyken her güne içkin bir hadiseyken, eskiden / yeni imal edilirken hayat her ne olacaktır, ne olmuştur? Tahakkümün varlığı, oluşturulan cerahatin niteliği ve her günün bir kez daha yıkıma rehineliği meseldir. İnsanların hakkından, hukukundan feragat olunup, yıkıma rehin olunduğu bir düzlem şekillendirilmektedir. Cerahatin fecaat hali artık her yerdedir. Menzilin duraksamadan çürümeye sevk olunduğu yerde delik deşik bahsi bir imgelem değildir artık. Ol hayatın ta kendisidir. Ne hale koyulduğunu ifşa edendir.
Türk Tabipler Birliği Yönetimi hakkında iddianame hazırlanır: “Herkes Terörist İlan Edilir.” Evrensel Gazetesi’nden Burcu Yıldırım’ın haberidir. “Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konsey üyelerine “Savaş bir halk sağlığı sorunudur” açıklaması nedeniyle açılan davanın iddianamesinde adeta sinekten yağ çıkarıldı. Önceki dönem Merkez Konsey üyelerine barış çağrısı yaptıkları gerekçesiyle 30 Ocak 2018 tarihinde operasyon düzenlenerek bir hafta gözaltında tutulmuşlardı. TTB yöneticileri hakkında hazırlanan iddianamenin davası 27 Aralık 2018 tarihinde Ankara 32. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülecek. İddianamede TTB binasına geçen yıl yapılan operasyonda el konulan dijital materyallerin, basına gönderilen ve HDP'den gelen e- postaların suç unsuru olarak gösterilen iddianamede, suç teşkil ettiği iddia edilen delillerin arasında hekimlerin eylemlerde kullandıkları afişler, Deniz Gezmiş'in fotoğrafları, Gezi eylemine dair fotoğraflar, insan hakları ihlalleriyle ilgili tutulan raporlar, sosyal medya paylaşımları, doktor raporlarına kadar her şey yer aldı.”
“Konferans ve etkinliklerde Abdullah Öcalan ile Fettullah Gülen'in de resimlerinin açıldığı iddiasının yanı sıra OHAL koşullarında sokağa çıkma yasağı ilan edilen ve Sur'da yaşanan hak ihlallerinin raporu da var. Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV), İnsan Hakları Derneği (İHD), Diyarbakır Tabip Odası (DTO), raporları üzerinde durulduğu görülüyor. İddianamede, “Kandil'e yapılan operasyonla birlikte dur durak bilmeyen çatışmalı bir süreci girildi. Ve sadece birkaç ay içerisinde sayıları yüzleri bulan masum siviller, örgüt militanları, askerler, polisler yaşamını yitirdi” ifadeleri 'suç'a örnek olarak gösteriliyor.
İddianamede yer alan ve Afrin Operasyonu'nu karşı söylenen her söz, yapılan her eleştiri suç sayılırken, terör örgütüne destek mahiyetinde sayılıyor. Bu nedenlerle şüphelilerin ayrı ayrı cezalandırılmaları istendi. İddianamede “Kayıtlı dergi, dijital materyallere ilişkin imaj ve exportların, afişlerin ve örgütsel materyallerin dosyasında delil olarak saklanmasına karar verilmesi kamu adına iddia ve talep olunur” ifadeleri yer alıyor.”
Bir menzildeki hayat hakkını savundukları için, meslekleri yaşamı korumak olan hekimler hedef kılınır. Barış tahayyülünün etrafından, kıyısından, köşesinden değil tam da ortasından bahis açan insanlar için “suç” yaratılır. Muktedirin iktidarı, medyası, yönlendirdiği kanaatçi zümre, maniple ettiği halk kitlesi ile bu yıkımlar peyderpey kılınır. Barışmak eyleminin tüm o unsurları artık bu ülkenin müşterekler lügatinden çıkartılandır. Vay halimize...
Gazete Duvar’dan iliştirelim: “Sokağa çıkma yasakları döneminde yasakların son bulması barış ortamının sağlanması için hazırlanan “Barış bildirisi”ne imza atan akademisyenlerin davasından ceza çıktı. Eski TTB Başkanı Profesör Gençay Gürsoy’a ertelemesiz 2 yıl 3 ay hapis cezası verildi. Bu kapsamda bin 100’den fazla akademisyenin imzasıyla yayımlanan barış bildirisiyle ilgili “silahlı terör örgütü propagandası yapmak” suçlamasıyla açılan davalarda İstanbul’da ilk kez bir hapis cezası kararı çıktı.”
“Kararı Artı Gerçekten Meryem Yıldırım’a değerlendiren 79 yaşındaki Gürsoy, bel fıtığı rahatsızlığı nedeniyle mahkemeye gönderdiği raporun kabul edilmeyerek bugün görülen davada hakkında “gıyabında” karar verildiğini söyledi:
“TTB Başkanlığı yapmam, ağırlaştırılmış neden sayıldı. Röportaj, yazılar, tweetler deniyor ama bunların hiçbiri dosyada görünmüyor. Avukatların haberi yok. Dosyada son dakikada yerleştirilmiş ‘deliller’ olarak konuyor ve bütün bunlar ağırlaştırılmış neden sayılıyor.”
Bugüne kadar barış bildirisine ilişkin davalarda 1 sene 3 ay ceza çıktığını, kendisine ise 2 yıl 3 ay hapis cezası verildiğini ve ertelenmediğine dikkat çeken Gürsoy, nedenini ise şöyle açıkladı: “TTB Başkanlığı suçu ağırlaştıran neden olarak sayıldı. ‘Propaganda’ yaptığımız iddia ediliyor. Sadece barış isteyen, 2 binin üzerinde akademisyen bir bildiriye imza atıyor ve bunlar suç sayılıyor. Usul açısından da bir garabet yaşanıyor. Noktası, virgülü aynı iddianame onlarca ağır ceza mahkemesinde yargılanıyor, her biri için başka türlü cezalar veriliyor. Bazıları dosyayı kapatmış durumdalar. Başka bir ceza hukuku maddesine gönderme yaparak erteleniyor. Böyle bir durum. Ne usul ne esas bakımından hukukun geçerli olmadığı bir dönem yaşanıyor.”
Hayatı savunma istenci, barışın müdafisi olma gailesi, her şart ve koşulda hekimliğin gereğini yerine getirmek gibi asgari müştereklerin takipçisi, mihmandarı olan insanların kalemleri teker teker kırılır. Bu ülkede kimsenin hayatına dokunmadık diyen bir iktidarın var ettiği en büyük yıkım ve yıldırı güncellemesidir son birkaç senedir yaşadığımız. İnsanları dibine kadar sinizm içerisine mahkum edip, her şey güllük gülistanlık propagandasına itirazı olanları hedef kılarak, tecrit ederek, gözdağı niyetine gözaltına alarak, kimilerimizi mahpus kılarak sözüm ona var edilmiş ileri demokrasi örneklenir. Her şey çoktan biçilmiş bir zorbalık rejiminin bekası adınadır. Hayat bu kadar ucuz bir mesel midir!
Muktedirin tahayyülü olan çürümenin bir icraat gibi sunulması günceldir. Hiçbirimiz için bir hayat hakkı, kendiliğinden imal olunan bir eylem / yapım / çaba artık söz konusu değildir. Yıldırı, kötülük, nefret ve hiddet, şiddet ve linç pratikleriyle sıradanın hayatı o istenç delik deşik olunandır. Biyopolitika kırımının mihmandarlığı bu ülke denilen sahada sabittir / tüm o yalın gerçekliktir. Bir çürütme haznesi “yeni ülke” bahsi açılırken kuruluyor.
Şansa, es kaza bir yaşam vaat ediliyor, ya da öylesi sunuluyor. Oysa çürüten, aklın sınırlarını zorlayan, çekilmesi imkansız kılınan bir zorbalık mefhumunun güncesi hayat diye sunuluyor. Çalınan, yıpranan, yok etmenin sınırlarına taşınan müştereklerimiz bunlara da alışırsınız denilip, Burası Paris mi sıkıysa sokağa çıkın tehdidi ile örtbas edilmek isteniyor. Çürüyen, ol eksik kılınan, hiçbir biçimde yarın vaat etmeyen şeye ne diyelim Mahmut mu diyelim yoksa memleket eyiye gidiye diyen sözüm ona komik bir skecin altına mı kalalım! Kesin bildiğimiz bir şey varsa o da bir fasit döngüye rehin bilinenleriz.
Cürümler, teşebbüsler ve mütemadiyen yıldırının ortasında denek bellenenleriz. Bir yurt vardı bahse konu edilebilecek onun deney sahası kılınmasının, son sürat uçurumu biçimlendirenler eliyle yıkımının tanıklarıyız. Hayat mefhumu tarumar olunuyor. Delik deşik kılınan tüm bu cümlelerde anlatmaya çalıştığımız şey o yaşama istencine vurulan ketlerdir. Burası böylesi hal ve istikametlerdeki çabalarla çürütüldü. Burası bunca kesintisiz yıldırı ile ülke olma vasfını artık tastamam yitirdi. Tahayyül değil hakikat varlığı kesin, kesintisiz olan çürüme cürmü ol hayat istencini yağmaladı. Kesin bilgidir.
Meşum zat Pazartesi günü kaldığı yerden konuşmaya devam eder. Bir tahayyül değil de açık, aleni bir hakikat olan çürümenin yanı sıra bir de ırkçılığı günceller. Tetikçilere yol gösterir ol meşum zat. Gezi Başkaldırı’sı için etmediği hakaret kalmadığından yeni baştan Bezmialem Camî’sine girip alkol içtiler yalanına bir kez daha başvurur. On ağaç için onca patırtı koparttı o insanlar minvalinde cümleleri sıralarken ana muhalefetin Bay Kemal’ine plasesini verir. Ol muktedir kavgasında sıradanın meramı da, yarası da, onca çürüme de, bir dolu yıkım da böyle bu kadar pervasızca örtbas olunur. Beş koca sene geçmiştir, Mart 2019 seçimlerine kadarki o süreci olur olmadık her dakika, her an yeniden gerginlik ve yıldırı ile kuran, düşleyen bir aklın vardığı cerahatli toplamdır çürüme.
Evrensel Gazetesi’nden alıntılayalım: “Bir daha çözüm süreci beklemeyin, geçti o iş. Tüm terör örgütleriyle başlattıkları canlı bomla saldırıları, silahlı eylemlerle büyük şehirleri esir almaya çalıştılar. Bu ara Bay Kemal sokağa çağırıyor" diyen Erdoğan, Gazeteci Fatih Portakal'ı da bir kez daha hedef aldı ve "Birileri çıkmış Portakal mıdır, mandalina mıdır nedir, sokağa çağırıyor. Haddini bil haddini. Bilmezsen haddini, bu millet patlatır enseni. Buldun ekranı, bu ekrandan milleti sokağa çağırmak.. Bu ülkede benim milletimin onuruyla oynanmaz, hesabı ağır olur.” ifadelerini kullanır.
Yaşatmazlığı bir beis görmeden savunmak, çürümeyi kafi bulmayıp daha fazla toplumu gerip ayrıştırma derdine düşmekle bir yeni ülkeye varılmayacağı açıktır. Geçmişinin karanlığını var eden, geçmişte pek çok cana mal olmuş bir tahayyülün bu defa, herkes bizim zamanımızda rahat nefes aldı diye böbürlenen bir zat tarafından seslendirilmesi bu ülkenin utanç karelerini günceller. Ol utanç vesikaları altında kalakalmış bir menzildir hakikat! Her defasında açık bir çabayla bu ülkeyi yaşamdan kopartmak üzerine titrenen bir devletli çabasıdır. Derinlerine ta dibine kadar gömüldüğümüz çukurumuzun üstüne toprak atmalara doyamadı muktedir. Kötü, bet ve fecaatten bir ülkeyi var etmek söz konusu değilken, hem nalına hem mıhına şiddeti en başta da linci arzulayan, buna göre bir biyopolitik deney sahasını var eden insan mı geleceğe taşıyacaktır bu ülkeyi! Oluşturulan çukur hepimizi yutmaya hazır bir kara delik haline artık dönüşürken, delik deşik edilmiş hayatlarınızın farkında mısınız! Anlıyor musunuz hayat elden çalınıyor, sahiden umursuyor musunuz? Hepimiz aynı gemideyiz bahsinin nasıl kadük bir hal ile yerle yeksan edildiğini nihayet görüyor musunuz? Hayatlarınız için, bir ülke dediğiniz şey için, yaşayabilmek için soruyor musunuz, ne olur böyle?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2018
Görseller: Artworks By Flora BORSI – Behance
#söz hakkı#demokrasi#yaşama istenci#yıkım#gezi başkaldırısı#gezi beş yaşında#müştereklerimiz#selvan erek#muş#öğretmen#yaşayabilmek#tecrit#tihv#gençay gürsoy#ihtam#türk tabipler birliği#dava#yara#yalan#biyopolitika#devlet102#arzihal#türkiye gerçeği#sessizin meramı
0 notes
Text
Bunun Her Neresi Yenidir....
Düzenin bir vaat olmaktan çıkarttığı cerahatle hayatlarımız hem kuşatılıyor, hem eksiltiliyor. Bugün yaşadığımızı varsaydığımız bu cendere bir deney sahası istikametini hemen hiç eksik gedik olmadan taşıyorsa bu tahakküm hamleleriyle beraber var ediyor, bunu kesintisiz kılıyor. Geleceği toptan yutulmuş, şimdisi bir çürüten hazne kılınmış olan yerdeki tahakküm bütün ol cerahatin varlığını aralıksız yeniden ve yeniden güncelliyor. Bugün bu sahada hayat mefhumu alışılageldik tüm tezlerden bağımsız olarak bir de iradeye saldırılarak harap / viran kılınıyor.
Bugün, bir yeni ülke sanrısının güncellendiği, bir tek bu bahsin ittir kaktır devam olunduğu ol yerde eksiklik bu hakların yıkımı değildir, yaşamla kurulan bağların çürütülmesidir. “Yıkım”, her yerdedir. Cerahat her gündedir. Fecaat hayatın demirbaşıdır. Bir rutini bile sıradan olana reva görmeyen iklimin var ettiği dehşettir mesele. Söz havalara yazılıyormuş gibi görünse de asıl olan bu cerahate karşı ayakta kalabilmektir. Bugün, şimdi, şu anda bu cerahat kuşatması karşısında hayat delik deşik edilse de devamlılığının bir biçimde olacağını öngörmek lazım gelendir.
Biteviye çöküşün var edildiği yerde de bir son vardır bir dip vardır. Düzenin bir vaatten daha öteye taşıdığı cerahate karşılık müştereklerimizi savunabilmektir mesele, öncelikle bir yarına varılacaksa şayet. Bugün yaşadığımız döngünün bir yara haline dönüşümü kesintisizken hiç değilse tükenmemeye çalışmaktır önceliğimiz. Sırtımıza yük edindikçe, yüklendikçe kuvvet kazanan devletlinin cerahatine karşılık insan olmanın ana hatlarını zayi etmemektir meramın ta kendisi.
Düzenin sunduğu çürütme, var ettiği cerahat güncellendikçe yaşam intibası da zayi edilmek istenendir. Durumumuz, bütün bu çürütme, eksiltme haline karşılık yeniden sıradan olanın o hayatını var edebilmek / birlikte inşa etmektir. Bir şablona sıkıştırılmış kof sloganlardan çok daha fazlasıdır derdimiz. Bugün bir ülke diye var edilen cerahat menzilinde hayatın zaptına ses etmektir can alıcı meselimiz. Talanın yağmanın, bile isteye suçun öncelendiği, yüceltildiği yerde düzen denilen şema hepimizin hayatını eksiltmektedir. Bülent Falakaoğlu’nun herkesler için anlaşılır bir dille kaleme aldığı ekonomi yazılarının sonuncusundan alıntılayalım:
“Firmalar topyekun mücadele yarışına girmiş. İçişleri Bakanlığı valiliklere talimat vermiş, Bakan, Ekim ayında düşecek demişti. Bunlara rağmen enflasyon artarak yüzde yirmi beşi aştı. Hükumetin yıl sonu için yüzde 20.8’lik tahmini şimdiden çöktü. Merkez Bankası’nın yüzde yirmi üç buçukluk tahmini bile iyimser kaldı. Ücret ve maaşların en az Cumhurbaşkanına yapılan yüzde 26’lık zam kadar arttırılması şart oldu!
‘Dolar düşüyor ama fiyatlar niye düşmüyor’ diye soranların enerji ve üretim maliyetindeki yüksekliğe (Yukarıda rakamları paylaştık) bakmaları gerekir. İstatistik Kurumu verilerine göre yılbaşından bu yana üretim maliyetleri yüzde 40 oranında artmış. Birçok firma, tüketim azaldığı, talep düştüğü için bu yüksek üretim maliyetinin tümünü fiyatlara yansıt(a)mıyor. Kurlar düşse de, üretim maliyeti düşmediği için indirime gidemiyor. Peki bu durum, ��Temel tüketim mallarına yapılan zamlar geri alınsın’ talebini boşa düşürür mü? Hayır. Hükümet enerji zamlarını geri almalı. Övündüğü otoyol ve köprüleri ucuzlatmalı. Kamulaştırma yapıp bazı mal ve hizmetleri ucuz sunmalı.
Hükümetin bunların yapmak yerine... ‘Fırsatçılık var’ diye şikayet etmesi, yarattığı bağımlı ekonominin sorgulanmasını engelleyip, esnafı hedefe koyma gayretinden başka bir şey değil! İthalat çakılıyor. Bağlı olarak dış açık ve cari açık azalıyor. Bu TL’yi değerlendirecek bir durum lakin hayat pahalılığını kısa sürede kaldıracak bir durum değil!” diye bildirir.
Cerahati var edenlerin hemen her gün, her nasıl “yeni” yıkıcı, kıyıcı ve yok edici hamlelere giriştiği afakidir. Ayan beyan olan hayata karşıtlığı artık ekonomik yansısının da ağırlıkla ol sıradana kestirilmesidir. Bir çaba değil, bir sonuç kabilinden bu menzilin yaşamla olan hemen tüm bağlarını kopartmak güncellene gelendir. Enflasyon ile var edilmiş çöküşün üstüne eksik gediği tamamlamak için her yerde yükseltilen mücadele formunun bile nasıl müştereklerimizi yok etmek için / adına olduğunun kanıtı Falakaoğlu’nun yazısında belirgindir, sorgulamaktan kaçınılanlar afakidir.
Yükseköğretim Kurumu adlı On İki Eylül darbesi mamulü kurumun otuz yedinci yılıdır geçen hafta. Otuz yedinci yıl dönümünde siyasi baskı altındaki üniversitelerin durumunu Evrensel Gazetesi’nden Eylem Nazlıer haberleştirir. Akademisyenler üniversitelerde güncel bir korku ikliminin hakim olduğunu belirterek kamuya yararlı, bilimsel bilgi üretiminin artık mümkün olmadığını dile getirirler. Düzenin güncellediği bahis hayatın sorgulanmamasıdır hemen hemen her anlamda.
“Eğitim Sen İstanbul 6 No’lu Üniversiteler Şubesi Başkanı Görkem Doğan şu an tek etkili kurumun saray olduğunu ifade ederek “Şu an içinde bulunduğumuz tek adam rejiminde herhangi bir devlet kurumunun bir etkisi yok. Saray da bir kişi yani cumhurbaşkanı ve onun etrafındakiler anlamına geliyor. Bugün YÖK’ünde bir anlamı yok” dedi.
Artık üniversiteyi YÖK’ün etkilediğini söylemenin çok doğru olmadığını aktaran Doğan, şunları söyledi; “Üniversitelerin durumu Türkiye’deki genel kurumsal aşınmayla bağlantılı bir biçimde geriye gitmiş durumda. En önemli şey ihraçlar. Bu ihraçların yarattığı hava itibariyle sağcı, İslamcı diye bileceğimiz üniversitede çalışan kişiler dahi geleceklerinden endişe etmekteler. Genel bir korku iklimi hakim. Bu da insanların konuşmak noktasında saraya yakın kişiler değilse korkmasına neden oluyor. Sarayın öfkesinin kime hangi sebeple odaklanacağına dair bir fikriniz yok. Bu da genel bir korku iklimi yaratıyor.”
Üniversitelerin sadece diploma ve sertifika dağıttığının altını çizen Doğan “Üniversitenin kaderi Türkiye’nin siyasi kaderine bağlı. Eğer şeffaf bir inceleme yapılırsa ihraç edilen arkadaşlarımızın geri gelmesi lazım. Onların gelmesi dahi çok önemli bir hava değişikliği yaratacaktır. Üniversiteleri yeniden toplum için, doğa için insanlık için faydalı bir kurum haline dönüştürmek çok önemli bir görev” dedi.”
Sayıştay'ın “Kamu İdareleri Denetim Raporlarını” hazırlayan başkan yardımcısı Fikret Çöker görevden alınarak yerine Zekeriya Tüysüz getirildi. Mevcut değişikliğin 2 Kasım 2018 tarihinde yapıldığı öğrenildi diye bildirir Bianet. Memleketin denetleme kurumlarından birisi olan yapıdan o raporlardan dolayı değil kendi arzusu doğrultusunda görev yerinin değiştirildiği bilgi notu geçilir. “Çöker'in görevinden alındığı yönündeki haberler gerçeği yansıtmamaktadır, kedisi Sayıştay üyeliğine dönme yönündeki talebi yerine getirilmiştir” denilir.
Sayıştay’daki görevden almayı değerlendiren Chp İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu, olayın belediyelerde yapılan yolsuzlukların ötesinde devleti yönetenlerin, yapılan yolsuzluklara bakışını ortaya koyduğunu belirtir. CHP İstanbul İl Başkanlığı, Büyükşehir Belediyesi, İSKİ ve İETT ile ilgili Sayıştay’ın tespit ettiği 753 Milyon Türk Lirasını bulan yolsuzluk ve usulsüzlüklere ilişkin olarak savcılığa suç duyurunda bulunur.
Kaftancıoğlu suç duyurusu öncesi şu a��ıklamada bulunur. “Sayıştay'ın bulgularına bir kaç örnek vermek istiyorum. Taşınmaz kayıtları tutulmamaktadır. İhale Kanunu'na aykırı işlem yapılmaktadır. İhale ile yapılması gereken işlerde ecri misil ve kiralama yöntemi kullanılmaktadır. 9 zincir markete haksız kaynak aktarılmaktadır. Ruhsatlandırma yapılmamaktadır. İştirak kar payları İBB'ye verilmemektedir. Özel elektrik dağıtım şirketlerine yasalara aykırı imtiyazlar sağlanmaktadır. Su fiyatları doğru tespit edilmemektedir. İSKİ kaynakları açıkça yağmalanmaktadır. Sayıştay ilamları tahsil edilmemektedir. Liyakat bozulmakta çalışanlara haksızlık yapılmaktadır. İnanıyoruz ki Sayıştay'ın onurlu üyelerinin hazırladığı bu raporla kağıt üzerinde kalmayacak, olması gerektiği gibi İBB yöneticileri hakkında kamu davası açılacaktır. CHP olarak kesinlikle bu davanın peşini bırakmayacağız. Sorumlular yargı önünde hesap verene dek mücadelemizi sürdüreceğiz.”
Geleceğin istimlak edilmesi bir şimdi dahilinde var edilmiş olan yıkım ve yağmayla güncel kılınandır. İzmir’de bulunan Tariş Zeytin ve Zeytinyağı fabrikasında Disk Gıda-İş sendikası üyesi yedi işçinin işten atılması üzerine diğer işçiler, arkadaşlarının işe geri alınması ve sendikal hakları için fabrikada eyleme başlar. Patronajın isteğiyle fabrikaya gelen polis hak arayan işçileri ve dayanışma gösteren Türk-İş ve Disk’e bağlı sendika temsilcilerini gözaltına aldı. Gözaltına alınan işçiler altmış dördü o gecenin sabahında serbest bırakılır. Fabrika önünde açıklama yapan Gıda-İş Genel Başkanı Seyit Aslan, “Demokratik haklarını kullananlara karşı baskı yapmak doğru değildir. İşverenin istifa ve sendika değiştirme baskıları suçtur” der.
“İşçilerin yasal haklarını kullandığını belirten Aslan, “İşçi arkadaşlarımız gece boyunca gözaltında kaldı. Suç var mı, yok. İşçiler yasal haklarını kullandı. Talebimiz insanca yaşamaya yetecek bir ücrettir. Sendikanın tanınmasını ve toplu sözleşme yapılmasını istiyoruz. Atılan işçiler işe geri dönene kadar fabrika önünden ayrılmayacağız. Sendika haklarını kullandıkları için cezalandırıldılar” diye bitirir açıklamasını Seyit Aslan.
Gelişigüzel büyüme masalları anlatılırken kahir eksen dışlayıcı tehditler, gözaltılar, tecrit ve tacizler yinelenirken ver kur oyunları, kur oradan dış mihrakların oyunları temalı haberleri ve her şey oyun enflasyon şişirme denilirken gerçek bir yıkım şablonuna rehin ülkenin varlığını kanıksatmaktır. Gerçekten gerçek kılınan bir rehinelik düzenine alışın buyrulmasıdır. Düzenin vaat olmaktan alıkoyduğu cerahatle hayatlarımız kuşatılıyor, buna bariz bir örnektir o Tariş’te yaşattırılanlar.
Direnişin bir imge olmaktan öte hayat mefhumundaki devletli gölgelemesine karşı bir duruş ve sorgulama hakkı olduğu bildirilmelidir, bilinmelidir. Bugün bu sahada hayat hakkı talanı devamlılığı sağlama alınandır. Bugün bu menzilde gözlerimizin içine bakıla bakıla var edilen yara hayat hakkını yerle yeksan eden muktedirin armağanıdır, içinde hep daha ağır yıkımları barındıran, takdim eden bir yara. Cerahat hayatlarımızı kuşatan ve örselerken aklı da, sözü de tüm o nihai olan anlamı da çalınmaktadır, haklarımız her ne olacaktır?
Yirmi beş insanın hayatına mal olan bir kırımın alelacele sümen altı edilmesinin ardından tek başına, doğru okudunuz birkaç tekil seslenişten birisi olarak dokuz yaşındaki oğlu Oğuz Arda Sel ile eski eşini yitiren Mısra Öz’ün başına getirilen TCDD müdürü tarafından engelleme bir cerahat değilse her nedir, neyin nesidir? Canlara kasteden bir ülkenin inşasının böyle kolayca bina edildiği bir menzilde, bir yaraya saygı gösterip, iki satır açıklama yapmak neden zordur? Nasıl bunca rahatça engellemelerle, sanki yokmuş, hiçbir olay olmamış gibi davranılabilir. Bu bahsin karşılığı cerahat değilse her nedir, neyin nesidir? Mısra Öz ve onunla birlikte yirmi beş ailenin hesabı mahşere mi kalacaktır?
Sosyal medyada sesini duyurmaya, adalet talebini dile getirmeye devam eden Mısra Özsel’i TCDD Genel Müdürü İsa Apaydın, sosyal paylaşım sitesi Twitter'da engelledi. Mısra Öz Twitter’da engellendiğini şöyle duyurdu: “Beni engellemek, yazdıklarımı görmemek bu faciayı örtmüyor, Gerçekler ortada! 25 kişi öldü! Oğlum öldü oğlum! Neden rahatsız oldu acaba?’
Birgün’den Ekin Akyaz’ın haberidir: “BirGün'e konuşan Mısra Sel, "Öncelikle şoktayım, aynı şekilde hiçbir şey olmamış gibi hayatlarına devam ediyorlar. Bilirkişi raporuyla ihmaller göz önüne serildi. Her şey tüm ciddiyetiyle ortada duruyor. Tam 17 hafta geçti ama tek bir yetkiliden elle tutulur bir açıklama gelmediği gibi bizim sesimize de tahammül edemiyorlar" ifadelerini kullandı.”
“Bizlerin hayatları altüst oldu. 25 ailenin tamamı için konuşuyorum” diyen Sel, “Biz açıkça şunu soruyoruz, nasıl o koltuklarda hala oturabiliyorlar. Başka ülkelerde bu tür olaylar yaşandığı zaman bakanlar istifa ediyor. Biz de ise Pamukova, Çorlu yaşandığı halde, İsa Apaydın o koltukta oturmaya devam ediyor. Üzerine bir de bizlerin şikayetine tahammül edemeyip engelliyor. Yönetemediğinin bundan daha açık bir göstergesi olabilir mi?” dedi.
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi (İSİG), basına gönderdiği mesajla, 3. Havalimanı İnşaatı’nda yaklaşık altı aydır çalışan Seyithan Kaya adlı işçinin 15 metre yükseklikten asansör boşluğuna düşerek yaşamını kaybettiğini açıkladı. Evli ve iki çocuk babası Kaya, Karslıydı. Kaya’nın yaşamını kaybetmesiyle 3. Havalimanı inşaatında yaşamını kaybeden işçi sayısı İSİG’e göre 39 oldu. Bianet’in haberidir.
Halkların Demokratik Partisi (HDP) İzmir Milletvekili Serpil Kemalbay’ın 3. Havalimanı işçilerinin çalışma koşullarına dair soru önergesi de, “Tek amacı iştiare sağlamaktan ibaret konular’ olan soruların başkanlıkça kabul edilemeyeceği hükme bağlanmıştır” denilerek, iade edildi. Kemalbay soru önergesini 26 Ekim 2018'de vermişti. Soru önergesi bugün iade edildi.
Kemalbay, iade gerekçesini “manidar” bulduğunu belirtirken cevaplanmasını istediği soruların bir kısmı şöyleydi:
* 3. Havalimanı şantiyesinde 20 Ekim 2018 tarihli basına yansıyan rögar çukurunda bedeni bulunan işçi hakkında Bakanlığınızca bir araştırma yapılmış mıdır?
* Rehberlik ve Teftiş Başkanlığı’na söz konusu işçi ölümüyle ilgili denetim görevi verilmiş midir?
* Söz konusu iş kazası SGK’ya bildirilmiş midir? Bildirilmedi ise idari para cezası uygulandı mı? İşçinin hak sahiplerinin iş kazası sigorta kolundan ve hak etmişse ölüm sigortası kolundan faydalanması sağlandı mı?
* İşçinin cansız bedeninin günlerce kuyuda kaldığı doğru mudur, ölüm sebebi nedir?
* 3. Havalimanı inşaatı başladığından bu yana yaşamını yitiren, iş göremez raporu alan işçi sayısı kaçtır?
* 3. Havalimanı inşaatında kayıtlı ve kayıt dışı çalışan işçi ile yabancı uyruklu işçi sayısı kaçtır ve çocuk yaşta işçi çalıştırılmakta mıdır?
* Bakanlığınızca sadece 27 işçinin yaşamını yitirdiği açıklamanızdan sonra bu ölümler öncesi ve sonrası hangi önlemler alınmış ve işverene hangi yaptırımlar uygulanmıştır?
İnsanlık meselinde büyük, derin yaralara sahip bir ülkenin inşası güncellene gelendir. Cerahat artık ötelenmeksizin, ötekilerin topyekun tamamına birden reva görülen yıkım, yıldırı vb. ağır, yıkıcı hamlelerle birlikte çıkagelen bir tahayyüldür. Gerçekliği çürük, eksik, gedik olan bir yer sahne kılınırken, burada yaşayın diye buyrulurken bunun her neresi yenidir? Yitimin yok edip zayi kılmanın, cürümlerle hayatı boğmanın her neresi yeni olabilir, sahiden de neresi! Açıkça bir yaşam ihtimali bırakmayan sahnenin çukurluğu tescillenirken, geleceğiniz, onun bunun ya da şunun iktidar kavgasında değil siz sıradan olanların her nasıl hayatı geri kotarabileceğinize dair tahayyülünüzdedir. Bu çukurda bile yolun ötesi, her nereye varılacaksa orası ancak tüm o imeceyi yıkımdan geri kurtarma mücadelesiyle mümkündür. Cerahat nefesimizi keserken hiç değilse bu sorguyu düşünün! Düşünmek şimdilik çürümeden evladır....
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2018
Görseller – Surreal Portrait – Antonio MORA – Art Space
#memleket meseli#sorgu#tahayyül#sessizin sözü#anarşizan#nefes#yaşamak#tahakküm#devletli#ekonomik çöküş#yıkım#yükseköğretim kurulu#sayştay#fikret çöker#kaftancıoğlu#chp#tariş#mücadele#tren kazası#çorlu#arda sel#üçüncü havalimanı#iş cinayeti#çürüme#noktalamalar#eksik harfler#biyopolitika#devlet101#sözcükler
0 notes
Text
Ahlar Altında Kalmamak İçin Hesap Soracak Mıyız!
Havada asılı kalmaya devam eden ahlar menzilidir bu ülke şu saha nihayetinde toprak parçası. Her yanında devletlinin eylediği / yol açtığı ve mübalağasız onayladığı, kanıksatmaya çalıştığı bir yıkım güzergâhıdır burası, işte bu kara parçası. Hayat hakkının alenen ayaklar altına alınıp çiğnendiği, onun dönüştürülme bahsiyle enikonu çürütüldüğü bir sahadır var edilen. Her şeyin birbirine bağlantılandığı bütün emareler birleştirildiğinde devletin bir kez daha ifşa olduğu bir menzildir ol ahları var eden. Sınırın hemen her yerinde, menzilin en içinden ta en dışına kadar denetim / gözetim ve tahakküm yinelenirken “yıkımdır” öncelenen budur ol ahların menzilini bildiren.
Hayata karşıtlığı bir mesele değil sıradan bir eylem / vaka bir normatif olarak gören / bildiren / ezber ettiren devletlinin yaşattıklarıdır mesele. Ahlar Ağacına dönüşmüştür koca bir yaşam sahası. Biyopolitik cerahatin evreleri güncellenirken, yaşatılan dosdoğru “hayatın” dar edilmesidir. Birbirini tamamlayan, dengeleyerek yeniden var eden bir yıkım ekseninin adıdır, yeni kendi eskinin çürük uzamı olan yer. İnsanın haklarının olduğundan bihaber koyulmasına devam denilen bir menzildir var edilen. Yaşama düşülen şerhlerin bir kanun, yasa / edim değil hizalama aracı, basit giyotin olarak biçimlendirildiği yerdir mesele. Yeni ülke eski nizamındır.
Geleceğe doğru adım atılacak ne eşik, ne yön, ne tek bir hamlelik seçenek bırakılmamaktadır. Hayat şimdimin dâhilinden, dünden sahiplenilenmiş yıkımla zapt olunmaktadır; hala ve hala. Havada asılı kalan ahların imali bu biteviyelik, hiç kesintisiz; tehdit ve aşağılama ekseninden var edilenlerle imal olunmaktadır. Geleceğin yıkıldığı yerdir iş şimdinin ahlar ülkesi. Gelecek bahsinin yeniden evet / hayır’a sıkıştırıldığı bir yerde dünün vaatlerinin ardının nasıl derin bir hayal kırıklığı olduğu afakiyken halen inanabilmektir devletliye o’dur daima mesele. Yalanın tezgâhında işlenen her bir bahiste yeniden biçimlendirilen “hayal kırıklığını geliştirme olarak bildirilmektir”.
Cürümler ardılı sıra güncellenirken ‘ahın’ nasıl bir yıkım olduğunu bildiren / gösteren / kanıtlayan viraneliktir siyasa sahnesinden hayatımızın gündelik haline karıştırılan. Havada asılı kalmaya devam eden ahtır aslında bu ülkeyi enikonu çekilmez kılan. Cerahatin boyunduruğu artık dört yanı sarıp sarmalarken istibdat aslında bir biyopolitik reaksiyon olarak hepimizin hayatının orta yerinde yükselmektedir / kalıcılaştırılmaktadır. -Yalanların alelacele halının altına süpürüldüğü menzilde kırımlar, kıtaller, linç ve nefret söylemleri, hep o halının altından taşa durmaktadır. Cerahatin devletli eliyle sahiplenilmesi bir hiza adına her yerde ve her şekilde varlığı güncellenirken oluşturulan bir döngüdür. Halının altında duran, hepimizin tahayyülü olan hayat istencinin katledilmesidir(!). Örnekler, yaşananlar ve yaşatılmaya devam olunanlar hep birlikte tüm bu uzamın ol hakikatini bildirmektedir.
Cerahatin güncelliği, yaşam hakkına kasıttan barizdir / alenidir. Hayat hakkını hiçleştirmek onu dönüştürmek, bir rehinelik meseline çevirmek kalıcılaştırılandır işte. Yeni ülke hala aynı çürütendir, yeni diye anıla gelen dünün cerahatinden kendine, yol, yön tayin edendir. Yeni aslında taşıdığı her nüvesiyle dünün bezirgânlığının / kötücüllüğünün tüm karanlık temsilinin daimi varlığını kanıtlayan bir çatıdır. Yeni de eski gibi ölümündür.
Yeninin dünün eskisiyle hemhal hali bir mübalağa değil tüm bu yaşatılanların devamlılığında eninde sonunda karşı karşıya olduğumuzdur. “Düş kırımlarının” can kırıklarıyla hemhal edilmesi, onulmaz yaraların denkliği / çokluğu ve her yerdeki, varlığı bütün bu çürüten menzili imlemektedir. Burası ahların hala sıradan addedildiği, karanlığın öz yurdudur. Burası çürüte çürüte bir günün var edildiği bir yarınınsa bırakılamadığı o menzildir. Ahlar her yerdedir, hemen her günde hemen her şekilde. 22 Aralık 2016 tarihinde iki askerin yakılma görüntülerini içeren Işid menşeli 15 dakikalık bir video paylaşılır. Çürüme istencinde erkçe gizli veyahut da açıktan desteklenmiş bir katil sürüsünden ülkeye tehdidin artık sayısını sayamadığımız bir yenisi bir kez daha ağdan herkesin evlerine düşürülür. İki ayı aşkın zaman geçmiştir bu yayının üzerinden ihtimal canlı canlı kırımın videodan hafızalara düşürülmesinin ardından.
Birgün Gazetesi’nden Zeynep Yüncüler asker Sefter Taş’ın ailesi ile konuşur. Uzun süredir psikolojik tedavi gören Annenin şuurunu kaybettiğini ve hastaneye kaldırıldırdıklarını anlatır Sefter Taş’ın Babası. “-Ne oldu bizim çocuğa, unutuldu. Elli beş gün oldu. Karım şuurunu kaybetti, bende de dayanacak güç kalmadı, tek bir açıklama bekliyoruz” der Aydın Taş. Bir tek cümleye sığan ahlar, yanıtsız koyulan sorular menzili ortadadır. Kitabi cümlelerin değil göz önünde özden kopan çığlıkların menzildir işte o “ahlar ülkesi”. Yanıtsız koyulan salt evet / hayır bahsi değildir artık insana her ne olduğunun önemsiz addedilmesindeki çürümedir mesele.
Hayata bunca karşıt / hayatın bunca karşısında tek bir gün değil yakalanan her fırsatta güncellenen bir vahametin sarmalını / yıkımlarla güncellenendir. Yara açıktadır, iki askere her ne olmuştur yanıtsızlığı / sessizliği yakınlarını yıkmaktadır. Budur zaten ahın kendisi bu kadar açıktır. Sakarya’daki bir Kur’an Kursunda eğitim gören, bir çocuğa uyguladığı şiddetin kaydı internet'te sıkça paylaşılan, hakkında soruşturma açılan sözüm ona “eğitmen” Şükrü Y.’nin ta kendisinden cisimleşendir açıkça anlatmaya çalıştığımız. “Küçük yaşta çocuğa darp ve kasten yaralama, eziyet suçlamalarıyla tutuklanan eğitmen(!) Şükrü Y.’nin avukatı, İkinci Ağır Ceza Mahkemesi’ne başvurur. Tahliye kararı neredeyse bu menzilin olağan akışından bile hızlıca yazılır.
Dayakçı, eziyetçi eğitmen(!) tahliye edilir. Bu ülkenin havada asılı kalan ahlar menzili olması kesintisiz yapılanlarla, nihayetinde gerçek kılınanlarla birlikte barizleşendir. Süreklilik kazandırılan zalimanelikle birlikte inşa olunan tehdit mekanizmalarıdır. Dayaktan, kurşuna ve hatta hatta bombaya kadar var edilen, sunulan, güncelliği sağlanan tehdit, birbiri peşi sıra linç kasırgalarıyla hemhal bir düzlemdir mesele. Hayat hakkının ayaklar altına alınıp “paramparça kılındığı” bir yerin ara yüzüdür güncellenen. Biyopolitik tehdit döngüsü sıradanın hem sesine, hem sözüne, hem de canına kasıtla birlikte o “yaşam” istencini bir muğlaklığa itmektedir olan biten bu bahistir. Erk hep aynı yerdedir.
Söylemin hiddetle hemhal hali eylemlerin de aralıksız bir linç döngüsüne dönüşümünü beraberinde getirmektedir sayelerinde, şimdi. Yeni bildiğimiz eskidir. Tahakkümün veçheleri güncellenebildikçe istikamet olarak çıkartıla gelen “karanlık” / bir kıyamet sahnesi sürekli canlandırılandır. Tehditlerin öne sürüldüğü bir menzilde, o istibdat tahayyülü bugün en üstten en alta var edilmektedir halen bu sahanlıkta. Yıkımın parametreleri güncellendikçe vahametin yolunda yürümek artık siyasal ön değer, kabul olarak atanmaktadır.
Cerahatin kutsanışı cerahat ile hizaların devşirilmesi her günün ol tek adamın düşüncesi ya da arzusu nezdinde bir çürütme haline rehineliği savunulandır. Geçmişin yarıda bıraktığını karga tulumba müdahalelerle birlikte şimdi ve şu anda tamamlamak! çabasında olunandır. 12 Eylül Darbesinin yıllar sonra açılan davasındaki failler Evren ve Şahinkaya’nın ikisinin de öldükleri için verilen ‘mahkûmiyeti bozma kararı’ sonrası davanın düşmesi bekleniyordu. 12 Eylül gibi bu ülkenin yaşadığı karanlıkların en ağırından birisi olan bir hamlenin / kıtal çabasının üstünü örtme gayreti ol referandum sonrasına atılır. 4 Mayıs tarihine kesilen duruşma ile şu yukarıda özetlemeye çalıştığımız havada asılı kalan ahların varlığı kanıksatılmaya / yıkım es geçilmeye hesabının verilmeyecek olduğu bildirilmeye devam olunur.
15 Temmuz sonrası varılan iklim, oluşturulan kısıtlanmış ülke, kuşatılmış halklar gerçekliği ve onca çürüme bariz / afakidir. Dön, dolaş başa sar yıkım hep buradadır öz hala odur. Ahları var etmek güncellemek, yeniden biçimlendirmek ve paylaştırmak güncellenendir. Atılan her adım, yapılandırılan her hamle bir tırpan gibi hayatı örselemektedir. Mesel oldubitti bu bahistedir işte. Roboski kırımını andığı / sorguladığı bunun bir yıkımdan öte yüzleşmedikçe bir yara olduğunu anlatmaya çalışan vekil Ferhat Encü’nün başına getirilenlerdir mesele. Bir siyaset tahayyülü değil, sıradanın meselinin hemen hemen hiç duyulmaması çabası hala güncellenirken katledilenlerin insan, kırılanın can, yoksunlaştırılan şeyin bir memleketi yaşanır kılan hayat olduğunun imidir ortada ezilen.
Yalın gerçek iktidar istencinin tahayyülü doğrultusunda tutsak edilen hayatlardır. -Ferhat Encü’nün tabiriyle “baştan aşağı siyasi bir tutumla” tutuklanır yeniden hayatın savunulması. -Öz yıkım güncellendikçe çürütmek adına bunca ahı güncellemekten öte de kati / kesin kılmak çabasına düşülendir. Biyopolitik cerahatin yok eden ol evreleri güncellenirken yıkılan hayatın ahı sarıp kuşatmaktadır her günü şimdi ve burada. Hazin bir tablonun ortasındayız. Hiçbir mizansende bulunmayacak beş benzemezin şimdilerde tek bir günde var edildiği o yerdeyiz.
Düzenlenen, biçimlendirilen sonucunda hayatımızın merkezine konumlanan cürümler ile imalatı sağlama alınan kötülüğün fasit dairesidir bunun tanığıyız. Cerahatin sıradana bir gün değil, tek bir an değil her an ve her yerde, her şekilde yine yeniden imal edilmesidir rast getirilmesidir mesele, budur gördüğümüz. Hayat meselinin ahlara mahkûmiyeti duraksamaksızın güncellenendir. Bu karabasan döngünün / düzeneğin izinde istikamet daha vahimidir işte. Cürümlerin menzilinde olan biten bir vahim tablonun sürekliliğidir.
Dönüp dolaşıp yine icrasına düşülen o birkaç gün önce istifa ettiğini bildirilen AKP Manisa İl Yöneticisi Ozan Erdem’in sarf ettiği kelamdır bu bahis. Eğer yüzde elliyi geçmezsek ve bu referandum oylamasında başarısız olursak iç savaşa hazır olun. İhsan Çaralan’ın Evrensel’deki yazısından alıntılayalım. “-Kendisini dinleyenlere eğer referandumda kazanamazsak iç savaşa başvuracağız, bunun için hazır olun diyor. AKP sözcüleri kendilerini, bu sözlerin kişiyi bağlayacağını, kişiyi de istifa ettirdiklerini söyleyerek savunuyorlar. Ama Ozan Erdem gibi partinin ruhunu kavramış birisinin böyle kafadan iç savaş çağrısını yapacak bir kişi olmadığı da belli.”
Beyaz Toros benzetmesinden işte iç savaş tehdidine kadar dönüşüm, el verilen / yıldırı / tehdit mekanizması şu menzildeki hali de imler. Devletlinin tehdidi hep güncel olan / kesintisiz kılınandır. Yıldırı, tahakküm sonrası şu içinde kalınan karanlıktır, artık açıkça var edilen korku simsarlığıdır enikonu görülen, yaşatılan daim kılınan vaat edilen budur. Merdin’in Nisebin ilçesine bağlı; Xerabe Bava (Kuruköy) köyünde on iki günü aşkındır devam eden ablukanın ta kendisinden belirgin kılınandır mesele. Havada asılı kalmaya devam eden ahlar menzilidir bu ülke şu saha nihayetinde bu toprak parçası. Her yanında devletlinin eylediği / yol açtığı ve mübalağasız onayladığı, kanıksatmaya çalıştığı bir yıkım güzergâhıdır burası, işte bu kara parçası. Bunu bariz kılan tahakküm veçheleri, Xerabe Bava köyünde yaşatılanlardadır.
“Günlerdir köylülere işkence yapılırken, hasta olduğu için dün çıkan Gazal, köyde kadın, çocuk ve yaşlıların kaldığını, hala insanlara işkence yapıldığını, 4 evin yakıldığını ve ahırların da yakıldığını belirtti. Eşinin kaynakçı olduğunu ve askerlerin eşine “Sen kaynakçısın, teröristlere bomba yapıyorsun, onlara çalışıyorsunuz” diyerek gözaltına aldıklarını, 14 yaşındaki oğlunun da okul defterinde de sarı, kırmızı ve yeşil renklerin olduğu gerekçesiyle gözaltına alındığını belirten Gazal, “Bugün köyün durumu hiç iyi değil, her geçen gün daha da kötü oluyor. Benim tek isteğim gözaltında olanları, eşimi ve kızımı bıraksınlar, köydeki ablukanın da kaldırılmasını istiyorum” dedi.” Gazete Şûjîn’de yer almış olan haberde görünür kılınan, sınırın içindeki bir yerin altının üstüne getirilmesindeki ol alelacele yapılanların vahameti ortaya çıkmaktadır
Cürümler bir kez daha ahları yine yeniden var etmek içindir. Dihaber’in ulaştığı köylülerden N.D.’den aktaralım: “Kim yaralı, kim öldü, kim kaldı bilmiyorum. Pazartesi günü hasta yakınlarım vardı. Onları Nusaybin Devlet Hastanesi’ne getirdim. O günden bu yana ben de oradaki akrabalarımla telefon üzerinden görüşmeye çalışıyorum. Çoğu zaman telefonlar da kesiliyor. Köyde ulaşabildiğimiz bir tek kadınlar var. Erkeklere ulaşamıyoruz. Hepsini gözaltına almışlar.” Benzer ifadelerin ardılı sıra yinelene geldiği bir uzamda ahların nasıl imal olunduğu da gözler önündedir.
HDP Milletvekili Feleknas Uca’nın aktarımlarıyla köyde mahsur kalan insanların erzaklarının tükendiği, suyun neredeyse tükendiği notunu da düştüğümüzde her şet daha bir berraklaşmaktadır. Xerabe Bava’da salt bu mezalim, gözdağı, tehcir planı ve abluka değil aynı zamanlarda doksanlarda kaldığı zikredilip durulan köy yakma çabasının rezilliği de icra edilir. Birlikle bütünlük içerisinde on iki gündür bir köy rehin alınıyor. Kimseden çıt çıkmıyor. Ses etmeyi düşünmüyor insanlar vah ki ne vah, ah ki ne ah diye devamı getirilebilecek bir yıkım istenci yeniden var ediliyor bugünün ülkesi, şu sınırın içinde.
Xerabe Bava, 1909’daki Giligiya (Adana ve çevresi), 1915’teki Sepastiya, Gesarya, Ezrin, Garin, Musa Ler, 1915-18 arasındaki Amed’den, Merdin’e kadarki Süryani halkının evleridir. 1919’daki Pontus’un Küçük Anadolu’sudur 1937’deki Dersim ve nicesidir. Xerabe Bava, doksanlarda doruk noktasına ulaşan, utanç vesikalarının yaşatıldığı yıkımın ol şimdiki suretidir. Xerabe Bava, yakın zamanların Cizir’i, Sûr’u, Şirnex’i, Roboski’sidir işte doğrudan.
Kesintisiz kılınan tahakküm, kan dökerek, can alarak, cana kast ederek, evi, barkı başa göçerterek, buna çabalanarak güncellenmektedir. Nihayetinde ahlar bu menzilde bir tek var edilen olmaya devam edilmektedir. Güncellenmeye devam edilen, yapılandırılması halen devam denilen ol ahları güncellemek, hayatın ortasında sürekli kılmaktır. İyi de abluka dahası bu yıkıma sessizlik bunca çokken, nasıl dur denilecektir böylesi bir kırım hamlesine bu bahsin yanıtsız bırakılmasıdır meselemiz.
Abluka ve tahakküm güncellenirken bir yarının değil tüm o geçmişin yenilenmesi söz konusudur. Otuz sekiz insanın hayatı meçhul koyulan Xerabê Bava köyünden buralara, geride kalanlara kalan en büyük mesele, o karanlık tekrarlanması gayretini göz ardı edilmesidir. Yarın kapılarımızı yoklamayacağının bir garantisi olmayan bu yıkım ve tüm ol cüret söz konusuyken ne zaman ses çıkartılacaktır? Ahlar ağacına dönüşen menzildeki hayatın nasıl bıçak sırtına terk olunduğu ortadayken, iş işten geçmeden seslenmeye önce hayat demeye var mısınız, orada mısınız?
Xerabê Bava, kuşatmanın ortasında ses ederken hayat için siz ya da biz değil hepimiz sesimizi işittirebilecek miyiz? Cizir’de yüzü aşkın insanın üç bodrum katında katledildiği bir gerçekten öte var edilmişken, kırım sahiciyken insanların başlarına göçertilen dünyaları anlayabilecek miyiz? CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu da köydeki işkence iddialarını Başbakan Binali Yıldırım’a sorar. Tanrıkulu, “Köylülere toplu veya teker teker işkence yapıldığı, evleri basılıp hakaret edildiği iddiaları hakkında herhangi bir soruşturma başlatılmış mıdır ya da başlatılacak mıdır? Başlatılmışsa, güncel akıbeti nedir?” sorusuna yanıt ister. CHP’li vekil önergenin yanı sıra kişisel Twitter hesabından da köylülerden Abdi Aykut’un işkence görmüş haldeki fotoğrafını paylaşarak, yine Başbakanlığa “Nusaybin Kuruköy’de gözaltına alındıktan sonra işkence gördüğü bildirilen Abdi Aykut’un durumu ile ilgili işlem yapacak mısınız?” sualini ekler.
Xerabê Bava on iki gündür, tüm yukarıda örneklerini saydığımız nice yıkım menzili gibi hala rehin olmaya devam ediyor. Yaşamın kökünü kurutma çabasının nasıl bunca açıktan hayatta var edildiği bir mesele olmayı sürdürürken yıkım halen tanzim edilmeye devam ediliyor. Bu kuşatma güncesi geleceğimizin de ön izlemesidir. Siz ya da biz değil hepimiz için seslerimizi birleştirebilecek miyiz? Nisebin’in Xerabê Bava’sında şekillendirilen yıkımın “ahları” altında kalmamak için devletten hesap soracak mıyız? Yeter artık! diyebilecek miyiz? Meselemizdir.
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2017
Görsel – Xerabê Bava Önünde Devlet... - IMP News
#arzihal#xerabê bava#nisebin#bakur kürdistan#mesele#savaş#soykırım#devlet#şiddet#ışid#linç#ahlar#karanlık#biyopolitika#politikmeram#hayat meseli#barışa ne oldu#yarınsızlık#söz hakkı#kürd özgürlük hareketi
0 notes