#sessizin meramı
Explore tagged Tumblr posts
Text
Sessizin Meramı
Bilindik, aşina ve denenmiş olanın yolunda yürümeye devam diyen bir saha, bir yönetim, bir ülke mefhumu hepimizi kuşatıyor. Halin tüm o ahvalin perişanlığını ulu orta var eden, her günü hemen bir öncesinden de ağır kılan bir tahayyül hakikat kılınıyor. Bugün gerçek sadece tahakkümün yol verdiği bir halle belirginleştiriliyor. Bugünün gerçekliği sıradanın ta kendisinin hayatına düşürülen şerhler, gölgeler ve yıkımlarla biçimlenendir artık. Aleni ve doğrudan yalın bir çürümedir vazedilen.
Bütünleşik, kesin, kati yıkımın sathı mahallinde arasız o cürümler var edilirken nefes alın buyruluyor. Nefes almak imkansızın kıyısına taşınırken, her gün uçurum kılınırken bütün bu hallere de alışacaksınız diye buyruluyor. Hayat hiç bu kadar ucuz değilken onu ucuza kapatmak, öyle bildirmek bu menzilde yaşama düşülen gölgeler artık bu kadar cerahati kaldırmıyor. Dört yan düşman, hemen her yerden fitnelik, facia ve kırım bahisleriyle hayat dümdüz ediliyor. Düşmanlık edebiyatının her gün yeniden biçimlendirilmesi, nefret ve kindarlığın yeniden imali ile, şiddet ve kötülük ile hemhal kılınması ile nefes bile açık, aleni çalınır.
Düpedüz yaşamda var olma hal ve istenci yıkılıyor. Düpedüz, hilesiz hurdasız dosdoğru bir çürüme hali kalıcı kılınıyor. Bugün bir yaşam tahayyülü kuşatılıyor. Saklanmaksızın şu menzildeki yaşam gayreti,o mesel yerle bir edilmeye devam olunuyor. Bütünleşik bir mahvın sembolik değil doğrudan var edilmesi kesintisizleştiriliyor. Birbirine lehimlenmiş bir yıkım hali, her yüzeyden bir çürüme hali, her şekilde sıradana kastın yönleri, arşınlanması halen güncelliğini muhafaza ediyor. Bir çürümüşlük hali dahilinde yaşamak, tüketilendir, bu mudur ülke!
Bir çürümüşlük halinin devamlılığı sağlama alınırken hayat her neye dönüşür. Böylesinin var edildiği yer bir ülke olsa her ne yazar? Bu kadar yıkım, bunca eza, bir o kadar kötülük bir normatif kılınırken gün dün gibi çalınıp ezilirken yol her nereyedir? Bunca viran bir o kadar hezimetin var edildiği çürümenin rotasında yürünürken “şiddetin” yüceltildiği bir yer, saha, sahne her neye dönüşür? Biçimlenen, yeniden dönüştürülen ve her günü apayrı kırımlarla donatan bir devletlinin varlığında o saha her neye dönüşür ki? Hayatın ayaklar altına alındığı zeminin ülke hali her neye çıkar? Bunca vahamet bir o kadar kötülük tüm o devamlılıktaki yıkım ülkeyi tarumar etmektedir, sahiden de fark ediyor musunuz?
Euronews Türkçe’nin haberidir: “Suriye'de oluşturulan güvenli bölge koridorunda Rus askerlerle birlikte devriye gezen Türk Silahlı Kuvvetleri askerlerinin 12 Kasım Salı günü Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı Kobani'de göstericilere ateş açtığı iddia edildi.
Reuters'ın geçtiği bu haber bölgedeki görgü tanıklarına ve gözlemcilere dayandırıldı. İngiltere Merkezli İnsan Hakları için Suriye Gözlemcileri grubundan yapılan açıklamada 2 Kobanilinin yaşamını yitirdiği ve 7 kişinin de yaralandığı ileri sürüldü.
Türkiye Barış Pınarı Harekatı ile bölgede sınırından 30 km'ye kadar olan alandan YPG'yi çıkartmış ve daha sonra Rusya ile birlikte bölgede devriye atmayı kabul ederek harekatı askıya almıştı. Türk hükümeti YPG'lilerin tamamen bölgeden çıkmadıkları takdirde askeri harekatın yeniden başlayabileceğini duyurmuştu.
Türk Savunma Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada ise "Rusya ile birlikte beşinci ortak devriye görevinin teröristlerce gerçekleştirilen tüm provakasyonlara rağmen itina ve ��zenle yerine getirildiği" belirtildi.
Rus TASS Haber Ajansı ise bahsi geçen olaylara hiç değinmeden rutin devriyenin gerçekleştiğini abonelerine aktarmakla yetindi. SDG Sözcüsü Mustafa Bali sosyal medya hesabından paylaştığı mesajda "Türk ordusu Kürt protestoculara karşı gerçek mermi kullanıyor ve gün ortasında onları öldürüyor" ifadelerini kullandı ve bir video paylaştı. Reuters'ın görgü tanıklarına göre ise Türk askeri devriyesine taş atan kişileri dağıtmak ve uzaklaştırmak için önce havaya ateş açıldı. İddiaya göre askerler daha sonra dağılmayan göstericilere göz yaşartıcı attı ve gerçek mermi ile ateş etti.”
Bugün gerçek sadece tahakkümün yol verdiği bir halle belirginleştiriliyor. Rojava sınırları dahilinde yapılmaya devam edilen şey bir cürmün devamlılığı olmaya devam ediyor. Her yer kan revan, her gün biraz daha fazla çürümeyle donatılıyor. Bunca hakkaniyetsizliğini var eden muktedir kendi sınırlarını aşarak bugün öte yanda da bu çürüme halini gerçekten gerçek kılıyor. Bu kayda geçen kaçıncı kırım hamlesidir. Bu var edilmiş kaçıncı yıkımın evresidir. Böylesi bir toplamda, bu kadar aleni bir yıkım halinin merkezinde bir hayatı var etmek söz konusu edilebilir mi? Sahiden de neden bunca kötülük, nasıl bu kadar aymazca bir yıkıma önderlik halidir, bunun adı nedir, takdirinizedir!
“Diyarbakır Milletvekili Garo Paylan, TBMM’de devam eden bütçe görüşmelerinde Sağlık Bakanlığı bütçesi üzerine değerlendirmelerde bulundu. Paylan, şu bahsi eder: Sağlık tanımının genelde beden sağlığı boyutuna odaklandınız. Ruh sağlığını bir cümle olarak geçirmişsiniz sunumunuzda. Oysa toplumumuzun ruh sağlığı bozuk. Depresyon haplarının artışını biliyorsunuz, anksiyete inanılmaz yaygın, uyku düzeni bozuk insanların. Neden depresyon çoğalmış durumda, neden stres kaynaklı tiroit rahatsızlıkları artıyor insanların, neden uyku düzeni bozuk? Sayın Bakan, ben bu konuda bakan arkadaşlarınızı suçluyorum. Özellikle de bir bakan var ki her gün çıkıyor, “O terörist, bu terörist. O hain, bu üç kâğıtçı. Onların hepsini hapse atacağız” diyor. Biliyorsunuz onun ismini: İçişleri Bakanı Süleyman Soylu. Kendisi toplumsal barışımızdan, güvenlikten sorumlu bir bakan ama her gün toplumu kutuplaştırıyor, kamplaştırıyor. Süleyman Soylu bizim ruh sağlımızı bozuyor, bu kadar açık.
Berat Albayrak geri kalır mı bundan? Hani ikisinin bir yarışı var: “Süleyman Soylu-Berat Albayrak”. Berat Albayrak da “Ekonomik kriz var” diyenleri teröristlikle suçladı geçen gün ve bugün soruşturmalar başlamış. Eğer ekonomik kriz var dersek fezleke gelecek. Bu durumda anksiyete de olur depresyon da olur. Hele Sayın Cumhurbaşkanı bir ağzını açıyor “O hain, bu terörist”. Toplumu kamplaştırırsak, kutuplaştırırsak ruh sağlığımız bozulur.”
Kayyım darbesi de bir yandan güncel kılınandır: “Diyarbakır'ın Merkez Yenişehir ve Hazro, Şırnak'ın İdil ile Dersim’in Mazgirt ilçesine bağlı Akpazar Belde belediyesi eşbaşkanları İçişleri Bakanlığı talimatıyla görevden alınarak, yerlerine kayyum atandı.
Halkların Demokratik Partisi (HDP) yönetiminde olan Diyarbakır'ın Yenişehir ve Hazro, Şırnak’ın İdil ve Dersim’in Mazgirt içesine bağlı Akpazar Belde belediyesi eşbaşkanları İçişleri Bakanlığı talimatıyla görevden alındı. Eşbaşkanlar yerine kayyum atandı. Bugüne kadar HDP’nin 3’ü büyük 16 ilçe belediyesine kayyum atanmıştı. Yeni kayyum atamalarıyla sayı 20’ye çıktı.
Şırnak'ın İdil Belediyesi Eşbaşkanı Songül Erden’in evine sabah saatlerinde giden polis, görevden alınma tebligatını imzalatmak istedi. Ancak, Eşbaşkan Erden tebligatı imzalamadı. Bunun üzerine polisler evden ayrıldı. HDP’nin 31 Mar yerel seçimlerinde 73,4 oyla kazandığı belediye kayyum olarak İlçe Kaymakamı Zafer Sağ'ın atandı.
Açıklamada Eşbaşkan Erden'in, hakkında Şırnak 3'üncü Ağır Ceza Mahkemesi tarafından "örgüt üyesi olmak" suçlamasıyla halen yargılaması devam eden dava ve Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığı'nın "örgüt propagandası yapmak" iddiasıyla açtığı soruşturma gerekçeleriyle görevden uzaklaştırıldığı kaydedildi.
Yenişehir Belediyesi Eşbaşkanı Belgin Diken’in görevden alınmasına gerekçe olarak ‘‘Örgüt üyesi olmak” iddiasıyla Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 2016 ve 2019’da başlatılan ve devam eden iki soruşturma dosyası gösterilirken, yerine İlçe Kaymakamı Murat Beşikci atandı.
Hazro Belediyesi Eşbaşkanı Ahmet Çevik de hakkında ‘‘Örgüt üyesi olmak” iddiasıyla Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 2016 ve 2019’da başlatılan ve devam eden iki soruşturma dosyası gerek��e gösterilerek görevden alındı. Çevik yerine de Hazro Kaymakamı Ali Öner kayyum olarak atandı.
Kayyum atanan belediye binaları polis ve özel hareket ablukasına alındı. Belediye binalarında arama yapılırken meclis üyeleri binalara alınmıyor. Peri (Akpazar) Belediyesi Eşbaşkanları Songül Doğan ve Orhan Çelebi belediye binasına alınmazken, bina içerisinde Jandarma tarafından arama yapılıyor.”
Bir çürümenin ortasında talan kelimenin tüm anlamlarıyla birlikte daimi güncelleniyor. Gelecek olanın ��u anda yıkımı, bir düzlemdeki çürüme hali normal kılınıyor. Böylesi bilinsin, bu kadarı onaylansın isteniyor. Hayat birilerinin, özellikle erk, muktedir, iktidarın var ettiği bir fasit döngüye mahkum kılınıyor. Bütün bu tahayyüller, ortada var edilmiş hak gaspları süreğen psikolojik yıkım hamleleri, ekonomik çökertmeler, zamlar, kırımlar ve dahasıyla bir menzilin her günü cehennemî kılınır. Bir hayat istenci ismi ülke denilen bir sahada var olma heves, tahayyülü paramparça olunur. Bugünlerin kesin, bir o kadar açık cürümlerle hemhal kılınmış suretinden geriye kalan bir şey, belki de en önemli mesel bu bahislerdedir. Bir çürüten yer, bir çukur halini mütemadiyen kılan saha bugünün ülkesinin kodlarına kazınandır. Bunca kötülüğün ardından çıkagelen bir ilerleme, belirgin bir sulh yahut da gelecek bahsi söz konusu edilebilir mi? Sahiden olur mu? Bugünün erk eliyle güncellenen her hamlesi başkaca bir yıkımı var etmektedir. Buradan bir ülkeye bu çürüme halinden bir düzleme çıkılabilir mi? İsimler, tanımlamalar, sıfatlar değişirken böyle bildirilirken çürütenin icraatı dün neydiyse bugün de o’dur. Hissikablelvuku olunan iş bu cürüm halinin devamlılığıdır. Bunca iç kırım her nedendir?
Bir yıkım halinin abecesi her güne içkin bir biçimde, her gün apayrı bir zalimlikle birlikte ve bütünleşik olarak yeniden inşa ediliyor. Hayat istenci tarumar edilmeye, hayatta var olma tahayyülü biteviye ezilip, kısılmaya ve dahi tüketilmeye devam ederken burasının iş bu yaşatılan kırım halinin devam olunması sağlama alınıyor. Bunca heder etme, bu kadar yalın bir biyopolitik tahakküm döngüsü bir o kadar hakkaniyetsizliği var eden devletin suçlarına eklemeler ile bu dehşet sahasını dört bir yana taşımak hiç eksiksiz var ediliyor. Bizlerin yaşamaktan anladığı ile yaşamayı tamamen alt üst edip budur diyen aklın cerahati ile çıka gelenin meselesidir yeni ülke. Görünür kılınanın varlığı, bugünün hakikati diye çıkanın hali bütün bu meramın da özetidir. Sessizliğe mahkum kılınmış olanın halleri sessizlik içinde var edilen karanlığın güncelliği meseli anlatır. Budur ve bu kadar mıdır ülke? Binbir cerahatin ortasında bir hayat kırımı var edilmektedir, iyi de yol nereye!
Nefretin ulaştığı boyutu, şurada iki satırda anlatmaya çalıştığımızın özeti, İzlanda-Türkiye resmi maçındaki ıslıklı, yuhalamalı saldırganlıkta, Bakırköy’de gerçekleşen bir kırımın hemen ardından çıkagelen ekran yorumcusu zibidilerin “ekonomi tıkırında” kahkahalarını müteakiben attıkları her çığlıkta, Ermeni Soykırımına dair bir ülkenin temsilciler meclisi tarafından ortaya atılan “jesti” ezmek için Lindsay Graham gibi mimli bir şahsiyete yüklü meblağalar bahşedip, susturma, yasa tasarısını imkansız koymalara, ölümlere, hep daha fazla, hep daha kalıcı yıkımlara süregiden bir istikamet var edilirken nedir ki yol, sahiden de her nereyedir?
Yeni Yaşam Gazetesi’nden aktaralım: “Halkların Demokratik Partisi (HDP) Gençlik Meclisleri üyelerine yönelik İstanbul merkezli 8 Kasım’da başlatılan soruşturma kapsamında gözaltına alınan 36 gençten 10’u, dün çıkarıldığı mahkemece tutuklandı. 8 gün boyunca gözaltında tutulan gençler, maruz kaldıkları uygulamaları anlattı.
Gençlerden Ercan Özdaş, gözaltında işkence uygulamalarına maruz kaldıklarını ve gözaltı süresinin söz konusu uygulamaların sürdürülmesi için 4 gün uzatıldığını belirterek, “Bize çok işkence yaptılar. Daha önce cezaevinde kaldım ama hayatımda böyle bir şey görmedim” diye belirtti. Hastaneye götürüldükleri sırada sürekli darp edildiklerini ifade eden Özdaş, “İnsanlık onuruna yakışmayan aramalar dayatıldı. Üst başını çıkartırsın ama bunlar her yönüyle hiçbir şeyin üzerimizde kalmasını istemiyorlardı. Bizde bu yönlü bir işkencenin karşısında tepki gösterdik. Tabi karşılığı kaba dayak oldu. Arkadaşlarımızla konuşmamıza dahi izin vermiyorlardı” şeklinde anlattı. Tutuklanan gençlerden Metin Yılmaz’ın feci şekilde darp edildiğini ifade eden Özdaş, “İşkence sırasında 70-80 kilo olan biri Metin arkadaşımızın üzerine atlıyordu. Ve onu çok kötü darp ediyordu. Zaten Metin arkadaşımız o polisin altında kaldığı için nefesi dahi çıkmıyordu” şeklinde aktardı. Darp edilmelerine rağmen doktor tarafından rapor verilmediğini söyleyen Özdaş, şöyle anlattı: “Doktor senin konuşmana, derdini anlatmana bile izin vermiyordu. ‘Bir şeyi yok götürün’ diyordu. Biz zaten kelepçeli hastaneye gitmek istemiyorduk. Bunun için bize işkence yaptılar” dedi. Özdaş polislerin “Bakın siz bir daha HDP ilçelerine giderseniz yine gözaltına alınır, tutuklanırsınız” tehdidinde bulunduğu söyledi.
Polislerin kendisini gözaltına almasıyla darp etmeye başladıklarını dile getiren gençlerden İkram Doğan da emniyette sürekli işkenceye maruz kaldıklarını belirtti. Kelepçeli bir şekilde hastaneye götürüldükleri söz konusu şiddetin sürdüğünü ifade eden Doğan, “Vücudumda siyahlıklar başladı ve bütün vücuduma yayıldı bu lekeler. Bunu doktora söyledim, ‘ben buna bakamam, sadece darp raporlarına bakıyorum’ dedi. Hiçbir yere yönlendirmedi. Beni yine geri götürdüler. Gözaltına alınmadan önce çok az olan yaralar, şimdi bütün vücuduma yayılmış durumda” diye belirtti. Siyasi faaliyetlerinden dolayı gözaltına alınarak, işkence uygulamalarına maruz kalmalarının kabul edilebilir olmadığını dile getiren Doğan, “Biz HDP Gençlik Meclisiyiz. Çalışmalarımız illegalize edilmeye çalışıldı. Sundukları gerekçeler, gerçekten gülünçtü. Elle tutulacak bir şey yok. Bizi sindirmek istediler. Biz yılmayacağız, sinmeyeceğiz. Tutuklamalar, işkenceler bizi yıldıramaz” şeklinde konuştu.”
Bugün gerçek sadece tahakkümün yol verdiği bir halle belirginleştiriliyor. Bugünün gerçekliği sıradanın ta kendisinin hayatına düşürülen şerhler, gölgeler ve yıkımlarla biçimlenendir artık. Aleni ve doğrudan yalın bir çürümedir var edilen. İşkence etmeyi -normatif- kılan, bununla birlikte her gün daha ağır yıkımların yönünü belirginleştiren bir menzilde hayat her ne yöne doğru meyil eder? Bildiğimiz, gördüğümüz ah’ların varlığı, bilinmesin, duyulmasın diye düşülen çabalarda bir asra yaklaşmış olan devletli aklının hiç ettiği hayatlar vardır.
Bunca açıktan, bu kadar körlemesine, bilindik her ne varsa onların yıkımı, yeniden yıkımı, salt ve sadece yıkımı ile bir yol, yön belirlenebilir mi? Bayrak, vatan, millet, sakarya denilip durulurken üstünde yaşayanların haklarının bunca pervasız bir halde çalındığı bir menzil ülke olabilir mi? İnsanları zora koşturan, düzenlerini alt üst eden, her günlerinde kendi şerhini düşmekten kaçınmayan muktedirin sınavlarından geçmek zorunda bırakıldıkları yer bir ülke midir? Gerçekliğimiz, yaşadıklarımızdan sadece birer kuple buralarda yer alandır, gerisi, geriye kalanının var ettiği çürüme, sessizleştirme ve dahası teslimiyet sokağımız, işimizde varlığını sürdürendir. Güncellik bunu gösterirken, her yandan bir feryat, bir figan, bir ah, binlerce tahakküm tehdidine rağmen hayatın sesi var edilmeye çalışılırken o gerçeği fark edecek miyiz? Bu kırım sofrasının bir ülkeye varmasına daha çok, sessizliği alaşağı etmeye daha kaç zaman vardır...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2019
Görsel – 我和我 – You And Me – Hao Hao – Behancé
#meram#arzihal#çürüme#türkiye gerçeği#hayat hakkı#mesele#sözcükler#cürüm#türkiye#yıkım#şiddet#paramiliter#demokrasi#insan hakları#kobane#rojava direnişi#hayat#cinayet#işgal#hdp#siyasal#garo paylan#savaş düzeni#barışa ne oldu#kayyım#darbe#demokrasi101#belediye#savaş suçları#kürd özgürlük hareketi
0 notes
Text
Yıkım Bir Sabit Midir?
Yıkımın sağdan sola, aşağıdan yukarıya hemen her yerde, hemen her anlamda biteviye kılınıp, süreğenleştirilen bir mesel olduğu artık afakidir. Cerahatin ta kendisi peşinden koşulandır. Ol bütünleşik, ardılı sıra dizilen cürümler eliyle o, bu, şu için değil herkes ve her birimiz için bir hayat hakkı yağmalanmaktadır. Yıkım hep olduğu / var edildiği haliyle hayatlarımıza tıpkı bir gölge kabilinden düşürülendir. Her şeyin hemen her anlamda çürümeye çıkartıldığı bir menzil bir saha olabilir mi? Bugün yeni denilirken bilahare dününü var eden bu sahnede bu mesel bir sabittir? Burası bir ülke midir?
Yeni diye anılan menzilde sabit kılınan hemen her şey eskidir, eskiye aittir. Bir cürümler coğrafyası haline dönüştürülen bu sahada, o’nun çukurluğu artık hiç gizlenmemektedir. Nihayetinde hayat edimi, eylemi ve düşünselliği biçilmekte, sınırları iyice daraltılmaktadır. Nihayetinde zûl ve işkenceyle, baskı ve yıldırıyla, korku ve gözdağı ile bir ülke görünümünde bir çukurun imali kesindir. Kötülüğü bir meslek kılan, zalimliği hobiymiş gibi gören, fecaat ve irinden ısrarla nemalanan ol yer bu sahiplenme istenciyle birlikte siyahi bir saha var edilir.
Devletler katildir, bizim diye bildirilen şurası ise her şeyiyle / şekilde seri katliamcı, yaşamın kökünü kurutma konusunda ısrarcı, talancı ve yağmacı bir toplamdır. Kurulan her an güncellenen, yeniden biçimlendirilen bu mekanizmanın devamlılığı bahsidir her edim bunları sabitlemek için yeni bir eşiktir. Herkesin hayatında kalıcı bir yıkımı bina etmek bugün sahici kılınandır. Devlet mekanizması bunun teminatıdır. Bu bahislerle adı geçilen yeni ülke nam ol yapı bina edilir.
Olağanüstü hal, karar hükmünde kararnameler, uluslararası hukuku hiç bilen, gören anlayış, insan haklarını çoktan askıya alan / bunu kanıksayan ve hala özgür bir ülkenin içinde bulunduğumuzu muştulayanların etrafı kuşattıkları bir yerdir yeni, yeni, yeni ülke! Ol yıkım bahsinin bir oradan bir buradan çıkageldiği yerdir mesel / sahne / yer / çukur. Birkaçını burada paylaşalım. Mezopotamya Ajansı’nın haberine göre ‘örgüt propagandası’yla suçlanan Ayşe Hür, 17 Nisan günü Çağlayan’daki İstanbul 24’��ncü Ağır Ceza Mahkemesi’nde hakim karşısına çıkar. Mahkeme heyeti, yazara 15 ay hapis cezası vererek hükmün açıklanmasını geri bırakır. Tarihçi Ayşe Hür kararın açıklamasının ardından şu cümleleri kurar “Ben PKK’yı eleştiririm de. Sonuçta önemli değil. Ben sadece Türkiye’nin ahvali anlamında paylaşıyorum. Muhalefet eden herkeste suç gözetme var” diye bildirir.
Yazar İhsan Eliaçık’ın da mahkemesi vardır aynı gün. İstanbul 26. Ağır Ceza mahkemesindeki duruşmaya Eliaçık ve avukatı katıldı. “Duruşmada, Eliaçık'ın esas hakkındaki savunmasını yapmasının ardından mahkeme kararını açıkladı. Mahkeme, Eliaçık'a, Demokratik İslam Kongresi tarafından düzenlenen konferansta yaptığı ve internet sitesinde yayınlanan konuşmasındaki sözleri nedeniyle 'silahlı terör örgütünün propagandasını' yapmak suçundan 6 yıl 3 ay hapis cezası verdi. Mahkeme, cezada indirim maddeleri uygulamazken, Eliaçık hakkında yurt dışı ve İstanbul dışına çıkış yasağı ile haftada 2 gün imza atmak koşuluyla adli kontrol hükümlerinin uygulanmasına hükmetti.”
Yazar İhsan Eliaçık, Twitter hesabından yaptığı açıklamada, "12 Eylül ve 28 Şubat'ta 35 ayrı davadan yargılandım. Böyle bir ceza hiç almadım. Avukatlarımın ve benim savunmalarımızı tek kelime dikkate almadılar" dedi. İstanbul’da Etkin Haber Ajansı’nın editörü Semiha Şahin ile muhabirleri Adil Demirci ve Pınar Gayıp, 13 Nisan’da yapılan ev baskınlarında gözaltına alınmıştır. Beş gün gözaltında tutulan gazeteci Adil Demirci Salı günü Çağlayan’daki İstanbul Adliyesi’ne sevk edilir.
Savcılıkta ifade veren Adil Demirci, “Örgüt üyesi olmak” ve “Örgüt propagandası yapmak” iddiasıyla tutuklanma talebiyle Nöbetçi Sulh Ceza Hakimliği’ne sevk edilir. Mahkeme, Adil Demirci’nin tutuklanmasına karar verir. Bir toplama kampına dönüşen, enikonu ses ede herkes için bir yıldırının var edildiği ülke / yer / çukur gerçek kılınmaktadır. Füzeler, bombalar, silahlar, yepyeni mühimmatlar, yerli ve milli savunma sistemi oyuncakları hiçbiri ama hiçbiri hayata yer bırakmayan şeyler için dökülen milyonlarca lirayı, savaş sistemi ve / veya yapılandırmasına karşı ses etmeyi bile koşulsuz şartsız kırdırmak için cüretle saldırır yeni ülke?
“Olağanüstü Halin (OHAL) 3 ay daha uzatılmasına ilişkin Başbakanlık Tezkeresi TBMM Başkanlığına sunulur. Başbakanlık Tezkeresi, TBMM'nin 21 Temmuz 2016 tarihli ve 1116 sayılı kararı ile ülke genelinde ilan edilen, 18 Ocak 2018 tarihli ve 1178 sayılı kararı uyarınca devam etmekte olan OHAL'in 19 Nisan 2017 Perşembe günü saat 01.00'den geçerli olmak üzere 3 ay uzatılmasını öngörüyor. Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısında OHAL'in 7’nci kez uzatılması için tavsiye kararı alınmıştı.” Düzenin, devletin, mekanizmanın sunduğu yegane şey daha derinlere sabitlenmek istenen bir yıkımdır, sindirme politikasıdır iş bu sahada. Tezkerenin AKP ve MHP’nin evet oylarıyla kabulüyle OHAL, yedinci kez uzatılır. Yıkım her yandan, her gün güncellenirken sıradana hayatı dar etmek tahayyül olmaktan çıkıp gerçekliğin ta kendisi kılınır. Biçim verilen, kurulup güncellenen biyopolitik cerahat sarmalı hayatı en olmadık hallere rehin kılmaktadır.
Ayşe Çelik, öğretmendir. İnfazı yeni doğmuş olan bebeğiyle birlikte gerçekleştirilmek istenen, barışı savunan bir öğretmendir. Bir televizyonda yayınlanan eğlence programına, Bakur Kürdistan’ındaki abluka döneminde bağlanmış olan Ayşe Çelik öğretmen şu sözleri nedeniyle bir yıl üç ay kesinleşmiş hapis cezasına çarptırılır. “Ülkenin doğusunda yaşananların farkında mısınız? Burada yaşananlar medyada çok farklı aktarılıyor. Sessiz kalmayın. İnsan olarak biraz daha hassasiyetle yaklaşın. Görün, duyun ve artık bize el verin. Yazık! İnsanlar ölmesin, çocuklar ölmesin, anneler ağlamasın.”
Avukat Mahsuni Karaman, Artı Gerçek’ten Remzi Budancir’e konuşur. Karaman“Anayasa Mahkemesi'ne de iki ayrı başvuruda bulunduklarını söyledi. Anayasa Mahkemesi'ne hem hak ihlali olduğuna ilişkin bireysel hem de infazın durdurulması için tedbir kararı verilmesine yönelik başvuruda bulunduklarını anlatan Karaman, “Ama maalesef Anayasa Mahkemesi başvurumuzu bugün itibari ile henüz gündemine almış değil. Eğer bir hak ihlali tespiti yapmış olsaydı veya başvurumuz ile ilgili nihai bir karar değil de ara bir kararla infazın durdurulmasına karar vermiş olsaydı, Ayşe hanım Cuma günü bebeği ile birlikte cezaevine girmiyor olacaktı. Anayasa Mahkemesi Pazartesi, Salı, Çarşamba, Perşembe günü veya en geç Cuma günü bir kısa kararla bu konuda bir tedbir kararı verirse, Ayşe Öğretmen cezaevine girmez. Karar vermemesi durumunda Ayşe hanım Cuma günü bebeği ile birlikte Diyarbakır E Tipi Kapalı Cezaevi'ne girecek” dedi.
Kişisel Twitter hesabından Perşembe günü sabahında şu tweeti paylaşır Avukat Mahsuni Karaman. “Müjde: Anayasa Mahkemesi Ayşe Öğretmenin dosyasını bu gün gündeme aldı. Şimdi olumlu karar bekliyoruz. Herkesin emeğine sağlık” Bir televizyon programında kendisine tanınan kısıtlı aralıkta belki de herkesin paylaştığı bir meramı aktarır Ayşe Çelik.
Sırf bu bahis yüzünden muktedir tarafından hedefe koyulan bir sıradandır. Ayşe Çelik, Cumhuriyet’ten Seyhan Avşar’a konuşur. “Dünya tarihi boyunca hiçbir ülke, hiçbir inanç evrensel olan olgulara karşı direnememiştir. Başta karşı çıkmış olsa da daha sonra kabullenmek zorunda kalmıştır. Benim söylediğim şeyde evrensel bir düşünce ve ben bu konuşmayı yaparken öğretmendim. Şimdi hem bir anne, hem de bir öğretmen olarak söylüyorum. Çocuklar ölmesin. Eğer onlar bizim geleceğimiz ise herkesin böyle düşünmesi lazım. Böyle düşünmeyen birileri varsa gelecekten bahsetmesinler.”
Güncel kılınmak istenen yıldırının ta kendisi, baskının artık alelade sıradan bir mesel olduğu yanılgısıdır. Güncel ve her yeri kapsamasına çalışılan şey devletin gölgesinin hayatı boğması istencidir. Burası nasıl bir ülkedir? Hukuk sisteminin muktedir tahayyülüne göre bir infaz sistemi haline dönüştüğü / dönüştürüldüğü yer ülke midir? Sözün, sesin çalındığı, ihbarcılık, linç rejiminin güncelendiği sahne, yer ülke midir? Cürümler ardışık kılınırken hal nedir, necidir? Ayrı, farklı değil her gün sıradan / sessizin hayatı enikonu paramparça olunmaktadır.
Cürüm imaline devam diyen erke ol muktedire teslim olmayanlar için her gün bir yıkım var edilir. Bu mudur meşhur yeni ülke? Hak ihlalleri, yaşama kasıt, geleceğin çalınması, sandık / oy bahisleri mütemadiyen her gün, her an zikredilirken demokrasi bahsi ve her şey lafta koyulandır. İstimlak edilen şey yaşamak eylemidir. Lafta değil kentsel dönüşüm gibi molozlar altına terk edilendir. Memleket denilen, öyle sanılan yerin müşterekleri sürekli tehditle, gözdağı ile alaşağı edilirken bu mudur, o yeni, yeni, yepyeni ülke! Yeni ülke denilen yerde var edilen kırıma, hayatın yıkımına dair örneklere devam edelim.
RSF’nin Türkiye (Sınır Tanımayan Gazeteciler) Temsilcisi Erol Önderoğlu ve TİHV yetkilisi Dr. Şebnem Korur Fincancı’nın İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinde yargılandığı Özgür Gündem dayanışma davası üçüncü sanık yayıncı Ahmet Nesin’in ifadesini bekleyecek. Dava 9 Ekim’e bırakılır. 20 Aralık 2017'de evine düzenlenen operasyonla gözaltına alınan ve Berkin Elvan’ın cenazesine katıldığı için tutuklanan Devrimci Gençlik Dernekleri Genel Sekreteri Berkay Ustabaş’ın yargılandığı davanın duruşması gerçekleştirilir. Berkay Ustabaş davasında ara karar açıklanır. Evlerde yapılan aramalarda alınan kitapların 'DHKP/C'ye ait yasaklı yayınlar olduğu gerekçesiyle Ustabaşı'ın tutukluluk halinin devamına karar verilir. Duruşma 5 Haziran Salı gününe ertelenir.
Ankara Valiliği, 1 Mayıs Emek Bayramı sloganlarından bir kısmını yasaklar. Türkçesi ‘Yaşasın Halkların Kardeşliği!’ olan ‘Biji Bratiya Gelan!’ sloganı yasaklanırken, Türkçe olarak yazılanı yasaklanmadı. Biji Yek Gulan (Yaşasın 1 Mayıs), Ket Asidi Azadi (Yaşasın Barış ve Özgürük) Kürdçe, Zam, Zulüm, İşkence İşte AKP sloganı da ekonomik dağarcığı kadar, devlet için tehdit olarak görüldüğü için yasaklanır. Bayramlar da yasakların kurbanı edilir. Hayatın düzeni alt üst edilebilsin diye her şey engellenebilir.
Bugün yeni, yeni diye pazarlanan dünün çürük düzeninin pespayeliğine ortak bir tahayyüldür. Yıkım şekil, şemail olarak burada vaat değil, yaşamın gerçekliği haline dönüştürülür. Gözdağı öylesine seriye alınmıştır, yıkım o kadar yinelenebilir bir düzleme oturtulmuştur ki çürüme artık bahsi olunmayandır. Propaganda mekanizması her şeyi örtbas etmektedir, gerçek olansa yaşatıldığımızdır, neyini anlatalım, görüyorsunuz!
Biteviye zulmün işkencenin bir denetim, gözetim ve tahakküm döngüsü adına güncellendiği bununla yönün belirlendiği bir yerde her gün fecaatindir, bunun da anlatılacak bir bahsi yoktur. Düzen sıradana karşıtlığını, savaş güncesinde, ekonomik çöküşün güncelliğinde, araya sıkıştırılan seçim meselinde, başkanlık vs tiradlarında bildirmektedir. Bu kadar afaki / doğrudan taarruz bu memleket sahnesinin karanlığını sabit kılmaktadır.
Etkin Haber Ajansı’ndan aktaralım tek satır atlamadan. “Editörümüz Semiha Şahin, muhabirimiz Pınar Gayıp, SGDF üyesi Ferhat Pehlivan ve Gazi Mahallesi'nde gözaltına alınan Gülsen İmre'nin tutuklanmasına karar verildi. “7 gündür gözaltında tutulan editörümüz Semiha Şahin ve muhabirimiz Pınar Gayıp, SGDF üyesi Ferhat Pehlivan ve Gazi Mahallesi'nde gözaltına alınan Gülsen İmre emniyetteki işlemlerinin ardından bu sabah savcılığa sevk edildi. Savcılık ifade bile almadan Şahin, Gayıp, Pehlivan ve İmre'yi "Örgüt üyesi olmak" ve "Örgüt propagandası yapmak" iddiasıyla tutuklama istemiyle Nöbetçi Sulh Ceza Hakimliğine sevk etti. 10 saat sonra akşam saatlerinde hakimlikteki sorguların başlamasıyla ilk olarak editörümüz Semiha Şahin ifade verdi.
Şahin ifadesinde, "Şu an karşınızda olmamızın nedeni önünüzdeki dosyada yazanlar değil, tüm baskılara rağmen muhalif gazetecilik pratiğinden geri durmamamdır. Editörlüğünü yapmaktan gurur duyduğum Etkin Haber Ajansı ilk kez böylesi baskılara maruz kalmıyor. Çalışanları çok defa gözaltına alındı, hala 4 arkadaşımız tutuklu. Bizde tutuklanabiliriz ama iktidarın istediği gibi değil muhalif gazetecilik yapmaya devam edeceğiz" dedi.
Ardından ifade veren ajansımızın muhabiri Pınar Gayıp, "Bizim gözaltına alınmamız, bizden önceki arkadaşlarımız gibi, özgür basına yönelik saldırılardan yalnızca birisi. Gazeteciyim ve sosyalistim, bunu da olduğum heryerde dile getirmekten asla geri durmayacağım. Bizleri gözaltına alarak, tutuklayarak ETHA'nın sesini kısamayacaklar. Ajansımızın gerçekleri yazmasını engelleyemeyecekler" diye belirtti. İfadelerin ardından Nöbetçi Sulh Ceza Hakimliği kararını açıkladı. Hakimlik, Editörümüz Semiha Şahin, muhabirimiz Pınar Gayıp, SGDF üyesi Ferhat Pehlivan ve Gazi Mahallesi'nde gözaltına alınan Gülsen İmre'nin tutuklanmasına karar verdi.” Yıkım hep olduğu / var edildiği haliyle hayatlarımıza tıpkı bir gölge kabilinden düşürülendir.
Şırnex’in Silopiya ilçesine bağlı Karşıyaka Mahallesi’nde, 3 Mayıs 2017 tarihinde gece eve çarparak uykudaki Muhammed (7) ve Furkan Yıldırım (6) kardeşlerin ölümüne neden olan zırhlı araç sürücüsü polis Ömer Yeğit ve onu görevlendiren amiri Murat Maden hakkında açılan davanın 3’üncü duruşması Cizir 2’nci Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülür. “Taksirle birden fazla kişinin ölümüne neden olma” suçundan 2’şer yıldan 15’er yıla kadar hapis cezası istenilen ve ilk duruşmada tahliye edilen polis Yeğit duruşmaya katılmazken, onu görevlendiren amir Maden hazır bulunur.
Sertifikasız personelin görevlendirilmesi halinde ileride sıkıntı doğabileceğini Tuncay Taşdemir’e söylediğini ileri süren Tanık polis Eker, şöyle devam etti: “Ancak talimat kesin olduğu için 05 Nisan 2017 tarihli tutanağı tanzim ettik. Sertifikasız hiç personel çalıştırmadım. Bana kalırsa belirtilen dönemde sertifikasız personel görevlendirilmesine gerek yoktu. Tanıklardan polis Uğurcan Yıldız ise, Tuncay Taşdemir’in söylemesi üzerine görevlendirme evrakını imzaladığını söyledi. Tanık ifadelerinin ardından iddia makamı, eksik hususların giderilmesini istedi. Sanıklardan Murat Maden ise, önceki beyanlarını tekrar ettiğini belirterek, beraat talep etti.” Yıkımın biteviyeliği artık kesintisiz bir döngüdür.
Yaptığı 10 günlük infaz erteleme talebi reddedilen Ayşe Çelik Diyarbakır Adliyesi’ne teslim olmaya gider. Diyarbakır Adliyesi’ne gelişinde HDP milletvekilleri Feleknas Uca ve Ziya Pir ile CHP Milletvekili Zeynep Altıok da eşlik etti. Öğretmen Ayşe Çelik’e adliyeye gitti. Çelik’e destek olmak üzere HDP Diyarbakır Milletvekili Feleknas Uca, CHP İzmir Milletvekili Zeynep Altıok da Diyarbakır Adliyesi’nde yerini aldı. Çelik, avukatları ve milletvekilleriyle adliyeye giderek resmi işlemleri başlattı. Dayanışma amacıyla adliye önünde bekleyenler ise polis tarafından uzaklaştırıldı. Adliye çıkışında polis, Çelik ve avukatlarının açıklama yapmasına izin vermedi. Adliye önünde bekleyen araçla, yanında Feleknas Uca ve Zeynep Altıok’la evine gitti. Evden eşyalarını ve kızını alıp tekrar Adliye’ye geldi. Çelik, buradan Diyarbakır E Tipi Cezaevi’ne götürülecek. Çelik Adliye’den ayrıldıktan sonra HDP Diyarbakır Milletvekili Ziya Pir, “Diyarbakır’da sıkıyönetim var. Bir basın açıklaması yapılmasına bile izin vermediler” şeklinde tepki gösterir.
Ayşe Çelik, bir kadın, bir öğretmen, bir anne, bir insandır. Herkesten çok, herkes kadar bu yer, şu sahada asıl olması gereken için sözünü eylemiş, barıştan yana tavrını almıştır. Cerahati hiç uzaklara taşımayan erkan-ı devletli onu hedef kılar. Ayşe Çelik, Deran bebeğiyle beraber mahpus edilir. Sekiz yüzün üstünde annenin bebeğiyle paylaştığına bir isim daha ilave olunur. Başta sorduğumuzu yineleyelim: Bugün yeni denilirken bilahare dününü var eden bu sahnede bu mesel şu yıkım bir sabit midir? Burası bir ülke midir? Böylesi dehşet saçarak her nereye varılacaktır? Bilen var mıdır?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2018
Görseller - Κώστας Τσώλης - Another Day In Paradise: Έκθεση στο ΚΜΣΤ – Culture Now
#meram#siyasa#türkiye gerçeği#demokrasi#devlet102#politik#yıkım#kötülük meseli#ayşe hür#ihsan eliaçık#söz hakkı#insan hakları#yargı#etha#gazetecilik suç değildir#rsf#özgür gündem#ohal#ayşe çelik#çocuklar ölmesin#şirnex#silopiya#furkan yıldırım#muhammed yıldırım#çocuk hakları#fraktal#cürüm#yeni türkiye#çürütme#fecaat
0 notes