#iletişim
Explore tagged Tumblr posts
zeyneblerden1i · 4 months ago
Text
İnsan tanımak istediğimi sanmıyorum. Ben mesaj gönderiyorsam inanın bloğunuzu beğenmiş ya da beğeniler için teşekkür ediyorumdur.
30 notes · View notes
cennetinkaybolmushurisi · 30 days ago
Text
'Yerine hiç beni koyup sarhoş oldun mu sen?
10 notes · View notes
efsungeradam · 4 months ago
Text
Tumblr media
Yazdığım tek tük yazı da olsa bu denli beğenildiğini görünce mutluluğumu paylaşmak istedim. İçtenlikle, özenle ve dikkatle yazılan kaç ileti alıyoruz ki paylaşmayayım? 🥹
Ne kusuru efendim? Sen bana her zaman yazabilirsin, çok teşekkür ederim. ✨
16 notes · View notes
elurann · 4 months ago
Text
Gece üçte aklıma düşersin ama elim telefona gitmez...
10 notes · View notes
belkidebirharfimben · 6 months ago
Text
Ya Ebu Cehil kablosunu doğru kullansaydı?
Hem bil ki, her yeni gün, sana, hem herkese bir yeni âlemin kapısıdır. Eğer namaz kılmazsan, senin o günkü âlemin zulümatlı ve perişan bir halde gider, senin aleyhinde âlem-i misalde şehadet eder. Zira herkesin, her günde, şu âlemden bir mahsus âlemi var."
Birşeyin bizce 'bilinir' olması için aracılara ihtiyacımız var. 'Bilmek' sadece bizimle gerçekleşmiyor. Önümde bir klavye duruyor mesela. Onu görebilmem için ışığın, klavyenin kendi ziyası olmadığına göre, ona çarpıp gözüme ulaşması gerekiyor. Buna 'görmek' deniliyor. Demek ki görmek için sadece göz yetmiyor. Ben görmenin yalnız bir parçasıyım. Gözün, görülenin ve göstericinin bir(den) düşünülmesi lazım. Gözün 'görecek' gibi, görülenin 'gözükecek' gibi, göstericinin de 'bilgiyi taşıyacak şekilde' yaratılması gerekiyor. İşin içine 'bilgi'yi de kattığımıza göre son cümleyi şöyle genelleştirebiliriz belki: Bilmek için; 1) Bileceğin 'bilecek' şekilde, 2) Bilineceğin 'bilinecek' şekilde, 3) Aracının da 'bilgiyi taşıyacak şekilde' yaratılması şarttır. Bu üçü uyumla vücud bulmadığı takdirde bilmek hadisesi gerçekleşmez. Hatta bilmeyi bırakın 'farketme' dahi gerçekleşmeyebilir. Tıpkı taşlarda olduğu gibi. Taşlar bizi farketmez. Çünkü 'bilinecek' ve 'bilgiyi nakledecek' varolsa dahi taşlarda 'bilmek yeteneği' yoktur.
En azından şimdilik böyle kabul edelim. Zaten 'farketme' de bilmenin ilk basamağıdır. Ben sadece kulaklı bir canlı olsaydım renklerden bahsedemezdim. Bu tarz bir bilmeyi beceremezdim. Çünkü farketmezdim. Evet. Her şekilde tavazzuh ediyor ki, bilmek, bilenin de bilmeye göre ayarlanmasıyla bilmek oluyor. Anahtar kilitle beraber çalışıyor. Yoksa ne anahtar anahtar ne kilit kilit olabiliyor. Bu yüzden mürşidimin şöyle demesine şaşılmıyor artık:
"Sivrisineğin gözünü halk eden, güneşi dahi o halk etmiştir."
Ama başta söylediğimizi de sakın unutmayalım: Bilmek, ancak bilgi araçlarla taşınırsa, gerçekleşebilen birşeydir. Karadelikleri göremeyişimiz ışıklarının bize ulaşamamasıyla ilgilidir. (Onların çekim kuvveti ziyayı bile yutar.) Bu yüzden bilmenin aydınlık yolları karadelikler için kapalıdır. Fakat, bir saniye, karadeliklerin asla bilinemeyeceği anlamına gelir mi bu? Elbette hayır. Karadeliği bilmenin ışıklı yolları kapalıdır sadece. Gerisi açıktır. Mesela: Herhangi bir yıldızın önünden geçtiğinde, karadelik, görünmezliğiyle görünür. Lekesi hemen farkedilir.
Cenab-ı Hak, Nur sûresinde, "Allah göklerin ve yerin nurudur!" buyuruyor. Dikkat ediniz lütfen. "Allah göklerin ve yerin ziyasıdır!" denmiyor. Çünkü 'ziya' denilmiş olsa 'nur'daki anlam zenginliği oluşmayacaktı. Hem Celle Celaluhunun isimlerinden birisi de en-Nur'dur. 'Ziya' değildir. 'Nur' kelimesi 'ziya'dan başka olarak ışığın zatını kastetmez. Ya? Eşyadaki fonksiyonunu kasteder. Eylediğini anlatır. Yunus sûresindeki “O Allah, güneşi bir ziya, kameri bir nur kıldı!" beyanında da sezebiliriz bunu. Evet. Güneş bir ziyadır. Çünkü kendi ışığından hareketle bilinir. Ama ay bir nurdur. Çünkü kendi ışığıyla değil güneşin ışığıyla bilinir. O halde belki de 'nur'la kastedilen 'birşeyin başka birşey vasıtasıyla bilinmesi'dir. Bu eşikten bakınca Allah'ın 'göklerin ve yerin nuru' olması daha anlaşılır olur. Çünkü göklerde ve yerde ne varsa Hüda'nın onları 'bilinir' kılmasıyla bilinebilmişlerdir. Bilginin hakiki kaynağı Allah'tır. Onları bilinebilir, bizi bilebilir ve aracıları da 'bilgiyi taşıyabilir' yaratarak bilmenin vücuda gelmesini sağlayan Odur. Üstelik, Ona iman edildiğinde, bilineceklerin Esmaü'l-Hüsna sayısınca yeni boyutları da açılır. Bilgi zenginleşir. Ebedîleşir. Anlamlanır. Bilinecek şeyler sayısınca o Rabbü'l-Âlemîn'e hamd u senalar olsun.
Hem şu hususa da ayrıca dikkatinizi isterim: Ziya güneşte yaratılır. Ve güneşin zatının parçasıdır. Ondan ayrılan enerjisidir. Foton tanecikleridir vs. Ancak kainatta, üzerinden Allah'ın bilindiği hiçbirşey, Subhan'ın parçası değildir. Hâşâ. O parçalı-bütünlü olmaktan münezzehtir. Esbab ancak Onun perdesidir. Yaratığıdır. Mahlukudur.
Bediüzzaman Hazretleri, 33. Söz'ün 20. Penceresi'nde, şöyle birşey söylüyor:
"İşte ziyanın parlaması, sair hikmetli hidemâtının delâletiyle, yeryüzünde masnuat-ı İlâhiyeyi izn-i Rabbânî ile teşhir ve ilân etmektir. Demek bir Sâni-i Hakîm tarafından ziya istihdam ediliyor; çarşı-yı âlem sergilerindeki antika san'atlarını onunla irâe ediyor. Şimdi rüzgârlara bak ki: Sair hakîmâne, kerîmâne faidelerinin ve vazifelerinin şehadetiyle, gayet mühim ve kesretli vazifelere koşuyorlar. Demek o dalgalanmak, bir Sâni-i Hakîm tarafından bir tavziftir, bir tasriftir, bir kullanmaktır. Dalgalanmaları ise, emr-i Rabbânînin çabuk yerine getirilmesine sür'atle çalışmaktır..."
Burada, mürşidim, eşyanın tümünü yekdiğerleri için bir 'bilgi nakil aracı' görmeyi teklif ediyor gibi. Yani herşey herşeyin bilgiye ulaşma aracı. Bir tür bilgi iletkeni... Işık yaratılmış. Ne maksadla? Çünkü bilginin bize öyle bir hızda nakledilmesi gerek. Yıldızlardan haberdar olmanın başka bir yolu yok. Ve gözlerimiz de o bilgiyi kabullenip beyne iletebilecek şekilde takdir edilmiş. Peki ya hava? Hava da daha dar bir dairede aynı fonksiyonu görmek için, yani bilgi taşımacılığına aracılık etmek için, istihdam ediliyor. O da bir tür bilgi iletkeni. Bu gözle temaşa edildiğinde cümle varlık ya bilginin kaynağı yahut da taşıyıcısı haline geliyor. Herşey ekilmiş ilmin iletkenine dönüşüyor. Peki böyle bir iletişim dünyasında gaye koltuğunda oturan kim olur? Elbette bilecekler. Yani şuurlu varlıklar. İnsanın merkeziyeti de burada. İnsan kainatın meyvesi. Zira onun vücuda gelmesiyle bilginin taşınma süreci tamamlanacak. Eğer insan işini yapmazsa kainatın üzerine kurulu olduğu bu biliş süreci aksayacak.
Kilim devasaysa da ortasındaki nakış biziz. Cismimize bakmayalım. Bizimle görülen işe bakalım.
Geçenlerde bir mecliste uçuk-kaçık bir misal söyledim. Şimdi tekrar etmek isterim. Dünya-ahiret ikilemini anlamada yardımcı bir mahiyeti var sanki. Misalim şöyle: Nasıl ki, bir yerden bir yere bilgi, ancak 'nakil araçlarıyla' nakledilebiliyor. Yani, mesela, ya bir seyyar hafızaya yahut bir internet kablosuna veyahut da başka bir usûlle yüklenerek bilgi taşınıyor. Böylece bu mekandaki bilgi başka yerlerde de bilinir oluyor. Aynen bunun gibi de, Allahu a'lem kaydıyla, diyorum ki: Cenab-ı Hak, bu âlem-i fenadaki oluşların bilgisini, insanlar üzerinden beka âlemlerine naklediyor. Bizim bu dünyadaki imtihanımız, haşir sabahındaki diriltilişimiz, mizanımız, hesabımız hep o netice için: Âlem-i şehadetin bizdeki imana/amele göre arşivlenmiş kısmı orada beka âlemlerine çevrilecek. Kabımızın çapı kadarı bizimle oraya aktarılacak. İman sahiplerinin arşivi karşılarına cennetleri olarak çıkacak-yaratılacak. (İnşaallah onlardan oluruz.) Küfür sahiplerinin arşivleri de cehennemleri sûretinde dikilecek-yaratılacak. (Öylelerinden olmaktan Hüda muhafaza buyursun bizi.) Tamam. Herşeyi bilen Allah'ın elbette böyle bir arşivlemeye muhtaciyeti yok. Zaten kaderde hepsi mahfuzdur. Ancak hikmeti böyle iktiza ediyor ve yapacak.
Dolayısıyla insanın da Allah'ına cenneti-cehennemi hakkında sorabileceği bir hesap, hâşâ, kalmıyor. Zaten yoktu ve hiç olamıyor. Zira, üzerinden yaratılacakların büyüklüğü düşünülünce, arşivcinin arşivciliği de elbette sonuçları gayet ciddi etkiliyor. Düşünsenize: Eğer, Ebu Cehil, Ebu Bekir radyallahu anh gibi bir müslüman olsaydı, kabiliyetlerini İslam yoluna kullansaydı, onunki kadar bir cennetin yaratılışına vesile olacaktı ahirette. Sonsuz şekilde varlığını sağlayacaktı biriktirdiği şahitlikler. Ancak o aksine hizmet etti. Kendisi üzerinden yaratılacak cenneti cehenneme kalbetti. Bu nedenle ebediyete yaptığı bu kem etkinin cezasını da biriktirdiklerinin içinde yaşayarak çekecek. Her neyse... Bu konuya neden girdim? Çünkü buradan bakınca insan da bir çeşit 'bilgi nakil vasıtasına' dönüşüyor. Yani; nasıl ışık gözlerimize, ses kulaklarımıza, koku burnumuza bilgi taşınmasına aracılık ediyorsa; insan da ahirete taşınacak olan bilginin aracılığını ediyor. Bu da kainatın Aleyhissalatuvesselam Efendimizin nurundan yaratıldığını hikmetine, yani Nur-u Muhammediyye sırrına, pek muvafık geliyor. O nasıl?
Açayım: Bizim bilmemiz belki de bütün bilgi nakil şekillerinin piri. Bilgi naklinde öyle bir zirve ki taşıyan da artık ne taşıdığını bilebiliyor. Geliştirebiliyor. Çoğaltıyor. Ebedi ruhuna nakşediliyor. Silinmiyor. Sırrımız öyle harika birşey. Yine mürşidimin tabiriyle, insan, âlemden hususi bir âlem sahibi olabiliyor. Elbette bu bilme şekillerinin zirvesi de Aleyhissalatuvesselamla tezahür edenin ta kendisi. Yani onun nuru hem görüşü hem göstericiliği. Bilgiyi taşımadaki temeli. Faniyatın bakiye nakledilmesi sırrı. İşte, Fahr-i Kainatın tam liyakatle ifa ettiği biliştir ki, evrenin üzerine kurulduğu düzendir. Kainat öyle bir bilgiyi nakletmek içindir. Faniyat vesilesi kılınmıştır. İnsan bu bilginin kablosudur. Arşividir. Mektubudur. Taşınması gereken üzerinden taşınmaktadır. Allahu a'lem. Eh, evet. Sonlarda biraz uçtuğum için, taksiratım varsa, affımı dilerim. Siz de lütfen kardeşinizin tefekkürüne merhametle bakınız.
7 notes · View notes
halimecan · 24 hours ago
Text
Tumblr media
Hayatın Sevgiyle Şekillenen Yolu
Birçok insan hayatında çeşitli zorluklarla karşılaşır, ama önemli olan bu zorlukların bizi nasıl şekillendirdiğidir. Benim hikayem de bir arayış, bir mücadele ve sonunda sevgiyle tamamlanan bir yolculuk. Aile içinde tek kız olmamın, annemin sevgisinden eksik kaldığım bir dönemin izleri, yıllarca beni etkiledi. Ancak zamanla öğrendim ki, sevgi sadece verilen bir şey değil, aynı zamanda içimizde büyüttüğümüz bir hazine.
Annem, beni doğduğumda sevgiyle kucaklayabilse de zamanla o sevgi mesafeye dönüşmeye başladı. Belki de annemin hayatında eksik olan şey, sevgiye ve anneliğe dair deneyimlerin eksikliği, küçük yaşta kaybettiği annesinin açtığı bir boşluktu. Bu yüzden, annem benden daha az beklerken, abim onun gözünde farklı bir konumdaydı. Ama ben, kendi içimde her zaman farklıydım. Ne istediğini bilen, kararlarını kendi veren, hayatını şekillendirmeye kararlı bir insandım. Ailemdeki bu sevgi dengesizliği, beni daha fazla içsel bir yolculuğa itti.
Büyüdükçe fark ettim ki, annemin bana olan sevgisiyle, abime olan sevgisi arasındaki farklar aslında onun geçmişindeki eksikliklerden kaynaklanıyordu. Annemin sevgi dilini anlamadım belki de; ama ben, sevgiyi öğrenmeye başladım. En önemli dersimse, sevilmenin, sadece başkalarının bir eylemi olmadığını, insanın kendini sevmesinin ve kendi içindeki sevgiyi keşfetmesinin ne kadar kıymetli olduğunu anlamamdı.
Ergenlik yıllarımda, annem bana karşı daha mesafeli yaklaşmaya başladı. Belki de kadınsı bir kıskanmışlık, belki de benim daha başarılı olmamın getirdiği bir güvensizlik, aramızdaki mesafeyi artırdı. Ama içimdeki sevgi her zaman vardı. Ben, o sevgiyle her zaman kendi yolumu bulabileceğimi biliyordum. Hatta abimin hayatındaki zorluklar, bana daha da güç verdi. Ailemde yaşanan bu kırılmalar, bana kalbimi büyütme fırsatı sundu. İnsanların sevgisinin yeri farklı olsa da, bu sevgi, zamanla yerini buluyor.
Yaşadığım coğrafyada kadınlar için hayat genellikle "on sıfır yenilerek" başlar. Ama ben, asla bu kuralın içinde hapsolmadım. Çünkü kalbimdeki sevgi, tüm engelleri aşmamı sağladı. Kendimi sevmenin gücüyle, çevremdekilere sevgi ve saygı göstererek, kocaman bir aile kurdum. Artık hayatımda eksik hiçbir şey yoktu. En değerli olanı, sevgiyle inşa ettiğim bu dünyamdı.
Hayat, ne kadar zorlu olursa olsun, sevgiyle şekilleniyor. İnsanlar birbirine sevgi gösterdikçe, dünya daha parlak bir yer haline geliyor. Sevgi, her şeyin ilacı, her zaman kendini ve başkalarını sevebilmek, gerçek başarıyı getiriyor. Şimdi geriye dönüp baktığımda, en büyük başarımın kendimi sevmenin ve kendi yolumda sevgiyle ilerlemenin olduğunu fark ediyorum.
Hayatıma dokunan her insana minnettarım. Her birinizin kalbimde özel bir yeri var. Sevgiyle büyüyen bir ailem oldu, ve siz de bu ailenin değerli parçalarısınız. İyi ki varsınız. İçimden, kalbinizden öpüyorum.
6 notes · View notes
ehilal · 3 months ago
Text
Konuşmanın faydasız olduğu zamanları biliyor musunuz? Benim için iki kişilik bir problemle karşı karşıya olduğumda en temiz ve tek yol açık bir iletişimdi. Ki yakın çevrem tarafından uzun konuşmalarım, derdimi açık ifade edişiyle tanınırım. Gelin görün ki hayat resmen bildiğim doğruları sınarcasına sürekli karşıma farklı mücadeleler çıkarıyor. Şu hayat adeta istiyor ki kendi kendime 'çok da haklı değilim, bu inandığım her zaman geçerli değil' diyeyim.
İlk kez içinde bulunduğum dert için konuşmam hiç bir işe yaramıyor. Her şey açık net, günahlar da sevaplar da masada sereserpe yatıyor. Ve hatta duramayıp kendimi tekrar edercesine konuşmalarım sadece kendime zarar veriyor. Daha çok kırılma, daha çok sorun.
Burada yapmam gerekeni çok iyi bilmiyorum halbuki. Konuyu akışına bırakmak. Akışına bırakmak da ne zor, öğrenmek için ne çok emek verdiğim bir konu.
Söylesem tesiri yok sussam gönül razı değil sözünü bi fiil yaşıyorum. Bakalım bu hikayeden dönüp dolaşıp nerelere varacağım?
3 notes · View notes
yakazakalb · 2 years ago
Text
Tumblr media Tumblr media
Hasan-ı Basrî hazretleri şöyle der: Vallâhi, Kur’ân’ı inanarak okuyan hiçbir kul yoktur ki hüznü artıp da sevinci azalmasın, ağlaması çoğalıp da gülmesi azalmasın, işi başından aşkın hale gelip de rahatı ve tembelliği kaybolup gitmesin!
34 notes · View notes
incehareket · 7 months ago
Text
chl
bilgiyi paylaşma biçimlerinin dönemsel olarak değiştiğini gözlemliyoruz. bilgi derken, bildiğim şey anlamında, bir başkasının bilip özümsediği ve gerçeğe uygun olduğu için haliyle doğruluğu da kanıtlanmış olan o şeyden bahsetmiyorum. yoo ondan da bahsediyor olabilirim.
ilk blogculuk yıllarımda bilgiyi öğrendiğim an aktarırdım ve bilgiyi yeni öğrenmiş olmakla ilgili utanmazdım. anamızdan allame doğmadık, haddizatında şu anda da allame olmak gibi bir iddiamız yok. her neyse, o dönem için bilgi onu ilk paylaşana ait gibi görünürdü, bir başkasının bestelediği ve daha da başkasının seslendirdiği bir şarkıyı bloguna ilk koyan o eserin sahibi kadar, hatta bazen sahibinden daha çok sahibiydi. bu durum öyle bir hal almıştı ki "yeni bir film, yeni bir şarkı, yeni bir kitap paslayın"cılar diye sayıklayan bir zombi sınıfı ortaya çıkmıştı, "sen hala orda mısın, onu biz geçen ay tükettik çoktan" diye sayıklayan bilgi sağıcıları. bu sağıcılar, kaynağı, yani bilginin araştırıcısını veya paylaşıcısını bir yere kadar beslemiştir de ama bunun sürekliliği de bir yere kadardı. zira bütün klasik filmler izlendi, bütün klasik kitaplar okundu, bütün yeni icralar kınandı... eee sonra? cover'lar, remix'ler, rebody'ler, uyarlamalar, esinlenmeler de bitti. sonunda herkes köşesine çekildi. hedef her ne ise, şöhret mi, cazibe mi, maddi çıkar mı, havalılık mı: oldular, olduk, olundu. bilgi de bu şekilde paylaşılmaktan azat oldu, bambaşka ellere ve dillere transfer oldu.
yazıya başlarken bugünün bilgi paylaşım şekilleri ile ilgili tespitlerimi sıralayacaktım güya. sıralama ve o fikirler uçtu gitti. başka fikirlerle yolumuza devam edelim biz de.
günümüz insanı sosyal medya kullanım alışkanlıkları sebebiyle kendini yazarak ifade etmeye alıştı artık; şablon olarak da çok kullanılan, dilden dile dolaşan cümleleri alıp bilinç akışına kapılarak -ıslah edilmeye muhtaç olsa da- iki üç satır da olsa yazmaya başladı. akademinin rendesinden geçen bazıları ise kendilerini ifade ederken hocalarının kurt nefesi enselerindeymiş gibi hissettiklerinden alelade bir cümleyi dahi yazmaktan aciz hale geldi, sabıka olur diye... aman bu başka bir oturumun konusu olsun.
bir de kibir temelli bilgi paylaşımı var: cahille sohbete hayır ama cahille monolog forever. bu paylaşımın da çeşitleri var:
bilgiyi: -kendin- cahilmişsin gibi paylaşmak, herkes zaten her şeyi biliyor gibi paylaşmak, kimse hiçbir şey bilmiyormuş gibi paylaşmak, önemsiz bir şey gibi paylaşmak, dünyanın en önemli şeyi gibi paylaşmak.
bir de bilmediği bir şeyi iyi biliyormuş gibi davranmak var.
sonuç olarak, bilginin bizzat kendisini/içeriğini geçtim, bu içeriğin var olduğunu bilmek dahi kışkırtıcı ve heyecan verici. ona sahip olmaksa ne büyük güç. kimsenin bilmediği neler neler biliyoruz da paylaşmıyoruz değil mi? bu kibir temelli paylaşmamaya* girmiyor elbette, bilginin kaynağını/kendini/paylaşılacak kişileri korumak amaçlı da olabiliyor.
*kibir temelli paylaşmamak demişken, yıllar önce kulak misafiri olduğum bir muhabbeti twitter'a aktarmışım: "Jodorowsky ile ilgili yazı yazan kadın "aman dillendirme, Kutsal Dağ'ı izle ama yayılmasın" dedi iskeledeki kıza, kendi keşfiymiş gibi." 11:05 · 5 Oca 2013
2 notes · View notes
cagdasyatirim · 1 year ago
Text
Tumblr media
17 notes · View notes
dianaa70 · 1 year ago
Text
Bugün biri bana ulaşmaya çalışmış. Mesaj atmış WhatsApp dan görmedim. Normalden atmış yine görmedim. Aramış ama telefon sessizde gruptan mesaj atmış onu da görmedim. Sanırım gerçekten bana kimse ulaşmaya çalışmıyor çalışınca da böyle oluyor. Alışık değilim birinin ulaşmaya çalışmasına ne yapayım smndfnfkgk
12 notes · View notes
earlgreyninja · 2 years ago
Text
"If you tell me how you get your feeling of importance, I’ll tell you what you are."
-Dale Carnegie, How to Win Friends and Influence People
29 notes · View notes
gokyuzucumhuriyetindenim · 1 year ago
Text
Anlatmıyor, susuyorum. İletişim kurmayı reddediyorum. Bana göre toplum kitle araçları gereksiz. İnsanlar birbirini dinlemek için var olmuyor aksine kendi ihtiyaçları ve bencil tutumları yüzünden seninle iletişim kurmayı seçiyor. Biriyle güzel vakit geçirmek bana göre konuşmadan iyi hissettirmek çok değerli bu yüzden biriyle iletişim kurmak istediğimde kendimle kuruyorum iletişimimi, biliyorum ki beni benden iyi kimse tanımıyor, anlayamaz da. Bu yüzden kendinle bağ kur ve kendini SEV. Bak burası çok önemli.
Sevgiyle kalın.
6 notes · View notes
belkidebirharfimben · 5 months ago
Text
youtube
Kur'an eğer insan sözüne benzemeseydi insanlar tarafından nasıl anlaşılacaktı? Anlaşılmayan bir kitabın insanlara "Uyun!" diye gönderilmesinin bir hikmeti olabilir miydi? Benzerlik üzerinden 'insan sözü' sonucuna ulaşmak sahiden mantıklı mı? 15. Söz'ün Zeyli'ni tefekkür etmeye devam ediyoruz. Tevfik Allah'tan.
2 notes · View notes
hayrolaablog · 1 year ago
Text
18.10.23
Hiç arkadaşınızın olmaması nasıl olurdu? 4 yıl boyunca kimseyle konuşmadığınızı düşünün. Kimse yok. Mesaj atan birileri, arayan biri yok. Ben eskiden asla öyle bir şey olmaz diye düşünürdüm. Sonuçta herkesle iyi olabilen biriyim yalnızlık denen illet hiçbir zaman yanıma uğramaz derdim. Uğradı. En yakın arkadaşım oldu. Kimsem yok. Görüştüğüm. Rahatça bir şeyler konuşabildiğim sarılabildiğim teselli isteyebilip verebileceğim. Kelimenin tam anlamı ile yok. Başlarda güzeldi havalıydı. Ama şimdilerde ise.. Boğuluyorum sanki her geçen gün saniyelikte olsa uğruyor yanıma düşüncelerimdeki karanlık olan o dipsiz kuyu. Geçiyor sonra. Kalbimin sesini işitir oluyorum sakinleşmeye çalıştıkça. Geçiyor ama bende geçiyorum gerçekte yüzümü gösteremediğim o hayatıma. Kısacası çok zor ve yalnız zamanlar geçiriyorum. Bunu her gün daha da derin bir şekilde hissediyorum. Zoruma gidiyor çok. Yaşıtlarımı gördükçe her şey zoruma gidiyor aslında biraz. Kaybettim ben kendimi. Ya da daha yeni buldum bilmiyorum. Sadece korkuyorum. Korkuyorum. Ve korkuyorum.
~a.
4 notes · View notes
vaveylabis · 1 year ago
Text
Bazen gamsız biri olmak istiyorum, biliyorum ki çok daha kolay olurdu. Ben hep arkada kalmış, kimsenin görmediği, dışlanmış insanları da düşündüm mesela. Herkesle çok iyi anlaştım, herkesle sohbetlerim oldu. Düşündüğüm insanlar beni hiç düşünmedi mesela, bense sanırım hep çok içselleştirdim. Empati yapmanın gerçek dünyada pek bir faydası olmuyor, yararlı olduğunu söyleyen kişi sanırım yapan değil yapılan kişi olsa gerek. İşin garibi bu kadar iletişim içinde olmama rağmen yakınım olmadı hiç, insanları uzak tuttum belki. Sevildim mi bilmiyorum ama ben kendi kurallarımda doğrusunu yaptım. Doğruları savundum, doğrulara göre davrandım ama pekte doğrusunu düşünmeyen insanlar hep kazandı. Dünyada iyilik kazanmıyor, bu da ayrı bir yalan. Ne yapalım bizde artık acımasız olmayı öğrendik sayelerinde, artık onların kurallarına göre oynuyoruz. Bize başka şans verilmedi, kendi hayatını kazanmak için kendinden vermelisin ne de olsa. <3
3 notes · View notes