#agos gazetesi
Explore tagged Tumblr posts
rayhaber · 1 month ago
Text
Hrant Dink'in Katledilmesi Davası: Karar Duruşması Gerçekleştirildi
Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in Katledilmesi Davası Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in, tetikçi Ogün Samast tarafından gazete binası önünde katledilmesiyle ilgili olarak kamu görevlilerinin yargılandığı davanın karar duruşması, bugün İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nde gerçekleştirildi. Duruşmaya, tutuklu ve tutuksuz sanıklar SEGBİS (Ses ve Görüntü Bilişim…
0 notes
nesrin-c · 1 year ago
Text
Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’i katleden Ogün Samast, tahliye edilmiş....
Kimin için adalet…
Bu ülkede kimse hukuktan ve adaletten söz etmesin.
Gazetecileri hapiste rehin tutanlar,
Gazetecileri öldürenleri serbest bıraktılar.
Hukuk bitti,
tuz koktu.
#HrantDink
Tumblr media
124 notes · View notes
hetesiya · 3 months ago
Text
Dünden bugüne Apoyevmatini | Agos
0 notes
seslimeram · 7 months ago
Text
Yolunuz Her Nereye!
Tumblr media
Bir kutuplaşma meselidir almış başını gidiyor. Türkiye nam sahnenin hemen hemen daim her gününe içkin kılınmış bir cerahat halinin üzerine boca edilenlerle, insanlar kamplara ayrıştırılıyor. Halihazırda sürgit yinelenen elemeler, eksiltmeler, dört yanı ve her günü çitleme hamlesiyle ve nicesiyle o kutuplaşma menzili gerçeğin kendisi olarak var ediliyor. Gündelik bir döngünün ortasında her ana içkin kılınmış olagelen hamlelerle birlikte bir şekil / şemail çiziliyor. O tablonun / verili alanın, dışında kalakalan ya da sesini ve sözünü oralardan / iktidar lehine, yanında kurmayanlar için zorlukların var edildiği bir sahneleme güncelleniyor. Tümüyle bir girdap halini muhafaza eden, muktedirin dediğim dedik halini yansıtan bir zorbalık mefhumu her yerde güncelleniyor. Bir kutuplaşma hamlesi siyasetin o birbirine vurdu / kırdı hallerinde duraksamadan arka fonu oluştururken, 31 Mart seçimi sonrasında oluşan ılımlılık / yumuşama / normalleşme evresi denilen aralıkta daim bir hal ve istemle şekillendirilmeye itinayla devam olunandır.
İttihat ve Terakki’nin temelini attığı bir yapı ile bugün şu ülkenin sahibi olagelen / böyle bir tahayyülle çıkagelen Siyasal İslamcı / Yeni Liberal partinin var ettiği ikilemler, afaki bir haldeki kutuplaşmanın sonuna kadar gerilip, sonra çat diye terk edildiğinden bahisler açılıp dururken olmaya devam eden bir hadisedir. Gündelik yaşamın zehir edilmesi için kafi görülen bir seçim bahsinin ortasındayken, sonuçlar açıklandıktan sonra, o yerel seçim pratiğinden bunca gün sonra var edilenlerde bütün bu ayrıştırma / kutuplaştırma halinin ol yalın sureti temsil olunur. Unutturma, sineye çektirme, ezme hamlelerinin birbiri peşi sıra var edildiği bir zeminde baş efendinin uzlaşmayı / izanı değil mutlak biat etme halini yine yeniden imal ettiğinin detayları, var edilen anayasa düzenlemesi hamlesinden, yargıdaki en kestirmeden reformların bilmiyoruz kaçıncısı ola gelecek tahayyülün katara eklendiği bir zeminde nedir ki normalleşen? Kapitalizmin dehşete odaklanmış / kilitlenmiş bir hali suretine mahkum edilmiş yerde olagelen tüm o hamleler silsilesinin hayatı daha da içinden çıkılamaz kıldığı bir menzilde var edilenler de eklendiğinde normalleşmekten her neyi anladığı muktedirin / onun değirmenine su taşırken, yerel seçim zaferini hala idrak edip kutlamaya çaba sarf eden ana muhalefet nam çatının birlikteliği geleceğin umutsuz halini de bildirecektir, kesintisiz, öyle!
Birkaç yazarın meramından kısaca aktaralım. Türkiye’nin genel ahvaline dair belki de en çok tartışılması gereken mefhumların nasıl kabaca kenarda tutulup, bir yönelim / ihtimal olarak normalleşmenin yeniden işlendiğine dair bir okuma listesidir:
İhsan Dağı – Diken.com.tr: “İktidar partisi ‘yumuşama’dan sözediyor, çünkü ‘sertlik’ politikasının ‘karşı’yı kenetlediği, büyüttüğü ve motive ettiği ortada. AKP, CHP’ye kaybettiği neredeyse bütün belediye başkanlıklarını kutuplaşma nedeniyle kaybetti: AKP karşıtı seçmen CHP’de birleşti. AKP kutuplaşma siyasetiyle kazanamaz artık, çünkü en büyük kutup ‘AKP karşıtları.’ İktidar partisi, CHP ile diyalog yoluyla kendi aleyhine işleyen bu kutuplaşma iklimini aşmaya çalışıyor.”
Yetvart Danzikyan – Agos “AKP’nin şimdilik ‘yumuşama’ya meyilli olduğunu söylemek mümkün. Öncelikle, önümüzde uzun bir süre seçim yok. Ve MHP ile ittifakın artık eskisi kadar yarar getirmediğini düşünüyor olabilirler.
Osman Kavala’nın serbest bırakılması ihtimalinin AKP’ye yakın yazarlardan ve bazı milletvekillerinden gelmeye başlaması, bir gösterge örneğin. Beri yandan MHP de bilhassa Kavala konusunda aynı sert tutumu sürdürüyor; bu da ayrı bir gösterge.
Burada bir varsayım yapılabilir. AKP bundan sonrası için yola MHP ile devam ederse ne olur, etmezse ne olur? Belli ki AKP içindeki bir grup bunun egzersizini yapıyor. MHP de kendi oyununu kurmaya çalışıyor.”
Nurcan GÖKDEMİR – BirGün Gazetesi: “Özgür Özel’in ziyaretinden sonra da Erdoğan için “sorun çözümü için başvurulan makam, kucaklayan lider” imajı yansımadı kamuoyuna… Yumuşama söylemi kurnaz siyasetinin bir yansıması, kucaklayıcılığı da geçmişteki sayısız örnekte olduğu gibi söylemine küfürle yansıyan öfkesi, tahammülsüzlüğü, kibri nedeniyle samimi bulunmadı.
Ancak “yumuşama” söyleminde ısrarcı olacağı görünüyor. Şu an elinde daha güçlü bir enstrüman yok, en azından kamuoyuna “Ben istedim onlar istemedi” diyebilecek kadar malzeme toplama peşinde.”
Dicle Anter – Yeni Yaşam Gazetesi “Ulusal ve uluslararası sermaye grupları Türkiye’yi desteklemeye başladılar. Mehmet Şimşek kendi programını uygulamaya başladı. Bakalım ne kadar başarılı olacak, onu da zaman gösterecek. Bu programın desteklenmesi için bazı önkoşullar da gündemde. Ekonominin iyi gitmesi için istikrar ve hukuk devleti itibarının korunması şart. ABD’nin IMF parası için şartı belli; Can Atalay, Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala’nın serbest kalması. Bu şartlar altında her an için daha kötü günleri yaşayabiliriz. Adaletin olmadığı yerde yaşam koşulları da risk altındadır. Yabancı sermaye tedirgin olduğu müddetçe yatırımlar da temkinli olacaktır. “Taşıma suyla değirmen dönmez” diye bir söz vardır. Dünya bankasından, IMF’den alınan paraların geri dönüşümü nasıl olacak? 2026’ya kadar enflasyonun tek hanelere düşeceğini söylüyorlar. Bana pek inandırıcı gelmiyor. Herhalde dört yıl seçim olmayacak durumundan faydalanılmak isteniyor. İki sene sonra seçim olabilir belki. Baktınız bir gün Erdoğan uyandı ve Mehmet Şimşek’i görevden aldı, ne olacak o zaman?
Erdoğan ülkeyi ötekileştirmeye devam ediyor. Milletvekilliği seçimlerinde mülakatın kaldırılacağını söyledi ama bu haftaki açıklama iddiaları tam tersi yöndeydi. Erdoğan’ın “Mülakat neden önemli? Mülakat olmazsa devlette başka kişiler yuvalanır. Devletin bekası için işe alımlarda dikkat edilmeli. İşe girecek kişilerin yarın devlete ihanet etmeyeceğini nereden bileceğiz” diye belirttiği iddia edildi. “Benden değilsen vatan hainisin” uygulamalarına devamın göstergesi.”
A. Cihan SOYLU – Evrensel Gazetesi “On milyonlarca işçi ve emekçi, “Kemer sıkma” politikasıyla sağlanan zenginleştirme-büyüme ve ihracat artışının belirli bir azınlığın çıkarına olduğunu yukarıdaki iki-üç veriyi gözeterek dahi görebilir-görmelidir. 2015-2022 döneminde 230 grev, erteleme adı altında yasaklandı. 2024 1 Mayıs’ına kurulan polis barikatı ve gerçekleştirilen saldırılar kemer sıkma politikasıyla dipçik, kelepçe ve zindan arasındaki bağı bir kez daha gösterdi. Yumuşama söylem ve beklentisi saldırılara karşı gelişecek mücadeleyi “yumuşatma”yı hedefliyor.
Erdoğan’ın sürdürülmesinde kararlılık göstereceklerini ilan ettiği bu ekonomi politika bütün işçileri, emekçi ailelerini, şehir küçük burjuvazisi ve küçük esnafı önceki ekonomik durumunun gerisine püskürtüp daha fazla yoksullaştırma pahasına uygulanıyor. Bu politika ile holdingler; bankalar ve büyük sanayi şirketleri devasa kâr ve rant vurgununu büyütürken, büyük müteahhitler ve taşeron şirketler, kendilerine verilmiş devlet güvencesiyle toplamında trilyonları bulan paralara el koyabiliyor. Kutuplaştırıcı dilden uzak durma, uzlaşı ve yumuşama çağrı ve söylemi bu durumu örtme işleviyle yüklüdür. İleri işçi ve emekçiler, ilerici demokrat aydınlar, halktan yana politika yaptığını söyleyen parti ve örgütler, bu karartmanın geniş halk kitleleri tarafından anlaşılması için çaba göstereceklerdir.”
Düzeni yirmi bir yıldır elinde tutan, yeniden biçimlendiren bir temsilin yerel seçimlerde aldığı yenilgi sonrasında demokrasi katarına yeniden dönüş yapmayacağı artık muhakkak kılınan bir mesel olur. Baş efendinin şablonunda yenilenmenin, ezip geçmekten tümüyle, tahakküm ve tehdit döngüsüne esaretten başkası olmadığı daha önce de teyit edilmiş bir hal ve mefhumdur. Bugün ulaşılan, sosyal çökertmenin, ekonomik yıkım halinin, günlük, gündelik yaralara dair çözümleri değil tam tersi çözümsüzlüğün naklen yinelendiği bir yerde o kutuplaşma faktörünü etkin bir biçimde kullanan iktidarın geri dönüşü mümkün müdür? Hiçbir biçimde sorguyu kabul etmeyen, sual olunana yanıtı hep bambaşka yer ve hallerden bildiren bir iktidar pratiğinin gerçeklikte, o durumda olsa aynısına yakın olacak bir muhalif çatıyla hemhal olup, ülkenin istikametini doğrudan hakkaniyete çevirmesi hiç söz konusu olabilecek midir?
Ekonomik darboğazın ortasında ekmeğin on lira, bir gazetenin on iki lira, bir kitabın yüz elli lira, bir tek dal sigaranın üç buçuk lira, kalanının vergi olarak devlete olduğu gibi teslim edildiği altmış yedi lira, bir ayakkabının birkaç bin, bir pantolonun yeniden birkaç bin olduğu bir zeminde, markette her gün etiket yinelenirken, yeniden var edilirken hayatı o sıradan insanın hayatına dair bir tahayyül / pratik var edilecek midir? Kamuda tasarrufa dair bir masal nakledilirken, bir yandan hamuduyla har vurup harman savrulan diyanet işleri başkanlığı gibi kamunun yararına değil (hiçbir zaman olmadı ki) zararına çalışılan bir yapının araba sevdasından ne zaman vazgeçeceği meçhuldür. Kaynakları israf etmekte hızlıca davranan belediyelerin geriye bıraktıkları borç enkazlarının altından kim nasıl kalkacaktır, o hesaplı kitaplı ince ince işlenmiş yağmaların akıbetini / külfetini kim ama sahi kim ödeyecektir, sıradan halktan gayrı. Baş efendinin kendisine çalışma ofisi kurduğu bilgisinin düştüğü internette, yeni masa, sandalyenin bile özel tasarım olmasının külfetli rakamlarına dair bir açıklama, şeffaf bir yönetim söz konusu olmayacaksa, bunca fecaat, bu kadar yoksunluk herkesin paydası kılınırken masallarla kervan yürür mü? Bir kez olsun demokrasicilik değil sahici bir demokrasinin inşası söz konusu olur mu, nedir ki!
Gündelik yaşamın siyasetin pragmatik tahayyülünde, belirgin bir tahakküme resmen esir kılındığı bir zeminde günü kurtarmak kolaydır. Normalleşmeyi, Covid-19’un sessizce hayatımızda bir sabit kılınacağının bilinmediği o salgın dönemi sonrasından bu yana seslendirmeye devam eden muktedirin, hangi kalıcı yaraya çözümü, muhalefetin bütün bu seslenişlere rağmen hangi odakta işbirliğine haiz olduğunun yanıtsızlığı arasında şimdilerde esen bahar rüzgarı yeniden güzümüz olmasın diye sorgulanmalıdır. Ilımlılık, yumuşama derken, Taksim’in 1 Mayıs’ta yeniden kapatılmasından, asgari ücretin un ufak haline rağmen halen Temmuz ayında en ufak bir iyileştirmenin dahi söz konusu edilmeyecek ilan edilmesinden, tantana arasında hazır paketlerden birisine iliştirilmiş herhangi bir durumda fikrini beyan edeni, sözünü savunanı “mihrak”, “ajan” ilan edebilecek bir cüretin tezgah altında pişirildiği bir zeminde doğru nereden başlar. Bir yer, bir zeminde hakikate ne ara sıra gelir? Tümüyle eğitimdeki müfredatın sil baştan yeniden yapılandırılmasından, eğitimcinin karşılaştığı şiddetin, sokakta gördüğümüzden çok daha feci bir kırım / katliamın da yönünü açabilecek olduğu bir yıkıcılığa evrimine daha pek çok yerde, herhangi bir konudaki eksiklikler silsilesi içerisinde hayata hiçbir zaman ehven için bir müdahale söz konusu edilecek midir? Normunu kaybetmiş, geleceğinden umutsuz, biçare kılınmış bir yerde kutuplaşma kök salmışken, birkaç görüşme iki satır meramla işler tekrar hal yoluna konulur mu? Bu kadar basit midir, o muktedirin ülkesinde çekilen acı, var edilen elem, yaşanan sıkıntıların çözümü... Düşünüyor musunuz, yolunuz her nereye?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: Tree Of Hope – Nancy ATAKAN – via Contemporary İstanbul – CI Bloom
Tumblr media
0 notes
ozel-buro · 8 months ago
Text
HRANT DİNK DAVASI /// Hrant Dink davasında itiraf : "6 ay önce aldığımız istihbarat kaydını değiştirdik"
Hrant Dink davasında itiraf : "6 ay önce aldığımız istihbarat kaydını değiştirdik" Hrant Dink cinayeti davası sanıklarından Jandarma İstihbarat görevlisi Veysel Şahin, dönemin Trabzon Jandarma Alay Komutanı Ali Öz’ün talimatı ile cinayetten 6 ay önce aldıkları istihbaratı, cinayetten bir gün sonra almış gibi rapor düzenlediklerini anlattı.Güncel Giriş: 27.03.2024 14:08 Agos Gazetesi Genel Yayın…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
yenicagkibris · 1 year ago
Text
Dink davası: Örgütlü örgütsüzlük - Gözde Bedeloğlu
Hrant Dink’in yargıya taşınan yazısıyla ilgili hazırlanan bilirkişi raporunda, söylediklerinde herhangi bir suç unsuru olmadığı sonucuna varılmıştı. Buna rağmen Yargıtay 9. Ceza Dairesi, uzun zamandır kamuoyunda hedef haline getirilen Dink hakkında verilen hapis cezasını onamıştı. Agos Gazetesi yayın yönetmeni Yetvart Danzikyan, Dink’in öldürülüşünün 14’üncü yılında İrfan Aktan’a verdiği…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
apsny-news · 2 years ago
Text
Dink Davası avukatı Hakan Bakırcıoğlu yaşamını yitirdi
*Fotoğraf: Sosyal medya Hrant Dink Davası avukatlarından Hakan Bakırcıoğlu akciğer kanseri nedeniyle yaşamını yitirdi. Agos gazetesi Bakırcıoğlu’nun ölümüne dair başsağlığı mesajı yayınladı. Açıklamada, “Dink Ailesi avukatlarından, arkadaşımız, yoldaşımız Hakan Bakırcıoğlu’nu kaybettik. Hakan Bakırcıoğlu bir süredir akciğer kanseri ile mücadele ediyordu. Çok üzgünüz. Ailesine, sevenlerine…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
pusancatholic · 2 years ago
Text
Hrant Dink ölümünün 16. Yılında Agos Gazetesi önünde karanfille anıldı
Şişli Halasgargazi Caddesi’nde 19 Ocak 2007 tarihinde uğradığı suikast sonucu öldürülen Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in 16. ölüm yıl dönümü için, Agos Gazetesinin eski binası önünde anma programı yapıldı. Saat 15.00’te başlayan programa, Dink’in yakınları ve arkadaşlarının yanı sıra pek çok seveni katıldı. Programa girmek isteyenler, Halaskargazi Caddesi’nin Taksim ve Osmanbey…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
yorgunherakles · 7 years ago
Photo
Tumblr media
10 notes · View notes
almanyalilar · 4 years ago
Text
Hrant Dink cinayeti davasında karar açıklandı
Hrant Dink cinayeti davasında karar açıklandı
İSTANBUL (AA) – Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in öldürülmesine ilişkin FETÖ elebaşı Fetullah Gülen, eski savcı Zekeriya Öz, gazeteciler, jandarma ve eski emniyet görevlilerinin de aralarında bulunduğu 6’sı tutuklu, 13’ü firari 76 sanığın yargılandığı dava, karara bağlandı. İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesindeki duruşmada, sanıkların son sözlerinin alınmasının ardından mahkeme…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
kolej-postasi · 4 years ago
Text
VİRÜSTEN HOLOKOST’A NOTLAR
Tumblr media
Ölümün toplumsal hayatta oturtulduğu ‘normal’ pozisyondaki, ritüellerdeki kaymalar insanlar arasındaki ilişkide de çarpılmalara yol açıyor. . O yol ve yöntemler ortadan kalktıkça insan ve kitle davranışları da savrulmaya, ölümle başka tür bir ilişkilenme biçimi ortaya çıkmaya başlıyor.
Tecritin süresi uzadıkça psikolojik yükü de ağırlaşıyor. Arada tabii ki çok önemli farklar olmakla birlikte sanki gitgide bir nevi toplama kampı psikolojisine giriyormuşuz gibime geliyor. Kapatılma ve kısıtlılık hali, ölümün sıklaşması, etrafınızda dönüp durmasının önce tedirginlik, bir müddet sonra kanıksama yaratması… Uzatıp moralinizi bozmayayım. (Gerçi bu yazı ister istemez biraz kasvetli olacak sanırım.) Bu anda iyi bir fikir gibi görünmeyebilir ama içinden geçtiğimiz süreçte ölümle değişen kolektif ilişki biçimi beni tam da bugünlerde soykırımlar, pogromlar, özellikle de Holokost (Yahudi Soykırımı) sekansları üzerine daha fazla düşündürüyor. Ölümün toplumsal hayatta oturtulduğu ‘normal’ pozisyondaki, ritüellerdeki kaymalar insanlar arasındaki ilişkide de çarpılmalara yol açıyor; çünkü bunlar onunla baş edebilmenin, kabullenebilmenin ve rutin toplumsal hayata devam edebilmenin de bir yolu. O yol ve yöntemler ortadan kalktıkça insan ve kitle davranışları da savrulmaya, ölümle başka tür bir ilişkilenme biçimi ortaya çıkmaya başlıyor.
Nazi Almanyası bu açıdan da son derece ibretlik, bunun için de iyi bilinmesi gereken bir dönem. Adolf Eichmann’dan ‘bile daha sıradan’ insanların nasıl olup da bir histerinin, bir toplu vahşet ayininin aktif veya pasif parçaları haline gelebileceğini gözler önüne seriyor. Holokost bunun en vahim, en trajik halkası şüphesiz, ama bu histeri onunla da sınırlı değil. Nazi Almanyası’nın, Lebensraum (yaşam alanı) şiarıyla doğuya doğru yayılması, Doğu Avrupa’yı ve Rusya’yı işgali de bu histerinin bir parçası. Sıradan Almanlar, hatta işgal edilen ülkelerdeki Yahudi olmayan halkların, hepsi değil ama azımsanmayacak bir kesimi bu histerinin gönüllü katılımcısı oldular.
Biz bugün yaşayanlar olarak bu halleri kendimizden ebediyen uzak göremeyiz, görmemeliyiz. Kendimizi hiçbir zaman böyle bir histerinin, zincirlerinden boşanmış vahşetin parçası olmayacak gibi görmemeli; “Onlar insanlar kötüydü, biz iyiyiz” diye düşünmemeliyiz. ‘Normal zamanlarda’ o insanların bizden daha kötü olduğuna inanmamız için bir neden yok. Soykırımlar, pogromlar, işgaller –ve evet, virüs salgınları– sırasında yaşananların bireysel iyilik ve kötülüğün çok ötesinde durumlar olduğunu idrak etmek çok önemli. Asıl mevzu, böyle siyasi dalgalara, kolektif bilinç kaybına dirençli toplumlar ve siyasi sistemler yaratabilmektir. Kanımca, bunun önemli gereklerinden biri de ister kendi toplumumuzda, ister başka toplumlarda yaşanmış olsun, kimi günler, kimi yıllar sürmüş bu vahşet epizotlarını bilmek, unutmamak ve üzerine düşünmek, “Ben olsam ne yapardım?” sorusunu sormaktır.
Bu ‘histeri’ dediğime, zihnin tahayyül etmekte zorlandığı, tahayyül ederken insanın gözlerinin karardığı ama ayniyle vaki bir örnek vereyim. Nazilerin Litvanya’ya girmesinden hemen sonr,a 27 Haziran 1941’de Kaunas’ta yaşanan, kayıtlara Lietūkis Garajı Katliamı olarak geçen bir olay bu. Şehrin Yahudilerinden elli-altmış kişiyi adı geçen garajın avlusunda topluyorlar ve sopa ve küreklerle vura vura katlediyorlar. Olayın kendisi yeterince korkunç değilmiş gibi, tanık ifadelerine göre yüzlerce kişinin de, kimi gülerek, eğlenerek bu katliamı seyrettiğini öğrenmek, insanı daha da ürpertiyor. Bu sahneyi ‘kaçırmamaları’ için çocuklarını omuzlarına alan babalar oluyor. Üstelik bunu yapanlar hepimizin kolayca ‘hasta’, ‘sapık ruhlu’ olarak niteleyeceği Naziler değil; belki de o güne kadar katlettikleri Yahudilerin komşusu, müşterisi, hastası, öğretmeni, öğrencisi olmuş Litvanyalılar. “Bir toplum nasıl bu noktaya gelir?” ve kendine kondurmazlık etmeden, “Ben o seyircilerden hatta katillerden biri olabilir miydim?” diye, herkes düşünmeli. “Neden olmazdım?” sorusuna, herkesten önce kendini ikna eden ama “Çünkü ben iyi bir insanım”ın ötesinde bir cevap verebilmeli. 
Litvanya size çok uzak geliyorsa 6-7 Eylül fotoğraflarına bakın. Büyük bir iştah ve zevkle dükkânları, evleri yağmalayanlardan biri siz olabilir miydiniz? Ya da belki, babanız, dedeniz… Belki o fotoğraflardaki iyi giyimli kadınlardan biri anneniz, teyzenizdir. Dedeniz sizden daha kötü bir insan mıydı? Ya da yollara sürülen Ermenilerin komşularını düşünün. Çoluk çocuk, yaşlı, hasta, koyun sürüsü gibi yollara sürülürken arkalarından nasıl baktılar, bakmakla yetindiler mi, geride kalan mallarını, hatta çocuklarını nasıl paylaştılar? Bu da çok uzak geliyorsa, daha kırk sene evvel olan Maraş Katliamı’nın fotoğraflarına bakın. Örnek o kadar çok ki.
Hiçbir kötülüğün geçmişte kaldığından emin olamayız, her zaman tekrarlanabilir. Bunlardan kaçınmanın yolu, ister dinî, ister etnik, ister ırki, ister siyasi, ister göçmen olsun, herhangi bir grubu toptan, kategorik olarak kötüleyen, hedef alan, şeytanlaştıran siyasi söylem ve eğilimlere karşı cephe almaktır. Bunu da birey olarak değil, bir araya gelerek, dayanışarak yapmak sonuç verir. Bir gün kendinizi bir katliamın seyircisi ya da daha kötüsü faili olarak görmek istemiyorsanız, yaşadığınız toplumda ırkçı, ayrımcı grupların ve siyasetin yükselmesine bugünden karşı çıkmalısınız. Yarın çok geç olabilir.
NİSAN 17, 2020 | AGOS*
OHANNES KILIÇDAĞI |  VİRÜSTEN HOLOKOST’A NOTLAR
Tumblr media
0 notes
sondakikahatay · 4 years ago
Text
Hrant Dink davasında flaş gelişme! Veysel Şahin ve Volkan Şahin hakkında tutuklama kararı
Yeni Haber Gönderildi https://www.sondakikahatay.com/hrant-dink-davasinda-flas-gelisme-veysel-sahin-ve-volkan-sahin-hakkinda-tutuklama-karari/
Hrant Dink davasında flaş gelişme! Veysel Şahin ve Volkan Şahin hakkında tutuklama kararı
Tumblr media
0 notes
seslimeram · 7 years ago
Text
Bu Ülkede Hayattan Söz Açılabilir Mi?
Tumblr media
Biyopolitik tahakkümün yenilenmiş odakları adına hayat denilen bu mefhumun sınırlarını dört bir yanda günbegün daraltıyor. İnsanın o değersizliğinden çıkarımlar peyderpey yaşatılanlarda güncel bir edime dönüştürülüyor. Sıradanın hayatına müdahalelerle ona verilen değerin hiçliği ilan ediliyor. Dört bir yanda süregiden cürüm, daim bir mesele olarak kurgudan öteye taşınan hamleler bütünü, hayatın istikametini biçimsiz bir yere taşıyor. Meselenin özü / özeti / olarak güncellenen bedene kasıt, süreğen bir hamle bütünü olarak var ediliyor.
Hayat duvarları yerle bir edildikten sonra bedenin dönüşümü iyice sağlama alınmaya çalışılmaktadır. O meselin önü ve ardılı hiç kılınıp, yaşayana değer esirgenirken, onu var eden beden de çürütülüyor. Bir rutin olarak tahayyül olunan bedene kasıt kesintisiz olarak erkçe çürütme istenciyle hemhal olandır. Yaşama eylemine düşülen her şerh ile mutlak, kesin olarak ol hayat yıkımı güncellenmektedir. Behemehal yapılanların ortaya çıkarttığı cürüm istikameti hayatın her ne hale koyulduğunu da imlemektedir. Hayatın sıradanın elinden çalınması kesintisiz bir ‘istenç olarak’ dünden yarına daima vurgulanan ve hep eylenendir. Biyopolitik tahakkümün, yine yeniden var edilmiş olan odakları bu ülkedeki hayat akışının onarılmaz bir merhaleye terk etmektedir. Cürümler ardılı cürümler ülkesi bir gerçekliktir.
Kare kare, hayata gölgesi düşürülen şey bedene karşıtlığın da mihmandarı olan devlettir. Anlık olarak güncellenen mesel bu gölgeyle hayatı kuşatmaktır iş bu menzilde. Devlet topyekûn o mekanizmalarıyla, ona teslim olmuş personalarıyla, kural ve kanun görünümlü dayatmalarıyla hayatı zehirlemektedir. Cürüm ötesindeki, çürümenin anlık suretleri değil, hakiki karşılıkları burnumuzun ucundadır. “Gelecek” tahayyül olunan değil şu anda çürümekte olandır. Bir uzamın biyopolitik tahakkümle yolunun kesintisiz buluşturulması güncellenmektedir. Görünen köy kılavuza hacet koymayacak kadar açıkta / alenidir.
Cürümle hemhal menzilde hayata kastın biteviyeliğidir daim olarak sorun. Hiçbir sorununu zamanında çözümleyemeyen, hiçbir yarayı zamanında önemsemeyen, her şekilde bunları göz ardı eden, konuşmayan, tabu kılan, sorgulamayıp, sorgulatmayan menzilde var edilendir ol hakikat. Dört yanda sürdürülen cürüm daim bir mesel olarak her gün de bariz hakikat kılınanlar hayatımızın istikametini biçimsiz bir hale terk etmektedir. Aylardır yoktan, tutsak edilmiş olan Cumhuriyet Gazetesi çalışanları hakim karşısına 24 Temmuz günü çıkartılır.
11’i tutuklu, 17 “Cumhuriyet çalışanının” FETÖ-PDY, PKK-KCK örgütlerine üye oldukları iddiasıyla dava, şu yukarıdaki imin ol hakikat halini bir kere daha bildirmektedir. ‘Bylock’ kullanıcıları ile görüşüldü iddiası HTS Sistem kayıtlarıyla çökertilir. İddianamede aslen imza yetkisi bulunmayan, Kadri Gürsel yetkiliymiş gibi gösterilir. Kırk yıllık çalışanlar sanki Cumhuriyet Gazetesini ele geçirecekmiş gibi suçlanırlar. Duruşma salonunda ilk gün bir silahlı üsteğmenin olmasına tepki gösteren avukatlar, “Silahların gölgesinde yargılama yapılamaz” dedikleri yerdedir işte o biyopolitik tahakküm.
Akın Atalay’ın savunmasından alıntılayalım: Bu davanın 2 amacı var. Cumhuriyet Gazetesi’ni susturmak yahut da teslim almak, ikincisi siyasi iktidarın istemediği haberleri, hoşuna gitmeyecek yazıları yayınlamayı düşünebilecek, aklının ucundan geçirecek gazeteci ve gazetelere maruz kalacakları akıbeti göstertmektir” der. “Türkiye’de bağımsız gazeteciliğin bedeli tutuklanmak ve cezaevine konmak, beş ay boyunca iddianameyi beklemek, 9 ay sonra hakim karşısına çıkmaktır der Gazeteci Murat Sabuncu.
Davanın savcısı olan “Murat İnam”ın FETÖ-PDY üyesi olmaktan yargılandığını “heyete!” hatırlatır. “Biz ağırlaştırılmış tutukluluk koşullarında dokuz aydır bu davayı bekliyoruz. O işinin başında müebbetle yargılanıyor, üstelik tutuksuz. Bizim manşetlerimizi, haberlerimizi dört yıl süreyle incelemiş. 1400 manşet demek bu. Bizi bu manşetlerin içinden cımbızladıklarıyla değerlendirmiş savcı ve bilgisayar mühendisi olan bilirkişi. Adetalarla dolu adeta bir iddianame der Sabuncu.” “Biz 31 Ekim günü tutuklandık. 31 Ekim’den bu yana yirmi Cumhuriyet emekçisi gözaltına alındı, tutuklandı. On dördü değişik zamanlarda Silivri Cezaevine konuldu. Onunla yetinmedi iddianame, bu iddianamelerdeki adı geçenlerin anneleri, babaları, eski eşleri bile hesaplarıyla birlikte sorguya dahil edildiler. Bir arkadaşımızın beş yaşındaki çocuğunun bile mal varlığı sorgulandı”
Yeterince açık bir biçim ile dava diye ortaya çıkartılan kadük durumun trajikomik hali artakalandır. “İddianamede yer alan manşetlerden biri, ‘Cadı Avı Başladı’. Bu manşeti anlatmaya gerek yok biz karşınızdayız. İbrahim Kaboğlu, Cihangir İslam, Murat Sevinç bu cadı avının mağduru değil, 120 bin kişinin ihraç edilmesi cadı avı değil mi? Demokrasinin iyi olduğu dönemlerde gazetecilik kolay yapılır ama ülkede karışıklığın olduğu dönemlerde gazetecilik zordur. İleride bu günlerle gurur duyacağız. Bizim görevimiz bu zor günlerde de sorgulamayı yapabilmek” der Murat Sabuncu.
Biyopolitik tahakkümün artık nesnelleştirilmiş hallerinde ortaya çıkan tablo sırf şu savunma metinlerinden bariz bir halde faş olandır. İnsanın değersizliğinden yola çıkılarak, kurulan her çatı ve hem hamle; bu bahse konu, kokuşmuş yeni ülkeyi açıktan imler. Güray Öz’ün savunmasından alıntılayalım: "Savcının suçlamaları hukuki temelden yoksundur. Hemen söylemem gerekir ki suçlamalarda yasaların suçlamaların kişilerle bağlantısının kurulması ilkesi ihlal edilmiş, suçlamaların birtakım emarelere değil somut kanıtlara delillere dayanması gerektiği ilkesi göz ardı edilmiştir. Oysa somut delil zorunluluğu daha gözaltı aşamasında şart koşulmakta, Ceza Muhakemeleri Kanunu'nun 91. maddesinde bu konunun altı çizilmektedir. Gözaltılarla ilgili olarak yasa koyucu daha önce var olan “emarelere” terimini maddeden çıkarmış, “gözaltına alınma kişinin bir suç işlediği şüphesini gösteren somut delillerin varlığına bağlıdır” demiştir. Ama her şeyden önce Anayasa'nın 38'inci maddesinde açık ve net bir şekilde “ceza sorumluluğu şahsidir” denildiğini hatırlıyorum. Türk Ceza Kanununun 20. maddesinde de “ceza sorumluluğu şahsidir” denilerek bu temel ilke açıkça belirtilmiştir. Ayrıca izleyen 21. madde de “suçun oluşması kastın varlığına bağlıdır” denilerek, savcının sık sık kullandığı “bilerek isteyerek” klişesinin delillendirilmesi iddianamenin hiçbir satırında gerçekleştirilmemiştir."
İngiliz The Times Gazetesi başyazısında şu ibareyi vurgular. “İstanbul’da başlayan davada o gazetecilerin Sayın Erdoğan’ın “eleştirel sesleri susturmak” amacıyla bastırmasının ilk kurbanı olduklarını gösteriyor. Çürümenin abecesi devletli şablonunda savunulan hemen her hamle ile ifa edilmiş bir pasife etme veya sınırlandırma çabasıdır. Cumhuriyet Gazetesi çalışanlarının yargılandığı davada gazeteci Ahmet Şık’ın verdiği hukuk ve gazetecilik dersinde ortaya çıkan tahakkümün bu biyopolitik sarmalın asıl vaadinin her ne olduğunun da ifşasıdır.
‘Çöp muamelesi yapılması gereken bir iddianame şablonundan, o darbe kliğinin bir ucunda duranların ülkeyi yönetme mücadelelerine, gazetecilik faaliyetlerinden terörizm eylemi çıkarma istencine, ithama hepsi bir, hepsi dolaysız ve doğrudan hayata kastın ifşasına her detayı gösteren / bildirendir Ahmet Şık tarafından yapılan ithamname. İtham ediyorum diye çıkagelen metnin, savunmanın sözün birlikteliğinde bu çürük çarık menzili yönettiğini iddia edenlere -isyandır.
“Dün gazeteciydim. Bugün gazeteciyim. Yarın da gazetecilik yapmaya devam edeceğim. Yani hakikatleri boğmak isteyenlerle aramızdaki bu uzlaşmaz çelişki hiç bitmeyecek.” Yazılanlar, çizilenler her şey bu ülkenin bir gününde değil hemen hemen var olduğu ilk gününden bu yana süregiden tehdidin, kontrol mekanizmalarının aleni ifşasıdır. Kendiliğinden değil bile isteye güncellene gelen, bir tahayyül olmaktan öte var edilen adaletsizlik, hukuksuzluk, özgürlüğün sınırlandırılması vb. temel hakların linçidir.
Halkların Demokratik Partisi’nin Amed’den başlattığı ol “Vicdan ve Adalet Nöbeti” polis ablukası altında gerçekleştirilir. Eylemin yapıldığı parka polis yurttaşları sokmaz. HDP Eş Genel Başkanı Serpil Kemalbay, eyleme dair yaptığı açıklamada şu sözleri eyler. “-Halkımıza sesleniyoruz. Faşizm geldim ama kendiliğinde gitmeyecek. Direniş ve mücadele kazanacaktır.” Kare kare hayata gölgesi düşürülen şey bedene, ruha ve fikre karşıt olan devlet tahayyülüdür. Devlet sistematik bir çürütmenin mihmandarıdır. Park halka kapalı tutulur. Altı gün sonunda devletlinin yeni konuşuna haiz olan sabah paçavrası, Diyarbakır’dan Teröre Yüz Yok manşetini atar. İtham ve yaftaların bir gazetecilik değil bariz bir tetikçilik hali karşı karşıya kalınandır.
Sallanan cümleler, kurulan irtibatlarla düz ovada siyaseti hedef almak kesintisizdir. Demokrasi bu tahayyülle yıkıma terk edilendir, yine. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisinin verilerine göre Olağanüstü Hal’in ilan edildiği 20 Temmuz 2016’dan bu yana 1963 işçi iş cinayetlerinde yaşamını yitirir. Bin dokuz yüz altmış üç bir rakam değildir. İşlerini geri almayı talep eden Nuriye Gülmen ve Semih Özakça ağır tecrit, hak gaspı ve yaşamlarına inat ve ısrarla işkence boyutundaki müdahalelere maruz bırakılırlar. Halkın Hukuk Bürosu, Sosyal Medya’dan yaptığı açıklama ile “Müvekkilleri olan Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın 28 Temmuz saat 00.00’dan sonra iradeleri dışında zorla hastaneye götürüldüğünü duyurdu. Açlık grevlerinin 76. gününden itibaren tutuklu bulunan Gülmen ve Özakça’nın Sincan İnfaz Kampüsü Hastanesi’ne kaldırıldığı belirtildi. Açıklamada, Semih Özakça ve cezaevinde birlikte kaldığı refakatçisinin nakil sırasından darp edildiği ifade edildi. Açıklamada ‘hayatını tek başına idame ettiremez’ raporuna rağmen Gülmen ve Özakça’ya hala refakatçi verilmediği de vurgulandı.”
Biyopolitik cerahat iklimi böylesine bet, birlikte imal edilendir işte. Büyükada gözaltıları sonrasında tutsak edilenlerden Uluslararası Af Örgütü Türkiye Direktörü, İdil Eser birinci dereceden yakını olmadığı için görüş yapamaz olarak, bir de bu bahis ile “tecrit” edilir. Biyopolitik olan mefhum bu yıkım şablonudur.
Tumblr media
Halkların Demokratik Partisi Wan Milletvekili Tuğba Hezer ile Şirnex Milletvekili Faysal Sarıyıldız’ın vekillikleri “devamsızlıkları” öne sürülerek düşürülür. HDP’nin Meclisteki sandalye sayısı elli beşe iner. Tahakkümün zoru, sıradan olanın sözünü yağmalamak, hayat hakkını bir hiç kılmak, kendini savunmasına zemin bırakmamaktır. Yukarıdaki örneklerde olduğu gibi vekilliklerin meclis geçmişinden bu yana ilk kez resmen devamsızlık öne sürülerek iptal edilmesi gerçekliğindedir mesele.
Daha önce Eş Genel Başkan Figen Yüksekdağ ile vekil Nursel Aydoğan’ın milletvekillikleri haklarındaki “mahkumiyet kararları” öne sürülerek düşürülmüştür ha keza! HDP Grup Başkanvekili, Filiz Kerestecioğlu’nun demecidir: Tarihe çok önemli bir not daha düştünüz. SMS ile çağrılıp koşa koşa buraya geldiniz. Boş bıraktığınız meclisi bir anda iki vekilin vekilliğini düşürmek için doldurdunuz bu da size şeref madalyası olsun. “Biyopolitik” cürüm ekseni dört bir yanda güncellendikçe hayat ediminin, dokunulmadık, deşilmedik, yara açılmadık hiçbir yeri, köşesi bırakılmamaktadır.
AKP ve MHP işbirliğinde hazırlanarak Mecliste gündeme getirilen İçtüzük değişikliği iki parti üyelerinin oylarıyla kabul edilir. “Usul tartışmaları 3 dakika, grup önerileri söz konusu olduğunda öneriyi veren gruptan bir vekil beş, diğer gruplar içinse üçer dakika ile sınırlandırılır. Meclise vekiller, pankart ve döviz ya da benzeri materyallerle girmesi yasak edilir. HDP Milletvekili Meral Danış Beştaş, “Geçmişle yüzleşme ve hakikatlerin ortaya çıkartılması engellenmek isteniyor. Farklılıkların mecliste zikredilmesi yasaklanmak isteniyor. Kürdlerin, Alevilerin, Ermenilerin yaşadıklarının anlatılması engelleniyor. Tekçi zihniyet tekamül ettirilmeye çalışılıyor.” “Egemenlik kayıtsız şartsız iktidarındır, ol çoğunluğundur.” Bahsi gerçek kılınarak millet iradesi gasp olunduğunu ilave eder Beştaş.
Hayat bu menzilin her gününde biteviye apaçık bir biçimde daraltımı için çalışılarak güncel, bir tecrit sahnesine dönüştürülüyor. Yaşam istencinin çürütülmesi artık ortalık yerde, göstere göstere, bile isteye yapılandır. Kürdistan, Ermeni, Pontos, Rum Soykırımı ya da Medz Yeghern, Sayfo demek bir biçimde bu tüzük değişikliği ile sağlama alınmak istenendir. Güçlü, büyük ülkede bu sesleniş hamleleri, kelimeler dahası eylemler yasaklanmak istenendir. Demokrasinin ilerisi olarak bu menzilde öne çıkartılan sahne yeniden dününe rehin edilendir. Söz hakkından çekinilen yer güçlü ülke mi olur? Söz hakkını iğfal eden yer ülke midir? Sözün üstünü çizen menzil büyük ve güçlü olsa ne yazar!
Seslendirilen kelimelerden çekinerek bir normalleşme söz konusu edilebilir mi? Hayat bunca ucuza yerle yeksan edilirken, dile pelesenk edilmiş özgürlük ve demokrasi kadar, medeniyet ağızdan düşürülmezken, daha burnunun ucundaki, toprağında yer etmiş olana öteki diyerek yaftalamak, sorgulatmamak sesini kestirmek necidir? Vicdan ve Adalet Nöbeti’ne dair ithamlar, Amed’de gözdağının orta yerinde serilen, gerçek kılınan yok sayma süreğen bir hali bildirirken ne olacaktır yarın, ya sonrası, nedir?
Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in öldürülmesine ilişkin davada savunma yapan dönemin Samsun Jandarma İstihbarat görevlisi Astsubay Birol Ustaoğlu, Samast’ın yakalandıktan sonra götürüldüğü TEM Şube’deki mülakat esnasında MİT’ten “Recep” isimli birinin odada bulunduğunu söyledi. Ustaoğlu, Samast'ın bayraklı görüntüsü için "talimatı başsavcı verdi" dedi.
Cumhuriyet Gazetesinden Canan Coşkun'un haberine göre, “Hrant Dink'in öldürülmesine ilişkin tetikçi, azmettirici, kamu görevlisi ve jandarma görevlilerinin yargılandığı davanın dünkü duruşmasında dönemin Samsun polis ve jandarma görevlilerinin savunmaları alındı. İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi'nde bugün görülen duruşmada savunma yapan Jandarma İstihbarat görevlisi Birol Ustaoğlu, cinayetin incelenmeyen MİT ayağıyla ilgili ifadeler kullandı.” Aleni bir kin güderliğin sofrasında, sanki on yıl değil dün gibi olan / olmuş / yapılmış olan cürümler ve cinayetler söz konusuyken daha ne kadar suskunluk vaaz olunacaktır.
Masalların hakikatin önünde set edildiği, masal diye kabusların gündelik kılındığı, gündelik halin toptan çürütmeye rehin edildiği bir menzilde tahakkümün boyutunu fark ediyor musunuz? Bugün basit gibi söze katılmayan, anılmayan nice şeyin nasıl incelikli bir hesap kitap bahsiyle şekillendirildiği aleni olurken, görünürken hayatın sınırları nereye kadar daraltılacaktır. Terörle Mücadele şubesinde çekilen görüntülerin duruşmada izlenmesinin ardından Ustaoğlu, “MİT’ten Recep diye biri vardı. Recep olarak biliyordum. TEM şube müdürü de ifadesinde bir MİT görevlisinin olduğunu söylemişti.
Dink ailesi avukatlarından Hakan Bakırcıoğlu’nun Ustaoğlu’na “MİT’in çektiği görüntü oldu mu” diye sorması üzerine Ustaoğlu, “Herkeste telefon vardı. O anda tüm dikkatim bilgi almaktı” yanıtını verdiği yerde, ciddi ciddi devletin nasıl hayatımızı kuşattığını görebiliyor musunuz? Dünden bugüne, şimdiden yarına var edilmek istenen bu tahakküm hali kesintisiz bir çürümedir, hayatınız için endişe edip, sorguluyor musunuz? Yarın halimiz nice olacaktır?
Yarın bu ülkede bir hayat hakkı söz konusu olacak mıdır? Bütün kepazeliğiyle aleni çürütmeye teşneliğiyle, kırımla / kıtalle ve yıkımla bir hayat bahsi kalacak mıdır? Düşünüyor musunuz? Cinayetleri düzenleye karmaşık kümelerin aslında devletin imecesi olduğu ilaveye gerek olmadan ortadayken, iş bu raddede bu ülkede bir hayattan söz açılabilir mi? Sorguluyor musunuz?
Görsel – Untitled – Mohau MODISAKENG
3 notes · View notes
sporunyildizi-blog · 7 years ago
Photo
Tumblr media
Samast’ı “Kendini As, Elimizde Kalma” Diyerek Tehdit Ettiler, Cezaevi Yönetimi Alarma Geçti Kocaeli F Tipi Kapalı Cezaevi'nde üç kişilik hücrede kalan gazeteci Hrant Dink'in katili Ogün Samast, güvenlik gerekçesiyle tek kişilik hücreye alındı.
0 notes
yenicagri · 8 years ago
Text
Dink cinayetinin her aşamasında FETÖ vardı
Dink cinayetinin her aşamasında FETÖ vardı
İSTANBUL İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Bürosunca, Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink‘in, 19 Ocak 2007’de öldürülmesine ilişkin yürütülen soruşturma sonucunda üçüncü iddianame de tamamlanırken, 10 yılı aşkın süredir devam eden soruşturmada baş döndürücü olarak tanımlanabilecek gelişmeler yer aldı. Hrant Dink’in, 19 Ocak 2007’de Şişli’deki Agos gazetesinin…
View On WordPress
0 notes
cinaraslan · 2 years ago
Text
📗 TARİHTE BUGÜN (15 EYLÜL)
1910 - Osmanlı Sosyalist Fırkası kuruldu.
1917 - Geçici Hükûmet'in Başbakanı Aleksandr Kerenski, Rus Cumhuriyeti'ni ilan etti
1923 - Türkiye'de ilk yüzme yarışı, Galatasaray Kulübünce İstanbul-Büyükada'da düzenlendi.
1944 - II. Dünya Savaşı sırasında, Büyük Britanya savaşının en önemli gününde Kraliyet Hava Kuvvetleri uçakları, Luftwaffe'ye ait 185 Alman uçağını düşürdü.
1955 - Türk Parasının Kıymetini Koruma hakkındaki kararname yürürlüğe girdi.
1961 - Yassıada Mahkemesi, kapatılan DP'nin 15 üyesi hakkında ölüm, 32 üyesi hakkında ise müebbet hapis cezası verildiğini açıkladı.
1980 - 12 Eylül Askeri Darbesi'ni izleyen günlerde, grev ve lokavtlar kaldırıldı; işçiler işbaşı yaptı, belediye başkanları görevlerinden alınmaya başlandı ve yerlerine çoğunlukla subaylar atandı. Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK), Milliyetçi İşçi Sendikaları Konfederasyonu (MİSK) ve Hak-İş'in bankalardaki paraları bloke edildi, sendika yöneticileri ile iş yeri temsilcileri teslim olmaya başladı.
1980 - 12 Eylül Askerî Darbesi'nden sonraki ilk iş günü: Komutanların endişelerinin aksine bankalara yatırılan mevduat, çekilenden daha fazla oldu.
☮️DOĞUMLAR☮️
1954 - Hrant Dink, Türkiye Ermenisi gazeteci ve Agos gazetesi Genel Yayın Yönetmeni (ö. 2007)
0 notes