#agos gazetesi
Explore tagged Tumblr posts
Text
Hrant Dink'in Katledilmesi Davası: Karar Duruşması Gerçekleştirildi
Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in Katledilmesi Davası Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in, tetikçi Ogün Samast tarafından gazete binası önünde katledilmesiyle ilgili olarak kamu görevlilerinin yargılandığı davanın karar duruşması, bugün İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nde gerçekleştirildi. Duruşmaya, tutuklu ve tutuksuz sanıklar SEGBİS (Ses ve Görüntü Bilişim…
#adli kontrol#Agos Gazetesi#davanın kararı#Hrant Dink#katledilme#kumpas dosyası#Mahkeme#Muharrem Demirkale#Ogün Samast#savunma#SEGBİS#Yavuz Karakaya
0 notes
Text
Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’i katleden Ogün Samast, tahliye edilmiş....
Kimin için adalet…
Bu ülkede kimse hukuktan ve adaletten söz etmesin.
Gazetecileri hapiste rehin tutanlar,
Gazetecileri öldürenleri serbest bıraktılar.
Hukuk bitti,
tuz koktu.
#HrantDink
125 notes
·
View notes
Text
Barışa Yer Var Mı...
Duraksamadan güncellenip, hayatın fark edilemeyen detaylarında var edilmiş karanlıklara rehineliğine devam ediyor insan. Yeni bir yüzyılı, insanlık adına dönüm noktaları, kimisin çoktandır detaylandırılmış dönüşümler ve yeniden güncellenen normlar diye kervana çıkılırken varılan eşik kötürüm, katran karası bir hali bütünleştirir. Karanlık artık yaşamın ol yaşam idesinin her anındadır. Hemen her evrede de demirbaş edilendir. Dünyamızın ol giderek sağa kıran, ırkçılığı bir siyasi argüman gören, nefreti bir tavır bildiren, yobazlığın bir tahayyüle evrildiği, esaretin gündelik kılındığı bir sahada yönetim katından sokaklara o kötülük norma dönüştürülür. Kötülüğü içselleştirip, nefrete hamiliği vahameti görünür kılacaktır bu sahnede, şurada ve beriki yerde. Ekonomik darboğazdan, sosyal politik olan ol çürümeye, cürüm bütünleşik yağmacı bir ülke pratiğinden sonsuz bir nefret sarmalının ta kendisine o yaşatan yer imgesi çürüğe çıkartılır. Dimyata pirince giderken bir an evdeki bulgurdan da olmanın yolları ve tahayyülleri birer birer hakikate dönüştürülür. Karanlığa esaretin her nasıl var edildiğini bütün o birbirine bütünleşik kılınmış devletli hamleleri tek tek anlatır. Peyderpey cürümle bütünleşmiş, ceberut devlet aklının işaret ettiği, yol verdiği bir nefret döngüsüne yem kılınan hayatlar gerçektir. Düzeni dönüştüren, o 23 yılda onca yıkımı imal edip, iktidarını perçinleyen, sıkıştığı her andan çıkışı tüm bu tahakküm haline mütemadiyen bel bağlayarak var eden bir karanlıkla ülke dönüştürülür. Yeni ülke bunun sahnesidir. Yenilendiği bildirilen sahne cerahati ülkü belleyen, tehdit ve tahakkümü bütün o denetim gözetim ve tahakkümün ayrışmaz ögeleri bilen bir devinimin hamisi kılınandır.
Yolun yordamın çetrefilli bir karanlığa çıkartıldığı umudun pazarlık konusu kılınmasının var edilebildiği bir çürüten yer gerçektir. Artık hak da hukuk da yoktur buralarda. Kağıt üstünde bildirilen o eksikler tamamlanıyor, herkesin her şeyin hamisiyiz, gerektiğinde ya da zamanında değil her an yanınızdayız diye bildirilirken insanların o cerahate rehineliği, birbirilerinin boğazına çökmelerine müdahale edilmez. Yoksunlaştırma, yan yolları, hep ama her dem var olan yağmacılığı, kötülüğe arka çıkmaları çıkarla bütünleştiren bir akım ve kast sistemini de sessiz sedasız var eder. Türkiye’nin yenisi iktidara biat edenlerle onu kendi bekaları adına çıkarları doğrultusunda dönüştürme, mahva rehin edilirken bir saha, kendi ceplerini doldurmanın telaşına düşenlerin var ettiği bir uçurumlar sarmalıdır artık. İktidar tahayyülünün karanlıklarla eş anlamlı kılındığı bir menzilde çürümenin herhangi bir zamana yaygınlığı meseldir, mesele edilesidir. Demokrasiden, eşitlik ve adaletin tam anlamıyla var edilmesi sürekliliğine, hürriyetten, müşterek hakların gerçekten varlığının muhafaza edilmesine kadar her şeyde / şekilde yan çizen bir iktidarın varlığı bütünüyle bu güncellikte karşılaştığımız, demirbaş ilan edilmiş olagelen cerahatin her neyi var ettiğini de örnekler. Her şey sil baştan yeniden karanlığın kılınması adına çabalarla kuşatılır. Bu hallerle bir yeni Türkiye var edilebilir mi?
Mezopotamya Ajansında, Melik Çelik’in röportajını aktaralım: “"Teröristan" söylemleriyle bir diyalogun sürdürülemeyeceğini vurgulayan yazar Pakrat Estukyan, "Öcalan'ın paradigmasını batılı aydınlar algılıyor. Ama Türkiye'de böyle bir entelektüel birikime sahip biri yok" dedi.
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) milletvekilleri Sırrı Süreyya Önder ve Pervin Buldan, İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezeaevi’nde mutlak tecrit altında tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan ile 28 Aralık’ta bir görüşme gerçekleştirdi. Görüşmeden sonra Abdullah Öcalan’ın çözüme dair mesajları kamuoyuyla paylaşıldı. DEM Parti İmralı Heyeti, Meclis’te grubu olan partilerle bir araya geldi. Heyetin, ziyaretlerini sivil toplum örgütleri ve sol, sosyalist partilerle sürdürmesi bekleniyor.
Agos Gazetesi yazarı Pakrat Estukyan, “yeni süreç” tartışmalarını ve Abdullah Öcalan’ın mesajlarını değerlendirdi.
'BARIŞIN ÖNÜNDEKİ ENGEL MİLLİYETÇİLİKTİR'
Türkiye ve dünyada barışın önündeki en büyük engelin milliyetçilik olduğunu vurgulayan Estukyan, “Milliyetçilik, milletini sevmek değil, milletinin dışındaki herkesten nefret etmektir. Milliyetçilik bir sevgi ideolojisi değil, bir nefret ideolojisidir. Türkiye’de barışın önündeki en büyük engellerden biri de MHP gibi bir partinin okullarda ders vermeye girişmesidir. Eğitim Bakanlığı'nın (MEB) Ülkü Ocakları’yla protokol imzalayıp okullarda ders vermeye davet etmesidir. En saldırgan unsurlarla, dirsek temasıyla barış inşa edilemez. Bu bizim ülkemiz için olduğu kadar, dünyanın bütün ülkeleri içinde geçerli bir tespittir. Bu anlayışın hüküm sürdüğü ve hâkim kılındığı bir ortamda da barış umudunu yükseltmek çok da mümkün değil” dedi.
'ÖCALAN'I ANLAYACAK ENTEKLEKTÜEL BİRİKİM YOK'
Estukyan, Abdullah Öcalan’ın yeni bir paradigmadan bahsettiğine işaret ederek, “Abdullah Öcalan barışa katkı veremez. Şu açıdan veremez; Karşısında o katkıyı algılayacak, anlayacak ve değerlendirecek bir anlayış yok. Bir diyalog ortamı yok. Öcalan yeni bir paradigmadan bahsediyor. Demokratik cumhuriyet ve demokratik toplum tanımını kullanıyor. Halkların bir arada yaşamasının olasılıklarından bahsediyor. Ama muhataplarının bu paradigmaya intibak etme ihtimali yok. Bu dili bulabilecek kapasiteye sahip değiller. O yüzden bunu gerçekçi bulmuyorum. Öcalan'ın paradigması batılı aydınlar, entelektüeller, felsefeciler tarafından algılanıyor, anlamlandırılıyor ve değerlendiriliyor. Üzerine yorumlar ve alıntılar yapılıyor. Ama Türkiye siyaset ortamında bunun karşılığını göremiyoruz. Böyle bir entelektüel birikime sahip biri yok. Entelektüeller bu konuda konuşmaktan imtina ediyorlar. Çünkü mevcut şartlarda bu alanda fikir ifade etmek kolayca ‘terör örgütü’ propagandası yapmak diye tanımlanabilir. Düşünebilen insanlar bu korku ikliminde görüş ifade edemiyorlar” diye belirtti.
SİYASETİN DİLİ
Türkiye'de siyasetçilerin, muhatap gördükleri Abdullah Öcalan’a halen “terörist başı” diye hitap ettiklerine dikkati çeken Estukyan, “Muhataplarının bu düşüncelerini pratiğe geçirdiği Rojava bölgesi için ‘teröristan’ kelimesini kullanıyorlar. Bu dille diyalog sürdürmek pek mümkün değil. Bu dil en sonunda bir al-ver meselesine geliyor. ‘Senden taleplerim var, sen onları yerine getirirsen ben de şunları yaparım’ deniliyor. Biz eşit yurttaşlıktan, kabullenilmeyen bir halkın kabul edilmesinden bahsediyoruz. Buna dair hiçbir söylem yok” diye konuştu.
‘KÜRT SORUNU BÜTÜN HALKLARI İLGİLENDİRİYOR’
Kürt sorununun Türkiye’deki bütün halkları ilgilendirdiğini vurgulayan Estukyan, “Halklar nezdinde barışa uygun tepki veren sivil bir yaklaşım görmüyoruz. Türkiye'de resmen azınlık olarak tanımlanmasa da ayrı bir ana dili, etnik aidiyeti ve dinsel aidiyeti olan gruplar var. Ermeniler, Rumlar, Yahudiler var. Bunlardan da bu anlamda somut bir tutum alış göremiyoruz. Şu anda Halkların Demokratik Kongresi’nin (HDK) kuruluş yıllarında gördüğümüz o coşku sönümlenmiş durumda. HDK ilk oluştuğunda orada Çerkezler, Lazlar ve farklı etnik gruplar yer aldı. Şu anda onların da sesini duymuyoruz. Türkiye'de genellikle, hükümetin işine gelmeyen hiçbir sesi duymadığımız bir iklim hâkim. Bir yandan kuşatılmış bir medya var. İktidar yönünde yayın yapan bir medya var. Diğer taraftan sosyal medya serbest bir alan gibi algılanıyorken, oraya da getirilen yasaklamalar o alanı da dilsizliğe mahkûm etti. Dolayısıyla Türkiye'de fikir ifade edilen bir mecra kalmadı gibi görünüyor” ifadelerini kullandı
‘KÜRT ULUSAL AYDINLANMASI ENGELLENEMEDİ’
Estukyan, iktidarın son 10 yılda Kürt hareketine dönük saldırılarına işaret ederek, “Kürt ulusal aydınlanmasını engellemek, dize getirmek mümkün olmadı. Şu anda DEM Parti, öncesinde HDP bugüne kadar en çok siyasi tutsak veren örgütlenme oldu. Öyle olduğu halde bu örgütlenmenin sesini kısmak mümkün olmadı. Seçmenlerini de yıldırmak mümkün olmadı. Bileşen seçmenlerde zaman zaman belli kaymalar gözlemlense de esas olarak dayandığı temel seçmen kitlesinde de bir yılgınlık olmadı. Konjonktürel olarak da birkaç ay önce ‘İsrail'in bir sonraki hedefi Türkiye olacak’ denildi. İsrail ise bunun tam tersini söylüyor. İsrail de ‘bir sonraki tehdit Türkiye'dir’ diyor. Bu da ilginç. İsrail Türkiye'yi kendi varlığına yönelik bir tehdit olarak tanımlıyor. Buna göre de silahlanmasında belli bir planlamaya gidiyor. Örneğin uzun menzilli füzeler alımının gerekçesi olarak, Türkiye'yi vurma ihtiyacını gösteriyor. Bir yandan İran faktörü var. Türkiye İran'la oldum olası karşıtlık üzerine kurulu bir ülkedir. Emperyalist ülkeler İran üzerine çok değişik hesaplar üretiyorlar. Dolayısıyla küresel emperyalist güçler de burada belli hesaplar içerisinde. Bu bilim kurgu edebiyatı gibi geleceğin savaşları olacak. Geleceğin savaşları şu olacak; bu olacak derken aslında bunların hepsinin zemini burada var” şeklinde konuştu.
'KÜRTLER ESKİ HATALARI YAPMAZLAR'
Kürt halkının şu anda "uluslaşma sürecini" tamamlamaya çalıştığını söyleyen Estukyan, “100 yıl öncesinde Kürtlerin uğradığı tarihsel bir kandırılmışlık söz konusudur. Sykes-Picot antlaşmalarında haritalar yeniden tasarlanırken öncelikle Kürtlerin ülkesi 4 ülke arasında bölüştürüldü. Bu parçaların her birinde bağımsızlık için mücadele eden gruplar oldu. Ama bu hareketler aşiret bağını aşamadı. Oysa PKK hareketi Türkiye'de baskılara bir tepki olarak şekillenmiş olsa da önermeleriyle bütün Kürt halkına hitap eden bir hareket oldu. O yüzden de ona duyulan ilgi sadece Türkiyeli Kürtlerle sınırlı değildir. Bütün diğer coğrafyalardaki Kürtler de bu harekete ilgi gösteriyorlar” dedi.
Estukyan, şöyle devam etti: "Hareketin (PKK) liderinin Türkiye'ye teslim edilmesi de o komplolardan birinin sonucudur. Uluslararası komplolar düzenlediler ve bununla başarmak da pek mümkün olmadı. Şu anda da Kürtler uluslaşma sürecini tamamlamaya çalışıyorlar. 100 sene önce ortada Kürt ulusu yoktu. Kürt aşiretleri vardı. Onların birbirleriyle ilişkileri sadece dil boyutundaydı. Onun dışında bir Kürt birliği ve bunun için mücadele gibi bir ufuk yoktu. En büyük motivasyonları da dinseldi. O yüzden de Ermeni soykırımında Müslüman cenahta rol aldılar. Ama bugün geldiğimiz noktada artık Kürt bilinci bütün bunlardan bir ders çıkarmış. Eski hataları yapmazlar” diye belirtti.”
Duraksamadan güncellenip, hayatın fark edilemeyen detaylarında var edilmiş karanlıklara rehineliğine devam ediyor insan. Estukyan Varbed, konuşulmaktan imtina edilenlerin her birisine kısaca değinerek bugün var edilmiş karanlık dehlizin her nasıl biçimlendirildiğini de örnekliyor. Kürd sorununa nihai bir çözümün sahiden var edilmesinden nasıl da uzağa düşüldüğünün utanç verici yansıları, salt Kürd halkı için değil binlerce yıldır var edilmiş o Mezopotamya halklarının birlikteliğine karşıtlığın her nereye taşıdığını bu toprakları açık ve yalın bir biçimde aksettirir. Düşünmekten imtina edilenlere kulak vermenin, sahiden de olan biteni görmek için en azından salim bir halde sorgulayabilmek için barışmanın her nasıl elzem / ivedi bir öncelikli mesele olduğu bu raddede açıktır. Sınır içinde, sınırın hemen ötesinde gün aşırı yıkımı var edenlerin, bir buna teşne olanların ellerinde sahici, kalıcı, kesin bir barış, eşitliği var eden bir ülkenin teklemeden imali söz konusu olabilecek midir? İnsani olanın yitirilmesine son sürat devam olunan bir yerde, gerçeğin peşinden koşup, hakikatli bir müşterek yaşamın binasına daha çok var mıdır, düşünüyor musunuz?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2025
Görsel: My Line Is A Living Memory - Osman AHMED via Hinterland Galerie
Meramda Paylaşılan Haber
Estukyan: 'Teröristan' Söylemleriyle Diyalog Sürdürmek Mümkün Değil - Melik ÇELİK - Mezopotamya Ajansı https://mezopotamyaajansi41.com/GUNCEL/content/view/264154
#meram#arzihal#kısa mesel#barışmak#türkiye gerçekliği#yol#anlamak#mesel#hayat hakkı#cerahat#düzenek#siyasa#pragmatizm#yönelim#akıl#fikir#izan#pakrat estukyan#kürd özgürlük mücadelesi#barış#sulh var mı?#direniş#pkk#yol sahiden nereye?#düzlem#ülke gerçekliği#başka türkiye vardır#biyopolitika
0 notes
Text
HRANT DİNK DAVASI /// Hrant Dink davasında itiraf : "6 ay önce aldığımız istihbarat kaydını değiştirdik"
Hrant Dink davasında itiraf : "6 ay önce aldığımız istihbarat kaydını değiştirdik" Hrant Dink cinayeti davası sanıklarından Jandarma İstihbarat görevlisi Veysel Şahin, dönemin Trabzon Jandarma Alay Komutanı Ali Öz’ün talimatı ile cinayetten 6 ay önce aldıkları istihbaratı, cinayetten bir gün sonra almış gibi rapor düzenlediklerini anlattı.Güncel Giriş: 27.03.2024 14:08 Agos Gazetesi Genel Yayın…
View On WordPress
0 notes
Text
Dink davası: Örgütlü örgütsüzlük - Gözde Bedeloğlu
Hrant Dink’in yargıya taşınan yazısıyla ilgili hazırlanan bilirkişi raporunda, söylediklerinde herhangi bir suç unsuru olmadığı sonucuna varılmıştı. Buna rağmen Yargıtay 9. Ceza Dairesi, uzun zamandır kamuoyunda hedef haline getirilen Dink hakkında verilen hapis cezasını onamıştı. Agos Gazetesi yayın yönetmeni Yetvart Danzikyan, Dink’in öldürülüşünün 14’üncü yılında İrfan Aktan’a verdiği…
View On WordPress
0 notes
Text
Dink Davası avukatı Hakan Bakırcıoğlu yaşamını yitirdi
*Fotoğraf: Sosyal medya Hrant Dink Davası avukatlarından Hakan Bakırcıoğlu akciğer kanseri nedeniyle yaşamını yitirdi. Agos gazetesi Bakırcıoğlu’nun ölümüne dair başsağlığı mesajı yayınladı. Açıklamada, “Dink Ailesi avukatlarından, arkadaşımız, yoldaşımız Hakan Bakırcıoğlu’nu kaybettik. Hakan Bakırcıoğlu bir süredir akciğer kanseri ile mücadele ediyordu. Çok üzgünüz. Ailesine, sevenlerine…
View On WordPress
0 notes
Photo
10 notes
·
View notes
Text
Hrant Dink cinayeti davasında karar açıklandı
Hrant Dink cinayeti davasında karar açıklandı
İSTANBUL (AA) – Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in öldürülmesine ilişkin FETÖ elebaşı Fetullah Gülen, eski savcı Zekeriya Öz, gazeteciler, jandarma ve eski emniyet görevlilerinin de aralarında bulunduğu 6’sı tutuklu, 13’ü firari 76 sanığın yargılandığı dava, karara bağlandı. İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesindeki duruşmada, sanıkların son sözlerinin alınmasının ardından mahkeme…
View On WordPress
0 notes
Text
VİRÜSTEN HOLOKOST’A NOTLAR
Ölümün toplumsal hayatta oturtulduğu ‘normal’ pozisyondaki, ritüellerdeki kaymalar insanlar arasındaki ilişkide de çarpılmalara yol açıyor. . O yol ve yöntemler ortadan kalktıkça insan ve kitle davranışları da savrulmaya, ölümle başka tür bir ilişkilenme biçimi ortaya çıkmaya başlıyor.
Tecritin süresi uzadıkça psikolojik yükü de ağırlaşıyor. Arada tabii ki çok önemli farklar olmakla birlikte sanki gitgide bir nevi toplama kampı psikolojisine giriyormuşuz gibime geliyor. Kapatılma ve kısıtlılık hali, ölümün sıklaşması, etrafınızda dönüp durmasının önce tedirginlik, bir müddet sonra kanıksama yaratması… Uzatıp moralinizi bozmayayım. (Gerçi bu yazı ister istemez biraz kasvetli olacak sanırım.) Bu anda iyi bir fikir gibi görünmeyebilir ama içinden geçtiğimiz süreçte ölümle değişen kolektif ilişki biçimi beni tam da bugünlerde soykırımlar, pogromlar, özellikle de Holokost (Yahudi Soykırımı) sekansları üzerine daha fazla düşündürüyor. Ölümün toplumsal hayatta oturtulduğu ‘normal’ pozisyondaki, ritüellerdeki kaymalar insanlar arasındaki ilişkide de çarpılmalara yol açıyor; çünkü bunlar onunla baş edebilmenin, kabullenebilmenin ve rutin toplumsal hayata devam edebilmenin de bir yolu. O yol ve yöntemler ortadan kalktıkça insan ve kitle davranışları da savrulmaya, ölümle başka tür bir ilişkilenme biçimi ortaya çıkmaya başlıyor.
Nazi Almanyası bu açıdan da son derece ibretlik, bunun için de iyi bilinmesi gereken bir dönem. Adolf Eichmann’dan ‘bile daha sıradan’ insanların nasıl olup da bir histerinin, bir toplu vahşet ayininin aktif veya pasif parçaları haline gelebileceğini gözler önüne seriyor. Holokost bunun en vahim, en trajik halkası şüphesiz, ama bu histeri onunla da sınırlı değil. Nazi Almanyası’nın, Lebensraum (yaşam alanı) şiarıyla doğuya doğru yayılması, Doğu Avrupa’yı ve Rusya’yı işgali de bu histerinin bir parçası. Sıradan Almanlar, hatta işgal edilen ülkelerdeki Yahudi olmayan halkların, hepsi değil ama azımsanmayacak bir kesimi bu histerinin gönüllü katılımcısı oldular.
Biz bugün yaşayanlar olarak bu halleri kendimizden ebediyen uzak göremeyiz, görmemeliyiz. Kendimizi hiçbir zaman böyle bir histerinin, zincirlerinden boşanmış vahşetin parçası olmayacak gibi görmemeli; “Onlar insanlar kötüydü, biz iyiyiz” diye düşünmemeliyiz. ‘Normal zamanlarda’ o insanların bizden daha kötü olduğuna inanmamız için bir neden yok. Soykırımlar, pogromlar, işgaller –ve evet, virüs salgınları– sırasında yaşananların bireysel iyilik ve kötülüğün çok ötesinde durumlar olduğunu idrak etmek çok önemli. Asıl mevzu, böyle siyasi dalgalara, kolektif bilinç kaybına dirençli toplumlar ve siyasi sistemler yaratabilmektir. Kanımca, bunun önemli gereklerinden biri de ister kendi toplumumuzda, ister başka toplumlarda yaşanmış olsun, kimi günler, kimi yıllar sürmüş bu vahşet epizotlarını bilmek, unutmamak ve üzerine düşünmek, “Ben olsam ne yapardım?” sorusunu sormaktır.
Bu ‘histeri’ dediğime, zihnin tahayyül etmekte zorlandığı, tahayyül ederken insanın gözlerinin karardığı ama ayniyle vaki bir örnek vereyim. Nazilerin Litvanya’ya girmesinden hemen sonr,a 27 Haziran 1941’de Kaunas’ta yaşanan, kayıtlara Lietūkis Garajı Katliamı olarak geçen bir olay bu. Şehrin Yahudilerinden elli-altmış kişiyi adı geçen garajın avlusunda topluyorlar ve sopa ve küreklerle vura vura katlediyorlar. Olayın kendisi yeterince korkunç değilmiş gibi, tanık ifadelerine göre yüzlerce kişinin de, kimi gülerek, eğlenerek bu katliamı seyrettiğini öğrenmek, insanı daha da ürpertiyor. Bu sahneyi ‘kaçırmamaları’ için çocuklarını omuzlarına alan babalar oluyor. Üstelik bunu yapanlar hepimizin kolayca ‘hasta’, ‘sapık ruhlu’ olarak niteleyeceği Naziler değil; belki de o güne kadar katlettikleri Yahudilerin komşusu, müşterisi, hastası, öğretmeni, öğrencisi olmuş Litvanyalılar. “Bir toplum nasıl bu noktaya gelir?” ve kendine kondurmazlık etmeden, “Ben o seyircilerden hatta katillerden biri olabilir miydim?” diye, herkes düşünmeli. “Neden olmazdım?” sorusuna, herkesten önce kendini ikna eden ama “Çünkü ben iyi bir insanım”ın ötesinde bir cevap verebilmeli.
Litvanya size çok uzak geliyorsa 6-7 Eylül fotoğraflarına bakın. Büyük bir iştah ve zevkle dükkânları, evleri yağmalayanlardan biri siz olabilir miydiniz? Ya da belki, babanız, dedeniz… Belki o fotoğraflardaki iyi giyimli kadınlardan biri anneniz, teyzenizdir. Dedeniz sizden daha kötü bir insan mıydı? Ya da yollara sürülen Ermenilerin komşularını düşünün. Çoluk çocuk, yaşlı, hasta, koyun sürüsü gibi yollara sürülürken arkalarından nasıl baktılar, bakmakla yetindiler mi, geride kalan mallarını, hatta çocuklarını nasıl paylaştılar? Bu da çok uzak geliyorsa, daha kırk sene evvel olan Maraş Katliamı’nın fotoğraflarına bakın. Örnek o kadar çok ki.
Hiçbir kötülüğün geçmişte kaldığından emin olamayız, her zaman tekrarlanabilir. Bunlardan kaçınmanın yolu, ister dinî, ister etnik, ister ırki, ister siyasi, ister göçmen olsun, herhangi bir grubu toptan, kategorik olarak kötüleyen, hedef alan, şeytanlaştıran siyasi söylem ve eğilimlere karşı cephe almaktır. Bunu da birey olarak değil, bir araya gelerek, dayanışarak yapmak sonuç verir. Bir gün kendinizi bir katliamın seyircisi ya da daha kötüsü faili olarak görmek istemiyorsanız, yaşadığınız toplumda ırkçı, ayrımcı grupların ve siyasetin yükselmesine bugünden karşı çıkmalısınız. Yarın çok geç olabilir.
NİSAN 17, 2020 | AGOS*
OHANNES KILIÇDAĞI | VİRÜSTEN HOLOKOST’A NOTLAR
#Ohannes Kılıçdağı#agos gazetesi#Holokost#Soykırım#Ermeni Soykırımı#Pandemi Süreci#Covid-19 Salgını#Maraş Katliamı#Etnik Ayrımcılık#Tecrit#6-7 Eylül#Lietūkis Garajı Katliamı#türkiye ermenileri
0 notes
Text
Hrant Dink davasında flaş gelişme! Veysel Şahin ve Volkan Şahin hakkında tutuklama kararı
Yeni Haber Gönderildi https://www.sondakikahatay.com/hrant-dink-davasinda-flas-gelisme-veysel-sahin-ve-volkan-sahin-hakkinda-tutuklama-karari/
Hrant Dink davasında flaş gelişme! Veysel Şahin ve Volkan Şahin hakkında tutuklama kararı
0 notes
Text
Yolunuz Her Nereye!
Bir kutuplaşma meselidir almış başını gidiyor. Türkiye nam sahnenin hemen hemen daim her gününe içkin kılınmış bir cerahat halinin üzerine boca edilenlerle, insanlar kamplara ayrıştırılıyor. Halihazırda sürgit yinelenen elemeler, eksiltmeler, dört yanı ve her günü çitleme hamlesiyle ve nicesiyle o kutuplaşma menzili gerçeğin kendisi olarak var ediliyor. Gündelik bir döngünün ortasında her ana içkin kılınmış olagelen hamlelerle birlikte bir şekil / şemail çiziliyor. O tablonun / verili alanın, dışında kalakalan ya da sesini ve sözünü oralardan / iktidar lehine, yanında kurmayanlar için zorlukların var edildiği bir sahneleme güncelleniyor. Tümüyle bir girdap halini muhafaza eden, muktedirin dediğim dedik halini yansıtan bir zorbalık mefhumu her yerde güncelleniyor. Bir kutuplaşma hamlesi siyasetin o birbirine vurdu / kırdı hallerinde duraksamadan arka fonu oluştururken, 31 Mart seçimi sonrasında oluşan ılımlılık / yumuşama / normalleşme evresi denilen aralıkta daim bir hal ve istemle şekillendirilmeye itinayla devam olunandır.
İttihat ve Terakki’nin temelini attığı bir yapı ile bugün şu ülkenin sahibi olagelen / böyle bir tahayyülle çıkagelen Siyasal İslamcı / Yeni Liberal partinin var ettiği ikilemler, afaki bir haldeki kutuplaşmanın sonuna kadar gerilip, sonra çat diye terk edildiğinden bahisler açılıp dururken olmaya devam eden bir hadisedir. Gündelik yaşamın zehir edilmesi için kafi görülen bir seçim bahsinin ortasındayken, sonuçlar açıklandıktan sonra, o yerel seçim pratiğinden bunca gün sonra var edilenlerde bütün bu ayrıştırma / kutuplaştırma halinin ol yalın sureti temsil olunur. Unutturma, sineye çektirme, ezme hamlelerinin birbiri peşi sıra var edildiği bir zeminde baş efendinin uzlaşmayı / izanı değil mutlak biat etme halini yine yeniden imal ettiğinin detayları, var edilen anayasa düzenlemesi hamlesinden, yargıdaki en kestirmeden reformların bilmiyoruz kaçıncısı ola gelecek tahayyülün katara eklendiği bir zeminde nedir ki normalleşen? Kapitalizmin dehşete odaklanmış / kilitlenmiş bir hali suretine mahkum edilmiş yerde olagelen tüm o hamleler silsilesinin hayatı daha da içinden çıkılamaz kıldığı bir menzilde var edilenler de eklendiğinde normalleşmekten her neyi anladığı muktedirin / onun değirmenine su taşırken, yerel seçim zaferini hala idrak edip kutlamaya çaba sarf eden ana muhalefet nam çatının birlikteliği geleceğin umutsuz halini de bildirecektir, kesintisiz, öyle!
Birkaç yazarın meramından kısaca aktaralım. Türkiye’nin genel ahvaline dair belki de en çok tartışılması gereken mefhumların nasıl kabaca kenarda tutulup, bir yönelim / ihtimal olarak normalleşmenin yeniden işlendiğine dair bir okuma listesidir:
İhsan Dağı – Diken.com.tr: “İktidar partisi ‘yumuşama’dan sözediyor, çünkü ‘sertlik’ politikasının ‘karşı’yı kenetlediği, büyüttüğü ve motive ettiği ortada. AKP, CHP’ye kaybettiği neredeyse bütün belediye başkanlıklarını kutuplaşma nedeniyle kaybetti: AKP karşıtı seçmen CHP’de birleşti. AKP kutuplaşma siyasetiyle kazanamaz artık, çünkü en büyük kutup ‘AKP karşıtları.’ İktidar partisi, CHP ile diyalog yoluyla kendi aleyhine işleyen bu kutuplaşma iklimini aşmaya çalışıyor.”
Yetvart Danzikyan – Agos “AKP’nin şimdilik ‘yumuşama’ya meyilli olduğunu söylemek mümkün. Öncelikle, önümüzde uzun bir süre seçim yok. Ve MHP ile ittifakın artık eskisi kadar yarar getirmediğini düşünüyor olabilirler.
Osman Kavala’nın serbest bırakılması ihtimalinin AKP’ye yakın yazarlardan ve bazı milletvekillerinden gelmeye başlaması, bir gösterge örneğin. Beri yandan MHP de bilhassa Kavala konusunda aynı sert tutumu sürdürüyor; bu da ayrı bir gösterge.
Burada bir varsayım yapılabilir. AKP bundan sonrası için yola MHP ile devam ederse ne olur, etmezse ne olur? Belli ki AKP içindeki bir grup bunun egzersizini yapıyor. MHP de kendi oyununu kurmaya çalışıyor.”
Nurcan GÖKDEMİR – BirGün Gazetesi: “Özgür Özel’in ziyaretinden sonra da Erdoğan için “sorun çözümü için başvurulan makam, kucaklayan lider” imajı yansımadı kamuoyuna… Yumuşama söylemi kurnaz siyasetinin bir yansıması, kucaklayıcılığı da geçmişteki sayısız örnekte olduğu gibi söylemine küfürle yansıyan öfkesi, tahammülsüzlüğü, kibri nedeniyle samimi bulunmadı.
Ancak “yumuşama” söyleminde ısrarcı olacağı görünüyor. Şu an elinde daha güçlü bir enstrüman yok, en azından kamuoyuna “Ben istedim onlar istemedi” diyebilecek kadar malzeme toplama peşinde.”
Dicle Anter – Yeni Yaşam Gazetesi “Ulusal ve uluslararası sermaye grupları Türkiye’yi desteklemeye başladılar. Mehmet Şimşek kendi programını uygulamaya başladı. Bakalım ne kadar başarılı olacak, onu da zaman gösterecek. Bu programın desteklenmesi için bazı önkoşullar da gündemde. Ekonominin iyi gitmesi için istikrar ve hukuk devleti itibarının korunması şart. ABD’nin IMF parası için şartı belli; Can Atalay, Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala’nın serbest kalması. Bu şartlar altında her an için daha kötü günleri yaşayabiliriz. Adaletin olmadığı yerde yaşam koşulları da risk altındadır. Yabancı sermaye tedirgin olduğu müddetçe yatırımlar da temkinli olacaktır. “Taşıma suyla değirmen dönmez” diye bir söz vardır. Dünya bankasından, IMF’den alınan paraların geri dönüşümü nasıl olacak? 2026’ya kadar enflasyonun tek hanelere düşeceğini söylüyorlar. Bana pek inandırıcı gelmiyor. Herhalde dört yıl seçim olmayacak durumundan faydalanılmak isteniyor. İki sene sonra seçim olabilir belki. Baktınız bir gün Erdoğan uyandı ve Mehmet Şimşek’i görevden aldı, ne olacak o zaman?
Erdoğan ülkeyi ötekileştirmeye devam ediyor. Milletvekilliği seçimlerinde mülakatın kaldırılacağını söyledi ama bu haftaki açıklama iddiaları tam tersi yöndeydi. Erdoğan’ın “Mülakat neden önemli? Mülakat olmazsa devlette başka kişiler yuvalanır. Devletin bekası için işe alımlarda dikkat edilmeli. İşe girecek kişilerin yarın devlete ihanet etmeyeceğini nereden bileceğiz” diye belirttiği iddia edildi. “Benden değilsen vatan hainisin” uygulamalarına devamın göstergesi.”
A. Cihan SOYLU – Evrensel Gazetesi “On milyonlarca işçi ve emekçi, “Kemer sıkma” politikasıyla sağlanan zenginleştirme-büyüme ve ihracat artışının belirli bir azınlığın çıkarına olduğunu yukarıdaki iki-üç veriyi gözeterek dahi görebilir-görmelidir. 2015-2022 döneminde 230 grev, erteleme adı altında yasaklandı. 2024 1 Mayıs’ına kurulan polis barikatı ve gerçekleştirilen saldırılar kemer sıkma politikasıyla dipçik, kelepçe ve zindan arasındaki bağı bir kez daha gösterdi. Yumuşama söylem ve beklentisi saldırılara karşı gelişecek mücadeleyi “yumuşatma”yı hedefliyor.
Erdoğan’ın sürdürülmesinde kararlılık göstereceklerini ilan ettiği bu ekonomi politika bütün işçileri, emekçi ailelerini, şehir küçük burjuvazisi ve küçük esnafı önceki ekonomik durumunun gerisine püskürtüp daha fazla yoksullaştırma pahasına uygulanıyor. Bu politika ile holdingler; bankalar ve büyük sanayi şirketleri devasa kâr ve rant vurgununu büyütürken, büyük müteahhitler ve taşeron şirketler, kendilerine verilmiş devlet güvencesiyle toplamında trilyonları bulan paralara el koyabiliyor. Kutuplaştırıcı dilden uzak durma, uzlaşı ve yumuşama çağrı ve söylemi bu durumu örtme işleviyle yüklüdür. İleri işçi ve emekçiler, ilerici demokrat aydınlar, halktan yana politika yaptığını söyleyen parti ve örgütler, bu karartmanın geniş halk kitleleri tarafından anlaşılması için çaba göstereceklerdir.”
Düzeni yirmi bir yıldır elinde tutan, yeniden biçimlendiren bir temsilin yerel seçimlerde aldığı yenilgi sonrasında demokrasi katarına yeniden dönüş yapmayacağı artık muhakkak kılınan bir mesel olur. Baş efendinin şablonunda yenilenmenin, ezip geçmekten tümüyle, tahakküm ve tehdit döngüsüne esaretten başkası olmadığı daha önce de teyit edilmiş bir hal ve mefhumdur. Bugün ulaşılan, sosyal çökertmenin, ekonomik yıkım halinin, günlük, gündelik yaralara dair çözümleri değil tam tersi çözümsüzlüğün naklen yinelendiği bir yerde o kutuplaşma faktörünü etkin bir biçimde kullanan iktidarın geri dönüşü mümkün müdür? Hiçbir biçimde sorguyu kabul etmeyen, sual olunana yanıtı hep bambaşka yer ve hallerden bildiren bir iktidar pratiğinin gerçeklikte, o durumda olsa aynısına yakın olacak bir muhalif çatıyla hemhal olup, ülkenin istikametini doğrudan hakkaniyete çevirmesi hiç söz konusu olabilecek midir?
Ekonomik darboğazın ortasında ekmeğin on lira, bir gazetenin on iki lira, bir kitabın yüz elli lira, bir tek dal sigaranın üç buçuk lira, kalanının vergi olarak devlete olduğu gibi teslim edildiği altmış yedi lira, bir ayakkabının birkaç bin, bir pantolonun yeniden birkaç bin olduğu bir zeminde, markette her gün etiket yinelenirken, yeniden var edilirken hayatı o sıradan insanın hayatına dair bir tahayyül / pratik var edilecek midir? Kamuda tasarrufa dair bir masal nakledilirken, bir yandan hamuduyla har vurup harman savrulan diyanet işleri başkanlığı gibi kamunun yararına değil (hiçbir zaman olmadı ki) zararına çalışılan bir yapının araba sevdasından ne zaman vazgeçeceği meçhuldür. Kaynakları israf etmekte hızlıca davranan belediyelerin geriye bıraktıkları borç enkazlarının altından kim nasıl kalkacaktır, o hesaplı kitaplı ince ince işlenmiş yağmaların akıbetini / külfetini kim ama sahi kim ödeyecektir, sıradan halktan gayrı. Baş efendinin kendisine çalışma ofisi kurduğu bilgisinin düştüğü internette, yeni masa, sandalyenin bile özel tasarım olmasının külfetli rakamlarına dair bir açıklama, şeffaf bir yönetim söz konusu olmayacaksa, bunca fecaat, bu kadar yoksunluk herkesin paydası kılınırken masallarla kervan yürür mü? Bir kez olsun demokrasicilik değil sahici bir demokrasinin inşası söz konusu olur mu, nedir ki!
Gündelik yaşamın siyasetin pragmatik tahayyülünde, belirgin bir tahakküme resmen esir kılındığı bir zeminde günü kurtarmak kolaydır. Normalleşmeyi, Covid-19’un sessizce hayatımızda bir sabit kılınacağının bilinmediği o salgın dönemi sonrasından bu yana seslendirmeye devam eden muktedirin, hangi kalıcı yaraya çözümü, muhalefetin bütün bu seslenişlere rağmen hangi odakta işbirliğine haiz olduğunun yanıtsızlığı arasında şimdilerde esen bahar rüzgarı yeniden güzümüz olmasın diye sorgulanmalıdır. Ilımlılık, yumuşama derken, Taksim’in 1 Mayıs’ta yeniden kapatılmasından, asgari ücretin un ufak haline rağmen halen Temmuz ayında en ufak bir iyileştirmenin dahi söz konusu edilmeyecek ilan edilmesinden, tantana arasında hazır paketlerden birisine iliştirilmiş herhangi bir durumda fikrini beyan edeni, sözünü savunanı “mihrak”, “ajan” ilan edebilecek bir cüretin tezgah altında pişirildiği bir zeminde doğru nereden başlar. Bir yer, bir zeminde hakikate ne ara sıra gelir? Tümüyle eğitimdeki müfredatın sil baştan yeniden yapılandırılmasından, eğitimcinin karşılaştığı şiddetin, sokakta gördüğümüzden çok daha feci bir kırım / katliamın da yönünü açabilecek olduğu bir yıkıcılığa evrimine daha pek çok yerde, herhangi bir konudaki eksiklikler silsilesi içerisinde hayata hiçbir zaman ehven için bir müdahale söz konusu edilecek midir? Normunu kaybetmiş, geleceğinden umutsuz, biçare kılınmış bir yerde kutuplaşma kök salmışken, birkaç görüşme iki satır meramla işler tekrar hal yoluna konulur mu? Bu kadar basit midir, o muktedirin ülkesinde çekilen acı, var edilen elem, yaşanan sıkıntıların çözümü... Düşünüyor musunuz, yolunuz her nereye?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: Tree Of Hope – Nancy ATAKAN – via Contemporary İstanbul – CI Bloom
#meram#arzihal#durum#yönelim#tr#quo vadis#demokrasi#kutuplaşma#hayat hakkı#insan101#türkiye neresi#demokrasi102#ekonomik darboğaz#yıkım#yıldırı#tehdit#tahakküm#terör#ana muhalefet#baş efendi#akparti#seçim#pragmatizm#doğru#sözler#alıntılar#deneysel#kesit#çürüme
0 notes
Photo
Samast’ı “Kendini As, Elimizde Kalma” Diyerek Tehdit Ettiler, Cezaevi Yönetimi Alarma Geçti Kocaeli F Tipi Kapalı Cezaevi'nde üç kişilik hücrede kalan gazeteci Hrant Dink'in katili Ogün Samast, güvenlik gerekçesiyle tek kişilik hücreye alındı.
#Agos Gazetesi#alarma#AŞ#Atatürk#Bakırköy#başsavcı#Başsavcılığı#Başsavcılık#cezaevi#diyerek#Elimizde#ettiler#Gazi Mustafa Kemal#geçti#Haber#haberi#haberler#haberleri#Hırant#Hrant#Hrant Dink#İstanbul#ı#Jandarma#Kalma&039;#kendini#kocaeli#Mustafa Kemal Atatürk#Ogün Samast#polis
0 notes
Text
Dink cinayetinin her aşamasında FETÖ vardı
Dink cinayetinin her aşamasında FETÖ vardı
İSTANBUL İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Bürosunca, Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink‘in, 19 Ocak 2007’de öldürülmesine ilişkin yürütülen soruşturma sonucunda üçüncü iddianame de tamamlanırken, 10 yılı aşkın süredir devam eden soruşturmada baş döndürücü olarak tanımlanabilecek gelişmeler yer aldı. Hrant Dink’in, 19 Ocak 2007’de Şişli’deki Agos gazetesinin…
View On WordPress
0 notes
Text
Hrant Dink ölümünün 16. Yılında Agos Gazetesi önünde karanfille anıldı
Şişli Halasgargazi Caddesi’nde 19 Ocak 2007 tarihinde uğradığı suikast sonucu öldürülen Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in 16. ölüm yıl dönümü için, Agos Gazetesinin eski binası önünde anma programı yapıldı. Saat 15.00’te başlayan programa, Dink’in yakınları ve arkadaşlarının yanı sıra pek çok seveni katıldı. Programa girmek isteyenler, Halaskargazi Caddesi’nin Taksim ve Osmanbey…
View On WordPress
0 notes