#ana muhalefet
Explore tagged Tumblr posts
Text
Yolunuz Her Nereye!
Bir kutuplaşma meselidir almış başını gidiyor. Türkiye nam sahnenin hemen hemen daim her gününe içkin kılınmış bir cerahat halinin üzerine boca edilenlerle, insanlar kamplara ayrıştırılıyor. Halihazırda sürgit yinelenen elemeler, eksiltmeler, dört yanı ve her günü çitleme hamlesiyle ve nicesiyle o kutuplaşma menzili gerçeğin kendisi olarak var ediliyor. Gündelik bir döngünün ortasında her ana içkin kılınmış olagelen hamlelerle birlikte bir şekil / şemail çiziliyor. O tablonun / verili alanın, dışında kalakalan ya da sesini ve sözünü oralardan / iktidar lehine, yanında kurmayanlar için zorlukların var edildiği bir sahneleme güncelleniyor. Tümüyle bir girdap halini muhafaza eden, muktedirin dediğim dedik halini yansıtan bir zorbalık mefhumu her yerde güncelleniyor. Bir kutuplaşma hamlesi siyasetin o birbirine vurdu / kırdı hallerinde duraksamadan arka fonu oluştururken, 31 Mart seçimi sonrasında oluşan ılımlılık / yumuşama / normalleşme evresi denilen aralıkta daim bir hal ve istemle şekillendirilmeye itinayla devam olunandır.
İttihat ve Terakki’nin temelini attığı bir yapı ile bugün şu ülkenin sahibi olagelen / böyle bir tahayyülle çıkagelen Siyasal İslamcı / Yeni Liberal partinin var ettiği ikilemler, afaki bir haldeki kutuplaşmanın sonuna kadar gerilip, sonra çat diye terk edildiğinden bahisler açılıp dururken olmaya devam eden bir hadisedir. Gündelik yaşamın zehir edilmesi için kafi görülen bir seçim bahsinin ortasındayken, sonuçlar açıklandıktan sonra, o yerel seçim pratiğinden bunca gün sonra var edilenlerde bütün bu ayrıştırma / kutuplaştırma halinin ol yalın sureti temsil olunur. Unutturma, sineye çektirme, ezme hamlelerinin birbiri peşi sıra var edildiği bir zeminde baş efendinin uzlaşmayı / izanı değil mutlak biat etme halini yine yeniden imal ettiğinin detayları, var edilen anayasa düzenlemesi hamlesinden, yargıdaki en kestirmeden reformların bilmiyoruz kaçıncısı ola gelecek tahayyülün katara eklendiği bir zeminde nedir ki normalleşen? Kapitalizmin dehşete odaklanmış / kilitlenmiş bir hali suretine mahkum edilmiş yerde olagelen tüm o hamleler silsilesinin hayatı daha da içinden çıkılamaz kıldığı bir menzilde var edilenler de eklendiğinde normalleşmekten her neyi anladığı muktedirin / onun değirmenine su taşırken, yerel seçim zaferini hala idrak edip kutlamaya çaba sarf eden ana muhalefet nam çatının birlikteliği geleceğin umutsuz halini de bildirecektir, kesintisiz, öyle!
Birkaç yazarın meramından kısaca aktaralım. Türkiye’nin genel ahvaline dair belki de en çok tartışılması gereken mefhumların nasıl kabaca kenarda tutulup, bir yönelim / ihtimal olarak normalleşmenin yeniden işlendiğine dair bir okuma listesidir:
İhsan Dağı – Diken.com.tr: “İktidar partisi ‘yumuşama’dan sözediyor, çünkü ‘sertlik’ politikasının ‘karşı’yı kenetlediği, büyüttüğü ve motive ettiği ortada. AKP, CHP’ye kaybettiği neredeyse bütün belediye başkanlıklarını kutuplaşma nedeniyle kaybetti: AKP karşıtı seçmen CHP’de birleşti. AKP kutuplaşma siyasetiyle kazanamaz artık, çünkü en büyük kutup ‘AKP karşıtları.’ İktidar partisi, CHP ile diyalog yoluyla kendi aleyhine işleyen bu kutuplaşma iklimini aşmaya çalışıyor.”
Yetvart Danzikyan – Agos “AKP’nin şimdilik ‘yumuşama’ya meyilli olduğunu söylemek mümkün. Öncelikle, önümüzde uzun bir süre seçim yok. Ve MHP ile ittifakın artık eskisi kadar yarar getirmediğini düşünüyor olabilirler.
Osman Kavala’nın serbest bırakılması ihtimalinin AKP’ye yakın yazarlardan ve bazı milletvekillerinden gelmeye başlaması, bir gösterge örneğin. Beri yandan MHP de bilhassa Kavala konusunda aynı sert tutumu sürdürüyor; bu da ayrı bir gösterge.
Burada bir varsayım yapılabilir. AKP bundan sonrası için yola MHP ile devam ederse ne olur, etmezse ne olur? Belli ki AKP içindeki bir grup bunun egzersizini yapıyor. MHP de kendi oyununu kurmaya çalışıyor.”
Nurcan GÖKDEMİR – BirGün Gazetesi: “Özgür Özel’in ziyaretinden sonra da Erdoğan için “sorun çözümü için başvurulan makam, kucaklayan lider” imajı yansımadı kamuoyuna… Yumuşama söylemi kurnaz siyasetinin bir yansıması, kucaklayıcılığı da geçmişteki sayısız örnekte olduğu gibi söylemine küfürle yansıyan öfkesi, tahammülsüzlüğü, kibri nedeniyle samimi bulunmadı.
Ancak “yumuşama” söyleminde ısrarcı olacağı görünüyor. Şu an elinde daha güçlü bir enstrüman yok, en azından kamuoyuna “Ben istedim onlar istemedi” diyebilecek kadar malzeme toplama peşinde.”
Dicle Anter – Yeni Yaşam Gazetesi “Ulusal ve uluslararası sermaye grupları Türkiye’yi desteklemeye başladılar. Mehmet Şimşek kendi programını uygulamaya başladı. Bakalım ne kadar başarılı olacak, onu da zaman gösterecek. Bu programın desteklenmesi için bazı önkoşullar da gündemde. Ekonominin iyi gitmesi için istikrar ve hukuk devleti itibarının korunması şart. ABD’nin IMF parası için şartı belli; Can Atalay, Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala’nın serbest kalması. Bu şartlar altında her an için daha kötü günleri yaşayabiliriz. Adaletin olmadığı yerde yaşam koşulları da risk altındadır. Yabancı sermaye tedirgin olduğu müddetçe yatırımlar da temkinli olacaktır. “Taşıma suyla değirmen dönmez” diye bir söz vardır. Dünya bankasından, IMF’den alınan paraların geri dönüşümü nasıl olacak? 2026’ya kadar enflasyonun tek hanelere düşeceğini söylüyorlar. Bana pek inandırıcı gelmiyor. Herhalde dört yıl seçim olmayacak durumundan faydalanılmak isteniyor. İki sene sonra seçim olabilir belki. Baktınız bir gün Erdoğan uyandı ve Mehmet Şimşek’i görevden aldı, ne olacak o zaman?
Erdoğan ülkeyi ötekileştirmeye devam ediyor. Milletvekilliği seçimlerinde mülakatın kaldırılacağını söyledi ama bu haftaki açıklama iddiaları tam tersi yöndeydi. Erdoğan’ın “Mülakat neden önemli? Mülakat olmazsa devlette başka kişiler yuvalanır. Devletin bekası için işe alımlarda dikkat edilmeli. İşe girecek kişilerin yarın devlete ihanet etmeyeceğini nereden bileceğiz” diye belirttiği iddia edildi. “Benden değilsen vatan hainisin” uygulamalarına devamın göstergesi.”
A. Cihan SOYLU – Evrensel Gazetesi “On milyonlarca işçi ve emekçi, “Kemer sıkma” politikasıyla sağlanan zenginleştirme-büyüme ve ihracat artışının belirli bir azınlığın çıkarına olduğunu yukarıdaki iki-üç veriyi gözeterek dahi görebilir-görmelidir. 2015-2022 döneminde 230 grev, erteleme adı altında yasaklandı. 2024 1 Mayıs’ına kurulan polis barikatı ve gerçekleştirilen saldırılar kemer sıkma politikasıyla dipçik, kelepçe ve zindan arasındaki bağı bir kez daha gösterdi. Yumuşama söylem ve beklentisi saldırılara karşı gelişecek mücadeleyi “yumuşatma”yı hedefliyor.
Erdoğan’ın sürdürülmesinde kararlılık göstereceklerini ilan ettiği bu ekonomi politika bütün işçileri, emekçi ailelerini, şehir küçük burjuvazisi ve küçük esnafı önceki ekonomik durumunun gerisine püskürtüp daha fazla yoksullaştırma pahasına uygulanıyor. Bu politika ile holdingler; bankalar ve büyük sanayi şirketleri devasa kâr ve rant vurgununu büyütürken, büyük müteahhitler ve taşeron şirketler, kendilerine verilmiş devlet güvencesiyle toplamında trilyonları bulan paralara el koyabiliyor. Kutuplaştırıcı dilden uzak durma, uzlaşı ve yumuşama çağrı ve söylemi bu durumu örtme işleviyle yüklüdür. İleri işçi ve emekçiler, ilerici demokrat aydınlar, halktan yana politika yaptığını söyleyen parti ve örgütler, bu karartmanın geniş halk kitleleri tarafından anlaşılması için çaba göstereceklerdir.”
Düzeni yirmi bir yıldır elinde tutan, yeniden biçimlendiren bir temsilin yerel seçimlerde aldığı yenilgi sonrasında demokrasi katarına yeniden dönüş yapmayacağı artık muhakkak kılınan bir mesel olur. Baş efendinin şablonunda yenilenmenin, ezip geçmekten tümüyle, tahakküm ve tehdit döngüsüne esaretten başkası olmadığı daha önce de teyit edilmiş bir hal ve mefhumdur. Bugün ulaşılan, sosyal çökertmenin, ekonomik yıkım halinin, günlük, gündelik yaralara dair çözümleri değil tam tersi çözümsüzlüğün naklen yinelendiği bir yerde o kutuplaşma faktörünü etkin bir biçimde kullanan iktidarın geri dönüşü mümkün müdür? Hiçbir biçimde sorguyu kabul etmeyen, sual olunana yanıtı hep bambaşka yer ve hallerden bildiren bir iktidar pratiğinin gerçeklikte, o durumda olsa aynısına yakın olacak bir muhalif çatıyla hemhal olup, ülkenin istikametini doğrudan hakkaniyete çevirmesi hiç söz konusu olabilecek midir?
Ekonomik darboğazın ortasında ekmeğin on lira, bir gazetenin on iki lira, bir kitabın yüz elli lira, bir tek dal sigaranın üç buçuk lira, kalanının vergi olarak devlete olduğu gibi teslim edildiği altmış yedi lira, bir ayakkabının birkaç bin, bir pantolonun yeniden birkaç bin olduğu bir zeminde, markette her gün etiket yinelenirken, yeniden var edilirken hayatı o sıradan insanın hayatına dair bir tahayyül / pratik var edilecek midir? Kamuda tasarrufa dair bir masal nakledilirken, bir yandan hamuduyla har vurup harman savrulan diyanet işleri başkanlığı gibi kamunun yararına değil (hiçbir zaman olmadı ki) zararına çalışılan bir yapının araba sevdasından ne zaman vazgeçeceği meçhuldür. Kaynakları israf etmekte hızlıca davranan belediyelerin geriye bıraktıkları borç enkazlarının altından kim nasıl kalkacaktır, o hesaplı kitaplı ince ince işlenmiş yağmaların akıbetini / külfetini kim ama sahi kim ödeyecektir, sıradan halktan gayrı. Baş efendinin kendisine çalışma ofisi kurduğu bilgisinin düştüğü internette, yeni masa, sandalyenin bile özel tasarım olmasının külfetli rakamlarına dair bir açıklama, şeffaf bir yönetim söz konusu olmayacaksa, bunca fecaat, bu kadar yoksunluk herkesin paydası kılınırken masallarla kervan yürür mü? Bir kez olsun demokrasicilik değil sahici bir demokrasinin inşası söz konusu olur mu, nedir ki!
Gündelik yaşamın siyasetin pragmatik tahayyülünde, belirgin bir tahakküme resmen esir kılındığı bir zeminde günü kurtarmak kolaydır. Normalleşmeyi, Covid-19’un sessizce hayatımızda bir sabit kılınacağının bilinmediği o salgın dönemi sonrasından bu yana seslendirmeye devam eden muktedirin, hangi kalıcı yaraya çözümü, muhalefetin bütün bu seslenişlere rağmen hangi odakta işbirliğine haiz olduğunun yanıtsızlığı arasında şimdilerde esen bahar rüzgarı yeniden güzümüz olmasın diye sorgulanmalıdır. Ilımlılık, yumuşama derken, Taksim’in 1 Mayıs’ta yeniden kapatılmasından, asgari ücretin un ufak haline rağmen halen Temmuz ayında en ufak bir iyileştirmenin dahi söz konusu edilmeyecek ilan edilmesinden, tantana arasında hazır paketlerden birisine iliştirilmiş herhangi bir durumda fikrini beyan edeni, sözünü savunanı “mihrak”, “ajan” ilan edebilecek bir cüretin tezgah altında pişirildiği bir zeminde doğru nereden başlar. Bir yer, bir zeminde hakikate ne ara sıra gelir? Tümüyle eğitimdeki müfredatın sil baştan yeniden yapılandırılmasından, eğitimcinin karşılaştığı şiddetin, sokakta gördüğümüzden çok daha feci bir kırım / katliamın da yönünü açabilecek olduğu bir yıkıcılığa evrimine daha pek çok yerde, herhangi bir konudaki eksiklikler silsilesi içerisinde hayata hiçbir zaman ehven için bir müdahale söz konusu edilecek midir? Normunu kaybetmiş, geleceğinden umutsuz, biçare kılınmış bir yerde kutuplaşma kök salmışken, birkaç görüşme iki satır meramla işler tekrar hal yoluna konulur mu? Bu kadar basit midir, o muktedirin ülkesinde çekilen acı, var edilen elem, yaşanan sıkıntıların çözümü... Düşünüyor musunuz, yolunuz her nereye?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: Tree Of Hope – Nancy ATAKAN – via Contemporary İstanbul – CI Bloom
#meram#arzihal#durum#yönelim#tr#quo vadis#demokrasi#kutuplaşma#hayat hakkı#insan101#türkiye neresi#demokrasi102#ekonomik darboğaz#yıkım#yıldırı#tehdit#tahakküm#terör#ana muhalefet#baş efendi#akparti#seçim#pragmatizm#doğru#sözler#alıntılar#deneysel#kesit#çürüme
0 notes
Text
...
Bolu'da imam nikahıyla evlendirilen 11 yaşındaki kız çocuğunun sekiz aylık hamile olduğu ortaya çıktı. Samsun'da otomobil çarptı diye koma halinde hastaneye getirilen 14 yaşındaki kız çocuğunun, imam nikahlı eşi tarafından odunla dövüldüğü, sonra da kaza süsü vermek için motosikletle üzerinden geçildiği anlaşıldı. Ordu'da 13 yaşındayken para karşılığında evlendirilen kız çocuğu, sürekli dayak yediği 40 yaşındaki herifin evi terketmesi üzerine, kendi ailesi tarafından kabul edilmedi, henüz 17 yaşındayken üç çocuğuyla ortada kaldı. Gaziantep'te özel hastanede 18 yaşında birinin kimliğiyle doğum yaptırılan kız çocuğunun, aslında 12 yaşında olduğu tespit edildi. Adana'da 13 yaşındaki kız çocuğuna düğün yapıldı. Sakarya'da kuzeniyle evlendirilen 15 yaşındaki kız çocuğu, evden kaçıp polise sığındı. Tekirdağ'da bir noterin, 14 yaşındaki kızlarını evlendirmek isteyen ana-babaya muvafakatname verdiği belirlendi. Tokat'ta evlendirilen 12 yaşındaki kız çocuğunun dört aylık hamile olduğu anlaşıldı. Ağrı'da 16 yaşında evlendirilen kız çocuğu, işkence yapılmış, tuvalette eli kolu bağlanmış halde bulundu. İzmir'de 12 yaşında evlendirilen kız çocuğu, sezaryenle doğum yaptı. Adana'da imam nikahıyla evlendirilen 16 yaşındaki kız çocuğu, trenin önüne atladı. Korunması Gereken Çocuklar Sempozyumu'nda konuşan Gümüşhane Üniversitesi öğretim üyesi, bizzat yaşadığı hadiseyi anlattı, “yol kenarında bir kız çocuğunu kucağında bebeğiyle ağlarken gördüm, 16 yaşındayken evlendirilmiş, anne olmuş, bebeğinin eli yanmış, ne yapacağını bilmiyor, bebeğiyle birlikte ağlıyordu, aslında orada bir anne ağlamıyordu, iki çocuk ağlıyordu” dedi. Kayseri'de para karşılığında evlendirildiği herif tarafından sokağa atılan, kamyonet kasasında yaşayan 15 yaşındaki kız çocuğu, av tüfeğiyle canına kıydı. Konya'da 16 yaşındayken evlendirilen kız çocuğu, inşaatın yedinci katından atladı. Siirt'te dünyaya geldi, ismi Kader'di, 12 yaşında evlendirildi, 13 yaşında anne oldu, 14 yaşında canına kıydı, adı üstünde kaderi böyleymiş denildi, geçildi. 12 yaşındayken iki bilezik karşılığında 40 yaşındaki evli herife kuma verildiği ortaya çıkan kız çocuğu “yanına yatmaya korkardım, bana oyuncak almayınca ağlardım” dedi. 11 yaşındayken 40 yaşındaki herifle evlendirilen kız çocuğu “çocuk doğuramıyor diye dövüldüğünü, üç dört sene kaynanasının koynunda yattığını” söyledi. 30 yaşında biriyle evlendirilen 13 yaşındaki kız çocuğu, seneler sonra gazete röportajında anlattı: “İlk gece beni tek başıma odaya soktular, korkudan bayıldım, kolonya verdiler, evlendirildiğim kişi odaya geldi, ‘hadi gel seninle evcilik oyunu oynayalım' dedi, bu cümleyi hayatım boyunca unutmayacağım…” 12 yaşındayken okulundan alınıp, başlık parası karşılığında 50 yaşındaki herifin koynuna sokulduğu anlaşılan kız çocuğu “derslerim çok iyiydi, rüyamda sürekli mezun olduğumu, diploma aldığımı görüyorum” dedi. Henüz 14 yaşındayken 10 bin lira karşılığında, beş çocuk, dokuz torun sahibi 70 yaşındaki herife verilen kız çocuğu, seneler sonra bu konuda araştırma yapan üniversite ekibine anlattı, “annemi asla affetmeyeceğim, hayatımı değiştirme imkanım olsaydı, en önce babamı değiştirirdim” dedi.
*
Akp hükümeti, işte bu sapıklara af kanunu çıkarmaya çalışıyor.
*
Geceyarısı sessiz sedasız meclisten geçirirken muhalefet partilerine yakalanan Adalet bakanımız “bunlar tecavüzcü değil, cinsel istismar suçunu zorla işlemiş kişiler değil, tamamen ailelerin ve küçüğün de rızasıyla yapılmış işler” diyor… Adalet bakanımızın “küçüğün de rızasıyla yapılmış işler” dediği işler, işte bu işler!
*
Ve bu işler… Sadece ahlaksız babalar, utanmaz dünürler, sapık damatlarla yapılmıyor. İmamlarla yapılıyor.
*
İmamlar nikah kıyıyor.
İmamlar onaylıyor.
Babalar istedikleri kadar ahlaksız olsun, dünürler istedikleri kadar utanmaz olsun… İmamlar rıza göstermese, bu insanlık suçu işlenebilir mi?
İmamlar, nikahını kıy diye kendilerine getirilen kız çocuklarını polise, jandarmaya, savcıya bildirse, bu talihsiz kız çocukları, babaları hatta dedeleri yaşındaki sapıkların yatağına sokulabilir mi?
*
İmamlar, bu işlerin olmazsa olmazıdır.
25 notes
·
View notes
Text
Yollksulluk ve cahillik iktidar treninin lokomotifi olmuş!
Güçler ayrılığı bitmiş, yasama -yürütme -yargı tek adamın eline bırakılmış!
Ülke toprakları, zavallı bir sömürge ülkeninki gibi yerli işbirlikçiler yardımıyla yağma ve talana açılmış! Madenlerimiz, yer altı zenginliklerimiz, sularımız, verimli topraklarımız bu vahşi kar hırsına kurban verilmiş!
Hukuk bitmiş. İktidar yargısı oluşmuş. Adalet yüce efendinin keyfine kalmış.
Eğitim dinselleştirilmiş. Sağlık iflas etmiş. Kerameti kendinden menkul tarikatlar devleti parsel parsel bürümüş!
Bürokrasi çökmüş. Devlet mekanizması felç olmuş. Felaketler peş peşe geldikçe devletin yetersizliği kabak gibi görünür olmuş.
Pahalılık, enflasyon, işsizlik had safhaya gelmiş. Açlık baş göstermiş. İçe kapanma, ümitsizlik, yeis, çaresizlik, gelecekten beklentisi kalmamak toplumu bir virüs gibi sarmış, intiharlar, şiddet, cinayetler artmış. Fırsatını bulan yurt dışına kapağı atmış.
Kötülük, fırsatçılık, yolunu bulma, işini halletme, rüşvet, iltimas, liyakatsizlik almış yürümüş. Mafia düzeni katman katman topluma yayılır olmuş. Toplum çürümüş! Sevgisizlik ve tahammülsüzlük sokaktaki masum canlara kadar yıkıcı sonuçlar vermeye başlamış.
Doğa ve çevre katliamları hukuk, bürokrasi ve kolluk gücü kullanılarak legal hale getirilmiş! Beton dininin paraya tapan müritleri etrafımızı sarmış.
Koca ülke mülteci deposu olmuş, demografik yapı bilerek tahrif edilmiş. Kolayca vatandaşlık verilen, sayıları belirsiz göçmen oy deposu olarak kenara ayrılmış.
Ayda milyonlarca lira maaş ödedikleri trollerinin öncülüğünde isyan ve itiraz edenin anında tepesine binilmiş, canına okunmuş.
Basın esir edilmiş. Özgür basın ise sürekli acı bedel ödemek zorunda bırakılarak yıldırılmaya çalışılmış.
Sadaka ve aralıksız din propagandasıyla cahil kesim oy deposuna dönüştürülmüş.
Seçim ve sandık, sürekli iktidara kazandıran bir enstrümana dönüşmüş. İktidarın seçim propagandasını, devletin gücünü arkasına alarak sınır tanımayan dezenformasyona, yalan ve iftira üretimine dayandırırken muhalefet kıskaç altında kıpırdayamaz, sürekli savunmada olan bir hale gelmiş.
Olay artık öyle hale gelmiş ki, iktidar sahipleri" Bize oy vermezseniz hizmet mizmet yok, kusura bakmayın!" diyebilecek hadsizliğe kadar gelmiş!
Bu liste sayfalarca uzar gider.
Şu listeye rağmen hala ana muhalefeti yıpratmaya, ezmeye, kötülemeye devam eden bir insan;
bir ringde kolları arkadan bağlanmış bir boksör ile eldiven üstü muştalı, üzeri zırhlı boksörün dövüşünü seyrederken maçın adaletsizliğini protesto edip eline geçeni tribüne atıp, ıslık çalarak yuh çekecek yerde,"Tüüü beceriksiz, tüüü senin kalıbına, tüüü yetersiz, bu mu len senin boksörlüğün? diyerek elleri bağlı boksöre kötü tezahürat yapıyor demektir.
Kendilerini bu duyarsızlıkları için kutluyorum. Çünkü insan evladının gelebileceği en uç duyarsızlık seviyesine ulaşmışlardır ve bu da beğeniriz, beğenmeyiz bir BAŞARIdır. Helal olsun!...
22 notes
·
View notes
Text
İtikadi küfrün dördüncüsü, Allah'ın indirdiği esasların dışında bir hükümle hükmeden hakimin, Allah ve Resulü'nün hükmüne muhalif bir hükümle hükmetmenin caiz olduğuna inanmasıdır. Bu hakim kendi verdiği hükmün Allah ve Resulü'nün hükmüne eşit olduğuna ya da onlardan üstün olduğuna inanmasa bile durum değişmez. Böyle bir durumda da yukarıda ilk 3 bölümde zikrettiklerimiz bu hakim için de geçerlidir. Açık, kesin, sahih, naslarla haram kılındığı bilinen şeylerin caiz olduğuna inandığı için bu kimse hakkında da yukarıda söylediklerimiz geçerlidir.
İtikadi küfrün beşincisine gelince bu da, dine karşı gelmek, hükümleri ile boy ölçüşmeye kalkışmak, Allah'a ve Resulüne isyan etmek bakımından şu ana kadar saydığımız küfür çeşitlerinin en büyüğü, en açığı ve en kapsamlısıdır. Bilindiği üzere şer'i mahkemelerin kaynakları, dayandıkları asıl noktalar vardır ki, bunların hepsi Allah'ın kitabı ve Resulullah'ın sünnetidir. Beşeri kanunlarla hükmeden mahkemelerin dayanakları ise çeşitli dinler, Fransız, Amerika, İngiliz kanunları, İslam'a mensup veya dindışı bidatcilerin mezhepleridir.
İtikadi küfrün bu çeşidinde işte bu tip mahkemeler kurmak, hazırlık yapmak, beşeri kanunları bu mahkemelerde verilecek hükümler için asıllar yapmak, bu mahkemeleri çeşitli şubelere ayırmak, bu mahkemelerde mutlak olarak beşeri kanunlarla hükümler vermek, insanları buna zorlamak ve tüm bu hususlarda şer'i mahkemelere benzemek vardır.
Bu mahkemeler şimdi İslâm ülkelerinin bir çoğunda kurulmuş, mükemmel hale getirilmeye çalışılmış, kapıları açılmış insanlar da bu mahkemelerin hükmüne sürüler gibi gitmektedirler. Hakimler de insanların arasında Kitap ve sünnetin hükmüne muhalif olan hükümlerle hüküm vermekte ve insan ları buna mecbur bırakmaktadırlar. Bu mahkemelerin verdikleri hükümleri insanlara kabul ettiriyorlar ve bunları gerekli kılıyorlar. Acaba bu küfrün üstünde başka hangi küfür vardır? Bu şekilde bir muhalefetten sonra Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'in Allah'ın kulu ve resulü olduğuna ne şekilde muhalefet edilebilir? Basit bir şekilde sunduğumuz bu konunun delilleri yeterince bilinip tanınmaktadır. Burada sözü fazla uzatmaya gerek yoktur.
Ey Akıllılar Topluluğu! Ey Zekiler ve basiret sahipleri! Sizin gibi insanların hükümlerine, sizin gibi insanların düşüncelerine, hata yapması gayet doğal olan, hataları doğrularından daha çok olan, hatta Allah ve Resulü'nün hükümlerinden nas yahut istinbat edilenler hariç hükümlerinde doğruluk payı bulunmayan, sizlerden daha aşağıda olan kimselerin düşüncelerini ve hükümlerini, sizlere uygulamasına nasıl rıza gösterirsiniz? Sizler canlarınız, kanlarınız, mallarınız, hanım ve çocuklardan olan aile halkınız ve diğer haklarınız hususunda hüküm vermeleri için nasıl olur da bu kimseleri çağırırsınız? Onlar, kendisinde hiçbir şekilde bir hatanın bulunmadığı, ne önünden ne ardından batıl yaklaşamayan Hakim ve Hamid olan Allah tarafında indirilen, Allah ve Resulü'nün hükmüyle hüküm vermeyi terkedip reddediyorlar. İnsanların Rablerinin hükmüne itaat etmesi ve boyun eğmesi ancak, O'na ibadet etmeleri amacıyla kendilerini yaratan rablerinin hükmüne itaat etmeleri ve boyun eğmeleri ile mümkündür
İnsanlar nasıl Allah'a secde ediyorlar, nasıl ancak O'na ibadet ediyorlar ve her hangi bir yaratılmışa ibadet etmiyorlarsa aynı şekilde Hakim, Alîm, Hamîd, Raûf, Rahîm olanın hükmüne boyun eğmeli, itaat etmeli ve uymalıdırlar. Şüphelerin ve arzuların galebe çaldığı, kalplerine karanlıkların çöktüğü pek zalim, pek cahil yaratığın hükmünü terk etmelidir. Aklı başında olanların kendilerini bundan uzak tutmaları gerekir. Çünkü bu şekilde bir harekette insanın insanı kul-köle edinmesi mevcuttur. Keyfi arzularla, hatalarla, yanlışlarla insanın insana hükmetmesi mevcuttur.
|| Şeyh Muhammed bin İbrahim, Tahkimu’l Kavaniyn
#islam#din#iman#allah#tevhid#hakikat#şeriat#tevhid ehli#şirk#kitap#tağut#tağut nedir#kitap alıntıları#kitap alintilari
9 notes
·
View notes
Text
KATLİAM YASASI HÜKÜMSÜZDÜR!
Türkiye’nin “Şahsım Devleti”ne dönüştürülmesinin, her şeyin bir kişinin ağzından çıkacak talimatlata bağlanmasının, AKP denilen örgütün aslında siyasi parti değil, bir KARŞIDEVRİM TARİKATI olmasının bedeli sonunda köpeklere de ödetildi.
Tarikatların kışkırtmasıyla ekilen nefret tohumları, son dört yılda sosyal medya operasyonuyla palazlandırıldı ve hep bir ağızdan haykırılan “Vur abalıya!” çığlıkları arasında dehşet verici bir histeri oluştu.
Ne bilim insanlarına kulak verdiler ne de aklın yolunu savunup gerçek çözümler öneren uzmanlara!
Cumhuriyetin yarattığı tüm kamusal birikimi yok edenler, Dipsiz Göl’ü, Salda Gölü’nü katledenler, nice doğal güzelliği yabancı sermayeye peşkeş çekenler, köpekleri de rant ve cehalete kurban etmek için seferber oldu.
CHP, ANAYASA MAHKEMESİ’NE BAŞVURMALI!
30 Temmuz 2024, Türkiye’nin katliamlar tarihine geçecek en utanç verici günlerden biridir artık. İnsan türünün doğa ve insan dışı hayvanlar üzerindeki emperyalizminin ibret verici bir simgesidir.
Yasa görüşülürken TBMM kulislerinde bu katliam yasasını kutlarcasına baklava dağıtan, neşe içinde fotoğraf çektiren, yaşam hakkı savunucularının sokaklardan yükselen haykırışlarına kulaklarını tıkayan milletvekillerinin yürekleri kararmıştır. Onlardan merhamet dilenmenin değil, her şeye karşın bu kötülükle mücadele etmenin vaktidir.
CHP’li belediyelerin bu yasayı uygulamayacağını söyleyen CHP yönetiminin ana muhalefet partisi olarak konuyu Anayasa Mahkemesi’ne götürmesi şarttır. Yaşam hakkını belirsiz, ucu açık ifadelerle çiğneyen, toplumun feryadını görmezden gelen, Meclis’te her türlü baskı kurularak çıkarılan ve asla çözüm oluşturmayacak bu yasa hayvan hakları savunucuları açısından hükümsüzdür!
10 notes
·
View notes
Text
Who ;
👉Kemal Kılıçdaroğlu dürüst ama başarısız bir liderdi…
👉Onlarca seçim kaybetti… Erdoğan aday olamazken önünü açtı aday yaptı…
👉6 lı masa projesi ile başarısız oldu ve tüm seçimleri kaybettiği gibi parti başkanlığını kaybetti…
👉Eğer kendisi yerine Mansur Yavaş ya da İmamoğlu’nu aday gösterseydi şimdi sonuç daha farklı olabilirdi… olmadı…
👉Ortağı Meral Akşener gibi Ersoğan’ın elini sıkıp ayrılsaydı şimdi Erdoğan hakkımda açılan tüm davaları kapatıp yoluna devam edebilirdi…
👉Kılıçdaroğlu kendine yediremedi başarısızlığına ve yaşına rağmen ofis açtı siyasete devam kararı aldı…
👉Yerine seçilen Özgür Özel ise onu aratacak nitelikte biri hatta bin misli daha beteri…
👉Özer, seçildiğinden beri tabanı dinlemedi…taban sert muhalefet beklerken o ünlü ceketi giydi Erdoğan’ın ayağına şirin gözükmeye gitti…
👉Her yaptığı hatalıydı her ağzını açması tepki kaldı… kendini ispat etmeye çalışırken hem kendini hem partiyi aşağı çekti çekiyor…
👉Ayrıca biliyor ki Kılıçdaroğlu kapıda bekliyor tökezlediği an koltuk gider Kılıçdaroğlu geri gelir…
👉Ve Özer yıllardır seçim kaybeden aynı kadroları ödüllendirdi hatta Belediye Başkanı yaptı… hepsi güzel yaşıyor…
Erdoğan’ın ise tek isteği CHP de iç karışıklık… Kılıçdaroğlu ve beceriksiz Özer bazen açık bazen arka planda çekişmesi ona yarıyor…
👉Bu gibi davalarda unutulan Kılıçdaroğlu tekrar ana gündem oluyor hatırlatılıyor…
👉Taban halk haklı olarak vay be Kılıçdaroğlu çok daha iyiydi diyor…
👉Bunlar çekişirken Erdoğan kendi gündemine bakıyor yarattığı çöküş bir nevi arka planda kalıyor…
👉Şimdi Özgür Özel seçim olsun Erdoğan aday olsun diye açıklamalara başladı…
Aynı hataları yapıp farklı sonuçlar bekleyenlere ne deniyordu?
👉Kısaca Erdoğan muhalefeti karıştırırken tek amacı Yeni Anayasa adlı vatana ihanet projesi üzerinde çalışıyor…
👉Muhalefet bu kafasızlık ve dağınıklık ile 23 sene daha seçime girsin yenilir…
👉Ve şimdi zaten yıllardır adil olmayan seçim sistemini dijital sisteme geçiş diye ayarlıyorlar…
👉Düşünsenize erdoğan mecliste halledemez ise halka soralım diye referandum yaparsa tek bir tuşla padişahlığını ilan edebilecek…
👉Erdoğan kazanmıyor… Yıllardır olmayan muhalefet Erdoğan’a zorla kazandırıyor çünkü muhalefet daha rahat sıfır sorumluluk ve harika bir yaşam ve makam sunuyor….#cokusdonemi
5 notes
·
View notes
Text
Sırrı süreyanın meclis başkan yardımcılığı yaptığı
Bir sözde vekilin apoya özgürlük istediği
Ana muhalefet gn. Başkanın Demirtaş'a selam yollandığı bir TBMM de varoluşlarından dolayıda bizlerede yazıklar olsun.
12 notes
·
View notes
Text
Önce izleyin.. (Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmayın..)
..
youtube
Bu ulus Ata'sını çok seviyor..
Ama Atatürk'ün emriyle ve Kuvay-i Milliye ruhuyla kurulan CHP'nin şimdiki başkanı olan zat laiklik, Atatürk ve Cumhuriyet düşmanı bir yobazı "danışman" olarak atamış ve SKANDAL ortaya çıkınca "haberim yoktu" diyor, yermezmiş gibi bir arkadaşının tavsiyesinden bahsediyor!..
Benim anlam veremediğim bu liyakatsiz zat hala neden o koltukta oturuyor? Atatürkçü kim varsa partiden attı, Atatürk ve Cumhuriyet düşmanı kim varsa partiye soktu, görevler verdi. Bu zatın CB seçimlerinden sonra en büyük başarısı sanırım yerel yönetimleri de kaybettirmek olacak!.
Ülkemizdeki ana muhalefet ve biri birinin boğazını sıkmaya çalışan diğer partiler de böyle bu işte!..
Türkiye'nin en büyük beka sorunu siyasetçilerdir...
Not: Seçilen vekillerin meslek gruplarını bir araştırın!
Ve şikayet etmeye hakkın yok! Bunları sen seçtin..
..
Bir devrim şart artık..
..
15 notes
·
View notes
Text
Neyin seçimi?
Ülkemizde seçimlerin değerinin mayıs seçiminde son bulduğunu düşünüyorum. Hala öyle. Parti ayırt etmeksizin vatandaşımız (yüzde 10 kadarını tenzih ederek) aklıyla oy vermediği kesinleşmişti zira o seçimlerde. Bu sebeple de seçimlerle değişecek bir şey kalmadı ülkemizde.
Mayıs seçimleriyle ilgili bu düşüncemin ana kaynağı şuydu: kimi seçeceğimizden çok ülkede olan biten onca şeyi görüp cezalandırma ihtiyacı hissetmeyen başkanını gönülden sevdiği için oy atılmasıydı. Oysa ki ülkeyi yönetenlerin şunu görmesi lazımdı: eğer kötü yönetirsen ne olursan ol seni postalarım diyebilen bir seçim olsun istemiştik. Ama olmadı. Bunda tabi ki seçmenin düşüncesizliğinden çok saçma sapan türk tipi başkanlık sisteminin de kabahati vardı. Ama halkımızın bir tepki koymaması ne yazık ki seçimlerin boşluğu hakkında net bir yargı koymuştu ortaya.
Bu düşüncede olduğum için belediye seçimlerinin bir önemi de yoktu. Hala yok.
Bunu samsunda belediyelerden ince kulislerden haberdar olan birisi olarak söylüyorum. Babamın 40 yıllık belediyeci olması sebebiyle belediyelerin ne tür pislik yuvası olduğunu çok iyi bilirim. Üstüne az da olsa biraz idari hakimlik ekleyince imar rantı falan çat diye görünür oluyor gözlerime.
Umurumda olsa atakumda herkesin imar izni ile uğraşırım. Ama umrumda değil. Misal sel olan dere yatağına pıtır pıtır ruhsat verildi. Büyükşehir mi verdirdi? Evet. Sahilde atakum belediyesinin yalı kafesini aldılar sırf chp kazandı diye. Yerine cafe yaptı büyükşehir. Mahkeme 4 5 defa durdurdu inşaatı. Çünkü kıyı şeridine bu kadar yüksek yapı yapamazsın. Ne oldu durdu mu? Noooo. Yetmedi. Yalı kafenin yeri iller bankasınındı, oradan almak için çok daha değerli araziyi meteorolojinin arsasını belediye iller bankasına verdi takasla. O arsa da sahilde malum. Ne oldu peki. İller bankası anında ihaleye çıkardı. Kim kazandı. Baran inşaat. Ne yapılıyor oraya. Avm. Yaşam merkeziymiş. Tek şerit yolu olan sahile avm yapılıyor. Olacak iş değil. Yeşilyurt gibi. City mallin iznini bakanlığın vermesi gibi. Veriyorsun parayı ruhsat kapında. Yoksa türkiş kavşağı yoğunluğuna otoparkı göstermelik olan bir avm ruhsatı verilir mi? Ne güzel değil mi?
Bunun gibi binlerce olay vardır. İlim yaymadan bir beyfendi başka bir ilçe belediyesine müdür olarak gelir misal. Başlar işine 60 bin tl maaşla. Olur bunlar. Belediyecilik böyle çünkü. Sokarım böyle belediyeye. Puahahaha.
Hepsinin ortak paydası var. Samsun için hiç olmazsa. Ortak payda. Aynı partiden kaynaklı sorunlar olması. He bu demek değil ki chp ya da ip bunları yapmıyor. Yapmak istiyorlardır illa ki. Deveci beyin kardeşini alması gibi. Yanlışın masumu olur mu? Ancak muhalefet belediyelerinin şöyle bir özelliği var ceza kesiliyor. Seçilmiyor. Seçmen ceza kesmekte direnmiyor. Bilet kesiyor. Böyle olması lazım çünkü. Lanet seçimler bunun için var. Bu şehirde büyükşehir belediyesinin mali birim müdürü rüşvetten cezaevinde yattı. Niye rüşvet almış peki? Müteahhitten para almış. Çarşamba ovasına yapılan havanın bir tarafına koyan biyokütle enerji santraline izin veren belediyenin cezalandırılması gerekirdi. Ama cezalandırılmadı. Bu sebeple seçimlerin bir anlamı yok. Amacına hizmet etmeyen bir halk refleksi var zira.
Bu sebeplerle seçim sürecini hiç takip etmedim. Sonuçlara mecburen baktım. Sevindiğim tek sonuç oldu. Üsküdar. Puahahaha. Değişim iyidir. Kuzguncuk..nevmekanların adı değişir mi? İşin şakası bir yana. Sevindik ailecek üsküdara.
Sevgili defter. Bu günü unutma diye notumuzu düştük. Keşife gideceğim mahkemeylen. Vaktimizi bekliyoruz.
Mahkeme demişken. Ulu yüce danıştayımız iddksı kararını vermiş temyiz başvurum hakkında. Göremiyorum şuan kararı. Ama olumsuz olacağı kesin benim nazarımda. Çok acil aym başvurumu hazırlamam lazım. İade davamla ilgili dilekçe yazarken hep küfür moduna giriyorum. Sinirlerim bozuluyor. Bu sebeple bu ara sinir küpü olurum. Bak uzun yargılamadan bir tazminat daha almam lazım. Onu da komisyona bağladılar. Kanunu bir okumam lazım. 7.5 yıl oldu. Vay amk. Koca 7.5 yıl. Lanet 7.5 yıl. Dile kolay. Kalbe zor. Ruha hala yük. Vay anasını ya. Aym harçları ne kadar oldu yahu?
Yargıtay seçimi hakkında da yazarım sana sevgili defter. Bitsin de bi.
Vesselam.
3 notes
·
View notes
Text
SEÇİME 1 AY KALA...
Bugün itibariyle genel seçimlere tam 1 ay kaldı.
Cumhur İttifakı'nı oluşturan siyasi partiler arasında ;
Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı sayın Destici ağıza alınmayacak şekilde ırkçılık yaparken.
Mevcut cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan 'ın başını çektiği AKP'nin Millet İttifakına karşı " bunlar Kandil'in sözcüleri ve terör gruplarıyla (FETÖ,PKK vb.) işbirliği halinde " gibi söylemler üzerinden propoganda yapmalarını adeta şaşırmadan her gün ana akım medyada denk geliyoruz.
Bu yazdığım yazının amacına gelirsek sevgili okur ;
Sayın Erdoğan 'ın PKK ile çözüm sürecinde başbakanlığı döneminde Şivan Perver, İbrahim Tatlıses ve akil insanlar adı altında bir grup sözde sanatçılar tarafından terör örgütleriyle üzülerek söylemek gerekirse barış olmayacağını herkesin kabullenmesini bile terörle masaya oturması acıda olsa gerçektir.
FETÖ ayağına gelirsek yine sayın Erdoğan'ın Türkçe olimpiyatlarında Fetullah Gülen'e ülkenize dönün çağrısı üzerine Gülen'in Herkül. org üzerinden yaptığı açıklamada ayrışmanın ve ortak çıkarlarının temelden sarsılması üzerine 17-25 Aralık ve 15 Temmuz askeri darbe sonucunda çıkarları sert bir şekilde adeta zirveye çıkmıştır.
Yukarıda ki maddeye ek olarak 15 Temmuz darbe girişiminde dönemin Genel Kurmay Başkanı ve günümüzde Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar kilit isimlerden birisi halindedir. Nedenini sorarsanız şu şekilde izah etmek istiyorum. Sözcü gazetesi yazarı Aytunç Erkin'in Dayının Casusları adlı kitabında dikkatimi çeken birşey vardı. Sayın bakan kara kuvvetlerinde öğrenciyken dönemin yüksek rütbeli askerlerinden olan Reha Taşkesen sayın Akar'a Turgut Özakman'ın " Şu Çılgın Türkler" eserini okumasını belirtiyor. Sayın bakanın cevabı ise " önce komutanıma sorayım sonra okurum" şeklinde bir ibarede bulunmuştur.
Sayın Bahçeli ise mevcut cumhurbaşkanı sayın Erdoğan'a karşı " senden cumhurbaşkanı dahi olamaz " şeklinde mitinglerde konuşurken 15 Temmuz askeri darbesinden sonra 180 derece dönüş yaparak bir politika izlemiştir. Benim kendi düşünceme göre sayın Erdoğan 'ın sayın Bahçeli 'ye karşı ne gibi bir kozu var ?
Yazımın başında belirttiğim üzere evet seçime tam 1 ay kaldı ve Cumhur ittifakını meydana getiren siyasi parti liderleri neden Milet ittifakı adaylarına kendi yaptığı yanlış politikayı sanki onlar yapmış gibi lanse ediyor ?
Milet İttifakı'nın herhangibi bir terör örgütü sempatizanıyla özellikle paralel devlet yapılanması olan FETÖ terör örgütü lideri Fetullah Gülen ile çekilmiş bir fotoğrafını gösterebilirmisiniz ?
Terör örgütüyle barış adı altında çözüm süreci sırasında bir muhalefet partisine denk geldiniz mi ?
Köprüden önceki son çıkıştayız....
#kürtçe#çözüm#süreci#ak parti#milletvekili#pkk#fetö#seçim 2023#14th#nisan#terörist#fotoğraf#millet#cumhur ittifakı#millet ittifakı#ata ittifakı#ırkçılık#büyük
10 notes
·
View notes
Text
Hay Ağzına Sağlık, Kardeşim... Hadi Yalan Diyor, Deyin !
16 notes
·
View notes
Text
1984
"Aslında hiç birsey yasa dışı değildi,çünkü artık yasa diye birsey yoktu." George Orwell Parti'nin dünya görüşü, onu hiç anlayamayan insanlara çok daha kolay dayatılıyordu. (...) Her şeyi yutuyorlar ve hiçbir zarar görmüyorlardı çünkü tıpkı bir mısır tanesinin bir kuşun bedeninden sindirilmeden geçip gitmesi gibi, yuttuklarından geriye bir şey kalmıyordu. Bireyselliğin yok edildiği, zihnin kontrol altına alındığı, insanların makineleşmiş kitlelere dönüştürüldüğü totaliter bir dünya düzeni, romanda inanılmaz bir hayal gücüyle, en ince ayrıntısına kadar kurgulanmıştır. Geçmişte ve günümüzde dünya sahnesinde tezgâhlanan oyunlar düşünüldüğünde, ütopik olduğu kadar gerçekçi bir romandır 1984..Üçüncü Dünya Savaşı sonucu dünya üçe bölünmüştür: Okyanusya, Avrasya ve Doğu Asya. Hikayenin konusu; Okyanusya’da geçmektedir. Okyanusya iktidar partisinin sloganı “Savaş barıştır, özgürlük köleliktir, cahillik güçtür”. Gerçeklik duygusu partinin “çiftdüşün” olarak adlandırdığı bir düşünce biçimi ile manipüle edilmektedir. Çiftdüşün, iki çelişik düşünceyi zihinde aynı anda bulundurabilmek, ikisini de kabullenmek anlamındadır. Böylece zihin bir kavram çorbasına dönüştürülür. Okyanusya’nın dili sadeleştirilmektedir. Sözlükten zıt kelimeler (“Kötü” yerine “iyi değil” kullanılıyor) ya da eş anlamlı kelimeler, anarşist yapılanmaya sebep olabilecek kelimeler çıkartılmaktadır. Böylece kimse Büyük Birader’e muhalefet yapamayacaktır. Dil düşüncenin yansıması olduğuna göre düşünce kodlarını iktidar belirlemeli, zihinleri dilediği gibi biçimlendirmelidir. Dil güçlü olmazsa, iletişim eksikliği olur. Bu da iktidarın işine gelir. Kitabın ana karakteri Winston Smith, Julia ile yaşadıkları aşk neticesinde içinde yaşadığı sistemi sorgulamaya başlar ve isyan eder. Çünkü duygular, insanları mekanikleşmeden kurtarır. Zaten tam da bu yüzden Okyanusya’da aşk yasaktır. Evlilikler partinin onay verdiği kişiler arasında, sadece üreme amaçlı gerçekleştirilir. Çocuklar ailelerini ihbar etmeye yönlendirilir. Böylece aile bağları kopar ve birey güvenecek kimseyi bulamaz. Evlerin içine konulan tele ekranlar ile yüz mimiklerine kadar her şey gözetim altındadır. Her şeyi duyan bilen gören bir Büyük Birader vardır. BB’e karşı yapılacak en küçük eleştiri ya da itiraz hainlikle suçlanmaktadır. Yanlış düşüncelerde olanları düşünce polisi yakalar ve buharlaştırır. Okyanusya’da dört bakanlık kurulmuştur: Barış Bakanlığı savaşın, Gerçek Bakanlığı yalanların, Sevgi Bakanlığı işkencenin, Varlık Bakanlığı yokluğun bakanlığıdır.
Barış Bakanlığı, “Savaş barıştır” prensibiyle bir muhalefet durumunda, kitleleri susturmak ve toplum düzenini sağlamak için bir savaş çıkartmaktadır. Gerçek Bakanlığı, “Bugünü kontrol etmenin yolu tarihi kontrol etmekten geçer” prensibiyle gerçekler saptırılarak tarih yeniden yazılmaktır. Gazete haberleri liderin istediği söylemde değiştirilmektedir. Bellekler zayıflatılınca, içinde bulunduğumuz an daha önemli olur. Sevgi Bakanlığının işi, nefret üretmektir. Ülkede sevilmesi gereken tek bir kişi vardır: Büyük Birader. Toplum birbirinden nefret etmelidir. Varlık bakanlığı insanların azla yetinmesini sağlayan bakanlıktır. O Brien temsilciliğindeki sistem, anarşistliğe yeltenen Winston’a en büyük korkusu ile işkence eder. Korku psikolojisi ile ortaya çıkan travma sonucunda, Winston içi boşaltılmış bir şekilde tekrar sisteme dahil edilir. Böylece, toplumun bütünü içinde birey yok edilmiş olur. Ayrıca kitapta kullanılan renkler de önemli. Renkler hep soluk, siyah, gri. Herkes mavi giyer, büyük birader siyah-beyaz görünür. Sadece proleterlere gittiğinde makyaj yapan kadın vasıtasıyla boya ve renkten bahsedilir. Çünkü; renklilik çeşitlilik demektir ve iktidar çeşitlilikten hoşlanmamaktadır. Kitapta bahsedilen kontrol mekanizmaları günümüzde gerçekleşti. Gelişen teknoloji yüzünden cep telefonları aracılığıyla kişiler izlenip dinlenebiliyor. Ayrıca Tweeter, Facebook, Instagram, imzalanan kampanyalar, ve mobesalar vasıtasıyla gözetlendiğini bilen toplumun hipnoz edilmesine sebep oluyor. Yine gerçekleşmekte olan başka bir durum: Günümüzde telefon mesajlaşmalarında kelimelerin kısaltılması. Bu kısaltmalar devam ederse, düşünceler de sonuç ve an odaklı olacak ve zamanla duygular da yok olacaktır. HEPİMİZ BİRER DİSTOPYANIN İÇİNDEYİZ "Who are you to wave your finger? You must have been out your head!" "Sen kim olduğunu sanıyorsun da bana parmağını sallıyorsun? Kafayı sıyırmış olmalısın!"
1984 : Evet beyler, uzat kolları, uzat kolları. Aranızda konuşmayın. Ben izin vermediğim sürece siz konuşamazsınız. Burada otorite benim. Nerede olduğunuzun farkında olun. Sabah içtimasında konuşan birisi olursa hayatta en korktuğunuz şeylerin gerçek olduğu 101 Numaralı Oda'da bulursunuz kendinizi. Sayımız 8 olmalı, Fahrenheit 451 nerede? F451 : Buradayım efendim! Geldim, yetiştim işte! Umberto Eco'nun meşhur Gülün Adı kitabı için büyük bir kitap yakma töreni düzenledik biraz önce. Geç kaldığım için özür dilerim hem sizden hem Büyük Birader'den. 1984 : Bir daha böyle şeyler istemiyorum, herkes vaktinde burada sıraya geçmiş olacak! F451 : Emredersiniz. 1,2,3,...8. Tamam sayı doğru, rahat oturuş pozisyonuna geçebilirsiniz. Parti'nin geleceği, onun sonsuz iktidarının sürekliliği ve sizlerin kesintisiz refahı için birkaç şey anlatmam gerekli. Öncelikle, içinde bulunduğunuz distopik dünyanın ve panoptikonun farkında olun. Bu bir rica değil, emirdir. Hepiniz birer distopya kitabısınız ve bağlı olduğunuz bu türün tanımlarını bilmek zorundasınız. Distopya, anti-ütopya demektir. Ütopya Yunanca'da olmayan yer, güzel yer anlamlarına gelebilirken distopya ise bunun tam tersidir. Genellikle distopyalar geleceğe duyulan kaygıdan dolayı yazılmış olumsuz senaryolardır, baskıcı bir sistem ve totaliter bir devlet modeli bulunmaktadır. Yaşamakta zorunlu olduğunuz bu dünya içerisinde renkler sadece bana aittir, sizi bir panoptikonun içerisinde yaşadığınızı unutturmamak adına elimizden geldiği kadar renklerinizden ve duygularınızdan arındırmaya çalışırız. Arkamda gördüğünüz Büyük Birader adındaki liderimize sınırsız ve sorgusuz itaat bekleriz. Panoptikon, mahkumların görülebileceği duygusu nedeniyle davranışlarını kurallara uygun yapmasına sebep olduğu modern bir hapishane modelidir. Evet, şu anki insanların çağdaş sandığı hayatları ve sizin renksiz hayatlarınız kelimenin tam anlamıyla bir panoptikondur diyebiliriz. Burada bulunduğunuz distopyanın müdürü ise Büyük Birader'dir. O her zaman sizi izler. O her zaman sizin 2x2'nin sonucunun 5 olduğuna sınırsız itaat etmenizi ister. Çünkü Parti böyle dediyse bu böyledir. Bu arada görevleriniz tam olarak neydi bana hatırlatın. F451 : Ben sabah akşam tür fark etmeksizin kitap yakarım. İnsanların kitap okuyamaması için elimden geleni yaparım. Çünkü kitap insanı cahilliğinden arındırır ve bu eylem 1984'ün içinde geçen "CAHİLLİK GÜÇTÜR." ilkesine ters düşer. Büyük Birader'in emirlerinin dışına çıkarsam ceza alacağımı, fobilerin gerçek olduğu 101 Numaralı Oda'yı boylayacağımı bilirim.
Cesur Yeni Dünya : Ben insanları Ford Sistemi adını verdiğim, Tanrı'nın Ford olduğu ve doğan her yeni bebeğin ebeveyn bilincinden yoksun, şartlandırılarak doğduğu bir model içerisinde yönetirim. Soma adlı bir mutluluk hapını bir distopyanın içinde olduklarını unutsunlar diye onlara içiririm ki hiçbir zaman bu acımasız durumun farkında olamasınlar. Benim dünyamda da kitap okumak yasaktır, bebekleri ürettikten hemen sonra bebekler bir kitaplığa doğru emekletilir, kitaplara tam ulaşacağı sırada onlara elektrik verilir ve bu bireyler bir daha kitaplara hayatları boyunca dokunamaz. Otomatik Portakal : Ben şiddetin meşrulaştırıldığı yerin tam kendisiyim. Fiziksel ya da manevi her şekilde, her saniyede halkın gözü önünde ve çekinmeden şiddet uygularım. Çarpışma : Ben teknolojinin, arabaların, makineleşmenin distopyasıyım. Makinenin verdiği haz ve hızın, arabaların birbirleriyle çarpışmasının bana cinsel mekanizmaları hatırlattığı bir senaryoda anlatırım her şeyimi.Benden ve Büyük Birader'den asla kaçamazsınız! Ona sınırsız itaat etmeli ve sonsuz sevgi duymalısınız. Aynı askerde size öğretildiği gibi, itaat et, rahat et felsefesi geçerlidir! Bu sistemde eğer bir hatanız olursa siz Büyük Birader'i sevecek hale gelene kadar cezayı, işkenceyi hak etmiş olursunuz.Neyse Havva'nın Üç Kızı, biliyorsun ki 1984 distopyasının içerisinde sadece Parti'nin soyunu devam ettirebilecek verimli döllere izin verilir, yani bu işi Damızlık Kızın Öyküsü ile yapmam gerekiyordu ama artık bu kafanın da etkisiyle senle olmuş oldu, bunu Büyük Birader ve 1984'ün kesinlikle duymaması gerek. Havva'nın Üç Kızı : Ah, kesinlikle bir skandal olacak, hem de büyük bir skandal, ateizm, günah, bombalı patlamalar, laiklik, tarikat, Mevlana, bekaret, yobaz, falan filan.Ne yazık ki, kadere bak,Kimler kimlerle beraber yan yana geliyor!! Büyük Birader sizi her yerde, her zaman izler. Yaşamış olduğunuz Okyanusya içerisinde izinsiz cinsel ilişkiye ve Parti'den olmayan insanlarla takılmaya nasıl cüret edersiniz! Bu sınırlar içerisinde böyle bir ilişki kesinlikle yasaktır. Elif Şafak'la kimse takılmayacak bundan sonra! Derhal 101 Numaralı Oda'ya!Senin görevin şiddeti meşrulaştırmaktır, sen bunun için distopyasın! Derhal 101 Numaralı Oda'ya! İtaat edin, rahat edin! Genellikle disiplinden dolayı olsa da bu iktidarın içerisinde disiplinin olmadığı yerde kan ve gözyaşı vardır! Unutmayın. Hepiniz birer distopyasınız "Eski reformcuların hayalini kurduğu o enayi, zevk düşkünü ütopyaların tam tersi bir dünya." içerisindesiniz. bu Büyük Birader dedikleri 2 boyutlu kağıt parçasından başka bir şey değil, görmüyor musunuz bunu gerçekten? Bunu göremeyecek kadar at gözlükleriyle mi dolaşıyorsunuz? Biraz içinde bulunduğunuz hayatı, benliğinizi sorgulayın.. Ben mimarlığın, cinselliğin, yaşamanın, iktidarın, etimolojinin distopyasıyım.
Konuşacağınız duygu yoksunu kelimeleri bile ben belirlerim. Dün söylediğim şey bugün geçerli olmayabilir. Bugün doğru bildiğiniz gerçek, bir bakmışsınız yarın bambaşka bir gerçeklik haline dönüşmüş. Bellek deliğine onun evrağını attım mı bu dünyadan o bilgi silinir gider. Her söylediğimi halkımın 1 gün sonra hemencecik unutması bu sayededir. Düşmanımızın bugün Goldstein olduğunu söylüyorsam, bu kişi yarın başka birisi olabilir ve siz bunu hatırlamazsınız, hatırlasanız bile kanıtınız kalmamış olur. İktidar için yapmayacağım şey yoktur, gerekirse dini satın alır size tekrar satarım, Tanrılık rolünü Büyük Birader'e veririm, her türlü hırsızlığı ve kötülüğü yaparım ama siz yapamazsınız! Renksizlik, duygusuzluk, sınırsız ve sorgusuz itaat ilk günkü gibi hüküm sürmekteydi. Tek fark ise bütün distopyaların ortak özelliğinde olduğu gibi umut olmayan geleceğin kaygı duyulan senaryosunun esas gerçeklik olmasıydı. Bu yaşamın içinde hayatta kalabilmek sorgusuz itaate ve Büyük Birader'i koşulsuz sevmeye bağlıydı. Onlar Büyük Birader'in gtünün kılıydı! Umut varsa halkın %85'ini oluşturan proletaryaya -yani alt sınıfa- YADA ŞİMDİKİ TEHLİKELİ SINIF OLAN PREKARYA ya aitti. 252. sayfada dendiği gibi, birbirlerinin varlığından ve gücünden habersiz olan bu topluluk, düşünmeyi hiçbir zaman öğrenmedikleri halde yeryüzünün dört bir yöresinde, aralarına nefret ve yalan duvarları girmiş de olsa bir gün dünyayı alt üst edebilecek gücü yüreklerinde, içlerinde biriktirmekteydi. Umut, varsa eğer, proleterlerdeydi! (PREKARYA) Tam da o anda, dışarıdan geçen onlarca arabanın oluşturduğu görgüsüz, sayısızca maganda içeren konvoyun önündeki kamyonetten bu gürültüyü bastıran daha ikna edici bir vaat işitiliyordu : "SAVAŞ BARIŞTIR ÖZGÜRLÜK KÖLELİKTİR CAHİLLİK GÜÇTÜR."
12 notes
·
View notes
Text
Ana muhalefet olmaya hazırlanırken safları sıklaştırıyorlar.
Böylece giderek radikalleşen, dinci otokrasi yanlısı cephe belli oluyor.
Bu seçim kişi seçimi DEĞİL:
uygarlık ve gericiliğin,
aydınlık ve karanlığın seçimi..!!!
14 notes
·
View notes
Text
Süleyman Demirel'in İsmet İnönü İle Anısı
"39 yaşında Başbakan oldum. Ana muhalefet lideri İnönü'ydü. Yeminle söylüyorum; onunla görüşmeye giderken dizlerim titrerdi. Ben alt tarafı Çoban Sülü. O ise Garp Cephesi kumandanı, Cumhuriyet'in İkinci Adamı'ydı."
Seçimlerden %50 oy alarak başbakan olan Süleyman Demirel, meclisin ilk günü meclis binasında İsmet İnönü ile karşılaşır. İnönü kendisine, "Meclisin kaç merdiveni var Süleyman biliyor musun?" diye sorar.
Demirel cevap verir; "Bilmiyorum..." Beklemediği bir soru karşısında cevapsız kalan Demirel, bu durum karşısında içten içe bozulmuştur.
Birkaç gün sonra mecliste yeniden İnönü'nün yanına giden Demirel kulağına eğilerek; "Efendim, meclisin 220 merdiveni var!" der. Kime saydırdın? diye sorar İnönü.
Demirel; "Bizzat ben saydım efendim!" der ve bunun üzerine İnönü'den tarihi bir söz duyar; "Bak Süleyman, lider odur ki zor işlerle uğraşsın. Lider basit işleri kendi yapmaz. Bak mesela ben meclisin kaç merdiveni olduğunu bilmiyordum. Sana saydırdım..."
6 notes
·
View notes
Text
BIRAKINIZ HALKIN TEPKİSİ SÖNÜMLENMESİN!
Belki iyi niyetle yapılmış bir öneri diye görenler olabilir ama Özgür Özel’in cuma günü Antalya Gazipaşa’da konuşurken yaptığı çağrı, ana muhalefet lideri olarak hâlâ “normalleşmeye” çalıştığını gösteriyor.
Şöyle bir çağrı yaptı Özel: “Sayın Erdoğan’a sesleniyorum: 29 Ekim resepsiyonunu milletin evinde Çankaya Köşkü’nde yapınız. Çok uzun yıllar sonra tüm siyasi partiler bir araya gelelim.”
TARİHİN EN İKİYÜZLÜ BULUŞMASI
Bir anda gözümün önünde canlandı. Özel’in hayal ettiği gibi Erdoğan yanında siyasi parti temsilcileriyle foto muhabirlerine poz veriyor.
Devlet Bahçeli, Numan Kurtulmuş, Zekeriya Yapıcıoğlu, Ahmet Davutoğlu, Ali Babacan, Temel Karamollaoğlu, Mustafa Destici, Tülay Hatimoğulları ve Tuncer Bakırhan… Bu kadronun 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nda Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün hatırasıyla dolu Çankaya Köşkü’nde bir araya gelmesi, tarihin görebileceği en ikiyüzlü buluşma olur.
Bu yüzden Atatürk’ün ömrünü cephelerde harcayarak kurduğu tam bağımsız laik Cumhuriyeti, ABD liderliğindeki Büyük Ortadoğu Projesi’nin eş başkanı olarak yirmi iki yıldır emperyalizme tam bağımlı bir şekilde yöneten, laikliği yok farz eden, hukuk devletini çiğneyip geçen, ülkeyi çetelerin her alanda cirit attığı ve halkın açlıkla sınandığı hale getiren bir siyasal İslamcının yanında dizilmeyi önermek, CHP genel başkanına düşmez.
Bırakınız ülkeyi bu duruma düşürenler ve destekçileri Saray’da toplansın, Cumhuriyeti kuran partinin lideri olarak siz 29 Ekim’de halkla sokakta buluşun. Bırakınız bu anormal durum normal gözükmesin, halkın tepkisi sönümlenmesin!
6 notes
·
View notes
Text
devletin hatta bizzat Erdoğan’ın önerisiyle kentsel dönüşüm projesi açıklandığında başta ana muhalefet ve yavruları, yıktırmayız yaptırmayız diyerek algı yapmış ana yasa mahkemesine gidip yasayı iptal ettirmişlerdi. deprem sonrası ise tam tersini devletin bunu yapmadığını söylüyorlar. benim gerçekten bunlardan midem bulanıyor
9 notes
·
View notes