Tumgik
#Etnik Ayrımcılık
doriangray1789 · 1 year
Text
Toplumun çürümesi
toplumun değerlerinin, kurumlarının ve sosyal ilişkilerinin bozulduğu veya zarar gördüğü bir durumu ifade eder.  
çatışmalar, adaletsizlikler ve ahlaki çöküntüler. 
Toplumun çürümesi genellikle uzun bir sürecin sonucu olarak ortaya çıkar ve birçok faktörün etkileşimiyle gerçekleşir.
-Değerlerin erozyonu: Toplumun ortak değerlerinin zayıflaması veya kaybolması, insanların doğru ve yanlış arasındaki ayrımı yapma yeteneklerinin azalmasi. Bu durum, ahlaki çöküntüye, bencillik ve bireyciliğe, empati eksikliğine ve sorumsuz davranışlara yol açar.
-İletişim eksikliği: Sağlıklı bir toplumda etkili iletişim önemlidir. İletişim eksikliği, insanlar arasında anlayışsızlık, güvensizlik ve çatışmaların artmasına neden olur. İnsanların birbirleriyle etkileşime geçme yerine sanal ortamlarda izole olmaları ve sadece kendi düşüncesine yakin kisilerle iletişim kurma çabası ve ayrışma
-Eşitsizlik ve adaletsizlik: Toplumda yaygın adaletsizlik ve eşitsizlik hissi,moral bozukluğuö toplumsal huzursuzluğa ve hoşgörüsüzlüğe yol açar. Gelir eşitsizliği, fırsat eşitsizliği, cinsiyet ve etnik köken temelinde ayrımcılık gibi faktörler, toplumsal dengenin bozulmasına ve güvensizliğin artmasına katkıda bulunur.
-Kurumsal güvensizlik: Toplumda güçlü ve işlevsel kurumların olmaması, hukukun üstünlüğünün zedelenmesi veya yozlaşması, yönetimde şeffaflık eksikliği ve yolsuzluk gibi faktörler, toplumun çürümesine yol açar. Kurumsal güvensizlik, toplumun temel işleyişine ve sosyal düzenine olan güveni sarsar.
-Değişen demografik yapı: Toplumun nüfus demografik yapısında meydana gelen değişiklikler, kültürel çatışmalara ve toplumsal uyumsuzluklara neden olur. Göç, etnik gruplar arasında gerilimlere yol açar ve aidiyet duygularını zayıflatir.
Bu faktörlerin yanı sıra, eğitim sistemi, medya, siyasi liderlik, aile yapısı ve kültürel dinamikler gibi diğer unsurlar da toplumun çürümesine etki eder. Toplumun çürümesinin önlenmesi veya tersine çevrilmesi için, insanların değerlerine ve etik değerlere sahip çıkması, eşitlik ve adaletin sağlanması, iletişim ve dayanışmanın güçlendirilmesi gibi çeşitli önlemler alınması gerekir.
Genellikle bu önlemleri alma görevi genellikle MUHALEFETE düşer.. 
Emile Durkheim: toplumun çürümesini "anomi" olarak adlandırdığı kavramla açıklamıştır. Ona göre, toplumda ortak değerlerin zayıflaması veya yok olması durumunda bireyler arasında bir normatif boşluk oluşur. Bu da bireylerin istikrarsızlık, anlamsızlık ve düşük toplumsal bağlılık hissi yaşamasına neden olur.
Max Weber: Max Weber, modern toplumun çürümesini "rasyonalizasyon" süreciyle ilişkilendirir. Ona göre, modernleşme ve endüstrileşme ile birlikte toplumda ahlaki değerlerin yerini rasyonel hesaplamalar alır. Bu durum, insanların kendi çıkarlarını ön plana çıkarmasına, bireycilik ve materyalizmin yaygınlaşmasına yol açar.
Karl Marx: Karl Marx, kapitalist toplumun çürümesini sınıf çatışmaları ve ekonomik eşitsizliklerle ilişkilendirir. Marx'a göre, kapitalizmde sınıf ayrımları ve sömürü toplumsal dengenin bozulmasına ve birçok soruna neden olur. Toplumun çürümesini ancak sınıf mücadelesi sonucunda sosyalizm ve adil bir toplum düzeniyle engellenebilir, der.
Michel Foucault: Michel Foucault, toplumun çürümesini "disiplin ve kontrol" mekanizmalarının aşırı kullanımıyla ilişkilendirir. Ona göre, modern toplumda hapishaneler, okullar, hastaneler gibi kurumlar bireylerin üzerinde disiplin ve kontrol uygular. Bu durum, bireylerin özgürlüklerini kısıtlar, normlara uyma baskısı yaratır ve insanların özne olmaktan çıkmasına yol açar.
Jean-Jacques Rousseau: Rousseau, toplumun çürümesini özel mülkiyetin ortaya çıkışına bağlar. Ona göre, insanların özel mülkiyet edinme arzusuyla başlayan rekabet, kıskançlık ve hoşgörüsüzlük gibi olumsuz duyguları tetikler. Rousseau, insanların doğal durumlarına geri dönerek, toplumsal düzenin sadeleştirilmesi gerektiğini savunur.
Bu sadece birkaç örnek 
11 notes · View notes
nasyonalsosyalist · 12 days
Text
NASYONAL SOSYALIZM TÜRK HAREKATI (NSTH) 卍
Tumblr media
Nasyonal Sosyalist Türk Harekatı Üzerine
Nasyonal Sosyalizm terimi, özellikle Almanya'da Adolf Hitler'in liderliğindeki Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi (NSDAP) ile ilişkilendirilen bir ideolojidir. Bu ideoloji, 20. yüzyılın başlarında ortaya çıkmış ve özellikle 1933-1945 yılları arasında Almanya'da iktidar olmuştur. Nasyonal sosyalizm, ırkçılık, antisemitizm ve totaliter bir devlet anlayışını içermektedir.
Türkiye'deki Nasyonal Sosyalizm
Türkiye'de nasyonal sosyalizm, genellikle neo-Nazizm ile ilişkilendirilir. Bu ideolojiye duyulan sempati, özellikle 20. yüzyılın ortalarından itibaren bazı gruplar arasında artış göstermiştir. Cevat Rifat Atilhan gibi yazarlar, bu ideolojinin Türkiye'deki temsilcileri arasında sayılmaktadır. Atilhan, eserlerinde Yahudilere karşı sert eleştirilerde bulunmuş ve bu nedenle "Türkiye'nin Hitler'i" olarak anılmıştır.
Nasyonal Sosyalist İdeolojinin Temel Unsurları
Nasyonal sosyalizm, milliyetçilik, ırkçılık ve sosyalizm unsurlarını bir araya getiren karmaşık bir ideolojidir. Bu ideoloji, özellikle Aryan ırkının üstünlüğünü savunmuş ve diğer ırkları dışlamıştır. Alfred Rosenberg gibi düşünürler, bu ideolojinin temel felsefesini şekillendiren önemli figürler arasında yer almıştır.
Sonuç
Nasyonal sosyalizm, hem Almanya'da hem de Türkiye'de derin izler bırakmış bir ideolojidir. Türkiye'deki yansımaları, tarihsel ve kültürel bağlamda farklılıklar gösterse de, bu ideolojinin temel unsurları ve etkileri, günümüzde hala tartışılmaktadır. Nasyonal sosyalizmin getirdiği ideolojik çatışmalar ve sosyal etkiler, toplumların siyasi ve kültürel yapıları üzerinde önemli bir etki yaratmıştır.
Nasyonal Sosyalist Türk İşçi Partisi Üzerine
Nasyonal Sosyalist Türk İşçi Partisi, Türkiye'de nasyonal sosyalizmin bir yansıması olarak ortaya çıkan bir siyasi oluşumdur. Bu parti, 20. yüzyılın ortalarında, özellikle Almanya'daki Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi'nin (NSDAP) etkisi altında şekillenmiştir. Nasyonal sosyalizm, ırkçılık, antisemitizm ve totaliter bir yönetim anlayışını içeren bir ideoloji olarak bilinir.
Tarihsel Arka Plan
Nasyonal Sosyalist Türk İşçi Partisi, Türkiye'de 1930'lu yıllarda bazı gruplar tarafından kurulmuş ve bu dönemdeki siyasi atmosferden etkilenmiştir. Bu parti, Türkiye'deki bazı aşırı sağcı ve milliyetçi hareketlerle bağlantılı olarak ortaya çıkmıştır. Nasyonal sosyalizmin temel unsurlarını benimseyen bu grup, Türk milliyetçiliğini ön plana çıkarmış ve diğer etnik gruplara karşı ayrımcı bir tutum sergilemiştir.
İdeolojik Temeller
Nasyonal sosyalizm, milliyetçilik, ırkçılık ve sosyalizm unsurlarını bir araya getirir. Bu ideoloji, Aryan ırkının üstünlüğünü savunur ve diğer ırkları dışlamayı hedefler. Türkiye'deki bu hareket, benzer şekilde Türk ırkının üstünlüğünü vurgulamış ve bu doğrultuda propaganda faaliyetleri yürütmüştür.
Günümüzdeki Yansımaları
Günümüzde, Nasyonal Sosyalist Türk İşçi Partisi'nin ideolojisi, neo-Nazi gruplar ve aşırı sağcı hareketler tarafından yeniden yorumlanmakta ve bazı sosyal medya platformlarında bu tür görüşlerin yayılması gözlemlenmektedir. Türkiye'deki antisemitizm oranları, bu tür ideolojilerin toplumda ne denli etkili olabileceğini göstermektedir.
Sonuç
Nasyonal Sosyalist Türk İşçi Partisi, Türkiye'deki siyasi tarih açısından önemli bir yere sahiptir. Bu parti ve benzeri oluşumlar, toplumda ırkçılık ve ayrımcılık gibi olumsuz etkiler yaratmış ve bu ideolojilerin toplum üzerindeki etkileri günümüzde de tartışılmaya devam etmektedir. Nasyonal sosyalizmin getirdiği ideolojik çatışmalar, Türkiye'nin sosyal ve kültürel yapısını etkilemiş ve bu durum, günümüzdeki siyasi tartışmalara da yansımaktadır.
Online Bağış
Bitcoin (BTC)
Yatırma adresi
35JcfxW2j3cFhmdgWYJBeaKhZYQXeAjPAN
#nasyonalsosyalizm #turksosyalizm #nazizm #nasyonal #alman
0 notes
seslimeram · 2 months
Text
Ümit!
Tumblr media
Ümidin delik deşik kılındığı bir zeminde geleceğin hali nice olacaktır ki! Şimdinin tam da şu anın mahvına tanık yazılırken bir aralıkta, bu güncellikte olmakta olanın yıkıcılığı belli bir yanda, tahakkümü öte yanda çıkagelirken ümidin tarumar olunmasından sonra sıradan insana ne kalır ki! Her şekilde ezber edilmiş bir yıkıcılık, tezgahta duraksamadan yeniden imal olunan nefret şablonu güncellenirken, ümidin delik deşik kılınmasına dair kimin ne kadar haberi vardır, farkındadır. Bitimsiz bir linç örgüsü üstünde, günbegün, anbean belli başlı ve hiç bitimsiz hedef kılma hallerinin ortasında nasıl bir ülkedeyiz bunun “korkunç” gerçekliğine ayabiliyor musunuz? Neredeyse anlık olarak değişkenlik gösteren bir cerahat hal / istemi üstünden iktidarın / yancısı olagelen faşist partinin tahayyülleri doğrultusunda ve ol kenarda oyuna dahil olmayı bekleyen malum ırkçı / pan-türkist çetelerin refakatinde ve onama hallerinde derin / kalıcı bir ümit kırımı söz konusu olur.
Hiç kimselere ve fakat en çok da gayri kabul addedilene yer bırakmayan bir cerahat tüm bu menzildeki ümidin kırımının da müsebbibidir. Yönelimi, önce inkar, sonra tahrifat ve tahribat, daha sonra da çürümenin esef çeşidini var ederek kuran / yönlendiren bir menzil ya da sahada olmakta olan cürmün doğrudan yıkımı var etmesidir. Umudun zerresinin hiç kılındığı bir zeminin gerçekliğidir mesel. Bir kere daha tözün, fikrin, zorbalıkla eylenenle ezilmesinin meseli karşımıza çıkartılır. Dört bir yanda sadece düşmanların olduğu sanrısı ile çıkagelen yepyeni neo-faşist akımların sunduğu perspektifte hayat “öteki” ilan edilene zor kılınır. Umudun paçavraya dönüştürülmesi gailesinde atılan her adım bir sonrasının da zeminini kurar. Kötülüğü norm bilenlerin elinde bu ülkedeki Kürdün de Ermeni’nin de, Süryani’nin, Yahudi ve Rum’un da hakları talan edilir. Onlar gibi Ezidiler, Mıhellemi ve Arapların yekunuyla, Keldani ve Kıptiler için de arasız / fasılasız bu önyargı şablonları devreye konulur. Mesel ezberleri yeniden bildirirken gündelik bir linç ihtiyacını karşılama, bunca burnu çamurda kalakalmış, dibine kadar her şekilde batağa saplanmış bir sahneyi perdeleyebilmek için hamleler var edilir. Kötülüğü bir kere serencam eyledik mi gerisi de çorap söküğü gibi gelecektir anlayışının elinde her gün birisinin hedefe alınıp köşeye kıstırıldığı bir “özgürlükler” ülkesi imal olunur.
Kınalıada’da yetmiş dört yaşındaki Garo Kaprielyan bir saldırıya hedef kılınır. Sokak ortasında basitçe bir uyarının yanıtını “küfürle” süslenmiş bir darp çabası ele alır. Ermeni’ye haddi yine bildirilmiştir. Sonrasının akıbetini Agos Gazetesinden aktaralım: “Garo Kaprielyan’ın kızı Lerna Kapriyelyan, saldırının ardından Facebook hesabından bir açıklama yayınladı. Kaprielyan, olayın bir nefret saldırısı olduğunu belirtti. Lerna Kapriyelyan şu ifadeleri kullandı:
“Babam Garo Kapriyelyan'a Kınalıada'da Seç Marketʼin işletmecisi tarafından uygulanan sözlü ve fiziksel şiddeti kınıyorum. Doğma büyüme adalı, toplumun sevilen, sayılan bireylerinden, 78 yaşındaki babam, esnafın kanun dışı kaldırım işgalinde olduğunu belirtip, belediyeden kaldırımların düzenlenmesi hususunda yardım istediği için sırtından saldırıya uğrayarak darp edildi, etnik kimliği üzerinden hakarete maruz kaldı ve tehdit edildi. Pek çok parti, sivil toplum örgütü, dernek, kurum ve kuruluşlardan market veya belediye binası önünde toplanıp protesto etme çağrısı geliyor, bizden izin isteniyor. Biz ailecek buna karşıyız. Adada arbede, halkla esnafın birbirine düşmesi, ayrımcılık ve gerginlik isteyeceğimiz son şey. Bizden ekmek yiyip geçinenlerin sergilediği derebeyi tavırlarına ve nefret söylemlerine verilebilecek en naif ve bize yakışan cevabın boykot olduğunu düşünüyoruz.”
Lerna Kapriyelyan şöyle devam etti:
“O market işletmecisinin gösterdiği tavır sadece babama değil. Kişisel bir husumetleri yok. Ben ise düne kadar 'Lerna Abla' diye etrafımda koşturdukları en iyi müşterilerindendim. İşgal ettiği alanlara söz edecek kim olursa olsun aynı tavrı göstereceklerini biliyoruz.”
Lerna Kapriyelyan “ Biz azınlıklar tarih boyunca yaşananlar sebebiyle ürkek güvercinler gibiyiz. Geçmiş olsun dileklerini ileten çoğu kişinin tavsiyesi 'Sakın şikayetçi olmayın, bunlardan korkulur' yönünde. Lakin unutmamak lazım ki, bu saldırı, ayrımcı, aşağılayıcı etnik köken söylemleri içermekle birlikte, etnik köken gözetmeden, kibar, edepli her adalı bireyin, kökeni ne olursa olsun maruz kalacağı durumdur. Bugün bu duruma tepkisiz kalındığında, yarın devamı gelecektir. Babamın kökenine edilen hakaret ise, gasp edilen alanla ilgili darp edilirken, şahsın içinden kopan, bastırılmış nefrettir” ifadelerini kullandı.
Lerna Kapriyelyan şöyle devam etti: “Unutmamak lazım ki, babam yerde kanlar içinde yatıp 'Polis çağırın' diye seslendiğinde, oradaki tüm esnaf birbirini kollayıp polisi aramamıştır. Polisi kırık parmağı, yarılmış dikiş atılan parmağı, yarılıp kanlar akan burnu yüzünden gözleri kısmi görür halde babam can havliyle kendi aramıştır. Esnaf sadece ambulansı arayıp polisi aramayarak 'Yaşamana izin veririz ama susup oturacaksın, hakkını aramana hayır' mesajı verip 78 yaşındaki yaşlı adama sahip çıkmamıştır. Farkında olunması gereken en önemli husus budur” dedi.
Lerna Kapriyelyan “Kadasetli patrik hazretlerimiz bizzat gelerek üzüntülerini dile getirdi. Sayın belediye başkanımız bizzat gelerek hem konunun takipçisi olacağını söyledi hem de marketin dışarıdan, sokaktan görülemeyen arka bahçe işgalini de gözleriyle gördü. Şimdi çok önemli bir soru geliyor akla. Bir holding ve toptan markanın bayii olan bu market, yarın işsiz kalıp indirim uyguladığında ne olacak? Veya göstermelik personel değişimi olursa ne olacak? Hepimiz koşarak alışverişe mi gideceğiz, omurgalı bir duruş sergilemeye devam mi edeceğiz? Seçimlerimiz kaderimizdir.”
Marketin avukatları: Irkçı saik yoktu
Seç Market’in sahibi Erdal Şara’nın avukatları Bedirhan Güven ve Nur Aslı Savcı, basında ve sosyal medyada çıkan haber ve paylaşımlara ilişkin Agos’a açıklama gönderdi. Avukatlar, saldırının ırkçı bir saikle gerçekleşmediğini ifade ederken, Şara’nın Ermeni kimliğine yönelik nefret söylemi sarf etmediğini belirttiler. Açıklama şöyle:
“Öncelikle ve özellikle belirtmek isteriz ki olay, yaygın basın ve sosyal medyaya yansıdığı şekilde gerçekleşmemiştir. Olaydan sonra gerek yargıya intikal etmiş olan dosya gerekse de Kınalıada'da yaptığımız araştırma ve incelemelerde bahse konu olayın adî bir vaka olduğu, ırkçı saikle gerçekleşen bir olay olmadığını ifade etmek isteriz. Her ne kadar tasvip etmesek de tartışmaya konu olay basit bir komşuluk ilişkisinden kaynaklı anlaşmazlıktır. Bu anlaşmazlık müvekkil şirketin işlettiği marketin yan binasında oturan Garo Kaprielyan isimli komşu ile şirket sahibi Erdal Şara arasında yaşanan basit bir tartışma olup olay günü kendileri hakkında sürekli belediyeye şikayette bulunan bina girişi ayrı olan komşusuna "Neden sürekli bizi şikayet ediyorsun başka marketler de aynı şekilde mal indiriyor, bizim işimizin doğası bu A 101 market de bu şekilde yanımızdaki market de bu şekilde." diyerek sitem etmiş ve istemsiz bir şekilde itmiştir, her iki eli dolu olan Garo Kaprielyan bu itme sonucu yere düşmüş ve yara almıştır.
Müvekkilim şirket, şirket sahibi ve çalışanlarını zan altında bırakarak yaşlı bir kimseyi darp ettikleri, küfür ve hakaret ettikleri komşu esnafın ise polisi aramadığı, ırkçılık yaptıkları, toplumu kin ve nefrete sürükledikleri yönündeki tüm iddialar asılsız olup olayı bu yöne sürüklemek tamamen iftiradır. Toplumu kamplaştırma ve ayrıştırma uğraşıdır. Bu uğraş beyhudedir. Özelde Kınalıada genelde tüm ülke sathında ırk, dil, din ve renk ayrımı yapmadan toplum bir arada yaşamakta olup Kınalıada mahallesi de bunun en güzel örneğini teşkil etmiş ve edecektir. İstem dışı gelişen bu olayda müvekkilin bir etnik grubu kast ederek küfür ettiği şeklindeki söylem tamamen gerçek dışıdır.
Olay günü olay yerinde olan tüm tanıklar böyle bir söylemin olmadığını beyan etmişlerdir.
Müvekkil, 2009 yılından beri kınalı adada işletmeci olarak sevilen sayılan bir esnaftır. Toplumun her kesimi ile diyalog içinde faaliyet yürütmektedir. Böyle bir olayla müvekkilim adının anılmasından dolayı üzüntü ve elem içindedir. Atılan bu iftiralar sonrası müvekkili ve iş yerini boykot etmeye yönelik çağrılar Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine, Anayasaya Çalışma hakkı ve hürriyetine ve meri mevzuata aykırıdır.”
“Özür dileriz”
Avukatlar açıklamaya şöyle devam etti: “Gerçekleşmesini istemediğimiz bu nahoş olaydan dolayı müvekkilim kendisinden yaşça büyük olan Garo Kaprielyan ve ailesinden ve tüm ada halkından özür dilemektedir. Müvekkilim, Garo Bey'e ırkçı saik güderek herhangi bir sözlü şiddet uygulamadığı gibi fiziksel şiddet de uygulamamıştır. Müvekkilin yaralama kastı yoktur, basına ve adliyeye yansıyan olay yerini gösterir kamera kayıtlarında görüldüğü üzere Garo Kaprielyan elindeki poşetler sebebiyle dengesini kaybederek düşmüş ve bu düşme sonucu yara almıştır ne müvekkil Erdal bey ne de hiçbir market çalışanı kendisine sonrasında bir eylemde bulunmamış aksine hemen müdahale ederek yerinden kaldırmışlar iş yerinden buz getirerek acil müdahalede bulunmuşlardır. Garo Kaprielyan'ın verdiği demeçler ile olay yerinde olmayıp görgü ve bilgisi olmayan kişilerin olayı çarpıtan anlatımları olayı farklı yöne çekmiş kendisine ırkçı söylemle küfür edildiğini belirtmiş buradan mağduriyet devşirmeye uğraşmış ve bazı kişiler ise işi hakarete ve boykota kadar götürmüşlerdir. Basına yansıyan fotoğraflarda görüleceği üzere tüm kolu sargılı bir şekilde fotoğraflar paylaşarak müvekkili zan altında bırakmış ve iddiayı aşan iftiralarından dolayı müvekkili zor duruma düşürerek böyle bir töhmet altında bırakmışlardır. Ancak müvekkilim atılan iftiradan dolayı yıllarca birlikte olduğu ve her türlü insani paylaşım ile komşuluk ilişkisi içinde olduğu komşularına karşı mahcup olmuş, itibar ile gelir kaybı yaşamış ve yaşamaya devam etmektedir. Bu ırkçı iftirayı atan, yayan kişiler hakkında cezai ve hukuki şikayet ve talep haklarımızı saklı tutuyoruz. Ayrıca Seç Market markasına da bu iftira nedeniyle yapılan ticari saldırıyı kabul etmiyor, dava ve şikayet hakkımızı da saklı tutuyoruz.
Müvekkil böyle bir olayla anılmanın üzüntüsü içerisindedir atılan iftirayı kabul etmemekte bu hususta da dava ve şikayet hakkını saklı tutup maddi ve manevi zararının tazmini yoluna gidileceğini saygılarımızla bilvekale kamuoyuna bildiririz.”
Yaşanan ümit kırımının tüm yüzeyleri noktasına virgülüne yukarıdaki gibi birbirini teyit eder bir halden uzakta, olabildiğince yalın bir biçimde “inkarla”, “örtbas” etmeyi beraberinde getirir. “A. koyduğu Ermenisi” küfrü ile haklılığını bir insanı itekleyerek, öyle ya da böyle darp etmeyi kendine hak gören bir temsilin, bıçaksırtı bir halde yaşamaya devam eden Kınalıada’daki bir avuç Ermeni’ye yönelik gözdağı bir de böylesi bir tahayyülle var edilir. Malum ırkçı hizbin, daha sonrasında pıtrak gibi çoğalan tüm ol zafer-vatan-millet bilmem kimler partileri diye çıkagelen memleketinde “mültecilere ve gayrimüslimlere” yer olmadığını deklare eden sistem aparatı, kullanışlı “neo-naziler” için de boy göstermesi sahnelerinden birisi haline dönüştürülen bir sahnede “saldırı” öyle ya da böyle doğrudan bir müdahaleyle baş başa kalan “Ermeni’nin” halini de açığa düşürür. Her zamankinden açık bir biçimde müdahaleler, daha yeni bir eski belediye başkanı nam zatın 1914 nüfus sayımını projeksiyona baz alıp, veri setini güncelleyerek şu cümleyi kurabildiği bir zemindeyiz halen: “Şu an Türkiye de 15.554.847 Rum, Ermeni ve Yahudi var...” Kekremsi değil, laf kalabalığı değil doğrudan soy kodu fişlemelerinden sokaktaki ol ayrımcılığa, gündelik yaşamın ortasında şıp diye bitiveren bir nefret temsiliyetine ve daha yakın zamanlı Samatya’daki bir kadının canının alınmasından, askerde bir Nisan 24 günü “şakacıktan” katledilen Sevag Şahin Balıkçı’ya, pek çok kere tecrübe ettirildiğimiz o yıkıcılığın belki de en görünür yüzü, Ocak 19, 2007 Hrant Dink cinayetine benzeş ve bariz bir örnek kılınan bir tehdit / sindirme / yok etme ve en basitinden korkuyu diri tutma hallerinin ortasında kim nereye varabilecektir. Böyle bir ülkede hayatın ümidi söz konusu hiç edilebilir mi, kalır mı?
Tumblr media
Tek bir örnekte görülebileceği gibi, Armine Harutyunyan’a yapılan göndermeyle Ermeni’nin haddi bir kere daha bildirildiği var edilir. Ucundan kıyısından değil doğrudan Anadolu’nun bugün çorak, çukur, çürük bir zemine evriminin en son halkalarından birisi olagelen o nefret 1915’ten bu yana hiçbir hakkı tanzim etmiyor. Bu şerefli topraklarda Ermeni’nin zerre hakkı yoktur, bu topraklar Türkündür diye bahse giren kurucu temsilin var ettiği o ilk nokta atışı hedef almadan bu yana, her günün apayrı cerahate kurban edildiği bir menzil gerçekliğine kavuşturulur. Kin, nefret ve ayrımcılığın salt Ermeni’ye yönelik olduğunu varsayanlar için, sadece bu hali bildirdiğimizi ima edenler için, Bakur Kürdistan’ında yaşanan hak gasplarından, ol 2015 karanlığında var edilen kıyıcı günlerde günlerce buzdolaplarında saklanan insandan, sokak ortasında can veren sivillerin ta kendisinden, çoluk çocuğun terörist kılınabilmesinin yarattığı uçurumlardan örnekleri görebilecektir. Kendi hallerinde yaşayan Diril ailesinin başına getirilen yeterince kötülük değil midir misal. İstanbul’un çeperindeki Roman yurttaşların mahallesini haberleştirirken fuhuş / uyuşturucu ekseninden bunlar da böyle diye başlık atılabilen bir menzilde gerçeklikten kopuşun ol tiradı ne olacaktır, sahi kim hesabını verecektir! Tümüyle salt bir kimliği değil en başta o Türk’ün ta kendisine zararı dokunan, ona da bir yaşatan menzil bırakmayan bir sahnenin o utancı ne olacaktır. Günbegün dibine ta dibine çekildiğimiz karanlığın, cehennemin bir başka suretine dönüştürülen şu menzilin utanç dolu güncesini, kötülükle meshedilmiş tüm o kapkaranlık hallerini görmek, sorgulamak, yeter diyebilmek ne zamandır. Ümidin zerre-i miskali kalabildiyse şayet, insan için... insan.
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: History Otherwise: Ottoman Socialist Hilmi and Ottoman Women’s Rights Defender Nuriye - Ahmet ÖĞÜT
Meramda Paylaşılan Haber
Kınalıada'daki Saldırı: Lerna Kapriyelyan ve Market Avukatlarından Açıklamalar
https://www.agos.com.tr/tr/yazi/30775/kinaliada-daki-saldiri-lerna-kapriyelyan-ve-market-avukatlarindan-aciklamalar
0 notes
lolonolo-com · 8 months
Text
Göç Toplum Siyaset 2022-2023 Final Soruları
Göç Toplum Siyaset 2022-2023 Final Soruları 1. Aşağıdakilerden hangisi göçmenlerin entegrasyonunu olumsuz etkilemez? A) Ayrımcılık B) Etnik kapanma C) Irkçılık D) İslamofobi E) Kültürel benzerlik Cevap : E) Kültürel benzerlik 2. “Diaspora kavramı Yunanca dağıtmak anlamından türemiştir ve dünyanın çeşitli bölgelerine dağılmış topluluklar için kullanılmaktadır. Kavramın bugün yaygın olarak…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
drakifakca · 11 months
Video
youtube
Gönüllerimiz Gazze için çarparken çağın muhacirleri olan Doğu Türkistan’ı unutmayalım…
Bugün Doğu Türkistan İslâm Cumhuriyeti'nin kuruluş yıl dönümüdür. 12 Kasım 1933'de sancaklarına "İslâmiyet, Azadiyet, Adâlet ve Uhuvvet" yazarak, 4 ana esas üzerine bir devlet kurduklarını dünyaya ilan etmişlerdi.
Kaşgar'da 12 Kasım 1933 tarihinde kurulup yıkılan Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti tekrar 12 Kasım 1944’de Gulca'da kurulmuştur. Tekrar Rus ve Çin işbirliği ile 1949 da Çin işgaline geçmiştir.
Bu nedenle, iki Uygur Cumhuriyetinin kuruluş yıl dönümü “Doğu Türkistan Milli Günü" olarak kutlanmaktadır.
12 Kasım 1933 Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti’nin ve tekrar yine 12 Kasım 1944 Doğu Türkistan Cumhuriyeti’nin Kuruluşunun yıl dönümü ve bu çifte cumhuriyetimiz, Doğu Türkistan Bağımsızlık Hareketinin meşruiyetini ve haklılığını ispatlayan yegâne tapusudur.
Bugün anavatanlarında yalnızlaştırılan ve Çin’in devasa nüfusu içerisinde “egzotik” etnik unsurlar hâline getirilen Uygur Türkleri, günümüzde dünyada örneğine pek rastlanmayan otoriter rejimlerden birinin sömürge tebaası konumundadır. Tibet ve İç Moğolistan gibi bölgelerde de benzeri uygulandığı gibi, Doğu Türkistan’da da Müslüman Türklerin yüzlerce yıllık kültürel kimliği, dili ve dini inançları tehdit altındadır.
Doğu Türkistan’da sivil, siyasi, ekonomik ve sosyal haklar noktasında yaşanan insan hakları ihlalleri; keyfî tutuklamalar, işkence ve idam, Doğu Türkistanlı genç kadınların Çin’in batı şehirlerine zorla transfer edilerek ağır şartlarda çalıştırılması, işe alımlarda ve sağlık hizmetlerinde ayrımcılık şeklinde görüldüğü gibi; “iki dilde eğitim” politikasıyla Uygur dilinin tasfiye edilmesi, ibadet yasakları ve seyahat hakkının kısıtlanması şeklinde de tezahür etmektedir.
Her ne kadar Türkiye realist çıkarlarını göz önünde bulundurup Çin ile pragmatist adımlar atsa da Filistin ve Azerbaycan’da olduğu gibi Uygur Türklerinin uluslararası kamuoyunda seslerini duyurabilmeleri için daha çok mücadele vermeli, bu hak ihlallerine göz yummamalıdır. Zira Uygur Türklerinin “dost” olarak görebileceği Türkiye dışında başka bir ülke yoktur, ne yazık ki İslam dünyası da buna dahildir.
Bugün, Uygur ve diğer Türk toplulukları, Çin'in soykırımına karşı mücadelelerini sürdürmekte ve bu özel günü Doğu Türkistan Milli Günü olarak kutlamaktadır. Bu zulmün son bulacağı ve Uygur halkının özgürce yaşayabileceği Üçüncü Doğu Türkistan Cumhuriyeti, bölgenin ebedi barışı için şart olmuştur. Gök Bayrak'ın tekrar hür bir şekilde dalgalanmasını nasip etmesini Yüce Allah'tan diliyorum.
12 Kasım 1933 Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti ve 12 Kasım 1944 Doğu Türkistan Cumhuriyeti’nin de kuruluş günleri olan 12 Kasım #DoğuTürkistanMilliGünü’nü kutluyor, esaretten bağımsızlığa giden yolun başlangıcı olmasını Cenab-ı Hakk'tan  niyaz ediyorum.
Bu vesilesiyle Doğu Türkistan mücadelesinin tüm kahramanlarını, şehit ve gazilerini saygı ve rahmetle yâd ediyorum.
Al Bayraktan Gök Bayrağa Selam Olsun!
0 notes
ozel-buro · 11 months
Text
FETÖ ÖRGÜTÜ DOSYASI /// Dr. Hikmet Çıra : Türk-Rus ilişkilerinde derin kripto yapı : FETÖ
Dr. Hikmet Çıra : Türk-Rus ilişkilerinde derin kripto yapı : FETÖ 04-08-2023 Son yıllarda Türkiye Cumhuriyeti Devletinin önündeki en büyük sorun terördür. Bu durum, özellikle iki alanda kendini göstermektedir. Birincisi etnik ayrımcılık yapan PKK Terör Örgütü, ikincisi ise ülkemizde siyasal İslam çerçevesinde faaliyet gösteren FETÖ Terör Örgütüdür. Her iki yapılanma da laik ve demokratik Türkiye…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
hetesiya · 1 year
Text
Neden HDP, istediği herkes için rahatlıkla esnettiği "2 dönem" kuralını Garo Paylan için de esnetmeli; hatta kendisini, "pozitif ayrımcılık yaparak" koşulsuz aday gösterilmeliydi biliyor musunuz?
Çünkü bu ülkede, hangi taşı kaldırsak altında Ermeniler vardır ve herkes onlara borçludur!
Ama biz 80 milyonun içine 60 bin Ermeni’yi; 61 Kürt ve Türk vekilin arasına, 1 Ermeni vekili sığdıramayız; sonra da hiç yüzümüz kızarmadan, halkların demokrasisinden ve eşitliğinden bahsederiz.
O halde bir daha:
HANGİ TAŞI KALDIRSAK ALTINDA ERMENİLER
Onlar 1897'den başlayarak sistematik olarak katledilip, 24 Nisan 1915'te startı verilen bir soykırımla neredeyse yok edildiler; ama hangi taşı kaldırsak, hangi taşa baksak, hangi taşa hayran kalsak altında, üstünde, önünde, arkasında Ermeniler vardır bu coğrafyada...
Ülkenin Doğu’sundan Batı’sına bütün bölgelerinde gördüğümüz, hepsi birer mimarî şaheseri olan yapılardan; “Keşke burada yaşasaydık,” diye iç geçirdiğimiz güzeller güzeli evlere kadar bütün estetik harikası binaların asıl sahipleri, mimarları, taş ustaları Ermeniler'dir.
Büyülü Eski Mardin camileri, kiliseleri, konakları, çarşıları, abbara denilen sihirli sokakları, göz kamaştırıcı telkârileri…
Diyarbakır Sur’un hanları; havuzlu, avlulu rüya gibi taş evleri…
Ülkenin dört bir yanında resmî daire ve okul olarak kullanılan muhteşem tarihî binalar…
Şarkılar, müzikler, danslar, yemekler, mezeler, incelikler…
Nalbantlar, müzisyenler, aşçılar, terziler, doktorlar, kuyumcular, demirciler, kunduracılar…
Bu ülkede tekniğe, sanata, mimariye, zanaata, estetiğe, el emeği göz nuruna dair ne varsa, çoğu Ermeniler’in elinden çıkmadır.
Bu ülkeye zenginlik ve değer katan zekî, donanımlı, çalışkan, yaratıcı insanların çoğu Ermeni'dir… Mimar Sinan dahil…
Evet, bu ülkede güzel olan, medenî olan, nazik olan her taşın altında Ermeniler'in ruhu vardır; ama kendileri yoktur.
Çünkü Türkiye’deki Ermeni nüfusu Osmanlı Devleti’nin 1914 yılındaki istatistiklerine göre takriben 1.5 milyon iken, 1927 yılında -yani sadece 13 yıl sonra- 140 bine düşmüş; bugün ise hepi topu 60 bin kişi kadar kalmışlardır. Aradan geçen 108 yıl içinde Müslüman nüfus 13 milyondan 80 milyona yükselip tam 7 misli artarken, onların yüzde 96'sı yok olmuştur
Bu ülkede her taşın altında Ermeniler olsa da biz kesin ve net bir soykırım kanıtı olan bu rakamların karşısında bile tarihsel inkârcılığımızdan vazgeçmez, canımız her kan çektiğinde onları taşlarız.
- “Kars sokaklarında Erm.ni mi av.ayalım?”: Ermenistan’ın ünlü caz piyanisti Tigran Hamasyan’ın Ani Harabeleri’nde verdiği konsere bozulan Kars Ülkü Ocakları Başkanı’nın tehdidi.
- “Hepiniz Erm.ni’siniz, hepinizi öl..receğiz!”: Cizre’deki ablukalar esnasında polis otoları tarafından günler ve geceler boyunca sokak sokak dolaşılarak Kürtler'e megafonla bağırılan psikolojik işkence cümlesi.
- “Burası Ermeni mezarlığı değil!”: HDP milletvekili Aysel Tuğluk’un annesi Hatun Tuğluk’un Ankara’daki cenaze törenine ırkçı-faşist saldırı düzenleyen gurubun attığı slogan.
- "Ermeniler'in bu topraklarda yıllardır var olmalarının sebebi, bizim hoşgörümüzdür.”: Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Hüseyin Sözlü'nün Kars Iğdır Ardahan Dayanışma ve Kültür Derneği’nin geleneksel 'Kaz Gecesi'ndeki ifadesi.
- “Ermeni pi.i!”: Türkiye Cumhuriyeti’ndeki istisnasız her etnik kimlikten suçlu ya da suçlu olduğu düşünülen, gıcık olunan, kızılan, aşağılanmak istenen insana söylenen hakaret... Herkesin en az bir kez işitmişliği, benim yüzlerce defa maruz kalmışlığım vardır. Kullananlar tarafından bir insana edilebilecek en kötü söz olarak görülür ve söyleyenin çürümüş yüreğini ziyadesiyle soğutur.
- “Benim de Ermeni komşularım var, bir zararlarını görmedim.”: En iyilerimizin dahi söylediği, altında derin bir ötekileştirme ve aşağılama yatan sözde insanlık ifadesi...
O nahif halka minnetle teşekkür edip, onlardan milyonlarca özür dilemek yerine, her dem başlarını taşla e.meyi reva görür; her dem o başı o taşın altından hiç çıkarmamaya and içeriz.
Tam 108 yıldır!
Kürde kızdığımızda, “Ermeni pi.i”; hırsıza çıldırdığımızda, “Ermeni dö.ü”; bir politikacıya bozulduğumuzda, “Hıh, o zaten Erm.ni” demeyi en birinci vazife biliriz.
O Erm.niyi o taşın altına sonsuza kadar gömmüşüzdür!
Oysaki Ermeni Soykırımı’yla sadece bir halk kırılmamış, uygarlık yoluna müthiş bir darbe indirilmiş; insanlığın evrimi sekteye uğratılmış; bilim, sanat, zanaat, mimarî, estetik, aklınıza gelebilecek her türlü incelik katledilmiştir.
Nezaketin, zerafetin ipi çekilmiştir.
Yaşamın topyekün seyri değişmiştir.
Çünkü insanlığın güzel olandan vazgeçip, kesin olarak çirkinlikte karar kıldığı bir yol ayrımıdır Ermeni Soykırımı süreci!
Cezasız kalırlığıyla, sonrasında Hitler’in Yahudi Soykırımı’na cüret etmesine yol açan; kullanılan insanlık dışı cinayet yöntemleriyle, Yahudiler'e uygulanan işkencelerin öncülü ve ilham kaynağı olan bir katliamlar silsilesidir.
İnsanlık 1915’ten önce iyiye ve güzele dair en azından bir ihtimal taşırken, 1915’te bütün kıymetli olasılıklardan vazgeçerek karanlıkla ittifak yapmıştır. Ve bu kötülüğün laneti, bu büyük suçun direkt ya da indirekt sorumlusu olan halklarla birlikte, bütün insanlığın geleceğine karanlık mührünü basmıştır.
Çünkü bütün dünya bir kısmı kasten ve taammüden, bir kısmı cehaleti ve zaaflarıyla bizzat katil olmak; bir kısmı da korkaklığı ve adamsendeciliği ile seyirci kalmak suretiyle bu müthiş kıyımın bir parçası olmuştur.
Ve bu karanlık mühür, Ermeni olan-olmayan bütün insanların kaderini dağlamıştır!
Ermeni Soykırımı sadece bir halkın değil, insanlığın özsuyunun kurutulmasıdır!
Bir damlasında katkılarının olmadığı o muhteşem rayihalar saçan özsuyu yok etmeye doyamayan gözünü kan bürümüş zebaniler, son kalan damlaları da kurutmak istiyor!
“Hepiniz Erm.ni'siniz! Hepinizi öl..receğiz!”
Türk ve Kürt burjuvazisinin hemen tamamı Ermeniler’den talan edilen malların üzerinde yükseldiği; hemen her Türk ya da Kürt’ün atalarından birinin ya da birkaçının elinde Ermeni kanı bulunduğu; kendisine geçmişten mülkler miras kalan insanların çoğunun bilerek ya da bilmeyerek Ermeniler’in mallarına malik olduğu; son süreçte Sur’daki dünya mirası tarihî evlerinin yerle bir, kiliselerinin talan edildiği; hâlâ evlerinde, harabelerinde define aranmaktan vazgeçilmediği bir gerçeklikte, Ermeniler’e bir karış mezarı çok görürüz.
“Burası Ermeni mezarlığı değil!”
Yüz sekiz yıl önce nüfusları 1.5 milyon iken, bugün hepi topu 60 bin kadar bile kalmayan; Türkler'den de Kürtler'den de çok daha eski zamanlardan bu yana yaşadıkları kadim topraklarından ayrılmaya içleri el vermediği için, bunca kötülüğe rağmen olanca zarafetleriyle aramızda direnmeye çalışan bu hazin insanların yüreklerine her fırsatta keder ve korku salmakta en ufak bir sakınca görmeyiz!
80 milyonun içine, 60 bin Ermeni’yi; 60 Kürt ve Türk vekilin arasına, bir Ermeni vekili sığdıramayız!
“Sokaklarda Erm.ni mi av.ayalım!”
Birileri bir baş işareti yapsa, Allah Allah nidaları eşliğinde palalarına sarılacak milyonlarla dolu bu coğrafya!
Ver!
Onu da ver!
Bunu da ver!
Şunu da ver!
Piyanonu da ver!
Kitabını da ver!
Kemanını da ver!
Bagetini de ver!
Karını da ver!
Çocuğunu da ver!
Ca..nı da ver!
Hepsini ver!
Hepsi benim!"
AH!
UR EIR ASTVATS!
NEREDESİN TANRI!
Rabia Mine
0 notes
isvecgocmenlik · 1 year
Text
İsveç'te Göçmenlik ve Çeşitlilik: Bir Toplumun Zenginliği
Tumblr media
Göçmenlik, dünya genelinde toplumsal ve ekonomik dinamiklerin bir sonucu olarak her geçen gün daha fazla önem kazanmaktadır. İsveç, kültürel ve etnik çeşitliliği kucaklayan, göçmenlere hoşgörü ve eşitlik ilkesiyle yaklaşan bir ülke olarak öne çıkmaktadır. Bu makalede, İsveç'teki göçmenlik durumu ve ülkenin göçmenlere yönelik yaklaşımı incelenecektir.
Göçmenlik Durumu: İsveç, uzun yıllardır farklı coğrafyalardan gelen göçmenlere ev sahipliği yapmaktadır. Göçmenler, ülkenin ekonomik büyümesine, kültürel çeşitliliğine ve toplumsal dinamizmine önemli katkılar sağlamaktadır. İsveç'teki göçmen nüfusu içinde en büyük gruplar, Suriye, Irak, İran, Türkiye, Somali ve Eritre gibi ülkelerden gelen bireylerden oluşmaktadır.
Eşitlik ve Hoşgörü: İsveç, göçmenlere yönelik eşitlik ve hoşgörü ilkesini benimsemiş bir ülkedir. Göçmenler, İsveçli vatandaşlarla aynı haklara sahiptirler. Eğitim, sağlık hizmetleri, iş olanakları ve diğer kamu hizmetlerine erişimde ayrımcılık yapılmaz. İsveç, herkesin farklı kültürel kökenleriyle bir arada yaşayabilmesini teşvik eder.
Uyum ve Entegrasyon: İsveç, göçmenlerin ülke kültürüne ve toplumuna uyum sağlamalarını teşvik etmek amacıyla çeşitli programlar ve destekler sunmaktadır. Dil kursları, meslek edindirme programları ve toplumsal entegrasyon faaliyetleri, göçmenlerin İsveç'e daha iyi adapte olmalarını sağlamayı amaçlar. Bu sayede göçmenler, ülke yaşamına daha hızlı ve etkili bir şekilde katkı sağlayabilirler.
İşgücü Piyasasına Katılım: İsveç, göçmenlerin işgücü piyasasına daha etkin katılımını teşvik etmektedir. Meslek edindirme kursları ve iş bulma destekleri, göçmenlerin becerilerini geliştirmelerine ve iş hayatına entegre olmalarına yardımcı olur. Bu da hem bireylerin kendi ekonomik refahını artırır hem de ülkenin ekonomik büyümesine katkı sağlar.
Çeşitliliğin Zenginliği: İsveç, çeşitli kültürel ve etnik grupları kucaklayan bir toplumsal yapıya sahiptir. Bu çeşitlilik, ülkenin zenginliğini ve kültürel mirasını artırır. Farklı kültürel deneyimler, İsveç'te yaşayan insanların hoşgörü, anlayış ve kültürel farkındalık seviyelerini yükseltir.
Zorluklar ve Çözümler: Elbette, göçmenlik sürecinde bazı zorluklar da yaşanabilir. Dil bariyerleri, meslek kabulü, toplumsal uyum gibi konularda sorunlar ortaya çıkabilir. Ancak İsveç, bu zorluklarla başa çıkmak için aktif politikalar geliştirmiştir. Dil eğitimi, meslek edindirme kursları, hukuki destek ve toplumsal entegrasyon faaliyetleri gibi çözümler sunarak göçmenlerin daha iyi bir yaşam sürdürebilmelerine yardımcı olur.
Sonuç: İsveç, göçmenlere yönelik eşitlikçi ve hoşgörülü bir yaklaşım benimseyen bir ülke olarak öne çıkmaktadır. Göçmenler, İsveç'in toplumsal, kültürel ve ekonomik zenginliğinin bir parçasıdır. Ülke, göçmenlere uyum, entegrasyon ve işgücü piyasasına katılım konularında çeşitli destekler sunarak onların başarılı bir şekilde yaşam sürdürmelerini sağlamayı amaçlar. İsveç, çeşitliliği bir zenginlik olarak gören bir toplum yapısına sahip olmanın gururunu taşır.
1 note · View note
mersinyerelhaber · 1 year
Text
BAŞKAN SEÇER, BAYRAM DOLAYISIYLA MEZİTLİ HALKIYLA BİR ARAYA GELDİ
Başkan Vahap Seçer, Kurban Bayramı ziyaretleri kapsamında Mezitli ilçesinin mahallelerini gezdi, vatandaşlarla bir araya gelerek Kurban Bayramlarını kutladı. Büyükşehir Belediyesi olarak oy kaygısı gütmeden ve hiçbir siyasi, dini, etnik ayrım yapmadan her vatandaşa hizmet götürdüklerini belirten Seçer, “Bizim için önemli olan adaletli olmak ve vatandaşlarımız arasında ayrımcılık yapmamaktır.…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
isvicreninsesi · 2 years
Text
İsviçre Sosyalist Partisi: Özgür seçimler için uluslararası baskıya da ihtiyaç var
Tumblr media
İsviçre Sosyalist Partisi, Türkiye ziyaretini tamamladı. Parti, deprem bölgesinde devletin ayrımcı davrandığını belirtirken, "Özgür seçimlerin gerçekleşmesi için uluslararası baskıya da ihtiyaç var" dedi. İsviçre Sosyalist Partisi (SP), Maraş merkezli yaşanan yıkıcı depremden sonra depremzedelere yönelik yardım çalışmalarını sürdürüyor. SP, aynı zamanda İsviçre Federal Parlamentosu'nu da depremde etkilenen bölgelere etkili yardım sağlamaya çağırdı. SP Başkan Yardımcısı ve İsviçre Federal Meclis Üyesi Jon Pult,  Federal Meclis Üyesi Mustafa Atıcı, Basel Kanton Meclis üyeleri Edibe Gölgeli ve Mahir Kabakçı ile Solidar Suisse adlı yardım kuruluşu üyelerinin de içinde olduğu bir heyet deprem bölgesini gezerek çok sayıda temasta bulundu. SP başkan yardımcısı, federal meclis üyeleri ve Solidar Suisse yardım kuruluşu üyelerinin de içinde olduğu bir heyet, mevcut durumu yerinde incelemek ve yerel halkla dayanışmalarını ifade etmek için 5 günlüğüne Türkiye'ye gitti. SP heyeti, 14 Mayıs’ta yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği seçim için de Ankara’da HDP ve CHP heyetleriyle seçime dair görüştü. 'DEVLETİN AYRIMCILIK YAPTIĞINI GÖRDÜK' Heyet, İsviçre’ye dönerek yazılı açıklama yaptı ve gözlemlerini aktardı. AKP-MHP iktidarının depremden etkilenen insanlara yeterince yardım yapmadığına vurgu yapılan açıklamada, iktidarın seçimlerin demokratik ortamda yapılmasının önünde bir engel oluşturduğu da belirtildi. Açıklamada şöyle denildi: "Türkiye'nin güneyine yaptığımız yolculukta yardım kuruluşu Solidar Suisse ile birlikte özellikle depremde etkilenen Gaziantep, Kahramanmaraş, Pazarcık, Elbistan, Kırıkhan ve Antakya bölgelerini ziyaret ettik. Yıkımın ve insanların çektiği ıstırabın boyutu kelimelerle ifade edilemez. Ölen ve kaybolanların yanı sıra yıkılan evlerin sayısı resmi olarak bildirilenden önemli ölçüde daha fazla. Aynı zamanda, topluluk temsilcileri, sivil toplum yardım kuruluşları ve yerel derneklerle yapılan görüşmelerde, merkezi hükümet yetkililerinin önleme ve afet yardımı konusundaki başarısızlığı ortaya çıktı. Birçok durumda yardım çok geç geldiği ve yetersiz kaldığı ifade edildi. Ek olarak, acilen ihtiyaç duyulan yardım malzemelerinin dağıtımında devletin keyfi, ayrımcılık ve suistimal olduğuna dair makul göstergeler vardı. Tüm evlerini kaybeden Kırıkhan kentindeki Romanlar gibi özellikle savunmasız gruplar, depremden yedi hafta sonra bile hala elektrik, su ve tıbbi yardıma erişim olmadan yaşadıklarını gözlemledik. İsviçre devletinin, insani yardım ve yeniden yapılanma çalışmalarının 'zarar vermeme’ ilkesine dayalı olmasını sağlamak için çalışmalıdır. Etnik, dini ve siyasi aidiyetleri ne olursa olsun, yardıma en çok ihtiyaç duyan insanlara ve bölgelere ulaşmalılar. Yeniden yapılanma için şimdiye kadar vaat edilen kaynakların yeterli olmayacağı da açıktır." Açıklamada, İsviçre devletinin de rol üstlenmesi istenirken, "Türkiye'den birçok insan İsviçre'de yaşıyor. Ekonomik ve siyasi bağları var. Deprem bölgesinde yaşamını yitirenlerin birçok yakını İsviçre’de yaşıyor” denildi. 'ULUSLARARASI BASKIYA DA İHTİYAÇ VAR' SP'nin Ankara'daki ziyaretlere de dikkat çekilen açıklamada, şunlar belirtildi: "HDP genel başkan yardımcıları Hişyar Özsoy ve Feleknas Uca, 14 Mayıs Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerinin demokratik ve çoğulcu bir Türkiye için önemine vurgu yaptılar. Bu nedenle HDP kendi cumhurbaşkanı adaylığından vazgeçti. (...) Özsoy ve Uca'ya göre, yargının siyasetin kontrollü altında olduğu ve seçimlere kısa bir süre kala HDP'ye yasak getirilmesi arayışı, rejimin ne kadar vicdansız olduğunu gösteriyor. HDP, bu yasağın önüne geçmek için, adaylarını birleşen partisi olan Yeşiller Partisinden (Yeşil Sol Parti) olması ve diğer solcu küçük partilerle ittifak kurması önemlidir. (...) Makul ölçüde özgür seçimlerin gerçekleşmesi için artık uluslararası baskıya da ihtiyaç vardır." SP Başkan Yardımcısı Jon Pult ise "14 Mayıs'ın tarihsel önemi göz önünde bulundurulduğunda, İsviçre Federal Konsey, Türk hükümetinden açık ve net bir şekilde adil ve özgür seçimler yapılmasını talep etmelidir. Siyasi baskı, seçim hileleri ve yargının siyasi amaçlarla kötüye kullanılmasının Türkiye'nin imzaladığı AGİT ve Avrupa Konseyi standartlarına uygun olmadığını da açıkça belirtmeli" dedi. Read the full article
0 notes
dipnotski · 2 years
Text
Matthew Williams – Nefretin Bilimi (2023)
Dünya çapında bir kriminoloğun gözünden önyargı ve nefretin çarpıcı hikayesi. Irk, din, cinsel yönelim, etnik köken ve engellilik gibi ayrımcılık kaynaklı şiddet ve suçların bilimine yıllarını veren Matthew Williams, git gide çığırından çıkan ve insanlığın ufkunu kara bulutlarla kaplayan bir meseleyi tüm detaylarıyla masaya yatırıyor. İnsanlar neden kendileri gibi olmayanlardan nefret…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
doriangray1789 · 1 year
Text
AND JUSICE FOR ALL.... Herkes için adalet, toplumun tüm bireylerine eşit ve adil bir şekilde davranılmasını sağlayan bir kavramdır. Adalet, hukukun üstünlüğü, tarafsızlık, objektiflik ve insan haklarının korunması temelinde şekillenir. Herkes için adalet, herhangi bir ayrımcılık yapmadan her bireyin eşit fırsatlara sahip olmasını, haklarının korunmasını ve yasalar karşısında adil bir muamele görmesini gerektirir. Bu, ırk, cinsiyet, din, etnik köken, sosyal statü veya başka herhangi bir özellik temelinde ayrım yapmadan herkesin eşit bir şekilde değerlendirilmesini içerir. Adalet, suç ve suçluların cezalandırılmasıyla ilgili de önemli bir rol oynar. Ceza adaleti, suç işleyenlerin suçlarına uygun bir şekilde cezalandırılmasını, ancak aynı zamanda suçsuz olanların yanlış bir şekilde cezalandırılmamasını ve masumiyet karinesinin korunmasını sağlamayı amaçlar. Herkes için adaletin sağlanması, hukukun üstünlüğünün uygulanmasını gerektirir. Hukuk kuralları ve süreçler, adaletin tesis edilmesinde merkezi bir rol oynar. Adaletin sağlanması, adil ve bağımsız bir yargı sistemi, tarafsız hakimler, adil yargılama süreçleri ve herkesin savunma hakkına saygı duyulmasını gerektirir. Sonuç olarak, herkes için adalet, toplumun her bireyinin eşitlik, tarafsızlık ve insan haklarına dayalı olarak adil bir şekilde muamele görmesini sağlayan bir idealdir. bu gorseli kullanmak istedim
Tumblr media
5 notes · View notes
cagdasyatirim · 2 years
Text
Bir arkadaşım, kışı ucuzundan geçirebilmek amacıyla Kosta-Rika'ya gidiyor. Neden dedim. Bana aşağıdaki mesajla döndü. Bakalım nasıl bir ülke imiş bu Kosta-Rika dedikleri...
KOSTA RİKA GERÇEĞİ🌎
Dünyada aptallıklarından ders alıp, son 10 yıldır dünyanın en mutlu ülkesi sıralamasında hep birinci veya ikinci olan ülkenin KOSTA RİKA olduğunu biliyor muydunuz?
Şöyle ki;
Önceleri sömürge iken, bağımsız olunca kendini şaşırmış. Komşularıyla ya da ülke içinde etnik ayrımcılık yüzünden bol bol savaşmış. Tam 150 yıl sonra akılları başlarına gelmiş. Ama bu arada iki darbe, kavga, kaos, komşularla ilişkilerde dengesizlik, halkta huzursuzluk, adaletsizlik, adam kayırma gibi, mutluluk endeksini düşüren ne varsa hepsini yaşamışlar. Konya ve Afyonkarahisar’ı birleştirin, o kadar yüzölçümleri. Nüfus 5 milyon. Sadece savaş ve sorunları değil, 112 de aktif yanardağları var!
Mucize değişimin ilk adımları 50 sene önce atılıyor. Demokrasi ile yönetilen bu ülkede başa gelen bir adam, “bir dakika ya, biz manyak mıyız?” sorusunu sorup, yetkilerini akıllı canlılar olduklarını ispatlamak için kullanıyor. Ne mi yapıyor?
🌿Yasama, yürütme ve yargının asla bir daha değiştirilemeyecek şekilde ayrılmasını ve öyle kalmasını sağlayan kanunlar çıkarıyor.
🌿Dışişleri Bakanlığı’nın girişine kocaman bir yazı astırıyor; ”Bu ülkede kuvvetler ayrılığı kesin bir şekilde uygulanmaktadır.”
🌿Sonra da komşularına ve bütün dünya ülkelerine bir konuşma yapıyor: “Arkadaşlar siz birbirinizi yiyin, kavga edin. Ben kapılarımı huzursuzluğa kapatıyorum, benden uzak olun. Sadece ticarette size muhatap olurum.”
🌿Akabinde bakanlarına “getirin bakalım bütçelerinizi, nerelere neler harcıyoruz” diyor.
🌿Ooo silahlı kuvvetlere ne kadar para harcıyormuşuz. Savaş yok, komşuların işine karışmak yok. O halde orduya da gerek yok, kaldırıyorum, diyor.
🌿Dediğini de yapıyor. 50 yıldır kimsenin işine karışmıyor.
🌿Bu tutumu ile de 1987’de Nobel Barış Ödülü alıyor.
🌿Daha sonra iki adam parti kuruyor. Tüzükleri mutluluk üzerine olduğu için adı da Mutluluk Partisi oluyor.
🌿Seçiliyorlar.Biri başbakan diğeri Millî Eğitim bakanı oluyor.
Mutlu olmak için ne mi yapıyorlar?
🌿Okullarda derslerin çoğu doğada yapılıyor. Çocuklar matematiği ağaç, çiçek sayarak öğreniyor. İlkokuldan mezun olabilmenin bir şartı da beş yılda dikilmesi gereken ağaç kotasını tutturmak. Finlandiya eğitim bakanı sık sık bu ülkeyi ziyaret edip feyz alıyor. Biz Finlandiya’nın başarısını biliyor fakat esin kaynağını bilmiyoruz.
🌿Yazılı ve görsel medyayı halkı aydınlatmak için kullanıyorlar.
🌿Aydınlar ücretsiz seminerler veriyor halkı aydınlatmak için.
🌿Orduyu lağvettikten sonra beş üniversite kuruyorlar, oradan gelen kaynakla.
🌿Halk doğuda, batıda ve kuzeyde başka diller konuşuyor. Üniversite mezunu her genç ise çok iyi derece İngilizce biliyor. Kimse kimsenin dilinin kaba ya da üstün olduğuyla uğraşmıyor.
🌿Doğa mutlak korunuyor. Ağaç kesmek, gecekondu, avm yapmak kesinlikle yasak.
🌿Evlenmek mi istiyorsunuz; 6 haftalık kursa gitmek zorundasınız. Geçemediniz, yine gideceksiniz.
🌿Anne-baba olmak mı istiyorsunuz, yine kurs. Çocuğunuzu içgüdülerinizle değil, bilinçli eğiteceksiniz.
🌿O kadar küçük bir ülke ki, dünyanın sadece binde 3’ü. Ama doğa ve canlı çeşitliliğinde kara parçası çok daha büyük olan ülkelerden çok daha önde. Dünyadaki bütün canlı çeşitliliğinin % 6’sı bu ülkede. 850 kuş çeşidi, 1200 orkide, 600 kelebek çeşidi vs.
🌿Gelinen noktada;
- Halkın geliri, Avrupa halklarının 1/4’ü olmasına rağmen dünyanın en mutlu ülkeleri sıralamasında son 10 yıldır 1. veya 2. oluyorlar.
- Kişi başı ortlama yaşam süresi 79.2 ile çoğu gelişmiş ülkeyi geride bırakıyorlar.
-Ordu yok, kavga yok, silâh yok.
- Halk adalete sonsuz güveniyor, kanunlar harfiyen uygulanıyor.
-Basın özgürlüğünde 2017 yılında 180 ülke içinde 6. sırada yer aldı.
-Dünyanın 2. muz üreticisi, ananas ve kahve de önemli yer tutuyor.
-O beş üniversiteden mezun gençlerin dijital ürünler tasarlayıp satarak ülke ekonomisine katkıları da tüm ekonominin % 24’ü.
🌿 50 yıl önce sordukları “biz manyak mıyız?” sorusunu “değiliz” diye cevaplamış bir halk.
🌿Öyle topraklarından petrol falan da çıkmıyor. Yeraltı kaynaklarından elde ettikleri bir enerjileri yok. Onlar da yenilenebilir enerji kullanıyorlar. Rüzgâr, güneş, su tüm enerji ihtiyacının tamamını karşılıyor. 2021’de bağımsızlıklarının 200.yılını kutlayacaklar ya muhteşem bir hedefleri var; karayolunda fosil yakıtlı araçları tamamen bitirmek.
🌿Komşuları Nikaragua, Panama iç işlerinde birbirini yiyen ülkeler. Bir tarafları da Karayip, Pasifik Okyanusu. Huzur içinde yaşayıp, saygıyla anılıyorlar. Orta Amerika’nın İsviçresi olarak anılan ülke, aslında oradan daha üstün. Çünkü İsviçre, kara para aklama, rüşvet vs. pis işler için kötülerin sığınağı olarak kullanılıyor.
Oysa ki KOSTA RİKA,”yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesiyle kuşların, çiçeklerin sığındığı bir ülke.
Selâmı bile, “PURA VIDA (saf yaşam)”.
Bilgi: İnanç Kaya
——————————————
facebook.com/cagdasyatirimhizmetleri
1 note · View note
kolej-postasi · 4 years
Text
VİRÜSTEN HOLOKOST’A NOTLAR
Tumblr media
Ölümün toplumsal hayatta oturtulduğu ‘normal’ pozisyondaki, ritüellerdeki kaymalar insanlar arasındaki ilişkide de çarpılmalara yol açıyor. . O yol ve yöntemler ortadan kalktıkça insan ve kitle davranışları da savrulmaya, ölümle başka tür bir ilişkilenme biçimi ortaya çıkmaya başlıyor.
Tecritin süresi uzadıkça psikolojik yükü de ağırlaşıyor. Arada tabii ki çok önemli farklar olmakla birlikte sanki gitgide bir nevi toplama kampı psikolojisine giriyormuşuz gibime geliyor. Kapatılma ve kısıtlılık hali, ölümün sıklaşması, etrafınızda dönüp durmasının önce tedirginlik, bir müddet sonra kanıksama yaratması… Uzatıp moralinizi bozmayayım. (Gerçi bu yazı ister istemez biraz kasvetli olacak sanırım.) Bu anda iyi bir fikir gibi görünmeyebilir ama içinden geçtiğimiz süreçte ölümle değişen kolektif ilişki biçimi beni tam da bugünlerde soykırımlar, pogromlar, özellikle de Holokost (Yahudi Soykırımı) sekansları üzerine daha fazla düşündürüyor. Ölümün toplumsal hayatta oturtulduğu ‘normal’ pozisyondaki, ritüellerdeki kaymalar insanlar arasındaki ilişkide de çarpılmalara yol açıyor; çünkü bunlar onunla baş edebilmenin, kabullenebilmenin ve rutin toplumsal hayata devam edebilmenin de bir yolu. O yol ve yöntemler ortadan kalktıkça insan ve kitle davranışları da savrulmaya, ölümle başka tür bir ilişkilenme biçimi ortaya çıkmaya başlıyor.
Nazi Almanyası bu açıdan da son derece ibretlik, bunun için de iyi bilinmesi gereken bir dönem. Adolf Eichmann’dan ‘bile daha sıradan’ insanların nasıl olup da bir histerinin, bir toplu vahşet ayininin aktif veya pasif parçaları haline gelebileceğini gözler önüne seriyor. Holokost bunun en vahim, en trajik halkası şüphesiz, ama bu histeri onunla da sınırlı değil. Nazi Almanyası’nın, Lebensraum (yaşam alanı) şiarıyla doğuya doğru yayılması, Doğu Avrupa’yı ve Rusya’yı işgali de bu histerinin bir parçası. Sıradan Almanlar, hatta işgal edilen ülkelerdeki Yahudi olmayan halkların, hepsi değil ama azımsanmayacak bir kesimi bu histerinin gönüllü katılımcısı oldular.
Biz bugün yaşayanlar olarak bu halleri kendimizden ebediyen uzak göremeyiz, görmemeliyiz. Kendimizi hiçbir zaman böyle bir histerinin, zincirlerinden boşanmış vahşetin parçası olmayacak gibi görmemeli; “Onlar insanlar kötüydü, biz iyiyiz” diye düşünmemeliyiz. ‘Normal zamanlarda’ o insanların bizden daha kötü olduğuna inanmamız için bir neden yok. Soykırımlar, pogromlar, işgaller –ve evet, virüs salgınları– sırasında yaşananların bireysel iyilik ve kötülüğün çok ötesinde durumlar olduğunu idrak etmek çok önemli. Asıl mevzu, böyle siyasi dalgalara, kolektif bilinç kaybına dirençli toplumlar ve siyasi sistemler yaratabilmektir. Kanımca, bunun önemli gereklerinden biri de ister kendi toplumumuzda, ister başka toplumlarda yaşanmış olsun, kimi günler, kimi yıllar sürmüş bu vahşet epizotlarını bilmek, unutmamak ve üzerine düşünmek, “Ben olsam ne yapardım?” sorusunu sormaktır.
Bu ‘histeri’ dediğime, zihnin tahayyül etmekte zorlandığı, tahayyül ederken insanın gözlerinin karardığı ama ayniyle vaki bir örnek vereyim. Nazilerin Litvanya’ya girmesinden hemen sonr,a 27 Haziran 1941’de Kaunas’ta yaşanan, kayıtlara Lietūkis Garajı Katliamı olarak geçen bir olay bu. Şehrin Yahudilerinden elli-altmış kişiyi adı geçen garajın avlusunda topluyorlar ve sopa ve küreklerle vura vura katlediyorlar. Olayın kendisi yeterince korkunç değilmiş gibi, tanık ifadelerine göre yüzlerce kişinin de, kimi gülerek, eğlenerek bu katliamı seyrettiğini öğrenmek, insanı daha da ürpertiyor. Bu sahneyi ‘kaçırmamaları’ için çocuklarını omuzlarına alan babalar oluyor. Üstelik bunu yapanlar hepimizin kolayca ‘hasta’, ‘sapık ruhlu’ olarak niteleyeceği Naziler değil; belki de o güne kadar katlettikleri Yahudilerin komşusu, müşterisi, hastası, öğretmeni, öğrencisi olmuş Litvanyalılar. “Bir toplum nasıl bu noktaya gelir?” ve kendine kondurmazlık etmeden, “Ben o seyircilerden hatta katillerden biri olabilir miydim?” diye, herkes düşünmeli. “Neden olmazdım?” sorusuna, herkesten önce kendini ikna eden ama “Çünkü ben iyi bir insanım”ın ötesinde bir cevap verebilmeli. 
Litvanya size çok uzak geliyorsa 6-7 Eylül fotoğraflarına bakın. Büyük bir iştah ve zevkle dükkânları, evleri yağmalayanlardan biri siz olabilir miydiniz? Ya da belki, babanız, dedeniz… Belki o fotoğraflardaki iyi giyimli kadınlardan biri anneniz, teyzenizdir. Dedeniz sizden daha kötü bir insan mıydı? Ya da yollara sürülen Ermenilerin komşularını düşünün. Çoluk çocuk, yaşlı, hasta, koyun sürüsü gibi yollara sürülürken arkalarından nasıl baktılar, bakmakla yetindiler mi, geride kalan mallarını, hatta çocuklarını nasıl paylaştılar? Bu da çok uzak geliyorsa, daha kırk sene evvel olan Maraş Katliamı’nın fotoğraflarına bakın. Örnek o kadar çok ki.
Hiçbir kötülüğün geçmişte kaldığından emin olamayız, her zaman tekrarlanabilir. Bunlardan kaçınmanın yolu, ister dinî, ister etnik, ister ırki, ister siyasi, ister göçmen olsun, herhangi bir grubu toptan, kategorik olarak kötüleyen, hedef alan, şeytanlaştıran siyasi söylem ve eğilimlere karşı cephe almaktır. Bunu da birey olarak değil, bir araya gelerek, dayanışarak yapmak sonuç verir. Bir gün kendinizi bir katliamın seyircisi ya da daha kötüsü faili olarak görmek istemiyorsanız, yaşadığınız toplumda ırkçı, ayrımcı grupların ve siyasetin yükselmesine bugünden karşı çıkmalısınız. Yarın çok geç olabilir.
NİSAN 17, 2020 | AGOS*
OHANNES KILIÇDAĞI |  VİRÜSTEN HOLOKOST’A NOTLAR
Tumblr media
0 notes
tahtapod · 6 years
Link
0 notes
seslimeram · 3 years
Text
Yıkımın Meramı
Tumblr media
Şüphesiz, eksiksiz bir dip yıkım halini arşınlıyor memleket. İsmi memleket kalanın günce içinde var ettiği dipsiz, bucaksız bir cerahate rehin, her günü bir öncesinden ağır yıkımları barındıran bir sahnede, dip bulunamıyor. Bir dip kesintisiz belirlenemiyor, şudur artık hiç denilemiyor. Hayat biçare konulan bir mesel haline dönüştürülürken var edilen bahis artık tam anlamıyla hayat isteminin tırpanlanmasını barındırıyor. Hayata vurulan ketler hemen her gün başka bir eksiltmeyi beraberinde çıkarta geliyor artık. Biteviye bir yıkım döngüsü içine rehin, hayatın alt üst olunduğu bir yerde mevzu mesel hep bir biçimde çürümeye hiç kesintisiz çıkıyor artık. Bir dip bir son bırakılmıyor hiçbir zaman varılamıyor artık.
Ezber edilmiş argümanlar, yolda yeniden düzülen büyük cümleler hep hamaset ama çokça zehirli tahayyüller ve beraberinde her şey ile birlikte bir memleket bahsi geriye konulmaz. Eskisi ya da yenisi diye ayrıştırılan oysa düpedüz ülke titrinin ta kendisi, mana / meram iş bu sathı mahalde geriye konulmaz. Muktedirin çizdiği hatlar o gayya kuyusunu enikonu bariz bir biçimde derinleştiriyor. Muktedirin ülküsü bir yıkım toplamını göstere geliyor. Devlet, yurttaş olgusunun çürümeye terk edildiği düzenin bekası dışında konunun hemen hiç açılmadığı hayatın konuşulmadığı o yer bugün yeni diye sunuluyor. Her türden afaki bir biçimde pejmürdelik artık bu sahnenin yegane ayrılmazı kılınıyor. Yaşama düşürülen devletli gölgesinin ne haddi ne hududu bırakılıyor. Bir cerahat halinin içinde hiç bitmez bir dibe batış güncel kılınıyor. Yaşam pratikleri zehirlenirken yıkım / yıldırı / yok etme hep birlikte süreğen kılınıyor. Bedene yönelik kastın siyaseti, kesintisiz bir habis afaki bir fasit döngünün her türden karanlık sarmal bugün yeniden biçimlendiriliyor.
Yeni ülke şablonunun lafta peynir gemisi yürütmek olduğu bir kere daha acı bir biçimde her gün deneyimleniyor. Cerahat artık öylesine kesintisiz bir biçimde var ediliyor ki tüm o yıkım / yıldırı ve yok etme pratikleri bir türlü konuşulamıyor. Yirmi dört saatlik yahut da anlık seslenişler haricinde hiçbir yaraya vakıf olunabilmesi mümkün kılınmıyor. Hiç ama hiçbir biçimde oluşturulan cerahat, kalıcılığı sağlama alınmış yok etme kültürü hali ve istemine bir dur var edilemiyor. Müştereklerimiz yağmalanırken her şey çok öyle ya da böyle değil normalmiş gibi davranılıyor. Eksiltmeler yıkımların zemin yoklamalarında bu sahanın her gününde denenerek keşfediliyor. Baş efendi ve sultasının cerahatle birlikte imal ettiği bir ülke diye başımıza kakaladığı şeyin yekpare bir çukurun ta kendisi olduğu hiç ama ve fakat şerhlerine hacet kalmadan kendiliğinden ortaya seriliyor. Yıkım, yıldırı ve ol yok etme sistematiğinin etkin kılındığı bir yer ülke vasfını çoktan zayi etmiştir zaten açık ve net.
Mezopotamya Ajansından Berivan Altan ve Hakan Yalçın'ın haberidir: “Konya'nın Meram ilçesinde katledilen Dedeoğulları ailesi yakınlarının katliam günü polis tarafından darp edildiği ortaya çıktı. Katliamı duyan Dedeoğulları'nın yakını Rıfatoğlu ailesi, katliamın yaşandığı eve gitmek isterken polislerce darp edildi. Birçok kişi coplandıktan sonra kelepçelendi. Rıfatoğlu ailesinden çok sayıda kişi vücudunun çeşitli yerlerinden yaralandı. Polisin darp izleri hala duruyor.
Katliam akşamı polis tarafından darp edilen ve vücudunda hala izleri bulunan Harun Rıfatoğlu, amcalarının katledilmesi ardından içeri girmek istediklerini ancak polisin izin vermediğini kaydetti. Rıfatoğlu, “Katledilenler amcam ve teyzemdir. Komşumuz bize eve baskın düzenlendiğini söyledi. Evin etrafını polisler çevirmişti. Ben amcam ve teyzemi görmek istedim. İki copla vurdular, yere düştüm, kalktım. 'Kim vurdu' diyerek tepki gösterdiğimde 10-15 kişi üzerime çullandı” dedi.
Olay gecesi aldığı darplardan kaynaklı bir gece Konya Büyükşehir Hastanesi’nde iç kanama olma riski nedeniyle müşahede altında kaldığını dile getiren Rıfatoğlu, darp raporu aldıktan sonra avukatıyla birlikte şikayette bulunacağını söyledi.
“Cenazelerimiz var ama darp edilen ve kelepçe vurulan da biziz” diye isyan eden Rıfatoğlu, şöyle devam etti: “Kürt olduğumuz için 'terörist' diyorlar. 7 can gitti. Bunu yapanlara bir şey demiyorlar, çünkü Türkler. Bir kişinin hafif canını acıtsam bana 'terörist' derler. Olayın ilk günü bu ülkede adalet olmadığına inandım. 28 yaşındayım bu ülkeden hiçbir beklentim kalmadı.”
Taziyelerine dün gelen İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya da yaşadıklarını anlattıklarını dile getiren Rıfatoğlu, “4 aydır tehlikedeyiz, tehdit altındayız. Hiç kimse umursamadı. Ben anlattım, 'Sorumluluk benim' dedi. Kaç yıldır sorumluluk onda, ne yaptılar” diye sordu.
Dedeoğulları yakını Harun Rıfatoğlu, olay gecesi polislerin “Kameralara izin vermeyin, gelsin bunları bir güzel dövelim” şeklinde sözler sarf ettiğini kaydetti. Rıfatoğlu, tek taleplerinin faillerin yakalanması olduğunun altını çizdi.
Katledilen Yaşar Dedeoğulları’nın yeğenlerinden biri de polisin ellerine ve kafasına coplarla vurduğunu anlattı. İsmini vermek istemeyen bir kişi, şiddete uğradığını ve polis aracına konulduğunu kaydetti. Taziyeye gelen Konya İl Emniyet Müdürü Engin Dinç’e olayı anlattığını söyleyen bir yurttaş ise, Dinç'in “Onlar adına sizden özür diliyoruz” dediğini aktardı.
Ailenin bir yakını da dün gece İçişleri Bakanı Süleyman Soylu geldiğinde kendilerine Genel Bilgi Taraması (GBT) yapılmak istendiğini, tepki göstermeleri üzerine yapılmadığını dile getirdi.
Polislerin katliam yerinde görüntü alan kişilerin telefonlarına el koyduğu ve görüntüleri sildiği iddia edildi.”
Bir dip bırakılmıyor. Konya’nın Meram ilçesinde bağıra çağıra gelen ayrımcı, ırkçı, nefret cinayetinin soruşturması daha şimdiden muğlak bırakılırken yaslı insanlara saldırma cüret ve istemini savunan bir devletli portresi karşımıza çıkıyor. Her defasında ortaya serildiği gibi yine yeniden Kürd halkının yalnızlaştırılması, bütün acıları kendi sınırları içerisinde hiç ama hiçbir biçimde ses etmeden yaşaması / kabullenmesi vazedilir. İnsanların acılarını bir kenarda tutarken, hesap verin diye sormasının akıbeti darp / tehditle birlikte çıka gelen bir yer ülke midir? Acılarını yaşayıp, neden diye sorgulamalarının önünün alınmaya öyle ya da böyle çalışıldığı bir zeminin insan hakları nerededir, ne haldedir? Katilin portesinin dahi buzlanarak paylaştırıldığı ana akım medyanın en tiksindirici oyunlarla bir cinayetler silsilesini örtbas etmeye çalışan muktedire yamandığı yerde, bu çürümenin bir dibi sahiden ama sahiden de bir bucağı var mıdır, olur mu? Kim verecektir Dedeoğulları’nın hayatlarının gasp edilmesinin akıbetini, nerede, ne şekilde, sahiden ne zaman?
Sonradan gelen not: Olaylarla bağlantılı on kişi tutuklanır. Katil zanlısı Mehmet Altun, bu yazıyı yayınladığımız gün yakalanır. Adalet önünde hesap vermelerinin sağlanması en kalıcı, en büyük tahayyüldür.
Yeni Yaşam Gazetesi'nden aktaralım: Başkale ilçesinde etkili olan sağanak yağış ardından yaşanan selden etkilenen yurttaşları ziyaret eden HDP Van İl Örgütü, bölgenin acil afet bölgesi ilan edilmesi çağrısı yaptı.
Halkların Demokratik Partisi (HDP) Van İl Örgütü, Başkale ilçesine bağlı Esenyamaç (Xaşkan) Mahallesi’nde sağanak yağış nedeniyle meydana gelen selden dolayı evi ve ahırları yıkılan yurttaşları ziyaret etti. Selin yaşadığını bölgeyi 1 Ağustos Pazar günü ziyaret eden HDP’li vekiller Sezai Temelli, Muazzez Orhan Işık, HDP ile DBP il eşbaşkanları ve partiler, selden etkilenen yurttaşlarla görüştü.
HDP heyeti yurttaşlarla görüştüğü sırada tekrar sel yaşandı. Sel yaşadığında yurttaşlarla görüşen heyete yurttaşlar, çalışmanın eksik yapıldığı tekrar selin yaşandığını belirtti. Heyet, mahalledeki incelemelerden sonra sel bölgesinde açıklama yaptı.
Yaşanan sel için mahalleye geldiklerinde tekrar sel yaşandığını aktaran HDP’li vekil Muazzez Orhan, “Dünkü selden birçok ev zarar görmüştü. Yine yaşanan selde birçok ev daha zarar gördü. Kullanmaz haldeler. Burada yaptığımız gözlemde; burada yapılan kanalın yetersiz olduğu, kanalın 4, 5 yıldır temizlenmediği için akan suların taşıdığı kumlardan dolayı dolduğunu gördük. Çalışmaların yetersiz olmasından kaynaklı böylesi bir selde böylesi zararlar ortaya çıktığını gözlemledik. Halk zor durumda, sürekli yağış devam ediyor. Bundan dolayı can güvenliği tehlikesi var. Biran önce gerekli çalışmaların yapılması için çağırıda bulunuyoruz” dedi.
Yaşanan selde etkilenen yurttaşlara geçmiş olsun dileklerini ileterek sözlerine başlayan HDP’li vekil Sezai Temelli ise şunları söyledi: “Tek tesellimiz can kaybının olmaması ama zayiat çok büyük. Onlarca ev yaşanamaz halde, insanlar geceyi nasıl geçireceklerini bilemiyorlar. Fakat bu saat olmuş, etrafta bir çadır görmeniz mümkün değil. Gerçek anlamda afet bölgesine götürülmesi gereken hiçbir hizmet buraya getirilmiş değil. Ama etrafta jandarma, korucu, polis, güvenlik görevlisi var. Ama bir doğal afet durumunda insanlara yardım etmesi gereken kamu kurumlarına dair kimse yok. Kayyım gelmiş gövde gösterisi yapıyor. Zaten bir yerde kayyım var ise, orada hizmet beklemeniz abesleşir. Tamamıyla durum budur. Evet doğal afettir. Neden bu ülkede doğal afetlerin sonucu, bu kadar büyük şiddetli yıkıma yol açıyor? Bu sorunun yanıtını iktidar çıkıp vermelidir. Çünkü bu iktidar yanlış politikalar sonucunda yaptığı yanlış müteahhitlik akıllarıyla, aslında bu felaketlerin bu denli şiddetli sonuçlanmasına yol açıyor.”
Yüksekova-Van karayolu yapıldığında oluşan suyu taşıyamayacak kanalların yapımıyla bölgede selin kaçınılmaz olduğunu söyleyen Temelli şöyle devam etti: “Bu nasıl bir mühendisliktir. Bu nasıl bir akıldır. Bu bütün mühendislik fakültesinde nasıl yol yapılmaz diye okutulması gereken bir vakadır. İşte AKP zihniyeti budur. Bu felaketin sorumlusu budur. Dünyanın her yerinde doğal afet yaşanıyor. Nerede böyle yıkıcı sonuç çıkıyor? Biz görmüyoruz. Orman yangınlarında olduğu gibi, sel felaketinde de bu iktidarın beceriksizliği ama bir yandan da talan ve rant zihniyeti bir kez daha deşifre olmuştur. Biran önce bu bölgenin afet bölgesi ilan edilmesini istiyoruz. Biran önce geç kalınmaksızın bu bölgede yaşayan insanların mağduriyetinin giderilmesini istiyoruz. Bu konuda bir dakika bile geç kalmak ayrımcılıktan başka bir şey değildir. Halkımıza bir kez daha geçmiş olsun diyorum. Allah bir daha böyle felaket göstermesin diliyorum.”
Günlerdir var olan yangınların memleketi esir aldığı bir zeminde değil konuşmak mesele dahi edilmeyen Bakur Kürdistan’ındaki yıkımlardan bir başkasıdır Başkale’de meydana gelen. Manavgat, Bodrum, Fethiye, Köyceğiz, Marmaris, Dersim birbirinin peşi sıra tüm o beldeleri / ilçeleri kapsayan kırımlar. Başkale’de meydana gelen de daha öncesinde Rize ve yöresinde görülenlerin bir benzeridir. Bütünüyle her şeyden haberdar olduğunu zikrederken helak olan bir muktedirin yaşama kuruş değer vermediğini göstere gelen bir yansı karşımıza çıkartılır. İnsanlar acılarıyla bir başlarına, çaresizliğin tam da ortasına terk edilirler. Talan, yıkım ve rant zihniyetinin, yok etme kültürünün beraberinde taşıdığı eşik, neoliberal ülkenin yenisinde de aynı gaz devam ettiği vurdumduymazlıkla hayatlar tırpana vurulur. Çamurların altında kalakalan insanların suretleri ikinci defadır vuku bulan yıkımın / doğanın isyanının / insanlara bıraktığı yaraları dahi çözümlemeyen ülkede bir dip bahsi kalır mı? Çukurun tam ortasındayken?
Şüphesiz, eksiksiz bir dip yıkım halini arşınlıyor memleket. İsmi memleket kalanın güncelliği içinde var ettiği dipsiz bir cerahate rehin, her günü bir öncesinden ağır yıkımları barındıran bir sahnede, artık dip bulunamıyor. Bir dip kesintisiz belirlenemiyor, şudur artık hiç denilemiyor. Hayat biçare konulan bir mesel haline dönüştürülürken var edilen bahis artık tam anlamıyla hayat isteminin yıkımını gösteriyor. Düzenin efendileri nam şahsiyetlerin dillerinden dökülüveren her cümle, kurulan her hedef alma bir biçimde bir başka yaraya dönüşüyor. O dipsizliği tescil ediyor. Karanlığı uzak öte değil buraların tek kalıcı meseli kılıyor. Görünen köy artık kılavuz istemiyor. Cürümler cürümleri, yıkım ve yekpare bir biçimde savunulan şiddet şiddeti çoğaltıyor. Umutsuz, yarınsız, birbirinin artık yüzüne bile bakmaktan imtina ettirilen, insanların aralarındaki köprülerin yıkılmaya devam olunduğu bir menzilde dip nedir ki, kalmış mıdır, gidilecek daha karanlık hala ve hala var mıdır?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2021
Görsel: Zorunlu Kaynakça BirGün Gazetesi
0 notes