#adalet mücadelesi
Explore tagged Tumblr posts
Text
Cumhuriyetçi Vatanseverler’den Anlamlı Anma: Hablemitoğlu ve Tatar Unutulmadı
Cevap Partisi kurucu Edirne İl Başkanı Barış Ateş Cumhuriyetçi Vatanseverler Partisi Edirne Kurucu İl Başkanı Av. Barış Ateş, Necip Hablemitoğlu ve Yarbay Ali Tatar’ın vefat yıldönümlerinde yayımladığı mesajla, Türk milletine ışık tutan fikir ve mücadelelerini saygıyla andı. Cumhuriyetçi Vatanseverler Partisi Edirne Kurucu İl Başkanı Av. Barış Ateş, Necip Hablemitoğlu ve Yarbay Ali Tatar’ın…
#adalet mücadelesi#av. barış ateş#Cumhuriyetçi Vatanseverler Partisi#demokrasi şehitleri#edirne#FETÖ yapılanması#hukukun üstünlüğü#kumpas mağdurları#Necip Hablemitoğlu#Türk milleti#Türk Silahlı Kuvvetleri#Türk subayı#Türk tarihçileri#vatanseverlik.#Yarbay Ali Tatar
0 notes
Text
Şanlıurfa'da Duruşma: Eski Milletvekilinin Koruma Davası
Şanlıurfa’da Duruşma Gerçekleşti Şanlıurfa’nın Suruç ilçesinde, eski AKP milletvekili İbrahim Halil Yıldız’ın korumaları ve yakınları ile Şenyaşar ailesi arasında meydana gelen ve dört kişinin hayatını kaybetmesine neden olan saldırı davasının 8. duruşması gerçekleştirildi. Duruşmaya katılan tutuklu sanıklar arasında, babası ve iki kardeşini kaybeden Fadıl Şenyaşar ile birlikte Enver Yıldız,…
#İbrahim Halil Yıldız#adalet mücadelesi#Şanlıurfa#Şenyaşar ailesi#Deva Partisi#Duruşma#Emine Şenyaşar#ev hapsi#mahkeme kararı#SEGBİS
0 notes
Text
Nureddin Yıldız: "Gazze, Boya Dökücü Oldu!"
5 minutes 7 Ekim Aksa Tufanı Harekatı’nın üzerinden tam bir yıl geçti. İşgal, katliam ve soykırım ile geçen bu bir yılda Müslümanlar, İslami kitleler, âlimler, yöneticiler, devletler ve dahası dünya halkları nasıl bir sınav verdiler. Gasıp Yahudi Varlığı “İsrail”in işgali altında olan Gazze ve Filistin’in kurtuluşu için ne yapılmalı? Sorunun nihai çözümü nedir ve bunun için ne tür adımların…
#7 Ekim Aksa Tufanı#ümmet birliği#ümmetin geleceği#Boykot#cihat#filistin#Filistin mücadelesi#Gazze#Gazze ambargosu#Hilafet#küresel adalet#Müslüman devletler#Nureddin Yıldız#siyasi çözüm#STK faaliyetleri#Yahudi varlığı#İslami çözüm önerileri#İslami dayanışma#İslami liderler#İslami mücadele#İsrail işgali
0 notes
Text
Tarumar
Bütünü gösteren yapının tarumar edildiği bir düzlemi görüyoruz hep birlikte. Asırlık olan o devlet aklının yurttaşına sunduğu, bütünlediği ya da pay ettiği şeyin cürümlerden ibaret olagelen bir yapım / çaba olduğu artık gizli saklı olmadan var ediliyor. Bütünü bildirecek olanın yerle bir edildiği bir zeminde, toz toprak arasında hakikatin örtülmesi gerçekliğine kavuşturuluyor. Engellemelerle, dönüşümsüz ve kesintisiz bir cerahat hamlesini süreğen bir halde yeniden imal ederek, soran / edeni de derdest etmenin eşiğine taşıyarak bir yer, bir menzil her şeyin kapkaranlığa esir ediliyor. Tümüyle bariz bir biçimde yaşama eylem ve ediminin hiçe yazılması var ediliyor. Erkete bekleyen yok etme şablonları, halihazırda bir biçimde kurtarıcı görülen ve devletlinin kendi bekası adına elzem bildikleri hamlelerin yekununda bütünü bildiren yapının / müşterek imecesi kurgunun tastamam rezil rüsva olunmasına şahit yazılıyoruz. Her günün bir öncesinden ağır, onu aşan bir yıkıcılığın tam da merkezi / mabedi kılınan bir yerden bildiriyoruz.
Demokrasi idesinin boş, bomboş kılındığı bir zemindeyiz. Afaki bir yönelimin doğrudan ve hiç kesintisiz asırdır var edilen bu ülkenin tek tip bir akla rehineliğinin ardışık halleri, pratikleri içinde çürüme kesintisiz kılınıyor. Cürüm, biz iktidar olacağız, hayır tabi ki de biz iktidar olacağız olmalıyız bahisleri arasında iki kutbun mücadelesine sahne kılınıyor, o aralıktan cerahatle birlikte sökün ediyor. Yurttaşın haklarının tastamam tarumar edildiği bir zeminin güncelliğine çaba sarf ediliyor. Her zaman olagelen denetim, gözetim ve illa ki tahakkümün binbir suretinin yeniden ve yeniden imaliyle dünün kurucu yöneticisi ve aklının takipçileriyle, yıllarca tohumu atılmış olagelen bir karşıt aklın / zihni düşüncenin ve en nihayetinde kurucudan farklı bir / teslimiyetçi memleket tahayyülüne sahip çıkan ol cenah arasında bir punt bulundu mu yıkım ardışık kılınıyor. İktidar kavgalarında hayatın en elzem olan müşterekleri tarumar ediliyor. Hakkaniyet, hak, hukuk ve adalet tahayyülleri için ne yer / ne geçit bırakılıyor. Yönetenin arzusu doğrultusunda bir memleket o anda ister cennet isterse cehennemin ta kendisine benzetiliyor. Tek bir olumlanabilir gün var ediliyorsa gerisi topyekun yıkımın ve kuşatmanın kılınıyor. Büyük ülke nidaları aksettirilirken ne kuyuruklardan haber veriliyor. Ne yarını muallak kılınanların çektikleri sıkıntılardan bir bahis. Ne ayrımcılığın vardığı eşikten bir kesitin farkına varılabiliyor, ne de sınırın içini nasıl tarumar edebiliyorsa sınır dışında da aynısı için çabalayan bir iktidara dur denilebiliyor. Bütünü bildiren bir insani / metazori değil sahici ve kalıcı bir müşterek yaşam idesinin kökü kazılıyor öyle ya da böyle.
Türkiye sathı mahallinin muhalefet partisi olmaya devam eden Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisinin şu var ettiği imge mesela bir şeyleri aksettirmeye kafi gelebilecektir misal. Yeni Yaşam Gazetesinden aktaralım: “Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Wan’da gerçekleştirdiği Merkez Yürütme Kurulu (MYK) toplantısının sonuç bildirgesini yayınladı. Yayınlanan bildirgede, Ortadoğu’da halkların varlığını, dilini, kimliğini ve kültürünü yok sayan savaş iktidarları ile karşı karşıya olunduğu belirtilerek, iktidarların siyasi bekaları ve çıkarları için hakları sefalette sürüklediği vurgulandı.
İsrail’in Lübnan’a dönük saldırılarına değinilen bildirgede, “İsrail Hükümeti’nin Lübnan’a dönük saldırılarında sivillerin hayatını kaybetmesi, sivil yerleşim yerlerinin pervasızca hedef haline getirilmesi, hemen akabinde İran’da siyasi suikastlara başvurulması bölgesel savaş riskini yükseltmektedir. Netanyahu Hükümeti’nin Gazze’ye dönük saldırılarında 40 bine yakın insanın hayatını kaybetmesi ve bu soykırımcı durum karşısında küresel çapta devletlerin sessizliğine/onayına karşı insani, ahlaki ve politik tutum almak tarihsel bir görev olarak önümüzde durmaktadır. Bu bağlamda Birleşmiş Milletler’i ve diğer uluslararası kuruluşları bir kez daha Netanyahu Hükümeti’nin ağır saldırılarını ve yarattığı katliamı durdurma konusunda aktif ve acil tutum almaya çağırıyoruz. Öte yandan Ortadoğu’nun yıllardır ezilen halklarından olan Kürt halkının siyasi ve idari kazanımları, hatta varlığı savaş ve şiddet politikalarıyla yok edilmek istenmektedir. Kürtlerin yaşadığı coğrafyaya her düzeyde saldırılar farklı biçimlerde sürdürülmektedir” denildi.
Ezilen iki halk Kürtler ve Filistinliler
Bildirgenin devamında şu ifadelere yer verildi:
“AKP-MHP iktidarının Federe Kürdistan bölgesine dönük işgal girişimleri ile Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’ni hedef alan saldırı ve siyasi suikastlarının yanı sıra Türkiye’de Kürtlerin demokratik siyaset hakkına, varlığına, kültürüne ve diline yönelik organize ırkçı saldırılar da yoğunluk kazanmış durumdadır. Aynı zamanda İran rejiminin, Kürt muhaliflere ve aktivistlere yönelik idam politikalarıyla da bir halkın varoluş ve siyaset hakkı yok edilmek istenmektedir. Ortadoğu’nun iki ezilen halkı Filistinliler ve Kürtlere dönük saldırılara karşı başta Türkiye olmak üzere Ortadoğu ve dünya halklarının savaşa karşı barışı örgütlemesi, ezilen halkların sesi olması, enternasyonalist mücadeleyi büyütmesi savaş ve saldırı politikalarını alaşağı edecek adımlardır.”
Saldırılara karşı asla sessiz kalmayacağız
Özellikle Türkiye’de son günlerde Kürtlerin diline, halayına, şarkılarına, kısacası kültürüne ve kimliğine yönelik geliştirilen tehlikeli saldırılar; Kürt gençlerinin Yüksekova, Van ve Ankara’da gün ortasında işkenceye uğraması; belediyelerimizin çok dilli hizmet anlayışının hedef haline getirilmesi ağır baskı dönemlerini bile geride bırakan uygulamalardır. Bu tür uygulamalar insanlık onuruyla bağdaşmayan, demokratik bir toplumda asla yeri olmayan ve kabul edilemez saldırılardır. Bu ırkçı ve Kürt düşmanı saldırılara karşı asla sessiz kalmayacağız, demokratik siyaset hakkımızı savunacağız ve her koşulda direneceğiz. Türkiye’nin temel meselelerini her zaman diyalog ve müzakere ile çözme tutumuna sahip olan bir partiyiz. Bu kez de demokratik siyaset hakkımıza ve bir halkın varoluşuna, kimliğine ve kültürüne karşı geliştirilen bu sistematik saldırılara karşı asla susmayacağız. Demokratik tepkimizi ortaya koymaktan, demokratik protesto hakkımızı kullanmaktan asla geri durmayacağız.
Dün direndik, bugün daha büyük direneceğiz
Nice fırtınadan geçtik, nice badireler atlattık, bedeller ödedik. Dün direndik, bugün daha büyük mücadele edeceğiz. Hiçbir baskı ve saldırı bizleri yıllar önce elde ettiğimiz kazanımlarımızın gerisine düşüremez. Bir halkın anadili, kültürü, şarkıları, sloganları, halayları tehdit ve şantaj konusu edilemez. Yıllardır iktidar içi kavgalarda ve egemen güçler arası hesaplaşmalarda, ülke gündemini değiştirmek için mızrağın sivri ucu hep Kürtlere ve muhaliflere ��evriliyor. Bu oyunu görüyoruz, oyuna gelmeyeceğiz. Ülkenin temel meselelerine kurucu ve yapıcı bir akılla yaklaşmaya devam edeceğiz.
Gelin, hep birlikte Kürt halkı başta olmak üzere Türkiye halklarına karşı tezgâhlanan bu kirli ve ırkçı oyunu boşa çıkaralım, ortak mücadele etrafında birleşelim, dayanışmamızı büyütelim. Anayasa Mahkemesi’nin kurumsal varlığını hedef alan, Can Atalay örneğinde de olduğu gibi kararlarını uygulatmayan, sosyal medya mecralarını hukuk dışı ve keyfi tutumlarla engelleyerek Anayasayı ve uluslararası sözleşmeleri çiğneyen, siyasi ve hukuki darbelerle iktidarını sürdüren anlayış karşısında da ortak demokratik tutumu ve mücadeleyi geliştirelim. Muhalefet belediyelerine yönelik SGK borçları adı altındaki dayatmalarla halka her türlü hizmeti engelleme ve demokratik siyaseti işlevsizleştirme girişimlerine karşı mücadeleyi büyütelim.”
Bütünüyle bir coğrafyanın kaderi diye dayatılan şartlı / koşulu yıkıcılığın karşısında dur diyebilecek iradenin nasıl imal edileceğine dair önemli bir seslenişi var eder, Dem Parti. Türkiye sathı mahallinden, Rojava’ya, Irak Kürdistan’ından, Gazze’ye, daha öncesinde o Libya ve Dağlık Karabağ’a kadar uzanan bir düzlem / hattın üstünde imal olunan hemen her türden insanlık suçunun karşısında ide olguları sorgulamak, kayıt altına almak ve sahi ama sahici bir adalet tahayyülü için mücadele / yıkımlara karşı müdahaleyi önceleyerek söz konusu olabileceği bir kere daha bildirilir. Yıkımlarla bir yarının değil, şimdiden bu günü ve sonrasının imhasının ısrarcılığına karşı durabilmek meseldir. Devrin suna geldiği tüm o hakir görme, ayrıştırma ve bitimsiz kılınan elemelere karşı insani olanın yolunun ve izinin kaybedilmemesi en büyük meseledir. Cerahatin sıkboğaz ettiği bir hayat imgesinin karşısında, yıkıcılık ve kötülüğü savunanların iktidarlarına karşı ortak bir itirazın ne kadar elzem olduğu bu yaşadığımız güncellikte bir kere daha meydandadır.
Çok kimlikliliğin üstünün çizildiği, yaşanan topraklardaki varlığın imha için yeterli görüldüğü bir zeminde / coğrafyada yaşatılan kaotik düzleme itirazı reddiye ile başlatabilir ancak insanlık. Gelip geçici, ucundan kıyısından değil sahiden eşitlikten, adalet ve hürriyetten bahis açılabilecek ise muhalefete ve memleketin en büyük ikinci kimliğine karşı yükseltilen bu şiddet sarmalının yekununa dur diyebilmek bir meseledir. Bariz bir hayat kırımının işlene geldiği, iktidarların sabık kimliklerinde yer bulunan tüm o açmazları aşabilmek için birilerini hedefe koyduğu böylesi bir zeminde ortaklığın, aklın tam da ihtiyaç duyulan akli ortaklıkların, reddiye ve koşulsuz itirazları savunabilmenin her neden elzem olduğu bir kere daha meydana çıkıyor. Asırdır sürdürüle durulan bir yönelim, tek tip bir akla rehin kılınmak istenen hayatın çok daha farklı katmanlara sahip, hemen her anlamda başka bir yönelimi / istikameti var edebilecek ihtimallerden menkul olduğunu unutmadan sözü yıkımdan geri kurtarabilecek miyiz, meselemizdir! Dayatmalar, tehditler ve bitimsiz tahakküm çemberleri ile kuşatılmaya devam olunurken bu hayat imgesi / sahnesi, zamansız değil doğrudan bir itirazı var edebilecek midir şu sahada yaşayanlar. Bütünüyle bir girdap halini alan karanlığı aşabilecek midir, mesele budur.
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: And The Convoy Keeps Going – Suleiman MANSOUR via MG+MSUM
Meramda Paylaşılan Haber
DEM Parti MYK: Her Koşulda Direneceğiz https://yeniyasamgazetesi6.com/dem-parti-myk-her-kosulda-direnecegiz/
#meram#söz hakkı#yıldırı#politika#ortadoğu#çürüme#cürüm#kokuşma#yıkıcılık#cumhuriyet#yüzüncü yıl#yol nereye!#hakikat mücadelesi#hayat akarken#demokrasi#eşitlik#adalet#hakkaniyet#hukuk#gündelik#yaşam erimi#kürd#dem parti#sarmal#siyaset#muhalif#sistematik şiddet#devlet101#kör karanlık
1 note
·
View note
Text
İçimizdeki Çocuğu Koruma Mücadelesi
Hepimizin içinde bir çocuk var. Masum, saf ve dürüst bir çocuk. O çocuk, en derin duygularımızı, en temiz düşüncelerimizi barındırır. Bir zamanlar, dünyaya gözlerimizi ilk açtığımızda, her şeyin güzel, her şeyin adil olduğunu düşünürdük. Hayat, belki de bu yüzden çok büyülüydü; çünkü henüz gerçeklerle yüzleşmemiş, dünyayı kendi saf bakış açımızla görüyorduk.
Fakat zaman geçtikçe, çevremizden duyduğumuz hikayeler, tanık olduğumuz adaletsizlikler, bazen de içinde bulunduğumuz durumlar, o saflığı gölgeliyor. Bazen insanlar, bazen de sistemler, içimizdeki çocuğu uyandıran o adalet duygusunu yok etmeye çalışır. Fakat bir şeyi unuturuz: İçimizdeki çocuk, ne olursa olsun, koruma ve korunma hakkına sahiptir.
Günümüzde, doğru olmanın, adil olmanın zorlaştığı bir dünyada yaşıyoruz. Çoğu zaman başkaları, sadece kendi çıkarlarını savunmak adına, başkalarını kötü gösterme ve adaleti çarpıtma konusunda oldukça yetenekli olabiliyor. Ama şunu unutmayalım; adil olmak ve iyi kalmak, bazen yalnızlık, bazen de kırgınlık getirebilir. Ama bir şekilde, bu yol, kendimize olan saygımızı korumamızı sağlar. Bir insan, kendi vicdanıyla barış içinde olduğunda, dünyanın ona sunduğu karmaşanın içinde bile huzuru bulabilir.
"Adil olamam, çünkü herkes buna değmiyor" diyenler olabilir. "İyi kalmaya gerek yok, insanlar buna layık değil" diyenler olabilir. Ama bir soru soralım: Adil olmak, yalnızca başkalarına değil, aynı zamanda kendimize verdiğimiz bir sözdür. Bize yaklaşımlarına göre şekil almadan, doğrularımızdan sapmadan, içimizdeki çocuğa sadık kalarak yaşamak, aslında sadece başkalarına değil, en çok kendimize olan saygıyı gösterir.
Belki bazen insanların adaletsizliklerine karşı kaybolan bir güven hissi yaşarız. Fakat, biz adil olmaktan vazgeçmediğimiz sürece, ruhumuzun derinliklerinde bir şey hep doğru kalır. O, vicdanımızın ve içimizdeki çocuğun sesidir. Ve bu ses, her ne olursa olsun, bizi doğru yolda tutar.
Bunu hatırlamak, dünyada ne kadar kaybolmuş gibi hissedersek hissedelim, yeniden bir başlangıç yapmamızı sağlar. Kendi iyiliğimize, adaletimize sahip çıkmak, başkalarının olumsuzluklarıyla kirlenmemek, her zaman bir seçimdir. Ve bu seçim, sadece içinde yaşadığımız dünyaya değil, aynı zamanda geleceğimize de ışık tutar.
İçimizdeki çocuğu korumak, sadece başkalarına değil, kendimize de adil olmaktır. Bu, belki de en büyük cesaretin göstergesidir. Ve bu cesaret, her zaman bize huzuru getirir.
#istanbul#iyiniyet#istanbuldayasam#türkiye#kıbrıs#insan#artists on tumblr#hayat#iş#writers on tumblr#instagram#içerik üretimi#içerik stratejisi#medya#sosyal medya#social media#media#günün notu#günün yazısı#blog yazısı#blog yazarı#tumblr yazarları#tumblog#newyear#happynewyear#mutluyıllar#yeniyil#yazılarım#kendine yazar#kendi kalbine yazar
3 notes
·
View notes
Text
MERHAMET YA DA İNANÇ DEĞİL, ADALET VE HAK!
Birçok kişi, insanları etkileyebilmek ve onlara anladıkları dilde seslenebilmek için hayvan haklarını savunurken dini söylemleri kullanıyor, bazı hadis ya da surelerden örnek vererek “dinde böyle bir zalimlik olmadığı” mesajını vermeye çalışıyor. Bir bakıyorsunuz, bir hayvan hakları eyleminde birisi megafonu eline alıp “Bu tasarı İslama aykırıdır!” diyor ya da “Merhamet edin!” diye bağırmaya başlıyor.
Öncelikle bu yaklaşımın hukuk devletinde ve 21. yüzyıl hayvan hakları mücadelesinde yeri yoktur. Türkiye bir din devleti değildir, anayasada laik bir hukuk devleti olduğu yazar ve temel hakları konu alan yasalar yapılırken evrensel hukuk ölçütleri gözetilir, “dine uygunluk” değil. Nasıl ki kadın hakları alanında, “Bu yasa İslama aykırıdır!” diyerek mücadele zeminini inanca oturtmak doğru bir tavır değilse, hayvan hakları için de aynısı söz konusudur.
Hem insan hakları hem de hayvan hakları, birilerinin merhametine ya da inancına göre belirlenemeyecek kadar önemlidir. Bu dünyaya gelmekle doğrudan elde edilmiş olan hakların en temeli yaşam hakkıdır. Onu bir inanca dayanarak savunmaya kalkarsanız bir başka mezhebe bağlı olanlar da sizin savunduğunuzun tersine inandıklarını söyleyebilir.
Merhamet odaklı hak mücadelesi de olmaz. Yaşadığımız dünyada insanların kendi türdeşlerine bile her türlü şiddeti uygulayabildiğini düşünürseniz insan dışı hayvanların haklarını insan merhametine terk edemezsiniz. Çünkü bir insan merhametli değilse bile hak odaklı yasalara uymak zorundadır.
Dolayısıyla yaşadığımız yüzyılda gelinen noktada sokak hayvanlarının hakları da adaletin konusudur; o nedenle belirleyici hukuktur ve bu alan yasalarla düzenlenir. Ancak buradaki açmaz, bu hakları insan hukukunun belirlemesidir.
5 notes
·
View notes
Text
🎯 Sinekler Pisliğin Etrafında Toplanır 🎯
Kötülüğü dile getirmiş olmayı iyilik adına bir direniş yerine onlara muhalefet yapıyoruz sanıyorlar.
Oysa dünyada iyilik hakim olsaydı iyiliğe karşı neden muhalefet yapalım ki!
Kötülüğe karşı muhalif olması gerekenler bu görevlerini yapmıyorlar ki!
Bugün ki tüm muhalifler birazda biz kötülük yapalım yarışı içine girmişler.
Biz onlara karşı da birlikte iyilik adına direniyoruz.
Bu tutumumuzdan dolayı kötülüğün düzeni bozulur diye hep birlikte rahatsız oluyorlar.
Kötülük farklı örgütler adı altında hep birlikte hareket ederken iyiliğin bir örgütü olmadığı ve gücü dağınık olduğu için ve bu durum kötülüğün işine geliyor ve bunu tepe tepe kullanıyorlar.
Oysa yaşamda ölümsüz duruşu bir tek iyiler gösterebilmektedir.
Yalanın, hilenin ve talanın üzerine kurulu hiçbir bina sonsuza kadar ayakta bugüne kadar duramadı güçsüz olmasına rağmen sevgi dolu iyilik adına direnişin yalnız mücadelesi karşısında kötülük bundan sonra da duramayacaktır.
Karanlığı kalabalıklar, aydınlığı her zaman yalnızlar temsil eder.
Kalabalıklar çıkarcı topluluklardır.
Hakkı, adalet ve eşitliği savunan yalnızlar çıkarcılık yerine herkesin hakkını eşit savundukları için ve insanlar iki yüzlü olmayı çok sevdikleri için şahsi çıkarlarına kendilerini sattıkları halde satmıyormuş gibi davrandıkları için yalnız direnenler maddi güçsüz ve özel menfaat sağlamadıkları için etraflarında sinek toplayamıyor kimseye ilgi çekici gelmiyorlar.
Sinekler pisliğin etrafında toplanırlar.
Kalabalık olmalarının sebebi bundandır.
Yalnızlar bataklığı kurutmayı savunurlar. Kötülüğün neferi sinekler bataklık olmazsa nerede toplanırız diye kendilerine mutlaka yeni bir sinek toplanma yeri bularak kötülüğü yaşatıyorlar.
Bu sebeple dünyada ne kadar örgütlü mücadele varsa hepsi kötülüğün örgütleridir. Bugün ki dünya düzeni her örgütün içine sızmış ve onu kendine hizmet ettirmenin bir yolunu bulmuştur.
Ülkemizde siyasi partiler neden Türk ulusunun yararına örgütlü yapılar değildir sorusunun yanıtı kendi içindedir.
12 Eylül askeri darbesinin ardından siyasi partiler yasası ile her siyasi parti bir kişiye teslim edilmiştir. Genel başkan kimse parti onundur. Bu tür yapılardan toplum yararına bir yönetim anlayışı çıkar mı? Çıkmaz. Çıkmıyor zaten. Diyelim iyi bir insan bir siyasi partinin başına geçti. Bu sürdürülebilir değildir. İnsan ölümlü bir varlıktır iyi insanın yerini doldurmak isteyen sayısızca uyanık sırada beklemektedir. Siyasi partiler aracılığıyla devlet yönetmek ve topluma hizmet anlayışı bu sebeple yara almış ve tartışma konusu olmuştur. Partisiz ve örgütsüz yönetim anlayışı her gün çok daha geçerli bir yönetim anlayışı olarak yaşamın içinde yerini alacaktır.
Bugün bunun farkına varmış olmak kötülüğün sonunun geldiğinin ilk işareti olarak görmek gerekir.
İnsanlık acı bir tecrübe ile bir bilinçlenme sürecinden geçmektedir.
Bu bilinçlenme süreci kötülük için bir tehdit olarak görülmektedir.
Bu sürecin en ilginç yanı budur.
Kötülük biter şahsi çıkarları kesilir diye endişeye kapılanların gücü kötülüğü yaşatmaya ilk kez yetmez hale gelmiştir.
Oysa herkes hakkını ve çıkarını eşit bir şekilde korursa orada huzurun yaşanabileceğini bilmiyor insanlar.
Kendini şahsi çıkara satmanın bir cinsiyeti yoktur ve yaşamın en büyük orospuluğu kendini genelin yararı aleyhine satmaktır.
Hak çalanın yasal hak çalma yetkisinin elinden alınmasına, herkesle eşit düzeye getirilmiş olmasına, kimsenin midesinin ve cebinin kimseden büyük olmaması gerektiğinin hatırlatılmasına ve herkes yararına zengin olması gereken tek yerin devlet olması gerektiği bilinci etrafında toplanılmasına DEVRİM denir.
Önder Karaçay
#önderkaraçay#mobbingbank#önder karaçay#mobbing bank#insan#atatürk#devrim#mahşer tufanı#zulüm#türk fırtınası#iyi#kötü#kalabalıklar#örgütlü kötülükler#sinekler#pislik#toplanmak#orospuluk#kendini satmak
4 notes
·
View notes
Text
İKİ YÜZLÜ BATI ( mı ? )
İRANLI AKTİVİSTLERE "nobel barış" ÖDÜLÜ (daha önce neredeydiniz iran devrimi 1979 yılında oldu. İranlı komünistler bir araya gelerek, “Tudeh (Kitleler) Partisi”ni kurdular. Tudeh Kurtuluş Konferansı 29 Eylül 1941’de Tahran’da Süleyman Muhsin İskenderî’nin liderliğinde düzenlendi. Parti “Gerici diktatörlüğe karşı özgürlükten yana tüm sınıf ve katmanların birleşik mücadelesi ” sloganını öne çıkardı. 1983’te yasa dışı ilan edilen Tudeh’in hapse atılan ve öldürülen birçok üyesi arasında deniz kuvvetleri komutanı ve çeşitli üst düzey askerî kumandanlar bulunuyordu. Siyasî tutukluların yargılanma ve idamları 1988’e kadar devam etmiştir. Bu yıllardan sonra Tudeh ve diğer solcu gruplar İran’daki varlığını yitirmiştir. Şah, koltuğunu Humeyni'ye bırakacağını bilseydi soğuk savaş yıllarındada Tudeh'e bunu yapar mıydı? ya da Afganistan'da Halk Partisi iktidarı aldığında, Afgan Kralı, zamanında ABD'nin baskısıyla açtığı medreselerde yetişen talebelerin, -TALEBAN adıyla, ülkeyi getirdiği noktayı görse! o medresleri açarmıydı? başka bir durumda Pakistanda Ziya Ülhak darbesi!? yeşil kuşağın örülmeye başladığı o yıllar... bizdeki Kenan Evren darbesi gibi.... ülkedeki "sol" un - ki kendilerinde de büyük hatalar var- durumu ortada... neyse efendim bunlar çok uzun hikayeler.... Bu Nobel Barış ödül daha önce Henry Kissinger'a da verilmişti.Siz anlayın artık.. şahsen bana verseler istemem "- ulan ben NATO NUN SOĞUK SAVAŞ artığı ideolojisine hangi hizmeti yaptımda kelebek ödüllerine dönen bu ödülü bana layık gördüler" diye düşünürüm... Neyse efendim BATININ İKİ YÜZLÜLÜĞÜNÜ TÜM ANTİ EMPERYALİST KEMALİSTLER - ATATÜRKÇÜLER BİLİR YA DA BİLMEK ZORUNDADIR (tıpkı, hedef gösterilen batıdan kastın batı hayranlığı olmadığını bilmesi bilmek zorunda olması gibi) ŞİMDİ ÇUVALDIZI KENDİMİZE BATIRALIM
ÖNCE BİR GAZ VERİLDİ
👉batı bizi, bütün bir asyayı, afrikayı, latin amerikayı, dünyanın lanetlilerini, hepimizi yüzyıllardır sömürendi, geri bırakandı, kültürünü unutturup kendisine yabancılaştırandı, asimile edip kendi kültürünü ve dilini zorla dayatandı. zayıflıktan kemikleri sayılan afrikalı çocukların yüzüne konan sinekti batı, ırak'ın tepesine yağan bombalardı, ruanda'da akan kandı, bosna'ya seyirci kalandı. brezilya favelalarındaki sefaletin adıydı, vietnamlı çocuğu yakan napalm bombasıydı, filistinli çocukların bitmeyen gözyaşlarıydı. daha yüz yıl önce bizi işgal edendi batı, dünyaya adalet ve barış dağıtan imparatorluğumuzu dağıtıp üstümüzde tepinendi. bize bütün yaşattıklarının üstüne bir de utanmadan insan hakları, demokrasi filan gibi şeylerden bahsedendi, bizi maddi manevi aşağılayandı. elimizdeki her şeyi alıp bize hamburger yedirendi, tüm sefaletimizi unutturmak için bize filmlerini izletendi, bir de arsızca bu filmlerde kendisini kahraman gösterendi. daha da kötüsü, bize ezikliği öğretip kendisine özendirendi, her şeye rağmen onlar gibi olmak, onlar gibi giyinmek, onlar gibi yaşamak istememizi sağlayandı. hatta milyarların hikayesiydi aslında. onca nefretimize rağmen yine de onlara özeniyor, onların seviyesine çıkmak ve hatta geçmek istiyorduk, yüzyıllardır biriken bir öfkeyle yetişen kindar nesiller olarak onlardan intikamımızı alacağımız o adalet gününü hasretle bekliyorduk !!?? bekledikçe öfkemiz daha da bileniyor, daha da katmerleniyordu; - ulan birisi gelsede 21 sene onu seçsek oda batının aq - diyen bi kitle bile yaratıldı ... filmlerde onların mutluluğunu gördükçe, umursamazca dans ettiklerini izledikçe kinimiz gitgide mükemmelleşiyordu. dönüp kendimize baktıkça içimiz eziliyordu hep; kendi filmlerimizi beğenemiyor, kendi geri bırakılmışlığımızı sindiremiyor, kendimizi sevemiyorduk. bir şeyleri iki saatliğine olsun unutmak, oyalanmak için futbol izleyelim desek, ingiltere'den her maçta sekiz tane yiyorduk. bari burada onlar kazanmasın diye brezilya'yı, arjantin'i tutuyorduk hep. ne üretim, ne teknoloji, ne savaş, ne bilim, ne sanat, ne spor, hiçbir alanda onlarla baş edemiyorduk; onlar gibi film çekemiyor, onlar gibi top oynayamıyor, onlar gibi özgürce sevişemiyor, hayattan onlar gibi tat alamıyorduk.... bizimki gibi ülkelerde islamcılıktan solculuğa, solculuktan islama geçişler neden görece daha kolay ve yaygın oluyor? şu an bu durumu kavrarsan islamcıların avrasyacı/ulusalcı kesimle birçok konuda yan yana durması da daha anlaşılır oluyor. "islamcıyken, tutunacağınız tek dal olan ahlaka sarılıyordu, her şeye rağmen onlardan daha vicdanlı, daha ahlaklıydı."kazanmak kirlidir, kaybedelim insan kalırız." varsın dünya onların olsundu" sosyalist devrime inaninca da intikam günü ahiretten çıkıp bu dünyaya döndü. şimdilik kazananlar onlardı, ama elbet bir gün bizim günümüz de gelecekti. tüm ezilenlerin, tüm lanetlilerin yerinden doğrulacağı, dünyaya adaletin hükmedeceği o kutlu gün elbet gelecekti" demi??
bütün bu eskatolojik kurtuluş, diriliş, yeniden doğuş teolojisinin dünyanın köşe bucağında kalan, kapitalizmin çeperinde sürünen milyarlar açısından türlü çeşit dini veya seküler formla kendisine yer bulması, islam dünyasından tut çin'e kadar bütün kıyı coğrafyalarda kök salması şaşırtıcı değil elbette. insan vicdanı, underdog olan tarafı tutuyor tabi hep, zayıf olanın, güçsüz olanın kazanmasını istiyor bir noktada. rocky gibi imkansızlıklarla mücadele edip, kendisinden iri olan rakibini yenen kahramanların hikayelerini seviyoruz en çok. birkaç yıl önce kanaat getirdim ki, bizi en çok zehirleyen şey, bizzat bu batı düşmanlığıdır sayılan zulümlerin, adaletsizliklerin hepsinin hakikat temeli var, ancak üstüne eklenmiş ve doğrudan nedensellik kurulamayacak bir ton edebiyatla birlikte, bize köstekten başka bir anlam ifade etmiyorlar artık. her şeyi basitçe açıklayıp, bütün sorunlarımızı unutup, bütün suçu kendimizden başka atacak bir sorumlu bulmamızı sağlıyor bu edebiyat; neden yerlerde süründüğümüzü bize kırıcı olmadan açıklıyor, gururumuzu yerden toplamamıza ve başımızı dik tuttuğumuzu sanmamıza imkan tanıyor. kapitalizm dünyaya hakim olmadan önce de hiçbir coğrafyada ne adalet, ne barış, ne özgürlük, ne üretim, ne de refah vardı. .ÇÜNKÜ HERYERDE HAKİM OLAN YİNE İNSANDI.İNSAN DEĞİŞİRMİ? daha da ötesi, bu kavramların içeriğini bile büyük ölçüde batı doldurdu aslında. daha önce eşitlik ve kardeşlikle el ele tutuşup dans ederek yaşamıyorduk, birileri gelip mutluluğumuzu elimizden almadı, saksımızı kırıp soğanımızı çalmadı. bilakis, ortada hiç özlem duyulacak bir geçmiş yoktu. köleliği gayet içselleştirmiş, kadını insan saymadan, muazzam bir cehalet içinde hurafelerle yaşayıp gidiyorduk. bunları kabul etmek zor geliyor evet, afrika'da pek çok yerde kölelikten tut insan kurban etme adetinin, yamyamlıktan tut türlü çeşit saçma sapan büyü ve hurafe ile işlenen vahşetlerin büyük ölçüde batı dominasyonundan sonra ortadan kalktığını öğrenmek istemiyoruz. bizdeki köleliğin de ingiliz baskısıyla ortadan kalktığını kabullenmek incitici bir duygu. bütün bu eziyet dolu batı sömürge tarihinin ilginç çelişkileri üzerine kafa yormaktansa, kendimizi sürekli mağdur hissetmeyi tercih ediyoruz. hukukun üstünlüğü, kuvvetler ayrılığı,yargı bağımsızlığı,ifade ve basın özgürlüğü, idarenin şeffaflığı, rüşvet ve yolsuzluğun önlenmesi, kamu ihale sisteminin şeffaflığı,vb. insanın özgürlük ve refah standartlarını belirleyen her ne varsa sadece batıda mi var? yoksa SEN HALK OLARAK ELİNDEKİ GÜCÜN FARKINDA DEĞİLMİSİN? rekabet hukukundan tut kişisel veri hukukuna kadar her şeyi hala batıdan ithal ediyoruz, onlardan öğreniyoruz, yarım yamalak uygulamaya çalışıyoruz, yarım yamalak haliyle yaşamaya çalışıyoruz. ifade özgürlüğünden tut kadına karşı şiddetin önlenmesine kadar hemen her konuda yaptığımız bir gıdım katkımız var mı? hiç bir şeyi beğenmiyorsun peki senin insanlığın ilerlemesine katkın var mı? batı ikiyüzlü de, bizim samimiyetimiz paçalarımızdan akmıyor
4 notes
·
View notes
Photo
Başörtüsü Mücadelesi: Özgürlük ve Onur Vurgusu Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) Grup Başkanvekili Leyla Şahin Usta, başörtüsünün sadece bir giysi olmadığını, aynı zamanda kadınların inancını, kimliğini ve özgürlüğünü t https://bursahabermedya.com/basortusu-mucadelesi-ozgurluk-ve-onur-vurgusu/ #BursaHaberleri #bursahaber #bursasondakika #bursahaberleri #haberler #bursa
0 notes
Text
İzmir Karabağlar’da 'Eğitimin dünü bugünü' konuşuldu
https://pazaryerigundem.com/haber/195963/izmir-karabaglarda-egitimin-dunu-bugunu-konusuldu/
İzmir Karabağlar’da 'Eğitimin dünü bugünü' konuşuldu
İzmir Karabağlar’da yerel belediye ile Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği tarafından düzenlenen panelde, “Eğitimin Dünü, Bugünü” konuşuldu.
İZMİR (İGFA) – Karabağlar Belediyesi Muzaffer İzgü Çok Amaçlı Salon’nda gerçekleştirilen etkinlikte, aydınlanma yolunda eğitim reformlarının önemi vurgulandı.
Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği İzmir Şube Başkanı Özgün Utku’nun moderatörlüğünde yapılan panele, Eğitimci, Şair ve Yazar Hidayet Karakuş, Eğitimci Yazar Mevlüt Kaplan, Eğitim-İş İzmir 1 No’lu Şube Başkanı Özgür Şen ve Eğitim-Sen İzmir 1 No’lu Şube Başkanı Nafiz Ceylan konuşmacı olarak katıldı.
Paneli, Karabağlar Belediye Başkanı Helil Kınay, CHP İzmir İl Başkan Yardımcısı Hüseyin Duyan, CHP ilçe yöneticileri, meclis üyeleri, muhtarlar, sivil toplum kuruluşu temsilcileri ve çok sayıda vatandaş izledi.
Panelin açılış konuşmasını yapan Özgün Utku, eğitimin ülkenin geleceği için önemine değindi. Utku, “Eğitim, Atatürk’ün en çok önem verdiği konuların başında geliyordu. Kurtuluş Savaşı’nın en zorlu günlerinde bile eğitim şûrasını toplayarak, asıl büyük savaşın cehaletle yapılacağını herkese göstermiştir. O gün olduğu gibi bugün de cehaletle mücadele devam ediyor” dedi. Utku, etkinliğin düzenlenmesinde emeği geçen Karabağlar Belediyesi ve Başkan Helil Kınay’a da teşekkür etti.
BAŞKAN KINAY: “EĞİTİM MÜCADELESİ YENİDEN BAŞLIYOR”
Etkinlikte konuşan Karabağlar Belediye Başkanı Helil Kınay, Köy Enstitüleri’nin kapatılmasının büyük bir hata olduğunu vurgulayarak, “Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Kurtuluş Savaşı’ndan sonra asıl mücadelenin eğitim ve aydınlanma devrimleriyle başlayacağını biliyordu. Ancak bugün, emanete tam anlamıyla sahip çıkamadığımız bir gerçek. Köy Enstitüleri’nin kapatılması bu ülkeye yapılan en büyük yanlışlardan biridir. Biz, Karabağlar gibi küçük Türkiye’de, eğitimden başlayarak demokrasi, adalet, hak ve özgürlük temellerini atmanın mücadelesini veriyoruz. Eğitimde fırsat eşitliği ve aydınlanma yolunda adımlarımızı geçmişten ders alarak atacağız” dedi.
0 notes
Text
### Hayvan Çiftliği: Siyasi Alegori ve Toplumsal Eleştiri
George Orwell’ın 1945 yılında yayımlanan "Hayvan Çiftliği", sadece bir hayvan hikayesi olmanın ötesinde, derin bir siyasi alegori ve toplumsal eleştiri sunan önemli bir eserdir. Roman, bir grup çiftlik hayvanının, insan sahiplerinden kurtulup kendi kendilerini yönetme çabalarını ve bu süreçte yaşadıkları dönüşümü anlatır. Orwell, bu eserinde totaliter rejimlerin doğasını, güç ve iktidar ilişkilerini, yanıltıcı ideolojileri ve bireylerin özgürlük mücadelesini ustalıkla işler. Bu makalede, "Hayvan Çiftliği"nin ana temaları, karakterleri ve edebi değeri ele alınacaktır.
#### Romanın Özeti
"Hayvan Çiftliği", Manor Çiftliği'nde yaşayan hayvanların, insan sahibi Bay Jones’a karşı başlattıkları bir isyanla başlar. Hayvanlar, "Hayvanizm" adı verilen bir ideoloji etrafında birleşerek, eşitlik ve özgürlük arayışına girerler. Ancak, zamanla liderlik pozisyonuna yükselen domuzlar, özellikle Napoleon ve Snowball, iktidarı ele geçirir ve hayvanların özgürlük mücadelesi, yeni bir baskı rejimine dönüşür. Romanın sonunda, hayvanlar, insanlarla olan farklarının giderek silindiğini ve özgürlük hayallerinin suya düştüğünü görürler.
#### Siyasi Alegori
"Hayvan Çiftliği", Sovyetler Birliği’nin devrim sonrası dönemi ve totaliter rejimlerin doğası üzerine bir alegoridir. Orwell, hayvanları kullanarak, insan doğasının karanlık yönlerini ve iktidarın yozlaştırıcı etkisini gözler önüne serer. Domuzlar, devrim sonrası iktidarı ele geçiren liderleri temsil ederken, diğer hayvanlar, toplumun genelini ve bireylerin iktidar karşısındaki çaresizliğini simgeler. Roman, devrimlerin başlangıçta umut verici olabileceğini, ancak iktidarın kötüye kullanılması durumunda nasıl bir baskı rejimine dönüşebileceğini gösterir.
#### Temalar
1. **Güç ve İktidar**: Romanın en belirgin temalarından biri, gücün yozlaştırıcı etkisidir. İktidar, başlangıçta hayvanların özgürlüğü için bir araç olarak görülse de, zamanla domuzların kendi çıkarları doğrultusunda hareket etmelerine neden olur. Bu durum, iktidarın nasıl kötüye kullanılabileceğini ve bireylerin bu süreçte nasıl mağdur olabileceğini gözler önüne serer.
2. **Eşitlik ve Adalet**: "Hayvan Çiftliği", eşitlik ve adalet arayışının yanıltıcı doğasını da ele alır. Hayvanlar, eşitlik vaadiyle yola çıksalar da, zamanla domuzların ayrıcalıklı bir konuma gelmesi, eşitlik ilkesinin nasıl ihlal edildiğini gösterir. Bu durum, ideolojilerin pratikte nasıl çarpıtılabileceğine dair önemli bir eleştiridir.
3. **Manipülasyon ve Propaganda**: Roman, propaganda ve manipülasyonun gücünü de vurgular. Squealer karakteri, domuzların iktidarını pekiştirmek için sürekli olarak bilgi manipülasyonu yapar. Bu, bireylerin gerçekleri sorgulama yetisini kaybetmelerine ve iktidarın baskısı altında kalmalarına neden olur.
#### Karakterler
"Hayvan Çiftliği"ndeki karakterler, farklı insan tiplerini ve toplumsal rolleri temsil eder. Napoleon, iktidarı ele geçiren ve baskıcı bir lider olan domuzu simgelerken, Snowball, devrimci idealleri temsil eden bir karakterdir. Boxer, çalışkanlık ve sadakati simgelerken, hayvanların çoğu, toplumun genelini ve bireylerin iktidar karşısındaki çaresizliğini temsil eder. Bu karakterler aracılığıyla Orwell, insan doğasının karmaşıklığını ve toplumsal dinamikleri derinlemesine işler.
#### Sonuç
George Orwell’ın "Hayvan Çiftliği", sadece bir hayvan hikayesi değil, aynı zamanda derin bir siyasi alegori ve toplumsal eleştiridir. Eser, iktidarın doğası, eşitlik arayışı ve bireylerin özgürlük mücadelesi gibi evrensel temaları işlerken, okuyuculara düşündürücü bir deneyim sunar. "Hayvan Çiftliği", günümüzde de geçerliliğini koruyan önemli bir eser olarak, totaliter rejimlerin ve güç dinamiklerinin sorgulanmasına olanak tanır. Orwell, bu romanıyla, okuyucularını düşünmeye ve sorgulamaya teşvik ederken, insan doğasının karanlık yönlerini de gözler önüne serer.
0 notes
Text
Mavi Beyaz Kırmızı Bayrak Hangi Ülkenin Bayrağıdır?
Mavi, beyaz ve kırmızı renkler, dünya çapında birçok ülkenin bayrağında yer alır. Bu renkler, genellikle özgürlük, adalet ve eşitlik gibi evrensel değerleri simgeler. Fransa, Amerika Birleşik Devletleri, Hollanda ve Lüksemburg gibi ülkeler, bu renkleri bayraklarında kullanmaktadır. Mavi, denizleri ve gökyüzünü simgelerken, beyaz barışı ve özgürlüğü, kırmızı ise cesaret ve halkın mücadelesini simgeler. Bu bayraklar genellikle devrimci geçmişleri ve bağımsızlık mücadeleleriyle özdeşleşmiştir.
Fransa Bayrağı: Devrimci Bir Tarih
Mavi Beyaz Kırmızı Bayrak Hangi Ülkenin Bayrağıdır? Fransa bayrağı, mavi, beyaz ve kırmızı renklerden oluşur ve Fransız Devrimi'nin simgesidir. Bu bayrak, 1789’daki devrimci hareketlerin ardından kabul edilmiştir. Mavi ve kırmızı renkleri, Paris’in geleneksel renkleri olup, beyaz ise monarşiyi simgeler. Bayrak, Fransız halkının özgürlük, eşitlik ve kardeşlik değerleriyle ilişkilendirilir. Bu semboller, Fransız halkının uzun süredir savunduğu devrimci ideallerin bir yansımasıdır.
Amerika Birleşik Devletleri Bayrağı
Amerika Birleşik Devletleri bayrağı, 13 kırmızı ve beyaz çizgi ile 50 yıldızdan oluşur. Bu bayrak, ülkenin özgürlük mücadelesini, devletin kurucu ilkelerini ve federal yapısını simgeler. Kırmızı, cesareti ve cesur halkı, beyaz ise saflığı ve güveni simgeler. Mavi ise birlik ve adaleti temsil eder. Amerika bayrağındaki bu renklerin birleşimi, devletin çok kültürlü yapısını ve bağımsızlık mücadelesinin devam eden etkisini gösterir.
Hollanda Bayrağı: Bağımsızlık Sembolü
Hollanda bayrağı da mavi, beyaz ve kırmızı renkleri kullanır. Bu bayrak, Hollanda'nın bağımsızlık mücadelesi ve ulusal kimliğini simgeler. Renklerin sırası, ülkenin özgürlük mücadelesi sırasında alınan zaferlerin ve halkın özgür iradesinin bir sembolüdür. Hollanda bayrağındaki renkler, halkın dirençli ve bir arada kalma gücünü ifade eder.
Lüksemburg ve Diğer Ülkeler
Lüksemburg bayrağı da benzer şekilde mavi, beyaz ve kırmızı renkleri içerir, ancak bayrağın tasarımı biraz farklıdır. Ülke, bu renkleri monarşinin gücünü ve halkın refahını temsil eden semboller olarak kullanır. Ayrıca Paraguay gibi diğer ülkeler de bayraklarında mavi, beyaz ve kırmızı renkleri kullanır. Bu renklerin her biri, halkların bağımsızlıkları ve kültürel kimlikleriyle bağlantılıdır.
Kırmızı Beyaz Mavi Bayrak: Diğer Ülkeler ve Anlamları
Dünyada kırmızı, beyaz ve mavi renkleri taşıyan bayraklar oldukça yaygındır. Bu bayraklar genellikle özgürlük, bağımsızlık ve ulusal birliği simgeler. Kırmızı, halkın fedakârlığını ve cesaretini, beyaz ise barışı ve birliği ifade eder. Mavi renk ise devletin adalet ve özgürlük gibi temel değerleriyle ilişkilendirilir. Bu bayraklar, çoğunlukla devrimci geçmişler, bağımsızlık mücadelesi ve halkların özgürlüğü ile özdeşleşir.
Devlet Bayrakları ve Kültürel Bağlantılar
Bayraklar, bir ülkenin kültürel ve tarihsel kimliğini yansıtan önemli sembollerdir. Mavi, beyaz ve kırmızı renkler, sadece belirli ülkelerde değil, tüm dünyada, özgürlük mücadelesinin ve ulusal birliğin sembolü olmuştur. Bu bayraklar, çoğunlukla halkların dirençli ve özgür iradesini ifade eden işaretlerdir. Kültürel bağlar, ülkelerin bayrakları üzerinde farklı şekillerde kendini gösterir. Örneğin, Fransa’nın devrimci geçmişi, Amerika’nın bağımsızlık mücadelesi ve Hollanda’nın özgürlük çabaları bu sembollerin arkasındaki tarihsel anlatıları zenginleştirir.
Her bayrak, o ülkenin kültürel değerlerini, tarihsel mirasını ve özgürlük mücadelesini simgeler. Trend Bayrak, Devlet Bayrakları kategorisinde, her bir bayrağı yüksek kaliteyle üreterek ulusal sembollerinin doğru bir şekilde temsil edilmesini sağlar. Bayraklar, sadece bir ülkenin bağımsızlığını değil, aynı zamanda kültürel bağlarını ve halkın birliğini de simgeler.
Trend Bayrak: Yüksek Kaliteli Bayrak Üretimi
Trend Bayrak, bayrak üretiminde yüksek kaliteyi hedefler ve her ülkenin bayrağını en doğru şekilde temsil edecek materyalleri kullanarak bayrak üretir. Mavi, beyaz ve kırmızı renkleri taşıyan bayraklar, bu kaliteli üretimle daha da anlam kazanır. Trend Bayrak, bayrakların uzun ömürlü, dayanıklı ve estetik açıdan tatmin edici olmasına özen gösterir. Hem iç hem de dış mekan kullanımına uygun bayraklar, her türlü hava koşulunda estetik görünümünü korur.
0 notes
Text
İranlı Aktivist, Rejimi Protesto İçin İntihar Etti
Kianoosh Sanjari’nin Hayatı ve Mücadelesi Kianoosh Sanjari, İran’daki insan hakları mücadelesinin önemli figürlerinden biridir. Hak savunuculuğu, özgürlük ve adalet arayışındaki kararlılığıyla tanınan Sanjari, İran rejiminin baskılarına karşı duruş sergileyen bir kişilik olarak hafızalarda yer etmiştir. Onun hikayesi, birçok insan için ilham kaynağı olmuştur. İran’daki Siyasi Tutukluluk ve İnsan…
0 notes
Text
MAHMUT KAR BBC TÜRKÇE'YE KONUŞTU
10 minutes BBC Türkçe Servisi Hizb-ut Tahrir ile ilgili detaylı bir dosya haber yaptı. Haberde, Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu Başkanı Mahmut Kar ile yapılan röportaja da yer verildi. Mahmut Kar, Türkiye’deki yasal süreç hakkında yaptığı açıklamalarda Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi’nin verdiği kararları değerlendirdi. Çalışmalarına baktığımızda Hizb-ut Tahrir’in cumhuriyeti, demokrasiyi,…
#Adalet ve Hüküm#adil dünya#Batı Eleştirisi#G20 Zirvesi#Hak-Batıl Mücadelesi#kapitalizm eleştirisi#Küresel Sorunlar#Kur’an Kıssaları#Musa Aleyhi’s-Selam#Sâmiri#sömürü düzeni#sürdürülebilir gezegen#Sosyal Adalet#Tarih ve İbret#İslâm Hilâfet Devleti#İslâm ve Kapitalizm
0 notes
Text
Müştereklerimiz
Müştereklerimiz delik deşik kılındı. Bugün ismen yeni denilen, yepyeni bir yüzyılın eşiği içerisinde geleceğine adım attığı bildirilen bir yerde müştereklerimiz tarumar ediliyor her dönemeçte, anbean. Sınırsız, arkası kestirilemeyen bir cerahat isteminin refakatinde artık her şey olması gerekenin ötesinde bir dirençle kuşatılıyor. Bütünüyle sönümlenmesi için, adına kurgudan gerçeğe taşınan her eylemle yaşam istemi çevreleniyor. Sınırlar hep biraz daha daimi bir istemle az biraz denile denile çürümenin kılınıyor. Her şey rotası, yönünü kaybederek duraksamadan bir lincin ortasına terk ediliyor. Hakkaniyet yerle bir, eşitliğin mevzusu söz konusu değil, demokrasi lafta bile ortalarda anılmayan, hürriyet zaten alenen esarete dönüştürülmüş birer mesele kılınıyor. Yıllar yılıdır süre duran eşitlenme, adaletin ta kendisine haiz bir yerin akamete uğratılması 28 Mayıs seçimlerinden hemen sonra var edilmiş yepyeni ülke koalisyonunda o sağcı / ırkçı / siyasal islami motiflerden el bularak, yön tayin eden, memlekete hiza biçenler eliyle müştereklerin talanını da mümkün kılar.
Vilnius’ta Nato toplantısı sırasında, demokrasinin beşiği, hukukun var edildiği bir ülkeye dair sözler sarf eden baş efendinin tarifesinin her neye tekabül ettiği az çok eylediklerinin kıyısında kendiliğinden görünür kılınır. Müşterek kırımının her nasıl var edildiğinin de en köşe başlarını görmek o demokrasi bahsini açmaktan ne kadar da uzaklarda olunduğunun da ifşasıdır, sahiden sorgulayana. Demokrasi ve özgürlükten bahis açılacaksa şayet onun da tek sahibi baş efendi olduğunu göstere gelir, tek bir soru. “Görüyorum ki birinci derecede Türkiye’yi tanımıyorsun, Türkiye’nin demokrasi hak ve özgürlükler konusunda bir sıkıntısı yok. Dünyada yüzde 90’a yakın katılımla seçim yapıldığı kaç ülke var, bizim son seçim yüzde 88 ile yapıldı ve ben oradan seçildim. Hak ve özgürlükler konusunda eksik olan hiçbir şey yok.” Fazla uzaklardan değil, daha Şubat ayında yayınlanmış olan Demokrasi Endeksi raporunda Türkiye ile ilgili maddenin bir kısmı zaten bütünü tekzibe yeterlidir, aktaralım: “Türkiye, Demokrasi Endeksi'nde 2022 yılında 167 ülke arasında 103'üncü sırada yer aldı. 10 puan üzerinden yapılan değerlendirmede Norveç, 9,81ile listenin zirvesinde bulunuyor. Yunanistan ise "en kayda değer genel iyileşmeyi" gerçekleştirdi.
Türkiye'de "demokrasinin ciddi şekilde sınırlandığı" belirtilen raporda "Seçimler genellikle özgür ve adil değil, medya sansüre tabi, hukukun üstünlüğü zayıf ve yolsuzluk yaygın." şeklinde değerlendirme yapılıyor.
'Otoriter rejim' kategorisinin 6 basamak üzerinde yer alan Türkiye'nin ortalama puanı 2012'deki 5,76 seviyesinden 2022'de 1,41 puan düşerek 4,35'e geriledi.
Raporda "Bu düşüş eğilimi cumhurbaşkanının giderek artan otokratik yönetimini yansıtmaktadır." deniliyor.” Bütünüyle pervasız bir biçimde yaşam isteminin ta kendisi hedef kılınıyor. Cerahat eksik kılınmaz her güne sabit olunurken, demokrasi edimi ve tüm anlamlarıyla yaşamdaki pratiklerinin köküne kibrit suyu dökülür. Bütün bunlar aynı anda hep eş zamanlı olarak var edilir. Yönetim katının yönelimi duraksamadan bir biçimde her türlü hür iradenin önünü almak olduğu hemen her eyleminde topluca müştereklerimiz söz konusu olduğunda eylediklerinden bariz kılınır. Bir cerahat sarmalına rehin edilmiş olagelen her şeyle, hep şablon ezber edilmiş eylemsellikle birlikte o nüktedan değil de sahiden de can yakıcı demokrasinin kırımı kesintisizleştirilir. Bir ülkedeki hayat hakkını, yaşamda var olma istemini, sözünü savunabilme hürriyetini, oyuna sahip çıkıp yönetimde baskı unsuru, otoriterliğe geçit vermeme hakkını sorgusuz sualsiz yerle yeksan eder ol baş efendi ve şürekası. Bu muydu yeni ülke, bunlarla mı yeni yüzyıl, şahlanış vesaire.
Artı Gerçek’ten aktaralım: “Diyarbakır'ın Lice ilçesinin Türeli kırsal mahallesine bağlı Kalkanlı mezrasında çobanlık yapan Yalavuz ailesinden dört kişi askerlerin işkencesine maruz kaldı. 3 Haziran'da yaşandığı belirtilen olay, "Uzman Çavuş Komutan Berk" adlı TikTok kullanıcısının görüntüleri sosyal medyada "intikam" ifadesiyle paylaşmasıyla ortaya çıktı.
Görüntülerde, üç kişinin ters kelepçe takılarak yere yatırıldıkları, bir kişinin ise oturmuş bir vaziyette bir askerle konuştuğu görülüyor. Yine operasyona çıkan birçok askerin de ters kelepçeli yerde uzanan kişilerin başında beklediği görüntülere yansıdı. Yere yatırılan bir kişinin “Ekmek için yatıyorum burada” dediği ve görüntü çeken askerin ise, “Allah sizi var ya…” ifadelerini kullandığı duyuluyor.
Asker İşkencesini Anlattı
Görüntülerde yer alan ve ters kelepçeli bir şekilde yere uzatılan Hanifi Yalavuz, yaşananları anlattı. Yalavuz, "Olay 3 Haziran’da yaşandı, gece hayvanların yanındaydık. 4 kişiydik. Ben ve kardeşim, amcam ve oğlu. Saat 03.20 idi, çatışma çıktı, çatışamadan sonra bizi yakaladılar ve suçladılar. ‘Sizsiniz bize sıkanlar’ dediler. Sonra yere yatırdılar, ters kelepçe yaparak işkence ettiler, hakaret ettiler. Başımıza tekmelerle vurdular" dedi.
'Çağırıp Özür Dilediler'
Şiddet gördükten sonra mahalle karakolunda ifade verdiklerini aktaran Yalavuz, şunları söyledi:
"Sabah 05.00 gibi karakoldan bırakıp, köye gönderdiler. ‘Gidin orada askerler sizi bekliyorlar’ dediler. Gittik ifade verdik bıraktılar. Ertesi gün de beni karakola çağırdılar. Bana, ‘Onlar adına özür diliyorum, bilmiyorduk. Size işkence ve hakaret etmişler, onlara gereken cezayı uygulayacağız’ dediler. Sonra beni saldılar. O görüntüde konuşan bendim, daha çok konuşmuştum, konuşmamı kesmişler. Para kazanmak için gece gündüz orada çalıştığımı söyledim. Ekmeğimiz için hayvanların yanındayız. Gece gündüz bir buçuk aya yakındır oradayız."
Müştereğin yağmalanmasına net bir örnektir işte Lice’de yaşatılan tehdit / sanal agoraya saçılan linç. Bütünüyle yaşamın normunu alt üst etmek söz konusudur. Bir de Bakur Kürdistan’ı gerçekliğini ilave ettiğimizde o cerahatli hal daha da büyük istem / şevkle aleni bir biçimde yaşama müdahaleyi kendisine hak görür. Kötülüğün en üstteki sureti temsil eliyle olağan addedilmesi sonrasında yaratılan her eylem daha beterlerini görünür kıldı. Bakur Kürdistan’ı cenahında, 2015 kent ablukaları güncesinde ortaya çıkan imgeyi, Türk’ün Gücünü gösterme hevesi bir kere daha bir yaşama müdahale etmeyi olağan addeder. Bunu uygulamaktan çekinmez. Sosyal medyada kendi namı ile paylaşabilmeyi var eder. Kürd anlattığında yalan, dolan, inkar edilenlerin Türk’ün vizöründe kendi kendiliğinden kanıtlanması dışında ortada bir hak gasbı vardır. Yaşama müdahale, hemen her yurttaşı terörist ilan edebilme cüreti. Dahası kötülüğü bir norma dönüştürüp, her -x- için kullanıla gelen terörist, hain, mihrak yakıştırmasının, lince davetin bir kere daha ama son kez değil karşılık bulması mesele değil midir sahiden?
Devam edelim Mezopotamya Ajansından : “Riha’nın Wêranşar ilçesinde Dicle Elektrik Dağıtım Anonim Şirketi’nin (DEDAŞ) uyguladığı elektrik kesintilerini protesto eden en az 20 çiftçi askerler tarafından darp edilerek gözaltına alındı. Elektriklerin kesik olmasından kaynaklı ekinlerini sulayamayan çiftçiler Riha - Mêrdîn kara yolunu taşlar ile trafiğe kapattı. Kapanan yol nedeniyle uzun araç kuyruğu oluştu.
Olay yerine gelen asker, çiftçilere saldırdı. Askerlerin saldırısını telefon ile kayıt altına alan yurttaşların da içinde yer aldığı en az 20 çiftçi gözaltına alındı. Gözaltı işlemlerinden sonra çiftçilerin yol kenarında kalan traktörlerine de el konuldu. Askerlerin müdahalesi sonucu yolun kenarında bulunan tarlalarda yer alan anızla alev aldı.
Çiftçiler Eylemde
Aynı saatlerde çiftçiler kenttin bir diğer noktası olan Wêranşar-Sêwereg arasında yer alan Karakeçi Karayolunu trafiğe kapatarak DEDAŞ’ı protesto etti. Ellerinde dövizler ve sloganlarla DEDAŞ'ı protesto eden çiftçiler, elektrik kesintilerinin son bulmasını ve sorunların çözülmesini istedi. Bir süre yolu taşlar ile trafiğe kapatan çiftçiler, sorunların çözülmemesi durumunda eylemlerine devam edeceklerini belirterek yolu tekrardan trafiğe açtı.”
Bütünüyle müdahaleden kastın her neye tekabül ettiği nasıl bir ülkeye dönüşüldüğünü tek bir kerede anlatan nice haber eklenebilir. Riha’dan çıkagelen şiddetin artık gündelik bir hal, bir itiraz karşısında dahi kullanılmasındaki cürettir. Devlet erkanının, kurumlarının birer birer hiç addettiği seçilmişler yerine kayyımların idaresi altına terk edilmiş yönetim anlayışlarının, içleri çoktan söğüşlenmiş kurumların aralıksız zulme devam ettikleri bir zeminin inşasında kaçıncı etaptır mesela elektrik kesintilerine itiraza gözaltı ile yanıt vermek. Tümüyle, doğrudan bir hayat istemi, oradaki eksiklikleri sormak, akabinde bir sözleşme ile temin edilen elektrik gibi ulaşılması problem olmaması gereken ama bizler gibi üçüncü dünya ülkelerinde marsa seyahat kıvamına dönüştürülmüş olagelen ticaretin hangi boyutu düzeltilecektir her nasıl? Hiçbir surette yaraları onarmayı düşünmeyen bizatihi onları yerle bir etmeyi, çözümsüz kılmayı amaç edinen bir coğrafyada hayatın hakkı ne olur, olacaktır, olmuştur, düşündünüz mü?
Bianet’ten aktaralım: “Anayasa Mahkemesi'nin Cumartesi Anneleri/İnsanlarının eyleminin yasaklanmasına ilişkin verdiği "ihlal kararı"na rağmen polis yine açıklamaya müdahale etti.
Eylemlerinin 955. haftasında karanfillerle İstiklal Caddesi'ne çıkan Cumartesi Anneler/İnsanları, meydandaki polis bariyerlerinin önünde ablukaya alındı. Cumartesi Anneler/İnsanları Galatasaray Meydanı'na erişemeden, Meşrutiyet Caddesi girişinde engellenerek gözaltına alındı.
Öte yandan PİRHA muhabiri de (Dilan Şimşek) kelepçelenerek gözaltına alındı.
Gözaltına alınan arasında Hanife Yıldız, İrfan Bilgin, Mikail Kırbayır, Besna Tosun, Ali Tosun, Hasan Karakoç, Gülseren Yoleri, İsmail Yücel, Davut Arslan, Cihan Kaplan, Cüneyt Yılmaz, Maside Ocak, Leman Yurtsever, Hatice Onaran ve Dilan Şimşek'in de olduğu kayıp yakınları ve insan hakları savunucuları akşam saatlerinde serbest bırakıldı.
Gözaltılara ilişkin Cumartesi Anneleri/İnsanları "Sesimiz insanın zulme, zorbalığa karşı itirazıdır, susmayacağız," dedi.
Ne olmuştu?
İstanbul Beyoğlu Kaymakamlığı 25 Ağustos 2018'de yapılan Cumartesi Anneleri'nin 700. buluşmasını 'herhangi bir bildirimde bulunulmadığı' gerekçesiyle yasakladı.
Galatasaray Meydanı'nda toplanan Cumartesi Anneleri'ne saldıran polis 23 kişiyi gözaltına aldı. Ardından 46 kişiye "Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet" suçlamasıyla dava açıldı.
1995'te gözaltında kaybedilen Hasan Ocak'ın ablası Maside Ocak, darp edilerek gözaltına alınanlar arasındaydı. 82 yaşındaki annesi Emine Ocak da polis şiddetine maruz kaldı.
Maside Ocak, kolluk görevlileri ve amiri hakkında suç duyurusunda bulundu. Ancak Başsavcılık 'soruşturmaya yer olmadığına' karar vermesi üzerine başvurduğu İstanbul Sulh Ceza Hakimliği de itirazı kesin olarak reddedince Ocak dosyayı AYM'ye taşıdı.
Yüksek mahkeme, şubat ayında verdiği kararda Anayasa'nın 34. maddesinde düzenlenen "toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal" edildiğine hükmetti.
Maside Ocak'a 13 bin 500 TL manevi tazminat ödenmesine karar verdi.”
Üç aydan uzunca bir süredir işkence İstanbul Galatasaray Meydanında, ona çıkan hemen tüm sokaklarda var edilir. 2018 yılındaki 700. hafta buluşması sonrasında çıka gelen her hafta bir kere daha sessizce yaralarının akıbetini sual eden insanlara zulüm reva görülür. Kaybedenlerin, kamu önünde ifşası, kayıp edilenlerin muamma konulan akıbetlerine dair belki bir bilgi kırıntısı, bir iz bulunabilir umuduyla yola çıkılan bir direniş hattını, sorguyu alt edebilmek için insanın aklının almayacağı zorbalıklar var edilir. Köşe bucak insanların etrafı kuşatılır. Meydana çıkan yollar kapatılır. Galatasaray Meydanının karakteristik hali olagelen kırmızı karanfillerin oradaki varlığı suç ilan edilir. Cumartesi anneleri, insanları eliyle kotarılmış olan itiraz hakkının yeni ülkede geçersiz kılındığı ima olunur. Temel bir hak olagelen adalet talebi hiç edilir. İnsan Hakları Derneğinin başkanı da dahil üyeleri, gerektiğinde avukat, gerektiğinde gazeteci, gerektiğinde sıradan bu tabloya itirazını sunmak isteyen herhangi bir insan / sıradan öylece insan gözaltına alınır, saatlerce. Hiç bitimsiz bir bekleme, sorgulama sürecini hayatlarının her anında var etmiş, kayıplarına dair sessizce ama kamunun sessizliğini de bozarak bunca kuşatmaya rağmen ses veren, sorgulayan insanlara reva görülenler bir müşterek krizi değilse nedir? Anayasa mahkemesi kararlarının tanınmadığı, zorbalığı halef-selef bakan değişimleri sonrasında artık bir kademe daha üste taşındığı, her haftanın işkenceyle, kelepçelenerek sonlandığı bir zeminde nedir ki adalet, kim verir ki bunca can kırığının hesabını?
Müştereklerimiz delik deşik kılındı. Her gün bir öncesini aşan nice sınavla kuşatılıyor iş bu güncellik. Tarumar eden devletli aklının suna geldiği her şey salt yıkım kılınıyor hal, behemehal. Var edilen her eşik başka bir çıkmazı bina ediyor. Bütünüyle normatif yerle yeksan edilirken, hak, hukuk, adalet tahayyülleri çöp kılınıyor. Demokrasinin lafta dahi olsa savunulmasının önü ardı muktedir eliyle kesiliyor. Sözden eyleme geçen her kimse onun karşısında zorbalığını dikte eden, var eden, dayatan bir ezici iktidar hegemonyasına koşar adım gidiyor ülke. Yirmi bir yıllık iktidar deneyiminin, bir denetim, gözetim, açık ve eksiksiz bir tahakküme imkan sağlamasının yolunda ilerlerken muktedir cürümlerinin görünürlüğüne kafayı takmıyor, bunları da sineye çekersiniz nasılsa buyuruyor. Bir yanda 15 temmuz kalkışmasına dair tutarsız yayınlar, yanıt verilemeyen sualler var edilirken her durumda demokratik ülke nidaları, bölünmeyecek bir millet imgesinden bahisler açılıyor. Gel gelelim daha cümle tamamlanmadan bir başka cürme yol açılıyor. Yaşamdaki ortaklık halinin, müşterek olanın imhasına devam olunuyor. Bunca demokrasi, bu kadar hak, hukuk denilirken zorbalık müessesi, madun siyasetin, müesses nizamına eklenmeyen insanlara reva görülüyor. Hak biliniyor, esas zulmetme bundan sonra çıka geliyor. Bir fasit döngü ki ne başı belli, ne nerede durulacağına dair tek bir emare. Müştereklerimizin, gerisin geriye artık kurtarılamayacak kadar derdest edildiği yerin her nere yenidir, neyin nesidir şahlanan ülke? Bütünüyle bütün haklar, verili / yazılı dahi bütün pratiklerin çarçur edildiği, duraksamadan lince terk edildiği bir zeminde demokrasi kenar süsüdür. Artık bu haldedir, bu mudur yeni ülke? Bir hiçliğin, hak gasbının, nedensiz değil illa bir sebebe bağlanan linçlerin, kötülüğün bitimsiz kötülüğün, adaletsizliğin çokça adaletsizliğin olduğu yerde yeni ülke necidir, ne iş görür! İlginize...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: 25 Ağustos 2018 Cumartesi Anneleri / İnsanları – Yasin AKGÜL – AFP – Tıme Of Israel
#meram#arzihal#demokrasi#müştereklerimiz#söz hakkı#demokrasiye ne oldu#hak mücadelesi#adalet#özgürlük#hürriyet#yol nereye?#başka türkiye vardır#baş amir#kötülük sarmalı#karanlık günce#siyasa#madun siyaset#yol#yordam#şiddet#kolluk şiddeti#kör karanlık#yıldırı#bakur kürdistan#adaletsizlik#cürüm#çürüme#terör#devlet nedir?#yaşamsal
0 notes
Text
Maksim Gorki’nin eserlerine ve hayatına bakış
Osmangazi Belediyesi tarafından düzenlenen ‘Maksim Gorki Romanlarında YoksulluğunSosyolojik Çözümlemesi’ etkinliği kapsamında Sosyolog Mürvet Özçelik Doğan ileTarihçi İsmail Taha Bilici, katılımcılarla birlikte sınıf mücadelesi, toplumsal adalet veyoksulluğun birey ile toplum üzerindeki etkilerini inceledi.Osmangazi Gösteri Merkezi’nde gerçekleşen programda Sosyolog Mürvet ÖzçelikDoğan, Maksim…
0 notes