#Küresel Sorunlar
Explore tagged Tumblr posts
zerihcom · 1 month ago
Text
MAHMUT KAR BBC TÜRKÇE'YE KONUŞTU
10 minutes BBC Türkçe Servisi Hizb-ut Tahrir ile ilgili detaylı bir dosya haber yaptı. Haberde, Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu Başkanı Mahmut Kar ile yapılan röportaja da yer verildi. Mahmut Kar, Türkiye’deki yasal süreç hakkında yaptığı açıklamalarda Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi’nin verdiği kararları değerlendirdi. Çalışmalarına baktığımızda Hizb-ut Tahrir’in cumhuriyeti, demokrasiyi,…
0 notes
rayhaber · 4 months ago
Text
Rıza Pehlevi'den İran-İsrail Gerginliği Üzerine Açıklamalar
Rıza Pehlevi’den İran-İsrail Gerginliğine Dair Açıklamalar İran’ın son şahı Muhammed Rıza Pehlevi’nin oğlu Rıza Pehlevi, Fox News’e verdiği mülakatta İran-İsrail gerginliğine dair önemli değerlendirmelerde bulundu. Pehlevi, “İran’daki rejim değişikliğinin pek çok küresel sorunun sona ermesi anlamına geleceğini” öne sürdü. Ayrıca, “Yurttaşlarının refahını önemsediğini” vurgulayarak, “Onların, bu…
0 notes
ossklavuzu · 14 days ago
Text
Eğitim Sistemi Değişmeli Mi? Güncel Tartışmalar ve Yeni Yaklaşımlar
Eğitim sistemi, toplumların gelişiminde temel bir rol oynar ve her ülkede eğitim, toplumun ihtiyaçlarına göre şekillenir. Ancak günümüzde eğitim sistemlerinin, hızla değişen dünya ile uyum sağlaması gerektiği sıkça dile getirilen bir konu haline gelmiştir. Teknolojik gelişmeler, küresel rekabet ve öğrenci ihtiyaçlarının çeşitlenmesi, mevcut eğitim sistemlerini sorgulamayı zorunlu kılmaktadır. Peki, eğitim sistemi değişmeli mi? Eğitimde nasıl bir dönüşüm yaşanmalı? Bu yazıda, eğitim sistemindeki potansiyel değişiklikleri ve bu değişikliklerin neden gerekli olabileceğini inceleyeceğiz.
Mevcut Eğitim Sistemi ve Karşılaşılan Sorunlar Geleneksel eğitim sistemleri, genellikle sınav odaklı bir yapı üzerine kuruludur. Öğrenciler, bilgiye dayalı testler ve sınavlarla değerlendirilir, ancak bu sistem, öğrencilerin yaratıcılıklarını, eleştirel düşünme becerilerini ve problem çözme yeteneklerini geliştirmeye her zaman olanak tanımaz. Öğrenciler sadece akademik başarıyı hedef alırken, sosyal beceriler ve duygusal zeka gibi alanlar genellikle ikinci plana atılır.
Ayrıca, eğitimde eşitsizlik de büyük bir sorun oluşturmaktadır. Her öğrencinin aynı seviyede fırsata sahip olmadığı, kaynakların ve eğitim materyallerinin yetersiz olduğu okullar, öğrencilerin potansiyellerini gerçekleştirmelerini engelleyebilir. Eğitimin daha kapsayıcı ve eşitlikçi hale gelmesi için daha fazla çaba gösterilmesi gerektiği her geçen gün daha fazla önem kazanmaktadır.
Teknolojinin Eğitimdeki Rolü Teknolojinin hayatımıza entegre olması, eğitimde de büyük bir dönüşümü zorunlu kılmaktadır. Uzaktan eğitim, dijital platformlar ve eğitim teknolojileri, öğretim yöntemlerini değiştirmektedir. Pandemi süreci, online eğitim sistemlerinin etkinliğini ve gerekliliğini bir kez daha gözler önüne serdi. Ancak, teknoloji kullanımının sadece dersleri dijitalleştirmekle sınırlı kalmaması, aynı zamanda öğrencilerin daha etkileşimli ve yaratıcı bir şekilde öğrenmelerine olanak tanıyacak şekilde eğitim materyallerinin yeniden tasarlanması gerektiği vurgulanmaktadır.
Geleceğin eğitim sistemlerinde, yapay zeka, sanal gerçeklik ve diğer teknolojik araçların öğrencilerin öğrenme süreçlerini daha kişisel ve verimli hale getirmesi bekleniyor. Bu da eğitim sisteminin yalnızca öğretme yöntemini değil, aynı zamanda öğrenme ortamlarını da dönüştürmeyi gerektiriyor.
Bireysel Farklılıkların Gözetilmesi Eğitimdeki en önemli unsurlardan biri de öğrenci merkezli bir yaklaşımın benimsenmesidir. Her öğrencinin öğrenme tarzı farklıdır ve bu farklılıklar göz önünde bulundurularak eğitim verilmesi gerektiği savunulmaktadır. Klasik sistemde, tüm öğrenciler için aynı yöntemlerle eğitim verilirken, daha esnek ve bireyselleştirilmiş eğitim modelleri, öğrencilerin potansiyellerini daha iyi ortaya koymalarını sağlayabilir. Eğitimde kişiselleştirilmiş yaklaşımlar, öğrencinin ilgi alanlarını, güçlü yönlerini ve gelişim alanlarını dikkate alarak daha etkin bir öğrenme süreci yaratabilir.
Yeni Eğitim Yaklaşımları ve Dönüşüm İhtiyacı Eğitim sisteminin değişmesi gerektiğini savunanlar, geleneksel modelin öğrencilerin ihtiyaçlarına yeterince cevap veremediğini ve gelişen dünyaya ayak uyduramadığını belirtmektedir. Geleceğin eğitim sistemi, öğrencileri sadece sınavlara değil, hayatlarına ve kariyerlerine hazırlayacak şekilde tasarlanmalıdır. Öğrencilerin sadece bilgi edinmesi değil, aynı zamanda duygusal zekalarını, liderlik becerilerini, empati yetilerini geliştirmeleri gerekmektedir.
Bunun yanı sıra, öğretmenlerin de bu değişime ayak uydurması gerektiği vurgulanmaktadır. Öğretmenler, yalnızca ders anlatan birer figür olmak yerine, öğrencilerin rehberleri ve mentörleri olmalı, onların gelişimlerine daha aktif bir şekilde katkıda bulunmalıdır.
https://www.ossservisi.com/
0 notes
birfinansci · 14 days ago
Text
Küresel Ekonomideki Eski Sorunlar: Yeni Yılda Karşılaşacağımız Zorluklar
2025 yılına umutla merhaba dedik; ancak küresel ekonomide uzun zamandır beklediğimiz istikrar, Godot’yu beklemeyi andırıyor. Dünyanın önde gelen ekonomilerinde ardı ardına yaşanan sarsıntılar ve jeopolitik tansiyonlarla eski sorunlar yeni paketlerle karşımıza çıkıyor. Bu haftaki yazımda ABD, Avrupa ve Çin ekonomilerindeki sorunlarla küresel jeopolitik gelişmeleri masaya yatıracağım. İlk önce ABD…
0 notes
pazaryerigundem · 25 days ago
Text
DOSABSİAD'ın 2025 vizyonu: Büyüme ve Yeşil Dönüşüm
https://pazaryerigundem.com/haber/198268/dosabsiadin-2025-vizyonu-buyume-ve-yesil-donusum/
DOSABSİAD'ın 2025 vizyonu: Büyüme ve Yeşil Dönüşüm
Tumblr media
Demirtaş Organize Sanayi Bölgesi Sanayici ve İş İnsanları Derneği (DOSABSİAD) Yönetim Kurulu Başkanı Nilüfer Çevikel, 2024 yılına dair değerlendirmelerini ve 2025 yılına yönelik beklentilerini paylaştı.
BURSA (İGFA) – 2024 yılının üreticiler için küresel ekonomik belirsizlikler ve iç piyasadaki finansal zorluklarla geçtiğini belirten DOSABSİAD Başkanı Çevikel, “Enerji maliyetlerindeki dalgalanmalar, hammaddeye erişimdeki sorunlar ve yüksek faiz oranları sanayicilerimizi büyük ölçüde etkiledi. Finansmana erişimin zorlaşması, özellikle yeni yatırımların hayata geçirilmesini ve mevcut projelerin sürdürülmesini güçleştirdi,” dedi.
Avrupa Birliği’nin karbon sınır düzenlemelerinin sanayiciler için yeni bir uyum süreci gerektirdiğini ifade eden Çevikel, “Bu düzenlemeler, ihracatta fırsatlar yaratırken aynı zamanda maliyet baskılarını da artırdı. Ancak, sanayicilerimizin uyum çabaları sayesinde bu süreci başarıyla yönetiyoruz” diye konuştu.
Yeşil dönüşümün, 2024 yılında DOSABSİAD’ın odak noktalarından biri olduğunu kaydeden Çevikel, zorlu ekonomik koşullara rağmen üyelerin ihracat hacmini artırarak dikkat çekici bir başarı elde ettiğini belirterek “Bu başarı, yeşil dönüşüm ve uluslararası pazarlardaki rekabetçi politikalarla mümkün oldu” dedi.
‘EĞİTİM BİZİM İÇİN STRATEJİK BİR ÖNCELİK’
Eğitim alanındaki çalışmalara değinen Çevikel, “Eğitim bizim için stratejik bir öncelik. Beykoz ve Mudanya Üniversiteleri ile gerçekleştirdiğimiz iş birlikleri sayesinde sanayicilerimize yönelik eğitim programlarını hayata geçirdik. Bu protokoller, yalnızca mevcut iş gücünün yetkinliklerini artırmakla kalmadı, aynı zamanda geleceğin nitelikli iş gücüne katkı sağlamamıza da olanak tanıd��” ifadelerini kullandı.
Sosyal dayanışma açısından ise geleneksel etkinliklerin önemine dikkat çeken Çevikel, “Üyelerimizle birlikte yalnızca ekonomik değil, toplumsal dayanışmayı da güçlendiren adımlar attık. Çeşitli sosyal etkinlikler ve turnuvalarla hem sanayicilerimizin moralini yükselttik hem de aramızdaki bağı kuvvetlendirdik” diye konuştu.
‘SANAYİMİZİN KÜRESEL REKABET GÜCÜNÜ ARTIRMAYA ODAKLANACAĞIZ’
2025 yılında sanayicilerin sürdürülebilir büyüme hedefleri doğrultusunda hem iç piyasada hem de uluslararası platformlarda daha güçlü bir şekilde varlık göstermeye devam edeceğini vurgulayan Çevikel, ekonomi yönetiminin oluşturduğu Orta Vadeli Plan’a (OVP) olan güvenlerini dile getirdi. “Merkez Bankası’nın faiz indirimlerine başlaması ve ekonomik politikaların daha öngörülebilir bir yapıya kavuşması, iş dünyası olarak bizleri umutlandırıyor. Enflasyondaki düşüş de memnuniyet verici. Bu iyileşmeler, sanayicilerimizin yatırım ve üretim kapasitelerini artırma yolunda önemli bir motivasyon kaynağı olacak,” dedi.
Çevikel, ihracat rakamlarının artırılmasının 2025 yılındaki öncelikli hedeflerden biri olduğunu belirterek, “Sanayimizin küresel rekabet gücünü artırmaya odaklanacağız. Yeşil dönüşüm ve dijitalleşme projeleriyle daha sürdürülebilir ve katma değerli üretim modellerini teşvik edeceğiz. Hedefimiz, üyelerimizin uluslararası pazarlardaki konumunu güçlendirmek ve Türkiye’nin ihracat hacmine daha fazla katkıda bulunmak,” ifadelerini kullandı.
‘DİJİTAL DÖNÜŞÜM SÜRECİ HIZLANMALI’
2025 yılında dijitalleşme ve inovasyonun öncelikli alanlar olacağını belirten Çevikel, “Sanayicilerimizin dijital dönüşüm süreçlerini hızlandırmaları için yeni destek mekanizmaları oluşturmayı hedefliyoruz. Teknoloji ve inovasyon alanında gerçekleştireceğimiz iş birlikleriyle hem üretim süreçlerinde verimliliği artırmayı hem de katma değerli ürün ihracatını teşvik etmeyi amaçlıyoruz,” dedi.
‘GENÇ YETENEKLER SANAYİYE KAZANDIRILMALI’
Eğitim çalışmalarını 2025 yılında daha da genişletmeyi planladıklarını ifade eden Çevikel, “Üniversitelerle iş birliklerimizi daha ileriye taşıyacağız. Sanayicilerimizin ihtiyaç duyduğu nitelikli iş gücünü yetiştirmek için kapsamlı eğitim programları düzenleyeceğiz. Genç yeteneklerin sanayiye kazandırılmasını sağlayacak projeler üzerinde çalışıyoruz,” dedi.
Tumblr media
0 notes
bilgiden · 2 months ago
Text
Yurtdışı Borç Süreçlerinde Etkin Çözümler
Günümüzün küresel ticaret ortamında, sınır ötesi işlemler ve borç yönetimi daha karmaşık hale gelmiştir. Özellikle ticari ilişkilerde borçların zamanında tahsil edilmesi ve yönetimi işletmeler için kritik bir öneme sahiptir. Bu bağlamda, Yurtdışı Borç Takibi işlemleri, işletmelerin finansal sağlığını korumak adına vazgeçilmez bir süreçtir. Borçların doğru şekilde takip edilmesi, alacakların tahsil sürecini hızlandırır ve şirketlerin nakit akışını düzenli tutmasına yardımcı olur.
Birçok işletme, yurtdışı borçlarını tahsil ederken dil, hukuk ve kültürel farklılıklar gibi çeşitli engellerle karşılaşır. Bu durum, uluslararası tahsilat süreçlerinin uzmanlık gerektirdiğini gösterir. İşte bu noktada Yurtdışı Borç Tahsili konusunda uzmanlaşmış şirketler devreye girer. Profesyonel destek sayesinde, borç tahsilatındaki olası sorunlar minimize edilir ve şirketlerin finansal riski azaltılır.
Yurtdışındaki borçlar, doğru bir şekilde yönetilmediğinde büyük mali kayıplara yol açabilir. Bu sebeple Yurtdışı Borç Yönetimi stratejilerinin oluşturulması büyük önem taşır. İyi bir borç yönetimi, sadece mevcut borçların tahsilini değil, aynı zamanda gelecekte oluşabilecek risklerin önlenmesini de sağlar. Etkili bir yönetim stratejisi, alacakların yapılandırılması, borçların kategorilere ayrılması ve tahsilat süreçlerinin optimize edilmesini kapsar.
Her üç süreç de, yurtdışında ticaret yapan şirketlerin sağlıklı büyümesi için birbiriyle bağlantılı ve kritik öneme sahiptir. Başarılı bir borç yönetimi ve tahsilat süreci için doğru iş ortaklarıyla çalışmak ve profesyonel danışmanlık almak oldukça faydalıdır.
Bu karmaşık süreçleri etkili bir şekilde yönetmek için, işletmelerin hem doğru araçlara hem de uzman bir ekibe ihtiyacı vardır. Yurtdışı borç süreçlerinde destek alarak, şirketinizin sürdürülebilir büyümesine katkı sağlayabilirsiniz.
0 notes
diamondboy2 · 2 months ago
Text
Dijitalleşme: Tarih Araştırmalarında Yeni Bir Dönem
Tarih araştırmaları, dijitalleşme sayesinde bambaşka bir boyuta taşındı. Geçmişte kütüphanelerde günlerce arşiv taramaya ihtiyaç duyan araştırmacılar, bugün sadece birkaç tıklama ile devasa veri setlerine ulaşabiliyor. Bu durum, hem olumlu hem de olumsuz etkileri beraberinde getiriyor. Peki, dijitalleşme tarih araştırmalarını nasıl etkiliyor?
Olumlu Etkiler: Hız ve Erişilebilirlik
Dijitalleşmenin en büyük avantajı, araştırmacılara sunduğu hızlı erişim ve veri paylaşımı olanaklarıdır. Artık tarihi belgeler, kitaplar ve arşivler dijital ortamlara taşındı ve araştırmacılar bu kaynaklara anında erişebiliyor. Örneğin, bir araştırmacı İstanbul'daki bir kütüphanede bulunan belgeye dünyanın herhangi bir yerinden ulaşabiliyor. Bunun yanı sıra, dijital araçlar büyük veri setlerini analiz etmeyi ve veri görselleştirme yapmayı kolaylaştırıyor. Bu sayede geçmişe dair daha geniş kapsamlı sonuçlar çıkarılabiliyor.
Olumsuz Etkiler: Güvenlik ve Bağımlılık
Dijitalleşmenin bir diğer yüzü ise bilgi güvenliği ve teknolojiye bağımlılık sorunudur. Dijital ortamda bulunan verilerin güvenilirliği her zaman sorgulanmalıdır. Manipüle edilmiş veya doğruluğu tam anlamıyla teyit edilmemiş bilgilerin dolaşıma girmesi, tarihin doğru anlaşılmasını engelleyebilir. Ayrıca, dijital araçların yaygınlaşması ile birlikte teknolojiye olan bağımlılık artıyor. Özellikle veri kaybı, siber saldırılar veya teknik sorunlar, araştırmaların aksamasına neden olabiliyor.
Fırsatlar: İş Birliği ve Küresel Erişim
Dijitalleşme, araştırmacılara küresel iş birliği fırsatları sunuyor. Artık dünyanın dört bir yanından araştırmacılar aynı projede dijital araçlar kullanarak iş birliği yapabiliyor. Bu durum, tarihin farklı bakış açılarıyla yeniden yorumlanmasını sağlıyor. Ayrıca, dijital araçlar sayesinde yeni araştırma alanları açılıyor ve tarihçiler daha önce ulaşamadıkları kaynaklara erişebiliyor.
Tehditler: Dijital Güvenlik ve Bilgi Kaybı
Bununla birlikte, dijital tehditler de göz ardı edilmemelidir. Siber saldırılar, dijital platformlarda saklanan önemli bilgilerin kaybolmasına veya manipüle edilmesine neden olabilir. Ayrıca, dijital ortamlardaki verilerin doğru şekilde yedeklenmemesi veya korunmaması, uzun vadede büyük bilgi kayıplarına yol açabilir.
Sonuç olarak, dijitalleşme tarih araştırmalarında büyük bir devrim yaratmıştır. Ancak, bu yeni dönemde hem güçlü yönlerin hem de zayıf yönlerin farkında olarak dikkatli adımlar atılması gerekiyor. Bilgiyi hızlı bir şekilde erişilebilir kılan dijitalleşme, aynı zamanda güvenlik riskleri ve teknolojiye bağımlılık gibi sorunları da beraberinde getiriyor. Dolayısıyla, dijital araçları kullanırken her zaman doğrulama ve güvenlik önlemlerine dikkat etmek gerekmektedir.
0 notes
sansadavetcom · 2 months ago
Text
Dolarizasyon: Avantajları ve Riskleri
Dolarizasyon, bir ülkenin kendi para birimi yerine ABD doları gibi yabancı bir para birimini kullanması anlamına gelir. Bu durum, genellikle ekonomik istikrarsızlık, yüksek enflasyon veya yerel para birimine olan güven kaybı gibi nedenlerle ortaya çıkar.
Dolarizasyonun avantajları arasında fiyat istikrarı, daha düşük enflasyon oranları ve uluslararası yatırımcıların güveninin artması sayılabilir. Özellikle yüksek enflasyon yaşayan ülkelerde, dolarizasyon, ekonomik güveni yeniden tesis etmek için bir araç olarak kullanılabilir.
Ancak dolarizasyonun ciddi riskleri de vardır. Öncelikle, para politikası kontrolünün kaybı, bir ülkenin ekonomik krizlere karşı tepkisini sınırlar. Ayrıca, doların küresel dalgalanmalarından doğrudan etkilenme riski artar. Bunun yanında, ticaret açığı ve dış borç gibi sorunlar, dolarizasyon altındaki bir ekonomide daha belirgin hale gelebilir.
Sonuç olarak, dolarizasyon bir çözüm gibi görünse de, uzun vadeli ekonomik bağımsızlık ve sürdürülebilirlik açısından dikkatlice değerlendirilmesi gereken bir süreçtir.
0 notes
hacialikara · 2 months ago
Text
Kamerasıyla iddialı Oppo Find X8, küresel pazara geliyor! İşte tarihi
Geçtiğimiz 24 Ekim’de tanıtılan Oppo’nun yeni amiral gemisi serisi Find X8, artık küresel pazarda çıkmak için hazır durumda. Şirket, özellikle kamerasıyla iddialı Oppo Find X8 serisinin küresel pazardaki çıkış tarihini paylaştı. Oppo Find X8, 21 Kasım 2024’te küresel pazarda satışa sunuluyor Find X8 serisi hiç kuşkusuz Oppo için oldukça önemli. Avrupa’daki yasal sorunlar nedeniyle bir önceki…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
padisahbetguncelink · 4 months ago
Text
Spor Bahisleri: Tarihçesi ve Küresel Etkileri
Spor bahisleri, tarih boyunca insanların spor karşılaşmalarını daha heyecanlı hale getirmek için başvurduğu bir aktivite olarak bilinir. İlk spor bahisleri antik Yunan’da yapılan olimpiyat oyunlarına dayanır. Zamanla farklı spor dalları ve turnuvalar bahis kültürüne eklenmiş ve bu aktivite dünya genelinde büyük bir endüstri haline gelmiştir.
Bahislerin Kökeni
Bahis yapmanın temelinde insanların belirli bir sonuç üzerine para yatırarak bu sonucun gerçekleşmesi halinde kazanç elde etme arzusu yatar. Eski Yunanlılar, olimpiyat oyunları, at yarışları ve gladyatör dövüşlerine bahis oynamışlardır. Bu gelenek Roma İmparatorluğu döneminde de devam etti. Bahis kültürü zamanla Avrupa’ya yayıldı ve özellikle İngiltere’deki at yarışları, modern anlamda bahis yapma uygulamalarını başlattı. 18. yüzyılda İngiltere’de yapılan at yarışları, bahisleri yasallaştırdı ve bu, spor bahislerinin dünya genelinde nasıl şekilleneceğinin temelini oluşturdu.
Küresel Spor Bahis Endüstrisi
Günümüzde spor bahisleri, milyarlarca dolarlık bir endüstriyi temsil ediyor. Özellikle Avrupa ve Asya'da spor bahislerine olan ilgi oldukça yüksek. İnternetin yaygınlaşmasıyla birlikte çevrim içi bahis siteleri, dünya genelinde milyonlarca insanın kolayca bahis oynamasını mümkün kıldı. Bu platformlar, kullanıcılarına futbol, basketbol, tenis gibi popüler spor dallarına bahis yapma imkânı sunarken; aynı zamanda sanal sporlar, e-sporlar ve niş sporlar gibi farklı kategorilerde de bahis oynama fırsatları tanıyor.
Bahis endüstrisinin bu kadar büyük olmasının arkasında teknolojinin gelişimi ve internetin küreselleşmesi yatmaktadır. Kullanıcılar, akıllı telefonları ve bilgisayarları üzerinden kolayca bahis oynayabilmekte, canlı bahis seçenekleri sayesinde maç esnasında anlık değişiklikler yapabilmektedir. Özellikle futbol gibi popüler spor dallarında yapılan bahislerin oranları, küresel ekonomiyi bile etkileyebilecek büyüklüğe ulaşmıştır.
Spor Bahislerinin Toplumsal Etkileri
Spor bahisleri, eğlence amaçlı yapıldığında bireyler arasında sosyal bir aktivite olarak kabul edilebilir. Ancak, kontrolsüz ve aşırı bahis yapma, finansal sorunlar, ailevi problemler ve bağımlılık gibi ciddi sonuçlara yol açabilir. Bahis bağımlılığı, özellikle gençler arasında artan bir sorun haline gelmiştir ve bu durum, çeşitli ülkelerin düzenleyici kurumlarının dikkatini çekmektedir.
Buna ek olarak, bazı ülkelerde spor bahislerinin yasadışı olması, yeraltı bahis pazarlarını büyütmüş ve bu da organize suç örgütlerinin işine yaramıştır. Bu nedenle, spor bahislerinin yasallaştırılması ve düzenlenmesi, hem bireyler hem de toplumlar için kritik bir öneme sahiptir.
0 notes
dokumtek · 4 months ago
Text
Küresel Ekonomik Yavaşlama Döküm Sektörünü Nasıl Etkiliyor?
Tumblr media
Küresel ekonomik yavaşlama, üretimden tüketime, ticaretten finansmana kadar tüm sektörleri olduğu gibi döküm sektörünü de derinden etkilemektedir. Döküm sanayinde yaşanan bu değişim, üretim maliyetlerinden tedarik zincirlerine, talepteki düşüşten inovasyona kadar birçok farklı boyutu içermektedir.
Ekonomik Krizin Döküm Sektörüne Etkileri
- Talepteki Düşüş: Genel ekonomik aktivitedeki yavaşlama, özellikle otomotiv, inşaat gibi sektörlerdeki üretim düşüşü, döküm ürünlerine olan talepi azaltmaktadır. Bu durum, döküm üreticilerini zor durumda bırakarak üretim kapasitelerinin altında çalışmaya zorlamaktadır. - Ham Madde Fiyatlarındaki Dalgalanmalar: Küresel ekonomideki belirsizlikler, ham madde fiyatlarını istikrarsız hale getirmektedir. Demir cevheri, çelik hurdası gibi temel girdilerin fiyatlarındaki artışlar, döküm üretim maliyetlerini yükselterek sektörün rekabet gücünü zayıflatmaktadır. - Enerji Maliyetleri: Enerji fiyatlarındaki artış, özellikle enerji yoğun bir süreç olan dökümde üretim maliyetlerini önemli ölçüde artırmaktadır. Bu durum, döküm üreticilerini daha verimli üretim yöntemlerine yöneltmektedir. - Tedarik Zinciri Kesintileri: Lojistik sorunlar, gümrük vergileri ve jeopolitik gerilimler, tedarik zincirlerinde kesintilere yol açmaktadır. Bu durum, döküm üreticilerinin üretim planlarını aksatarak teslimatları geciktirir ve maliyetleri artırır. - Kredilere Erişim Zorluğu: Ekonomik yavaşlama, bankaların kredi verme konusunda daha temkinli davranmasına neden olmaktadır. Bu durum, özellikle KOBİ'ler için büyüme ve yatırım yapmayı zorlaştırmaktadır.
Döküm Sektörünün Krizden Çıkış Yolları
- İnovasyon ve Yeni Teknolojiler: Yeni alaşımlar, özel döküm uygulamaları ve dijitalleşme gibi alanlarda yapılan yatırımlar, döküm sektörünün rekabet gücünü artırabilir. 3D baskı teknolojileri gibi gelişmeler, döküm üretiminde daha esnek ve özelleştirilmiş çözümler sunmaktadır. - Sürdürülebilirlik: Çevresel düzenlemelere uyum sağlamak ve sürdürülebilir üretim yöntemlerine geçiş yapmak, uzun vadede döküm sektörünün geleceği için önemlidir. Atık yönetimi, enerji verimliliği ve geri dönüşüm gibi konulara odaklanmak, hem maliyetleri düşürecek hem de sektörün itibarını artıracaktır. - Global Pazarlara Açılma: Yeni pazarlara girmek ve mevcut pazarlardaki payı artırmak, büyüme için önemli bir fırsattır. Bölgesel ticaret anlaşmalarından yararlanmak ve uluslararası iş birlikleri kurmak, döküm üreticilerinin yeni pazarlara ulaşmasını kolaylaştıracaktır. - İş Birliği ve Sinerji: Sektördeki tüm paydaşların (üreticiler, tedarikçiler, müşteriler) iş birliği yapması, ortak sorunlara çözüm bulunmasına katkı sağlayabilir. Konsorsiyumlar ve sektörel platformlar oluşturarak bilgi paylaşımı ve ortak projeler geliştirmek mümkündür. Küresel ekonomik yavaşlama, döküm sektörü için önemli zorluklar ortaya çıkarmaktadır. Ancak bu zorluklar aynı zamanda yeni fırsatlar da sunmaktadır. İnovasyon, sürdürülebilirlik, globalleşme ve iş birliği gibi stratejileri uygulayan döküm üreticileri, bu zorlu dönemden daha güçlü bir şekilde çıkabilir ve gelecekteki büyüme için sağlam bir temel atabilirler. Read the full article
0 notes
gundemarsivi · 5 months ago
Text
Tumblr media
Dünya Barış Günü’nde Coğrafya ve Çevreye Dost Bir Barış Kültürünün Geliştirilmesi Olanaklı mıdır?
✍🏻 Prof. Dr. Murat Türkeş
https://www.gundemarsivi.com/dunya-baris-gununde-cografya-ve-cevreye-dost-bir-baris-kulturunun-gelistirilmesi-olanakli-midir/
Birleşmiş Milletler’in (BM) 2024 Uluslararası Barış Günü temasının, “Barış Kültürünü Geliştirmek” olarak belirlendiğini görüyoruz. Bana göre, hükümetleri, uluslararası toplumu ve sivil toplumu, açlık, yoksulluk, sömürü, zorunlu insan hareketleri, çevresel ve iklimsel göçler, ırkçılık ve ırk ayrımcılığının olmadığı bir Dünya için çalışmaya çağıran bir konu bu ve bu açıdan bakıldığında doğrudan barışla ilgili. Sevgi, anlayış, dayanışma ve empatinin şüphe ve nefreti yendiği bir Dünya’ya, gerçekten gurur duyabileceğimiz bir Dünya’ya dair! Neden? Eğer bu sorunlar varsa ve üstesinden gelinemiyorsa, ne küresel, bölgesel, ülkesel ve toplumsal barıştan ne de barış kültürünün geliştirilmesinden söz edebiliriz.
Bu makale, Türkiye Yazarlar Sendikası Çanakkale Temsilciliğin 1 Eylül 2022 günü gerçekleştirdiği 1 Eylül Dünya Barış Günü etkinliğinde yapmış olduğum “Barış ve Doğa” konulu konuşmanın güncelleştirilmiş bir şekli. O gün yaptığım konuşma, genel olarak bu makalenin çerçevesindeydi ve Dünya Barış Gününde “Doğayla Barış İçinde Yaşamak” idi. Bu makalenin amacı da ‘Barış Kültürünü Geliştirmek’ ana temasının bilimsel, politik, etik ve uluslararası iklim ve çevre diplomasisi ve BM Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları kapsamında kısa bir eleştirel bireşimini yapmak ve bazı genel çözüm önerilerinde bulunmak şeklinde özetlenebilir.
Doğa Bizim Yaşam Destek Sistemimizdir
Öncelikle şu gerçekleri hemen vurgulamak istiyorum: Son yıllara değin bilim daha önce hiç bu kadar net ve uyarıcı olmadığı gibi, farkındalık da hiç bu kadar büyük olmadı. Çok yönlü, çok sektörlü, çok paydaşlı, katılımcı ve güçlü bir küresel, bölgesel ve ülkesel kararlı bir eylem zamanı çoktan geldi, hatta doğayla barışa ilişkin pek çok alanda ve konuda (örneğin, iklim sisteminin, hassas ekosistemlerin, okyanusların ve biyoçeşitliliğin korunması, vb.) harekete geçilmesinde çok geç kalındı.
Doğa yaşam destek sistemimizdir. Soluduğumuz temiz havadan içtiğimiz temiz suya kadar doğa, hayatta kalmamız ve refahımız (gönenç) için güvendiğimiz temelleri sağlar. Geçim kaynaklarımız ve ekonomik etkinliklerimizin çoğu aynı zamanda ‘doğal Dünya’ya’ da bağlı olduğu için gönencimizin anahtarını da elinde tutuyor. Evet her şey para değil, ekonomik büyüme ve kalkınma değil, ama bunu söylemek zorundayız: Doğa’nın yılda yaklaşık 125 trilyon ABD doları değerinde olduğu kestirilen insanlığa yönelik muazzam katkısı, ancak zengin bir vahşi yaşam çeşitliliğini sürdürürsek ve doğayla barışık sürdürülebilir bir yaşamla olanaklı olabilir.
Barış için “Doğayla Barış İçinde Yaşamak” ne anlama geliyor? Bunun için “Ne Yapmalı?”
İnsanlık doğaya savaş açıyor. Bu anlamsız ve intihara eğilimli bir yol! Barış’ın hiçbir biçemiyle ilgisi, anlaşılır bir yanı yok. Doğanın aleyhine yönelik pervasızlığımızın sonuçları, insan toplumlarının, özellikle yoksulların ve emekçi sınıfların ıstırabında, artan ekonomik kayıplarda ve Dünya’daki yaşamın hızlanan bozulmasında ya da kaybında zaten belirgindir.
Doğayla savaşımızı sona erdirmek, insanın zor kazanılmış ilerleme ve gelişmesinden vazgeçmek anlamına gelmez. Daha yoksul ülkelerin, toplumların ve insanların daha iyi yaşam standartlarının keyfini çıkarma konusundaki haklı isteklerini de ortadan kaldırmaz. Aksine, doğayla barışmak, sağlığını güvence altına almak ve sağladığı kritik ve gerçek değeri tam bilinmeyen yarar ve katkılar üzerine kurmak, herkes için barış içinde gönençli ve sürdürülebilir bir geleceğin anahtarıdır.
COVID-19 pandemisinin yol açtığı küresel krizin ve yaşanan büyük acıların ortasında, doğa riskleriyle olan ilişkimizi acilen dönüştürme gereksinimi hala gözden kaçırılıyor. Genel olarak değerli hayatları ve geçim kaynaklarını korumak ve kurtarmak en büyük önceliğimiz olmuştur. Ancak pandemi, insanlığın savunmasızlığını ortaya çıkararak 2022’nin ve sonrasının daha sürdürülebilir ve kapsayıcı bir Yerküre’ye doğru bir dönüm noktası olmasına da yardımcı olabilir. Bu elimizde, doğayla barış ve küresel barış için…
Barış Kültürünü Oluşturma ve Direngenlik Gücü Hala Elimizde!
Binlerce bilimsel çalışma ve BM raporları (örneğin, Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli, IPCC; Dünya Meteoroloji Örgütü, WMO ve Dünya Sağlık Örgütü, WHO’nun), iklim değişikliği ivediliğinin, biyolojik çeşitlilik krizinin ve her yıl milyonlarca insanı öldüren çevresel kirliliğin etkilerini ve tehditlerini gösteren en son bilimsel kanıtları bir araya getirerek, doğaya karşı savaşımızın Yerküre’yi hızla bozduğunu açıkça ortaya koyuyor. Ama aynı zamanda bir barış planı ve doğaya karşı sürdürülen insan merkezli bu yıkıcı savaş sonrasında yeniden inşa programı sunarak, bizi daha güvenli bir yere yönlendiriyor.
Doğayı nasıl gördüğümüzü ve bakış açımızı değiştirerek, onun gerçek değerini anlayabiliriz. Bu değeri sosyal ve kamucu politikalara, planlara ve ekonomik sistemlere yansıtarak, yatırımları doğayı restore eden ve karşılığını alan etkinliklere yönlendirebiliriz. Dahası, doğayı vazgeçilmez bir müttefik olarak kabul ederek, doğaya saygılı sosyal ve kamucu sürdürülebilirliğin hizmetinde insan yaratıcılığını açığa çıkarabilir ve gezegenin yanı sıra kendi sağlığımızı ve refahımızı güvence altına alabiliriz. Küresel, bölgesel, ülkesel ve yöresel hatta yerel barışı korumak ve sürdürmek için doğayla barışmak ve yaygın bir barış kültürü oluşturmak, önümüzdeki on yılların belirleyici en önemli gündemi ve en yaşamsal görevidir.
Değişimi hızlandırmak için, COVID-19 pandemisi ve iklim değişikliği krizi ile Rusya-Ukrayna savaşının sonuçları ve bağlantılı olumsuz etkileriyle çakışan enerji ve gıda krizlerinin sunduğu ‘fırsatı’ ya da ‘çoktan almış olmamız gereken dersleri’ değerlendirmeliyiz.
Son yıllardaki hükümetlerarası ve bölgesel politik ve diplomatik ilerlemeler, iklim değişikliği, biyoçeşitlilik, çölleşme ve okyanuslar konuları dahil olmak üzere, birçok önemli uluslararası ve BM konferansında alınan kararlar (örneğin BMİDÇS Paris Antlaşması, Glasgow İklim Paktı vb.), daha iyi toparlanma ve iklim değişikliği krizini ele alma konusundaki kararlılığı ve eylemi artırma fırsatı sunuyor. Temel hedefimiz, bilimin ışığında, net sıfır karbon salımı için küresel bir anlayış ve değerler ortaklığı oluşturmak olmalıdır. Dünyadaki her ülke, şehir, finans kurumu, iş dünyası ve şirket tarafından benimsenirse, 2050 yılına kadar net sıfır salıma ulaşma hedefi, iklim değişikliğinin en kötü etkilerini (kötümser iklim değişikliği senaryolarının en olumsuz sonuçlarını) yine de önleyebilir.
Gıdamızı nasıl ürettiğimiz ve suyumuzu, toprağımızı ve okyanuslarımızı nasıl yönettiğimizi içermek üzere diğer sistemleri dönüştürmek için de benzer bir ivedilik ve hırs gerekiyor. Gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerin, yoksul toplumsal sınıfların ve emekçilerin çevresel bozulmayı ve olumsuz etkilerini gidermek için artık daha fazla desteğe ve yardıma gereksinimi var. Ancak o zaman, 2030 yılına kadar BM Sürdürülebilir Kalkınma Amaçlarına, örneğin “İklim Eylemi’nin” hızlandırılması/güçlendirilmesi ve küresel düzeyde “Sıfır Açlığa” ulaşma yolunda ilerleyebiliriz.
Yine binlerce bilimsel çalışma ve BM raporları, ötekilerin yanı sıra, iklim ve çevre göçlerine de yol açarak barışı bozan, barış kültürünün gelişmesine engel olarak yerel ve ülkesel milliyetçiliği şiddetlendiren, Dünya üzerindeki, doğa üzerindeki olumsuz hatta yıkıcı etkimizi dönüştürme yeteneğine sahip olduğumuzu gösteriyor. Rüzgâr ve güneş gibi yenilenebilir enerjiler ve doğa temelli çözümler tarafından yönlendirilen sosyal ve kamucu sürdürülebilir bir ekonomi, yeni iş olanakları, daha temiz altyapı ve dayanıklı bir gelecek yaratacaktır. Doğayla barışık, kapsayıcı bir Dünya, insanların daha sağlıklı yaşamalarını ve insan haklarına tam saygı gösterilmesini sağlayarak sağlıklı bir gezegende barış içinde ve onurlu bir şekilde yaşayabilmelerinin önünü açabilir.
Başlıca Tartışma Konuları
Çevresel değişiklikler ve doğanın bozulması, şiddetli hava ve iklim olayları ve afetlerinden etkilenebilirlikleri yüksek yoksul ülkelerden gelişmiş refah ülkelerine yönelik yaygın çevre ve iklim göçleri, büyük ekonomik maliyetlere, toplumsal huzursuzluk ve kargaşaya ve her yıl milyonlarca erken ölüme neden olarak, zor kazanılan toplumsal ilerleme ve gelişme kazanımlarını baltalıyor. Dahası bu kazanımların yitirilmesi, yoksulluğu ve açlığı sona erdirme, eşitsizlikleri azaltma ve giderme, sosyal ve kamucu bir sürdürülebilir ekonomik gelişmeyi teşvik etme, herkes için onurlu bir çalışma yaşamı ile barışçıl ve kapsayıcı bir topluma ulaşmayı hedefleyen sosyal ilerlemeyi engelliyor.
İklimsel afet ve göçe dair küresel tablonun oldukça karanlık ve karmaşık olmasının yanı sıra, dünyanın sosyal, ekonomik ve politik atmosferi de pek parlak değil. Ekonomik, siyasi ve kültürel olarak gittikçe kutuplaşan ve ayrışan bir dönemden geçiyoruz. İnsan kaynaklı (antropojen) küresel sera gazı artışından sorumlu gelişmiş büyük kapitalist ülkelerde ve dünyanın daha az gelişmiş bazı ülkelerindeki iş dünyası, büyük sermayedarlar ve sermaye gurupları, Yerküre kaynaklarının önemli bir kısmını sömürüp tüketirken, küresel ölçekte yaşanan çevre sorunlarının ve kirliliğinin de baş sorumlusudur. Ucuz emek sömürüsü ve doğanın talanı üzerine kurulan bu neoliberal politik ekonomi ve üretim biçimi, insanlığa karşı zaten çok pervasız ve acımasız olan bu azınlık gruplarını daha da zenginleştirirken, dünyanın geri kalan büyük nüfuslarını sefalete sürüklemektedir. Bu düzenin yeni biçimini temsil eden bazı Çok Uluslu Şirketler’in toplam mal varlığı, az gelişmiş ve yoksul onlarca ülkenin gelirini geride bırakmaktadır. Örneğin, Microsoft (3.1 trilyon $), Apple (2.9 trilyon $), Alphabet (2.1 trilyon $), Amazon (1.9 trilyon $) ve Oil Company (1.9 trilyon $) gibi dünya devi şirketlerin piyasa değeri, dünyadaki birçok gelişmekte ve az gelişmiş olan ülkelerin toplam ekonomik hacmini geride bırakmaktadır.
Sermayenin ülke sınırları tanımayan küresel vahşi kapitalizmi (küreselleşme) ve neoliberal politika ve uygulamaları, tüm siyasi, iktisadi ve kültürel ayrımları daha da keskinleştirmiş hatta zıtlaştırmıştır. Ucuz insan emeği ve sömürü mekanizması üzerinden sürekli sermaye birikimi sağlayan bu yeni küresel sistem, insan kaynaklı iklim değişikliği ve küresel ısınmanın da başlıca sorumlularındandır. Zengin ve fakir arasındaki uçurum her geçen gün artarken, siyasi ve iktisadi karar ve uygulamalar fakir ve orta sınıfların, kentsel ve kırsal emekçilerin aleyhine doğru işlemektedir. Tüm bu olumsuz gelişmelerin de katkısıyla, bugün insanlık, tarihin hiçbir döneminde görülmemiş şiddette ve büyüklükte nüfus hareketleriyle karşı karşıyadır.
Günümüz gençliğinin ve gelecek nesillerin esenliği, mevcut çevresel bozulma eğilimlerinden acil ve net bir şekilde kopmasına bağlıdır. Örneğin, önümüzdeki on yıl çok önemli. Dünya toplumlarının, özellikle gelişmiş ülkelerin 2030 yılına kadar karbon dioksit (CO2) salımlarını 2010 düzeylerine kıyasla % 45 oranında azaltması ve küresel ısınmayı Paris Anlaşması’nda hedeflendiği gibi 1.5-2 °C ile sınırlamak için 2050 yılına kadar net sıfır salıma ulaşması, aynı zamanda ekosistemleri ve biyoçeşitliliği koruyup eski haline getirmesi, kirliliği, aşırı ve lüks tüketimi ve israfı en aza indirgemesi gerekiyor
Başta iklim değişikliği gelmek üzere afetlere direngen ve uyum kapasitesi yüksek sosyal ve kamucu bir sürdürülebilir ilerlemeyi sağlamak için, Dünya’nın çevresel acil durumları ve insan refahı birlikte ele alınmalıdır. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS), Biyoçeşitlilik Sözleşmesi vb. kilit küresel çevre antlaşmaları kapsamındaki amaçların, hedeflerin, yasal yükümlülüklerin ve düzeneklerin geliştirilmesi ve bunların uygulanmasının daha sinerjik ve etkili olması için daha uyumlu hale getirilmesi gerekmektedir.
Var olan ekonomik, finansal ve üretken sistemler, sosyal ve kamucu bir sürdürülebilirliğe geçişe ve ilerlemeye öncülük etmek ve güç sağlamak için dönüştürülebilir, dönüştürülmelidir de. Bu kapsamda, toplumun karar verme sürecine -bilim temelli korumacı ve sürdürülebilir yaklaşımlarla yönetmek koşuluyla- doğanın zenginliğini de dahil etmesi, çevreye ve doğaya zararlı sübvansiyonları ortadan kaldırması ve sürdürülebilir bir geleceğe geçişe yatırım yapması gerekiyor.
İnsan aklının, bilgisinin, becerisinin, bilim ve teknolojisinin ve işbirliğinin, doğayı dönüştürmekten vazgeçerek, insanın doğayla ilişkisini dönüştürmek için yeniden kullanılmasının sağlanmasında herkesin oynayacağı bir rol vardır. Sosyal ve kamucu merkezi bir yönetişim, insanların kendilerini özgürce ve doğru ifade etmelerini ve daha fazla bireysel özveride bulunmak zorunda kalmadan çevreye karşı bilinçli ve sorumlu bir şekilde harekete geçmelerini sağlamanın anahtarıdır.
Kısaca; mevcut vahşi kapitalist, küreselleşmeci neoliberal kalkınma anlayışı ve deseni, insanın doğayla barışını ve genel olarak barış kültürünün gelişimini ve toplumsal ilerlemeyi zayıflatarak, Dünya’nın insan refahını sürdürmek için sınırlı, ancak insan ve etkinlikleri olmasa uzun sürelerde dengede olan kapasitesini daha da azaltıyor
2024 Yılında Beslenme ve Barınma İnsanın En Önemli Sorunu
İnsan refahı, kritik olarak Dünya’nın doğal sistemlerine bağlıdır. Bugüne değin ekonomik, sosyal ve teknolojik ilerlemeler, Dünya’nın mevcut ve gelecekteki insan gönencini sürdürme kapasitesi pahasına gerçekleşti. İnsan gönenci, Dünya’daki tüm yaşam için mevcut olan sınırlı alan, kaynak ve doğal varlıkların akıllıca kullanılması ya da yönetilmesinin yanı sıra yaşamı destekleyen süreçlerin restorasyonuna ve insan atıklarını emme yani giderme kapasitesine dayanır. Ancak, insan gönenci ile gelişmesi beklenen barış ve barışın kültürü, sosyal ve ekonomik eşitsizliklerin artmasıyla geriliyor. Bu nedenle çevresel bozulmanın yükü en ağır şekilde emekçiler, yoksullar ve etkilenebilirliği yüksek insanlar ve toplumsal kesimler üstünde ve bugünün gençleri ile gelecek nesiller için daha ağır etkiler yaratıyor.
Öte yandan, biliyoruz ki Dünya genelinde insanlar önceki nesillere göre daha uzun yaşıyor, daha eğitimli ve ortalama olarak daha fazla fırsata sahip. Ancak hem ülkeler arasında hem de ülkeler içinde zengin ve fakir arasındaki servet farkı, sınıflar arası uçurum ya da çelişkiler giderek büyüyor. Bir başka gerçek, ekonomik büyüme, toplumsal ilerleme ve yoksulluğun azaltılmasının, COVID-19 pandemisinden önce gelişmekte olan dünyada gerçekleşen düzeye hemen ulaşamayacak olmasıdır.
Buraya kadar kısaca tartıştığımız pek çok olumsuzluğun doğal bir sonucu olarak, Milattan Sonra 2024 yılında, diğerlerinin yanı sıra, “herkes için yeterli ve temiz su ve gıdaya erişim, sağlık ve barınma hakkı” ya da kısaca “beslenme” ve “barınma” insanın en büyük sorunu. Böyle bir dünyada barışın kurulması ve barış kültürünün geliştirilmesi ve/ya da sanatın öne çıkması ve geliştirilmesi, toplumsal ilerlemenin sağlanması hiç kolay olmayacaktır. Hepimizin temiz ve yeterli suya ve gıdaya ulaşması ve yemek yemesi gerekiyor. Ancak gıdayı üretme ve tüketme alışkanlık ve tarzımız, birçoğu hala açken gezegene baş etmesi olanaksız bir yük bindiriyor. Dahası Dünya nüfusunun bugün 7 milyardan 2050 yılına kadar 9 milyarın üzerine çıkmasıyla birlikte, gıda sistemimizin acilen değişmesi gerektiği çok açık.
Çok emin değilim ama, belki bu yazının sonundaki olası iyi haber şu olabilir: İnsan toplumlarını doğaya karşı değil, doğayla birlikte, doğaya uygun ve uyumlu şekilde sürdürebilmek için bazı önemli fırsatlardan da söz edebiliriz. İşleri (sosyal ve ekonomik ilerlemeyi, tarımı, toprak, su ve orman yönetimini, tüketim ve üretimi, gıda güvenliğini, şehirleşmeyi, vb.) farklı bir şekilde yaparsak, örneğin ormanların tarlalara dönüşmesini durdurabilir, bozulan coğrafyayı ve ekosistemleri onarabilir, nehirlerin kendi ilksel coğrafi yataklarında ve taşkın ovalarında ya da vadilerinde özgürce akmasını sağlayabilir, toprak verimliliğini eski haline getirebilir ve Dünya’daki biyoçeşitlilik kaybını tersine çevirebiliriz. Bunlarla bağlantılı olarak, şimdi ve gelecekte her insan için yeterli ve temiz su ve besleyici gıdanın bulunmasını sağlayabiliriz.
Gerçekteyse, yüksek ve orta gelirli ülkelerde ve toplumsal sınıflarda görülen ekonomik ilerlemenin çok azı en az gelişmiş ülkelere, yoksul toplumlara ve emekçi sınıflara yarar sağlamıştır. Yaklaşık 1.3 milyar insan yoksul ve yaklaşık 700 milyon insan aç durumda ve pandeminin ekonomik etkisi nedeniyle, her iki gösterge hala artıyor. Çevresel bozulma ve insanın doğayla barışının gecikmesi, dahası var olan savaşlar ve gerginlikler, zengin ve fakir herkesi etkiliyor ve ilgilendiriyor. Bununla birlikte, bu yük, kadınların günlük yaşamın tüm ayrıntısında (evden, çocuk ve hayvanların bakımı ve tarlaya ve su teminine kadar her türlü iş ve uğraşıda) genellikle aşırı temsil edildiği yoksul ve kırsal toplumlarda, düşük gelirli emekçi sınıflar ve afetlerden (örneğin, depremler, seller, su baskınları, fırtınalar, kuraklıklar ve sıcak hava dalgaları vb.) etkilenebilirlikleri görece ya da mutlak olarak daha yüksek olan toplumlarda daha görünür olmakta ve ağır basmaktadır.
Prof. Dr. Murat Türkeş
0 notes
rayhaber · 4 months ago
Text
TFK Kongresi: Değer ve Anlam Üzerine Tartışmalar
TFK Kongresi: Değer ve Anlam Üzerine Derinlemesine Tartışmalar Türk Felsefe Kurumu (TFK) Başkanı Prof. Dr. İoanna Kuçuradi, ilk konferansını “Değer ve Anlam: Çağımızı Anlama Çabasında Yol Gösterici İki Kavram” başlığıyla gerçekleştirdi. Kuçuradi, konuşmasında “Yanlış bir özgürlük anlayışı yüzünden yabancılaşıyoruz” ifadesiyle günümüz toplumlarındaki derinleşen sorunlara dikkat çekti. Kongre, eş…
0 notes
neyimvar · 5 months ago
Text
Uluslararası Borç ve Alacak Takibinin Önemi
Uluslararası ticaretin artmasıyla birlikte, şirketlerin karşılaşabileceği finansal sorunlar da çeşitlenmiştir. Bu bağlamda, uluslararası borç takibi kritik bir rol oynar. Şirketler, uluslararası müşterileri veya iş ortakları tarafından ödeme yapılmadığında, bu borçları takip etmek zorunda kalır. Uluslararası borç takibi süreçleri, genellikle karmaşık hukuki ve finansal prosedürleri içerir ve farklı ülkelerin yasal sistemlerine uygun olarak yürütülmelidir. Bu süreçlerin etkin bir şekilde yönetilmesi, şirketlerin likidite sorunlarını minimize etmelerine ve finansal dengesizliklerini önlemelerine yardımcı olabilir.
Bir diğer önemli konu ise uluslararası alacak takibidir. Şirketler, yurt dışında gerçekleştirdikleri ticaretin karşılığını zamanında alabilmek için bu süreci dikkatli bir şekilde yönetmelidir. Uluslararası alacak takibi, borçlunun bulunduğu ülkenin hukuki ve mali yapısına bağlı olarak farklılık gösterebilir. Bu nedenle, alacakların tahsil edilmesi için yerel hukuki bilgi ve deneyime sahip olmak oldukça önemlidir. Şirketler, alacaklarını tahsil ederken genellikle bir avukattan ya da özel bir danışmandan destek alabilir. Daha ayrıntılı bilgi için uluslararası alacak takibi konusuna göz atılabilir.
Uluslararası borç tahsili konusu da finansal yönetim açısından büyük bir öneme sahiptir. Uluslararası borç tahsili, borçlunun yurtdışında bulunması durumunda, tahsilat sürecini etkili bir şekilde yürütmeyi ifade eder. Bu süreçte, uluslararası hukukun ve borç tahsili yöntemlerinin dikkatle uygulanması gerekmektedir. Şirketler, borç tahsilatını hızlandırmak ve borçlularla olan ilişkilerini yönetmek için çeşitli stratejiler geliştirebilir. Uluslararası borç tahsili hakkında daha fazla bilgi edinmek, sürecin etkin bir şekilde yürütülmesine yardımcı olabilir.
Uluslararası borç ve alacak takibi, şirketlerin uluslararası alanda finansal sağlığını korumak için kritik öneme sahiptir. Bu süreçlerin her birinde hukuki ve mali danışmanlık alarak, şirketler borçlarını ve alacaklarını etkili bir şekilde yönetebilir ve küresel ticaret ortamında başarılı olabilirler.
0 notes
birfinansci · 18 days ago
Text
Emtia Piyasasında Odak: ABD'nin Atacağı Adımlar Ne Getirecek?
Dünya genelinde enflasyon ile başa çıkma çabaları süregelmektedir. Piyasalarda yükselen resesyon-enflasyon dinamikleri, fiyatlandırma süreçlerini zorlaştırmaya devam etmektedir. ABD’de başkanlığı üstlenen Donald Trump’ın muhtemel politikalarının küresel ticaret üzerindeki etkileri merakla bekleniyor. Özellikle Çin gibi önemli ticaret ortaklarıyla yaşanabilecek olası sorunlar, risk algısının…
0 notes
pazaryerigundem · 5 months ago
Text
Bursa Yüksek Hızlı Tren projesi ne zaman tamamlanacak?
https://pazaryerigundem.com/haber/187345/bursa-yuksek-hizli-tren-projesi-ne-zaman-tamamlanacak/
Bursa Yüksek Hızlı Tren projesi ne zaman tamamlanacak?
Tumblr media
Türkiye’nin en büyük sanayi ve ticaret merkezlerinden biri olan Bursa, buna rağmen yıllardır Yüksek Hızlı Tren bilmecesiyle yaşıyor.
BURSA  (İGFA) – Türkiye’nin en büyük sanayi ve ticaret merkezlerinden biri olan Bursa, buna rağmen hala yüksek hızlı tren ağına girmeyi bekliyor. Yıllardır süregelen projeler sonucunda Bursalılar, bu projenin ne zaman tamamlanacağını merak ediyor.
Bursa YHT projesi ilk kez 2012 yılında temelleri atılarak başladı. Projenin 2016 yılında bitirilmesi planlanıyordu ve yapılan açıklamalarda tren hattının kısa sürede tamamlanarak, İstanbul ve Ankara ile olan ulaşımı ciddi oranda kısaltacağı söyleniyordu.
Tumblr media
Aradan geçen yıllar içinde öngörülen tamamlanma tarihlerinde sürekli ertelemeler yaşandı. Finansal sıkıntılar, ihalelerde yaşanan sorunlar ve pandemi gibi küresel etkenler, projenin bitiş tarihininde aksamalara neden oldu.
Turizme de büyük katkı sunması beklenen projenin yılan hikayesine dönmesi Bursalıların tepkisini çekiyor. Bursalılar ülkenin en büyük şehirlerinden biri olan, anayi ve turizm konusunda nam salmış bir şehrin hâlâ yüksek hızlı trene sahip olmamasını hayretle karşıladıklarını belirtiyor.
Açılış tarihinin sık sık ertelenmesi Bursalıların bu konuda giderek sabırsızlanmasına yol açarken, son yapılan açıklamalarda 2025 yılı işaret ediliyor. Vatandaşlar ise verilen bu tarihin de aksayacağını düşünüyor.
Tumblr media
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes