#Yu Nan
Explore tagged Tumblr posts
chineseredcarpet · 4 days ago
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Yu Nan for Marie Claire China's Power Trip Women's Influence Night as she shares she recently got married
10 notes · View notes
kdram-chjh · 6 months ago
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Cdrama: Zang Hai Zhuan (2024?)
ENGSUB 【藏海传 Zang Hai Zhuan】 杀青特辑:全阵容官宣!郑晓龙执导现场曝光, 肖战张婧仪新造型亮相 | 肖战/张婧仪/周奇/黄觉 | 古装 奇幻 | 优酷 YOUKU
Watch this video on Youtube: https://www.youtube.com/watch?v=_WLsPr1ociU
Tumblr media Tumblr media
2 notes · View notes
itsjohnjohn1 · 2 years ago
Note
Who are your top celebrity crushes who names begin with Y?
Yvonne Strahovski
Tumblr media Tumblr media
Yara Shahidi
Tumblr media Tumblr media
Yu Nan
Tumblr media Tumblr media
Yung Miami
Tumblr media Tumblr media
Yunjin Kim
Tumblr media Tumblr media
9 notes · View notes
bloodyfries · 3 months ago
Text
For the past two months I have been explaining the plot of TGCF (or as he calls it: "the gay man lore™") to a friend of mine. I have heavily condensed the plot and we are still not done. Though I would like to tell you all the alternate names he has come up with
Xie Lian = Jay Leno
Hua Cheng = Little red ridding hood
San Lang = Little red vibing hood
Hong Hong-er = kys kid
Wu‌ ‌Ming = gaster the royal scientists
Feng Xin = thing one
Mu Qing = thing two
Nan Feng = thing three
Fu Yao = Thing four
Qi‌ ‌Ying‌ = autism god
Yin Yu = low tier god
Lang‌ ‌Qianqiu‌ = headband guy
Pei Ming = womanizer
Yushi Huang = Susie Deltarune
Lang‌ ‌Ying = Springtrap
Ban Yu = specific girl
Pei Lang = specific boy
Shi Qingxuan = Scott the woz
Shi‌ ‌Wudu‌ = don't lose your head wudu
Black water = Black water
Qi‌ ‌Rong = pac man
Gu‌ ‌Zi = mochi
Jun Wu = Jesus
Ling Wen = female Shakespeare
Mei‌ ‌Nian‌ ‌Qing= Doc Lewis (punch-out)
67 notes · View notes
movielosophy · 3 months ago
Text
Tumblr media Tumblr media
The First Shot | The squad.
67 notes · View notes
amezhu · 3 months ago
Text
Heaven Official's Blessing ▪︎ Hurdacı Ölümsüz Ve Kızıl Cübbeli Hayalet hakkındaki halk hikayesi
"Orta dünyada şöyle derler, bir zamanlar hurdacı bir ölümsüz varmış.
Ona Hurdacı ölümsüz deseler de bu ölümsüzün kutsadığı hurda toplayıcılar değildi, ölümlüler diyarının huzuruydu. Çünkü aynı zamanda o en güçlü savaş tanrısıydı.
O'nun yenemeyeceği hiçbir kötülük, öldüremeyeceği hiçbir hayalet yoktur. O, dünyayı yok edecek güce sahip olsa da çi��eğe değer verecek yürekten yoksun değildi.
Ancak bir tanrıya ibadet etmek için birtakım kurallar ve tabular vardır. Eğer biri bu ölümsüze tapılan bir tapınağa uğrarsa asla öylesine gelişigüzel secde edilmemelidir.
Ancak bu hurdacı ölümsüzün özel bir yapısı var ve şanssızlığı çağırır. İnanmıyor musun? Bir zar hazırla, ölümsüzün ilahi heykelinin elini ovalayıp zar at, gel gör ki şansın kesinlikle en kötüsü olacak.
Yani, bu Hurdacı ölümsüzün tozlu beyaz heykeline dua eden bir kişi ne kadar çok dua ederse heykelin o kadar çok kötü şans getirebileceğini söylenir. Suyun bile dişlerin arasına sıkışabileceği noktadan Taocu cübbe giyerken hayaletleri görmeye kadar."
.
"Orta dünyada bir de şundan bahsedilir, öyle bir Kızıl Cübbeli Hayalet Kral varmış ki.
Her ne kadar bu Hayalet Kral'ın insan dışı bir varlık olduğu düşünülse de muazzam sayıda inananlara sahipti. Kendi meskenlerinde Hayalet Kral’ın türbesini gizlice kuranlar sıklıkla bulunur, gündüz ve gece ibadet edip iyi şans için dua ederlerdi.
Bunun nedeni, yalnızca bu Hayalet Kral’ın yenilmez olması değil, görünüşe göre tek bir yenilgiyi bile tatmamıştı ve şansı kıyaslanabilir derecede güçlüydü.
İnanmıyor musun? Zarları atmadan önce onun önünde secdeye kapan. Eğer sana yardım etmeyi isterse o zaman bir sonraki atışınız kesinlikle olağanüstü olacak.
Ancak hayaletler tanrılar gibi değil yani doğal olarak daha fazla tabular var. Hayalet kral çok güçlü olsa da kişiliği tuhaf ve aşırıdır.
Eğer mutluysa sen dua etmesen bile sana yardım edecektir; eğer mutsuzsa sen bin altın versen bile geri çevirir; eğer aşırı mutsuzsa kim bilir belki bir gün canını bile alabilir.
Yani aynı mantıkla, saygınızı göstermek en iyisi ama yine de uzak durun."
.
"Ancak eğer insanlar hem bu tanrının hem de bu hayaletin ilahi heykellerine beraber ibadet ederse işte o zaman bir mucize olur.
O Kızıl Cübbeli Hayalet Kral, Hurdacı Ölümsüz'ü saran tüm talihsizlikleri kovacak ve onun gerçek görünüşünü ortaya çıkarmasına izin verecek.
İnsanlar bunu şok edici bir şekilde keşfedecekler, görünüşe göre o Hurdacı ölümsüzün rengi tozlu bir beyaz değil, parıl parıl parlayan altın rengiymiş."
.
"Efsaneler genellikle gerçeklere dayanır. Ancak bu masal muhtemelen çok çok uzun zaman önce belki de sekiz yüz yıl öncesinden başlayarak anlatılması bile gerekebilirdi ve bunu anlatmak çok çok uzun bir hikaye olurdu. İnsanlar dinleme sabrına sahip olmayabilir.
Ancak kesin olan şu ki her ikisinin de en güçlü güçlerini sergilemesine sahip olmak için ikisine birlikte tapınılmalıdır.
Bu şekilde kişi iki kat servet ve iki kat yenilmezlik elde edebilir.
Cennetin kutsamasıyla, hiçbir yol çıkmaz değildir."
"天官赐福 百无禁忌"
Tumblr media
39 notes · View notes
worstloki · 7 months ago
Text
Calamity Mu Qing this and calamity Xie Lian that. Have you considered Feng Xin as a ghost?? He'd be out there looking for Xie Lian. He would know that's what Hua Cheng is doing too. It'd be the most competitive 2 supreme ghost race of which of them can find Xie Lian first and it would last for 800 years...
67 notes · View notes
nature-and-culture · 5 months ago
Text
Tumblr media
Xiao Nan Yu by Karoline Kuras
44 notes · View notes
symphonyofsilence · 1 year ago
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Noble Jie, the bridge builder, the relationship expert, the communication queen.
89 notes · View notes
save-the-data · 1 year ago
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Tiger and Crane | S01E01
Chinese Drama - 2023, 36 episodes
71 notes · View notes
chineseredcarpet · 3 days ago
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Marie Claire China shares pics from Power Trip Women's Influence Night of Ning Chang, Kara Wai, Liu Shishi, Lisi Danni, Song Yanfei, Na Ran, Li Qin, Ai Liya & Yu Nan
0 notes
kdram-chjh · 4 months ago
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Cdrama: The Unexpected Marriage (2024)
Gifs of Intro of cdrama "The Unexpected Marriage"
ENG SUB 【拂玉鞍 The Unexpected Marriage】 EP01 刘长生遇难被吕敬救下,吕敬巧妙化解刘长生的“刁难”(漆昱辰、吴俊霆)
Watch this video on Youtube: https://www.youtube.com/watch?v=JrKjbUIWkaA
Tumblr media
10 notes · View notes
thatguymaurille · 2 years ago
Text
Tumblr media
222 notes · View notes
movielosophy · 2 months ago
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
The First Shot | Working family
50 notes · View notes
amezhu · 3 months ago
Text
Heaven Official's Blessing ▪︎
249. BÖLÜM - Ekselanslarının Merak Uyandıran Olayı - Veliaht Prensin Hatırası Kaybolup Gidiyor 4- Seninle Yeniden Karşılaşacağız -
Hayalet maskeli kişinin verdiği talimatlar karmaşık değildi: sadece birkaç li güneye, belirli bir dağdaki belirli bir ine doğru ilerleyin. Xie Lian, normal bir insanın şu anda olduğu gibi hız konusunda kendisiyle boy ölçüşemeyeceğinden ve San Lang'ın yardımcısından daha hızlı bir şekilde o yere varacağından da emindi.
Gerçekten de bir saat sonra, dağdaki ruhların ve canavarların çığlıkları ve ulumaları eşliğinde, dağa girdiği andan itibaren çılgınca bir savaşa tutuşmuş ve birkaç canavarı öldürmüştü. Sonunda, o malum dağ ile o malum ini buldu.
Her ne kadar canavarın bir etkisi varmış gibi görünse de, üç yüz ila dört yüz güçlü uşak onun için girişi koruyor olsa da, Xie Lian’a göre bunun girişi koruyan üç veya dört güçlü uşaktan hiçbir farkı yoktu. İlk başta düşmanın son derece güçlü olacağından endişe etmiş ve aceleci davranmamıştı, ancak bir süre sabırla inin çevresini gözetledikten ve uşakların boş gevezeliklerini dinledikten sonra, canavarın son birkaç gündür gereğinden fazla şey yaşadığını keşfetti.
"... bu doğru, bu doğru, shanzhu sadece kokuşmuş bir xiulian uygulayıcıdan zorlukla kaçmayı başardı. Ölümüne korkmuşlardı ve yaralı olarak geri döndüler. Geri döndükleri anda, büyük bir panik içinde orijinal inlerini terk ettiler ve buraya kaçtılar."
"Anlıyorum! Neden aniden hepimizi çağırdıklarını merak ediyordum - demek ki uygulayıcının intikam almak için geri dönmesinden korkuyorlar!"
"Korkmaları için bir sebep yok. O uygulayıcı shanzhu tarafından birkaç kez ısırıldı. Şimdi uyansa bile, kuzey yönünün nerede olduğunu bile bulamayacak kadar kafası karmakarışık olacaktır."
"Nasıl korkmazlar? Shanzhu birkaç yüzyıl önce yaşamış ve ünlü bir canavar olmasına rağmen, bu uygulayıcının aniden ortaya çıktığını ve iki vuruşla onları burnu yamulana ve gözleri şaşı olana kadar dövdüğünü duydum. Eğer uygulayıcının vücudunda bazı yaralar varmış gibi görünmeseydi ve Shanzhu'na birkaç ısırık atma fırsatı vermeseydi, korkarım Shanzhu geri dönemezdi."
"Lanet olsun, vahşi bir uygulayıcı nasıl bu kadar güçlü olabilir!"
Buraya kadar dinledikten sonra, Xie Lian az çok yeterli olduğunu hissetti.
Rahatça dışarı çıktı ve onları sıcak bir şekilde selamladı, "Merhaba."
Küçük canavar uşaklarından oluşan kalabalık büyük bir şaşkınlık yaşadı ve "kim var orada!" diye bağırarak ayağa fırladı.
"Bu güzel çocuk nereden geldi?"
Xie Lian küçük bir gülümseme takındı ve açıklama yapmak için hiç vakit kaybetmeden doğrudan ine doğru yol aldı. Yakalamak için gelişigüzel uzandığında birkaç on tanesini yakaladı; ve gelişigüzel kenara fırlattığında birkaç on Zhang fırlattı.
Büyü olmadan bile, uşak kalabalığına öyle bir korku vermeyi başardı ki, tiz çığlıkları havayı durmaksızın doldurdu; “Bu tatlı oğlanın sorunu ne!!! Çok kibar gibi görünüyor!!! Neden bu kadar kaba ve vahşi!!!”
Ve böylece, yabani otları koparmaya benzer bu şekilde, Xie Lian ine engelsiz bir şekilde adım attı. Büyük bir canavarla büyük bir savaşa girmeye hazırlanıyordu ama ine girdiğinde gördüğü şeyin insan formuna bürünmüş, yerde yuvarlanan, karnına sarılıp inleyen ve feryat eden bir yaratık olduğunu kim bilebilirdi?
İlk başta Xie Lian bunun sadece bir numara olduğunu düşündü ama bir kez daha baktığında durumun hiç de öyle olmadığını gördü. Karnı inanılmaz derecede şişmişti, sanki inanılmaz derecede korkunç bir şey yutmuş gibiydi ve bu yüzden Xie Lian çömelip, "Neyin var?" diye sordu.
Belki de canavar o kadar acı çekiyordu ki sayıklıyordu, çünkü Xie lian'ı görünce büyük bir çığlık attı, "Doğru zamanda geldin! Sen! Artık yemeyeceğim! Artık yemeye cesaret edemiyorum! Bir daha asla cesaret edemeyeceğim! Yuttuğum şeyi sana geri vermeme izin ver! Hazmedemiyorum, hazmedemiyorum!"
Xie Lian dedi ki, "Beni başkasıyla mı karıştırıyorsun? Bana ait hiçbir şey yutmadın, öyleyse bana ne geri veriyorsun?"
Ancak canavar büyük bir acı içinde yerde yuvarlanmaya devam etti ve cevap verme zahmetine bile katlanamadı. Ne yapacağını şaşıran Xie Lian, önce bir tılsım çizerek ilerledi ve onunla bir şeyleri açıklığa kavuşturmadan önce onu yakalamaya karar verdi. Ancak ilginç bir şekilde, tılsımı taktığı anda canavar beklenmedik bir şekilde diğer budaowenglerden çok daha büyük ve yuvarlak bir mideye sahip, inanılmaz derecede komik, büyük ve tombul bir budaoweng'e dönüştü. Xie Lian bunu hem komik hem de başlangıç olarak gördü. Çizdiği tılsımı inceledi, acaba HATA İLE bu hale gelmiş olabilir miydi, birkaç vuruşu yanlış mı çizmişti?
Ancak bu da çok büyük bir sorun değildi. Bu savaş aşırı derecede kolaydı ve Xie Lian dağın derinliklerinden çıktığında gün aydınlanmıştı. Budaoweng'i kolunda tuttu ve aceleyle şehre doğru geri döndü.
Artık San Lang için bir şeyler yapmış olan Xie Lian kendini mutlu hissediyor ve yakaladığı canavarı San Lang'a nasıl sunacağını düşünmeye başlamıştı bile. San Lang'ın şaşkın bir ifade takınması durumunda, yine de çekingen bir tavır takınması ve sevincini belli etmemesi gerektiği konusunda kendini gizlice uyarmıştı. Bütün gece dışarıda dolaşıp koşturduğu için Xie Lian’ın bacakları ağrıyordu ve bu yüzden yol üzerindeki bir tezgâha oturup bedava bir kâse içki aldı.
İçerken birden arkasından birinin ona doğru koştuğunu ve "Xie Lian!" diye bağırdığını duymuş.
Ana caddenin ortasında doğrudan adını haykıracak kadar cüretkâr olan bu kişi kimdi? Kraliyet hanesi içinde bile çok az kişi bu kadar saygısız olabilirdi; herkes ona büyük bir hürmet ve saygıyla "veliaht prens hazretleri" diye hitap etmiyor muydu?
Xie Lian derhal çay kasesini indirdi.
Başını çevirip baktığında, bu kişinin beklenmedik bir şekilde halktan biri olduğunu gördü. Büyük bir tahta kutu taşıyordu ve büyük adımlarla ilerleyerek "Bekle! Bekle! Xie Lian'ı unuttun! Onu da getirin!"
Yani ona değil, onunla aynı adı taşıyan birine sesleniyordu! Ancak Xie Lian bu durumu daha da ilginç bulmuştu, her ne kadar isimlerden kaçınmak gibi tabuları pek umursamasa da, birinin kendisiyle aynı isme sahip olmaya cesaret edebileceğini düşünmek şaşırtıcıydı!
Ama hemen fark etti ki, o kişinin bahsettiği "Xie Lian" bir insan değildi.
Xie Lian'ın yanında bir adam oturuyordu. Kutuyu taşıyan kişi yürüdü ve bu adamın yanına oturdu. Tahta kutuyu okşadı ve "Xie lian'ı yanımda getirdim. Bugün ailenizin hizmet ettiği o kişiye onu götürmeyi unutmayın! Batıl inançları göz ardı etmeyin. Eğer ikisini birlikte göstermezseniz, çok fazla kötü şans olacaktır!"
"Evet, evet. Doğal olarak biliyorum..."
Xie Lian daha fazla dayanamadı ve ağzını açarak, "Affedersiniz..." dedi.
İki kişi birden başlarını çevirip ona baktılar. Xie Lian, "Lütfen küstahlığım için beni affedin. Affedersiniz, bu kutuda ne var?"
O kişi, "Ben zaten söylemedim mi?" dedi. İçinde Xie Lian var."
Xie Lian anlamadı: "Ama... Xie Lian veliaht prens değil mi, ekselansları?"
İki kişi bunu çok komik bulmuşa benziyordu: "Kimse onun veliaht prens olmadığını söylemedi. Başından beri hep öyleydi. Bakın!" Bunu söyleyerek kutuyu açtılar.
Xie Lian’ın gözleri büyüdü. Beklenmedik bir şekilde, ahşap kutunun içinde küçük bir tapınma sunağı vardı ve bu sunağın içinde sade ve rustik görünümlü bir tanrı heykelciği, beyaz giyimli ve sırtında hasır şapka olan bir uygulayıcı vardı. Onu tanıyamadı.
"..." Xie Lian bunu tamamen anlayamadı ve "heykelciğin XianLe veliaht prensi Xie Lian’a ait olduğunu mu söylüyorsun?" dedi.
"Başka kim olabilir?"
Diğer insanlar birbiri ardına etrafta toplanmaya başlamıştı ve yarısı ona sanki nadir bulunan biriymiş gibi bakıyordu: "Siz gençler gerçekten çok tuhafsınız ve siz de bir uygulayıcı gibi görünüyorsunuz, nasıl oluyor da bu kadar basit bir şeyi bile bilmiyorsunuz?"
Diğer yarısı bu "tanrı heykelciğine" bakıyordu: "Vay canına! Bu hurda toplayan ölümsüzün oyması fena değil! Yeterince acıklı görünüyor."
"Evet, trajedi ve keder dolu. Bir kez baktığınızda bunun bir talihsizlik tasviri olduğunu hemen hissediyorsunuz!"
"Harika, harika! Şimdi ne kadar çirkin görünürse, diğeri onun kaçmasına yardım ettiğinde daha da iyi görünecektir. Onları en fazla sekiz gün birlikte sergileyin ve sonuçlar ortaya çıksın."
"..."
Xie Lian cehaletle şöyle dedi: "Hurda toplayan ölümsüz mü? Nasıl hurda toplayan bir ölümsüz oldu?"
Çevredeki taç dedi ki, "Uygulayıcı, gerçekten çok tuhafsın ah! Xie Lian en başından beri hurda toplayan bir ölümsüzdü!"
"..."
Xie Lian genellikle kolay sinirlenen biri değildi ama o anda biraz sinirlendiğini hissetti.
Hurda topladığı için diğer insanların gülüp kendisiyle alay etmesini dinleyen biri bundan pek de mutlu olmazdı. Bir anda ayağa kalktı ve derin bir sesle şöyle dedi: "Herkesin Xianle kraliyet ailesine karşı bir memnuniyetsizliği mi var? Olsa bile, veliaht prense bu şekilde hakaret etmeniz görgü kurallarına uygun değil."
Kalabalık birbirine baktı ve ona gülerek, "Ne diyorsun sen? Hangi ülkenin görgü kurallarına uygun? Xianle ülkesi sekiz yüz yıldan fazla bir süre önce yok edildi!"
....
Bir saat sonra, Xie Lian ana caddede yürürken hâlâ biraz şaşkındı.
Çok korkutucuydu. Az önce aldığı her şey, ona göre çok korkutucuydu.
"XianLe ülkesi nasıl yok edildi? Kraliyet babam ve annem hâlâ hayatta ve iyi durumda değil mi? Ve benim tarafımdan nasıl yok edilmiş olabilir? Bir savaşı mı kaybettim? ��lkemi ben mi yok ettim? Ve iki kez yere mi serildim? Bir hurdacı mı oldum?"
Kendini tekrar tekrar sorguladı ve kendine tekrar tekrar söyledi: imkansız. İmkânsız!
Kendini ikna etmeye çalıştı: “tüm bunlar gerçek değil, perde arkasında sorun çıkaran bir kötü adam olmalı."
Ancak, her şey tuhaf geliyordu: tuhaf aksanlar, tuhaf kıyafetler ve tuhaf binalar ve hatta tuhaf Feng Xin ve Mu Qing, hepsi ona bunun bir kâbus olmadığını söylüyordu ve bu olanlar da bir illüzyon değildi. Hiçbir iblis ya da canavar böylesine geniş ve gerçekçi bir illüzyon yaratamazdı.
Sekiz yüz yıl gerçekten de geçmişti.
Sekiz yüz yıl gerçekten nasıl geçmiş olabilirdi? Sekiz yüz yıl sonra nasıl bu hale gelmişti?
XianLe Ülkesi yok edilmişti; kraliyet babası ve annesi ölmüştü; Feng Xin ve mu Qing yükselmişti. Ve o bir hurdacı olmuştu.
Nasıl bu hale geldi?
Böyle olamazdı. Böyle olmamalıydı!
Xie Lian daha hızlı ve daha hızlı yürüdü, sonunda koşmaya başlamıştı, sanki uçsuz bucaksız ve sınırsız bir karanlık onu yutmak üzereymiş gibi arkasından sertçe bastırıyordu. Aniden kırmızı bir siluet parladı ve gözlerinin önünde sırık gibi bir figür belirdi: "Daozhang, nereye gittin? Seni uzun süre her yerde aradım."
Bu San Lang'dı. Hâlâ gülümsüyordu ve bunu söylerken yanına gelip Xie Lian’ın elini tutmaya çalıştı, ama onu görünce Xie Lian vücudunun her yerinde tüylerinin diken diken olduğunu hissetti ve yüksek sesle bağırdı, "bana yaklaşma!!!"
Çığlığı anında etkisini gösterdi. San Lang durakladı ama yüz ifadesi değişmedi. "Sorun ne?" diye sordu.
Xie Lian yumruklarını sıktı ve soğuk bir şekilde, "Sen de kimsin? Ne yapmayı planlıyorsun?"
San Lang, "Dün oldukça iyi anlaştığımızı ve artık bu küçük rahatsızlıkları umursamadığımızı düşünmüştüm," dedi.
Xie Lian, "Bana yalan söyledin." dedi.
Bir anlık sessizliğin ardından San Lang, "Demek zaten biliyorsun," dedi.
Xie Lian, "Artık biliyorum..." dedi, "sekiz yüz yıl sonra.”
Normalde, bazı şeylerin doğru olmadığını anlaması bu kadar uzun sürmezdi ama bu kişi bazı şeyleri kasıtlı olarak ondan saklamış, hangi yönün kuzey olduğunu bile anlayamayacak hale gelene kadar onu büyülemiş, kandırmış ve kafasını karıştırmıştı: yoksa gerçeği ancak bir gün sonra nasıl keşfedebilirdi?
San Lang ona doğru bir adım attı ve "Ekselansları" dedi.
Xie Lian birkaç adım daha geri çekilerek bağırdı, "Yaklaşma!!! Biraz daha yaklaşırsan, sana vururum!" Ancak vücudu titriyordu. Xie Lian son derece korkmuştu.
Korktuğu şey bir iblis ya da canavar değildi, karşısındaki iyi ya da kötü niyetli adam da değildi. Tüm bu garip dünyadan dehşete düşmüştü. Bu dünyada gurur duyabileceği bir şanı yoktu, sadık tebaası yoktu, onu çok seven anne babası yoktu, kendi ülkesi yoktu, onu seven ve saygı duyan inananları yoktu. Hiçbir şey, hiçbir şey, kesinlikle hiçbir şeyi yoktu!
Ama San Lang ona doğru bir adım daha atarak, "Korkmayın Ekselansları," dedi.
"..."
Bu cümleyi duyan Xie Lian’ın ifadesi değişti
Birden o bölük pörçük anıların içinde, kulağının dibinde derinden gelen bir sesle " Korkmayın Ekselansları " diyen adamı hatırladı.
Bunu nasıl fark edememişti?
Her iki adamın da konuşma tarzı ve sesi aynıydı!
Xie Lian o kadar öfkeliydi ki titreyerek, "Sensin... gerçekten sensin..." dedi.
Bu kişinin onu nasıl kandırdığını ve nasıl etrafımda dolaştırdığını düşündükçe, minnettarlıktan başka bir şey hissetmediği ve iyi duygularla dolu olduğu halde, hatta ona "Gege" dediği halde -Xie Lian buna dayanamadı ve öfkesi tavan yaptı. "Seni yalancı!" diye bağırarak saldırdı.
Saldırı San Lang'ın göğsüne tam isabet etti. Xie Lian ikinci kez vurmak için kendini hazırladı ama bir şekilde hareket edemediğini fark etti.
Onu durduran kendi bedeniydi!
Xie Lian neler olduğunu anlayamıyordu ama San Lang onun elini tuttu. Xie Lian irkildi ve hemen anlamsızca bağırdı, "Bana dokunma! Sen, seni yalancı, bana yalan söyledin. Sana bir daha asla inanmayacağım. Sen..."
Ama San Lang sessizce, "Ekselansları, bana inanın." dedi.
Xie Lian öfkeyle bağırdı, "Sana asla inanmayacağım!!! İnanacağım!..."
Ancak, tıpkı saldırısının durdurulması gibi, ardından gelmesi gereken "sana asla inanmayacağım" da bir türlü dudaklarından dökülemedi.
Bu adamın gözlerindeki endişe ve acı tamamen ve bütünüyle gerçekti. Bir insanın başka bir insana böyle bir ifade sergilediğini gören hiç kimse onun samimiyetinden şüphe duymazdı.
San Lang, Xie Lian’ı kendisini dehşete düşüren bu garip dünyadan uzaklaştırmak istercesine, sonunda onu kucakladı, dudakları saçlarını hafifçe öptü ve sıcak ve nazik bir sesle, " Korkmayın Ekselansları. Hepsi geçmişte kaldı. Ekselansları. Bunu artık atlattınız."
"..."
Uzun bir süre sonra, Xie Lian’ın vücudu nihayet yumuşadı.
Şimdi, tüm aynı ve hayal kırıklığını bir kenara bırakıp dikkatlice düşündü: rüyasındaki parçalanmış sahnelerde, ona seslenen adamın sakin sesi her zaman sıcak ve son derece nazikti, en ufak bir zorlama belirtisi bile yoktu.
Kendisine gelince... her ne kadar merhamet dilemiş ve ağlamış olsa da dinlediğinde en ufak bir isteksizlik belirtisi bile olmadığını anlayabiliyordu. Sadece, şimdiye kadar bununla doğrudan yüzleşmek istemediği için bunu keşfedememişti.
En azından Xie Lian sonunda bu adamı gördüğü anda ona güvenmek istemesinin nedenini biliyordu. Ne yazık ki, sekiz yüz yıl sonraki "o", San Lang ile pek de basit olmayan bir ilişkiye sahipti.
Vücuduna karşı savaşmaktan tamamen vazgeçti ve kalbinin arzusuna uyarak yüzünü San Lang'ın göğsüne gömdü. Sesi boğuklaşarak, "Biz..." dedi.
San Lang, "hm." dedi.
Uzun bir sessizlikten sonra Xie Lian mırıldandı, "neden... bu sekiz yüz yıl içinde olan her şeyi aniden unuttum?"
San Lang, "Bu benim hatam. Önceki gün gece yarısı aniden bir dua alıp çok aceleyle evden ayrıldın. Büyünü geri kazanmana yardım edememiştim ve canavar seni ısırdığında anılarını da yutacağını zamanında söyleme fırsatım olmadı. Yani tamamen benim hatam."
Xie Lian şöyle dedi: "O zaman bu senin hatan değildi. Dikkatsiz olan bendim."
San Lang, "Ekselansları asla hatalı olmaz." dedi.
Xie Lian zoraki bir gülümsemenin ardından yine umutsuzca, "O zaman San Lang, XianLe ülkesinin yok olmasına nasıl sebep oldum?" dedi.
Ne de olsa halkına çok değer veriyordu ve XianLe'nin bin yıl daha gelişmeye devam etmesi onun en büyük arzusuydu.
San Lang ona çok daha sıkıca sarıldı ve inançla "senin hatan değildi." Dedi.
Xie Lian mırıldandı, "Nasıl bu kadar berbat bir şekilde başarısız oldum? Nasıl bu hale geldim?"
Kim gökleri ve yeri yerinden oynatacak ve çağlar boyunca yaşayacak büyük başarılara imza atmak isteyerek başlamaz ki? Belki de sadece milyonda bir kişi bu hayali gerçeğe dönüştürebilirdi ama Xie Lian kendisinin o milyonda bir kişi olacağından bir kez bile şüphe duymamıştı.
Belki de San Lang'ın sekiz yüz yılın geçtiğini fark etmesine izin vermemesinin nedeni buydu.
San Lang "Başarısız olmadın" dedi.
Xie Lian başını sallayarak, "ama artık hiç inananım yok," dedi.
"Var."
Bunu düşünmek bile Xie Lian'ı kederlendirdi. Dedi ki, "Ben hurda toplayan bir ölümsüzüm. Hurda toplarım. Elbette kimse bana inanmaz ve kimse beni tanrı olarak kabul etmez. Hurda toplayan bir ölümsüze kim saygı duyar ki?"
Bu onun hayalindekinden tamamen farklıydı.
Ama San Lang, "Sana daha önce söylemedim mi? Bir inananın var."
Xie Lian yüzünü kaldırdı. San Lang ona küçük bir gülümseme vererek, "Ekselansları, Hua Cheng ile çok yakında tanışabileceğinizi söylemiştim. Şu anda onunla tanıştınız.""..."
Xie Lian başını kaldırdı ve yüzüne bakarak biraz şaşkın bir ifadeyle, "San Lang, sen... beni ne zaman tanıdın?" dedi.
Hua Cheng, "Çok çok uzun zaman önce, hatta sen yükselmeden önce," dedi.
Xie Lian yavaşça gözlerini kırpıştırdı.
Hua Cheng tekrar, "Majesteleri, belki de şimdiki "siz", sekiz yüz yıl sonraki "siz "in büyük bir başarısızlık olduğunu hissediyor olabilirsiniz. Belki hayal kırıklığına uğramış hissediyor ve bunu kabullenemiyor olabilirsiniz. Ama lütfen bana inanın, öyle değil."
Parlak sol gözü Xie Lian’a baktı ve bu gözdeki bakış sesi kadar yumuşak ve nazikti.
"Sen beni kurtardın. Ben her zaman seni izledim."
"Bu dünyada senden daha 'başarılı' sayısız insan var, ama hiçbiri beni senin kurtardığın gibi kurtaramazdı ve hiçbiri senin yaptıklarını yapamazdı--"
"Bugünkü ben olabilmem için bana ne kadar cesaret verdiğini bilemezsin."
"Kalbimde, sen sonsuza dek benim tek tanrım olacaksın."
Xie Lian, "Ve sen de sonsuza dek benim en sadık inananımsın," dedi.
Daha konuşmasını bitirmemişti ki kendine geldi. Az önce söylediği bu cümle, sanki böyle değerli bir sözü daha önce duymuş gibi, içgüdüsel olarak o anda yanıt olarak söylediği bir şeydi. Ama San Lang gülümsemeye başladı ve Xie Lian’ın elini kaldırıp elinin arkasını öptü,"evet" dedi.
"..."
Uzun bir süre sonra, Xie Lian bir karara varmış gibi görünüyordu ve "Anılarımı yutan bu canavar da ne?" diyerek kolundan canavarın budaoweng'ini çıkardı.
Hua Cheng canavarı aldı ve "Demek ki yeni inini yok eden gerçekten de senmişşin Ekselansları" dedi.
Xie Lian başını sallayarak, "Anılarımı geri kazanmak için burada ona karşı harekete geçmeliyim, değil mi?" dedi.
Hua Cheng'in avucunun içindeki budaoweng büyük ağzını açtı.
Ağzından ateşböceklerine benzeyen birkaç ışık zerresi uçarak Xie Lian’ın etrafını sardı. Hua Cheng, "Onları yakalarsan sekiz yüz yıllık anılarını geri getirebilirsin" dedi.
Bunu duyan Xie Lian elini onlara doğru uzattı. Ancak, onlara dokunmadan hemen önce durdu.
Bu sekiz yüz yıllık anıları kurtarmak, sanki o sekiz yüz yılı yeniden yaşamak, olan her şeyi bir kez daha deneyimlemek demekti: kalbine saplanan yüz kılıcın acısı, tamamen yenilmiş olmanın utancı, güçsüz ve hiçbir şey yapamıyor olmanın öfkesi.
Tüm bunların aslında bir an içinde sona ereceğini bilse de, parmak uçları hafifçe titremeye devam ediyordu.
Hua Cheng arkasında durmuş, ona sırtını sağlam bir duvara dayamış gibi hissettiriyordu. Arkasından Hua Cheng'in sesini duydu, "Korkmayın, Ekselansları."
Xie Lian başını hafifçe arkaya eğdi, Hua Cheng kollarını onun beline doladı ve "İnan bana, ne kadar uzun sürerse sürsün, her zaman seni bekleyeceğim. Sen ise her seferinde beni bulacaksın.”
Doğru. Her seferinde birbirlerini bulacaklardı.
Ve böylece, Xie Lian elini ışıklara doğru uzattı.
Yıldızlar gibi, ışığın zerreleri parmak uçlarında eridi. Gözlerinin önünde büyük bir parlaklık vardı, sanki sıcak bir şey yaklaşıyormuş gibi. Bu parlak ışık ona ulaşmadan önce, Xie Lian "Seninle tanıştığıma çok memnun oldum" dedi.
Bu cümleyi söyledikten sonra, ışık zerrecikleri vücudunda eriyip kayboldu. Xie Lian yavaşça öne doğru devrildi ve Hua Cheng tarafından yakalandı.
Uzun bir süre sonra, Xie Lian nihayet kıpırdanmaya başladı. Gözlerini açar açmaz Hua Cheng alçak bir sesle "Gege?" dedi.
Xie Lian yavaşça hafifçe gülümsedi ve bir elini uzatarak Hua Cheng'in yüzünü okşadı ve "... Seninle tekrar karşılaştım" dedi.
Hua Cheng de gülümsemeye başladı ve "Ben söylemedim mi? İnan bana."
Xie Lian iç çekti ve "Bu birbirimizi sekiz yüz yıl daha beklediğimiz anlamına mı geliyor?" dedi.
Hua Cheng, "Ben demedim mi, ne kadar uzun sürerse sürsün, seni her zaman bekleyeceğim. Ancak..."
Xie Lian'ı yukarı çekti. İkisi yüz yüze durdular ve Hua Cheng onun elini sıkıca tuttu ve gülümseyerek, "Şu anda, bir an bile ayrı kalmamızı istemiyorum" dedi.
Geçmişi değiştirmenin hiçbir yolu yoktu.
Sekiz yüz yıl önce, herkesin gururu olan on yedi yaşındaki Xie Lian’ın geleceğin ona neler hazırladığını bilmesine imkân yoktu. Kader ona iki kapı açmıştı. Bir savaş tanrısının yolu kısa ama silinmez bir etki bırakmıştı; kısa bir an içinde bir iblis bir köprüde bir ölümsüzle karşılaşmıştı. Ve o iki kapıyı da açmıştı.
Bundan sonra, güçsüz olmanın ve göklere dönememenin çalkantılı dalgalarında yalnızdı ve o uzun ve çileli yıllar boyunca geçimini sağlamak için mücadele etti. Acı, öfke, hayal kırıklığı, nefret, umutsuzluk, delilik. Ölü küller kadar kayıtsız bir kalp.
Ve ondan sonra, ölü küller yeniden hayata döndü.
Ancak bunların hepsi çoktan geçmişte kalmıştı.
"Gege, hoş geldin."
"Hm..."
"Bak, benimle tekrar buluşacağını söyledim. Sana yalan söylemedim.
Xie Lian Hua Cheng'e bir bakış attı ve "gerçekten mi?" dedi.
Hua Cheng hafifçe gülümsedi ve "Elbette. Ekselanslarına ne zaman yalan söyledim ki? Gege, ben..."
"..."
"..."
Xie Lian elini Hua Cheng'in cübbesinin içine soktu ve bir kağıt parçası çıkarıp yüksek sesle okudu, " 'San Lang Gege'nin ilgisine mazhar olan Xie Lian’ın bunu geri ödemesi mümkün değildir ve Gege’nin sorunlarını çözmesine yardımcı olmak için sahip olduğum azıcık gücü de tüketmeye hazırım, bu yüzden bir süreliğine buradan ayrılacağım. San Lang Gege endişelenmesin, çünkü Xie Lian ayrıldıktan kısa bir süre sonra geri dönecektir."
San Lang kaşlarını kaldırdı ve ellerini arkasına götürerek konuşmadı. Xie Lian yüksek sesle okumayı bitirdikten sonra Hua Cheng'in tavrını taklit ederek kaşlarını kaldırdı ve "San Lang Gege, San Lang Gege, gerçekten iyisin ha" dedi.
Hua Cheng gülerek, "iyi olsam da olmasam da, Gege en başından beri bu konuda net değil miydi?" dedi.
Xie Lian’ın yüzü hafifçe kızardı ve belli belirsiz, "... Neden bahsettiğinden emin değilim. Her halükarda, bu birkaç gün içinde çok ileri gittin ve bunu düşünmelisin."
Hua Cheng ciddiyetle, "Gege, böyle yapma. Bu iki gün boyunca size sürekli olarak nezaket ve edep çerçevesinde davrandım ve direnmek benim için çok zor oldu."
Xie Lian, "Ne zamandan beri bana nezaket ve edeple davranıyorsun. Sen açıkça... açıkça..." diyerek açıkça onunla dalga geçti ve büyük bir zevkle alay etti. O iki gün içinde, Hua Cheng onunla oynarken bir o yana bir bu yana savrulan, saf, aptal ve şımartılmış on yedi yaşındaki küçük kuklaya nasıl dönüştüğünü düşününce... Xie Lian olanları bir kez daha tüm açıklığıyla hatırlayınca, doğrudan kendisine bakamadı ve inlemekten ve şakaklarına masaj yapmaktan kendini alamadı. İfadesi tamamen ciddi olan Hua Cheng, "gerçekten, aşağılık, utanmaz, ahlaksız bir pislik olarak azarlansam bile, San lang'ın hiçbir şikayeti veya pişmanlığı yok" dedi.
"..."
"Eğer Gege mutsuzsa, beni azarlamaya devam edebilir. San Lang için fark etmez." Xie Lian daha fazla dinleyemedi.
Şakaklarına masaj yaparak uzaklaştı. Hua Cheng başını çevirdiğinde, diğer kişi ortadan kaybolmuştu. "Gege?" dedi. Kaçma, tamam mı, benim hatam, Gegeee!!!"
Artık Gege deme!
---
san lang neden bu kadar kawaii
26 notes · View notes
joelletwo · 9 months ago
Text
Tumblr media
[ID from alt: crybaby fanart of chi nan kneeling with his expressionless crying face cradled by the ghostly hands of you yu, who presses down on chi nan's mole and the tears there with a thumb]
dont want to draw you yu in the pose i had decide i can make that thematic. still looping this song
12 notes · View notes