#heavenlyblessing
Explore tagged Tumblr posts
Text
Heaven Official's Blessing ▪︎ Hurdacı Ölümsüz Ve Kızıl Cübbeli Hayalet hakkındaki halk hikayesi
"Orta dünyada şöyle derler, bir zamanlar hurdacı bir ölümsüz varmış.
Ona Hurdacı ölümsüz deseler de bu ölümsüzün kutsadığı hurda toplayıcılar değildi, ölümlüler diyarının huzuruydu. Çünkü aynı zamanda o en güçlü savaş tanrısıydı.
O'nun yenemeyeceği hiçbir kötülük, öldüremeyeceği hiçbir hayalet yoktur. O, dünyayı yok edecek güce sahip olsa da çiçeğe değer verecek yürekten yoksun değildi.
Ancak bir tanrıya ibadet etmek için birtakım kurallar ve tabular vardır. Eğer biri bu ölümsüze tapılan bir tapınağa uğrarsa asla öylesine gelişigüzel secde edilmemelidir.
Ancak bu hurdacı ölümsüzün özel bir yapısı var ve şanssızlığı çağırır. İnanmıyor musun? Bir zar hazırla, ölümsüzün ilahi heykelinin elini ovalayıp zar at, gel gör ki şansın kesinlikle en kötüsü olacak.
Yani, bu Hurdacı ölümsüzün tozlu beyaz heykeline dua eden bir kişi ne kadar çok dua ederse heykelin o kadar çok kötü şans getirebileceğini söylenir. Suyun bile dişlerin arasına sıkışabileceği noktadan Taocu cübbe giyerken hayaletleri görmeye kadar."
.
"Orta dünyada bir de şundan bahsedilir, öyle bir Kızıl Cübbeli Hayalet Kral varmış ki.
Her ne kadar bu Hayalet Kral'ın insan dışı bir varlık olduğu düşünülse de muazzam sayıda inananlara sahipti. Kendi meskenlerinde Hayalet Kral’ın türbesini gizlice kuranlar sıklıkla bulunur, gündüz ve gece ibadet edip iyi şans için dua ederlerdi.
Bunun nedeni, yalnızca bu Hayalet Kral’ın yenilmez olması değil, görünüşe göre tek bir yenilgiyi bile tatmamıştı ve şansı kıyaslanabilir derecede güçlüydü.
İnanmıyor musun? Zarları atmadan önce onun önünde secdeye kapan. Eğer sana yardım etmeyi isterse o zaman bir sonraki atışınız kesinlikle olağanüstü olacak.
Ancak hayaletler tanrılar gibi değil yani doğal olarak daha fazla tabular var. Hayalet kral çok güçlü olsa da kişiliği tuhaf ve aşırıdır.
Eğer mutluysa sen dua etmesen bile sana yardım edecektir; eğer mutsuzsa sen bin altın versen bile geri çevirir; eğer aşırı mutsuzsa kim bilir belki bir gün canını bile alabilir.
Yani aynı mantıkla, saygınızı göstermek en iyisi ama yine de uzak durun."
.
"Ancak eğer insanlar hem bu tanrının hem de bu hayaletin ilahi heykellerine beraber ibadet ederse işte o zaman bir mucize olur.
O Kızıl Cübbeli Hayalet Kral, Hurdacı Ölümsüz'ü saran tüm talihsizlikleri kovacak ve onun gerçek görünüşünü ortaya çıkarmasına izin verecek.
İnsanlar bunu şok edici bir şekilde keşfedecekler, görünüşe göre o Hurdacı ölümsüzün rengi tozlu bir beyaz değil, parıl parıl parlayan altın rengiymiş."
.
"Efsaneler genellikle gerçeklere dayanır. Ancak bu masal muhtemelen çok çok uzun zaman önce belki de sekiz yüz yıl öncesinden başlayarak anlatılması bile gerekebilirdi ve bunu anlatmak çok çok uzun bir hikaye olurdu. İnsanlar dinleme sabrına sahip olmayabilir.
Ancak kesin olan şu ki her ikisinin de en güçlü güçlerini sergilemesine sahip olmak için ikisine birlikte tapınılmalıdır.
Bu şekilde kişi iki kat servet ve iki kat yenilmezlik elde edebilir.
Cennetin kutsamasıyla, hiçbir yol çıkmaz değildir."
"天官赐福 百无禁忌"
#heaven official's blessing#hua cheng#xie lian#hualian#tian guan ci fu#heavenlyblessing#feng xin#ling wen#jun wu#jian lan#mu qing#nan yang#xuan zhen#hexuan#shi wudu#shi qingxuan#quan yizhen#yin yu#pei su#peiming#pei ming#ban yue#yushi huang#hong hong er#mei nianqing
39 notes
·
View notes
Text
All the miracles, all the satisfaction, all the fulfillment of worldly and Heavenly desires come from the Kingdom of God, come from the inner realization of our eternal harmony, of our eternal wisdom, and of our Almighty Power. If we do not get this, we never find satisfaction in this world. Doesn’t matter how much money we have, what kind of position we hold, or how many things this world has offered at our feet. That’s why, again, in the Bible it is said, “What good does a man if he gains the whole world and loses his soul,” or the Kingdom of God.
Excerpt from Supreme Master Ching Hai's Lecture "By All Means Be a Vegan, Part 2 of 8, May 19, 1991, Stanton, California, USA"
🔗 To watch the full lecture, please visit https://suprememastertv.com/en1/v/247116290452.html
✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨
💗 Please join Supreme Master Ching Hai to sincerely thank God Almighty for World Vegan, World Peace and souls’ Liberation 💗 Every day at 9:00 PM Hong Kong time 🙏
SupremeMasterTV.com
#SupremeMasterTV#KingdomOfGod#SpiritualWisdom#InnerPeace#DivinePower#EternalHarmony#SupremeMasterChingHai#SpiritualFulfillment#HeavenlyBlessings#SoulfulJourney
1 note
·
View note
Text
+++ Thursday Blessings +++
+++ Guardian Angels +++
Father God: We are deeply grateful for the promise of Your angels watching over us. Thank you for the unseen yet powerful presence of Your heavenly beings holding us up, keeping us from harm, and guiding our steps. May our hearts be ever grateful for Your protection and the care of Your angels. In Jesus' holy name, we pray.
➕➕➕ AMEN ➕➕➕
PLEASE SHARE if this post touched you spiritually.
+++ Be blessed to be a blessing +++
By sharing you will be partaking by spreading the good news of the blessings that scripture provides for believers!
Min. Paul Wayne
Blessings+Love+Peace ✝️💜☮
@followers @highlight
#holyspirt #christian #blessings #angels #GodIsGreat #bible #thelord #HeavenlyBlessings #saved #holy #IAM #IAMWorldwide #faith #angelsamongus #TrustGod #God #grateful #GodsKingdom #peace #GodsElect #jesusisking #jesusislord #LoveGod #Jesus #jesuschrist #guardianangels #TheWordOfGod #TheWord #Godbless #blessed
#spotify#bible quote#bible reading#bible verses#blessed#god the father#jesusislord#jesus christ#jesuslovesyou#salvation
1 note
·
View note
Photo
Day 23: Ancient I am still reading this novel but hua cheng has already become one of my fav character! - - - - - - - - - #inktober #inktober2019 #inktoberday23 #inktober2019ancient #inktoberday23ancient #ancient #huacheng #sanlang #xielian #tgcf #heavenofficialsblessing #heavenlyblessing #tianguancifu #tiānguāncìfú #mxtxfanart #tgcfart #fanart #art #mxtx #drawing #drawings #sketch #illustration #anime #manga #animeart #mangaart #fandomartsharing #artfeatbytom https://www.instagram.com/p/B39h6gogl4_/?igshid=19hdvg1q1byrx
#inktober#inktober2019#inktoberday23#inktober2019ancient#inktoberday23ancient#ancient#huacheng#sanlang#xielian#tgcf#heavenofficialsblessing#heavenlyblessing#tianguancifu#tiānguāncìfú#mxtxfanart#tgcfart#fanart#art#mxtx#drawing#drawings#sketch#illustration#anime#manga#animeart#mangaart#fandomartsharing#artfeatbytom
0 notes
Text
Seasons in Onmyodo: Risshu
Today being August 8th at the time of this post, I thought I'd share the relevant #SeasonCard from the game. Like all of the traditional #JapaneseSeasons, Risshu (the beginning of Autumn) consists of three #microseasons, each having special effects on gameplay! 1. Suzukaze Itaru The cool winds of this microseason blow out any Lanterns so they cannot be used! (except for Heavenly Lanterns) A tricky problem when encountering certain Yokai! 2. Higurashi Naku With the enchanting sound of cicadas filling the night air, the Woods now seem otherwordly! You group will gain new Training Cards equal to the number of trees in the Tani they traverse! Lucky! 3. Fukaki kiri Mato Careful, weary Travelers! Thick fog descends upon the Mountains, making them very difficult to cross! GAME TIP: If you see August 8th coming up on the calendar while journeying, try to Enchant one of your Lanterns so it becomes Heavenly and therefore immune to the wind!
#onmyoji#cicada#microseasons#autumn#cardgames#shintoism#yokai#heavenlyblessings#buddhism#heianperiod#onmyodo#japanesemagic#Risshu#sologaming#abenoseimei#japanesefolklore#matsuri#boardgame#newboardgames
0 notes
Text
OMG #Tian Guan Ci Fu
#TGCF #HOB #Tianguancifu #Heavenofficialsblessing #HeavenlyBlessing
😱💕❤️🦋
5 notes
·
View notes
Text
Call for members!
Hey there Jesus lovers,
We are looking for people who would be interested in working with us to post more content to the HeavenlyBlessings tumblr. If you are interested in doing just that, please send us a message. We will be reviewing the messages over the next week and getting in touch with people as soon as possible. Please include the following information:
Name: Age: You’re salvation story: Why you would like to be a apart of the HeavenlyBlessings team:
13 notes
·
View notes
Text
Heaven Official's Blessing▪︎
244. BÖLÜM - Cennetin Kutsaması ile hiçbir yol çıkmaz değildir. -
“Tebrikler tebrikler!”
“Tebrikler ekselansları!”
Yeni inşa edilen PuQi Tapınağı hareketli ve canlıydı, insanlar içine girip çıkıyordu, Xie Lian dolu olan birkaç uzun masanın arasından geçerek su gibi akan erişte kaselerinden, altın gibi parıldayan yağlı çorbalardan ve kar beyazı, ağız sulandıran pirinçten sonra sıcak buharlı kaseleri veriyordu. Koşuşturma içindeydi ve hala misafirleri karşılamalıydı, elindeki görevlere “Teşekkür ederim, lütfen oturun.” demek için ara verdi.
Ne yazık ki bir kavgada çöken PuQi Tapınağı yeniden inşa edilmişti.
Yeniden inşa edildikten sonra, bir zamanlar harap olan küçük tapınak şimdi çok daha görkemli hale geldi, birkaç yeni bahçe bile eklendi. Aslında inşa eden Hua Cheng ya da Xie Lian değildi, PuQi köyünün köylüleriydi. O gün, Xie Lian utanç içinde kaçtığında, enkazı araştırdılar ve aslında altın külçeleriyle dolu bir kutu buldular. Doğal olarak o Quan Yi Zhen’in bağış kutusuna doldurduğu altın külçeleriydi.
Bu köylüler hiç bu kadar çok altın görmemişlerdi ve neredeyse akıllarını kaçırmaktan korkmuşlardı. Kendilerine geldiklerinde Köyün efendisi birazını PuQi tapınağını yeniden inşa etmek için almış, kalanına dokunmaya cesaret edememiş ve Xie Lian dönüp ona verene kadar güvenli bir yerde saklamıştı.
Böylece, Xie Lian Hua Cheng’i getirerek döndüğünde onları memnuniyetle karşılayan “Daozhang” ve “Xiao Hua” ya yapılan çoşkulu karşılamalarının yanı sıra yepyeni bir Taocu tapınak ve altınla dolu ağır bir kutuydu.
Xie Lian bu altın külçelerini Quan Yi Zhen’e geri vermeyi planlamıştı ama Quan Yi Zhen asla geri almazdı, her gördüğünde reddediyordu ki Hua Cheng ona şunları söyledi; “Eğer o altın külçelerini geri almazsan ruhları beslemek için doğru yöntemi unutabilirsin.” Ancak o zaman bu çocuk uslandı ve insanlara körü körüne külçe altın doldurma kötü alışkanlığını düzeltti.
Cennet mensuplarından oluşan grup selamlaşmalarını yaptıktan sonra Mu Qing'in liderliğinde, dikkatli bir şekilde avluya girdiler. Yanlışlıkla yukarı baktılar, bu Taocu tapınağın tam görünümünü gördüklerinde bütün sözleri anında boğazlarına takılıp kalmıştı.
Büyüleyici.
Fazlasıyla büyüleyici!
Kutlama renklerinin parlak, birbiriyle çatışan kırmızıları ve yeşilleri ve aşırı derecede abartılı, gökkuşağı renginde, ilahi heykel en kötüsü değildi. En kötüsü, kuruluşun plaketiydi.
O plaketin üzerine tam olarak ne yazılmış veya çizilmişti?
Yeni bir türbenin kurulmasıyla birlikte doğal olarak orada da bir kutlama yapılması gerekiyordu. Ama bu yeni türbenin kalitesi ve tadı her açıdan berbat ve pejmürdeydi, özellikle de o umutsuz yapının plaketiyle. Bu herhangi birinin iltifat etmesini gerçekten zorlaştırıyordu. Aslında önceden düşündükleri tüm tebrik cümleleri tamamen unutulmuştu.
Ancak Xie Lian bunların hiçbirine aldırış etmedi ve bunun oldukça iyi olduğunu düşündü. En azından her an çökebilecek harap bir bina değildi. Gelenleri yeniden selamladı, “Lütfen oturun.”
Bu göksel yetkililer grubu oturmak istiyormuş gibi görünmüyordu ve tebrik etmeye gelmeleri muhtemelen sadece yüzlerini göstermek içindi bu yüzden acele ettiler ve hediyelerini teslim ettikten sonra ayrıldılar. Xie Lian Mu Qing’e döndü, “Neden bu kadar aceleyle ayrıldılar?”
“Hala soruyor musun?” dedi Mu Qing.
“Evet?” diye cevapladı Xie Lian.
Mu Qing huysuzca tükürdü, “O zaman neden gidip senin şu iyi San Lang’ına sormuyorsun?”
Görünüşe göre, Hua Cheng ilk geri döndüğünde, bunu bilen ilk kişi Xie Lian oldu, ikincisi ise henüz koltuğunu ısıtmamış olan Üst Mahkeme'ydi. Bunun nedeni uzun zamandır tüm emeklerini koydukları ve aniden Sonbahar Ortası Ziyafeti gibi Hua Cheng'in üç bin fenerden oluşan gündelik dalgası tarafından katledildikleri ShangYuan festivalinin uzun zaman önce olması değildi. Sebebi muhtemelen o geceden beri tehlike çanları deliler gibi çalıyor, sanki onlara hatırlatırmış gibi tüm üst cennette o ses yankılanıyordu; “Cennetin kabusu geri döndü!”
Kabus onların gözleri önündeydi, bu yüzden tabii ki normal cennet mensupları yaklaşmaya cesaret edemediler. Ancak Xie Lian ve Hua Cheng hakkındaki dedikodular zaten abartmaya gerek kalmadan oldukça sertti. Ama onlar hala Xie Lian'ın iyi lütuflarını almak istiyorlardı Yani gelecekte Hua Cheng'e biraz merhamet göstermesi için yalvarabilirlerdi.
Xie Lian bunu öğrendi ve geçmişte Hua Cheng’in üst mahkemeden tüm bir yıl boyunca kahramanca başarılarını ilan etmesini nasıl talep ettiğini hatırladı ve güldü, “Arsız.”
“Bu sadece bir arsızlık meselesi değil?" diye azarladı Mu Qing, “Ona biraz dinlenmesini söyle, bu kontrolden çıkıyor. Şu anda bu zil her gün çok gürültülü, hiç kimse konsantre olamıyor ve tüm Üst Mahkeme işlevini yerine getiremiyor. Hatta zaman zaman tekrar düşüp insanları ezeceği anlar oldu. Yeni cennet başkenti sonunda inşa edildi, bunun gibi bir şeyin onu bir daha yok etmesine izin verme.”
“Pekala.” Dedi Xie Lian, “Birazdan ona anlatacağım. Biz buradayken denemek ister misin?” Avludaki masalardaki pirinç, erişte ve çorbaları işaret etti ve ekledi, “Onları ben yapmadım.”
Mu Qing ilk kısmı duyduğunda ifadesi soğuktu, yüzünde baştan sona ret yazılmıştı ancak son kısmı duyduktan sonra normale döndü. O sırada Feng Xin de gelmişti. Birkaç tam da gitmek üzere olan kıdemsiz yetkiliyi fırçalamak için tam zamanında bahçeye girdi. Selamlaştılar, sonra fısıldadılar, “Bu General Nan Yang.”
“Bu o. Çok üzücü, karısı ve oğlu bir erkekle kaçtı...”
Feng Xin’in alnındaki damarlar lanetlerini oracıkta kükrerken şiddetli bir şekilde fırladı, “LANET OLSUN!!! SİZ CİDDEN BUNDAN BIKMADINIZ MI?! KAÇ AYDIR BUNUNLA İLGİLİ SIKIŞTIRIYORSUNUZ?? AYRICA ‘KAÇTI’ OLACAK, ‘BAŞKA BİR ERKEKLE KAÇTI’ DEĞİL.! S*KİK BOŞ DEDİKODULARINIZI YAPMAYI KESİN!!”
Bu dedikoducu kıdemsiz yetkililer dehşete kapıldılar ve aceleyle kaçtılar. Mu Qing, elleri kollarının içine sokulmuş halde yan tarafta duruyordu, “Kendin açıklamamış olabilirsin, bu sadece kulağa daha da utanç verici geliyor.”
Feng Xin öfkelendi, kenardaki bir süpürgeyi kaptı ve sonra onu fırlattı. Mu Qing onu anında yakaladı ve homurdandı, “Artık bu eskidi. Bunu bana karşı kullanamazdın.”
Feng Xin biraz daha bağırmak üzereydi ki Xie Lian elinde başka bir süpürge ile ellerini doldurdu, “Ah iyi, ya buna ne dersin? Neden ikiniz bana bahçeyi süpürmemde yardım etmiyorsunuz? Daha önce bazı havai fişekleri ateşledik, böylece zemin kırmızı parçalarla kaplandı. Teşekkürler. Eğer sıkıldıysanız biraz deyim çalışabilirsiniz, tamam mı?”
“???”
Bir saat sonra tapınağın dışından insan seslerinin gürültüleri yakına ve daha yakına geldi.
Avludaki birkaç kişi dışarı baktı ve bir süre sonra büyük bir insan kalabalığı PuQi Tapınağı'nın avlusuna akın etti, bağırarak, “ORADA MI?”
“BURADA, OHO, OLDUKÇA ETKİLEYİCİ DE GÖRÜNÜYOR.”
“BU GERÇEK PİRİNÇ, BİR SÜRÜ PİRİNÇ!”
“VE ET DE VAR!”
Az önce Feng Xin ve Mu Qing’in süpürdüğü yer bir kez daha kirli ve çamurlu ayaklardan oluşan dev kalabalık yüzünden kirlenmişti. Mu Qing süpürgesini kavradı ve sanki birisinin ona pire bulaştırdığını hissetmiş gibi görünüyordu, gözleri büyüdü, “…Bu dilencilerin neyi var?”
Dilenci kalabalığı lideri kıyafetleri terli, saçları darmadağın bir adamdı. O Shi Qing Xuan’di. Zıpladı hopladı ve ellerini nazikçe birleştirdi, “Ekselansları, sizi rahatsız etmeye geldik! Ne dersin, Geçen sefer kabul ettiğin şey hâlâ geçerli mi?”
Xie Lian kahkaha attı, “Herkes hoş geldi, tabii ki geçerli! Lütfen oturun, oturun.”
“Çok fazla insan yok mu?” Mu Qing merak etti.
“Hayır!” dedi Shi Qing Xuan, “Geçen sene kraliyet başkentindeki insan dizisini korumaya yardım eden tüm eski ustalar burada.”
İnsan rününü korudukları sırada Shi Qing Xuan, diğerlerine bu eylemin tamamlanmasının ardından gelen gelmeyen herkese tavuk bacağı çorbası verileceğinin sözünü vermişti ama işler halledildikten sonra kimseyi bulamamış ve doğal olarak çorbalarını içememişlerdi. Bugün ise kase kase tavuk bacağı çorbası ve erişteler verildikten sonra sonunda sözlerini yerine getirebileceklerdi. Shi Qing Xuan seslendi, “MİLLET, BUGÜN KENDİNİZİ TUTMANIZA GEREK YOK! HADİ YİYELİM!!”
Dilenci kalabalığı masalardan yere sıkıştı, her biri tezahürat yaptı, sonra süper büyük kaselerine sarıldılar, höpürdettiler, höpürdettiler. Yerlerken aniden biri konuştu, “Bekleyin, bir şeyler yanlış. Kötülüğün özü burada!”
Kalabalık bakmak için başlarını çevirdi, o küçük grup aslında Cennetin Gözü ve yoldaşlarıydı. Xie Lian başında bir ağrı hissetti, “Nasıl oldu da sizler de geldiniz?”
“Geçen sefer de yardım etmiştik.” Dedi cennetin gözü, “Yani neden gelmeyelim ki?” Sonra kasesini yukarıya kaldırdı, ifadesi ciddiydi, “Millet, beni dinleyin. Bu konuda hakikaten yanılmıyorum! Bu kaselerdeki yiyeceklerde kötülük özü var, yani muhtemelen iyi bir şey değil. Bu çok şüpheli. Hemen kaselerinizi indirin, çabuk!”
Hiç kimse onu kabul etmedi. Dilenciler çoktan yemeklerini bitirmişlerdi, hepsi yine ellerini kaldırdılar, “BİR TANE DAHA!”
Feng Xin ve Mu Qing , havai fişeklerden arta kalan kırmızı artıklarla dolu avluyu süpürürken kavga etmek için süpürgelerini kullanıyorlardı. Ama diğerlerinin bu kadar memnun olduklarını ve yemek yediklerini gördüklerinde onlar da kendilerine bir kap yemek aldı ve oturdu.
Peşinden cennetin gözü öfkeyle bağırdı, “Nasıl oluyor da hiçbiriniz mantığı dinlemiyorsunuz?” ardından gidip mutfağı kontrol etmeye hazırdı ki Shi Qing Xuan onu geri tuttu, “Cidden, Daozhang, çok düşünüyorsun. Burası Çiçeği Arayan Kızıl Yağmur’un bölgesi, yani canavarların ve iblislerin özüne sahip olması normaldir. Peki peki peki, endişelisin değil mi? Gidip bir bakacağım. Sen sadece orada otur ve fazla sinirlenme”
Gerçekten ayağa kalktı ve mutfakların olduğu yere doğru yürüdü, perdeleri kaldırarak, “Gördünüz mü? Şüphe duyulacak bir şey yok—“
Xie Lian konuştu, “Bekle, ben de gelip bakacağım…”
Ancak o, Shi Qing Xuan, Feng Xin ve Mu Qing kafalarını içeri sokup baktıklarında şaşakaldılar.
Mutfağın içinde, kesme tahtası üzerinde deli gibi doğrayan iri domuz kasap vardı ve arkasında asılı olanlar hiç de domuz bacağı gibi değildi, orada doğrananın insan bacağı olduğunu düşünebilirlerdi. Diğer tarafta Dev bir tencerenin altında ateş yakılmış ve kazanın içinde Hayatının en güzel zamanını kendini fırçalayarak geçiren uzun boyunlu bir horoz ruhu vardı. Dışarıdan onu gören insanların olduğunu gördüğünde, anında çığlık attı, elleriyle göğsünü kapattı.
Xie Lian tamamen şaşkına dönmüştü ve fısıldamak için aceleyle içeri girdi, “Bunu yapamazsınız demedim mi?”
Horoz ruhu buruştu ve söz vererek göğsüne tokat attı, “Büyük amca! Gelmeden önce banyolarımızı yaptık, çok temiz! Ayrıca bu çorbanın uzun ömürlülük etkisi var, yemenin kimseye zararı olmaz! Kayıp yok! Gönül rahatlığıyla tüketebilir!”
“…”
Shi Qing Xuan sessizce perdeleri indirirken Feng Xin ve Mu Qing anında kaselerini fırlatıp attılar ve tükürdüler, “Senin yemek yapmanı tercih ederdim!”
Xie Lian alnını ovuşturdu hem eğlendiğini hem de üzüldüğünü hissetti, “Yardım etme konusunda kararlıydılar. Hayır diyemezdim. Bunu iyilik olsun diye yapıyorlar.”
O sırada Cennetin Gözü sonunda etrafta gizlice dolaşan oldukça şüpheli bir grup bulmuş gibi görünüyordu ve o da yanlarına geldi, “Bu ne?”
Cennetin Gözü’nün domuz kasabını ve diğerlerini görüp bir kere daha başka bir isyan başlatmasından korkuyordu. Ancak beklenmedik şekilde Cennetin Gözü mutfaktakiler için değil, doğrudan onun için geldi. Xie Lian'ın birkaç kez daire içine aldı ve kafa karışıklığı içinde merak etti, “Oldukça garip…”
“Ne?” Xie Lian sordu.
Cennetin Gözü şaşkın ve kafası karışık görünüyordu, “Bu doğru değil. Xie Daozhang, Nasıl oldu da vücudunuzdaki kötülüğün özü son seferden bu yana daha da kötüleşti?”
“…”
Xie Lian hafifçe boğazını temizledi. Mu Qing omuz silkti, “Tüm gün hayalet kralın etrafında dolaşıyor, tabii ki kötüleşir.”
Ancak cennetin gözü “Hayır. öyle olsa bile, böyle olmamalıydı.” dedi.
“Ne gibi?” diyerek sorguladı Feng Xin.
Çok fazla tereddüt ettikten sonra Cennetin Gözü açık sözlü olmaya karar verdi, “Nasıl oluyor da bedeninizdeki kötülüğün özü artık içinizde oluyor? O… O artık tamamen vücudunuzun içinden ve dışından yayılıyor.”
“…”
“Muhtemelen bu sefer büyük bir suçla karşı karşıyasınız. Ne yaptınız? Nasıl oluyor da bu kadar hastasınız?”
“…”
Xie Lian artık daha fazla öksüremiyordu bile. Tüm yüzü kanla patlamak üzereydi.
Feng Xin ve Mu Qing ilk başta anlamadı ama düşündükten sonra ikisi de dönüp Xie Lian'a baktılar ve sessizleştiler, “…”
Shi Qing Xuan anlamayan tek kişiydi, “Ne oldu? Yani? Neler oluyor? Ekselansları, cidden hasta mısın? Çiçeği Arayan Kızıl Yağmur biliyor mu? Sana iyi bakmadı mı?”
Hayır, hayır, hayır. Onun yüzünden böyle oldu!
Xie Lian hafifçe mırıldandı, “Hm. Aslında. Hayır. Şey… bence, artık siz neden, hmm…”
Bir görüntü karmaşası onun zihnini dolduruyordu ve kafası karışmış bir şekilde bir yığın anlamsız kelime söyledi. Aniden sırtı birinin göğsüne çarptı. Gümüş bir kolluk takan bir kol belini sardı ve tanıdık bir ses alçakgönüllülükle gülümsedi, “Bence, siz neden yerlerinize dönüp yemeğinizi yiyip herhangi bir şeyler hakkında endişelenmeyi bırakmıyorsunuz? Nasıl olur?”
Xie Lian şu anki durumda gerçekten kendini affedilmiş mi yoksa daha da tuhaf mı hissetmesi gerektiğini bilmiyordu, “San Lang!” diye haykırdı.
Hua Cheng’in ortaya çıktığını gördükleri an hem Feng hem Xin hem de Mu Qing’in yüzleri karmaşık görünüyordu. Ama Xie Lian'dan önce onlar gerçekten hiçbir şey söyleyemediler. Sadece Shi Qing Xuan hala çok ciddi bir şekilde sorguladı, “Çiçeği Arayan Kızıl Yağmur, ekselanslarının vücudunu hiç inceledin mi?”
Xie Lian alnını tokatladı ve umutsuzca Shi Qing Xuan’ın daha fazla soru sormamasını umuyordu. Tam o sırada dilenci kalabalığı şikayet etmeye başladı, “BİR KASE DAHA!”
“DAHA FAZLA ET EKLE!”
“BU TAVUK BACAĞI ÇORBASI ÇOK TATSIZ, BİRAZ DAHA TUZ EKLE!”
Mu Qing daha fazla izleyemiyordu, “Hepiniz buranın bir tapınak olduğunu biliyor musunuz? Tanrılara tapmak için, hepiniz biraz daha kendinize dikkat edebilir misiniz?”
Ancak dilenci kalabalığı bunu takmayı reddetti. Geçen sefer insan rününü tutmak için birçok cennet mensubuyla el ele tutuştular ve korkudan titreyen, son dakikada kaçan onlarca cennet mensubu gördüler, cesaret açısından onlarla boy ölçüşemezlerdi bile. Onlar aynı zamanda Shi Qing Xuan'ı da tanıyorlardı bu yüzden tanrılar hakkında böyle düşünmekten başka bir şey gelmezdi ellerinden. Hayat söz konusu olduğunda, onlardan pek farklı görünmüyorlardı ve bu yüzden tanrılar artık o kadar yüksek ve ulaşılmaz, sert ve dokunulmaz görünmüyorlardı.
Aniden mutfağın içinden şaşırtıcı bir çığlık geldi, “KİM ORADA?”
Bunu duyan Xie Lian'ın kalbi anında sarsıldı ve mutfağa fırladı. Domuz kasap ve horoz ruhu içeride çığlık atıyorlardı bu yüzden Xie Lian aceleyle onları teselli etti, “Sakin olun, sakin olun! Ne oldu?”
Horozun ruhu o kadar sarsılmıştı ki, tüyleri diken diken oldu, vücudunun her yeri ürperdi, “BÜYÜK AMCA! BİR HAYALET VAR! bir hayalet hazırladığımız tüm yemekleri silip süpürdü. Sadece kafamı et suyunun altına daldırdım ve yukarı çıktığımda, ortada bir kase bile kalmamıştı! O Bİ HAYALET!”
Yaban domuzu kasap tükürdü, “Neden bu kadar korkuyorsun? Sende hayalet değil misin?”
Xie Lian’ın biraz kafası karışmıştı, “Bu nasıl olabilir? Az önce elli kase yaptığınızı açıkça gördüm.”
“EVET!”
Ama tekrar baktığında tabii ki elli kasenin tamamı boştu ve et suyu bile tamamen temizlenmişti!
Aklına biri geldiğinde hala şaşkın hissediyordu ve arkasına döndüğünde kapıya yaslanan Hua Cheng’i gördü, “San Lang, bu olabilir mi?”
“Büyük olasılıkla daha fazla.” Hua Cheng net bir şekilde yanıt verdi.
“En…” Xie Lian derin derin düşündü, “Muhtemelen o da kutlamaya geldi. Tabii ki hoş geldi, ama, biraz fazla yemiş… tüm yemekleri yemiş, ne yapmalıyız?”
Hua Cheng güldü, “Hiçbir şey. Faizini arttıracağım.” (Karasu gelmişti)
Hayalet Şehir'den gelen sorunlu hayaletler çetesi teslimiyetle sıfırdan yemek pişirmeye başladı. O sırada Büyük salondan ve bahçeden sanki birisi başka bir kişiyle tartışmaya başlamış gibi bağrışma sesleri geliyordu. Xie Lian tam arabuluculuk yapmak üzereyken Hua Cheng onun elini yakaladı ve bir yan kapıdan dışarı çıkardı.
İkisi el ele tutuşarak PuQi Tapınağı'ndan dışarı çıktılar. Yolun üzerinde yolu kapatan ağaçlar vardı ve Eğer ellerini bıraksalardı, ilerlemek daha kolay olurdu. Ama ikisi de birbirinin elini bırakmak istemedi ve döndüler, dolaştılar, yoldan saptılar. Onlar dolambaçlı bir şekilde dolaşırken, Xie Lian sordu, “San Lang, şimdi nereye gidiyoruz?”
“Burası çok gürültülü.” Dedi Hua Cheng. “Bırakalım onlar isyan etsin, önce biz gideceğiz.”
Xie Lian başını geriye çevirerek yürüdü, sesi biraz endişeli geliyordu, “Onları öylece bırakacak mıyız? PuQi Tapınağı daha yeni inşa edildi, ya o kavgadan sonra tekrar çökerse?”
Hua Cheng umursamış gibi görünmedi, “Eğer çökerse o zaman başka bir tane inşa ederiz. Eğer Gege isterse, dilediğin kadar çok tapınağa sahip olabilirsin.”
“ahahhahhaha…”
.
Gece vakti, QianDeng Tapınağı içinde, banyodan sonra Xie Lian hafif, kar beyazı bir iç cüppe giyiyor divanın yanındaki yeşim masaya yaslanarak fırça darbesi peşine fırça darbesi atıyordu.
Hua Cheng için bir kaligrafi defteri oluşturuyordu. Hua Cheng, divanda onun yanına uzanmıştı, o da iç cübbe giymiş, cübbesinin yakası hafifçe açıktı, parmakları saçının kuyruk ucundaki kırmızı mercan incisini oynatıyorken ölümüne sıkılmış görünüyordu.
Yeşim taşı gibi ılık lamba ışığının altında tüm bu zaman boyunca Xie Lian'a bakıyordu, Bir süre baktıktan sonra gözlerini kıstı, memnun tatmin olmuş görünüyordu. İç çekti, “Gege, bu kadar yeterli. Gel de biraz dinlen.”
Xie Lian az önce işkenceye maruz kalmıştı ve bir daha kandırılmamaya kararlıydı. Ancak bu ses tonu kulaklarının ucunun yanmasına neden oldu ve yazmaya devam ederek kendini sakin kalmaya zorladı. Sert bir sesle şunları dedi, “Hayır. San Lang, bugün biri daha senin yazına çirkin dedi, daha çok pratik yapmalısın, tamam mı? Aksi halde kimsenin sana benim tarafımdan öğretildiğini bilmesini istemiyorum.”
Hua Cheng hafifçe doğruldu, kaşlarını kaldırdı, “Gege, hatırlıyorum da geçmişte açıkça benim yazımı beğendiğini söylemiştin.”
Hua Cheng geri geldiğinden beri uzun bir süre boyunca Xie Lian uysal ve itaatkar biriydi ve her dediğine hevesle cevap veriyordu, bu da muhtemelen Hua Cheng’i şımartmış, gittikçe daha da kurnazlaştırmıştı. Xie Lian karakterleri yazmayı bitirdi ve fırçayı yere koydu, sesi daha da sert çıkıyordu, “Bırak şunu! İşim bitti, gel ve pratik yap!”
Böylece Hua Cheng tembelce Xie Lian'ın sırtına doğru ilerledi, beline sarıldı ve hafifçe eğilerek başını omzuna yasladı. O kırmızı mercan incisini saçından çıkardı ve kağıdın üzerine yerleştirdi. Xie Lian’ın elini takip edip etrafta yuvarlanmasını ve bu sayede Xie Lian'ın düzgün yazmasını kasıtlı olarak engellemek içindi.
Böylesine yaramazlık, ama aynı zamanda onun mevcudiyet duygusuyla övünme konusunda çok güçlüydü, Xie Lian cennetin gözünün “vücudunun içten dışa her yerinden” kötülüğün özünün yayıldığını söylediğini hatırladı. Bu tamamen Hua Cheng'in kokusuydu ve Xie Lian, kendiliğinden kalbinin yumuşadığını hissetti. Hafifçe mücadele etti ve fısıldadı, “…Düzgünce yaz.”
“Peki, Gege’yi dinleyeceğim.” Dedi Hua Cheng.
Fırçasını kaldırdı ama iki mısradan sonra geri yerine koydu. Xie Lian bir bakış attı ve başını salladı, zihinsel olarak sayısız kez iç geçirdi. “Umutsuz vaka.” Bir süre durakladıktan sonra o da bir fırça kaldırdı Hua Cheng'in son iki dizeyi doldurmasına yardım etti.
İşi bittikten sonra Xie Lian hafifçe üfledi ve kağıdı aldı, beraber yazdıkları şiire hayranlıkla baktılar.
Kağıdın üzerindeki mürekkep, göklere ve yeryüzüne yayılan dört zarif ifadeyi oluşturmuştu.
Hiçbir su yetmez denizi aştığında,
Tepeyi taçlandıran buluttan güzeli yoktur.
Biçare beni cezbedemeyen çiçeklerden geçtim,
Bir yarısı senin, bir yarısı aradığım Taoizm için.
Masanın yanında asılı duran E-Ming bile gözünü kırpmadan yaptıklarına büyük hayranlık duyarmış gibi kocaman açılmış gözüyle izliyordu. Hua Cheng kahkaha attı, “Gege, çabuk, adını yaz. Bu sözler kesinlikle gelecek nesilleri sersemletecek ve çağlar boyunca aktarılacak.”
Xie Lian daha önce Hua Cheng'in adını zaten yazmıştı ama onu duyduğunda kendi adını eklemek için gerçekten fırçayı eline alamadı. Hua Cheng kahkaha atmayı kesti ve ciddi gibi davrandı, “Gege, utandın mı? Sana yardım edeyim.”
Ardından Xie Lian’in elini tuttu ve kaba vuruşlarla birkaç kelime yazdı. Doğal olarak şu anki sahne olmadan kimse bu iki kelimeyi okuyamaz, kimse orada Xie Lian’in adını yazdığını söyleyemezdi.
Xie Lian kendi eliyle yazılan bu şeyi izlerken gülünç hissederek başını Hua Cheng'in göğsünün yanında kıpırdatıyordu. Aniden bu karakter çiftinin sanki onu daha önce başka bir yerde görmüş gibi tanıdık geldiğini hissetti.
Bir dakika sonra hatırladı ve gözleri aniden parladı. “San Lang! Kolunda!” diyerek haykırdı.
Hua Cheng'in kolunu yakaladı ve kolunu yukarı çekti, heyecanla haykırıyordu, “Bu o!”
O ikisinin PuQi Tapınağı'nda birlikte yaşadığı dönem Xie Lian’in Hua Cheng’in kolunda yazılı sanki başka bir diyarın karakterlerinden oluşan bir dövme olduğunu fark ettiği bir zaman olmuştu. O zamanlar zihninde uzun uzadıya düşünmüştü ama gerçekten onun başka bir dilde yazılmadığını hayal etmemişti. Görünüşe göre onun adıydı!
Hua Cheng de kendi koluna baktı ve güldü, “Gege sonunda onu tanıdı mı?”
"Bunu çok uzun zaman önce tanımam gerekirdi." Dedi Xie Lian, “Sadece…”
Sadece, Hua Cheng'in yazdıkları gerçekten şeytanın sanatıydı. Hiçbir şey söylemesine gerek yoktu ve Hua Cheng onun ne düşündüğünü tahmin edebiliyordu ve yürekten gülmeye başladı, bir el Xie Lian'ın beline sarılıyor, alnına nazik bir öpücük veriyordu, “Endişelenme, Gege’nin yazısı güzel olduğu sürece sorun yok. Yazılarım güzel olsaydı milyonlarca kez daha mutlu olurdum”
Xie Lian'ın eli dövmenin olduğu yeri okşadı. Dövmenin mürekkebi derindi ve bunun ne kadar acı verici olduğunu hayal etmek kolaydı. Yavaşça sordu, “Bu sen küçükken mi yapıldı?”
Hua Cheng gülümsedi ve başını sallayarak kolunu aşağı çekti.
O halde bu kesinlikle kendisinin yaptığı bir dövmeydi. Hayranlık duyduğu kişinin ismini sinsice kazıyan bir küçük bir çocuğunu düşününce; ne kadar çocukça. Bir o kadar da cesurca.
On parmak arasına dolanmış kırmızı bir ip ile birbirine sıkıca kenetlenmişti, aniden Xie Lian'ın gözünün önüne bir yıl önce Hua Cheng’in TongLu Dağı'nda kelebeklere dönüştüğü sahne ortaya çıkmadan önce…
O son anda, Hua Cheng bir şeyler söylemişti.
Her ne kadar sessiz olsa da Xie Lian onun ne söylediğini hâlâ tam olarak biliyordu.
Hua Cheng'in çocukluğundan beri hayatını adadığı kelimelerdi ve bundan sonra sonsuza dek onun ölümünün ötesindeydi.
“Ben sonsuza kadar senin en sadık inananınım”
“我永远是你最忠诚的信徒”
----
O kadar değişik bir his oldu ki tekrardan içimde :3
*Yarın hua cheng ve xie lian ın kaligrafi çalışırkenki çizimini güncelleyip net halini atacağım bakmak isteyen unutmasın :3 bugün atayım bitsin istedim sizi de daha çok bekletmek istemedim. yarın minnoş bir halk hikayesi var hua lian ile ilgili kesinlikle okuyunn
ayrıca devamında 252. bölüme kadar ekstralarla mutlu olacağız. o yüzden arada kontrol etmeyi unutmayın, şahsen ekstralar en tatlı olan bölümler diye düşünüyorum.
kitabın devamında görüşürüz şimdilik asıl hikaye bittiiii 🥹
#tian guan ci fu#xie lian#jun wu#feng xin#ling wen#hua cheng#heavenlyblessing#heaven official's blessing#jian lan#hualian#mu qing#xuan zhen#nan yang#yushi huang#shi wudu#shi qingxuan#hexuan#pei su#peiming#pei ming#ban yue#mei nianqing
36 notes
·
View notes
Photo
Heavenly Birthday Blessings to my lil cousin Iyah....jah kno King, wish you was still here to help build this catalog with me. You & Mani is who showed me all the upcoming artists on the island. I missing you a lot mehn Iyah only Jah knows. I gone keep the fire blazing til we link again King! #SIPIyah 😇🕊 Give thanks to my idren for the video footage. #Taheim #IyahForHire #Heado #MyBlood #Family #MyDayOne #FamilyThatPraysTogetherStayTogether #AlwaysCountYourBlessings #HeavenlyBlessings #HeavenlyBirthday #LoveOnes #JahBless #OneLove https://www.instagram.com/p/BpP0ZPSlSFv/?utm_source=ig_tumblr_share&igshid=1p4m8qndwwv3q
#sipiyah#taheim#iyahforhire#heado#myblood#family#mydayone#familythatpraystogetherstaytogether#alwayscountyourblessings#heavenlyblessings#heavenlybirthday#loveones#jahbless#onelove
0 notes
Photo
Confess it aloud!!! I'm Blessed!!! I'm Blessed!!! I'm Blessed!!! No demons in hell, no man on Earth can reverse it. Amen!!! #iamblessed #irrevesible #blessing #confessions #YouAreCalledToBless #allspiritualblessings #spiritualblessings #heavenlyblessings #inChrist #heavenlyplaces #share #blessothers #tagsomeone (at Al khoud Masqat)
#spiritualblessings#share#blessing#heavenlyblessings#iamblessed#confessions#blessothers#youarecalledtobless#tagsomeone#heavenlyplaces#inchrist#irrevesible#allspiritualblessings
0 notes
Note
Hi, I'm new to tumblr :) I was wondering if you knew of any other biblically sound Christian blogs? Thanks so much!
Here are a few of my personal favorites. God Bless
set-apattgirl
thecolormovement
Jesusnerdyall
faithistheadventure
heavenlyblessings
growing-in-christ
walkthesame
iwilltrustinyou
peterdwebb
littlethingsaboutgod
craigtowens
youversiondailyverse
john14v27
worshipgifs
daily-doctrine
46 notes
·
View notes
Text
[Webnovel] Heaven Official’s Blessing (天官赐福)
[Webnovel] Heaven Official’s Blessing (天官赐福) #heavenlyblessing
Honestly? I didn’t really like this when I read the first chapter the first time. It was just an overview, a tl;dr of Xie Lian’s background. But I thought that maybe I was too tired at the time and I was occupied by other novels.
Heaven Official’s Blessing
Summary from Sakhyulations:
For you, I’ll become invincible!
“Have you heard? The rubbish Heaven Official is having an affair with the ghost…
View On WordPress
#Chinese Novel#CNovel#Danmei#Heaven Official’s Blessing#Heavenly Blessing#Mò Xiāng Tóngxiù#Mo Xiang Tong Xiu#Novel/Webnovel#Tian Guan Ci Fu#Webnovel#���香铜臭#天官赐福
0 notes
Photo
Check out Mt. Pisgah’s Heavenly Blessings 2007 Cookbook My. Pisgah Presbterian Church NC https://www.ebay.com/ulk/itm/162899535635 @eBay #mtpisgahnc #fruitofthespirit #heavenlyblessings #cookbook #oldster2you
0 notes
Text
Heaven Official's Blessing ▪︎
251. BÖLÜM - On bin tanrı mağarası - Bir sürü HuaHua ve LianLian -
Xie Lian kendisine nefes alamayacak kadar baskı yapan Hua Cheng'i gülerek vücudundan iterken, aralarındaki tutkulu hava henüz kaybolmamıştı ki, Xie Lian'ın aklına aniden bir şey geldi ve gelişigüzel bir şekilde, "Ah evet, San Lang, bin tanrı mağarasında..." dedi.
Hua Cheng'in kolu bir kez daha Xie Lian’ın göğsüne geldi. Kim bilir ne ile oynarken, tembelce, "hm? Bin tanrı mağarasına ne olmuş?"
Xie Lian, "Pek bir şey yok, birden aklıma geldi. TongLu'nun patlamasıyla birlikte, on bin tanrı mağarasındaki çok sayıda heykele bir şey oldu mu?"
Eğer durum gerçekten de böyleyse, bu çok yazık olurdu. Ne de olsa oradaki her heykel Hua Cheng tarafından özenle yapılmıştı ve o hepsini seviyordu. Hua Cheng, "Hayır, ondan önce bile bir bariyer kurmuştum. TongLu tamamen yıkılsa bile o mağaraya bir şey olmazdı."
İlgisi artan Xie Lian, "Gerçekten mi? Bu harika, o zaman gerçekten de her şey yoluna girecek. Gidip bir göz atmak istiyorum. Bakabilir miyim?"
Hua Cheng bir an tereddüt eder gibi oldu ama sonra rahatça gülümseyerek, "Elbette. Elbette Gege istediği zaman gidip bakabilir."
Xie Lian heyecanlandı, "O zaman yarın gidelim. Ne de olsa TongLu'nun kilidi açıldı ve her zaman girilebilir."
Hua Cheng kaşlarını kaldırarak, "Yarın mı? Pekâlâ."
Herhangi bir itirazda bulunmadı ve başka bir şey de söylemedi, ancak bir sonraki an, Xie Lian’ın üzerine geri döndü.
Xie Lian yanılıp yanılmadığından emin değildi, ancak gecenin ikinci yarısında Hua Cheng tarafından daha da şiddetli bir şekilde yuvarlandı, öyle ki neredeyse iki raunttan sonra Xie Lian uykuya dalmadan önce merhamet için ağlamak zorunda kaldı.
Gün aydınlanana kadar mışıl mışıl uyuyabilirdi. Ancak bir saatten kısa bir süre sonra, Xie Lian uykusunda vücudunun yanında bir hareket hissetti. Bakmak için gözlerini açtığında, diğer kişi çoktan gitmişti.
İrkildi, tüm uykusu kaçtı ve Xie Lian bir anda ayağa kalktı.
Üstünkörü bir temizlikten sonra, Xie Lian yavaşça yataktan kalktı ve "San Lang nereye gitti?" diye düşünerek çıkmak için kapıyı itti.
Bir gece uykusunun ortasında aniden ortadan kaybolmak - gerçekten de böyle bir şey ilk kez oluyordu. Ji Le Malikânesi'nin etrafında bir kez döndükten sonra o kişinin gölgesini bile göremeyen Xie Lian, Ji Le Malikânesi'nde ışınlanma için kullanılan bir oda olduğunu hatırladı ve bir göz atmaya gitti. Beklediği gibi, birisi o odanın kapısını açmıştı.
Kapının üzerine daha önce farklı bir dizi çizildiğini hatırladı. Ve şimdi, diziyi çizmek için kullanılan zinober henüz kurumamıştı bile. Xie Lian daha fazla düşünmeden kapıyı itti ve içeri girdi. Tekrar dışarı çıktığında, kapının dışında Ji Le Fang değil, zifiri karanlık vardı.
Xie Lian kapıyı kapattı ve avucundaki alevin etrafını aydınlatmasına yardım etti. Kendisini karşılayan manzarayı gördüğünde şaşkına döndü.
Mesafeyi daraltan ulaşım dizisinin varış noktasının karanlık ve kasvetli dev bir mağara olduğunu düşünmek.
On bin tanrı mağarası!
Hua Cheng gecenin bir yarısı neden tek başına bin tanrı mağarasına gitsin ki? Yarın birlikte gitmeye karar vermemişler miydi?
Neden bu gece ilk o geldi?
Başını sallayan Xie Lian, ateşi tutarak karanlık ve serin mağarada yavaşça yürümeye başladı.
Ayak sesleri etrafında yankılanıyordu. Heykellerin yüzlerini örtmek için kullanılan tül perdeler kaldırılmıştı. Etrafını saran karanlıkta, onunkine benzeyen sayısız yüz sessizliğini koruyordu. Bu görüntüyü düşünmek bile hâlâ dehşet uyandırıyordu. Xie Lian bir mağara odasının önünden geçerken bakışları gelişigüzel bir şekilde etrafı taradı. Mağaranın içinde, kaşlarında ve gözlerinde sıcak ve nazik bir ifade olan, elinde bir çiçek ve bir kılıçla duran, duruşu güzel bir 'tanrıları memnun eden veliaht prens' heykeli vardı.
Buradaki heykellerin sayısı gerçekten çok fazlaydı. Hua Cheng'in her şeyi yontmak için ne kadar uzun saatler ve ne kadar özenli bir çaba harcadığı ve heykellerin karanlıkta sessiz bir şekilde ne kadar zaman geçirdiğini kim bilebilirdi ki.
Bu düşünce aklına gelince, Xie Lian içini çekti. Heykele bakarak başını hafifçe eğdi ve "çok yalnız olmalı" diye mırıldandı.
Hem heykelleri oyan kişiye hem de heykellere atıfta bulunuyordu. 'Tanrıları memnun eden veliaht prens' heykeli başını salladı.
Xie Lian, "..."
Bu çok korkutucuydu.
Bir süre donup kaldıktan sonra, Xie Lian sonunda ne olduğunu anladı. Bunun nedeni büyük ölçüde sihirli enerjisinin yeni doldurulmuş olması ve tepeden tırnağa tüm vücudunun sihirli enerjiyle dolup taşmasıydı. Bu nedenle, burada durması heykelleri etkiledi ve canlanmalarına neden oldu.
Xie Lian aceleyle sihirli enerjisini dizginledi ama artık çok geçti. 'Tanrıları memnun eden veliaht prens' heykeli birkaç adım atmaya başlamıştı. Xie Lian’ın taşma noktasına gelecek kadar bol olan sihirli enerjisinden etkilendiği ve kimse onu ciddi bir niyetle kontrol etmeye çalışmadığı için, hareketleri sakardı ve bir "dong" ile tökezleyip düştü.
Xie Lian "dikkat et!" diyerek aceleyle kalkmasına yardım etti.
Onun yardımıyla ayağa kalkan heykelin yüzündeki küçük gülümseme hiç değişmedi ve hatta başını hafifçe kaldırıp teşekkür etmek için başını salladığında yüzünde asil ve gururlu bir ifade belirdi. Heykelin gururlu tavrını gören Xie Lian gülme isteğine engel olamadı ama "Hua Cheng'i gördün mü?" diyerek direndi.
Heykeller basit sesler çıkarabilirdi ama konuşmayı bilmezlerdi, tabii dil ve lisan yeteneğini kazanmış bir tanrı heykeli değilse. Tanrıları memnun eden veliaht prensin heykeli bu soruyu duyduğunda, sanki kimden bahsettiğini bilmiyormuş gibi şaşkın bir ifade takındı. Xie Lian aniden anladı -o zamanki adam Hua Cheng'i tanıyordu. Bu yüzden sorusunu değiştirdi: "Kırmızılar giymiş birini gördün mü?"
Bunun üzerine heykel sonunda gülümsedi ve başını ilgisiz bir şekilde salladı. Xie Lian, "Hangi yöne doğru gittiğini biliyor musun?" diye sordu.
Bu kadar büyük bir mağara ve o da mağaraya aşina değildi, bu yüzden tek korkusu kaybolmaktı. Heykel mırıldandı ve ona bir yön işaret etti. Xie Lian "çok teşekkürler majesteleri" dedi.
Biraz yürüdükten sonra geri döndü. Tanrıları memnun eden veliaht prensin heykeli yürüme mekaniğini hızla kavramış görünüyordu ve hatta olduğu yerde kılıç talimi yapıyordu, duruşu zarif ve mükemmeldi, sanki festivaldeki binlerce seyircinin bakışları önünde gösteri yapıyordu.
Ne yazık ki hayranlık duyacak kimse yoktu.
Çok geçmeden, Xie Lian bir kez daha yol ayrımıyla karşılaştı. Doğal olarak, başka bir heykelden yardım istemeye hazırlandı ve en yakın mağaraya doğru yürüdü. İçeri girer girmez, taş bir sunağın üzerinde oturan, elinde bir kavanoz şarap tutan ve umutsuzca içen insan şeklinde bir figür gördü.
Xie Lian, "..."
Bir anda şarap kavanozunu elinden kaptı ve "içmeyi bırak!" dedi.
Heykel de ona aitti, sadece yüzü biraz daha netti ve beyaz giysileri artık o kadar lüks değildi. Xie Lian şarap kavanozunu kapıp götürdüğünde, onu geri almaya çalıştı ama o şaşkın haliyle bunu başaramadı ve o kadar sinirlendi ki, aniden Xie Lian’a sarılıp gürültüyle ağlamadan önce sadece bir daire çizebildi.
Xie Lian şaşkındı ve "ağlamana gerek yok..." dedi.
Heykel sanki sonsuza dek haksızlığa ve zorbalığa uğramış gibi daha da çok ağladı ve artık şarabı kapmak yerine Xie Lian’a sarıldı ve bırakmayı reddetti. Xie Lian onun bu kadar yapışkan bir sarhoş olduğunu bilmiyordu ve heykele de sarılmaktan başka çaresi yoktu, hafifçe sırtını ovarak onu teselli etti, "tamam, tamam..."
İkinci kez baktığında, elindeki şarap kavanozunda şarap bile yoktu, bu yüzden kavanozu heykele geri vermesinin bir önemi yoktu ve "kırmızı giyinmiş birini gördün mü? Ne tarafa gitti?"
Heykel ona bir patikayı işaret etti ve Xie Lian ilerlemeye devam etmeden önce şarap kavanozunu yerine koydu. Heykel ağlamayı bırakmış, yerde otururken şarap kavanozuna sarılmış ve bir kez daha sersemlemişti.
Başını çevirip heykele bakan Xie Lian içini çekti ve ilerlemeye devam etti.
Bir süre sonra, gösterişli bir mağaranın önüne geldiğinde, metal zincirlerin birbirine sürtünmesi gibi bir ga-zhi ga-zhi sesi duydu.
Mağaranın çatısından bir salıncak sarkıtılmıştı ve salıncağın üzerinde, kraliyet ailesinin bir oğlunun kıyafetlerini giymiş, yüksek moralli, gençlik enerjisiyle dolu bir heykel oturuyordu. Yaklaşık on altı ya da on yedi yaşlarında bir çocuktu bu. Heykel salıncağın metal zincirlerine tutunmuş, kendini havaya göndermek için elinden geleni yapıyordu. Ancak salıncakta oturduğu için kendini kaldıramıyordu ve yüzünde sinirli bir ifade vardı. Durumu gören Xie Lian gelip birkaç kez iterek ona yardım etti.
Salıncak sonunda uçmaya başladı ve bununla birlikte birçok cübbe giymiş olan heykel sonunda mutlu oldu. Xie Lian bu fırsatı değerlendirerek sordu: "Kırmızılar giymiş birini gördün mü? Ne tarafa gitti?"
Heykel bir eliyle salıncağı kavradı ve diğer eliyle bir yönü işaret etti. Xie Lian onu birkaç kez daha itti ve "tamam, hoşça kal" dedi.
Ancak salıncak yaklaşık on kez daha havalandıktan sonra yavaş yavaş durdu. Kimse onu itmeden, genç heykeli bir kez daha hayal kırıklığına uğramış bir ifade göstererek şaşkın bir şekilde orada oturdu.
Bir süre sonra, Xie Lian "bu kadar olmalı" diye tahmin etti.
O anda aniden boğuk ve acı dolu küçük bir ses duydu ve irkilmekten kendini alamadı, "bu ses de ne?... nefes nefese mi?"
Bu ses az ilerideki mağaradan geliyordu. Xie Lian bakmak için içeri girdi. Mağaranın içinde taştan bir sunak vardı ve bu sunağın üzerinde yatay olarak uzanmış, başından bacaklarına kadar beyaz tül bir kumaşla örtülmüş ve yere doğru sarkan bir heykel görünüyordu. Tülün altındaki figür belirsizdi, bazen bir top gibi kıvrılıyor, bazen de sanki altındaki kişi işkence görüyormuş ve bu işkencenin içinde çırpınıyormuş gibi dönüp duruyordu.
"..."
Xie Lian tam yukarı çıkıp tülü çıkaracaktı ki arkasından bir el gözlerini kapadı. Aynı yönden gelen alçak bir ses, "Gege." diye iç geçirdi.
Xie Lian güldü ve sıcak bir sesle, "San Lang, bakmama izin vermiyorsun diye bunun ne olduğunu bilmeyeceğimi mi sanıyorsun?" dedi.
Hua Cheng uzun bir süre sonra tekrar iç çekti ve "Gege, yanılmışım" dedi.
Xie Lian, Hua Cheng'in elini çekip arkasına baktı ve "Wen rou xiang? (2. kitaptaki şekil değiştiren şehvet-polen çiçeği yaratıkları)" dedi.
Arkasında kırmızılar giymiş, uzun boylu ve yapılı bir adam duruyordu. Beklendiği gibi o Hua Cheng'di.
Bir eli alnında, olduğu yerde yakalandı ve sonunda itiraf etti, "...evet."
Şaşırmadım. Tahmin edileceği gibi, Hua Cheng'in bakmasına her zaman izin vermemesine şaşmamalı. Xie Lian, "Bu gece buraya geliyorsun, niyetin ben gelmeden önce bu heykeli saklamak mıydı?" dedi.
Hua Cheng başka bir yöne baktı ve "evet" dedi.
Xie Lian gülse mi ağlasa mı bilemedi. Gerçekten de bu heykeli görmesine izin vermeye cesaret edememiş miydi?
"Neden saklıyorsun ki?" dedi. Aslında o kadar da büyük bir şey değil. Sadece şimdi zor bir sorun ortaya çıktı..."
Ve bu zor sorun, Xie Lian'ın gelişinin istemeden de olsa tüm heykellerin hareket edebilmesine neden olmasıydı.
Bu kendi başına büyük bir şey değildi, ancak bu özel heykel için çok acı verici olabilirdi. Çünkü tüllü kumaşın altındaki heykel, Xie Lian’ın on yedi yaşındayken vahşi doğadaki mağarada Wen round xiang tarafından vurularak oyulmuş bir heykeliydi.
Diğer heykeller için kılıç talimi yapmak, içki içmek, salıncakta sallanmak, ne yapmak isterlerse yapsınlar sorun değildi. Sadece bu heykel şanssızdı, çiçek iblislerinin korkunç zehrinden etkilenmişti. Bu da "canlandıktan" sonra zehrin azabını çekmesi gerektiği anlamına geliyordu.
Tüllü kumaşının altından gelen ağır nefesler dayanılmaz bir acıyla doluydu ve bunu dinleyen Xie Lian zorlukla dayanabildi. O ruh yıkıcı ve kemik eritici geceyi hatırlayarak, "...bu kesinlikle acınacak bir durum. Eğer şimdi gidersem, sadece bir heykele mi dönüşecek?"
Eğer öyleyse, o zaman böyle bir eziyet çekmesine gerek kalmazdı. Ama Hua Cheng dedi ki, "Korkarım öyle olmayacak. Ne de olsa Gege'nin sihirli enerjisi şu anda aşağı yukarı en güçlü noktasında ve bu mağaradaki tüm heykeller etkilendi. Gitsen bile uzun bir süre daha hareket etmeye devam edecekler."
Bu çok fazla acı vericiydi. Xie Lian, "O zaman... başka bir yolu var mı?" dedi.
Hua Cheng'in her zaman bir planı vardı. Başını hafifçe salladı ve "Ben de az önce bunu düşünüyordum. Gege, benimle gel."
Xie Lian'ı başka bir mağaraya götürdü. İçeri girdikleri anda, Xie Lian'ın gözleri belli belirsiz açıldı. Mağarada bir erkek heykeli duruyordu; uzun ve sırık gibi bir vücudu vardı, kaşları ve gözleri yakışıklıydı, ağzının köşeleri hafifçe kıvrılmıştı, sağ gözünün olması gereken yerde bir göz bandı vardı, aşağı yukarı onu buraya getiren önündeki kırmızı cüppeli kişiye benziyordu.
Bunun bir hayalet kral heykeli olduğunu düşünmek! Xie Lian, "Bu..." dedi.
Hua Cheng, "Bu, durumun doğru olmadığını fark ettikten sonra aceleyle oyduğum bir şeydi. Uzun yıllardır yapmadığım için biraz paslanmışım. Gege, bir baksana, bana benziyor mu?"
Xie Lian bir süre dikkatle inceledikten sonra, "Çok beğendim! Ama..."
Hua Cheng "Ama... ne?" dedi.
Xie Lian gülümsedi ve "Ama senin kadar yakışıklı değil" dedi.
Hua Cheng de güldü.
Xie Lian hemen ardından konuştu: "Peki San Lang, bahsettiğin plan..."
Bu hayalet kral heykelinin, Wen xiang zehri tarafından zehirlenen tanrı heykeline yardım etmesine izin vermek miydi, "zehri serbest bırakmak mı?"
Hua Cheng bir süre sessiz kaldıktan sonra zoraki bir gülümsemeyle kendini toparladı ve bakışlarını Xie Lian’ın yüzüne sabitleyerek "evet" dedi.
İlk başta Xie Lian onun ifadesindeki hafif temkinliliği fark etmedi ve "kesinlikle bu yöntem de..." diye düşündü.
Anında etki gösteren bir tedavi yöntemi olmasına rağmen, sadece düşünmek bile aşırı derecede saçma geliyordu - açıkça söylemek gerekirse, hayalet Kral heykelini kullanarak kendisinin gençlik heykelinin bedenine girmek ve oradan zehri serbest bırakmak değil miydi?
Bunu yüksek sesle söylemek bile zor geldi.
Bir yanıt bulmaya çalışırken, Hua Cheng aniden önünde diz çöktü. Xie Lian irkildi ve aceleyle onu yukarı çekmeye çalışarak, "San Lang?" dedi. O ne yapıyordu?
Hua Cheng sessizce, "Majesteleri, saygısızlık ettim," dedi.
Xie Lian onu yukarı çekemedi, bu yüzden yanına çömeldi ve anlamadan, "nasıl saygısızlık yaptın?" dedi.
Ancak Hua Cheng ona baktı ve hafifçe nefesini içine çekerek sessizce şöyle dedi: "Majesteleri, lütfen bana inanın, bugün başka seçeneğim olmadığı için bunu yaptım. O Tanrı heykelini bizzat oymuş olsam da Ekselanslarının heykeline karşı en ufak bir saygısızlık ya da küfür niyetim olmadı. Eğer Ekselansları bu yöntemin uygun olmadığını düşünüyorsa, başka bir yöntem bulurum."
Sonunda Xie Lian, Hua Cheng'in neden bu kadar kasvetli davrandığını anladı.
İşin özüne inecek olursak, Xie Lian’ın bu kadar çok heykelini bizzat oymuş olması meselesine gelince, Hua Cheng nihayetinde Xie Lian’ın kendisini saldırgan, eylemlerini sapkın bulacağından endişeleniyordu. Bu yöntemi şimdi gündeme getirdiğinde, Xie Lian’ın kafasının saçma sapan düşüncelerle dolu olduğunu ve duygularının saygılı olmadığını düşünmesinden daha da fazla endişe duyması kaçınılmazdı.
Xie Lian içini çekerken gülümsedi ve iki eliyle Hua Cheng'i çekiştirerek sonunda onu ayağa kaldırdı. "Elbette sana inanıyorum. Bana karşı her zaman çok saygılı olduğunu biliyorum."
Ancak, "Hiçbir zaman en ufak bir küfür veya saygısızlık niyeti yoktu", bunu söylemek daha zordu. sonuçta, Hua Cheng kelebeklere dönüştükten sonra döndüğünden beri, her üç veya beş günde bir, QianDeng Tapınağı'ndaki tanrıya "küfretmek" istiyordu ve giderek daha cüretkâr hale geliyordu.
Xie Lian öksürerek, "Bu yöntemin... kötü bir yanı olmadığını hissediyorum. Çok iyi, çok iyi."
Ancak bu yöntemin esasen ne olduğunu düşününce yanakları hafifçe kızardı ve konuşmasının belki de fazla çekingen olduğunu hissetti.
Bu arada, onun iznini alan Hua Cheng yavaş yavaş sakinliğini toparladı. Xie Lian ellerini Hayalet Kral heykelinin omuzlarına koydu ve "Bu heykele bir kıvılcım vereyim mi?" dedi.
Hua Cheng gözlerini kırpıştırdı ve yavaşça gülerek, "Eğer Gege istiyorsa, reddetmeyeceğim" dedi.
Xie Lian başını salladı. Heykel hemen kaşlarını hafifçe kaldırdı. Durumu gören Xie Lian kendini tutamadı ve ellerini geri çekerek, "bu şekilde çok benziyor!" dedi.
Sanki bir şey hissetmiş gibi, birkaç figür yavaşça mağaranın dışında belirdi. Tanrı heykellerinden birkaçı, mağaradaki diğerlerine benzemeyen yeni heykele bakmak istercesine merakla etrafta toplandı. Hayalet Kral heykeli de onları fark etmiş gibi görünüyordu ve gözlerini kırpıştırdı ve kaşları daha da yukarı kalktı, sanki bir şey arıyormuş gibi görünse de, sadece neyin iyi olduğunu düşünüyordu. İkna ve kışkırtma karışımıyla, Xie Lian sonunda kendi heykellerinin bulunduğu grubu kenara itmeyi başardı, ancak göz ucuyla baktıktan sonra aniden, "Wen rou xiang heykeli nerede?" diye sordu.
Bunu doğrudan o talihsiz heykele atıfta bulunmak için kullanmaya başlamıştı. Bilinmeyen bir zamanda, taş sunağın üzerinde sadece beyaz tüllü bir bez bırakılmış ve o eğilimli Wen rou xiang heykeli ortadan kaybolmuştu!
Xie Lian bunun ne büyük bir felaket olduğunu düşündü ve elleri arkasında arkadan gelen Hua Cheng bile kaşlarını kaldırdı.
Xie Lian, "On bin tanrı mağarası çok büyük, bu kadar kısa sürede ayrılmak harika bir iş olmazdı. Hadi acele edip arayalım!"
Ama Hua Cheng, "Korkarım olmaz. Gege, bak."
Yere doğru işaret etti. Xie Lian bakmak için yanına geldi ve ancak o zaman yerde, son derece güçlü bir parmak kuvvetiyle doğrudan kayanın içine çekilmiş bir daire dizisi olduğunu keşfetti.
Işınlanma dizisi! Bu heykel Xie Lian'ın sihirli enerjisinin ne kadarını emmişti ki çıplak elleriyle bir Işınlanma dizisi çizebilmişti? Xie Lian olduğu yerde bayılmak istedi.
Heykel onun Wen rou xiang tarafından etkilendiği zamanki haliydi. Ya kaçtıktan sonra ölümlü dişilerle karşılaşırsa? Bugünden sonra ne tür garip ve kana susamış efsaneler ortaya çıkacaktı???
Dedi ki, "Ne zaman kaçtı? Nereye kaçmış olabilir?"
Hua Cheng dedi ki, "Gege, panik yapma. Öncelikle, düşünün, o sırada Wen rou xiang'dan etkilenen siz olsaydınız, arayacağınız ilk kişi kim olurdu?"
Bu zor bir soru değildi. Xie Lian aslında çok endişeli değildi ve çabucak sakinleşerek, "Sanırım..." dedi.
Daha konuşmasını bitiremeden, ruh iletişim dizisinde bir mesaj belirdi. Hazırlıksız yakalanan Xie Lian elini kaldırıp mesajı aldı ve Feng Xin’in sesinin kulağının dibinde yüksek sesle çınladığını duydu "Majesteleri! Korkunç bir şey, az önce sizi taklit eden bir yaratık vardı!"
...beklendiği gibi! O sırada, Xie Lian’ın en güçlü ve en etkili yardımcıları Feng Xin ve mu Qing idi ve böyle bir şey olursa, doğal olarak önce onları arayacaktı!
Neyse ki heykel sokaklarda çılgınca koşmak yerine önce Feng Xin'i aradı. Xie Lian bir nefes verdi ve aceleyle, "Hayır, hayır! O bir yaratık değil ve beni taklit etmiyor."
Feng Xin şok olmuştu. "Ne demek istiyorsun? Bir yaratık ya da taklit değil mi? Bana onun sen olduğunu söyleme??? Bu olamaz!"
Xie Lian: "O da değil! Pekala, şimdi nasıl? Onu yakaladın mı? Kaçmasına izin verme!"
Ama Feng Xin: "Çok geç, çoktan kaçtı!" dedi.
Xie Lian dedi ki, "Ne? Bu çok kötü!" dedi.
Feng Xin, "Evet, bu kötü. Çıplak ve etrafta koşuşturuyor, insanlar bunu görünce ne der?!"
Xie Lian, "Bekle, ne dedin sen? Çıplak mı? Ben... hayır, hiç kıyafet giymiyor mu???"
Feng Xin dedi ki, "aşağı yukarı! Giysileri var ama çok değil, sanki biri yırtmış gibi kırık dökük ve yırtık pırtık. Evet, eğer bir yaratık değilse ve bir taklit de değilse, o zaman nedir bu? Ne haltlar dönüyor burada? Bana heykel gibi göründü... bekle, heykel mi?"
"Tonglu'nun dibindeki o yerden mi kaçtı, siz ne yapıyorsunuz???" diye haykırdı.
Xie Lian da Wen rou xiang tarafından vurulduğunda üzerinde ne kadar giysi olduğunu artık tam olarak hatırlayamıyordu. O sırada kendini dayanılmaz hissetmişti ve sersemlik içinde kendi giysilerini yırtmış olabilirdi. "Sonra açıklarım! Hemen geliyorum!" dedi.
Bunu söyledikten sonra, ruh iletişim dizisinin bağlantısını kesti ve Hua Cheng'e, "San Lang, Xin Xian şehrine gitmemiz gerekiyor!" dedi. (Kelimenin tam anlamıyla: yeni ölümsüz şehir. Tıpkı hayaletlerin yaşadığı bir hayalet şehir olduğu gibi, tanrıların/ölümsüzlerin yaşadığı bir ölümsüz şehir de vardır).
Diğer tarafta, Hua Cheng yeni oyulmuş Hayalet Kral heykelini çoktan çözmüş ve onu avucunun içinde durabilecek daha küçük bir heykele dönüştürmüştü. "Pekâlâ!" dedi. Ve saniyeler içinde bir dizi çizdi.
Aradan neredeyse hiç zaman geçmemişti ki ikisi doğrudan Xin Xian Şehri'nin Nan Yang Sarayı'nda belirdi. Kapı açıldığı anda Feng Xin’i gördüler ve Feng Xin Hua Cheng'i gördüğü anda gözleri büyüdü, "Çiçeği Arayan Kızıl Yağmur, senin de burada ne işin var? Cennete ne için geldin?!"
Yıkım derecesindeki bir hayalet kral, bütün gün kendi bölgesinde itaatkâr bir şekilde kalmayı reddediyor, bunun yerine canı ne zaman isterse ölümsüzlerin şehrine gidiyordu - bu çok uygunsuzdu!
Hua Cheng onu görmezden geldi ve bir an dinlemek için başını eğerek, "Bülten nerede? Şüphesiz ki yukarı gökler sadece sözden ibaret değil ve hiçbir eylemi takip etmiyor."
Feng Xin doğal olarak Hua Cheng'in bahsettiği bülteni biliyordu. "Üst gök, Çiçeği Arayan Kızıl Yağmur’un tanrıları kurtarırken gösterdiği kahramanlıkları bütün bir yıl boyunca rapor etmeli" bülteni değil miydi bu? Alnında bir damar atmaya başladı ve şöyle dedi: "Gecenin bir yarısı haber yapacak ne var ki! Herkesin dinlenmeye ihtiyacı var, gündüz haber yaparız!"
Bunun üzerine Hua Cheng, konuyu daha fazla takip etmeyeceğini belirtircesine bir "oh" sesi çıkardı. Xie Lian, "Pekala, herkesin istediği gibi! Daha da önemlisi, gördüğünüz "ben" nerede? Ne tarafa gitti?"
Feng Xin bir yönü işaret ederek, "Oraya kaçtı, ben de tam kovalamak üzereydim, siz ikiniz de gelebilirsiniz!" dedi.
Birdenbire Xie Lian’ın kalbinde uğursuz bir önsezi hissi belirdi ve "Bir şey sorayım, o yön..." dedi.
Feng Xin net bir şekilde, "Xuan Zhen Sarayı'nın yönü." dedi.
Xie Lian, "..."
Hua Cheng derin bir sesle, "Git!" dedi.
İkisi de gecikmeye cesaret edemedi ve aceleyle Xuan Zhen Sarayı'na giderek ana kapıdan içeri daldılar. İçeri girdiklerinde Mu Qing’in sunakta oturduğunu gördüler, sanki az önce akıl almaz bir şey görmüş gibiydi, tüm vücudu dilsiz bir şok halindeydi. Xie Lian onun yanına gitti ve elini gözlerine doğru sallayarak, "Mu Qing?" dedi.
Xie Lian’ı görünce nihayet kendine geldi ama yüzündeki ifade büyük bir şok ifadesi olarak kaldı ve ancak uzun bir süre sonra, "Xie Lian, ne yapıyorsun?" dedi.
Xie Lian, "... Bir şey mi yaptım? Ben... Ben de mi ne yaptığımı bilmiyorum? Lütfen söyle bana?"
Mu Qing, hâlâ bakmaya devam ederek, "Neden şimdi, gecenin bir yarısı, kıyafetlerin darmadağınık bir halde Sarayıma koştun?" dedi.
"..."
Hua Cheng sırıttı.
Xie Lian, "İnsanların yanlış anlamasına neden olacak şekilde konuşma! Az önce gördüğün her neyse, o kesinlikle ben değildim!"
Mu Qing yüzünün yarısını ovuşturdu, sanki gördüğü şeyi gözlerinden çıkarabilmeyi diliyordu. Solgun ve hastalıklı bir yüz ifadesiyle, "Sen olmasan bile, seninle olan bağlantısı kaçınılmaz! O mağaradan bir heykel, değil mi? Siz ne yapıyorsunuz, toplumun ahlakına zarar veren böyle bir heykeli gecenin bir yarısı başıboş bırakıyorsunuz - Çiçeği Arayan Kızıl Yağmur ile bu tür bir oyuna ihtiyacınız yok mu?"
Hua Cheng alaycı bir tavırla, "Bunun seninle ne ilgisi var?" dedi.
Mu Qing öfkeyle, "Ne demek istiyorsun, bunun benimle ne mi ilgisi var. Burası benim Sarayım!"
Hua Cheng yavaşça, "Ölümsüzler Şehri'nin yeniden inşasında benim de bir rolüm vardı," dedi.
Bu doğruydu, çünkü üst cennetler daha önce büyük zarar görmüştü ve bu yüzden bazı tanrılar Hayalet Şehrin başkanından gizlice yardım istemek zorunda kalmıştı. Doğru hesaplandığında, Hua Cheng olmadan Xin Xian Şehri'nin inşa edilmesi mümkün olmazdı. Xie Lian şöyle dedi: "Biz oyun oynamıyorduk. Bu bir kazaydı. Şimdi nerede?"
Mu Qing, "Benden bir kılıç kaptı ve kaçtı..." dedi.
Xie Lian daha fazlasını söylemesine bile gerek kalmadan kılıcın nereye gitmiş olabileceğini biliyordu. Xuan Zhen sarayının dışındaki bahçeden bir "dang dang" sesi geldi. Aynı anda Hua Cheng'in getirdiği küçük hayalet kral heykeli kendini aşağı bıraktı ve bahçeye doğru zıpladı, zıpladı.
Xie Lian hemen dışarı fırladı. Beklendiği gibi, Wen rou xiang heykeli bahçedeki sahte dağda duruyordu!
Heykelin giysileri darmadağınıktı, omuzlarının ve göğsünün yarısından fazlası çıplaktı. Alt kısımdaki kıyafetlerin de parçaları vardı ve eksikti, bu da genel olarak müstehcen bir görünüm veriyordu. Heykelin yüzünün tasarımı bir başka seviyedeydi, kaşları birbirine sıkıca kenetlenmişti, sanki cildini boyayan kırmızı kızarıklık ve üzerini kaplayan ince ter tabakası görülebiliyordu - buna tekinsiz bir işçilik parçası demek çok da yanlış olmazdı.
Ve gözlerinin önünde, heykel Xuan Zhen Sarayı'ndan kaptığı kılıcı tutuyordu -dang dang, dang dang! - ve tekrar tekrar kendini bıçaklamak için elinden geleni yapıyordu. Doğal olarak, Xie Lian’ın ilk seferinde yaptığı şeyi yapmayı, zehri serbest bırakmak için kendini yaralamayı düşünmüştü.
Ancak TongLu'da oluşan taşlar güçlü olduğu için kılıç delip geçememiş, bunun yerine eğilip kırılmış. Heykel umutsuzluğa kapılmış gibiydi ve avucunu kaldırarak, yeteneği paramparça olana kadar kafasına vurmak üzereymiş gibi görünüyordu. Xie Lian aceleyle seslendi: "Sakin ol! Sakin ol!"
Heykel ona donuk donuk baktı. Xie Lian uçarak karşıya geçti ve bir darbeyle heykeli sahte dağdan düşürerek mağarada ayakta duramayacağı bir deliğe düşmesine neden oldu. Hua Cheng de Xie Lian'ın yanına koştu ve bir şey fırlattı. Bu Hayalet Kral'ın heykeliydi!
Hayalet Kral heykelinin Hua Cheng tarafından yere atıldığını söylemek yerine, genç heykel tanrısını görünce kendini kurtarmak için mücadele ettiği ve bir çırpıda avucunu terk ettiği de söylenebilir. Havada orijinal boyutuna geri döndü ve tanrı heykelinin gövdesinin üstüne inerek onu kapladı. Altından ürkütücü bir nefes geldi.
Xie Lian aceleyle sahte dağdan atladı ve sesleri duyduktan sonra oraya gelen Mu Qing'i Xuan Zhen Sarayı'na doğru geri iterek, "Yeterli zaman yoktu! Çok özür dilerim, değerli toprağını biraz ödünç alalım!"
Mu Qing sarsıldı. "Siz ikiniz az önce ne yapıyordunuz? Xie Lian, "Başka bir gün açıklarım. Binlerce kez özür dilerim!"
Hua Cheng durgun bir sesle, "Özür dileyecek ne var? Bu kişinin hayatını defalarca kurtarmadın mı?"
Mu Qing: "Hayır, şimdi açıkça anlatsan iyi olur. Senin bir seni yere attığını, onun da bir onu yere attığını görür gibi oldum. Gözlerim yanılmıyor, değil mi? Peki siz ikiniz ne yapıyorsunuz? Şu anda sahte dağda neler oluyor?"
Bunun üzerine Xie Lian onu boynundan tutarak sarayın içine doğru sürüklemeye başladı. "Korkunç bir acil durum! Gerçekten, Mu Qing, oraya gitme! Neden kendine acı çektirmek istiyorsun ki?"
Mu Qing kükredi, "Xie Lian!!! Sarayımda ne yaptınız? Has*ktir cidden lanet olsun!"
"Biz yapmadık! Bu sadece bir kaza, gerçekten yeterli zaman yoktu... ve sen yine saçmalıyorsun!"
Bir saat sonra, iki heykel sonunda Xie Lian ve Hua Cheng’den aldıkları büyülü enerjiyi kullandılar.
Bir göz atmak için sahte dağın içine giren Xie Lian alnını ellerinin arasına aldı.
Hua Cheng heykelleri düzenlerken, Xie Lian kenarda durdu ve gelip bakmak isteyen Feng Xin ve Mu Qing’i sessizce engelledi. İçtenlikle, "Bunu görmek istemezsiniz," dedi.
Feng Xin doğal olarak meraklı bir insan değildi ve bir şeylerin iyi gitmediğini hissederek hemen geri çekildi. Ancak Mu Qing, bunun peşini bırakmadı ve yüzü eski bir çömleğin tabanı gibi simsiyah oldu ve öfkeyle kollarını savurarak mırıldandı: "İnanamıyorum... Buna inanamıyorum! Böyle bir şey olduğunu düşünmek! Sarayımda böyle bir şeyin olabileceğini düşünmek!"
Bundan sonra, sanki ruhu bedeninden uçup gitmiş gibiydi ve artık kendi sarayındaki sahte dağa doğrudan bakamıyordu. Xie Lian daha sonra bu bölgeyi bir darbeyle yerle bir edeceğinden çok şüpheleniyordu.
Doğruyu söylemek gerekirse, Xie Lian’ın kendisi de pek güven duymuyordu. Böylesine saçma bir kaza olabileceğini düşününce, utanıp utanmaması gerektiğini gerçekten bilmiyordu. İki heykele -hayır, şu andan itibaren "tek" heykel olarak kabul edilmeliler- dönüp bakarak, "Onlar... böyle mi kalacaklar?" dedi.
Hua Cheng, "aynen öyle" dedi. “Her neyse, ayrılamazlar."
Xie Lian yüzünü kapattı.
Hangi cennet görevlisinin böyle bir heykeli vardı! Ya biri görseydi? Bu sadece uygunsuz bir şeydi. Ne kadar sinir bozucu!
İnledi, "... San Lang, bunlar... onları iyi sakla. Kimsenin görmesine izin verme."
Hua Cheng güldü, "Bu kesin. Gege rahatlayabilir."
Bir bütün haline gelen bu iki heykeli bin tanrı mağarasına ve asıl yerlerine geri getirdikten sonra, Xie Lian sonunda alnındaki teri sildi.
Ve bin tanrı mağarasındaki diğer Xie Lian’lar bir kez daha merakla etrafta toplandılar ve Xie Lian tarafından bir kez daha ikna edilmek zorunda kaldılar: "Bu uygunsuz, bakmayın. Bu uygunsuz, bakmayın."
Heykellerin gitmekten başka çaresi yoktu. Heykelin son haline bakamamış olsalar da Wen rou xiang "Xie Lian"ın nihayet bir "yoldaşı" olmasını kıskanırcasına, uzaklaşırken arkalarına bakmaya devam ettiler.
Wen rou xiang zehri salınmıştı ama diğer heykellerde hâlâ bir eksiklik vardı. Tanrıları memnun eden veliaht prensin bir izleyicisi yoktu, sarhoş olanın yardım edecek kimsesi yoktu, salıncakta sallananın onu itecek kimsesi yoktu...
Xie Lian açgözlü hissetmekten kendini alamadı ve "keşke her Xie Lian’ın bir Hua Cheng'i olsaydı, o zaman her şey yoluna girerdi" diye düşündü.
Beklenmedik bir şekilde, Hua Cheng de aynı düşüncesini yüksek sesle söyledi, "Gege, her majestelerinin bir San Lang'ı olsa daha iyi olacağını düşünmüyor musun?"
İki insan kolayca bir araya gelmişti. O andan sonra, yeteneklerini sergiledikleri on bin tanrı mağarasında kaldılar.
Xie Lian birkaç dakika içinde Hua Cheng'in hantal görünümlü bir kayayı nasıl zarif bir taş heykele dönüştürdüğüne kendi gözleriyle şahit oldu. Bu beceri tarif edilemezdi çünkü Hua Cheng, onun Hua Cheng'in ne yaptığını net bir şekilde göremeyeceği kadar hızlıydı. Hua Cheng'in en başından beri tekniği yöntemle nasıl birleştirdiğini düşününce, Xie Lian’a sadece övmek kalmıştı.
Hua Cheng arkasını döndü ve kırık kaya parçalarıyla dolu bir zeminden, saçları dağınık, giysileri yırtık pırtık, yüzü bandajlarla kaplı, çok acınası görünen, yeni kıvrılmış bir çocuğu kaldırdı. Ellerinde de bırakamayacağı bir şey tutuyordu. Xie Lian elini çocuğun başının üzerine koydu. Çocuk hemen gözlerini kırpıştırdı ve başını çevirerek etrafına bakındı. Yakasının arkasını tutan biri olduğunu görünce şiddetli bir tekme attı.
Hua Cheng onun böyle bir şey yapacağını tahmin etmiş gibiydi ve kolayca sıyrıldı, onu kollarının arasına aldı ve istediği gibi çırpınmasına ve tekmelemesine izin verdi. Xie Lian küçük Hua Cheng’in bu kadar vahşi ruhlu olacağını tahmin etmemişti ve kahkahasını tutamayarak, "ah, ne kadar vahşi!" dedi.
Hua Cheng tısladı ve onu bir kenara fırlattı. Bu şekilde fırlatılan çocuk bir "dong" sesiyle yere yığıldı, ancak çok hızlı bir şekilde tekrar ayağa kalktı ve Hua Cheng’e sert bir bakışla baktı. Xie Lian çocuğun çok sert düştüğünden endişelendi ve ona doğru bir kol uzatarak, "San Lang, çok acımasızdın! Ya düşerken zarar görürse?" Eğer biri gerçekten sayıyorsa, bu çocuk neredeyse yeni doğmuştu!
Ama Hua Cheng hiçbir şey olmamış gibi, "Sorun değil. Çok inatçıdır."
Bu çocuk Hua Cheng'e karşı inanılmaz derecede sertti ama Xie Lian’a karşı dostça ve arkadaşça davranıyordu. Xie Lian'ın kendisine doğru el hareketi yaptığını gören çocuk tam ona doğru gitmek üzereydi ki, o anda çok uzakta olmayan tanrıları memnun eden veliaht prens heykeli bir şeyler sezmiş gibi yerinden kalkıp, bakışlarını onlara doğru sabitleyerek yanlarına doğru yürüdü.
Tanrıları memnun eden veliaht prensin heykelini gören çocuk dondu kaldı ve bandajların arasından görünen tek gözü iyice büyüdü ve sanki onu yakalamak istercesine gürültüyle koşarak cübbesinin önüne düştü, ancak aynı zamanda Tanrı'nın cübbesini kirletmekten korkuyormuş gibi çok yaklaşmaya cesaret edemedi. Ancak uzun bir süre sonra elini dikkatlice kaldırdı ve az önce inatla açmayı reddettiği avucunu açtı.
Avucunun içinde bir çiçek saklı olduğu ortaya çıktı.
Veliaht Prens, sanki çiçeği alıyormuş gibi küçük bir gülümsemeyle elini kaldırdı ve kendi inisiyatifiyle onu yukarı taşıdı ve ikisi birlikte mutlu bir şekilde oradan ayrıldılar.
Onlara bakınca, içlerinden biri sonunda kılıç kullanmasını takdir edecek birini bulmuş, diğeri de sonunda çiçeğini sunabileceği birini bulmuştu.
Onları izlerken Xie Lian kendini oldukça güvende hissetti ve birden aklına başka bir soru geldi: "San Lang, oyma işini bitirdiğinde bu mağara bir sürü senin ve benim heykelimle dolmayacak mı? Birbirlerine karışırlar mı? Ne de olsa bir kısmı birbirine benziyor."
Ama Hua Cheng sessizce güldü ve "Hayır, karışmayacaklar." dedi.
"Neden?"
Hua Cheng tekrarladı, " karışmayacaklar."
Bakışlarını kaldırıp Xie Lian’a baktı ve hafif bir gülümsemeyle, "'Ekselansları' yanlışlıkla karıştırsa bile, 'ben' asla karıştırmayacağım. Çünkü her Hua Cheng sonsuza dek yalnızca bir majestelerinin takipçisi olacak, yalnızca bir kişiye adanacak. Ve bu yüzden asla birbirlerine karışmayacaklar."
Ve Xie Lian ona baktı ve şöyle dedi: "Ben de karıştırmayacağım. Her Xie Lian’ın en sadık takipçisi, sonsuza dek sadece bir kişi olacak, 'ben' bunu sonsuza dek hatırlayacağım. Ben..."
Bunu söyledikten sonra, birden garip bir şekilde utandığını hissetti.
Şu anda ikisi de iki küçük çocuk gibiydi ve birbirlerine hararetle "en çok sevdiğim kişi sonsuza dek sen olacaksın, sadece sen" diyorlardı. Samimi olsa da aynı zamanda çok çocukçaydı.
Çocukça olmasına rağmen, aynı zamanda çok samimiydi.
Bir anlık sessizliğin ardından, Xie Lian hafifçe öksürdü ve "o zaman... şimdi, veliaht prens majesteleri için , salıncağı itmesi için bir hayalet kral oyalım." dedi.
Salıncağı itmesine yardım edecek kimse olmadığı için çok yalnız ve sıkıntılı görünüyordu. Hua Cheng mutlu bir şekilde, "Tamam." dedi.
Xie Lian tekrar, "Peki ya şu şarap içen? Onu anlamak oldukça zor. Kafası karışık görünüyor ve hatta ağlıyor. Ah, burada çok fazla heykel var, Tanrı bilir her biri için ne zaman yontma işimiz biter?"
Hua Cheng gülerek, "Neden korkuyorsun? Acele etmeyelim, eninde sonunda buluşacaklar."
Xie Lian da gülümseyerek başını salladı ve hafif bir sesle, "Mn. Kesinlikle buluşacaklar."
Mağaranın içinde, başlangıçta ayrı olan iki heykel şimdi bir araya gelmişti.
Birbirlerine sıkıca sarılmak, birbirlerinin yüzlerine kendilerininkine çok yakın bir şekilde bakmak, bakışları ve bedenleri birbirine dolanmak, asla çözülmemek üzere - bu gerçekten birlikte olmak, asla ayrılmamaktı.
#tian guan ci fu#xie lian#jun wu#hualian#ling wen#feng xin#jian lan#hua cheng#heavenlyblessing#heaven official's blessing#mu qing#nan yang#xuan zhen
31 notes
·
View notes
Photo
...os olhos do Senhor estão sobre os justos, e os seus ouvidos atentos às suas orações... #scriptureoftheday #repost @heavenlyblessings
0 notes
Photo
But when the kindness of God our Savior and His love for mankind appeared, He saved us, not on the basis of deeds which we have done in righteousness, but according to His mercy, by the washing of regeneration and renewing by the Holy Spirit, whom He poured out upon us richly through Jesus Christ our Savior, so that being justified by His grace we would be made heirs according to the hope of eternal life. (Titus3: 4-7) #heavenlyblessing #salvationthroughfaith #runtoJesus
0 notes