#Darwinizm
Explore tagged Tumblr posts
pateralba · 1 year ago
Text
Tumblr media
KAPİTALİZMİN FELSEFESİ
Söylemi özgürlük iken eylemi bireyci yarar ve mutluluk olan liberal felsefenin bileşenlerinden söz edeceğim. Kapitalizm ve onun yönetimindekiler, insanı "mutluluk mu, özgürlük mü" ikilemine sokarken bu tuzağa düşen gerçek özgürlükçüleri (liberalleri değil) mutsuz kılmayı da başarabilir. Bu ikileme dikkat etmeliyiz. Ayrıca liberalizmin varacağı noktadan da söz edeceğim. Liberalizmin yarattığı narsist birey ve narsist bireyin varacağı nokta olarak bilimsel görünmeye çalışan hastalık "sosyal darwinizm" çıkmazından söz edeceğim. Irkçılık, genetikle ulusların arasında ilişki olduğu yanılgısı üzerinden var oldu. Fakat medeniyet ve bilim tarihinin, ulusları dillerin oluşturduğu, dillerin doğadan öğrenilerek oluştuğu gerçeğini ortaya çıkarması ile insanı insana yabancılaştıran ırkçılık da çöktü. Bütün bunlara değinirken kapitalizmde psikolojik olarak düzelmeye de değineceğim.  
Burjuvazinin felsefesi ve ideolojisi liberalizmdir. Çoğu ülkede ise "ideoloji" kaygan bir kavramdır. Bu kayganlık egemen sınıfın istediği şeydir. Liberalizmin temelinde mutluluğu en yüksek seviyeye çıkaracak şekilde tüketim yapan insan vardır. Her şey daha fazla mutluluğu hedefleyen ve daha fazla yarar amaçlayan insan tanımı üzerinedir. Çünkü kapitalizm, liberalizmi tüm bileşenleriyle bayrak edindi. Liberal felsefe, insanın özgür ve eşit olduğunu iddia eden bir felsefe, ancak aynı zamanda mülkiyeti temel alan liberal ekonomi, yani kapitalizm de söz konusudur. Liberal felsefe, aydınlıklar yüzyılı denilen 17.yy’ın sonunda ortaya çıktı. Liberal ekonomi ise kolektivizm ile çelişiyor, ayrıca özel mülkiyeti doğal bir hak sayıyor. Lİberal ekonomiye göre bireyler ayrı ayrı haklarına ulaşmaya çalışarak, kolektif çıkarlarını da gerçekleştirebilir. Liberalizme göre, piyasa işleyişine hiçbirşey engel olmamalı, devlet kurallara göre ekonomiye müdahale etmeli ve kurallara uymayanları cezalandırmalıdır. İşte bu tam olarak kapitalizmdir. Liberalizm kapitalizmdir ve felsefesi de kapitalizmin felsefesidir. Politik felsefe olarak liberalizm insanı merkeze alıp, insan özgürlüğüne vurgu yapmakla birlikte, özgürlüğü bir amaç olarak görmez ve erteledikçe erteler. 1920'ler boyunca savaşın zararlarını yaşayan, ekonomik koşulların zorlaştığı, işsizliğin arttığı, toplumsal hoşnutsuzluğun arttığı süreçte Naziler "Neşeyle Kuvvetlenme" ilkesiyle bir çeşit mutluluk propagandası yaptılar. Nazilerin popülerliğini arttıran en önemli kuruluşlardan biri KdF (Kraft durch Freude), yani "Neşeyle Kuvvetlenme" idi. 1939'a kadar milyonlarca insanın katıldığı organizasyon, özellikle işçilere ve ailelerine yönelik politikalar geliştirdi. Eğlence, boş zaman ve tüketim üzerine kurulu bir organizasyondu. Devletin popülerliğini öven örtük bir propaganda aracıydı. Her gün yaşanan ve felaket olarak görülen her şeye rağmen, devletin pozitifliğine dair propagandasını sürdürdü. KdF'nin hedefinde ücretli çalışan kesimler, işçiler vardı. Devlet tarafından, eğitimli ve daha üretken bir ülke için iş gücü propagandası yapılıyordu. Kurulan sistemin herkes için avantajlı olduğu yönde propaganda yapılıyordu. Sınıfsal çelişkilerin önemli olmadığı vurgulanıyordu. Devlet, pozitif yönetim teknikleri geliştirmeye çalıştı. Yaşamın boş zamanına hazzı, mutluluğu ve keyif alınan olguları koymaya çalıştı. Böylece hayatından ve işinden (devletten) keyif alan mutlu bir ulus devlet görünümü oluştu. Vatandaşlar için en iyi yönetimin bu olduğu propagandası yapıldı. Mutsuz olmak, muhalif olmaktı. Mutluluk çok geniş bir kavramdır. Yaşam biçimleri, kültürler, yaşamdan beklentiler, zevk ve tutkular, inançlar ve daha bir çok nedenle herkese göre değişiklik gösteriyor. Fakat bilimsel olarak tek bir şey ifade ediyor. Mutluluk bir beden durumudur ve bedenden geri bildirim geldiğinde mutlu olursunuz. Nefes almak gibidir. Times dergisine göre bilim insanları diyor ki; mutluluk hissinin %40'ını düşüncelerimiz, hareketlerimiz ve karakterimiz belirler, geri kalanın %50'si ise genetik faktörlerle ilgilidir. Yani bu bilgiye bakarsanız mutlu olmanın sadece %10'u çevre gibi insan beyninden bağımsız faktörlerden etkilenmektedir. Fakat insanlara nasıl "aklını kontrol et ve mutlu ol" diyebiliriz? İnsanların yaşayabilmeleri için gıda, barınma, eğitim sağlık ihtiyaçları var. Emekçiler bu ihtiyaçları karşılamakta zorlanıyor. Savaşlar, krizler, çevre kirliliği gibi sorunlar da var. Bunlardan dolayı mutsuz olmaya sebep olan şey kapitalizm iken insanlara nasıl "aklını kontrol et ve mutlu ol" diyebiliriz? Kapitalizm kendi krize girdikçe burjuvazi insanları birçok amaçla kalıba sokuyor. Medyayı kullanıyor.
Bu mutsuzluk durumlarında, dizi ve filmlerde konu fakirlik de olsa fakir olan sonunda zenginleşiyor. Herkes zengin mi olacak, kapitalizm medya aracılığıyla topluma bunu mu vaat ediyor? Filmlerdeki çağa uyan insan felsefesi, para kazanmak ve harcamaktır. Kişi sürekli kendisi için düşünmelidir, çünkü kapitalizmin felsefesi olarak liberalizme göre mutluluk bu formülde gizlidir. Reklamlarda bir çikolatayla mutlu olabiliyorsunuz ya da bir otomobille ayrıcalıklı sayılıyorsunuz veya lüks bir rezidans ile yaşama meydan okuyorsunuz. Emekçiler, bu tüketim kışkırtması sonucunda, maddi olanaklara kavuştuklarında değer göreceklerine inandırılıyorlar. Kapitalizm insanları o kadar küçük beklentilere razı etti ki, büyük idealler ve amaçlar insan aklından uzaklaştı. Küçük metalar satın almak insanları tutsak etti. Bencillik, bireycilik, rekabeti arttırıyor ve arttırdıkça insanların duygu durumları daha da sarsılıyor. Gerçek olansa, mutluluk bir duygu durumudur ve sürekli aynı duygu durumunda kalmak sağlıklı değildir. Psikolojik sağlığın en önemli göstergelerinden biri, kişinin tüm duyguları hissetmeye açık, herhangi bir duyguda çok kalmadan ve hiçbirinden kaçmadan duyguları deneyimlemesidir. Times dergisindeki bilim insanlarının aksine mutluluk bir bilimdir ve pozitif psikolojidir.
Pozitif psikolojinin amacı olması amaçlanana odaklanmaktır. Mutluluk bilimi ya da pozitif psikoloji, kişilerin güçlü olan yanlanlarıyla ilgilenir. Böylece kişiler kendilerini daha iyi durumlara ulaşmak için motive eder. Günümüzde pozitif psikoloji ders olarak okutulmakta ve mutluluk bilimi sosyal alanlarda başarılı olmak için öğretilmektedir. Bu psikolojiyle uğraşanlar, herkes için genel geçer çözüm olmadığını belirtiyor. Sosyal ilişkileri güçlü ve başarılı olanların mutlu olduğunu ekliyor ve sosyal ilişkileri arkadaşlık sayısıyla ilişkilendirmiyor. Mutlu insanın akıl sağlığı düzgün insan olduğunu, kendisiyle barışık olduğunu ve doğayla iyi ilişkiler kurduğunu belirtiyor. Amacı olan insanların, insanlığa yararlı olabilmeyi hedefleyen kişiler olduğunu belirtiyorlar. Anlaşılıyor ki mutluluk için, Times dergisinin söylediğinin aksine çaba göstermek gerekiyor. Mutluluk konusunda ise felsefenin önermelerinin yerini kesinlik aldı. Fakat yine de felsefeye değinmeden edemeyiz. Bilimden önce felsefe bu konuda akıl yürüttü. Aristo "mutluluk anlık hislerden oluşmaz, nihai hedeftir" derdi. Kant "mutluluk tüm eğilimlerin memnuniyetidir" derdi. Nietzche "mutluluk insanların çevrelerine uyguladıkları bir güçtür" derdi. Sokrates "mutluluk kişinin kendine bahşettiği başarılarından gelir" derdi. Platon mutlu olmanın yolunu "bir önceki yıla göre edindiğimiz başarı" olarak görürdü. Felsefenin, bilimin gelişmesinde yararını göz ardı etmesek de, artık bilim bu çıkarımları gereksiz kılıyor. Ben yine de liberal felsefenin ağacına su akıtan her oluğu eşeleyeceğim ve size meyvesini göstereceğim. Roma imparatorluğunun egemen felsefesi olan Stoacılık, örgütlü bir hareket olarak yaklaşık 500 yıl devam etti. Bu süreçte uluslar arası boyut kazandı ve günümüzde de liberalizm tarafından teşvik ediliyor. Daha çok ahlak felsefesi olarak ön plana çıksa da yaşamın bütününü kucaklayan bir felsefedir. Stoacılığın bize sunacağı iki yardım var: İlki, endişelendiğimizde, çoğu insan bizi neşelendirmeye çalışırken ve en akıllıları bile "neşelen" derken Stoacılar umut vermezler. Çünkü umut duyguların afyonudur ve kişinin iç huzurunu sağlamak için kesinlikle yok edilmelidir. Stoacılık bunun yanında, anın kıymetini bilmek, geçmişe takılmamak, bugünü pişmanlıklarda bulandırmamak, olaylara bakış açımızı değiştirerek, kendimizi tanıyarak ve sınırlarımızı bilerek bunu kabullenerek mutluluğa erişebileceğimizi öğütler. Stoacılık, dünyayla ilgili teorilerle ilgilenmez ve sonsuz bir tartışma için değil, eylem için vardır. Adını Zenon'un derslerini verdiği stoa isimli direkli galeriden alır. Stoacılar, dört önemli erdem aracılığıyla öz-gelişim amacı güderler. Pratik bilgelik, aşırıya kaçmama, adalet, cesaret. Bütün bunlara rağmen, Stoacı öğreti, ahlaklı olmanın koşulunu dışsal değil de içsel özgürlüklere bağladığı yerde, sosyal eşitsizliklerle ilgili herhangi bir eleştiri sunmaz. Hatta Roma Anayasası'nı doğal anayasa olarak gördüğünden, köleliği de doğallaştırır. Belki de liberalizmin bugün Stoacılığı teşvik edişi bundandır. Eudaimonizm, Antik çağda insan davranışlarının mutluluk isteğiyle belirlendiğini ileri süren ahlak felsefesidir. Buna göre en üstün iyi, mutluluktur. Sokrates'e göre, en üstün iyi olan mutluluk, ahlaki mutluluktur ki bu da bilgiyle elde edilir. Bu durum Sokrates'ten sonra bütün Yunan düşünürlerince kabul edildi. Mutluluk, bütün öğretilere göre iyi yaşama anlamındadır. Bu konuda toplumsalı bireysele indirgemek, mutluluk koşullarını her zaman ve her yerde aynı ve geçerli saymak gibi, temelsizce mutluluğu ölümden sonrasına aktaran teolojik anlayıştan çok daha bilimsel olan eudaimonizmin, insanları bu dünyada mutlu kılmak gibi yüce bir gücü vardır. Fakat Fransız burjuva materyalistleriyle, İngiliz ve Amerikan pragmatistleri, bütün idealist yanılgılarıyla temelde eudaimonizmden yola çıktılar. Liberalizmin eudaimonizmi teşvik edişi, burjuva materyalistlerin ve idealistlerin ellerinde yücelmesindendir.  
Hazza uyum, 1970'li yıllarda iki psikolog tarafından ortaya atıldı. 1971'de bir başkası tarafından basitleştirildi ve mutluluk çarkı biçimini aldı. Bu teoriye göre her insanın mutluluğu, ulaşabileceği en yüksek seviye ve düşebileceği en alçak seviye arasında belirlidir. Olağan ya da olağan olmayan yaşam şartları altında, insanların yaşama uyum sağlarken yakaladıkları mutluluk seviyesi, aslında her zaman aynı döngünün içindedir. Hedone eski Yunancada haz ve zevk anlamına gelmektedir. Hedonizm ise, hazcılık demektir. Haz bireysel olarak ortaya çıkan bir hoşlanma duygusudur. Bireyin haz duygusu sadece o kişinin eylemleri için geçerlidir ve evrensel bir özellik taşımaz. Bu yüzden hedonizme göre evrensel ahlak yasası yoktur. Psikolojik ve ahlaki olarak iki hedonizm vardır. İnsanların psikolojik anlamda yalnızca haz almayı istediği hedonizm ve zevki en yüksek seviyeye çıkarmanın temel ahlaki sorumluluk olduğunu söyleyen diğer hedonizm.
Hedonistler sürekli olarak zevk ve hazzın peşinde koşarlar ve bunun en doğru yaşama biçimi olduğuna inanırlar. Kişinin, anlık istek, zevk ve hazzını, karşısındaki diğer insanları önemsemeden yaşaması gerektiğini savunurlar. Hatta bilginin de anda yaşanan duygulardan oluştuğunu düşünürler. Ayrıca hedonizm, çalışma kültürü açısından da kişinin kendisi için çalışmasını ifade eder. Bu da, bireyin kendisi ve bireysel çıkarlarıyla hedefleri için para kazanması demektir. Hedonistlerde ortak özellikler; bencillik, kendini beğenme, başkalarını kendi çıkarları için kullanma, eleştiriye kapalı olma şeklinde görülür. Günümüzde hedonizm, hayatın tek amacının yeme, içme ve sınırsız eğlence olduğu yanılgısı üzerinden yükseliyor. Liberalizmin istediği bireye ne kadar da benziyor. 400 yılı aşan kapitalist ekonomi, bireyin özellikle hazcı olduğu bilincini topluma yerleştirdi. Kapitalizmin varsaydığı insan tipi yukarıda bahsettiğim hedonist bireydir. Bunun sonucu olarak bu birey için en önemli davranış biçimi, mutluluğun ve hazzın gıdası olan tüketime yönelmektir. Bireyin satın alacağı meta ve hizmetlerden sağlayacağı yarar ile mutluluğu, hazzını perçinleştirecektir. Epikür'ün felsefesini ele alalım: "Yiyelim, içelim çünkü yarın öleceğiz." Epikürcülere göre insanın en yüksek ideali kendi mutluluğu ve hayatın tadını çıkarmaktır. Her hareketi doğru ve adil olana değil, şu sorunun yanıtına dayanmalıdır: Bu şu an keyfime katkıda bulunacak mı? Epikürcülük, fiziksel haz en büyük iyiliktir der, fiziksel acı ise en büyük kötülüktür. Epikür determinist değildir; nedensiz bir sonucun mümkün olduğunu kabul eder. Epikürcülüğün atomlardan anladığı, kaderci oluşuyla birlikte tam da liberalizmin istediği teslimiyet koşullarını oluşturur. Epikür'e göre insan, kadere kayıtsız kalmalıdır. Çünkü insan, ancak kendi iradesinin ürünü olan şeylere ilgi duyabilir. İnsan, yalnızca akıllı davranıp bize sunulan bir yığın şeyden mutluluk sağlayanları ayırmayı bilmelidir. Epikür'ün "akıllıca davranmak" sözündeki amacı, sonunda acı verecek hazlardan kaçınmaktır. Çünkü insan temel ihtiyaçları olmadan yaşayamayacağından, ihtiyaçlarını tatmin etmekten geri durmayacaktır.
İnsan hiçbir şeye gereğinden fazla ilgi göstermemelidir; çünkü fazlalık sonunda her zaman acıya neden olur. İnsan, şan ve şeref gibi görünüşe dayalı değerlerden uzak durmayı da bilmelidir. Bu sahte değerler insanı, hep daha fazlasını istemeye yönlendirirler, ama bunlara yeter derecede sahip olunamayacağı için insan sürekli bir huzursuzluk içine düşer. Bu nedenle sonunda doyumsuzluk ve tiksinti yaratmayacak olan içsel hazlara ilgi göstermelidir. Bir de insan uyuşabildiği, kendisiyle aynı düşüncede ve karakterde olan insanlarla dostluk etmelidir. Bu düşüncenin sonucu olarak Epikürcüler, gerçekten benzerine az rastlanan arkadaş topluluğu kurmuşlardır. Ahlakın amacı, acıları ve sıkıntıları ortadan kaldırmak, aklı dinginliğe ulaştırmaktır. Bilge, isteklerini yaparak, onları doyurarak dinginliğe ulaşır. Epikür ahlakı, amaçta Stoacı ahlaka benzer. Fakat ayrılık amaçlardadır. Epikürcülükte zevkler derece derecedir. Bilge, zevklerin hesabını ustaca yaparak onlardan en çok hoşlanmayı becerebilendir. Her zevk, az çok bir sıkıntıyla birlikte geleceğine göre, Epikürcülük sıkıntıdan kurtulmak için en sonunda dünyadan kopmayı öğütleyecektir. Bilinmezciliğe adanan akıl işlevsizleşir. Bu durum kapitalizmin birey üzerinde en çok istediği durumdur. Utilitarizme göre ahlak, yarara göre ölçülür. Utilitarizm, evrensel ahlak yasasını reddeden, bir şeyin doğru ve yanlışlığını sağladığı yarara göre değerlendiren bir felsefedir. En üstün yarar iyidir ve iyiyi kötüden ayırmak için yararlı olup olmadığına bakılmalıdır. Olayların, yarar ve bir amaca yönelik olması gerektiğini savunur. Yararlı işler iyidir, yararsızlar kötüdür. Bu felsefeye göre yaptığımız her iş yararlı olmalıdır. İyi davranışı, haz veren yararlı davranış olarak tanımlayan kişi utilitaristtir. Utilitarist ahlak, yararı toplumsal olarak değerlendirmez. Temel aldığı birim bireydir. Bireyin hazzı ve yararı bazen toplumların aleyhine olur. Aynı zamanda toplum içerisindeki bireylerin mutluluğu aynı anda mümkün olmayabilir. Yarar veya haz ile toplumsal ahlak birçok durumda çelişmektedir. Bu durumda birçok ideoloji kişisel yarar yerine toplumsal yararı temel alır. Dinler de dahil olmak üzere kişiler arasındaki ilişkiyi toplumsal değerler üzerine kurmak yaygınlaşır. Bu da kapitalizmde bireyi, istekleri üzerinden teslim almanın başka bir türüdür. Gündelik yaşamımızın ilk bakışta çok dikkat çekmeyen yönlerinden biridir pragmatizm. Dilimize Fransızca'dan giren sözcüğün, felsefenin yanında gündelik dilde yüklendiği "sonuç odaklı yaklaşım" gibi daha somut ve geçerli anlamı da var. Pragmatizm, Amerika'da ortaya çıkan ve daha sonra ülke felsefesi durumuna gelen bir felsefedir. Pragmatizm, felsefe olmaktan çok bir yöntemdir, düşünceyi doğurduğu eyleme göre ölçen bir eylem. Bu yöntemde yeni bir şey yoktur ve günümüze gelinceye kadar evrensel bir görev bilinci yoktu. Pragmatizm, her şeyden önce, başka türlü son verilmeyecek olan metafizik tartışmaların yatıştırılması yöntemidir. Pragmatizm ile kapitalizmin kendine özgü, metafiziği koruma felsefesi de kuruldu. Bu durumlarda pragmatizm, her kavrama kendisinden değer verilebilecek pratik sonuçlar çıkarmak suretiyle yorumlar yapar. Bu tartışmaların sonu gelmez ve bilinmezlik ile pragmatizm hep kazanır gibi görünür. Bilinmeyen-olmayan şeyi eşeler durursunuz. Oysa pragmatizm yalnızca geçiştirme aracıdır. Pragmatizm, "tanrıya inanmak insanlar için yararlı bir eylemdir" derken, onun düşünce sisteminde yaratacağı sis bulutundan hiç söz etmiyor. Bu noktada pragmatizm kendisiyle çelişiyor ve yarar sağlayacağına zarar veriyor. Elbette burada inanç konusunda "kime faydası olmalı" sorusu gündeme gelmektedir ve pragmatizmin bu soruya yanıtı "bana faydası olmalı" oluyor. Bunun felsefede anlamı ise "öznel idealizmin", "tek benciliğin" biçimidir. Pragmatizmde bize sorulan "neye inanmak daha iyi olurdu" sorusu da, soruya soruyla karşılık veriyor: Neye inanmak zorundayız? Bu sorunun pragmatizmde karşılığı şudur: İnanılması bizim için daha iyi olan şeye inanmak zorundayız. Yani pragmatist çıkarına göre inanacaktır.
Ona göre erdem, yaşayışımız için elverişli olduğu sürece, pratik yarar sağladığı sürece doğrudur. Her şey pratik yarar ölçüsüne göre değerlendirilmelidir. Pragmacılar, soyut düşüncelere, deney öncesi düşüncelere de kendi yöntemlerini uyguluyorlar. Onlara göre doğru düşünce, pratikte doğrulanabilen düşüncedir. Bu düşünce kafamızda dururken doğru olamaz. Ancak olaylar nedeniyle doğru duruma gelebilir. İnsan, davranışlarından ve eylemlerinden sorumlu bir varlıktır. Toplumsal mücadelenin son hedefi "praksisi" ya da "eylemli toplumu" ortaya çıkarmaktır. İnsanı, gelişimini sınırlayan her şeyden kurtararak, toplum yaşamının öznesi durumuna sokmaktır. Bu da ancak kolektif bir özne yaratılmasıyla ve emek etrafında birleşmesiyle mümkündür. İnsan davranışlarından sorumludur. Çünkü insanın davranışları, toplum yaşamını, çevreyi, dünyayı, uygarlığı ve tarihi etkiler. Bunun sonuçları hemen ortaya çıkmasa da bir süre sonra görülecektir. Öznede kolektif davranış çözülerek, yerini siyasallığı dışlayan bireyci çözümler aldığında, insan özne olmaktan çıkarak, bireyci-yararcı arayışlara yönelir. Bu arayışlar üzerlerine yenilerini koyar, kendi pragmatik davranış ve ifade biçimlerini yaratır. Genel olarak, egemen sınıfın çıkarlarını ve bunun ifadesi olarak egemenliğini korumak için yararlı olan her şeyin doğru olduğu mantığından hareket eden pragmatizm, emperyalizm çağında bütün burjuva egemenlerin genel felsefe teşvikidir. Psikologlar narsizmi, psikopatlık ve makyavelizm ile ilişkilenen karanlık bir üçlü olarak görür. Narsistler, empati kurmayan ve utanç-suçluluk duymayan insanlardır. Bireylerin ötekileştirme, kırılganlık ve kendilerini iyi hissetmek için başkalarını aşağılama eğilimleriyle birlikte kendilerini üstün, yetkili ve özel görmeleri olarak tanımlanabilir. Narsist, dış dünya kendisinden ibaret olmadığı ve kendi içselliğinden farklı olduğu için, dünyayı algılamakta zorlanır. Narsist liderin ise en büyük korkusu gücünü kaybetmektir. Herhangi bir topluluktaki bir kişi tarafından da olsa üstü kapalı eleştirilse, bütün dikkatini o kişiye odaklar. O kişiyi düşmanlaştırır. Örneğin; o kişi tarafından kıskanıldığına inanır. Gerçekte ise kendileri, yoğun kıskançlık duyguları yaşarlar ve her türlü başarının kendi hakları olduğuna inanırlar. Küstah, kendini beğenmiş, insanlara tepeden bakan bir duruşları olduğunu kabul eder, ancak bunu hak ettiklerini düşünürler. Bunu da açıkça ifade etmekten çekinmezler. Çevrelerine aşırı öz güvenli görünürler, fakat bu durum derinlerde gizlenmiş güvensizlik duygusu ve düşük öz saygı ile kuşanmıştır. Narsist insanlar sürekli olarak duygusal ihtiyaçlarını kullanmak için sığ ve zayıf ilişkiler içerisinde olurlar.
Dolayısıyla narsistik özellikler bir değer yitimine uğradığı anda, bu durum narsistik kişilik bozukluğuna neden olur. Narsizm; sanayi devrimiyle birlikte toplumda yayılan modern bir salgındır. Toplumsal olandan kişisel olana doğru bir odaklanma söz konusudur. Öz-saygı değişimi için burası önemli bir dönüş noktasıydı. Hayattaki başarı için öz-saygı bir kilit olarak tanımlanmaya başlandı. Bireyciliğin gelişmesi ve toplumun modernleşmesiyle benimsenmiş sosyal kuralların azalmasıyla birlikte, aile ve toplum, bireylere sağladıkları desteği artık sağlayamaz duruma geldi. Ve araştırmalar, sosyal bağlara dayalı olmanın (bulunulan topluma, aileye ve arkadaşlarla bağlılık) sağlık açısından temel yararlar sağladığını ortaya koydu. Sosyal toplum bozuldukça "diğer insanlar için de en iyi olan hangisidir" sorusunun yerini "benim için en iyi olan hangisidir" sorusu aldı. Bu biçimde bir modernleşme; her şeyden önce zenginlik, ün ve şöhreti över duruma geldi. Bütün bunlar, sosyal bağlardaki kırılmalarla birleşince de "sosyal anlamda boş benlik" ortaya çıktı. Yine emperyalizmin istediği oldu. İşte kapitalizmin felsefesinin meyvesine, bizi getirdiği nokta "sosyal darwinizm" ve onun özlemle istediği "öjeniye" geldik. Bütün o mutlulukçuluk ve bencillik isteğinin altında yatan temel sebebe geldik. Sosyal darwinizm, Charles Darwin'in evrim teorisinin oluşturulmasında kanıt olarak sunduğu "ortama uyum sağlamakta güçlük çeken canlılar zaman içinde yerlerini, ortama daha kolay ayak uydurabilen daha güçlü canlılara bırakırlar" görüşünün, bazı düşünürler tarafından sosyolojide veri olarak alınmasıyla oluştu. Sosyal darwinizm, Darwin'in adını taşımasına karşın temel olarak teoriyi geliştirenler H.Spencer, T.Malthus, F.Galton gibi başkalarıdır. Sosyal darwinizm terimi ilk olarak 1879'da Oscar Scmidth tarafından "Popüler Bilim" dergisinde yayınlansa da bilimle ilgisi yoktur. Sosyal Darwinizm ile klasik ekonomi arasındaki ilişkinin arkasında Thomas Malthus ve onun nüfus teorisi vardır. Klasik ekonominin öncülerinden kabul edilen Malthus'un insanlığın nüfus artış hızının kaynakların (özellikle gıda) artış hızından fazla olduğu, matematiksel anlamda ifade edilirse nüfus artışı geometrik bir dizi izlerken, kaynakların artış hızının aritmetik bir dizi halinde artması, bu nedenle uzun süreçte zorunlu bir şekilde var olan kaynakların var olan nüfusa yetmeyeceği ve bununda bir doğal ayıklanma süreciyle beraber dengeye oturması gerektiğini, ve sistemde oluşacak bu gibi dengesizliklerin tamamen çok fazla çoğalan alt sınıflar tarafından kaynaklandığını savundu. Bununla birlikte, burada gözden kaçan durum, evrim teorisinin "en güçlünün hayatta kalması" değil; "en uyumlunun, değişime en açık olanın hayatta kalması" olduğu gerçeğidir.
Güçlünün hayatta kalmasını iddia eden kişi H.Spencer olmasına karşın Darwin ısrarla "güçlülük" değil "değişime açıklık ve uyumluluk" dedi. Hatta kuzeni F.Galton'ın evrim teorisine dayanan ve sadece en sağlıklı/verimli insanların üremesine izin verilip, diğerlerinin üremesine engel olarak daha başarılı insan toplumları yaratılması gerektiği görüşünü ileri süren öjeni düşüncesine de ömrü boyunca sertçe karşı çıktı. Darwin'in kendisiyle ilgili olmayan bilimsellikten uzak "sosyal darwinizm" teorisine karşıtlığına rağmen Alman tarih okulu "güçlü olanın ayakta kalacağı" düşüncesinden yola çıkarak "güçlü olanın haklı da olduğu" düşüncesiyle sistematik ırkçılığın temellerini attı. O süreçte ırkçı Alman tarih okulunun tarih görüşü "tarih bir uluslar savaşıdır ve saf ve güçlü olan ulus bu savaştan galip çıkacaktır" der. Fakat Darwin'deki "ırk" kavramı yaşadığı zamanın gereği olarak kullanıldı, insan için türe karşılık gelir ve ırkçılığı dışlar. Bugünün koşullarında da yaşayan insan "homo sapiens" olarak tek türdür. Peki sosyal darwinizm, dolayısıyla ırkçılık ne getirir? Öjeni getirir arkadaşlar. Öjeni suçtur ve emperyalizmin meyvesidir. 20.yy'ın ilk yarısında taraftarı çok olan öjeni teorisi, sakat ve hasta insanların ayıklanarak, insan ırkının yenilenmesini savunuyordu. Bu teoriye göre, nasıl sağlıklı hayvanlar birbirleriyle çiftleşerek iyi hayvan cinsleri oluşturuluyorsa, insan ırkı da yenilenebilirdi. Amerikalı öjenikçiler İtalya, Yunanistan ve Doğu Avrupa gibi küçük gördükleri toplumlardan gelen göçmen sayısını sınırlamayı da destekliyor, Amerikan vatandaşı olan akıl hastaları, geri zekalılar ve saralıların kısırlaştırılmasını ileri sürüyordu. Bu çabalar sonucunda Amerika'daki eyaletlerin yarısından çoğunda kısırlaştırma yasaları çıkarıldı; 1970'lere değin çok az da olsa, istek dışı kısırlaştırmanın olduğunu biliyoruz.
Öjenikçilerin düşünceleri, 1930'lardan buraya değin çok fazla eleştiriye hedef oldu; Almanya'da Nazilerin Yahudiler, Siyahlar ve eşcinsellerin ortadan kaldırılmasında öjenikten destek almasından sonra bu görüşler unutuldu. Öjeni düşüncesi, soykırım gibi, ırkçılığın en uç noktalarından biri olarak değerlendirilir. Bu iki kavram anılınca akla ilk gelen siyasal yapı faşizmdir. Irkçı teorisyenlerin başında gelen Henry Fairfield Osborn, "insan ırklarının evrimi" başlıklı bir makalesinde ortalama bir siyahinin zeka yaşı, homo sapiens türüne ait on bir yaşındaki bir çoçuğun zekasına ancak ulaşabilir diye yazıyordu. Öjenik denetim ilk kez 1883'te F.Galton tarafından ileri sürülmüştür. Bu görüşü destekleyenler "iyi" özellikleri olan insanların çocuk yapmaya teşvik edilmelerini; "kötü" özellikleri olanlarınsa aile kurmaktan kaçınmalarını önerirler. Ancak hangi özelliğin "iyi" ya da "kötü" olduğuna objektif olarak kimin karar verebileceği de ayrı bir sorundur. Yakın zamanlarda öjeni Avrupa'da ve ABD'de uygulanmıştır. 1926'da kurulan Amerikan Öjenik Derneği, toplumda burjuvazinin genetik yapısı nedeniyle ekonomik olarak güçlü olduğunu ve toplumsal konumunu hak ettiğini ileri sürdü. Emperyalizmin ilerideki planları arasında sınıf öjenizmi söz konusu olabilir. İşte size liberalizm ağacının olukları ve meyvesi öjenizm!
2 notes · View notes
hetesiya · 19 days ago
Text
Nihal Atsız’daki Kemalizm
Nihal Atsız’daki Kemalizm: Millî ve Seküler Bir Dinin İzini Sürmek
Doç. Dr. Fatih Çağatay Cengiz
Özet
Nihal Atsız ve Kemalizm üzerine yapılan akademik tartışmalar genellikle Atsız’ın resmi ideoloji eleştirileri üzerine yoğunlaşmaktadır. Bu eleştirilere göre, Atsız’ın soy tetkikine dayanan ırkçılığı, sulhe ve tembelliğe karşı şecaati ve savaşmayı salık vermesi, Batılılaşma’yı bir tür yozlaşma ve yabancılaşma olarak gören tavrı; Kemalizm’in Türk vatandaşlığı, muasırlaşma ve barışçıl dış politika anlayışıyla tezatlık oluşturmaktadır. Millet, medeniyet ve siyaset tanımları üzerindeki farklılık, iki düşünce sistemi arasında uzlaşmaz bir çelişki görmektedir. Bu makale bu iddiaların aksine, Atsız’ın din algısının Kemalizm’in dinsel pratikleriyle örtüştüğünü, millî ve seküler bir din yaratma isteğinin Türkçülük ile Kemalizm’i ortaklaştırdığını iddia etmektedir. Nihal Atsız’ın millî bir Diyanet’i dini taassuba karşı mücadeleye çağırması ve tarikatların dini inhisarına karşı devletin inhisarında etno-seküler bir din arzusu, 1930’ların Kemalist din politikalarıyla koşutluk göstermektedir. Kemalizm ve Nihal Atsız’da temsil edilen Türkçü düşünce, metodolojik kaynağını pozitivizm ve Sosyal Darwinizm’den alarak dini “içtimai bir mesele” olarak kavrayıp Weberci anlamda dinin ‘büyüsünü bozmakta’ ve dine bakışı milliyetçi bir çerçevede ele almaktadır. Pozitivizm, teolojik ve metafizik spekülasyonlar yerine gözlem ve deneye dayanan açıklamaları bilginin kaynağı olarak sunup dinsel bilginin dogmatizmine meydan okurken, Sosyal Darwinizm milletlerin yaşam mücadelesinde bir kurum olarak dinin arkaik bir kurum olarak kaldığını iddia eder. Her iki düşünce de, 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyılın başlarında dönemin Zeitgeist’ını oluşturarak entelektüellerin zihin dünyasını biçimlendirmiştir. Özellikle Osmanlı’nın çöküş döneminde ‘Devlet nasıl kurtulur?’ sorularına aranan entelektüel cevaplar, pozitivist ve Sosyal Darwinist güzergâhlardan geçmiştir. Din, bu geçiş alanları üzerinde her şeyden önce iktidarın bir egemenlik alanı değil, sosyal bir müessese olarak kavranmıştır. Kemalizm’in Aydınlanma geleneğinden gelerek siyasal iktidarı gökyüzünden yeryüzüne indirme çabası gibi Atsız’ın da millî ve seküler bir dinin izini sürmesi ile mevcut kurumsal dini pozitivizm perspektifinden eleştirmesi bu iki düşünceyi ortaklaştırmaktadır. Bu yazı, 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyılın başlarındaki pozitivist ve Sosyal Darwinist düşüncenin devlet elitlerini ve ‘geleneksel aydını’ birleştiren bir düşünce olduğundan hareketle 1930’lardaki Kemalizm’in ve Nihal Atsız’ın din politikaları konusunda ortaklaştığını sonucuna varmaktadır.
https://icimdekikaos.blogspot.com/2024/02/nihal-atszdaki-kemalizm.html
0 notes
elleunica · 1 month ago
Text
0 notes
straznicyimmaterializmu · 3 months ago
Text
Jak się filozofuje młotem?
Fryderyk Nietzsche, XIX-wieczny niemiecki filozof, zyskał uznanie między innymi dzięki swojej ostrej i wnikliwej krytyce racjonalizmu, który dominował w dyskursie filozoficznym już od czasów Oświecenia. Racjonalizm, który uznaje rozum za najważniejsze narzędzie dotarcia do prawdy i zrozumienia świata, stanowi podstawę wielu systemów filozoficznych i naukowych. Nietzsche jednak wnikliwie identyfikował jego różnorodne ograniczenia i zagrożenia, skrupulatnie analizując je w swoich pismach. Bombardując racjonalizm wszechstronną krytyką, nie tylko poddawał w wątpliwość jego podstawowe założenia, ale także zaproponował alternatywne sposoby myślenia oraz wypływający z nich styl życia. Krytyka racjonalizmu Nietzschego obejmowała różnorodne aspekty, w tym biologię, darwinizm społeczny, czy chociażby modyfikacje idei Maxa Stirnera. To kontekstowe tło pozwala na głębsze zrozumienie racjonalistycznego podejścia Nietzschego i oferuje cenny wgląd w krajobraz filozoficzny XIX i XX wieku. Ponadto Nietzsche podejmuje dialog z filozofiami Schopenhauera i Mainlandera, czerpiąc inspirację z ich idei, ale także je reinterpretując. 
Schopenhauer i Mainländer wszak, uznając fundamentalną nielogiczność istnienia, postrzegali je jako źródło udręki. Natomiast Nietzsche w tej właśnie nielogiczności widział szansę na triumfalną transformację i afirmację jestestwa. Jego filozoficzny punkt widzenia promuje wszechstronne zrozumienie życia ludzkiego, obejmujące zarówno aspekty racjonalne, jak i irracjonalne, prowadząc tym samtm do głębszego i autentycznego sposobu afirmacji życia. Oprócz krytyki racjonalizmu Nietzsche aktywnie uczestniczył w intelektualnych dyskusjach z innymi systemami poglądów, których idee wpłynęły na jego własne zrozumienie wszechrzeczy. Sam zaś racjonalizm, jeśli się mu bliżej przyjrzeć, jawi się jako szczególny sposób interpretacji świata. W rezultacie filozofia  ta przejmuje rolę poszukiwania światopoglądu zgodnego z pragnieniami jednostki, nawet jeśli nie jest to zgodne z intelektem. Nietzsche bada rdzeń ludzkiej percepcji i istnienia, twierdząc, że nasze najpotężniejsze pragnienia determinują naszą wolność i zdolność do działania. Nasze życie i decyzje kształtowane są przede wszystkim przez subiektywne doświadczenia, a nie racjonalność myślenia. Nietzsche argumentuje, że choć świat jest jakkolwiek zrozumiały, to nie można go w pełni zracjonalizować ani wyjaśnić, gdyż oznaczałoby to pominięcie wyjątkowej indywidualności i subiektywnego postrzegania. Funkcjonowanie tego świata zdeterminowane jest koniecznością, a nie zgodnością z normami i przepisami społecznymi. Fakty nie istnieją; królują interpretacje. Centralne twierdzenie Nietzschego podważa wszelkie wysiłki mające na celu obiektywne zrozumienie prawdziwej istoty rzeczywistości.
Wpływowe dzieła Nietzschego, „Zmierzch Bogów” i „Antychryst", stanowią scenę dla jego bezpośredniego badania racjonalizmu jako stanowiska filozoficznego uosabianego przez Sokratesa. Według Nietzschego Sokrates reprezentuje początkowe etapy erozji autentycznej, intuicyjnej mądrości, która jest zgodna ze światem przyrody. Promując dominację rozumu, Sokrates zapoczątkował erę, w której egzystencja została podporządkowana tyranii doktryn logicznych tudzież pojęć nieuchwytnych.  Nietzsche postulował, że filozofia, która odrzuca wrodzoną wartość życia na rzecz abstrakcyjnych konstrukcji intelektualnych, jest z gruntu nihilistyczna. Wyrażał także dezaprobatę dla łączenia nauki i koncepcji postępu z racjonalizmem, postrzegając je jako przejawy woli władzy, chęci sprawowania kontroli i dominacji nad światem naturalnym i ludzkim. Nietzsche uważał, że tego rodzaju pogląd prowadzi do odczłowieczenia i wyobcowania jednostek, powodując utratę kontaktu ze swoimi pierwotnymi instynktami i wrodzonymi potrzebami.
Podkreślił, że chociaż nauka jest potężnym narzędziem poznawczym, to nie radzi sobie z najważniejszymi pytaniami dotyczącymi sensu życia i wartości. „Zmierzch Bogów” Nietzschego dokonuje zjadliwej krytyki Sokratesa, którego postrzega jako symbol wzlotu racjonalizmu. Sokrates poprzez swą dialektykę i wiarę w wyższość rozumu zapoczątkował tradycję odcinającą człowieka od jego instynktów i intuicji. Nietzsche przypuszczał, że filozofia Sokratesa ustanowiła błędny rozdział między rozumem a zmysłami. W związku z tym kierunek ten zdewaluował ciało i instynkt; dla Nietzschego prawdziwe życie oznacza integrowanie rozumu z instynktami, a nie ich oddzielanie.
Varney Sym
Tumblr media
0 notes
dipnotski · 1 year ago
Text
Peter J. Bowler – Darwin Olmasaydı (2024)
‘Türlerin Kökeni’ hiç ortaya çıkmasaydı, çağdaş bilim ne durumda olurdu? Peter J. Bowler bilim tarihine önemli katkı sunan bu çalışmasında, evrimsel biyolojinin gelişimini son derece eğlenceli ayrıntılarla anlatıyor. Evrim kuramı Darwinizm midir? Darwin olmasaydı evrim kuramı olmaz mıydı? Darwin’in evrim kuramı ile modern evrim kuramının farkı nedir? Darwin’in fikirleri ve terminolojisi…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
israelandarabpeaceblog · 1 year ago
Text
Terörizmi Önlemede İdeolojik Kökler ve Dinî Etik Değerlerin Rolü
Terörizmin gölgesinin büyük bir tehdit oluşturduğu bir dünyada, bu karmaşık sorunla mücadele etmek için etkili çözümler bulmak hayati önem taşımaktadır. Terörizmin yükselişi ve yayılmasında ideolojilerin rolünü hiç düşündünüz mü? Öyleyse hazır olun çünkü terörizmin yükselişi üzerinde Darwinizm'in etkisi ve dini etikleri benimsemenin bu mücadelede nasıl bir oyun değiştirici olabileceğine derinlemesine bakacağız.
Darwinizm, rekabet ve en güçlünün hayatta kalması üzerine odaklanmasıyla, çatışmayı ve şiddeti destekleyen ideolojilerin arkasındaki itici güç olarak gösterilmiştir. Bu bağlantı, terörizmin köklerini aydınlatmakta ve geleneksel askeri ve güvenlik yanıtlarının ötesine bakma ihtiyacını vurgulamaktadır. Bu önlemler önemli olsa da, terörizmin temel nedenleriyle başa çıkmak daha nüanslı bir yaklaşım gerektirir.
Terörizmle mücadeledeki ana stratejilerden biri, aşırıcı ideolojilere karşı entelektüel bir mücadeleye girişmektir. Terörizmin gerçek motivasyonlarını anlayarak ve anarşiye destek veren tanrısız ideolojileri sorgulayarak, terörizmin temellerini sökmeye başlayabiliriz. Eğitim ve ideolojik mücadele, radikalleşmeyi temelden ele alarak güçlü araçlar sunar.
Sevgi, hoşgörü, barış ve affetme gibi değerlerle rehberlik edilen dini etikleri benimsemek, terörist grupların yaydığı ayrıştırıcı anlatılara karşı çekici bir alternatif sunar. Bu değerleri ve öğretileri teşvik ederek, terörizmin kaynaklarını kurutabilir ve savunmasız gençlerin radikalleşmesini engelleyebiliriz. Darwinist ve materyalist ideolojileri uzak tutmak, genç zihinleri aşırıcılığın yolundan uzaklaştırmada önemli bir adım olabilir.
Terörizmle mücadelede kalıcı sonuçlar elde etme arayışında, sadece belirtileri değil aynı zamanda bu küresel tehdidin kök nedenlerini de ele almak hayati önem taşır. Dini etiklere dayalı bir toplum oluşturarak, ahlaki değerleri öğreterek ve sosyal düzeni koruyarak, barış ve güvenlik için sağlam bir temel oluştururuz. Gelecek nesiller için daha güvenli bir dünya inşa etmek için entelektüel, ahlaki ve sosyal çabaların bir kombinasyonunu gerektiren çok yönlü bir yaklaşımdır.
Bu yüzden, terörizmin karmaşıklıklarını düşündüğünüzde bir sonraki sefer, mücadelenin fiziksel çatışmalardan öteye uzandığını hatırlayın. Terörizmin ideolojik temellerini anlayarak ve birliği ve merhameti teşvik eden değerleri yayarak, aşırıcılık gölgelerinden arınmış bir dünya için önemli bir adım atarız.
0 notes
robertmatola · 2 years ago
Text
Konfederacja: darwinizm z kompleksami. W jednym mają rację, ale terapia przeraża
http://dlvr.it/SrmsYT
0 notes
hecedarussuffah · 5 years ago
Text
Tumblr media
HAYATIN GERÇEK ANLAMINI CRACKLİYEN ŞEYTANİ PROĞRAMLAR...
Demek ki kişinin Cenab-Hakk'ın vâr ettiği bu dünyada, Cenab-Hakk'ın çağrısını ve öğrettiklerini, hem vahiy yoluyla öğrettiklerini, hem yarattıkları üzerinden kişiye öğrettiklerini ıskalamak için, onlardan ayrı bir yol bulabilmek için bir şeyler ile iftira etmek zorundasınız.
Yoksa hayatı doğru okursanız, eşyayı doğru okursanız, yaratılışı doğru okursanız, vahyi doğru okursanız hidâyet mecburi istikâmet gibidir. Kendinize ve kalbinize vefâsızlık etmediğiniz sürece.
O zaman küfür yolunu başarabilmek, nifak yolunu başarabilmek, fâsıklık yolunu başarabilmek için sistemin kurgusu ile oynamanız lazım. Sisteme başka bir mânâ kazandırmanız lazım. Başka bir çehre kazandırmanız lazım. O yüzden bu teoriler boşuna değil! Başta Darwinizm, Materyalizm, sonları böyle "izm" ile biten ve insanlara bir dünya görüşü, bir yaşama anlayışı, bir hayat tarzı dikte eden bu anlayışlar boşuna değil!
Çünkü bunlar ile hayatın gerçek anlamını crackliyorsunuz. Bunlar şeytani programlar gibi zihne giriyor ve crackliyor zihnini ve artık hayatı kendi istediği biçimde okumak üzere gönüllü bir yanılsamanın içerisine giriyor. İradesini kaybetmiyor kuşkusuz. Ama "Ben bu anlayışı benimsedim." diyor, "Benimki Hümanizm" diyor. "Ben dinlere kötü de demem ama alt bir kategoride. Benim nazarımda iyi bir insan olduğu taktirde müslümanda makbuldür, budistte makbuldür. Yeter ki iyi bir insan olsun. Hatta Allah'sız bile olsa o kendini ilgilendirir..."
Bir teori, bir anlayış, bir iftira uydurmuş, hayata bunu dokumak istiyor, hayata bunu giydirmek istiyor. Üst başlık olarak, norm olarak, insanlar arasında default bir ilişki biçimi olarak kurgulamak istiyor. Sekülerizmin böyle renkten renge girmiş çeşitli versiyonları var. Yani Allah'ı denklem dışı bırakan anlayışların yaşam formatları diyebileceğimiz çeşitli örnekleri var hayatta. Belli bir çeşitlilik sunuyor tek tip olmasın diye.
Bunların hepsi aynı şey... Cenab-ı Hakk'ı denklem dışı gören bir ilim anlayışı da fasa fisodur, bir hayat anlayışı da... Aslında içi boş, kof ve çürüktür. Her ne renge bürünürse bürünsün, değil mi ki sekülerdir, hayatın sahibini tanımıyor, O'na saygı duymayı esas almıyor, hayattaki yolculuğu ölüm üzerinden gerçek hayata geçiş olarak görmüyor ise SIĞDIR, GÜDÜKTÜR, KOFTUR, AHMAKÇADIR.
Hangi "-izm" olursa olsun eğer, "BİSMİLLÂHİRRAHMENİRRîM" diye başlamıyor ise bildiğin saçmalığın bir başka versiyonudur. Hakk'tan öte dalâletten başka bir şey yoktur.
Prof. Dr. Halis AYDEMİR
A’RAF Suresi - 53. Ayet 3. Dersinden alıntıdır.
2 notes · View notes
belkidebirharfimben · 2 months ago
Text
youtube
0 notes
woblink · 5 years ago
Photo
Tumblr media
Tego jeszcze nie było! Premiery Wydawnictwa Otwarte tylko w formie ebooków, na dodatek dostępne tylko na Woblinku! Sytuacja na rynku książki jest wyjątkowa, dlatego wraz z Wydawnictwem Otwartym mamy dla was wyjątkowe rozwiązanie. Na naszej stronie internetowej możecie znaleźć siedem gorących nowości, które ukazały się tylko w formie elektronicznej. Zapraszamy!
bit.ly/premieraotwarte2020
1 note · View note
Text
MEDYANIN ZORAKİ "BENZERLİK KURMA" TAKTİĞİ
Tumblr media
11 Temmuz 2018 operasyonuyla başlayan ve günümüze kadar aralıksız devam eden kara propaganda sürecinde, Sayın Adnan Oktar'ı sözde karalama ve itibarsızlaştırma amacıyla başvurulan ucuz medya tekniklerinden birisi de kendisiyle hiçbir ilgisi ya da benzerliği bulunmayan kişilerle arasında SAMİMİYETSİZ VE ZORLAMA BENZERLİKLER KURMA çabasıdır.
Zoraki ilişkilendirme ve benzerlik kurma amaçlı haberlerin hazırlanış şeklinden, aslında GERÇEK HEDEFİN HER ZAMAN SAYIN ADNAN OKTAR OLDUĞU hemen anlaşılmaktadır. Benzetilmeye çalışılan diğer kişilerin ise, sözü bir şekilde Sayın Adnan Oktar'a getirebilmek için kullanılan göstermelik bahaneler olduğu hemen farkedilmektedir.
Bu zihniyetteki bazı yazar ve gazetecilerin, kimi zaman yazdıkları upuzun yazıları, makaleleri sırf aradaki bir iki cümlede Sayın Adnan Oktar'a kendilerince olumsuz göndermeler, çirkin ima ve benzetmeler yapabilmek için yazdıklarını, gerçekte ise tek dertlerinin Sayın Adnan Oktar olduğunu en basit zekaya sahip birinin dahi görmesi mümkündür. Bu acınacak durum ister istemez akıllara, "bu nasıl bir haset ve öfkedir" sorusunu getirmektedir.
Sayın Adnan Oktar'ın, birkaç paragraf sonra kısa başlıklar halinde özetlediğimiz 40 yıllık fikri mücadelesi ve görüşleri bu sorunun cevabını, yani sözünü ettiğimiz kişi ve çevrelerdeki rahatsızlık ve kıvranmanın asıl nedenini açıklamaya yeterli olduğu kanaatindeyiz.
Bir kısım medyada, yalnızca olumsuz algı oluşturma kastıyla tamamen art niyetli olarak Sayın Adnan Oktar'la aralarında benzerlik kurulmaya çalışılan kişiler genelde, toplumun tedirgin olduğu, ciddi akıl zafiyetleriyle bilinen İskender Evrenesoğlu, Hasan Mezarcı, vb. türünden marjinal, meczup kimseler ya da herkesin nefret ettiği, büyük öfke duyduğu ve şiddetle karşı olduğu teröristbaşı Fethullah Gülen tarzı vatan haini, İslam düşmanı kişilerdir.
İskender Evrenesoğlu, hayatı boyunca anormal tavır ve açıklamalarıyla tanınmakla birlikte kendi halinde, zararsız, meczup, gariban hepsinden öte artık vefat etmiş bir insandır. Hasan Mezarcı'nın durumu zaten ortadadır, burada tarif etmeye bile gerek yoktur. Fethullah Gülen ise darbeci, fitneci, bölücü, vatan-millet, devlet düşmanı, 15 Temmuz isyanlarının, katliamlarının, cinayetlerinin azmettiricisi, Türk, İslam ve Kur’an karşıtı sapkın bir kişidir.
Sayın Adnan Oktar, Hz. İsa (as) ve Hz. Mehdi aşığıdır ve bu mübarek şahısların pek yakın bir zamanda zuhur edeceğini, hadislerden ve günlük sosyolojik gelişmelerden yola çıkarak her vesileyle anlatır. Fethullah Gülen ise her iki kudsi şahsın da gelişine inanmayan, hatta onlara gizli düşmanlık besleyen bir kimsedir. Sayın Adnan Oktar Türk milliyetçisi ve vatanseverdir, Fethullah Gülen, Türk ve Türkiye düşmanı bir vatan hainidir. Sayın Adnan Oktar kendine Kur’an-ı Kerim’i ve Peygamber Efendimiz'i (sav) rehber edinmiştir. Fethullah Gülen ise haşa "Kuran Müslümanlığı diye bir sapıklık ortaya çıktı" diyen, kendini de Kainat İmamı ilan eden bir sapkındır. Kısaca bu zıtlıklar saymakla bitmez. Yani, arada değil en küçük bir benzerlik aksine BÜYÜK BİR UÇURUM VE TEZAT vardır.
Dolayısıyla, 40 yıllık ilmi ve fikri mücadelesi boyunca her daim ve her vesileyle vatanına, milletine hizmet etmiş, devletin ve meşru hükümetin yanında yer almış, onları koruyup kollamış, milli-manevi değerlerimizi savunan, Allah'ın varlığını ve birliğini, yaratılış gerçeğini, iman hakikatlerini, Kuran mucizelerini, Peygamber Efendimiz'in ahir zamanda tüm İslam alemi için çok büyük bir kurtuluş ve hakimiyet müjdesi olarak haber verdiği Mehdiyet ve Altın Çağ'ın alametlerinin günümüzde ardı ardına gerçekleştiğini gözler önüne seren, Darwinizm, materyalizm, komünizm ve benzeri batıl ideolojilerin geçersizliğini bilimsel yöntemlerle ispat eden, Türk-İslam Birliği'ni, Türk-İslam aleminin ihyasını, huzur, mutluluk ve refahını hedefleyen en etkili ve akılcı tekniklerin ve anlatımların kullanıldığı üstün kalitede 300'den fazla eser kaleme almış, eserleri dünya çapında 73 farklı dile çevrilmiş, internet sitelerinden yüz milyonlarca kere ücretsiz indirilmiş, eserlerinden faydalanılarak yüzlerce belgesel film hazırlanmış, Türkiye'de ve dünyada binlerce konferans verilmiş, on binlerce internet sitesi yapılmış, en hayati güncel siyasi, sosyal ve kültürel konularda yüzlerce makalesi en popüler basın-yayın organlarında yayınlanmış, hemen her gün geceli gündüzlü saatler boyunca katıldığı Televizyon programlarında, canlı yayınlarda, yerli ve yabancı medyaya verdiği röportajlarında devletimize ve hükümetimize ihtiyacı olan en kritik konularda her türlü ilmi ve fikri desteği vermiş, dış güçlerin devletimize, hükümetimize ve Sayın Cumhurbaşkanımıza yönelik saldırı, fitne ve oyunlarını bertaraf etmeye yönelik en akılcı çözümleri önermiş ve vatanına, milletine, devletine, Müslümanlara ve tüm insanlığa daha burada sayma imkanı bulamadığımız benzeri sayısız fayda ve katkıları sunmuş olan SAYIN ADNAN OKTAR'IN SÖZÜ EDİLEN VE TÜMÜYLE SAMİMİYETSİZ, SUNİ VE ZORLAMA BİR BİÇİMDE BENZERLİK KURULMAYA ÇALIŞILAN KİŞİLERLE UZAKTAN YAKINDAN HİÇBİR İLGİ VE BENZERLİĞİNİN OLMADIĞI VE HİÇBİR ZAMAN DA OLMAYACAĞI SON DERECE AÇIKTIR.
Bu tür yakışıksız, samimiyetsiz ve tamamen zorlama benzetmelere, ucuz algı yöntemlerine tevessül etmek kamuoyunun aklıyla ve zekasıyla alay etmekten başka bir şey değildir.
Sayın Adnan Oktar'ın 40 yıllık ilmi ve fikri çalışmalarından milli, yerli, ultra-modern, samimi ve akılcı dindar kişiliğinden ideolojik olarak son derece rahatsız olan BİR KISIM SÖZDE GAZETECİ VE YAZAR TAKIMI dünya çapında üne sahip, yerli-yabancı milyonlarca kişinin sevdiği, saydığı, hayranlık duyduğu ve takip ettiği bu değerli fikir ve dava adamını ilkel yöntemleriyle güya etkisiz kılabilmek için, bir gün bu tür zorlama benzetmelerle ÖNEMSİZ göstermeye, bir başka gün ise olmadık yaygaralarla SON DERECE TEHLİKELİ bir kişi gibi göstermeye çalışarak adeta ne yapacağını şaşırmış durumdadır. Bu şekilde, çelişkiden çelişkiye koşup saçmalarken kendi tutarsızlığını, samimiyetsizliğini, art niyetini de gözler önüne sermektedir.
ÖZETLE, 2 YILA YAKIN BİR SÜREDİR, HER GÜN KESİNTİSİZ BÜYÜK BİR GAYRETLE BİR İNSANI ÖNEMSİZ, İTİBARSIZ VE DEĞERSİZ GÖSTEREBİLMEK İÇİN ÇIRPINMAK GERÇEKTE O İNSANIN TARİH BOYUNCA BENZER SALDIRI VE İFTİRALARA UĞRAYAN PEYGAMBERLER, VELİLER VE SALİH MÜSLÜMANLAR GİBİ NE DENLİ ÖNEMLİ, DEĞERLİ VE YIKILAMAYACAK BİR İTİBARA SAHİP OLDUĞUNUN EN ÖNEMLİ KANITIDIR.
0 notes
kankampanyasigercekleri · 4 years ago
Text
1999 KAN KAMPANYASI TAMAMEN MEŞRU VE LEGAL BİR ORGANİZASYONDUR
Tumblr media
Dr. Oktar Babuna'nın Adıyla Anılan, 1999 Tarihindeki Kan Kampanyası Tamamen Resmi Makamların Kontrol ve Denetiminde, En Küçük Bir Şaibeye Dahi Yer Bırakmayacak Bir Titizlik İçinde Gerçekleştirilmiştir!
Yeniçağ gazetesi yazarlarından Sayın Burhan Ayeri, 4 Şubat 2020 tarihli köşe yazısında, camiamız mensuplarından Dr. Oktar Babuna’nın 1999 yılında geçirdiği çok ağır bir kan kanseri (lösemi) hastalığı vesilesiyle düzenlenen "kan kampanyası" organizasyonuna hatalı bazı yorumlar atfetmiştir.
Bilgi eksikliğinden kaynaklandığını düşündüğümüz bu hatalı yorumla ilgili bazı önemli gerçekleri açıklamak gerektiğini düşünüyoruz.
Ne yazık ki dönemin bir kısım medya ve siyasileri tarafından son derece çarpıtılarak olmadık hayali ve gerçek dışı yorumlarla kamuoyuna yansıtılmaya çalışılan söz konusu "kan kampanyası" tümüyle meşru, legal ve her türlü şaibeden uzak bir organizasyondur.
Kampanya 21 yıl önce, Mart 1999’da Dr. Oktar Babuna’nın Kronik Lenfositik Lösemi (KLL) hastalığı vesilesiyle, Türkiye'de eksikliği gündeme gelen "KEMİK İLİĞİ BANKASI" OLUŞTURULMASI için, bir tür sosyal sorumluluk projesi mahiyetinde düzenlenmiştir. İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi tarafından başlatılan kampanya, gerek halkımızın gerek en üst düzey devlet yöneticilerimizin gerekse siyasi, akademisyen ve bilim adamlarımızın yoğun ilgi ve teveccühüne mazhar olmuştur.
Bu itibarla, söz konusu organizasyon kapsamında devletimizin görevlendirdiği kurumlar tarafından toplanan kanların, ülkemizde yeterli teknik imkan bulunmadığı için YİNE BU KURUMLARIN YÖNLENDİRMESİYE, analiz için yurt dışına gönderilmelerinde hiçbir art niyet, tehlike veya risk söz konusu olmamıştır.
Bu aşamada bazı önemli detayların hatırlanması, konuyla ilgili somut gerçeklerin yeniden ortaya konmasında ve net olarak anlaşılmasında faydalı olacaktır. Şöyle ki:
Dr. Oktar Babuna 1999 yılında Kronik Lenfositik Lösemi teşhisiyle tedavi görmeye başlamış ve bir süre sonra kemik iliği nakli olması gerektiği ortaya çıkmıştır. Bu ilik nakli gerçekleşmediği takdirde en fazla 3 ay gibi bir süre yaşayabileceğinin belirtilmesi üzerine uygun kemik iliği donörü bulunabilmesi için bir arayış başlamıştır.
Beyin Cerrahı olan Dr. Oktar Babuna vesilesiyle gündeme gelen ülkede kemik iliği bankasının bulunmaması gerçeği kamuoyunun büyük ilgisini çekmiştir. Bunun üzerine İstanbul Valiliği'nden alınan izinle İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi Dekanlığı tarafından ülke çapında “Ulusal Kemik İliği Bankası Kurulması Kampanyası” başlatılmış ve kampanyanın tamamı devlet makamlarınca yürütülmüştür.
Dr. Oktar Babuna daha sonra ilki Amerika’nın Teksas eyaletindeki MD Anderson Cancer Center’da, ikincisi yine Amerika’nın Washington Eyaleti’ndeki Seattle Cancer Care Alliance’da olmak üzere iki ayrı kez kemik iliği nakli geçirmiştir. Yıllar süren yoğun tedavilerinin ardından iyileşerek KLL ve Richter transformasyonu geçiren ve hayatta kalan ilk ve tek hasta olarak tıp literatürüne geçmiştir.
Dr. Oktar Babuna’nın rahatsızlığıyla gündeme gelen, İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi tarafından yürütülen Ulusal Kemik İliği Bankası oluşturma kampanyasında, Sayın Ayeri’nin iddia ettiğinin aksine kök hücre TOPLANMAMIŞTIR. Kök hücre toplanması için çok daha ileri düzeyde bir çalışma gerekmektedir. Kampanyayla toplanan 5-6 cc’lik bir tüp kan ile kök hücre toplanmasının mümkün olmadığını bilmek için basit bir tıp bilgisi yeterlidir: Kök hücre toplama işlemi için kök hücreleri toplanacak kişiye, kök hücrelerin bulundukları kemik iliğinden kana dökülmesini sağlayabilmek amacıyla, belirli bir süre boyunca bir takım özel ilaçlar verilmesi ve bir süre sonra vericinin kanının basit bir tam kan tahlilinin gerektirdiğinden çok daha fazla miktarlarda alınarak kök hücrelerin toplanması ile gerçekleştirilir. Ancak söz konusu kampanyada sadece basit bir kan alma işlemi gerçekleştirilmiştir.
Kampanya tamamen legal yollarla, devletin bilgisi ve kontrolünde yürütülmüştür. Kampanyanın sahibi, para toplama ve harcama yetkilisi olarak İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Vakfı tespit edilmiştir. Vakfın o dönemki Başkanı ve aynı zamanda İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı olan Prof. Dr. Faruk Erzengin tüm çalışmaların başında yer almıştır. Dr. Oktar Babuna ise yalnızca, hastalığı nedeniyle bu kampanyanın başlamasına ve kamuoyunun dikkatinin bu yöne çekilmesine vesile olmuş bir kişidir.
Tumblr media
Ulusal Kemik İliği Bankası oluşturma kampanyası kısa zamanda yardımsever Türk halkının büyük desteğiyle olağanüstü bir sivil hareket haline dönüşmüştür. Kampanya dönemin hükümetinden gazetecilerine, bakanlarından il sağlık müdürlerine neredeyse Türk halkının tamamının yoğun desteğiyle yürütülmüştür. 3 ay gibi kısa bir sürede yaklaşık 150.000 kişi kan taramasından geçirilmiştir.
Kampanyanın en önemli destekçisi bizzat dönemin Cumhurbaşkanı Sayın Süleyman Demirel olmuştur. Merhum Demirel 28 Mart 1999 tarihli demecinde şu sözleri sarf etmiştir: “ İlik Bankası’nın kurulmuş olması fevkalade iyi olur. Ben hem her türlü himayeyi, hem her türlü desteği veririm, yapılacak her kampanyaya katılırım. Nihayet bu bir milli dayanışmadır, bir sosyal olaydır. Temsil ettiğim devletin başı olarak her türlü desteği vermeye hazırım. Benden ne zaman ne isterseniz yanınızda bulacaksınız. Bu hareketi başarıya ulaştıralım. “
Tumblr media
Sayın Demirel’in desteği sadece beyanat vermekle sınırlı kalmamış, toplanan kanların tahlil için yurtdışına gönderilmesi ile ilgili gümrük işlemlerinin kaldırılması ve kanların Türk Hava Yolları uçakları ile ücretsiz taşınması gibi pek çok konuda kendisi bilfiil müdahale ederek yardımcı olmuştur.
Sayın Demirel 27 Mart 1999 tarihinde, Oktar Babuna'nın babası Prof. Dr Cevat Babuna ve amcası Prof. Dr. Cahit Babuna’yı Cumhurbaşkanlığı makamında kabul etmiş ve ilerlemelerle ilgili bilgi almıştır.
İstanbul’da düzenlenen ilk büyük kan alma organizasyonu Abdi İpekçi Spor Salonu’nda gerçekleşmiştir. Mesut Yılmaz, eşi Berna Yılmaz ve ANAP yöneticileri bu organizasyonu sahiplenmiştir. Mesut Yılmaz’ın özel kalemi Sema Erdem ve ANAP Basın ve Halkla İlişkiler Danışmanı Hale Dicleli, kan alma organizasyonunda her şeyin bizzat kendileri tarafından planlandığını ve organize edildiğini çeşitli defalar kamuoyuna açıklamışlardır. Bu organizasyon için gereken tüm Valilik izinleri de yine ANAP yetkilileri tarafından alınmıştır.
Tumblr media
Dönemin İstanbul Valisi Erol Çakır, Bursa Valisi Orhan Taşanlar gibi devletin en üst kademelerinden isimler bizzat kampanyaya katılıp kan vermişlerdir.
Tumblr media
Eski Başbakan ve dönemin DYP Genel Başkanı Tansu Çiller TGRT Televizyonu’na 15 Nisan 1999 tarihinde verdiği röportajda kan kampanyası için parti olarak nasıl seferber olduklarını anlatmıştır.
Dönemin İçişleri eski Bakanı Meral Akşener de, 26 Nisan 1999’da İzmit’te düzenlenen organizasyonda kan verirken, “biz Oktar Babuna’ ya bu manada çok şey borçluyuz, o bir rahatsızlığı gündeme getirdi” şeklinde konuşmuştur.
Tumblr media
İstanbul’un dışında 12 ayrı ilde de İl Sağlık Müdürlerinin izinleri ve katkıları ile kan alım organizasyonları düzenlenmiştir.
Genelkurmay Başkanlığı, tüm Silahlı Kuvvetler genelinde gönüllü olan kişilerin kan vermelerini sağlamak için talimat yayınlamıştır. Hatta Karadeniz Ereğlisi’nde düzenlenen organizasyon için askeri spor salonu tahsis edilmiştir. Karadeniz Bölge Komutanı Tuğamiral Özbek Görgün Paşa da kampanyaya katılarak kan vermiştir.
Eskişehir Hava Kuvvetleri Komutanlığı, İzmit Jandarma Komutanlığı, İzmit 15. Kolordu Komutanlığı ve Gölcük Donanma Komutanlığı da kampanyaya katılarak binlerce gönüllü askerimizin kan vermesine vesile olmuştur.
Tumblr media
Dönemin Dışişleri Bakanı İsmail Cem, başta Almanya olmak üzere Türk vatandaşlarının yaşadığı ülkelerdeki büyükelçiliklerimize ve konsolosluklarımıza talimat göndererek kampanyaya destek vermelerini talep etmiştir.
Tumblr media
Toplanan kanlar Emniyet müdürleri talimatıyla polis eskortları eşliğinde havaalanına götürülmüş, ANAP yöneticilerinin tahsis ettiği özel uçaklarla Almanya ve ABD’deki dünyanın en iyi ve ünlü laboratuvarlarına gönderilmiştir. Çünkü o dönemde, Türkiye’de bu kanların analizini yapacak laboratuvarlar çok kısıtlıydı. Örneğin Çapa Tıp Fakültesi’nin laboratuvarı günde sadece 4 kan örneğini analiz edebiliyordu. Ankara’daki laboratuvar da benzeri kapasitedeydi. Bu da toplanan yüzbinlerce örneğin analizinin on yıllara yayılması demekti. Oysaki kan örneklerinin ömrü sadece 24 saattir, öyle günlerce, senelerce bekletmek bunları ziyan etmek anlamına gelecektir. Bu nedenle, kampanyanın karar mercii olan İstanbul Tıp Fakültesi Vakfı kararıyla analizlerin yurt dışında yapılması planlandı.
YANİ, "KANLARIN ABD'YE GÖNDERİLEREK ANALİZ ETTİRİLMESİ" KONUSUNA KARAR VEREN OKTAR BABUNA YA DA BİR BAŞKASI DEĞİL İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ VAKFI'DIR.
Tumblr media
Bu çapta büyük bir organizasyonun hiçbir aşamasının devletin bilgisi, kontrolü, izni olmadan yürütülemeyeceği açıktır. Nitekim yukarıda sunmuş olduğumuz belgeler de durumun tam olarak bu şekilde olduğunu, kampanyanın her aşamasının en üst düzey devlet makamlarının bilgisinde yürütüldüğünü ispatlamaktadır.
Kampanyanın ilerleyen aşamalarında lösemi hastalarından büyük kazançlar elde eden, bu nedenle kampanyadan maddi çıkarları zedelenen bazı çevrelerce çeşitli asılsız dedikodular çıkarılmıştır. Amaçları kampanyayı sabote edip gerçek dışı şaibeler yayarak eski rant sistemlerinin çarklarını döndürmektir. Bu sebeple, kampanya, kampanyanın düzenleyicileri ve para toplamaya yetkili olan İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Vakfı çeşitli denetimler ve soruşturmalardan geçmiş, tüm bunlardan hep aklanarak çıkılmıştır. Yürütülen 3 ayrı soruşturmanın hepsi takipsizlik kararlarıyla sonuçlanmıştır. Bu kararlar kesinleşmiştir.
Kampanyanın yarıda bırakılmasından sonra dönemin Fazilet Partisi’ne mensup 20 milletvekili, bir Meclis Araştırması Önergesi ile gelmiştir. 22.07.1999 tarihli bu önerge metninden kısa bir alıntı şöyledir:
Ulusal kemik iliği bankası kampanyası, devlet tarafından desteklenmiş olup, sivil insanlar tarafından da çok büyük bir ilgiyle karşılanmış bir kampanyadır. Bu kampanya ile ilk aşamada lösemi hastası Dr. Oktar Babuna’ya uygun bir kemik iliği vericisinin bulunması, daha sonraki aşamada ise, Türkiye’de ulusal kemik iliği bankasının kurulması hedeflenmekteydi. Cumhurbaşkanı, Genelkurmay Başkanlığı, Sağlık Bakanlığı, İstanbul Valiliği, İstanbul Üniversitesi gibi, devleti temsil eden kişi ve kurumlar tarafından desteklenerek, 160000 doku tahliline ulaşan ve kemik iliği bankasının fiilen kurulmasını temin ederek, sayıları 8000’e varan lösemili Türk vatandaşlarının ilik bulma ve yaşama şansını yüzde 70’lere çıkaran böyle bir kampanyanın, Sağlık Bakanlığı tarafından durdurulması, halkımız arasında hayret ve şaşkınlık ile karşılanmıştır.
Ülkemizde, lösemi hastalarına yardım etmek için yıllardır faaliyet gösteren Lösemili Çocuklar Vakfı’nın yakalayamadığı başarıyı, birkaç ay içinde yakalayarak, onu çok gerilerde bırakan böyle bir kampanyanın Türkiye’ye sağlayacağı imkânlar, kampanyanın durdurulmasıyla heba edilmiş ve sayıları 8000’e varan lösemili Türk vatandaşlarının hayal kırıklığına sebep olmuştur, belki de onları ölüme mahkûm etmiştir.
Ülkemiz insanları için hayırlı ve onurlu bir hizmeti hedef alan bu kampanyaya engel olmak için eldeki delillerin daha tatminkâr ve açık olması gerekmez miydi?
1999 yılında toplanan kanların tahlillerini yapan Almanya’daki Stefan Morsch Vakfının kurucularından Susanne Morsch’un Temmuz 2018 tarihinde, Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarına yönelik yapılan operasyonun hemen ardından, ortaya atılan iddiaların, komplo teorilerinin anlamsızlığına ışık tutan açıklamaları şunlardır.
“Çok fazla kurum işin içindeydi. Çünkü örnekler o kadar çoktu ki tek bir laboratuvar başa çıkamadı. Biz gönderilen örnekleri test ettik, bu kadar. O dönem ödemeyle ilgili bir sorun çıktığını hatırlıyorum çünkü o kadar çok örnek vardı ki. Yanlış hatırlamıyorsam İstanbul Üniversitesi'nin hastanesi ödeyebilmek için para toplamaya çalıştı. Kan örnekleri için izin formlarını da onlar toplamıştı.”
…Testten sonra örneklere ne oluyor?
Morsch “Belirli bir yasal süre var. O dönemin mevzuatına göre ne kadardı hatırlayamadım. Örnekleri tutmak zorundasınız. O süre geçtikten sonra örnekleri imha ettik" diyor…
Akıllardaki diğer sorular da test talebinin resmi olarak kimden geldiği, sonuçların kiminle paylaşıldığı…
Vakıf yetkilisi Morsch o dönem Sağlık Bakanlığı ve İstanbul Üniversitesi'nden yetkilililerle temasta olduklarını söyledi:
"İstanbul Üniversitesi'nden yetkililer izin formlarını kimden aldıklarını, sonuçlarla ne yaptıklarını size anlatabilirler, onlara sormalısınız. Hatırladığım kadarıyla, yaptığımız anlaşma uyarınca, bu İŞİN SORUMLUSU İSTANBUL ÜNİVERİSTESİ'YDİ, BAKANLIĞIN DA BİLGİSİ VARDI.
"Sonucu paylaşamam, hasta gizliliği kapsamında" (https://t24.com.tr/haber/oktar-babuna-icin-toplanan-kanlara-ne-oldu,671142)
Daha önce, Dönemin Sağlık Bakanı tarafından da mesnetsizce ve hiçbir bilimsel temeli olmaksızın ortaya atılan "genetik haritamızın çalınacağı" şeklindeki gülünç komplo teorilerine ilişkin, Alman vakfın başkanı tarafından verilen cevap ise şu şekildedir;
"Bu nedenle kötüye kullanabileceğini düşünmüyorum… Bakın prosedüre göre bize gönderilen örnekler bir donör koduyla geliyor. Yani, laboratuvarlar örneklerin kime ait olduğunu bilmiyor. Bu bilgi sadece kampanyayı düzenleyen ve izin formlarını toplayan kişilerde var. Bizdeki uzmanlar sadece donörlerin hastayla uyumlu olup olmadığını tespit etti." (https://t24.com.tr/haber/oktar-babuna-icin-toplanan-kanlara-ne-oldu,671142)
Kan örneklerinin Türk halkı aleyhine bir şekilde kullanılacağı, gen haritamızın çıkarılacağı, gibi iddiaların ne kadar akıl dışı olduğunu anlayabilmek için bazı önemli gerçekleri hatırlatmakta yarar var:
T.C. Dış İşleri bakanlığının verilerine göre hali hazırda yurt dışında 6.5 milyon Türk vatandaşı yaşamaktadır ve bunların yaklaşık 5.5 milyonu Batı Avrupa ülkelerine yerleşmiş bulunmaktadır. (http://www.mfa.gov.tr/yurtdisinda-yasayan-turkler_.tr.mfa)
Yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın tamamı sağlık hizmetlerini bulundukları ülkelerde almaktadır ve tüm sağlık taramalarını, kan tahlillerini bu ülkelerin kuruluşlarında yapmaktadırlar.
Yani yaklaşık 6.5 milyon Türk vatandaşına ait kan örnekleri ve diğer bilgiler zaten hali hazırda dışarıda yabancı ülkelerin sağlık kurumlarında mevcuttur.
Sonuç olarak, söz konusu "kan kampanyası"nın, bugüne kadar öne sürülen tüm mesnetsiz, uydurma ve saçma iddialara rağmen, kapsamlı resmi denetim ve incelemelerle hiçbir şaibeli ya da esrarengiz yönü olmadığı açık ve net bir biçimde ortaya konmuştur.
Kamuoyunun bilgilerine saygılarımızla sunarız.
0 notes
adnan-oktar-olmasayd · 4 years ago
Text
Teröre ve Terör Örgütlerine Karşı En Büyük Mücadeleyi Vermiştir
Sayın Adnan Oktar eserlerinde ve sözlü anlatımlarında terörün fikri dayanağının Darwinizm ve Darwinizm’den hayat bulan materyalist akımlar olduğuna dikkat çekmiş, buna din adına ortaya çıktıkları iddiasında bulunan terörist grupların da dahil olduğunu dile getirmiştir.
Sayın Adnan Oktar teröre ve terör örgütlerine karşı yıllarca sürdürdüğü fikri mücadelesinde kaleme aldığı eserlerde ve yaptığı sözlü anlatım ve açıklamalarda;
- Dünyadaki terör ve kavga ortamının asıl sebebinin sevgisizlik olduğunu, hangi dinden hangi ırktan, hangi milletten olursa olsun tüm insanların birbirlerine sevgiyle yaklaştıkları bir dünyada terörün ve kargaşanın son bulacağını,
- Terör ile tek mücadele yönteminin din ahlakının insanlara kazandırdığı sevgi, şefkat, merhamet, tevazu, ince düşünce, affedicilik ve adalet anlayışı olduğunu,
- Hak dinlerin terörü lanetlediğini,
- Hak dinlerde şiddetin çözüm yolu olarak benimsemesinin, insanları öldürerek ve katlederek amaca ulaşmaya çalışılmasının kesinlikle mümkün olmadığını,
- Din adına kan dökülmeyeceğini, tam tersine dinin akan kanı durduracağını,
- Terörün sevgi ile ortadan kaldırılacağını dile getirmiştir.
Öte yandan, Sn. Adnan Oktar yıllardır gerçekleştirdiği TV yayınları, konferanslar ve kitap çalışmaları ile hain terör örgütü PKK tehdidine karşı en büyük fikri mücadeleyi vermiştir.
- Sn. Adnan Oktar’ın PKK’nın ideolojisinin komünizm olduğunu ispat etmesinin ve komünist ideolojiyi ısrarla eleştirmesinin ardından hem PKK hem de komünist düşünceye olan destek büyük ölçüde azalmıştır.
- Adnan Oktar PKK’nın dinsiz, komünist, ateist olan gerçek yüzünü halkımıza tanıttıktan sonra, PKK için yapılan tüm sözde imaj çalışmaları boşa çıkmış, dindar Doğu halkı PKK’yı dışlamıştır.
- Adnan Oktar PKK terörüne karşı Komünist Terörist Dinsiz Örgüt PKK, PKK’ya Çözüm, Amerika’nın Göremediği PKK isimli eserleri kaleme almıştır. Bu kitaplar gerek Türkiye’nin d��rt bir yanında, gerekse dünyanın pek çok ülkesinde ücretsiz olarak dağıtılmıştır.
- PKK’nın Marksist-Leninist-Stalinist ideolojisi ve terör felsefesine karşı eserleri, makaleleri ve canlı TV yayınlarıyla ilmi ve fikri anlamda set olmuştur.
- PKK terör örgütünün ‘özgürlük savaşçısı’ olduğu yönündeki sinsi algı operasyonlarını yerle bir etmiştir.
- Bazı siyasetçiler aksini savunsa da, PYD/YPG’nin PKK ile aynı örgüt olduğunu ısrarla anlatmış, bu gerçeği delilleriyle ispatlamış, PYD’nin PKK terör örgütüyle aynı muameleye tabi tutulması gerektiğini söylemiş ve kamuoyunu buna ikna etmek için büyük çaba harcamıştır.
- Güneydoğu’da PKK’ya asla bir özerklik ve imtiyaz verilmemesi gerektiğini, bunun mutlak bölünmeye yol açacağını, PKK’nın asla silah bırakmayacağını, PKK’lılara af uygulanmasının ve Öcalan’ın serbest bırakılmasının çok büyük hata olacağını ısrarla vurgulamıştır.
- Türkiye’nin Güneydoğusunda oynanmakta olan kirli oyuna dikkat çekmiş, bu oyunun amacının önce Güneydoğu’yu, ardından Türkiye’yi ve en son olarak da tüm dünyayı komünist yapabilmek olduğunu anlatmıştır.
- PKK terör örgütünün ve onun PYD, YPG, YPS, HPG, SDG, PJAK vs. gibi kollarının, Türkiye'nin güneydoğusunda, Suriye ve Irak'ın kuzeyinde, İran'ın güneybatısında bağımsız bir komünist Kürdistan devleti kurmayı hedefleyen Marksist, Leninist ve Stalinist bir yapılanma olduğuna dikkat çekmiştir.
- PKK’nın temel hedefinin Kürt milliyet ve etnisitesini araç olarak kullanmak suretiyle birinci aşamada bölgeye, ikinci aşamada Türkiye geneline ve nihai olarak tüm bölgeye komünist sistem ve ideolojiyi hakim kılmak olduğu gerçeğini ısrarla dile getirmiştir.
- PKK hareketinin her yönüyle, günümüzde dünya üzerindeki en büyük silahlı komünist kalkışma olduğu konusunda kamuoyunu uyarmıştır.
- Kobani bahanesiyle çıkartılan olaylarda PKK ve HDP’yi en ağır şekilde eleştirmiş, devletimizin ve hükümetimizin yanında yer almıştır.
- İslami terör diye bir şeyin olmadığını dile getirmiş, İslam’ın ismini kullanarak İslam’a tam aykırı çizgide eylemler yapan IŞİD, El-Kaide gibi terör örgütlerini sert bir üslupla defalarca eleştirmiş, bu tür terör örgütlerinin İslam ile hiçbir ilgisi olmadığını sürekli olarak ifade etmiş, bu hususta uluslararası dergi ve gazetelerde makaleler yazmıştır.
- İslam Terörü Lanetler isimli kitabında yine bu konulara ayrıntılı olarak değinmiş, bu eserini 11 Eylül sonrası İslamofobi’nin yaygın görüldüğü ABD’deki Temsilciler Meclisi üyeleri ve Kongre üyelerine, Charlie Hebdo saldırısı sonrası ise Fransa’daki siyasetçi ve siyasal bilimcilere ücretsiz olarak göndermiştir.
- İslam dininde korkulacak hiçbir şey olmadığını, İslam’ın barış dini olduğunu, İslam’da bir kişiyi öldürmenin tüm insanları öldürmek gibi olduğunu ve Kuran ahlakının yaygınlaşmasının radikalizme ve aşırıcılığa karşı tek çözüm olduğunu anlatmıştır.
Tüm bu faaliyetleriyle Adnan Oktar terörü ilmi ve felsefi anlamda bertaraf etmiş, insanları barış ve sevgi dolu bir dünya oluşturma konusunda gayret göstermeye davet etmiştir. Terörün ve çatışmanın felsefesini etkisiz kılmış, halkımız çatışmacı değil birleştirici olmaya, mukaddesatçı dindar sağı desteklemeye ve çatışmadan, anarşiden uzak durmaya karar vermiştir.
İhtilaf ve Çatışmalarda, Anlaşmazlıklarda ve Zıt Kutuplar Arasında Her Zaman Uzlaştırıcı ve Yatıştırıcı Rol Oynamıştır
Sn. Adnan Oktar,
- Hıristiyanlar’a ve Museviler’e karşı oluşturulmak istenen düşmanlığı ortadan kaldırmak için büyük bir çaba göstermiş, dünya çapında yaygınlaştırılan sözde ‘Türkler ve Müslümanlar Hıristiyan ve Yahudi düşmanıdır’ algısının değişmesini sağlamıştır.
- Türkiye’deki azınlıkların hepsine birden kapılarını açmış, birleştirici ve uzlaştırıcı bir rol üstlenmiştir.
- Her yıl Çırağan Sarayı’nda düzenlediği iftarlarına Türkiye’deki Rum, Ermeni ve Süryani kiliselerinden ve Musevi sinagoglarından çok sayıda din adamı ve önde gelen katılmış, hep birlikte sevgi, saygı, kardeşlik dolu bir ortamda sohbet etmişler, hoş vakit geçirmişlerdir.
- Toplumun din ve mezhep çatışmalarına kapılmadan ortak paydada buluşması için uğraş vermiş, Şii, Sünni, Alevi, Şii, Vahabi, Caferi ve diğer mezheplere mensup tüm Müslümanların kardeş olduklarını fark etmeleri, aradaki farklılıklara takılmaksızın ortak yönlerine odaklanmaları ve birlik olup birbirlerini sevgiyle kucaklamaları gerektiğini dile getirmiştir.
- Yine aynı şekilde, ırkları, dilleri, kökenleri ne olursa olsun bütün dünya Müslümanlarının kardeş oldukları gerçeğini anlatmıştır.
- Eserlerinde, TV yayınlarında Alevi kardeşlerimize kucak açmış, Alevilerin Hz. Ali’ye olan derin sevgilerini övmüş, onları Allah aşığı olarak tanımlamış, cemevlerini hedef alan sözlü ve fiili saldırılara karşı Alevi kardeşlerimizin yanında olmuştur.
- Artniyetli kesimler tarafından topluma körüklenen ayrılıkçı provokasyonun önündeki en büyük engel olmuş, Türk-Kürt, Sünni-Alevi ayrışması gibi konulara akılcı çözümler getirmiştir.
- Roman kardeşlerimizin toplumda ikinci sınıf vatandaş gibi değerlendirilmelerinin önüne geçmiş, bu kardeşlerimizin kültürlerindeki zenginliği ve güzelliği övmüş, programlarında Roman sokak sanatçılarını ağırlamıştır.
- Vatanına, milletine, dinine bağlı Kürt kardeşlerimize sahip çıkmış, bu kardeşlerimizin PKK ile aynı değerlendirilmesinin çok büyük bir vicdansızlık olduğunu dile getirmiş, Kürt kardeşlerimizi programına davet edip Kürt müzikleri eşliğinde dans etmiş, Kürt vatandaşlarımızın ne denli kıymetli olduklarını her fırsatta dile getirmiş, bazı kesimler tarafından ötekileştirilmeye çalışılan Kürt kardeşlerimize karşı toplumdaki önyargının yıkılmasına vesile olmuştur.
- Laz, Çerkes, Roman, Arnavut, Azeri, Kürt, Türk, Ermeni, Süryani, Arap; ırk, dil, etnik köken ayırt etmeksizin tüm vatandaşların birinci sınıf vatandaş olduklarını her fırsatta vurgulamış, farklı etnik kimliğe sahip kesimlere karşı nefret ve düşmanlığın önlenmesi için çalışmalar yürütmüştür.
- İran’ın 2008 yılında İsrail’le olan gerilimi üzerine, İranlı yetkililerin kamuoyuna, ‘Atom bombası kullanmak haramdır’ açıklamasını yapmalarına vesile olmuştur.
- Rusya ile uçak krizi döneminde iki ülkenin bu konuyu hızlı şekilde çözmesi gerektiğini, Türkiye’nin bu konuda alttan alıp üzüntü duyduğunu Rusya’ya belirtmesinin yeterli olacağını önermiş, ülkemiz yetkilileri de bu şekilde bir yol izleyerek uçak krizinden üzüntü duyduklarını Rusya’ya iletmişlerdir. Bu şekilde iki ülkenin arası düzelmiş, Rusya ambargosu kademeli olarak sona ermiştir. Adnan Oktar söz konusu dönemde başta Rusya’nın en önemli yayın organı olan Pravda Gazetesi olmak üzere dünyanın pek çok önde gelen yayın kuruluşunda yayınlanan makalelerinde iki ülke arasında dostluk, barış ve birliktelik sağlamaya çalışmış, barışma sürecine katkıda bulunmuştur.
Sonuç
1979’dan günümüze kadar dünya çapında milyonlarca insanın manevi yönden hayata bakış açısını değiştirmesine vesile olan Sayın Adnan Oktar, 73 dile çevrilmiş 300’den fazla eseri, binlerce makalesi, canlı televizyon yayınları ve eserlerinden faydalanılarak hazırlanan 1000’in üzerinde internet sitesi, yüzlerce iman hakikati belgeseli, 5000’in üzerinde konferans ve Yaratılış gerçeğini bilimsel olarak ortaya koyan binlerce fosil sergisi ile dünyanın en büyük ilmi faaliyetini gerçekleştirmiştir.
Sayın Adnan Oktar’ın önemli bir özelliği, kendisinden önce gerçekleştirilmemiş elzem çalışmalara imza atmış olması, imani ve fikri faaliyetleriyle pek çok konuda Türkiye’de ve dünyada öncülük etmiş olmasıdır. Darwinizm’e karşı verdiği ve çok büyük bir başarı elde ettiği ilmi ve fikri mücadele buna önemli bir örnek teşkil etmektedir.
Nitekim, Sayın Adnan Oktar’ın çalışmaları Darwinizm’e en etkili darbeyi indirmiş, bu çalışmalar neticesinde materyalizm, komünizm, faşizm, deizm, ateizm gibi insanları dinsizliğe sürükleyen öğretiler fikren tamamen yerle bir olmuştur.
Sayın Adnan Oktar’ın Darwinizm karşıtı ilmi faaliyetlerinin vesile olduğu bir diğer önemli başarı da, bu faaliyetlerin Türkiye’de milliyetçi-mukaddesatçı siyasi görüşün ideolojik zeminini inşa etmiş olmasıdır. Öyle ki bu çalışmalar vesilesiyle Türkiye’de solun felsefesi çökmüş, etki ve nüfuz alanı yok olmuştur. Böylece modern sağı temsil eden hükümetler çok güçlü bir felsefi zemin üzerine oturabilmiş, uzun yıllar iktidarda kalmaya devam edebilmişlerdir.
Sayın Adnan Oktar’ın Darwinizm ve Darwinizm kaynaklı dinsiz ideolojileri yerle bir eden ilmi ve fikri çalışmalarının yanı sıra İslam Birliği ülküsünü gerçekleştirmek, Kuran ve Yaratılış mucizelerini anlatarak insanların imanına vesile olmak, milli birlik ve beraberliğin sağlanmasına katkıda bulunmak için ortaya koyduğu ilmi çalışmalar da solun felsefi ideolojisinin yıkılmasında etkili olmuş ve sağın iktidara gelmesine ortam hazırlamıştır.
Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek AK Parti’nin iktidara gelişinde etkili olan felsefi zeminin Sayın Adnan Oktar’ın anti-Darwinist, anti-materyalist ilmi faaliyetlerini sonucunda oluştuğunu söylemiştir. Sol çizgide bir aydın olan Doğu Perinçek, AK Parti’nin güçlü bir şekilde iktidar olmasını solun gerilemesine ve sağın güçlenmesine bağlamış, solu etkisizleştiren faaliyetin ise Sayın Adnan Oktar’a ait olduğunu ifade etmiştir. Bu, doğru ve önemli bir tespittir. Nitekim sağın felsefi zeminini oluşturan fikri ve imani faaliyetler Cumhuriyet tarihinden bu yana sadece Adnan Oktar ve arkadaşları tarafından gerçekleştirilmiştir.
Sayın Adnan Oktar’ın arkadaşları tüm Türkiye’yi şehir şehir, köy köy, mahalle mahalle gezmiş, Adnan Oktar’ın kitaplarından faydalanarak gerçekleştirdikleri konferanslarla Darwinizm’in bilimsel geçersizliğini anlatmışlardır. Öte yandan Türkiye’nin dört bir yerinde binlerce Yaratılış gerçeği sergisi açmışlardır. Ayrıca Adnan Oktar’ın eserlerinin milyonlarca nüshası ücretsiz olarak halka dağıtılmış, insanlarımızın bu hayati gerçekleri öğrenmeleri sağlanmıştır.
Güçlü bir milli bilince ve imani şuura sebebiyet veren bu kapsamlı faaliyetler neticesinde sağın fikri zemini hazırlanmış, AK Parti için iktidar imkanı oluşmuş, AK Parti güçlü bir fikri zemin üzerinde rahatça hareket eden bir parti haline gelmiştir.
Solun ve komünizmin sözde bilimsel temeli olarak kabul edilen Darwinizm’in çürütülerek alt edilmesi sonucunda solun felsefi zemini çökmüş, komünizm daha fazla savunulamaz hale gelmiştir. Bunun akabinde Türkiye’de klasik manada sol parti kalmamıştır. CHP dahi neredeyse sağ söylemler üreten bir parti halini almıştır.
Sayın Adnan Oktar’ın Darwinizm karşıtı bilimsel çalışmalarını dünya geneline taşımasıyla birlikte Darwinizm uluslararası düzeyde yerle bir edilmeye başlamıştır. Darwinizm’e karşı yazmış olduğu yüzlerce eser tüm dünyaya ulaşmış, insanlar özellikle Yaratılış Atlası ile canlıların milyonlarca yıldır hiç değişmediklerinin delillerini görmüşlerdir. Daha önce dünyayı rahatça aldatmış olan Darwinist dünya medyası, Sayın Adnan Oktar’ın eserlerinin ardından bu sahte teoriyi savunan haberleri yapamaz olmuştur. Dünya Darwinistleri kendilerine güvenlerini yitirmiş, sahte davalarını savunamaz hale gelmişlerdir. Bu önemli yenilgiye vesile olan tek kişi Sayın Adnan Oktar’dır ve başta Darwinistler olmak üzere tüm dünya bu düşüncede ortaktır.
Materyalizmi ve Darwinizm’i felsefe olarak benimsemiş olan Deccaliyet’in, dünyanın en etkili anti-materyalist, anti-Darwinist ilmi çalışmalarını gerçekleştiren Sayın Adnan Oktar’ı hedeflemiş olması hiç kuşkusuz tesadüf değildir. Bu karanlık yapı, Sayın Adnan Oktar’ın ateizmi ve Darwinizm’i bilimsel delillerle yerle bir ederek tüm dünyaya Allah'ın varlığını ve Yaratılış gerçeğinin delillerini anlatmasından rahatsız olduğu kadar, İslam Birliği idealini kararlı bir biçimde savunmasından ve bu konuda onlarca eser kaleme almasından da son derece rahatsızdır. Çünkü bu şeytani sistem için, 300 yıldan bu yana sürdürdüğü sömürü düzeninin karşısındaki en büyük tehlike, dünya Müslümanlarının bir araya gelerek oluşturacakları güçlü bir İslam Birliği’dir.
Sayın Adnan Oktar’ın faaliyetlerinden rahatsız olan küresel Deccali sistem, bu hayırlı faaliyetleri engellemek için kumpasçıları vasıtasıyla olmadık asılsız iftiralar düzerek bir komplo kurmuş, bu komplo neticesinde Sayın Adnan Oktar’ın tutuklanıp cezaevine gönderilmesine zemin hazırlamıştır. Bunun için sıradan insanları kullanmış, kurguladığı senaryoyu piyon olarak kullandığı bu sıradan kişilere dikte etmiştir. Bu yöntem, Deccaliyet’in klasik yöntemidir. Deccali sistem küçük bir kuvvetle Müslümanları birbirine düşürür ve bundan büyük netice almayı hedefler. Amacına ulaşmak için bir yandan polisi ve devleti kullanır, bir yandan da kendi dostlarını çeşitli iftira ve tuzaklarla sistem içinde yok etmeye kalkar. Bu, Deccaliyet’in bilinen bir oyunudur.
Deccaliyet’in rahatsız olduğu bir diğer önemli husus da, Sayın Adnan Oktar’ın Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’a 26 yıldır verdiği son derece etkili fikri destektir. Sayın Erdoğan’ı devirme planları yapan ve aleyhinde kara propaganda çalışmaları yürüten Deccali sistem, ona destek veren grupları da etkisiz hale getirme peşindedir. Adnan Oktar da Sayın Erdoğan’ı desteklediği ve bu yönde çok büyük bir etkiye sahip olduğu için Deccaliyet’in başlıca hedefi olmuştur.
Kamuoyunun bilgisine saygılarımızla sunarız.
0 notes
Text
Evrim Teorisini Sevimli Gösterme Taktiği
Söz konusu makalede yeni ve ilginç bir girişimde bulunulmuş ve evrim teorisine yeni bir mekanizma eklenmiştir: “canlılarda karşılıklı yardımlaşma”. Ne var ki, evrimcileri çıldırtacak bir tariftir bu. Çünkü evrim teorisi doğanın diyalektiğine yani sözde doğanın kendi içindeki çatışması temeline dayanır. Yazar ise bu sahte temeli atıp kendince dinle bağdaştırmak ve orta yolu bulmak üzere böyle bir yeni bir “evrimleştirici mekanizma” eklemiş, “seçilimde kazanmanın en temel unsuru da karşılıklı yardımlaşma/dayanışmadır” demiştir. Oysa evrimin doğal seçilim kavramı “güçlü olan hayatta kalır, zayıf olan elenir” temel görüşüne dayanır. Bu, Türlerin Kökeni kitabında savunulan ana unsur olduğu gibi, Materyalizmin Diyalektik felsefesi de evrim terorisini gerekçe göstererek “çatışma ilerlemenin temelidir” der ve toplumların ilerlemesi için karşılıklı mücadelenin ve çatışmanın var olması gerektiği gibi bir mantıksızlığı savunur. Makalede anlatılanın aksine, evrim teorisi canlılar arasındaki şefkat ve merhamet, sevgi ve yardımlaşma kavramlarını evrimleştirici değil, tam tersine evrimi geciktirici ve ilerlemeye engel davranış şekilleri olarak tanımlar.
Makalede evrim teorisini dindarlara sevimli göstermek için böyle bir göz boyama taktiği kullanıldığı ortadadır.
Darwin’i Allah İnancına Sahipmiş Gibi Gösterme Taktiği
Makalede evrim süreci için bilinçli bir plan denilmekte, hatta Darwin’in bu işleyişe “yaratıcı tarafından üflenen ruh” dediği öne sürülmüştür. Öncelikle evrim teorisi temel olarak bilinçli her kontrolü reddeder. Evrim tamamen tesadüflere dayalı rastgele bir süreçtir ve yönetici bir yaratıcı gücün varlığına ve müdahalesine kesin olarak karşıdır. Bununla birlikte Darwin’in, Allah’ı ve ruhun varlığını kabul ettiği ise tamamen bir yalandır.
Tumblr media
Evrim Teorisi'nin kurucusu Charles Darwin döneminin en ünlü ateist felsefecilerinden biriydi.
Charles Darwin genç yaşlarında Hıristiyan inancına bağlı olmasına rağmen daha sonra inancını yitirmiştir. Darwin inançsızlığını pek çok mektubunda açıkça itiraf etmektedir:
” … Böylece inançsızlık yavaş yavaş beni sardı ve sonunda tamamlandı.” (Gertrude Himmerfarb, Darwin and the Darwinian Revolution, s. 381)
“Ben, 'Allahsız' diye adlandırılmayı hak ediyorum. Bu sonuç, anımsayabildiğim kadarıyla, Türlerin Kökeni'ni yazdığım zaman kafamda güçlü olarak yer ediyordu.” (Francis Darwin, Charles Darwin”in Yaşamı ve Mektupları,s. 80-81)
Yapay Seçilimin Sözde Evrime Delil Olduğu Aldatmacası
İster “doğal” ister insan eliyle “suni” olsun, yeni bir türün ortaya çıktığını gösteren hiçbir mekanizma yoktur. Aynı tür içinde fenotipi yani dış görünümü farklı bireyler ortaya çıkabilir ve soy olarak da devam ettirilebilir. Bu durum genetik biliminde aynı tür içindeki “varyasyon” yani çeşitlenme olarak tanımlanır. Darwin ve Lamarck’ın çiftleştirme ve suni döllenme yoluyla yeni türler elde edilebileceğine dair iddialarını ilk çürüten kişi ise Genetik biliminin kurucusu, kalıtım kanunlarını ortaya koyan Gregor Mendel olmuştur. Pisum adlı bilimsel makalesinde, “yapay seçilim” yani çiftleştirme yöntemleri ile yeni türlerin oluşamayacağını, türler arasında bariyerler olduğunu, ortaya çıkan yeni tiplerin ise aynı türün sınırları dahilindeki varyasyonlar olduğunu detaylarıyla delillendirmiştir. O günden bugüne, ister hayvan ister bitki olsun, ne kadar çiftleştirilirse çiftleştirilsin yepyeni bir türün ortaya çıktığını gösteren tek bir örnek yoktur.
Tumblr media
Tüm köpek cinsleri aynı Canis türüne dahil canlılardır. Aralarındaki çapraz çiftleşmelerden meydana gelen yavrular da her zaman köpek olur. Hiçbir zaman farklı bir genetik tür ortaya çıkmaz.
Makalede iddia edildiğinin aksine, köpekler kurttan evrimleşerek oluşmuş yeni türler değildir. Farklı görünüme de sahip olsalar tüm köpekler genetik olarak Gri-Kurt ile aynı türdür. Küçük ya da büyük tüm köpek cinsleri yalnızca Canis türü içindeki varyasyonlardır. Hepsi de vahşi Gri-Kurt’un evcilleştirilmesi ve daha sonra belli mutasyonlara uğramış köpeklerin kendi aralarında çiftleştirilmesi ile devam ettirilen Canis soylarıdır. Sonuçta, hepsi de aynı Canis türü içindedirler ve genetiği apayrı yepyeni bir tür ortaya çıkmamıştır. Aynı durum sığırlar, atlar ve kediler için de geçerlidir. (Bu konudaki ayrıntılı cevabımız için: www.evrimecevap.com/hayvanlarin-evrimi-yalani/milliyet-sitesindeki-kopeklerin-evrimi-iddiasi/)
Darwin'in, türlerin sözde diğer türlerin evrimleşmesinden meydana geldiği safsatasını yerle bir eden Modern Genetik biliminin kurucusu Gregor Mendel
http://www.evrimecevap.com/hayvanlarin-evrimi-yalani/milliyet-sitesindeki-kopeklerin-evrimi-iddiasi/
Tumblr media
Çevreye Uyumun Evrim olduğu Yanılgısı
Makalede İspinozların gagalarındaki farklılık evrime örnek verilmiştir. Oysa bunlar aynı türün sınırları içinde farklı dış özelliklerin ortaya çıkmasından başka birşey değildir. Genetikte bu durum genotipi aynı ancak fenotipi farklıolarak tarif edilir, yani aynı genetik dizilime sahip türün bireyleri farklı dış görünüme (fenotipe) sahip olabilmektedir. Aynı tür içinde gözlenen bu çeşitlilik yine “varyasyon”dur. Yoksa ispinozlar, genetikleri değişip farklı bir türe dönüşmezler.
Bu insan ırkları için de geçerlidir. Örneğin bir insan topluluğu belli bir coğrafyada izole edilirse, uzun bir sürenin sonunda nesiller boyunca belli özelliklerin tekrarladığı gözlemlenir. Japonlar, Çinliler, Aborjinler ve Eskimolar gibi karakteristik özelliklere sahip ırklar bu şekilde ortaya çıkmıştır. Oysa bu insan ırkları aynı genetik yapıya, aynı kromozom ve gen sayısına sahip, kendi aralarında çoğalabilen aynı İnsan türünün mensuplarıdır. Binlerce yıl boyunca kendi aralarında evlenip çoğalan bireyler arasında belli dış özelliklerin tekrarlanması sonucunda çekik gözlülük, deri rengi, kafatası şekli gibi özellikler karakteristik hale gelir. Bunlar insan türü içinde yaşanan varyasyon örnekleridir ve evrimin yeni tür iddiası ile hiçbir ilgisi yoktur.
Diğer bir husus ise Genetik biliminin bugün “Epigenetik” diye ilgi gören araştırma alanıdır. Epigenetik belli genlerin ihtiyaca ve biyolojik saate göre açılıp kapanmasını inceler. Bu harika durum metamorfoz geçiren canlılarda tamamen değişen vücut planında, ergenliğe erişen insanda belli hormonların üretilmeye başlanmasında ya da ihtiyaca göre bakterinin naylonu sindirmesi durumunda gözlenmektedir. Örnekler çoğaltılabilir. Burada önemli olan, genetik bilginin sonradan oluşmadığı gerçeğidir. İncelemelerin ortaya koyduğu gerçeğe göre, genler kapalı dururken bir anda genlerin üzerindeki bir bilincin (epi- genetik) onları harekete geçirdiği ve ne zaman üretime başlayıp ne zaman duracaklarını yönettiğidir. (Epigenetik hakkında daha detaylı makalemiz için: www.evrimecevap.com/yaratilis-delilleri/plos-one-dergisine-cevap-epigenom/) Bu üstün bilinç, tüm varlıkların yoktan yaratıcısı olan Yüce Allah'tır.
SONUÇ
Evrimci felsefe Materyalizmin temelidir, maddenin mutlak varlığını savunur ve Allah'ı inkar eder. İslam dini ile evrimci pagan felsefesini bağdaştırmaya çalışanlar ise, aynı evrimciler gibi bilimsel gerçekleri çarpıtmakta, evrimi sadece bir biyolojik gelişim teorisi olarak sunmakta, teorinin Allah’ı reddeden materyalist temeline hiç değinmemektedirler. Bu kişilerin İslam ile evrimci düşünce arasında bir “uzlaşı” noktası oluşturmaya çalışırken evrimcilerin sinsi aldatmaca taktiklerine alet oldukları açıktır.
Canlıları yaratan Yüce Allah, tümünü en mükemmel özellikleri ve donanımlarıyla “OL” emriyle bir anda yoktan var etmiştir. Onlar için davranış biçimleri belirlemiş, onlara tüm yaptıklarını ilham etmiştir. Bu, Kuran ayetleriyle haber verilmiş bir gerçektir. Canlıllığın biyolojik detayları atom ve molekül seviyesinde işleyen mükemmel ve mucizevi bir düzeni ortaya koymaktadır. Bilimin ortaya koyduğu bu muhteşem gösteri her an yaratmaya devam eden Allah’ın sonsuz gücünü ve sonsuz bilgisini gözler önüne sermektedir.
0 notes
Text
İngiliz Derin Devletinin Yerli Kriptoları
İngiliz derin devleti, üç kuruşa tamah eden, yancı ve kriminal piyonları, tetikçileri vasıtasıyla son dönemde Türkiye üzerindeki sinsi faaliyetlerine yeniden hız vermiştir. Bunun için de özellikle, karşısında en büyük engel olarak gördüğü, devletimize ve Sn. Cumhurbaşkanımıza en çok sahip çıkan, destekleyen ve savunan, sağ görüşün fikri zeminini kuran ve güçlendiren, karşıt sol ideolojileri, Marksizm'i, komünizmi, Darwinizmi bilimsel olarak yerle bir eden Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarını ortadan kaldırma çabası içine girmiştir. İşte bu, camiamıza yapılan kumpasın en temel nedenidir.
Tumblr media
İngiliz derin devleti, çeşitli milletlerden devşirip kendisine bağladığı adamlarını mevcut yönetimlerin içinden seçme ve onları sanki devletin, hükümetin en sadık taraftarları ve yandaşlarıymış gibi gösterme konusunda çok ustadır. Oysa, İngiliz derin devletinin bu elemanları bağlı bulundukları devlet ve hükümetleri tek bir talimatla gözü kapalı satmaktan bir an bile çekinmeyecek en hain, en alçak, en dönek karaktere sahip, hiçbir değer yargısı bulunmayan, çoğunluğu homoseksüel ve kriminallerden oluşan sefil ve aşağılık bir güruhtur. Bunlar, cinayete yatkın, tehdit ve şantaj günlük hayatlarının parçası olan, işkence, eziyet ve zulümden zevk alan sadist ruhlu psikopatlardır. Zaten bu insanlıktan uzak vasıfları dolayısıyla İngiliz derin devleti tarafından özel seçilmişlerdir.
Adnan Oktar ve arkadaşlarına yönelik kumpasta da arka plandaki karaktersiz güruh, İngiliz derin devletinin işte bu kalleş beslemeleridir.
Sn. Adnan Oktar'ın kadınlara çok değer vermesi, onların hak ve özgürlüklerine önem vermesi, savunması, katıldığı canlı yayın programlarında dekolte giyim tarzını benimseyen hanımların da bulunması, dans, müzik, eğlence gibi içerikler olması gibi unsurlar, söz konusu derin devlet elemanları için bu kirli kumpasın çıkış noktasını oluşturdu. Sn. Adnan Oktar'ın özellikle Kuran Müslümanlığının güzelliğini ve doğruluğunu anlatarak, İslam'daki gerçek sevgi ve barış ruhunu göstermesi, kadınlara, sanata ve bilime önem veren bir din olarak İslam'ın gerçek yüzünü tanıtması ve İslam'ın aydınlık yüzünün temsilcisi olması, derin devlet kriptolarının "din elden gidiyor" yaygarasına gerekçe gösterildi.
Kumpas, tıpkı Adnan Menderes'e yapıldığı gibi, içerdeki uzantıları vasıtasıyla doğrudan devletin bazı kurumları ve bir kısım derin devlet güdümlü basın kullanılarak gerçekleştirildi. Bu sistemin nasıl işlediğini daha iyi anlayabilmek için, İngiliz derin devletinin Türkiye'de beslediği bu kirli işler çetesini iyi tanımak gerekir.
Derin Devletin Türkiye'de Beslediği Kirli İşler Çetesi
Tumblr media
İngiliz derin devletinin Türkiye'de her türlü kirli işi için kullandığı, tamamı cinsel sapık ve katillerden oluşan, vatansever görünüp Türkiye düşmanı olan, her türlü pisliğe rahatça bulaşabilen bir kirli işler çetesi vardır. Ne zaman sahtekarca bir kumpas gerçekleşecekse, ne zaman suçsuz kişiler kamuoyunda karalanacaksa, ne zaman devlete millete zarar getirecek illegal işler gerçekleşecekse, bu kirli işler çetesi derhal devreye sokulur.
Bu aşağılık çete, işlerini yaparken hep vatanseverlik kılıfında ortaya çıkar. Oysa gerçekte tamamı satılmış vatan hainidir. Bu kişilerin kendilerine verdikleri görünümün tam aksine ne devletin bekası ve ali menfaatleri ile ne ülkenin birliği, bütünlüğü ve savunması ile HİÇBİR ALAKALARI YOKTUR. Vatanın varlık ve bütünlüğü onları ilgilendirmediği gibi, onlar için asıl hedef bu varlık ve bütünlüğü ortadan kaldırabilmektir.
Yine bu kişilerin, "geleneksel Türk aile yapısının korunmasıyla" veya kutsal değerlerle de alakaları yoktur. Bu güruh kendini toplum içinde gizleyen homoseksüellerden, özel ortamlarında travesti kıyafetiyle gezen cinsel sapıklardan oluşur. Bunların hiçbir ahlaki ve vicdani vasıfları yoktur. Bunlar, adam öldürmeye, dolandırmaya, şantaj ve tehditle baskı yaratıp işlerini bu şekilde halletmeye ve toplum düzenini bozmaya alışmış olan, topluma ve devlete faydalı ne varsa sinsi yöntemlerle yok etmeye çalışan bir bataklık gibidir. Her fırsatta, Türk toplumunun daha kötüye gitmesi ve dejenere olması için yoğun çaba içindedirler.
Tumblr media
Bu kişiler, kendilerini güçlü gibi gösterip, sahte ve ucuz kahramanlık oyunlarıyla ortalara çıkarlar. Oysa bunlar, İngiliz derin devletinin ileri gelenlerinin sadece kullanmak ve pis işlerini yaptırmak için bağlantı kurdukları, zaman zaman çağırıp, azarlayıp talimat verdikleri, asla değer vermedikleri insanlardır. Para için her türlü iğrençliği yapabilecek, her fırsatta her kirli iş için satın alınabilecek adi birer piyondurlar.
Bu piyonları kullanarak İngiliz derin devleti, yalnızca kendi şeytani zekasını oyuna sokar. Ancak, kendi parasını ve maddi imkanlarını asla ortaya koymaz. Devletin imkanlarını kendi tekeline alır, devletin parasını harcar, devletin savcılarını, polislerini, hapishanelerini, kelepçelerini, parmaklıklarını kullanır. İçi boş kumpas operasyonları için altyapı hazırlar, devletin parasını, imkanlarını ona karşı kullanır ve harcar.Bunu yaparken amacı, sadece devletin imkanlarının tüketmek değil, aynı zamanda devlete yönelik güveni de zedeleyebilmektir. Hep uzaktan yönetir, hep arka plandadır. Kumpas için piyonları kullanır, mevcut kanunların açıklarıyla herkesi kilitler, insanları düzmece suçlarla hapishanelere gönderir. İstediği yaygara, şaibe, karalama ve provokasyon faaliyetlerini yine kendi yancısı olarak kullandığı bir kısım gazete ve TV'ler vasıtasıyla yürütür. Halkı zalim, gaddar, kinci, kıskanç, öfkeli ve saldırgan hale getirmek için senaryoları özel hazırlanmış filmler, diziler, romanlar hazırlatır ve yayınlatır. Halkı dejenere hale getirebilmek için her türlü medya imkanıyla, homoseksüellik, pedofili, ensest, zina gibi sapkınlıkları doğal ve sıradan göstermeye çalışır; insanları bu fikirlere alıştırır. Darwinizm'i kullanarak her türlü arsızlığı, dinsizliği, deizm ve ateizmi yaygınlaştırır.
Yapar, uygular, sonra da haberi yokmuş gibi davranır. Dünyayı birbirine katar, her türlü fitneyi çıkarır; "ben bilmiyorum" der. İşte bu İngiliz derin devletinin, yani deccaliyetin bilindik bir yöntemidir. Nitekim "deccal"in kelime anlamı da "çok yalan söyleyen, çok aldatan, hakkı batılla karıştırarak insanları yanıltan" demektir. İngiliz derin devleti kirli işlerini yapan yancıları sayesinde uzaktan kumanda ile her türlü iğrençliği yapar, ancak bir yandan da kapalı kapılar ardında hep gizli kalır.
Tumblr media
İngiltere'den Türkiye'ye Esrarengiz ve Olağan Dışı Bir Üst Düzey Ziyaret
Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarına polis operasyonu yapılmasının hemen öncesinde İngiliz istihbarat birimlerinin üst düzey yöneticilerinin aralarında bulunduğu bir grup lord ve baronesin Türkiye'ye ani, ilginç ve son derece şüpheli bir ziyaret yapmaları kuşkusuz tesadüf değildir.
Bu kişiler, ziyaret süresince kendi devşirdikleri, kirli işlerini yapacak olan elemanlarını camiamıza düzenlenecek kumpas ile ilgili olarak bilgilendirdiler ve görevlendirdiler. Aynı zamanda da, çeşitli siyasilerle ve bir kısım "etkili kişilerle" kapalı kapılar ardında görüşüp bir takım yalan ve iftiraları gündeme getirerek kumpasın altyapısını hazırladılar. Aynı zamanda, bazı siyasiler vasıtasıyla hem Sayın Cumhurbaşkanımıza hem de Ak Parti ve MHP kurmaylarına açıkça Sayın Adnan Oktar ve arkadaşları aleyhine yalanlar, uydurma senaryolar anlatarak, onların tutuklanmalarını bizzat talep ettiler. Elbette ki Sayın Cumhurbaşkanımız, hükümet yetkililerimiz ve devlet büyüklerimiz bu yalanların, asılsız hikayelerin hiçbirine itibar etmedi ve bunları ciddiye almadı. Bunun üzerine, İngiliz derin devleti, emniyet ve yargı birimlerindeki kripto uzantılarını devreye sokarak kumpası sürdürdü.
Özetle söylemek gerekirse, Adnan Oktar ve arkadaşlarına yönelik kumpas, İngiliz derin devletinin Türkiye'deki kripto elemanlarına talimat vermesiyle hayata geçirildi.
İngiliz derin devletinin Türkiye'deki piyonları, kendilerini yerli ve milli göstererek, bu kumpası da güya dini ve milli değerleri koruma amaçlıymış gibi kurgulayarak kamuoyuna servis etti. Bu güruh, tamamen sapkın ve dejenere bir dünya görüşüne ve yaşam biçimine sahip olmakla birlikte, sanki dekolte giyim tarzından son derece rahatsız ve rencide olmuş da güya "Türk aile yapısını", dini ve ahlaki değerleri korumaya çalışıyormuş gibi iki yüzlü, sahtekar bir görünümle ortaya çıktı. Oysa bu kişiler, bir kısmı erkek erkeğe ilişkiye giren eşcinsellerden, bir kısmı da kadınlardan nefret eden tecavüzcü ırz düşmanlarından oluşan, her yerde ezilmiş, aşağılanmış, dışlanmış, kompleksli, tek bir seveni ve değer vereni bile olmayan, az bir metaya kendini derin devlete satmış beş para etmez şerefsiz ve haysiyetsiz insanlardan, psikopat ve sosyopatlardan oluşmaktadır. Din, ahlak, aile, devlet, vatan, millet bu sefil mahlukların umurlarında bile olmadığı gibi asıl hedefleri bu kutsal kavramları yok ederek yancılığını yaptıkları İngiliz derin devletine hizmet etmek ve onun takdirini kazanmaktır. İşte, bu âli kavramların ve üstün değerlerin gerçek savunucusu olan Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarını mağdur etme yarışında olmalarının gerçek nedeni de bu aferin alma çabasıdır.
Geçmiş kumpaslarda da hep aynı taktik
Derin devletin sapkın, kriminal ve profesyonel katillerden oluşan çeteleri, hep aynı isimlerle, hep aynı usullerle Türkiye üzerinde uzun zamandır çöreklenmiş haldedir. Kendilerini ehli namus gösteren bu çeteler, Türkiye'deki 200 bin genelev kadınını haraca bağlayan, kumarın ve içkinin her şeklinden nemalanan, istedikleri kişilere kumpas kurup her türlü zulüm sistemini bu kişiler üzerinde uygulayan, dilediklerini karalayan, yargılanan mağdur ve mazlum insanların zor durumda olmasını fırsat bilip onlardan milyonlarca dolarlık rüşvet isteyen, fırsatçı, hasetçi, sevgisiz, gözü dönmüş, zilletli, kimsenin sevmediği nefret duyulan insanlardan oluşur.
Bazı hanım arkadaşlarımızın dekolte giyinmesini gerekçe gösterip bunun için "yüzlerce yıllık hapis" naralarıyla ortalıkta dolaşan bu kişiler, milyonlarca kadın ve genç kızın bikini giyerek herkesin içinde plajlarda gezinmelerini, TV'lerin neredeyse tamamında dekolte sanatçıların olmasını, homoseksüel şarkıcı ve sunucuların hemen her kanalda boy göstermesini gayet normal karşılamaktadırlar. "Homoseksüellik Osmanlı'da da vardı" gibi iğrenç yalanlarla hem şerefli ecdadımıza dil uzatıp hem de kendi sapkınlıklarını sözüm ona makul göstermeye çalışmaktadırlar. Bu kirli yöntemlerle bazı yerlerden haraç alamayınca ve kendi dediklerini yaptıramayınca, haset, kin ve nefret ile husumet geliştirerek kirli kumpaslarla İngiliz derin devletinin talimatlarını riyakâr bir alçaklıkla yerine getirmektedirler.
Ülkemizde sanki bir itibar ve ağırlıkları varmış gibi üst perdeden takılan, mazlum halka hava atan bu aşağılık kumpasçılar, aslında İngiliz derin devletinden tir tir titreyen, onların önünde iki büklüm eğilen korkak, karaktersiz kişilerdir. Ama, bir yandan devletin imkanlarına sinsice erişerek diğer yandan tasmasını tuttukları bir kısım basını iftira, karalama gibi her türlü pis işlerinde kullanarak bir avuç genç kız ve genç erkeğe zulüm yapmayı marifet sayıyorlar.
Derin devlet ayakçılığı yapan bu aşağılık güruhun ülkemizde her devirde örneklerine rastlamak mümkündür. Türkiye'deki bu sinsi derin devlet çetesi tarihin derinliklerinden itibaren kendini hep çeşitli şekillerde göstermiştir. Sultan 2. Abdülhamit, İngiliz derin devletinin baskılarına bu çete nedeniyle maruz kalmıştır. Sultan Abdulaziz bu çete tarafından öldürülmüştür. Adnan Menderes'e kurulan kumpas ve Menderes'in idamı, bu çetenin elinin altından çıkmıştır. 27 Mayıs, 12 Eylül darbelerini, ardından 28 Şubat post modern darbesini yapanlar yine bu çetedir. Taksim’de vatandaşlarımızı katledenler hep bu alçaklardır. Gezi olaylarını ve 15 Temmuz hain darbe girişimini hayata geçirenler de bu aşağılık oluşumdur.
Adnan Oktar ve arkadaşlarına yönelik yapılan bu kumpas da bu aşağılık grubun eseridir. Yıllardır izlenen bilindik yöntemleri aynı ilkellik, aynı sahtelik ve aynı pervasızlıkla uygulamış ve halen de uygulamaya devam etmektedirler.
İngiliz derin devleti, yıllar boyu ülkemizde kendi aşağılık devşirmelerine yaptırdığı kumpaslarda başarı sağladığı için, Adnan Oktar ve arkadaşlarına yapılan kumpasın da kolay ve istediği gibi sonuçlanacağını sandı. Çünkü yıllardan beri izlediği bir aldatma politikası vardı; halkın naifliği, mazlumluğu ve iyi niyetinden yararlanarak, onlara onların inanabileceği, onları yanıltıp, tahrik edip istediği gibi yönlendirebileceği yalanları, dezenformasyonları sürekli olarak sundu. Bir kısım halkı, gerçek olmayan şeylere inandırabildi. Bunu, bu kumpasta da başaracağını sanmıştı. Ama olay hiç de beklediği gibi olmadı; ne kendisinin ne de kirli planlarının bu kadar ayan beyan deşifre olacağını tahmin edemedi.
İngiliz derin devletinin camiamıza yönelik kumpastaki en büyük hedefi ise, Sn. Cumhurbaşkanımızı desteksiz bırakıp yalnızlaştırmak, hükümetimizin en güçlü ve kararlı destekçi ve savunucularını etkisiz hale getirmekti.
Tumblr media
0 notes
adnanoktarvefosiller · 4 years ago
Text
10– FOSİLLERDEN ANCAK DARWİNİSTLER, KOMÜNİZM, MATERYALİZM GİBİ DİNSİZ, ATEİST İDEOLOJİLERİN MENSUPLARI RAHATSIZ OLUR...
Buraya kadar anlattığımız gibi, fosiller Allah'ın varlığının ve mükemmel yaratmasının tartışmasız delilleridir. Canlıların en mükemmel şekilde Allah tarafından yaratılıp türlerin yüzmilyonlarca yıldan bu yana hiçbir değişim ya da evrim geçirmeden günümüze kadar geldiklerinin adeta canlı ispatıdır. Bu nedenle de fosiller, haşa, Allah'ın varlığını inkar eden, canlıların yaratılmadığını, güya tesadüf ve rastlantılar sonucu doğa şartlarında oluştuğunu ve sözde ilkel formlardan evrimleşerek günümüze kadar geldiklerini savunan darwinistlerin hiç işine gelmezler. Darwinizmi sözde bilimsel temel alan komünizm, sosyalizm, leninizm, stalinizm, maoizm gibi dinsiz-ateist felsefe ve ideolojilerin mensuplarını da çok kızdırırlar. Nitekim, bundan birkaç yıl önce PKK, DHKP-C gibi bazı komünist fraksiyonların militanlarının sürekli olarak ülkemizin çeşitli yerlerinde açılan fosil sergilerine sürüler halinde gelerek cinnet geçirmiş bir biçimde fosilleri kırmaya, parçalamaya, kemirmeye çalışmalarının, sergi görevlilerine saldırmalarının altında da bu çaresiz öfke ve kızgınlık yatmaktadır.
Fosillerin 150 yıllık köhne ideolojilerini yerle bir etmesi, bu kahredici gerçeğe karşı verecek hiçbir bilimsel cevapları olmayan ateist, darwinist ve komünistleri çileden çıkarmaktadır.
Tumblr media
Fosiller ve Sayın Adnan Oktar'ın bu yaratılış mucizelerinden yola çıkarak hazırladığı –başta YARATILIŞ ATLASI olmak üzere– dev eserler yalnızca Türkiye'deki değil tüm dünyadaki Darwinistler arasında da büyük bir ideolojik paniğe yol açmıştır.
Nitekim, Evrim Teorisi'nin gerçek olmadığının bilimsel ispatı hükmünde olan bu fosillerin Sayın Adnan Oktar'ın hazırladığı ve içerisinde fosillerin fotoğraflarına yer verilerek canlıların evrim geçirmediklerinin anlatıldığı 4 ciltlik "YARATILIŞ ATLASI" Türkçe'nin dışında İngilizce ve Fransızca'ya da çevrilmiş ve aralarında Avrupa ülkelerinin de bulunduğu birçok ülkeye de ihraç edilmiştir.
YARATILIŞ ATLASI'nın kısa süre içerisinde Avrupa ülkelerinin darwinist felsefesi üzerindeki fikri etkisi o kadar yıkıcı olmuştur ki, konu Avrupa Parlamentosu (AP)'nin gündemine de gelmiş, bir AP üyesi milletvekili, toplantı esnasında YARATILIŞ ATLASI'nın acilen yasaklanması gerektiğini belirterek "BU KiTAP 300 YILLIK FELSEFEMİZİ YIKTI" şeklinde tarihe geçen açıklamalarda bulunmuştur. (Aşağıda)
Tumblr media
0 notes