#yazık etmek
Explore tagged Tumblr posts
Text
Yarın ne paylaşayım diye akşam düşündüm de... İlk aklıma gelen,
Beğenilirimin az olması tabii bu paylaşımlarımın güzel olmadığı anlamına gelmez.
Tabii herkes gibi ben de bakıyorum beğenilere kim ne kadar beğeni almış diye.
Bana bir beğeni fazla gelsin diye her paylaşıma beğeni koymam ben.
İnsanın bir çizgisi olmalı! Sonra beğeni çok olunca insana madalya takmıyorlar!
Amaç hoş vakit geçirmek en başta, aslında boş vakit geçiriyoruz da.....!
Çok beğeni alanlara bakıyorum da hepsi RB yapanlar yani hazır beğenilere konanlar!
Dini paylaşımlar en az beğeni alanlar yazık!
Sonra burada adet hiç kimse kimseye Günaydın İyi akşamlar demez insanlık mı bu!
Herkes kalbindekini, hayâllerini, yapamadıklarını, sayfasına döküyor ve rahatlıyor bence.
Genelde esprili paylaşımlar yapıyorum, Çünkü çevremi mutlu etmek yüzlerinde bir tebessüm oluşturabilmek beni çok mutlu ediyor.
Hadi hadi rahatlayın kimseye sitem etmiyorum, kimseye taş atmıyorum! ben de fikrimi söyledim işte! 😉😁
GÜNAYDINNN🤗🌞
72 notes
·
View notes
Text
Heaven Official's Blessing▪︎
244. BÖLÜM - Cennetin Kutsaması ile hiçbir yol çıkmaz değildir. -
“Tebrikler tebrikler!”
“Tebrikler ekselansları!”
Yeni inşa edilen PuQi Tapınağı hareketli ve canlıydı, insanlar içine girip çıkıyordu, Xie Lian dolu olan birkaç uzun masanın arasından geçerek su gibi akan erişte kaselerinden, altın gibi parıldayan yağlı çorbalardan ve kar beyazı, ağız sulandıran pirinçten sonra sıcak buharlı kaseleri veriyordu. Koşuşturma içindeydi ve hala misafirleri karşılamalıydı, elindeki görevlere “Teşekkür ederim, lütfen oturun.” demek için ara verdi.
Ne yazık ki bir kavgada çöken PuQi Tapınağı yeniden inşa edilmişti.
Yeniden inşa edildikten sonra, bir zamanlar harap olan küçük tapınak şimdi çok daha görkemli hale geldi, birkaç yeni bahçe bile eklendi. Aslında inşa eden Hua Cheng ya da Xie Lian değildi, PuQi köyünün köylüleriydi. O gün, Xie Lian utanç içinde kaçtığında, enkazı araştırdılar ve aslında altın külçeleriyle dolu bir kutu buldular. Doğal olarak o Quan Yi Zhen’in bağış kutusuna doldurduğu altın külçeleriydi.
Bu köylüler hiç bu kadar çok altın görmemişlerdi ve neredeyse akıllarını kaçırmaktan korkmuşlardı. Kendilerine geldiklerinde Köyün efendisi birazını PuQi tapınağını yeniden inşa etmek için almış, kalanına dokunmaya cesaret edememiş ve Xie Lian dönüp ona verene kadar güvenli bir yerde saklamıştı.
Böylece, Xie Lian Hua Cheng’i getirerek döndüğünde onları memnuniyetle karşılayan “Daozhang” ve “Xiao Hua” ya yapılan çoşkulu karşılamalarının yanı sıra yepyeni bir Taocu tapınak ve altınla dolu ağır bir kutuydu.
Xie Lian bu altın külçelerini Quan Yi Zhen’e geri vermeyi planlamıştı ama Quan Yi Zhen asla geri almazdı, her gördüğünde reddediyordu ki Hua Cheng ona şunları söyledi; “Eğer o altın külçelerini geri almazsan ruhları beslemek için doğru yöntemi unutabilirsin.” Ancak o zaman bu çocuk uslandı ve insanlara körü körüne külçe altın doldurma kötü alışkanlığını düzeltti.
Cennet mensuplarından oluşan grup selamlaşmalarını yaptıktan sonra Mu Qing'in liderliğinde, dikkatli bir şekilde avluya girdiler. Yanlışlıkla yukarı baktılar, bu Taocu tapınağın tam görünümünü gördüklerinde bütün sözleri anında boğazlarına takılıp kalmıştı.
Büyüleyici.
Fazlasıyla büyüleyici!
Kutlama renklerinin parlak, birbiriyle çatışan kırmızıları ve yeşilleri ve aşırı derecede abartılı, gökkuşağı renginde, ilahi heykel en kötüsü değildi. En kötüsü, kuruluşun plaketiydi.
O plaketin üzerine tam olarak ne yazılmış veya çizilmişti?
Yeni bir türbenin kurulmasıyla birlikte doğal olarak orada da bir kutlama yapılması gerekiyordu. Ama bu yeni türbenin kalitesi ve tadı her açıdan berbat ve pejmürdeydi, özellikle de o umutsuz yapının plaketiyle. Bu herhangi birinin iltifat etmesini gerçekten zorlaştırıyordu. Aslında önceden düşündükleri tüm tebrik cümleleri tamamen unutulmuştu.
Ancak Xie Lian bunların hiçbirine aldırış etmedi ve bunun oldukça iyi olduğunu düşündü. En azından her an çökebilecek harap bir bina değildi. Gelenleri yeniden selamladı, “Lütfen oturun.”
Bu göksel yetkililer grubu oturmak istiyormuş gibi görünmüyordu ve tebrik etmeye gelmeleri muhtemelen sadece yüzlerini göstermek içindi bu yüzden acele ettiler ve hediyelerini teslim ettikten sonra ayrıldılar. Xie Lian Mu Qing’e döndü, “Neden bu kadar aceleyle ayrıldılar?”
“Hala soruyor musun?” dedi Mu Qing.
“Evet?” diye cevapladı Xie Lian.
Mu Qing huysuzca tükürdü, “O zaman neden gidip senin şu iyi San Lang’ına sormuyorsun?”
Görünüşe göre, Hua Cheng ilk geri döndüğünde, bunu bilen ilk kişi Xie Lian oldu, ikincisi ise henüz koltuğunu ısıtmamış olan Üst Mahkeme'ydi. Bunun nedeni uzun zamandır tüm emeklerini koydukları ve aniden Sonbahar Ortası Ziyafeti gibi Hua Cheng'in üç bin fenerden oluşan gündelik dalgası tarafından katledildikleri ShangYuan festivalinin uzun zaman önce olması değildi. Sebebi muhtemelen o geceden beri tehlike çanları deliler gibi çalıyor, sanki onlara hatırlatırmış gibi tüm üst cennette o ses yankılanıyordu; “Cennetin kabusu geri döndü!”
Kabus onların gözleri önündeydi, bu yüzden tabii ki normal cennet mensupları yaklaşmaya cesaret edemediler. Ancak Xie Lian ve Hua Cheng hakkındaki dedikodular zaten abartmaya gerek kalmadan oldukça sertti. Ama onlar hala Xie Lian'ın iyi lütuflarını almak istiyorlardı Yani gelecekte Hua Cheng'e biraz merhamet göstermesi için yalvarabilirlerdi.
Xie Lian bunu öğrendi ve geçmişte Hua Cheng’in üst mahkemeden tüm bir yıl boyunca kahramanca başarılarını ilan etmesini nasıl talep ettiğini hatırladı ve güldü, “Arsız.”
“Bu sadece bir arsızlık meselesi değil?" diye azarladı Mu Qing, “Ona biraz dinlenmesini söyle, bu kontrolden çıkıyor. Şu anda bu zil her gün çok gürültülü, hiç kimse konsantre olamıyor ve tüm Üst Mahkeme işlevini yerine getiremiyor. Hatta zaman zaman tekrar düşüp insanları ezeceği anlar oldu. Yeni cennet başkenti sonunda inşa edildi, bunun gibi bir şeyin onu bir daha yok etmesine izin verme.”
“Pekala.” Dedi Xie Lian, “Birazdan ona anlatacağım. Biz buradayken denemek ister misin?” Avludaki masalardaki pirinç, erişte ve çorbaları işaret etti ve ekledi, “Onları ben yapmadım.”
Mu Qing ilk kısmı duyduğunda ifadesi soğuktu, yüzünde baştan sona ret yazılmıştı ancak son kısmı duyduktan sonra normale döndü. O sırada Feng Xin de gelmişti. Birkaç tam da gitmek üzere olan kıdemsiz yetkiliyi fırçalamak için tam zamanında bahçeye girdi. Selamlaştılar, sonra fısıldadılar, “Bu General Nan Yang.”
“Bu o. Çok üzücü, karısı ve oğlu bir erkekle kaçtı...”
Feng Xin’in alnındaki damarlar lanetlerini oracıkta kükrerken şiddetli bir şekilde fırladı, “LANET OLSUN!!! SİZ CİDDEN BUNDAN BIKMADINIZ MI?! KAÇ AYDIR BUNUNLA İLGİLİ SIKIŞTIRIYORSUNUZ?? AYRICA ‘KAÇTI’ OLACAK, ‘BAŞKA BİR ERKEKLE KAÇTI’ DEĞİL.! S*KİK BOŞ DEDİKODULARINIZI YAPMAYI KESİN!!”
Bu dedikoducu kıdemsiz yetkililer dehşete kapıldılar ve aceleyle kaçtılar. Mu Qing, elleri kollarının içine sokulmuş halde yan tarafta duruyordu, “Kendin açıklamamış olabilirsin, bu sadece kulağa daha da utanç verici geliyor.”
Feng Xin öfkelendi, kenardaki bir süpürgeyi kaptı ve sonra onu fırlattı. Mu Qing onu anında yakaladı ve homurdandı, “Artık bu eskidi. Bunu bana karşı kullanamazdın.”
Feng Xin biraz daha bağırmak üzereydi ki Xie Lian elinde başka bir süpürge ile ellerini doldurdu, “Ah iyi, ya buna ne dersin? Neden ikiniz bana bahçeyi süpürmemde yardım etmiyorsunuz? Daha önce bazı havai fişekleri ateşledik, böylece zemin kırmızı parçalarla kaplandı. Teşekkürler. Eğer sıkıldıysanız biraz deyim çalışabilirsiniz, tamam mı?”
“???”
Bir saat sonra tapınağın dışından insan seslerinin gürültüleri yakına ve daha yakına geldi.
Avludaki birkaç kişi dışarı baktı ve bir süre sonra büyük bir insan kalabalığı PuQi Tapınağı'nın avlusuna akın etti, bağırarak, “ORADA MI?”
“BURADA, OHO, OLDUKÇA ETKİLEYİCİ DE GÖRÜNÜYOR.”
“BU GERÇEK PİRİNÇ, BİR SÜRÜ PİRİNÇ!”
“VE ET DE VAR!”
Az önce Feng Xin ve Mu Qing’in süpürdüğü yer bir kez daha kirli ve çamurlu ayaklardan oluşan dev kalabalık yüzünden kirlenmişti. Mu Qing süpürgesini kavradı ve sanki birisinin ona pire bulaştırdığını hissetmiş gibi görünüyordu, gözleri büyüdü, “…Bu dilencilerin neyi var?”
Dilenci kalabalığı lideri kıyafetleri terli, saçları darmadağın bir adamdı. O Shi Qing Xuan’di. Zıpladı hopladı ve ellerini nazikçe birleştirdi, “Ekselansları, sizi rahatsız etmeye geldik! Ne dersin, Geçen sefer kabul ettiğin şey hâlâ geçerli mi?”
Xie Lian kahkaha attı, “Herkes hoş geldi, tabii ki geçerli! Lütfen oturun, oturun.”
“Çok fazla insan yok mu?” Mu Qing merak etti.
“Hayır!” dedi Shi Qing Xuan, “Geçen sene kraliyet başkentindeki insan dizisini korumaya yardım eden tüm eski ustalar burada.”
İnsan rününü korudukları sırada Shi Qing Xuan, diğerlerine bu eylemin tamamlanmasının ardından gelen gelmeyen herkese tavuk bacağı çorbası verileceğinin sözünü vermişti ama işler halledildikten sonra kimseyi bulamamış ve doğal olarak çorbalarını içememişlerdi. Bugün ise kase kase tavuk bacağı çorbası ve erişteler verildikten sonra sonunda sözlerini yerine getirebileceklerdi. Shi Qing Xuan seslendi, “MİLLET, BUGÜN KENDİNİZİ TUTMANIZA GEREK YOK! HADİ YİYELİM!!”
Dilenci kalabalığı masalardan yere sıkıştı, her biri tezahürat yaptı, sonra süper büyük kaselerine sarıldılar, höpürdettiler, höpürdettiler. Yerlerken aniden biri konuştu, “Bekleyin, bir şeyler yanlış. Kötülüğün özü burada!”
Kalabalık bakmak için başlarını çevirdi, o küçük grup aslında Cennetin Gözü ve yoldaşlarıydı. Xie Lian başında bir ağrı hissetti, “Nasıl oldu da sizler de geldiniz?”
“Geçen sefer de yardım etmiştik.” Dedi cennetin gözü, “Yani neden gelmeyelim ki?” Sonra kasesini yukarıya kaldırdı, ifadesi ciddiydi, “Millet, beni dinleyin. Bu konuda hakikaten yanılmıyorum! Bu kaselerdeki yiyeceklerde kötülük özü var, yani muhtemelen iyi bir şey değil. Bu çok şüpheli. Hemen kaselerinizi indirin, çabuk!”
Hiç kimse onu kabul etmedi. Dilenciler çoktan yemeklerini bitirmişlerdi, hepsi yine ellerini kaldırdılar, “BİR TANE DAHA!”
Feng Xin ve Mu Qing , havai fişeklerden arta kalan kırmızı artıklarla dolu avluyu süpürürken kavga etmek için süpürgelerini kullanıyorlardı. Ama diğerlerinin bu kadar memnun olduklarını ve yemek yediklerini gördüklerinde onlar da kendilerine bir kap yemek aldı ve oturdu.
Peşinden cennetin gözü öfkeyle bağırdı, “Nasıl oluyor da hiçbiriniz mantığı dinlemiyorsunuz?” ardından gidip mutfağı kontrol etmeye hazırdı ki Shi Qing Xuan onu geri tuttu, “Cidden, Daozhang, çok düşünüyorsun. Burası Çiçeği Arayan Kızıl Yağmur’un bölgesi, yani canavarların ve iblislerin özüne sahip olması normaldir. Peki peki peki, endişelisin değil mi? Gidip bir bakacağım. Sen sadece orada otur ve fazla sinirlenme”
Gerçekten ayağa kalktı ve mutfakların olduğu yere doğru yürüdü, perdeleri kaldırarak, “Gördünüz mü? Şüphe duyulacak bir şey yok—“
Xie Lian konuştu, “Bekle, ben de gelip bakacağım…”
Ancak o, Shi Qing Xuan, Feng Xin ve Mu Qing kafalarını içeri sokup baktıklarında şaşakaldılar.
Mutfağın içinde, kesme tahtası üzerinde deli gibi doğrayan iri domuz kasap vardı ve arkasında asılı olanlar hiç de domuz bacağı gibi değildi, orada doğrananın insan bacağı olduğunu düşünebilirlerdi. Diğer tarafta Dev bir tencerenin altında ateş yakılmış ve kazanın içinde Hayatının en güzel zamanını kendini fırçalayarak geçiren uzun boyunlu bir horoz ruhu vardı. Dışarıdan onu gören insanların olduğunu gördüğünde, anında çığlık attı, elleriyle göğsünü kapattı.
Xie Lian tamamen şaşkına dönmüştü ve fısıldamak için aceleyle içeri girdi, “Bunu yapamazsınız demedim mi?”
Horoz ruhu buruştu ve söz vererek göğsüne tokat attı, “Büyük amca! Gelmeden önce banyolarımızı yaptık, çok temiz! Ayrıca bu çorbanın uzun ömürlülük etkisi var, yemenin kimseye zararı olmaz! Kayıp yok! Gönül rahatlığıyla tüketebilir!”
“…”
Shi Qing Xuan sessizce perdeleri indirirken Feng Xin ve Mu Qing anında kaselerini fırlatıp attılar ve tükürdüler, “Senin yemek yapmanı tercih ederdim!”
Xie Lian alnını ovuşturdu hem eğlendiğini hem de üzüldüğünü hissetti, “Yardım etme konusunda kararlıydılar. Hayır diyemezdim. Bunu iyilik olsun diye yapıyorlar.”
O sırada Cennetin Gözü sonunda etrafta gizlice dolaşan oldukça şüpheli bir grup bulmuş gibi görünüyordu ve o da yanlarına geldi, “Bu ne?”
Cennetin Gözü’nün domuz kasabını ve diğerlerini görüp bir kere daha başka bir isyan başlatmasından korkuyordu. Ancak beklenmedik şekilde Cennetin Gözü mutfaktakiler için değil, doğrudan onun için geldi. Xie Lian'ın birkaç kez daire içine aldı ve kafa karışıklığı içinde merak etti, “Oldukça garip…”
“Ne?” Xie Lian sordu.
Cennetin Gözü şaşkın ve kafası karışık görünüyordu, “Bu doğru değil. Xie Daozhang, Nasıl oldu da vücudunuzdaki kötülüğün özü son seferden bu yana daha da kötüleşti?”
“…”
Xie Lian hafifçe boğazını temizledi. Mu Qing omuz silkti, “Tüm gün hayalet kralın etrafında dolaşıyor, tabii ki kötüleşir.”
Ancak cennetin gözü “Hayır. öyle olsa bile, böyle olmamalıydı.” dedi.
“Ne gibi?” diyerek sorguladı Feng Xin.
Çok fazla tereddüt ettikten sonra Cennetin Gözü açık sözlü olmaya karar verdi, “Nasıl oluyor da bedeninizdeki kötülüğün özü artık içinizde oluyor? O… O artık tamamen vücudunuzun içinden ve dışından yayılıyor.”
“…”
“Muhtemelen bu sefer büyük bir suçla karşı karşıyasınız. Ne yaptınız? Nasıl oluyor da bu kadar hastasınız?”
“…”
Xie Lian artık daha fazla öksüremiyordu bile. Tüm yüzü kanla patlamak üzereydi.
Feng Xin ve Mu Qing ilk başta anlamadı ama düşündükten sonra ikisi de dönüp Xie Lian'a baktılar ve sessizleştiler, “…”
Shi Qing Xuan anlamayan tek kişiydi, “Ne oldu? Yani? Neler oluyor? Ekselansları, cidden hasta mısın? Çiçeği Arayan Kızıl Yağmur biliyor mu? Sana iyi bakmadı mı?”
Hayır, hayır, hayır. Onun yüzünden böyle oldu!
Xie Lian hafifçe mırıldandı, “Hm. Aslında. Hayır. Şey… bence, artık siz neden, hmm…”
Bir görüntü karmaşası onun zihnini dolduruyordu ve kafası karışmış bir şekilde bir yığın anlamsız kelime söyledi. Aniden sırt�� birinin göğsüne çarptı. Gümüş bir kolluk takan bir kol belini sardı ve tanıdık bir ses alçakgönüllülükle gülümsedi, “Bence, siz neden yerlerinize dönüp yemeğinizi yiyip herhangi bir şeyler hakkında endişelenmeyi bırakmıyorsunuz? Nasıl olur?”
Xie Lian şu anki durumda gerçekten kendini affedilmiş mi yoksa daha da tuhaf mı hissetmesi gerektiğini bilmiyordu, “San Lang!” diye haykırdı.
Hua Cheng’in ortaya çıktığını gördükleri an hem Feng hem Xin hem de Mu Qing’in yüzleri karmaşık görünüyordu. Ama Xie Lian'dan önce onlar gerçekten hiçbir şey söyleyemediler. Sadece Shi Qing Xuan hala çok ciddi bir şekilde sorguladı, “Çiçeği Arayan Kızıl Yağmur, ekselanslarının vücudunu hiç inceledin mi?”
Xie Lian alnını tokatladı ve umutsuzca Shi Qing Xuan’ın daha fazla soru sormamasını umuyordu. Tam o sırada dilenci kalabalığı şikayet etmeye başladı, “BİR KASE DAHA!”
“DAHA FAZLA ET EKLE!”
“BU TAVUK BACAĞI ÇORBASI ÇOK TATSIZ, BİRAZ DAHA TUZ EKLE!”
Mu Qing daha fazla izleyemiyordu, “Hepiniz buranın bir tapınak olduğunu biliyor musunuz? Tanrılara tapmak için, hepiniz biraz daha kendinize dikkat edebilir misiniz?”
Ancak dilenci kalabalığı bunu takmayı reddetti. Geçen sefer insan rününü tutmak için birçok cennet mensubuyla el ele tutuştular ve korkudan titreyen, son dakikada kaçan onlarca cennet mensubu gördüler, cesaret açısından onlarla boy ölçüşemezlerdi bile. Onlar aynı zamanda Shi Qing Xuan'ı da tanıyorlardı bu yüzden tanrılar hakkında böyle düşünmekten başka bir şey gelmezdi ellerinden. Hayat söz konusu olduğunda, onlardan pek farklı görünmüyorlardı ve bu yüzden tanrılar artık o kadar yüksek ve ulaşılmaz, sert ve dokunulmaz görünmüyorlardı.
Aniden mutfağın içinden şaşırtıcı bir çığlık geldi, “KİM ORADA?”
Bunu duyan Xie Lian'ın kalbi anında sarsıldı ve mutfağa fırladı. Domuz kasap ve horoz ruhu içeride çığlık atıyorlardı bu yüzden Xie Lian aceleyle onları teselli etti, “Sakin olun, sakin olun! Ne oldu?”
Horozun ruhu o kadar sarsılmıştı ki, tüyleri diken diken oldu, vücudunun her yeri ürperdi, “BÜYÜK AMCA! BİR HAYALET VAR! bir hayalet hazırladığımız tüm yemekleri silip süpürdü. Sadece kafamı et suyunun altına daldırdım ve yukarı çıktığımda, ortada bir kase bile kalmamıştı! O Bİ HAYALET!”
Yaban domuzu kasap tükürdü, “Neden bu kadar korkuyorsun? Sende hayalet değil misin?”
Xie Lian’ın biraz kafası karışmıştı, “Bu nasıl olabilir? Az önce elli kase yaptığınızı açıkça gördüm.”
“EVET!”
Ama tekrar baktığında tabii ki elli kasenin tamamı boştu ve et suyu bile tamamen temizlenmişti!
Aklına biri geldiğinde hala şaşkın hissediyordu ve arkasına döndüğünde kapıya yaslanan Hua Cheng’i gördü, “San Lang, bu olabilir mi?”
“Büyük olasılıkla daha fazla.” Hua Cheng net bir şekilde yanıt verdi.
“En…” Xie Lian derin derin düşündü, “Muhtemelen o da kutlamaya geldi. Tabii ki hoş geldi, ama, biraz fazla yemiş… tüm yemekleri yemiş, ne yapmalıyız?”
Hua Cheng güldü, “Hiçbir şey. Faizini arttıracağım.” (Karasu gelmişti)
Hayalet Şehir'den gelen sorunlu hayaletler çetesi teslimiyetle sıfırdan yemek pişirmeye başladı. O sırada Büyük salondan ve bahçeden sanki birisi başka bir kişiyle tartışmaya başlamış gibi bağrışma sesleri geliyordu. Xie Lian tam arabuluculuk yapmak üzereyken Hua Cheng onun elini yakaladı ve bir yan kapıdan dışarı çıkardı.
İkisi el ele tutuşarak PuQi Tapınağı'ndan dışarı çıktılar. Yolun üzerinde yolu kapatan ağaçlar vardı ve Eğer ellerini bıraksalardı, ilerlemek daha kolay olurdu. Ama ikisi de birbirinin elini bırakmak istemedi ve döndüler, dolaştılar, yoldan saptılar. Onlar dolambaçlı bir şekilde dolaşırken, Xie Lian sordu, “San Lang, şimdi nereye gidiyoruz?”
“Burası çok gürültülü.” Dedi Hua Cheng. “Bırakalım onlar isyan etsin, önce biz gideceğiz.”
Xie Lian başını geriye çevirerek yürüdü, sesi biraz endişeli geliyordu, “Onları öylece bırakacak mıyız? PuQi Tapınağı daha yeni inşa edildi, ya o kavgadan sonra tekrar çökerse?”
Hua Cheng umursamış gibi görünmedi, “Eğer çökerse o zaman başka bir tane inşa ederiz. Eğer Gege isterse, dilediğin kadar çok tapınağa sahip olabilirsin.”
“ahahhahhaha…”
.
Gece vakti, QianDeng Tapınağı içinde, banyodan sonra Xie Lian hafif, kar beyazı bir iç cüppe giyiyor divanın yanındaki yeşim masaya yaslanarak fırça darbesi peşine fırça darbesi atıyordu.
Hua Cheng için bir kaligrafi defteri oluşturuyordu. Hua Cheng, divanda onun yanına uzanmıştı, o da iç cübbe giymiş, cübbesinin yakası hafifçe açıktı, parmakları saçının kuyruk ucundaki kırmızı mercan incisini oynatıyorken ölümüne sıkılmış görünüyordu.
Yeşim taşı gibi ılık lamba ışığının altında tüm bu zaman boyunca Xie Lian'a bakıyordu, Bir süre baktıktan sonra gözlerini kıstı, memnun tatmin olmuş görünüyordu. İç çekti, “Gege, bu kadar yeterli. Gel de biraz dinlen.”
Xie Lian az önce işkenceye maruz kalmıştı ve bir daha kandırılmamaya kararlıydı. Ancak bu ses tonu kulaklarının ucunun yanmasına neden oldu ve yazmaya devam ederek kendini sakin kalmaya zorladı. Sert bir sesle şunları dedi, “Hayır. San Lang, bugün biri daha senin yazına çirkin dedi, daha çok pratik yapmalısın, tamam mı? Aksi halde kimsenin sana benim tarafımdan öğretildiğini bilmesini istemiyorum.”
Hua Cheng hafifçe doğruldu, kaşlarını kaldırdı, “Gege, hatırlıyorum da geçmişte açıkça benim yazımı beğendiğini söylemiştin.”
Hua Cheng geri geldiğinden beri uzun bir süre boyunca Xie Lian uysal ve itaatkar biriydi ve her dediğine hevesle cevap veriyordu, bu da muhtemelen Hua Cheng’i şımartmış, gittikçe daha da kurnazlaştırmıştı. Xie Lian karakterleri yazmayı bitirdi ve fırçayı yere koydu, sesi daha da sert çıkıyordu, “Bırak şunu! İşim bitti, gel ve pratik yap!”
Böylece Hua Cheng tembelce Xie Lian'ın sırtına doğru ilerledi, beline sarıldı ve hafifçe eğilerek başını omzuna yasladı. O kırmızı mercan incisini saçından çıkardı ve kağıdın üzerine yerleştirdi. Xie Lian’ın elini takip edip etrafta yuvarlanmasını ve bu sayede Xie Lian'ın düzgün yazmasını kasıtlı olarak engellemek içindi.
Böylesine yaramazlık, ama aynı zamanda onun mevcudiyet duygusuyla övünme konusunda çok güçlüydü, Xie Lian cennetin gözünün “vücudunun içten dışa her yerinden” kötülüğün özünün yayıldığını söylediğini hatırladı. Bu tamamen Hua Cheng'in kokusuydu ve Xie Lian, kendiliğinden kalbinin yumuşadığını hissetti. Hafifçe mücadele etti ve fısıldadı, “…Düzgünce yaz.”
“Peki, Gege’yi dinleyeceğim.” Dedi Hua Cheng.
Fırçasını kaldırdı ama iki mısradan sonra geri yerine koydu. Xie Lian bir bakış attı ve başını salladı, zihinsel olarak sayısız kez iç geçirdi. “Umutsuz vaka.” Bir süre durakladıktan sonra o da bir fırça kaldırdı Hua Cheng'in son iki dizeyi doldurmasına yardım etti.
İşi bittikten sonra Xie Lian hafifçe üfledi ve kağıdı aldı, beraber yazdıkları şiire hayranlıkla baktılar.
Kağıdın üzerindeki mürekkep, göklere ve yeryüzüne yayılan dört zarif ifadeyi oluşturmuştu.
Hiçbir su yetmez denizi aştığında,
Tepeyi taçlandıran buluttan güzeli yoktur.
Biçare beni cezbedemeyen çiçeklerden geçtim,
Bir yarısı senin, bir yarısı aradığım Taoizm için.
Masanın yanında asılı duran E-Ming bile gözünü kırpmadan yaptıklarına büyük hayranlık duyarmış gibi kocaman açılmış gözüyle izliyordu. Hua Cheng kahkaha attı, “Gege, çabuk, adını yaz. Bu sözler kesinlikle gelecek nesilleri sersemletecek ve çağlar boyunca aktarılacak.”
Xie Lian daha önce Hua Cheng'in adını zaten yazmıştı ama onu duyduğunda kendi adını eklemek için gerçekten fırçayı eline alamadı. Hua Cheng kahkaha atmayı kesti ve ciddi gibi davrandı, “Gege, utandın mı? Sana yardım edeyim.”
Ardından Xie Lian’in elini tuttu ve kaba vuruşlarla birkaç kelime yazdı. Doğal olarak şu anki sahne olmadan kimse bu iki kelimeyi okuyamaz, kimse orada Xie Lian’in adını yazdığını söyleyemezdi.
Xie Lian kendi eliyle yazılan bu şeyi izlerken gülünç hissederek başını Hua Cheng'in göğsünün yanında kıpırdatıyordu. Aniden bu karakter çiftinin sanki onu daha önce başka bir yerde görmüş gibi tanıdık geldiğini hissetti.
Bir dakika sonra hatırladı ve gözleri aniden parladı. “San Lang! Kolunda!” diyerek haykırdı.
Hua Cheng'in kolunu yakaladı ve kolunu yukarı çekti, heyecanla haykırıyordu, “Bu o!”
O ikisinin PuQi Tapınağı'nda birlikte yaşadığı dönem Xie Lian’in Hua Cheng’in kolunda yazılı sanki başka bir diyarın karakterlerinden oluşan bir dövme olduğunu fark ettiği bir zaman olmuştu. O zamanlar zihninde uzun uzadıya düşünmüştü ama gerçekten onun başka bir dilde yazılmadığını hayal etmemişti. Görünüşe göre onun adıydı!
Hua Cheng de kendi koluna baktı ve güldü, “Gege sonunda onu tanıdı mı?”
"Bunu çok uzun zaman önce tanımam gerekirdi." Dedi Xie Lian, “Sadece…”
Sadece, Hua Cheng'in yazdıkları gerçekten şeytanın sanatıydı. Hiçbir şey söylemesine gerek yoktu ve Hua Cheng onun ne düşündüğünü tahmin edebiliyordu ve yürekten gülmeye başladı, bir el Xie Lian'ın beline sarılıyor, alnına nazik bir öpücük veriyordu, “Endişelenme, Gege’nin yazısı güzel olduğu sürece sorun yok. Yazılarım güzel olsaydı milyonlarca kez daha mutlu olurdum”
Xie Lian'ın eli dövmenin olduğu yeri okşadı. Dövmenin mürekkebi derindi ve bunun ne kadar acı verici olduğunu hayal etmek kolaydı. Yavaşça sordu, “Bu sen küçükken mi yapıldı?”
Hua Cheng gülümsedi ve başını sallayarak kolunu aşağı çekti.
O halde bu kesinlikle kendisinin yaptığı bir dövmeydi. Hayranlık duyduğu kişinin ismini sinsice kazıyan bir küçük bir çocuğunu düşününce; ne kadar çocukça. Bir o kadar da cesurca.
On parmak arasına dolanmış kırmızı bir ip ile birbirine sıkıca kenetlenmişti, aniden Xie Lian'ın gözünün önüne bir yıl önce Hua Cheng’in TongLu Dağı'nda kelebeklere dönüştüğü sahne ortaya çıkmadan önce…
O son anda, Hua Cheng bir şeyler söylemişti.
Her ne kadar sessiz olsa da Xie Lian onun ne söylediğini hâlâ tam olarak biliyordu.
Hua Cheng'in çocukluğundan beri hayatını adadığı kelimelerdi ve bundan sonra sonsuza dek onun ölümünün ötesindeydi.
“Ben sonsuza kadar senin en sadık inananınım”
“我永远是你最忠诚的信徒”
----
O kadar değişik bir his oldu ki tekrardan içimde :3
*Yarın hua cheng ve xie lian ın kaligrafi çalışırkenki çizimini güncelleyip net halini atacağım bakmak isteyen unutmasın :3 bugün atayım bitsin istedim sizi de daha çok bekletmek istemedim. yarın minnoş bir halk hikayesi var hua lian ile ilgili kesinlikle okuyunn
ayrıca devamında 252. bölüme kadar ekstralarla mutlu olacağız. o yüzden arada kontrol etmeyi unutmayın, şahsen ekstralar en tatlı olan bölümler diye düşünüyorum.
kitabın devamında görüşürüz şimdilik asıl hikaye bittiiii 🥹
#tian guan ci fu#xie lian#jun wu#feng xin#ling wen#hua cheng#heavenlyblessing#heaven official's blessing#jian lan#hualian#mu qing#xuan zhen#nan yang#yushi huang#shi wudu#shi qingxuan#hexuan#pei su#peiming#pei ming#ban yue#mei nianqing
34 notes
·
View notes
Text
Yazık gerçekten çok yazık! Öyle bir hale geldik ki artık her gün değil her saat olay yaşanmayan başladı. Ben sokağa çıktığımda "Acaba bir manyak beni öldürür mü, taciz eder mi, yaralar mı?" diye düşünmek istemiyorum artık. Yanımda sırf kendimi koruyabilmek için biber gazı, ucu sivri törpü, deodorant vb. şeyler taşımak zorunda olmak istemiyorum. Ben güvende hissetmek istiyorum. Ben artık korkmak, endişe etmek istemiyorum.
43 notes
·
View notes
Text
Sanırım en çok gurbette olmak zorluyor beni. Yani ailem asla kafama esince gidebileceğim bir mesafede değil. Bi saatlik iki saatlik hatta benim için beş saatlik yer bile gurbet olmazdı. Ama ne yazık mi ülkemizin bir ucunda ben diğer ucunda onlar oturuyor. Cidden sıkılınca kapısını açacak ya bana şunu yapmaya gelir misin yardıma diyebilecek birileri varsa çevrenizde benim için şükredin.
Her şeyi tek başıma yapmaya çalışmak çok zor. İnsanların iki günde hallettiklerini ben günlerimi veriyorum. Her şeyi geçtim hep yalnız olmak zorundayım. Şükürsüzlük etmek istemiyorum. Bin şükür bu halime. Ama gurbet çok zor arkadaşlar. Ciğerlerime kadar çok zor.
20 notes
·
View notes
Text
güzel kalpli hemcinslerim benim :) neden Islahı mümkün olmayan tipleri ,düzeltmek için hep tek taraflı olacak şekilde çabalayıp daha sonra “yıllarca emek verdim artık bırakamam” dersiniz? Yıllarca emek vermediniz, emek ; sonunda karşılığını alacağın bir şey için çaba sarf etmektir. Siz karşılığını asla alamayacağınız ve değişmi arzulamayan bir insanı değiştirmek için didinip, yıllarca boşa kürek çektiniz. O şahıslara ayırdığınız zaman ,kendinizden verdiğiniz ,boşa geçmiş , çöpe gitmiş bir zamandı ve bu yetmiyormuş gibi birkaç yılınızı daha mı değersiz bir insan için heba etmek istiyorsunuz? gelişimini tamamlamamış insanları eğitmek için çaba sarf edip ; kendinize, zamanınıza ve en önemlisi enerjinize yazık etmeyin. Gereksiz insanları gözünüzde büyütüp kendinizi o kişiye adamayın. Hayatınızın merkezine koymayın. Sizin zaten bir hayatınız var hayatınıza girmek isteyecek kişi bunu kabullenerek hayatınıza girmeli. Hepimizin belli bir hayat düzeni var ve hayatınıza alacağınız kişiyi bu rutine adapte edip , hayatınızda o kişiyede yer veriyorsunuz sadece. Hayatınız o kişiden ibaretmiş gibi davranıp , kendinize saygısızlık ve haksızlık etmeyin. Sizin sınırlarınıza saygı duymayan insanlara hadlerini bildirmekten çekinmeyin. Hiçkimse için kendinizden bu kadar feragat etmeyin. Fedakarlık , sevgi , aşk , iyilik adı altında iyi niyetinizin sömürülmesine müsade etmeyin. Kendinizden önce bir başkasını sevmek, değer vermek , önceliğiniz haline getirmek ;kendinize yapacağınız en büyük kötülük ve saygısızlık olacaktır. Zararın neresinden dönerseniz kârdır. Sizi hak etmeyen insanları ,sevginiz ve emeğinizle ödüllendirmeyi bırakın artık . Hakettiğiniz değerden daha azına asla razı olmayın. Vasta razı olup kalitesi düşük insanlar için standartlarınızı düşürmeyin. Mutluluğu bir kişiye bağlamayın ve sevgi görmek için kendinizden ödün vermeyin. Hiç kimseden medet ummayın ve layık olmadıkları yerde tutmayın.
Tüm kızlara kocaman sarılıyorum ve mutluluğu hak ettiklerini hatırlatmak istiyorum ❤️
50 notes
·
View notes
Text
Biz insanlar, diğerlerini çoğu zaman tanımak yerine tanımlamaya meyilliyiz. Birbirimizin yaşamlarına dair yüzeysel ipuçlarını toplar, ardından bu bilgileri kendi önyargılarımızla harmanlayarak bir profil çizeriz. Gözlerimizin önündeki küçük bir kesitte gördüğümüz davranışlar ya da duyduğumuz birkaç kelime, bize o kişi hakkında kesin yargılar oluşturma cüretini verir. Oysa insanların derinliklerinde, yüzeyde görünenden çok daha fazlası vardır. Bir insanı gerçekten tanımak için, onun kalbine ve zihnine yolculuk etmek gerekir. Onun yaşadığı acıları, sevinçleri, korkuları ve umutları anlamak, bir çiçeğin açma sürecine tanık olmak gibidir; sabır, zaman ve içten bir merak gerektirir. Ne yazık ki, biz çoğunlukla bu derin yolculuğu yapmaktan kaçar, daha kolay olanı seçeriz. Tanımlamak, kolayca çizilen sınırlarla başa çıkmak demektir; tanımak ise, bu sınırların ötesine geçmeyi ve bir başkasının iç dünyasında kaybolmayı gerektirir. Bu yüzden, birçok kişiyi tanıdığımızı sanırken, aslında onları sadece tanımlamış oluruz.
32 notes
·
View notes
Text
Müslümanlar olarak bugünkü katil, hain, kalleş, terrorist yahudilerin/israilin hakkında çok düşünmeye, ateşkes için uğraşmaya beklemeye gerek yok. Hüküm Efendimiz'in (sallallahu aleyhi vesellem) nezaretinde Sad bin Muaz (radıyallahu anh) bundan 1.400 sene önceki Beni Kurayza Yahudileri için verdiği hükümdür:
"Benim hükmüm odur ki, akil ve baliğ olan bütün erkeklerin boynu vurulsun! Kadınları, çocukları esir alınsın, malları da Müslümanlar arasında taksim edilsin!"
Onlar 1.400 sene geçmiş olsa da yine aynılar o zamanda katil, hain, kalleş, teröristlerdi şimdide aynılar ama Müslümanlar 1.400 sene önceki Müslümanlar değiliz ne yazık ki...
-Beni Kurayza Yahudileri-
Beni Kurayza kabilesi ise, Uhud Savaşı sonrasına kadar Medine'de kaldı. Fakat bu kabile de Hendek Savaşı sırasında vatandaşlık anlaşmasına uymadı. Savaşın en şiddetli anında on bin kişilik bir Kureyş ordusunun yürüdüğünü gören bu kabile de Müslümanları arkadan vurmak üzere, harekete geçti.
İslam ordusu iki ateş arasında kalmıştı. Kuzey ve batıda müşrik Kureyş orduları, güneydoğuda ise Yahudiler bulunuyordu. Müslümanlar, on bin kişilik müşrik ordusu ve Yahudilerle, bir aya yakın geceli gündüzlü durup dinlenmeden çarpıştılar. Açlık, susuzluk, uykusuzluk ve şiddetli soğuklara aldırış etmeden canla başla mücadeleye devam ettiler. Sonunda müşrikler mağlub bir şekilde, fırtınalı bir gecede, geldikleri gibi perişan bir halde Medine'yi terk ettiler.
İslam ordusu, Hendek Savaşı'ndan Medine'ye döner dönmez ihanet eden Beni Kureyza Yahudilerinin üzerine yürüdü. Peygamber Efendimiz (asm)'in emriyle derhal harekete geçip Beni Kureyza kabilesinin bulunduğu kale kuşatma altına alındı.
Peygamber Efendimiz (asm) onları önce İslama davet etti. Yahudiler, bu güzel teklifi kabul etmediler, Sevgili Peygamberimiz (asm)'in; "Öyle ise, Allah Teala ve Resulünün emrine boyun eğerek kaleden inip teslim olunuz." emr-i şerifini de reddettiler...
Bir ay kuşatmadan sonra Beni Kureyza kabilesi Peygamber Efendimiz (asm)'den, haklarında hüküm vermek üzere bir kimseyi hakem tayin etmesini istediler. Resulullah Efendimiz (asm) de "Ashabımdan istediğiniz kimseyi hakem seçiniz." buyurdu. Onlar da daha önceden Medine'de meşhur kabile reislerinden olan Sad bin Muazı istediler ve "Biz Sad bin Muazın vereceği hükme razı oluruz." dediler. Peygamber Efendimiz (asm), Sad bin Muaz Hazretlerinin getirilmesini emrettiler. Sad bin Muaz, Hendek Savaşında ağır yara almıştı, sedye üzerinde getirildi.
Peygamber Efendimiz (asm);
"Ey Sad! Şunlar, senin hükmüne göre teslim olmayı kabul ettiler. Haydi, onlar hakkındaki hükmünü bana bildir."
buyurdu. Hazret-i Sad, Yahudilerden, vereceği hükme razı olacaklarına dair kesin söz aldı. Her iki taraf da verilecek hükmü merakla beklemeye başladılar.
Hazret-i Sad, hükmü açıkladı:
"Benim hükmüm odur ki, akil ve baliğ olan bütün erkeklerin boynu vurulsun! Kadınları, çocukları esir alınsın, malları da Müslümanlar arasında taksim edilsin!"
Bu kesin hüküm karşısında, Yahudiler donup kaldılar. Çünkü kendi kitaplarında (Tevrat'ta), azgınlık yapanlara verilecek ceza aynen böyleydi:
"Şehrin birine harb etmek için vardığında, onları sulha davet et. Bunu kabul edip, kapılarını açarlarsa, içindekilerin hepsi, sana haraç versinler ve hizmet etsinler. Şayet, harb etmeye karar verirlerse, onları muhasara et. Allah Tealanın ihsanı ile onlara galip geldiğin zaman, erkeklerinin hepsini kılıçtan geçir. Kadınlarını, çocuklarını ve mallarını ganimet olarak al!.." (Tesniye/Yasanın tekrarı, 10-14)
Sad bin Muaz Hazretlerinin verdiği hükmün ilahi hükme uygun gelmesinden dolayı, Âlemlerin Efendisi Sevgili Peygamberimiz (asm), onu tebrik edip; "Sen, onlar hakkında Allah Teala'nın yedi kat gökler üstünde, Levh-i Mahfuzdaki hükmüne uygun hüküm verdin!" buyurarak takdirlerini bildirdiler.
Yahudiler, kendi kitaplarında belirtilen bu hükme itiraz edemediler. Verilen hüküm yerine getirildi. Böylece, Müslümanların en sıkışık zamanlarında arkadan vuran, yapılan bütün antlaşmaları bozan, Peygamber Efendimiz (asm)'e, çocukluğundan beri düşmanlık yapan, öldürmeye uğraşan, sihirler yapan bu kavim de Medine'den temizlenmiş oldu.
27 notes
·
View notes
Text
Cinayetin faili Richard Ramirez'e hem fenotip olarak hem yaptığı çizimle çok benziyor. Bazıları cezalaaaar, polis, adalet yhaaa dese de ben bu durumun büyük sorumluluğunun psikiyatrik tedavi gördüğü hastanelerde olduğunu düşünüyorum. Tedavi kapsamını bilmiyoruz ama hastanelerin çok yoğun olduğu ve doktorların da artık işlerinden koptukları bir tabloda nasıl bir kapsam olabilir? Bu çocuk daha önce intihar teşebbüsünde bulunmuş, ortadan iki kez kaybolmuş, ciddi sorunları olan biri. Bu bizim dışardan bildiklerimiz, eminim doktorları daha fazlasını görebilirdi. Ayrıca bu profildeki birinin kasapta asla çalışmaması gerekir, ailesi cahil olabilir de doktorları danışan profilini çıkarır, ne işlerle uğraştığını bilir, sorarlar veya kişisel bilgi ve kişilik envanteri karışımında bir form doldurtup ona göre planlama yaparlar?! (Mesleki terimlerini bilmemekteyim)
Daha önceki suç kaydının -varsa- ne tür olduğunu henüz öğrenemedik veya bilen varsa söyleyebilir ama madde kullanımı içinse ülkenin üçte birini hapisten hiç çıkarmamalari gerekir, devletlerin suçla mücadeleye ayırdıkları fon çok yüksek olmaz arkaşlar.
Son nokta ise adının ne olduğunu bile hatirlamadigim bu çocuğun zaten hiçbir şey gözünde değil, iki kızı vahşice öldürüp hiç çekinmeden kendini surlardan attı. İntihar yöntemi de bizi düşündürmeli, dönüşü olmayan intihar türü. Bu cinayetleri işlerken madde etkisinde olması da olası, soruşturmadan neler çıkacak takip etmek istiyorum. Ne yazık ki Narin cinayetinde olduğu gibi toplumda yaşattığı kaos nedeniyle uzun bir süre veya hiçbir zaman kamuoyu ile paylaşılmayabilir.
13 notes
·
View notes
Text
Güzel bilgileri paylaşma hastalığı.
Kendimize şunu sorduk mu hiç? Ben iyi ve güzellikleri tebliğ ediyorum ama temsil ediyor muyum?
Güzellikleri tebliğ etmek yani paylaşmak, ulaştırmak, iletmek kolaydır. Güzel bir yazı yazarsınız onu paylaşırsınız. Güzel bir bilgi elde edersiniz onu başkalarıyla paylaşırsınız. Hikmetli bir söz okursunuz onu profilinizde paylaşma gereği duyarsınız...
Ama ne yazık ki bazılarımızın profil sayfası, profilinden daha dindar gözüküyor. Sayfası ayetler, hadisler, hikmetli yazılar, öğüt dolu içerikler, güzel videolar, resimli mesajlar ile dolu. Sayfa, sayfanın sahibinden daha mütedeyyin!
Bazılarımızın sosyal medya hesabı, işletme hesabından daha takvalı. Sayfasında ticaretle ilgili ayetler, hadisler, yazılar, fetvalar, takvalar var ama bunları paylaşan adamın ticarethanesinde iş ahlakı yok, işçi ahlakı yok, işveren ahlakı yok, helal kazanca dikkat etme yok, borca vefa yok, dürüstlük yok... Sosyal medya hesabı cennetlik gözüküyor ama hesabın sahibi cehennemlik gözüküyor...
Bazılarımızın paylaştıkları, giyim ve kuşamından daha tesettürlü. Profil sayfasına baktığında zannedersin büyük bir hanım evliya bu sayfanın sahibi... Ama gerçekte düğünlerde kendinden geçen biri. Paylaştıkları tesettürlü, iffetli ama paylaşımı yapan, tesettüre dikkat etmiyor, iffetini korumuyor, Müslüman kadın ahlakına dikkat etmiyor...
Allah tebliğ ettiklerimizle değil temsil ettiklerimizle bizi yargılayacak. Paylaştıklarımızla değil, pay çıkardıklarımızla ödüllendirecek. Bu din laf işi, paylaşım işi, tebliğ işi değil, lafın gereğini yapma, paylaşımın içeriğini yerine getirme ve temsildir.
Tebliğ, temsil varsa değer kazanır.
Murat Padak
9 notes
·
View notes
Text
Mutsuzluktan söz etmek istiyorum Dikey ve yatay mutsuzluktan Mükemmel mutsuzluğundan insansoyunun sevgim acıyor Biz giz dolu bir şey yaşadık Onlar da orada yaşadılar Bir dağın çarpıklığını bir sevinç sanarak En başta mutsuzluk elbet Kasaba meyhanesi gibi Kahkahası gün ışığına vurup da ötede beride yansımayan Yani birinin solgun bir gülden kaptığı firengi Öbürünün bir kadından aldığı verem Bütün işhanlarının tarihçesi Bütün söz vermelerin tarihçesi sevgim acıyor Yazık sevgime diyor birisi Güzel gözlü bir çocuğun bile o kadar korunmuş bir yazı yoktu Ne denmelidir bilemiyorum sevgim acıyor Gemiler gene gelip gidiyor Dağlar kararıp aydınlanacaklar Ve o kadar Tavrım bir şeyi bulup coşmaktır Sonbahar geldi hüzün Kış geldi kara hüzün Ey en akıllı kişisi dünyanın Bazan yaz ortasında gündüzün sevgim acıyor Kimi sevsem Kim beni sevse Eylül toparlandı gitti işte Ekim filan da gider bu gidişle Tarihe gömülen koca koca atlar Tarihe gömülür o kadar - Turgut Uyar, Acıyor (Büyük Saat, Bütün Şiirleri / Kayayı Delen İncir)
#Turgut Uyar#Acıyor#Eylül#Ekim#Hüzün#Sonbahar#Büyük Saat#Kayayı Delen İncir#Mutsuzluk#Sevgi#Sevgim Acıyor#kayayı delen incir#Yürekbalı#Kitap#Şiir#Hakan Ercan#Tarih#Güz#Kış#İnsan#insan#Yaşam#Yaşamak#Hayat#Kara Hüzün
10 notes
·
View notes
Text
çizmeye niyet ettiğim resmi yaktım. artık bunlar çok önemli değil. eskiden olsa çizdiğim resim yarım kalmasın diye uykusuz kalırdım. -uyuyabiliyordum yani- ne devrimmiş. devrilmişim de haberim yok. yüzüm gülmezdi de insanları da kırmazdım ya. şimdi kırmak masumca, katletmek geliyor içimden. bak ben bunların farkındayım. korkunç olan da bu. her şey korkunç bir hal alıyor. küçükken bende denize dair bir şeyler olsun isterdim. gözlerim mavi olsun, saçlarım dalgalı olsun. hırçın biri oldum. denizden payıma bu düştü. saçlarım da gün geçtikçe kısaldı. sahiller, şişeler, masallar,balıklar. her şeye anlam verenim. yoldaki köpek ağabeyi hatırlatır. gökdeki parlayanlar elinde yastık olan bir çocuğu. ben her dakikamı bir anlama feda ettim. kendini bağışlamak feda etmekten ibaretti sanki. feda etmek yok olmak. ne yazık ki anlamlar bilinmeyecek. nefret ettiğim her şeyi mermi niyetine şarjöre doldurdum. ben o silahı kafama dayarken nefret ettiğime yenilmeyeyim diye indirdim. yukarıdakine bile başkaldırdım, düz yol bekler mi beni! "umut etmenin yorgunluğu." bu yük sırtıma çok ağır geliyor. yollar.. yetişmeye çalıştığım yollar. bir kendine yetişemedin.. dinlenme tesisleri. ah o karanlık soğuk. ciğerlerinin yangınını ortaya çıkaran tek an. sigara dumanından fazlası. içim yanıyor. ne yazık ki hiçbir soğuk bu yangını söndürmedi.
13 notes
·
View notes
Text
Dikkat çekmek istediğinde durup dinle, şefkat istediğinde kucağına uzan, biraz zaman istediğinde gidip kanepede uyu, kavga etmek istediğinde sakinleşene kadar ona sıkıca sarıl, elinden gelen her şeyi yap ama hayatının aşkı için savaşmayı asla bırakma, ne yazık ki en çok ihtiyacım olduğunda kimse bana bu tüyoları vermedi.
16 notes
·
View notes
Text
Kur'an-ı Kerimde Allah'u teâlâ şöyle buyurmaktadır:
"Ey insanlar! Muhakkak ki biz, sizi bir erkekle bir dişiden yarattık... Ve sizi millet millet, kabile kabile yaptık ki, tanışıp kaynaşasınız... Allah katında en şerefliniz takvaca en ileri olanınızdır (O'ndan en çok korkanınızdır.)"
(Hucurat Sûresi, 13)
🇹🇷☝️🇵🇸
Nitekim peygamberimiz (a.s.m),
"Ümmetimin helâk olması üç şeyden ileri gelecektir.
Bunlar:
- Kaderiye (yani kaderi inkar etmek davası),
- Unsuriyet (ırkçılık) dâvâsı,
- Dinî meselelerde gevşeklik etmektir."
(Taberanî, Mu'cemüs Sağir, 158)
🇵🇸☝️🇹🇷
Kendisi bir Arnavut olan Mehmed Akif, kavmiyet fikrine dayanan dünya görüşünü şöyle yermekteydi:
“Hani, milliyyetin İslâm idi... Kavmiyyet ne!
Sarılıp sımsıkı dursaydın a milliyyetine
“Arnavutluk” ne demek? Var mı şeriatte yeri?
Küfr olur, başka değil, kavmini sürmek ileri
Arabın Türke; Lazın Çerkese, yahud Kürde;
Acemin Çinliye rüchanı mı varmış? Nerde!
Müslümanlıkta “anâsır” mı olurmuş? Ne gezer!
Fikr-i kavmiyyeti tel’in ediyor Peygamber.”
Akif, ulusçuluğun Müslümanları nasıl parçaladığını ise Süleymaniye Kürsüsünden adlı şirinde şöyle dile getiriyor:
“Müslümanlık sizi gâyet sıkı, gayet sağlam,
Bağlamak lazım iken, anlamadım, anlayamam,
Ayrılık hissi nasıl girdi sizin beyninize?
Fikr-i kavmiyyeti şeytan mı sokan zihninize?
Birbirinden müteferrik bu kadar akvâmı,
Aynı milliyyetin altında tutan İslâm’ı,
Temelinden yıkacak zelzele kavmiyyettir.
Bunu bir lahza unutmak ebedi haybettir.
Arnavutlukla, Araplıkla bu millet yürümez...
Son siyasetse bu, hiç böyle siyaset yürümez.
Sizi bir aile efrâdı yaratmış Yaradan;
Kaldırın ayrılık esbâbını artık aradan.
Siz bu davada iken yoksa, iyâzen-bilâh,
Ecnebiler olacak sâhibi mülkün nâgâh.”
Mehmed Akif ne yazık ki neticede haklı çıkmış, Müslümanlar, fikri kavmiyetin pençesinde paramparça olurken, ecnebiler İslâm beldelerini yer altı ve yer üstü kaynaklarıyla birlikte talan etmiştir.
Bu süreçte sınırları cetvelle çizilen yapay devletler, sömürgeci Batılı güçlerin kuklası olarak işlev görmüştür.
Müslümanların, kavmiyet fikrini esas alan ulusçuluk fitnesiyle paramparça olmasıyla birlikte İslâm dünyası sömürgecilerin işgaline açılmış, Kudüs de dahil Filistin toprakları siyonistlerin istilasına uğramış, böylece ırkçı “İsrail” devletinin kuruluşu hazırlanmıştır.
Kaynak 1-https://sorularlaislamiyet.com/blog/milliyetcilik-irkcilik-degildir
2-https://www.kokludegisimdergisi.com/index.php?p=makaleDetay&makale=683
#İbrahim kalın#mehmet akif ersoy#Allah#sallallahu aleyhi ve sellem#hzmuhammedsav#islamic#ırkçılık#kavmiyyetçilik#muslim#Kur'an'ı Kerim#türkiye#doğa#travel photography#travel destinations#travel#manzara#view#natural#europe#africa
40 notes
·
View notes
Text
faust: senin bu sözleri söyleyemeyeceğini sanıyordum. şimdi, çok eski bir zamanı ve büyücüler mutfağını mı hatırlıyorsun? dünya ile ilişkide bulunmak ve boşluğu öğrenmek zorunda değil miyim? kendi görüşümü mantıklı bir şekilde söylediğim zaman itirazlar iki kat şiddetle yükseldi. hatta beni rahatsız eden şeylerden kurtulmak için ıssız yerlere gitmek, ama sonra büsbütün unutulmuş bir halde ve yalnız yaşamamak için ne yazık ki kendimi şeytana teslim etmek zorunda kaldım.
mefisto: eğer okyanusu yüzerek geçip o sonsuz denizlerin içine inecek olsaydın, çok önemli şeylere şahit olurdun. o yeşil ve sessiz denizlerin içinde kayıp giden yunus balıklarını, güneşi, ayı, yıldızları ve geçen bulutları görürdün. oysa eskiden beri boş olarak duran bu uzak yerlerde şimdi hiçbir şey göremeyeceksin, adımının sesini bile işitemeyeceksin, üzerinde durup dinlenebileceğin bir şey bulamayacaksın.
faust: sen yalancı mürşitlerin başı gibi sözler söylüyorsun! ama tam ters y��nde. beni, sanatımı ve kuvvetimi arttırayım diye, aslında bir hiçli��e gönderiyorsun. beni, aynen kediler gibi, senin istediğin kestaneleri kızıl ateşin içinden tırnaklarımla çekip çıkarmak için kullanmak istiyorsun. ama ben, kararımı verdim. bu işin bütün sırlarını öğreneceğim. senin o hiçliğinde ben her şeyi bulacağımı sanıyorum.
mefisto: ayrılmadan önce seni övmek istiyorum. Artık senin, şeytanı anladığını görüyorum.
Johann Wolfgang von Goethe, Faust 1808.
50 notes
·
View notes
Text
Bu hafta sorumuz 'en çok bırakmak istediğiniz alışkanlık nedir?' İşte cevaplar
@yildizlarinsonsuzlugukadar
Ani sinirlenmelerim
@251121-8
Kendimi açıklayamadığım zaman ağlamak. Çok sinirimi bozuyor.
@sonvapurdakacti
Yak sanırım
@birdemethuzunum
Affetmek herkesi ne yaparsa yapsın affediyorum ağzıma sıçıyorlar sorun yok diyorum. Bunu bırakmak istiyorum birde hayır diyememek.
@kuscamgaliba
Çok fazla düşünmek
@gecemavisieswaa
Kalbim yoruldu. İlk olarak kalbimi yoranları hayatımdan çıkarmak isterim. Ama bu mümkün değil bu yüzden silah sevgimi ve boksu bırakmam gerektiğini düşünüyorum
@ulakan
Bi alışkanlığım yok şimdilik ama kafaya takmak alışkanlık sayılırsa onu bırakmsk isterim.
@kitapsever
Tırnak yemem
@onlylovee
Bilemiyorum aklıma birşey gelmedi
@yesilkupeligirl
Hayır diyebilmek
@hayatierteleyenbiri
Sanırım herşeyi çok fazla düşünmek
@01-aprill
Sigara ve uykumun ağır olması
@orendagibii
En çok bırakmak istediğim alışkanlık değilde çok düşünüyorum olması gerektiğinden fazla bazen yıpratıcı olabiliyor
@cirkinkadininutopyasi
özür dilemek. En ufar birşeyde özür dilemekten yoruldum artık.
@gokkusagitozuu
Çok düşünmek kurmak
@bendeliyimhanimefendi
Herşeyi ertelemek kesinlikle. Hep ertelediğim için notlarım düşüyor falan. Kitaptaki bölümlerde bazen hep uyuyim sonra yaparım dediğimden geç geliyor.
@bir-siyah-hikayesi
Yaşamak.
@pappatyazar
Dert bulamayınca salakça şeyleri ucunda ölüm varmışcasına dert etmek
@lotuscicegi-q
Ailemi falan öyle normal birşeyi anlatırken yani birşey olduğunda direk gözlerimin dolması ve insanlara bu kadar iyi yaklaşamamak, çok empati hiçbir zaman iyi değildir. Bazı şeyleri onlardan fazla düşünmekte iyi değildir. Herkes kendini düşünebilir. Onların düşünmediği şeyleri ben düşünmek zorunda değilim.
Kendime her ne kadar bundan sonra yapmayacağım desemde ne yazık ki yapmaya devam ettiğim şeyler bunlar.
@gelmemeyeegitmisim
Insanlara fazla bağlanıyorum kopamıyorum onlardan
@cninzihni
Herkesi memnun etmeye çalışmak/ kendimi belirli aralıklarda, fırsat buldukça yermek
@iamayes
Alışkanlık olarak geçer mi bilmiyorum ama kararsızlığı ve çok düşünmeyi bırakmsm gerekiyo
Daha bet bir eylem olarak soruyorsanda yok sanırım
@biz-2miz
İnsanları affetmek ya da herşeye rağmen belki demek. Küçük bir ihtimal için kemdimi harap ediyorum çünkü.
@yasanamayanhayalllerr
Herkesi kendim gibi görmek istemem
16 notes
·
View notes
Text
"Kur'an ve Sünneti Nasıl Anlamalıyız?"
Ne yazık ki son zamanlarda bazı ferdlerin (tevhidi camia da dahil) sahabelerin sahih ve sarih bir şekilde ulaşan rivâyetlerine itibar etmediklerini, bir konuda kendi çıkarımlarına, reylerine ve hocalarının görüşlerine yer verdiğine şahit olduk. Kurân ve Sünneti anlama yolunda selefe ittibâ etmeyip bundan başka menhec edinen kimseler hakikate ulaşmada zıkzaklar çizmekte ve yoldan sapabilmektedir.
Allah Teâlâ Kur'ân'da selefin eserlerinin hüccet olduğunu bizlere söylemiştir. Allah'ın izniyle bununla alakalı Kur'ân, sünnet ve muteber imamlardan deliller aktaracağız.
Allah azze ve celle şöyle buyurmuştur:
〰وَمَن يُشَاقِقِ الرَّسُولَ مِنْ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُ الْهُدَىٰ وَيَتَّبِعْ غَيْرَ سَبِيلِ الْمُؤْمِنِينَ نُوَلِّهِ مَا تَوَلَّى وَنُصْلِهِ جَهَنَّمَ وَسَاءَتْ مَصِيرًا
"Kimde hidayet kendisine apaçık belli olduktan sonra, Resul'e muhalefet eder ve müminlerin yolundan başka bir yol kendine seçerse, onu yöneldiği o yola havale eder ve sokarız. Ne kötü dönüş yeridir orası." (Nisa, 4/115)
İmam eş-Şâfii bu ayetin tefsirinde şöyle der:
لا يصليه جهنم على خلاف سبيل المؤمن إلا وهو ��رض
"Her kim müminlerin yoluna muhalefet ederse cehenneme girmesi ona farz olur."
Allah azze ve celle şöyle buyurmuştur:
لَقَدْ مَنَّ اللَّهُ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ إِذْ بَعَثَ فِيهِمْ رَسُولًا مِّنْ أَنفُسِهِمْ يَتْلُوا عَلَيْهِمْ ءَايَتِهِ وَيُزَكِّيهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَإِن كَانُوا مِن قَبْلُ لَفِي ضَلَالٍ مُّبِينٍ
"Andolsun ki: Allah müminlerin içinde, kendilerinden olan bir Resul göndermekle onlara iyilikte bulunmuştur." (Al-i İmrân, 3/164)
Yine Allah şöyle buyurmuştur:
حَرِيصٌ عَنتُمْ مَا عَلَيْهِ عَزِيزٌ أَنْفُسِكُمْ مِنْ رَسُولٌ جَاءَكُمْ لَقَدْ رَحِيمِ رَؤُفٌ بِالْمُؤْمِنِينَ عَلَيْكُمْ
"Andolsun ki size, içinizden olan, sizi zora sokan şeylerin kendisine ağır geldiği, size pek düşkün, müminlere karşı şefkatli ve merhametli olan bir Resul gelmiştir." (Tevbe, 9/128)
Yine Rabbimiz şöyle buyurmuştur:
وَاخْفِضْ جَنَاحَكَ لِمَنِ اتَّبَعَكَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَۚ
"(Şefkat) kanatlarını, sana uyan müminlere ger." (Şuarâ, 26/215)
Bu ayetlerde de yine aynı şekilde müminlerden bahsederken orada doğrudan bu müminlerin sahabe olduğu anlatılmaktadır. Buradan da anlaşılıyor ki kim sahabelerin yolunu değil de başka bir yol tutarsa ve tâbi olunulması farz olan esere tâbi olmazsa ve ona muhalefet ederse muhakkak sapıklığa ve delâlet yollarına girecektir.
İmam eş-Şâfii, (Nisa, 4/115) ayeti icmanın delili olduğunu söylemekle birlikte bu icmanında sahabenin icması olduğunu belirtmiştir. O yüzden onların eserlerine ittiba etmek farzdır.
Ebu'l-Hasan Ubeydullah İbn-i Hârûn el- firyabi diyor ki:
Ben Mekke'de iken Şafiî'den şöyle işittim, dedi ki: "Bana ne istiyorsanız sorun. Ben ise size Allah'ın kitabından ve Resûlullah'ın ﷺ sünnetinden cevap vereceğim. Ben içimden bu adam ne kadar cüretkârdır dedim. Sonra ona sordum dedim ki: Ey Ebu Abdullah! ihrâmda olan bir kişi bir arıyı öldürebilir mi? Bu konuda İmam eş-Şafiî "Evet" dedi. Delili nedir diye sordum. Dedi ki: Allah Teâlâ şöyle buyurdu: "Resul size ne vermişse onu alın ve sizi neyden nehyetmişse ondan uzak durun." (Haşr, 59/7) Sonra bir silsile rivayet ederek şöyle devam etti: Resulullah, Ebu Bekir ve Ömer için şöyle buyurdu: "Benden sonra bu iki kişiye güvenin, bu iki kişiye tâbi olun." Daha sonra İmam şöyle dedi: "Ömer ihrâmda olan kişiye, arı öldürmesini emretti."
İmam eş-Şâfii bir müçtehit olmasına rağmen bu ayeti nasıl istidlal etti ve anladı? Kendi reyi ile mi? Yoksa eser ile mi? İmam Ömer bu meseleyi bir nassa dayanarak mı söylemiştir? Yoksa kendi nefsinden mi hüküm vererek helal kılmıştır? Elbette ki kendi nefsinden hüküm vermemiştir. İşte tamda bundan bahsetmek istiyoruz.
İmam eş-Şafiî'nin delil olarak Ömer'den getirdiğine de eser denilmektedir. Sahabeden gelen eserin hükmü ise merfu babındandır. Yani sahabenin eseri merfu'dur onların sözleri mutlaka Resulullah'a ﷺ nispet edilmiştir bilhassa helal haram ve gaybi meselelerde. Çünkü Ömer kendinden/reyinden bunu söylemez! Demek ki bunu Resûlullah tan ﷺ duymuş ve böyle demiştir. İmam eş-Şafiî'de kendi nefsinden cevap vermemiştir, nitekim kendisine sorulan soruya evet diye cevap verdiği zaman ayet ile delil getirmektedir. Ayeti de bir sahabenin görüşüne, tefsirine göre daha açık bir ifadeyle sahabe nasıl anlamışsa ona göre almıştır. Allah Teâlâ aynen İmam eş-Şafıî'nin yaptığı gibi bizimde aynısını yapmamızı emretmektedir. Allah, İmam'a rahmet etsin!
İmam el-Firyâbî tahdîs etti, dedi ki: Abbâs b.Velîd Mezyed tahdîs etti, dedi ki: babam haber verdi, işittim dedi ki: el-Evzaî dedi ki:
الرجال وآراء وإياك ، الناس رفضك وإن ، سلف من بآثار عليك بالقول لك زخرفوا وإن ،
"Sana düşen selefin eserlerine uymaktır velev ki insanlar seni reddetseler bile! İnsanların görüşlerinden sakın velev ki kelimelerini senin için süsleseler bile. "
Yine İmam el-Evzaî dedi ki:
اصْبِرْ نَفْسَكَ عَلَى السُّنَّةِ، وَقِفْ حَيْثُ وَقَفَ الْقَوْمُ، وَقُلْ بِمَا قَالُوا، وَكُفَّ عَمَّا كَفُّوا عَنْهُ، وَاسْلُكْ سَبِيلَ سَلَفِكَ الصَّالِحِ، فَإِنَّهُ يَسَعُكَ مَا وَسِعَهُم
"Sünnet üzere sabret. Onların (selefin) durdukları yerde dur. Onların söylediklerini söyle. Onların ilgilenmediklerinden yüz çevir. Kendinden önce salih (Selef) kimselerin yoluna uy. Onlara yeten sana da yetecektir. "
Bu kısma kadar anlatılan şeyler, bu problemlerin yaşanmasının asıl sebebinin, selefin anlayışının bir kenara bırakılıp hocalarının anlayışlarına ve kendi hevalarına ittiba edilmesinden dolayı olduğu ortaya çıkmaktadır. Eğer gruplar ve fertler aralarındaki ihtilaflar ve meseleler hakkında selefın anlayışına müracaat ederse Allah'ın izniyle bütün problemler çözülecektir. Başarıya ulaştıracak olan yalnızca Allah'tır.
5 notes
·
View notes