#siyasi mesele
Explore tagged Tumblr posts
Text
İmamoğlu Hakkında Başsavcı'yı Tehditten Soruşturma Başlatıldı
New Post has been published on https://lefkosa.com.tr/imamoglu-hakkinda-bassavciyi-tehditten-sorusturma-baslatildi-35846/
İmamoğlu Hakkında Başsavcı'yı Tehditten Soruşturma Başlatıldı
İmamoğlu hakkında Başsavcı’yı tehdit ettiği iddialarıyla ilgili soruşturma başlatıldı. Bu gelişmeler, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’nın siyasi kariyerini nasıl etkileyecek? Detaylar için tıklayın.
https://lefkosa.com.tr/imamoglu-hakkinda-bassavciyi-tehditten-sorusturma-baslatildi-35846/ --------
#Ekrem İmamoğlu#İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı#modern hukuk#siyasi mesele#Soruşturma#TEHDİT#Türkiye#yargı#Ekonomi
0 notes
Text
Artakalan
Duraksamadan yitip gidiyor zaman. Hızlandırılmış devrin suna geldiği teknolojik ilerleme bütünüyle insani olanı zehirleyen bir kısır döngüye esir etti insanlığı. Her şekilde tükenen, tüketmenin salık verildiği, tükenişin konuşulmadığı bir zemin var ediliyor. Her şey elden kayıp gidiyor. Her şekilde zamanın yitimi önemsizleştiriliyor. Geri sayımlar biterken tam da yeni bir yıla girişin bildirildiği dakikadan başlayarak koca bir üç yüz altmış beş gün altı saatin yeniden sıfırlanmasına geçiliyor. Yaşatılan, yara edilmiş, bünyede kalıcı kılınan harap viran etme hamlelerinin, her defasında duvara toslayan umutların, bunca açık bir hal ve şekilde çürümeyi önceleyen, aklı lağveden, eylemi hiç kılan, acıyı, yergiyi, yıkımın binbir türlüsünü icraat diye pay edenlerin gözetiminde hayatın eksik konulması gerçekliği karşımızdadır. Bir yıl daha devrildi. 2024’ün de önceki yılları aşan, onlardan aşağı kalır hiçbir yanı olmayan tahakküm, tehdit, ezme, biçme ve yok saymalara fon sayıldığı bir zeminde olduğumuz kayıt altına alındı bir kere daha. Duraksamadan akıp giderken zaman, geriye bir yirmi dört saatliğine, bilemediniz kırk sekiz saatliğine konuşulan, anılan, görülen tüm o yaralardan izler kaldı. Bir koca sene daha geçip gitti, elimizde kalanın yaşatan bir yerin artık ötesinde bir cendereye doğru seyrüseferine devam olduğunu görüyoruz. Tümüyle ol benliğinden saymadıklarına nasıl bir hayatı reva gördüğünü, zaman tükenirken elimizden burada yaşayan sıradan insanların hayatlarından neler alıp götürdüğünü, neleri eksilttiğini nasıl bir cendereye sıkıştırdığını görmek için bu not var ediliyor. Bir koca yıldan artanın o katran karanlığına enikonu saplanmış olan yeni ülke tiradının bir evi nasıl talan ettiğinden birkaç örnek sizleri bekliyor. Tümüyle yalın bir halde, halden anlamayanların var ettiği ol kötücül sarmalın ortasında un ufak edilmiş hayatlardan birer kesiti sizlere sunuyoruz. En azından unutmamak için, unutulmamak için, sahiden “görmeniz” dileğiyle...
19 Ocak 2024 ::: Adaletsiz, Eşitliksiz, Ahparigsiz
“19 Ocak 2007 günü onu, tüm doğrularından, belleğimizin dibinde kalakalmış olagelen korkuların hiç de uzakta ötede olmadığını bilerek, göstermek isteyen bir çete / yapı / küme bir tetikçi eliyle, onu yönlendirenler sayesinde katletti. 1915 sonrasında var edilmeye çalışılan bir avuçtan az kalan Ermeni’nin meramını bildirebilme çabasının elbet bir karşılığı olacaktı. O melun günün ardından kalakalan yegane şey susun çağrısının artık aleni kılınmasıydı. Eğrelti, yalan, yanlış ve kötücül bir aksin eline rehin kılınmış olagelen yerde, baş efendinin tabiri ile kendisini de aşan bir cinayet sistematiği ile bir can katledilir. O günden bu yana adaletin her nerede olduğu muallaktır.”
28 Ocak 2024 ::: Büyükdere Santa Maria Kilisesi’nde Silahlı Saldırı
“Kötülüğü bir normatif kılanların aralıksız olarak nefreti yaygınlaştırma gayretine düşen, yazsak en az on parti, söylesek en azından milyonlarca insan tarafından desteklenen / yönlendirilen ocaklar, dernekler, siyasi denile gelirken bildiğiniz çeteleşmiş ari ırk sevdalısı zümreler vesaireler vesaireler etraflıca bu karanlığı yenilerken kim Tuncer Murat Cihan’ın hesabını verecektir sahi ama sahiden de! Düzeni var eden temsilin, bir yandan olayı gizlilik örtüsü ile kapatmaya teşne olması bir yandan da o salyalar saçarak nefretini kusmaya devam diyen yapıların üstün körü olayı, cinayeti (adı üstünde) geçiştirmeye çalıştığı zeminde kim güvende olabilir sahi ama sahi.”
13 Şubat 2024 ::: İliç Maden Faciası
“Kamusal alanı, parası gelsin de ne isterlerse onu yapsınlar diyerek peşkeş çekebilen zihni garabetlik aklın yıllar yılıdır görmezden geldikleri bir kere daha ihmaller zinciriyle birleşip dokuz insanın canından olmasına neden olur. Kanada / ABD ortaklı şirketin çekip gitmesinin, madenin lafta kapatıldığı bildirilirken, taşeron firmanın işçileri bu haldeyken o saha tekrardan mesaiye çağırabildiği bir zeminde yaşanan her şey biyofaşizmin de sınırlarını bildirir. Can almalar, yok etmeler sadece insana değil doğrudan doğruya hayatı var eden, edecek olan doğanın kendisine karşı bir tahribatı süreğen kılarak, toprağa ve su kaynaklarına sızıp sızmadığı henüz kestirilemeyen bir siyanür sızıntısı karşısında sessizliği muhafaza ederek yok etmelerin bir başka evresine ilerlemek meselesini ihtiva eder.”
21 Şubat ::: Dünya Anadil Günü
“Bugünün ülkesinde, bir kelaynak sürüsü kadar bırakılmış Süryani halkının, Ermeni, Rum, Yahudi, Kıpti gibi pek çok farklı inanç ve dile haiz insanların ortak istenci de bir kere daha günyüzü bulur. Türkiye Cumhuriyetinin var ettiği Türkçe sınırlarının ötesinde kendisinin yaşamasındaki bir temel olan dilini, yaşam pratiklerini, her anlamda iletişim ve diyalektik bağları muhafaza edebilmek. Hiç bitimsiz bir kısır döngü tartışması içerisinde unutuşa terk edilmek istenen o ötekinin asli unsur olduğu gerçekliğini göz ardı etmeden sahiden de hakkı tanzim edebilmek mesel edilmeyecekse, onca eşit yurttaşlık lafzı boş laftan ötesi olmaz, değil mi?”
08 Mart ::: Afyonkarahisar Belediye Başkanı Burcu Köksal’dan Irkçı Ayrımcılık
“Ayrımcılığı, iktidar ve üyelerinin suna geldiği kini bir hal bir şekilde yeniden sahip çıkarak kurumsallaştıran, bunu sözüm ona muhalif bir kimliğin içine yedirebilen bir temsilde, Türk dışında kalakalan insanların hali nice olacaktır? Dönüşüm nam yenileme, giderek bir Nazi Almanyası haline savrulurken, baş efendiden, mimli nam faşistine eyledikleri yetmezken bir de kendini eşitlikçi, adil, hakkaniyetli bir demokrat olarak bildiren bir yapıdan çıkagelen bu tahayyül, şimdi şu aşağıda okuyacak olduğunuz bahis söz konusuyken bu ülke gün yüzü görebilir mi?”
04 Nisan ::: 17 Yaşındaki Süleyman Ç’ye Polis İşkencesi
“Bir çocuğa işkence edip, kafasında kırıklarla birlikte mahpusa yollayabilme iradesindeki sakatlıktır sorun. Bütünüyle birbirinin benzeri olagelen bir tavır silsilesi içerisinde Bakur Kürdistan’ı coğrafyasında hakkın da hukukun da telef edilmesi haline bunca canhıraş çabadır misal sorun. Anlatılan ile yaşananların arasındaki derin yar, o kör karanlıklarda nice hayatın gasp edilebildiği bir ülke gerçekliği söz konusuyken asıl nerede komşuluğun / eşit yurttaşlığın / hürriyet ve adaletin gasp olunabildiğinin / eksikliği ya da hiç var edilmemesinin meselidir misal sorun. Kim nasıl verecektir bunca ağır vebal, yıkıcılığın hesabını değil mi?”
24 Nisan ::: Medz Yeghern
“109 yıl sonra, her şeyi en baştan anlatmaya gerek kalmadan bir kere olsun özür dilemenin dahi çok görüldüğü bir zeminde, hayatta kalmaya çalışıyoruz. 109 koca yıl sonra, bir hale, bir nedene bağlı kalmaksızın bu toplum için hedef kılınabilecek bir güruh olarak anılmaktan, bariz sinkaf / hakaret / tehditlere maruz bırakılmaktan illallah ediyoruz. Kaybettirme politikasından, devletin tüm kesimleriyle birlikte bir nefret objesi olarak başta Ermeni olmak üzere azınlıkların hepsini birden gözüne kestirdiği bir zeminde yıkımın sadece burada yaşamakta olanlara değil silsile halinde herkeslere, her bir ötekisi olarak anılana denk gelebileceğini biliyoruz. Biraz da bunun için Nisan 24’ün önemini, ol yok etme saiklerinin sunduğu perspektifin korkunçluğuna dikkat çekmek istiyoruz. Tümüyle, belirgin ve doğrudan zamana yayılarak bir tehdit olarak bilinen, görülen Ermeni yarasıyla bir başına bir asrı ve dokuz koca yılı geride bırakıyor. Yüzleşmek bir yana sorgulamak öte yana, inkarı kenara terk edip, ikrarla, iktidarın var ettiği / kendisine eşlikçi kıldığı ırkçı hiziplerin nefretine rağmen bir yaranın varlığı unutulmasın diye tüm bu serzenişler. Kenara yazılmış olagelen bir ağıdın, bir mendilin, bir tek kare sararmış ol fotoğrafın ardından çıkagelen nice hikayenin hatırına, unutmadık, unutturmayacağız.”
09 Mayıs: Normalleşme Mi Kutuplaşma Mı?
“Ilımlılık, yumuşama derken, Taksim’in 1 Mayıs’ta yeniden kapatılmasından, asgari ücretin un ufak haline rağmen halen Temmuz ayında en ufak bir iyileştirmenin dahi söz konusu edilmeyecek ilan edilmesinden, tantana arasında hazır paketlerden birisine iliştirilmiş herhangi bir durumda fikrini beyan edeni, sözünü savunanı “mihrak”, “ajan” ilan edebilecek bir cüretin tezgah altında pişirildiği bir zeminde doğru nereden başlar. Bir yer, bir zeminde hakikate ne ara sıra gelir?”
17 Mayıs ::: Kobani Davası ::: Mahkeme, Yargılanan 24 Sanığa Toplamda 407 Yıl 7 Ay Hapis Cezası Verdi.
“Normalleşme, ılımlılık, hataların telafisi, yeniden yurttaşın sözünün dinleneceği zikredilen bir zamanda, yeniden Kürd halkının savunageldiği değerler, siyaset, barışa dair söylem ve eylemlerin yekunu, Kobane gibi hedef kılınmak isteniyor. Bu uğurda, asırdır var edilmiş fecaat ötesi yanlışlarda ısrarın devam olunacağı bir kere daha baş efendi eliyle teyit ediliyor. Daha ötesi olmadığı malumken, kalkıp hak gasplarına itirazların reddiyesi için cephe açılmaya çalışılıyor. Malum ırkçı hizbin başı bir siyasi çetenin lideri kalkıp milyonların iradesi olan bir temsilin ivedilikle kapatılmasını talep edebiliyor. Dahası kendi içlerindeki malumun ötesi bir ismin o ithamname kısmını kaleme aldığı gizliden değil açıktan zikrediliyor. Bu düşmanlaştırma miti devam olunurken hakikatin her ne olduğu unutturulmaya çabalanıyor. Gültan Kışanak’ın dediği gibi tahliyeye değil (bu ülkenin) özgürlük ve barışa ihtiyacı olduğuna aymak için daha kaç sınama gerekiyor. Bütünüyle korku / yıkıcılık / kin ve nefretle atılan adımlar karşısında kaç “Kobane” sınavı ülkede var edilecektir, düşünür müsünüz?”
02 Haziran: SOCAR'ı Protesto Eden Filistin İçin Bin Genç'ten 13 Kişi Gözaltına Alındı
“Bir yandan baş efendinin Hamas Anadolu’yu da savunuyor benzetmesi, diğer yanda kapalı kapılar ardında çıkagelen kirli bir ticaretin tezgahta devam olunması. Hangisi doğru, hangisi gerçek olagelen tavrıdır bu yönetimin? Terörü var ederken elini korkak alıştırmayan, kendisinden saymadığına öteki, hain, mihrak, düşman, başı ezilecek yılan ve daha bir dolu benzetmeyi var ederken muktedir ve yeni ülkesi, onca imdat çığlığını sahiden önemsiyor mudur? Önemsiyor olsa Socar nam kan ile petrolü birleştiren bir karanlık odağın arkasını korur mu? Sırf bu kirli ticaret eksenine izin verilmesin denildiği için, insanların meram eyledikleri Filistin’e dikkat çekmeye çabaladıkları için on üç insan gözaltına alınır mıydı? Hemen arkasından bizatihi Akp eliyle var edilmiş bakınız biz de telin ediyoruz yollu İsrail Konsolosluğu önündeki ol tepkime ile var edilmiş cerahat / yıkıcılık ve adıyla sanıyla devletin terörü yurttaşlarına karşı koz olarak kullanmasının akıbeti nice olacaktır?”
14 Haziran: Tahir Elçi Davası:Sanık Polisler Sinan Tabur, Fuat Tan ve Mesut Sevgi Hakkında Beraat Kararı Verilir
“Dokuz yıl öncesinde var edilmiş olagelen cinayetin üstünün her nasıl / hangi hamlelerle kapatılmak istendiğini de göstere gelen ol kayıtsızlık, göz ardı etme hali, Kürdün de hakkının geçersiz kılındığı bir zemini ifşa eder. Uğur Kaymaz, Baran Tursun, Nihat Kazanhan, Mazlum Turan, Kemal Kurkut, Helin Hasret Şen, Ceylan Önkol gibi ilk elden akla gelen nice kırımın, cinayetin ardındaki o kolluk kuvveti asker-polis olduğunda yargının sessizliği, kararları alelacele vermesinin türevi bir hal Tahir Elçi davasında da kendisini yeniden belirgin bir biçimde göstere gelir. Adalet kavramının boşa düşürüldüğü bir zeminde bir asırdan uzunca süredir var edilen eşitlik mücadelesi de, kırk küsur yıldır devam olunan çatışma / savaş / yıkım ve terör olgusunun da her şeyi yerinde saymaya devam eden bir ülkeyi gösterdiği muhakkaktır. Kürd sorununun çözümünü değil bu kalıcı kördüğüm çözümsüzlüğü hattını diri tutarak, acıları / yaraları / yıkımları daim bir biçimde yineleyerek hangi yaraya merhem olunabilir ki, olunur ki!”
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: From Doodles Series – Gençay AYTEKİN
#mesele#meram#arzihal#günce#almanak#genel geçer#yıkıcılık#tahakküm#türkiye gerçekliği#başka türkiye vardır#yıl değerlendirmesi#nihai#anlam#santa maria latin kilisesi#hrant dink#buradayız ahparig#iliç maden faciası#ayrımcılık#afyon#kötülük sarmalı#nefret söylemi#tahir elçi#kobani#siyasi tutsaklar#dem parti#siyasa#bakur kürdistan#socar#azerbaycan#kötülük temsili
0 notes
Text
Esenyurt 'Kürdistan' olabilir mi?
Urfa neresidir? Anadolu mudur? Arabistan mıdır? Yoksa Kürdistan mıdır? Siz cevabınızı düşünedurun, Bediüzzaman Hazretleri, Emirdağ Lahikası'nda çok ilginç birşey söylüyor: "Ben çok zaman evvel bekliyordum ki Urfa tarafında Nurlara karşı kuvvetli eller sahip olmaya çıksın. Çünkü orası hem Anadolu'nun, hem Arabistan'ın, hem Kürdistan'ın bir nevi merkezi hükmündedir. Nurlar orada yerleşse o üç memlekette intişarına vesile olur." Yani mürşidime göre Urfa hem Anadolu'dur hem Arabistan'dır hem de Kürdistan'dır. Üçünün de merkeziyetini yapan bir yerdir. Belki bir kesişim kümesidir. Haritalardan da huduttan da fazlasıdır. Aynı coğrafî okumayı, Bediüzzaman'ın, Medresetü'z-Zehra'yı hayal ettiği Van'a da yaptığını görürsünüz.
İnşaallah hafızam yanıltmıyordur. Çünkü Ahmet Yıldız Hoca'nın 'Ulus Devletin Bunalımı'nda okuduğumu hatırlıyorum. (Kitabı kitaplığımda bulamadım maalesef.) Hülasa edeyim: Hocanın bir yakını kızını evlendiriyormuş. Herhalde Ankara'daydı. Diyarbakır düğünü. Kürtçe türküler çalınıyor tabii. Komşuları düğün yerini taşlamışlar. Rahatsız oldukları şey 'gürültü' değil. Hayır. 'Kürtçe türkülerle kutlanması.' Her neyse, bir zaman sonra, yine düğünleri olmuş aynı mekanda. Fakat, aile, duvarlardan birisine büyükçe Türkiye bayrağı asmış bu defa. Komşuları, bırakın türkülerden rahatsız olmayı, gelip bir de halaya katılmışlar.
Aramızdaki kimi gerginliklerin böylesi önyargılarla sarılı olduğunu düşünüyorum ben. Hatıradaki ilk önyargı: "Kürtçe türküyle eğlenen kim varsa Türkiye düşmanıdır." Fakat önyargıları kırabilecek hamleleri yapmamak da başka bir önyargı. O da belki şöyle düşünüyor: "Ben kimseye ayrılıkçı olmadığımı ispat etmek zorun değilim." Tarafların haklılığı-haksızlığı bir tarafa, buradan çözüm çıkmıyor, çözüm çıkmaması haklıyı da bir ölçüde haksızlığa düşürüyor. Zira aslolan sulhtür. Mümkünse sulhtür.
'Kürdistan' ifadesi de böyle bir mesele. Bu ifade kullanılabilir midir? Hem 'evet hem 'hayır.' Nasıl? 'Evet.' Çünkü onunla kastedilen tarih boyunca bir coğrafya olmuştur. Hep kullanılmıştır. TBMM'nin kuruluş dönemi kayıtlarında bile geçmektedir. 'Hayır.' Çünkü onunla kastedilen yine bir ulus-devlet olmamalıdır. İttihadı bozmak arzusu ile istimal edilmemelidir. Eğer kelime özü itibariyle ifade ettiği tarihsel gerçeği değil de mezkûr siyasi maksadı vurguluyorsa elbette hükmü değişecektir. Hani Risale-i Nur'un bir yerinde denilir: "Meselâ, bir kumandanın, bir orduya verdiği arş emriyle, bir neferin arş sözü arasında ne kadar fark vardır. Birincisi, koca bir orduyu harekete getirir; aynı kelâm olan ikincisi, belki bir neferi bile yürütemez." Aynen öyledir. Yürütmez. Yürütemez. Yürütmemelidir. Zira neferin sözünde haddini aşma vardır. Yani böyle bir emri vermek hakkı yoktur.
Burada kendimce kurtarıcı müdahaleyi şurada görüyorum: 'Kürdistan' yerine 'Türkiye Kürdistanı' denilebilir. Türkiye Kürdistanı ifadesinde bir ayrılık kastı yoktur. Bir ittihad imâsı vardır. Tıpkı yukarıdaki hatırada duvara Türkiye bayrağı asmak gibidir. Karşı tarafın önyargılarını kırar. Düşmanlığına mehaz olan şüpheyi giderir. Belki bu söylediğim kimilerinin asabiyetine, o asabiyetten kaynaklanan gururuna dokunacaktır, fakat ben sulh yolunu söylüyorum kendimce. Kavga etmek isteyene yol açık. 40 senedir ediyorlar zaten. Kaç tane genci toprağın altına soktukları malum. Halihazırı değiştirecek bir usûl geliştirmeli...
Aynısını dönüp Türk kardeşlerime de söylüyorum. 'Türk' kelimesi bir ırkı ifade ediyor. Bu belli birşey. Elbette içini başka şekilde dolduranlar da vardır. Hatta ırken Türk olmayıp Türk olduğunu söyleyenler de vardır. Fakat Kürtler kendilerine Türk demek istemiyorlar. Çünkü bu yalancılıktır. Eğer Türk kelimesi bir ırkı ifade ediyor olmasaydı, ne bileyim, 'müslüman' kelimesi gibi genelgeçerliliği olsaydı mesela, elbette Kürtlerin de böyle bir sorunu olmayacaktı. En azından dindar Kürtlerin olmayacaktı. Zira onlar Türklere düşman değiller. Ancak onlar "Kizb kudret-i İlahîyeye iftiradır!" denildiği gibi düşünüyorlar. "Allah beni öyle yaratmamışken ben neden kendime Türk diyeyim?" diye amel ediyorlar. Bunu da aşmanın yolu var. Yukarıda onlara tavsiye ettiğimi size de ederim. Sulhün yolu basittir. Ya Türk kelimesinin yerine 'müslüman' diyelim yahut da 'Türkiye-Türkiyeli'yi geçirelim. Türk bayrağı yerine Türkiye bayrağı olsun. Türk sineması yerine Türkiye sineması olsun. Nesi eksilir ki böyle dense?
Bazı kavgalar çok küçük adımlarla aşılabilecek gibi durduğu halde hiçbir adım atamadığımızdan dolayı sürüp gidiyor. Kimse burnundan kıl aldırmıyor. Hatta, geçenlerde gördüm, Esenyurt'a 'Kürdistan' diyenler var. Arkadaşlar, bu, o kelimenin meşruiyetine de zarar vermektir. Eğer Kürtlerin sonradan geldikleri bir yer Kürdistan olabiliyorsa, Türklerin de sonradan gittikleri yerler pekâlâ Türkistan olabilir. O zaman onların da Doğu'ya, Güneydoğu'ya vs. 'Türkistan' deme hakları olur. Zira onlar da orada yaşıyorlar. Doğrusu bu kavgayla yaşamaktan ben epeyce sıkıldım. Doğduğumda başlamıştı. Şimdi kırkı geçtim. Aynı şekilde devam ediyor. Yeter. Ne diyelim? Allah rüşdümüzü ilham etsin. Hem devleti Kürtlere doğru atacağı adımlarda cesaretlendirsin hem de Kürtleri devlete doğru atacakları adımlarda merhametli kılsın. Âmin. Ben kendimce hem Kürtlerin hem Türklerin felahını ayrılmamakta görüyorum. Ayrılırsak iki tarafın solcuları, apoistleri ve kemalistleri, dindarları lokma lokma yutacaklar. Zira bir ellerinde 'dünyevîleşmeyi' diğer ellerinde 'asabiyeti' tutuyorlar. Bunların ikisi de pekçok lezzetlidir.
Yani kem lezzetlidir, zehirli bal gibidir, ama lezzetlidir. Vazgeçmek zordur. Mürşidim de öyle diyor: "Hem fikr-i milliyette bir zevk-i nefsanî var, gafletkârâne bir lezzet var, şeâmetli bir kuvvet var. Onun için, şu zamanda hayat-ı içtimaiye ile meşgul olanlara 'Fikr-i milliyeti bırakınız' denilmez." Bıraktıramasak da bir şekilde yüzünü hayra çevirmek lazımdır. Dünyevîleşmeye zaten dinimizle karşı koymaya çalışıyoruz. Gücümüz yetiyor-yetmiyor. İkincisini de dine havale edersek kazanması zorlaşacak.
Ya? Bir çaremiz var. 'Birlikte yaşama zorunluluğu.' Bu toprakların her yerinde çoklukla bulunmaktayız. Geleceğimiz için birbirimizle yaşamak zorundayız. O halde ırkçılık bizim için kurtarıcı bir formül olamaz. Irkçılık ancak parçalanmayı getirir. Bu kadar karıştıktan sonra nasıl parçalanacağız? Aynı kitapta, Ahmet Yıldız Hoca, Kürtlerle Türkler arasında evlilik yoluyla yüzbinlerce akrabalığın oluştuğunu da paylaşıyordu. Belki yüzbin de değil. Milyon bile var. Etle tırnak gibi olmuşuz. O halde şu 'birlikte yaşama zorunluluğunu' bir kılıç gibi ırkçılığın üzerine sevkedelim artık. Gereğince amel etmekten de çekinmeyelim. Belki geleceğimize güneş doğar. Döktüğümüz kanı toprak emdi. Emdi de doydu. 'Artık yeter' demeli. Ölmekten yorulmak lazım.
8 notes
·
View notes
Text
Bir gün paşa gibi yaşarım, gerisi ne olursa olsun" diyenleri gördük. Çok sahtekâr bir biçimde, değerlere yaklaşıp hırsızlayanları gördük. Bunu demagojiyle yapanlar kadar, bunun adına sergilenen pratikleri gördük.
Önderlik ve onun uğruna boğuşma büyük bir olaydır. Ben halen kendimi dört dörtlük önder yerine koymuyorum, fakat büyük bir savaş yürütüyorum. Şunu da hemen belirteyim ki, oldukça alçak gönüllü davrandık ve Önderlik olayını geliştirmek için her şeyimizi verdik. Ama biz henüz savaşı bırakmadık. Bize dost, düşman herkes tarafından her şey yapılmak istenmiştir. Ama buna rağmen halen peşinde koştuğumuz savaşım konuları, savaşın kendisi vardır. Ya- dırgamıyorum. Önderlik olayında artık tarih konuşuyor, bir halk konuşuyor; her şey olacak ve sen de buna katlanacaksın, o yeteneği göstereceksin! Artık burada "Kişiliğimin şu ihtiyacı, kişiliğimin şu zorlanması, kişiliğimin şurası-burası" demeyeceksin! Mademki ön- derliğe soyundun, o zaman her şeye hazır olacaksın! Buna bir kader olarak da yaklaşmayacaksın! Madem sosyalistsin, madem insanın yaratıcılığını esas almışsın, bu konuda bu yüce kavramlara layık olmayı bileceksin! Bunda gözyaşı edebiyatı yapmak, "Ne kadar yo- ruldum, ne kadar yıprandım, bana şöyle yardım, bana böyle yardım et" demeyeceksin! Hayır, kendini düşürmeyeceksin! Ne yapacaksın? Bu sanatın gerekleri neyi istiyorsa, ona ulaşacaksın! Gerekeni ya- pacaksın! Sıkılmadan, yorulmadan, gevşemeden, sürekli artan tempoyla yapacaksın! Mademki savaşın en yoğunu söz konusudur, tam bir savaşçılığı yapacaksın!
Önderlik gerekleri yetenekler elverdiğince yapılmaya çalışılıyor. Karşınızda çok olumladığınız, çok değişik biçimlerde kavramak, benimsemek durumunda olduğunuz bir olay, bir olgu, kişilik yok veya insanın bir sigarasına karşı gösterdiği ilgiyi, yeterliliği bile göstermeme gibi her şeyiyle çelişen bir inkârı yapmanızı gerektiren durumlarla ve kişiyle karşı karşıya değilsiniz. Bunu iyi anlayacaksınız. Ne sizin bağlılıklarınız sizi bu biçimiyle bazı sonuçlardan kurtarabilir ne de karşınızdaki kişi size istediğiniz gibi hareket etme şansını verir. Önderlik olayında buna yer yoktur. Bağlanma kadar, temsilde de buna yer yoktur. İster lehte, ister aleyhte gereken neyse yapmak, sizin de kendinize sahip çıkmanızın doğru tarzıdır. Kapsamı derinliğine çiziliyor, kapsam üstüne kapsam yaşanılıyor, biçim üstüne biçim yaşanılmaya çalışılıyor. Bu sizi çok yakından enterese eder. Buna ulaşmak, yaşamak, mümkünse temsil etmek önemlidir. Her şey biraz özgürce, gönüllüce tayin ediliyor. Gönlü- nüzü, özgürlüğünüzü korumak istiyorsanız ve bunu bir önderlik imkaân dahilinde görüyorsanız, bağlılığınızı, temsilinizi en az yü- rütülen kadar, esasta bağlayıcı olan kadar yürütmek için, kavrama ve uygulama, yeteneğinizi sürekli gözden geçirerek, düzeltecek ve yetkinleştireceksiniz. Bunları da vurguladıktan sonra, mevcut çıkışı biraz daha iyi değerlendirme gücüne kavuşursunuz ve kendiniz için sonuçlar çıkaracaksınız.
Bütün belirtiler, kanıtlar şunu gösteriyor ki, bu büyük direniş genelde ve özelde direniş şehitlerimizin anısını ve vasiyetine bağlı olarak yürütülmekte olan bir savaştır. Bu savaşın bütün yönleriyle, ideolojik-politik, pratik hazırlıkları, her cephede, her alanda bağ- lantılarıyla, büyük fedakârlığıyla, büyük şehitleriyle bu noktaya getirildiği açıktır. Ve bütün PKK olumluluğun bir sentezi, somut bir ifadesidir.
Peki, niye başka bir slogan ardına sığınıp, başka bir çıkış ortaya çıktı? Bu sizi ne kadar ilgilendirir ne kadar sorumlu kılar? Direnişe doğru temelde bağlanma, hiçbir gerekçe yokken inkâr ediliyor. Bunun bu eğilimle, bu çıkışla bağlantısı var. Direnişe gerçekten layık olmanın yapılacak işleri vardır. Basit bir örgütlenme, basit bir siyasi-askeri hazırlık, bu konuda ciddi bir girişim olmadığı gibi, mesele bile yapılmıyor. Bu da başka tellerden çalındığına dair bir işarettir. Düzenle rahatlıkla uzlaşma, düzenin içinde yürüme, yaşamı normal kabul etme, sapmaya doğru ciddi bir belirtidir. Parti doğrul- tusuyla bu oldukça açıklanan, kanıtlanan, ispatlanan doğrultuyla kolay kolay bütünleşmeme, bundaki itirazı saptırmanın etkili olduğunu gösterir. İtiraz ne kadar büyükse, kendini dayatmak ne kadar büyükse, etki altında kalmanın o denli geliştiğini gösterir.
Kendim, özellikle zindan direnişçiliğinin son yıllardaki bazı du- rumlarını zaman zaman düşündüğümde şu sözcükleri sarf ettiğimi bilirim; "Bir sapma gelişiyor veya yanlış anlama var" dedim. Sanırım bu sözlerim belgelenmiştir de. 1982 direnişçiliğinin Önderliği kurtarmak istediği belliydi. En son ne deniliyordu? Bir
savunma hakkı verilirse, fazla şehit vermeye gerek yoktur. PKK'nin adını anma ve savunma, tek şart budur. Gerekirse fazla şehit vermeye gerek yoktur. Bunun için şahadete ulaşılıyor. Özellikle 1984'lerden sonra bu direniş neye büründürüldü? Yaşam koşullarının düzeltilmesine. Artık nasıl gelişti, kimler ne kadar rol oynadı ve önlem alamadı bilemiyorum. Aslında çok iyi niyetli bir talep de olsa, içinde bin bir tehlikeyi barındıran bir talepti. Sanırım düşman bunu değerlendirdi ve tasfiyecilik, sağ çıkış veya bugün kendini karşımıza yepyeni bir yaşam biçimiyle çıkartan önderlikte bunu iyi kavradı veya bizzat oluşturdu.
Büyük zindan şehitlerinin direnişçiliğinde böyle bir talep var mıydı? Hepinize açık söylüyorum ki, yoktu ve siz bu direnişlerde giderek listeyi uzattınız, halen de bu durum vardır. Ben de başlangıçta olabileceğini söyledim. Yani bazı taleplerde bulunula- bilirdi, ama fazla önemsememek gerekirdi. Sonra bir baktık ki, yaşam hakkımız, daha iyi yaşama koşulları adı altında tam bir tuzak! Hem de zindan olayını inkâr etmek, başlı başına büyük bir sapmanın içinde bulunmak oluyordu.
Zindan koşullarında, hedefinde imha olan bir politikada, normal insanca yaşanılır koşulları talep etmek, düşmanı tanımamak demektir. Hangi düşmandan, hangi yaşam hakkını istiyorsun? "Ben hayatımı koyarım ortaya ve isterim" diyorlardı. Hayatını koydun, ne verdi sana? Bu yaşam makbulün müdür? Burada küçük bir reformizme de başlangıç vardır. "Kürtçe konuşma serbest bırakılmalı" talebini biz ileri süremeyiz, siyasi bir talep haline de getiremeyiz. Bizim tüm talebimiz, hatta yaşam hakkı istememiz bir özgürlüktür. Kürtçe de olsa, bunun basit bir gerekçesidir. O dönemin dayatılacak bir talebi değildir. Nitekim bugün düzenin başı Kürtçe serbestliğini de tanıyor, bu özel savaşın yürütülmesinde bir adımdır ve herkes bunun böyle olduğunu da biliyor. Zindan talebinin bu temelde bir çıkışın bir gerekçesi haline getirildiği bilinir.
İyi niyetli olduğunuzu söyleyeceksiniz. Evet, iyi niyetliydiniz, iyi bir talepti de. Kendinizi diğer bütün gerçeklerden koparırsanız iyi bir taleptir. Beni de böyle bir yanılgıya düşürmek için bazı sorular sordular; "Kürtçe serbestisi iyi bir şey değil midir?" dediler. Cevabım şuydu; ondan önce Kürt halkına serbestlik olsun! Kürtlüğünü
kırk yıl Türkçeyle icra etsin mühim değil! Halkın kendisine serbestlik olduktan sonra, onun konuştuğu dile de elbette serbestlik olur. Diline serbestlik var, kendisine yok! Kürtçe konuşmamıza serbestlik var, ama bütün varlığımıza zincirleme egemenlik var! Bundan ne anladınız? Dikkat edin, sapma nasıl gelişiyor? Sorun böyle ele alınmazsa bir sapma oluyor. Kendisini bir akım olarak yaşatmak isteyen reformizm "Dil serbestisi" sloganıyla ortaya çıkıyor. Parti buna müsaade etmiyor veya bu talepleri de devrim için kullanıyor, o ayrı bir meseledir. İnsan kendisini bir slogana kaptırdı mı ve giderek peş peşe başkalarını sıraladı mı, nerede du- racağını bilmez, reformizme uzanıp gider. Öyle bir noktaya gelinir ki, ihanetin en kötüsüne gidilebilir.
Hatta bu konuda şunu söyledim; "İçeri için elde edilen haklar, dışarıdaki halkın haklarından fazladır. Halk yarı yarıya açtır, gazete ve kitap okuyamaz. Büyük işsizler ordusu vardır. Fakat zin- dandaki yapı bunun çok üstünde bir yaşam düzeyindedir. İnceleme, okuma düzeyi tutturmuştur. O zaman dışarıyı istememeli" dedim. Uğruna savaştığın taleplerin, en önemlilerini ancak içeride elde edebilirsiniz. Buna nasıl ulaşıldı? Başlangıçta çok masumane olan, ama giderek kendini bir tutku haline getiren, bir yaşam tarzı haline getiren yaklaşımlar oluyor ve mevcut çıkışın bununla çok yakından bağlantısı vardır. Bu yaşam tarzıyla çok yakından bağlantısı vardır.
Bu son çıkışın sahibi tip, buradayken askeri ve siyasi çabalarımıza ilgi bile göstermiyordu. Bir yıl gözlemledim. Bir fakirin evine gidip, bir parça ekmek yiyip onunla bir sohbete girmiyordu. Gözünü nerede yaşam standartları biraz fazlaysa oraya dikiyordu. Zor durumda olan bir yoldaşın hal-hatırını sormuyordu. Kendi şahsını yüceltecek, kendine bağlanacak kişi arıyor, düşkün arıyor ve buluyordu. Mutlak anlamda bağlı kişilerle, sabahlara kadar amansız konuşuyor ve ölümüne kendine bağlıyordu. Bugün zindan direnişimizin önderliğini sürdürenler, "Kendisini bize karşı çok sevdirmişti, çok sevmiştik, çok bağlanmıştık" diyor. Emek bizim, çaba bizim; sava- şıyoruz, kan döküyoruz, durmuyoruz ve bir şeyler kazanıyoruz; birazcık emek sarf etmeyen tip, kalkıp bin bir zorlukla yarattığımız emeklere, değerlere sahip çıkıyor, el koyuyordu. Kadroyu ve halkı böyle ele alıyordu. Herkese müthiş egemen olmanın hesapları için
deydi, bana bile egemen olmanın korkunç düzenbazlıkları içindeydi. Özellikle zindanda 1984'ten sonraki yaşam tarzında biraz dönüşümün oluşması ve taleplerin değişmesinde önemli oranda rol oynamıştır.
İkide bir, "Bana fazla yeme-içme, rahat olanaklar sağlanmazsa, ölüm orucuna yatarım" istemlerinde bulunmak büyük bir hatadır. Parti yapısıdır, eğer önderlik bunu söylerse ölümüne yatarlar. Çünkü PKK direnişçiliğinde karar alındı mı, ölümüne yatarlar ve bu büyük bir imkândır da. Bazıları bir şeyleri kurtarmak ve elde etmek iste- diklerinde de bu yapıyı kullanırlar.
Parti kitlesinin direniş eğilimi üzerine bir oyun daha yapılmıştır, bir örgütlenme ve merkez yaratılmıştır. Merkez, gerek oluşum tarzı ve gerek yürütülüş tarzı itibariyle PKK'nin genel önderlik gerçeğiyle uyuşmuyor. Aslında görünüşte bağlıdırlar, halen de öy- ledirler ve hepsi de ölümüne bağlıdırlar. Gelen değerlendirmelerde bunu fark ettikleri için yazıyorlar. "Biz Parti Önderliği'ne ölümüne bağlıyız" diyorlar. Hatta en üst düzeydeki temsilcimiz bile bunu söylüyor; "Biz Parti Önderliği'nin yanlışlarının da militanıyız. Ben Parti Önderliği'nin yanlışlarının da militanlığını yürüteceğime söz veriyorum" diyor. Bunlar, bizim açımızdan çok önemli de değildir. Lakin oluşan merkez, önemli oranda birçok sol partide görüldüğü gibi ve reel-sosyalizmin çözülüşünde ifadesini bulduğu gibi hem bürokratiktir hem de çok liberaldir.
Bu bürokrasi biliyorsunuz ki, reel-sosyalizmde, buna vücut veren partilerde liberalizmi konuşturarak kapitalizme savrulma biçiminde bir sonuca yol açıyorlar. Katı bürokratiktir, kendi halkının bütün tepkisine özgürlükte ne kadar bilinçsiz örgüt olursa olsun, ona karşı ayağa kalkmalarına yol açıyor. Aslında bunun bir küçük karikatürü dayatılmıştır. Bu tipin bununla yakın bağlantısı vardır. Kendi payına en aşırı liberalizmi yaşarken, kitleyi yönlendirme gücü olarak çok katı bir bürokrasiyi dayatmıştır. Öyle ki, bazı küçük belgeler vardır. "Biz Parti Önderliği'ne bir rapor iletmek istiyoruz, merkez yıllardır bu raporu okuduğu halde sunmuyor" diyorlar. Bir kez bu merkezin okumak için yetkisi yoktur. İkincisi, ne olursa olsun saygı gereği bir rapor, bir mektup yazılıyorsa, o iletilecektir. Bana yüzlerce mektup gelmeliydi, meğer ambargo koymuşlar veya merkezden geçmeyen hiçbir şey gönderilemez şeklinde yaklaşıyorlar. Bu bir
merkezdir. Bu neyin merkezidir? Hepsi de merkez adına yapılıyor. Aslında merkez bir yere kadar gereklidir, ama bütün bir kitlenin çeşitli özlem ve taleplerini değişik biçimlerde Önderliğe sunma söz konusu olduğunda, sonuna kadar açık tutacaktır.
Zindana şu yönlü talimatımız vardı; "Ben alayım almayayım, okuyayım okumayayım, bir akım başlatalım; tabandan isteyen herkes yazılı ve sözlü neyi varsa sunsun Önderliğe" demiştik. Bu bir demokrasi olayıdır, işleyişidir. Kesinlikle bastırılmamalıdır. Bir Önderlik gelişirken, onun demokratik karakterde olması için, herkes ulaşmanın araçlarına, imkânlarına kavuşmalıdır. Talimatımızda bu çerçevedeydi. Biz buna başından beri de çok dikkat ediyorduk. Bu ilke işletilmiyor. Merkez veya kitle bilinçli mi bunu yapıyor? Doğru bildiği içindir. Partinin birlik-bütünlüğüne hizmet yaptığına inandığı içindir. Fakat bunu en liberalce ve sonuna kadar bireysel çıkar için kullanmak isteyenler de yapıyor. Kitleye karşı diktatörlük uyguluyor, kendisine karşı müthiş fırsat, imkân ayırıyor! Çok yakından göz- lemlediğimizde, gerekirse kendi kendisini dakikası dakikasına görevsiz bırakıyor, duygusallığa terk ediyor. Her türlü filozofça de- yimleri kendileri kullanıyorlar ve siyaset dışında bambaşka işler yapabiliyorlar. Çuvallarla gönderdiği mektupları var, siyasetle, askeri sanatımızla, siyasi ve örgütsel sanatımızla alakası olmayan içeriklerle doludur. Kendisine bu kadar özgürlük tanıyor, ama kitleden birisine, bir mektup yazma özgürlüğü tanımıyor. Bu diktatörlük değil de nedir? Sözüm ona demokrasicilik yapıyorlarmış! Sözüm ona biz diktatörlük eğilimini ifade ediyormuşuz! Hiçbir hakkı ve yetkisi olmadığı halde, kitleye bu kadar bürokrasi ve dik- tatörlüğü uyguluyor, kendine de bu kadar özgürlük tanıyor! Temelde partinin hiçbir değerine, özellikle onun askeri-siyasi çalışmalarına, örgütsel faaliyetine katkısı şurada kalsın, hırsızlamaktan başka bir çaba içinde olmadığı halde, bu merkezde bunu yaptırıyor.
Cezaevi içinde, adeta ikinci bir cezaevi yaratılmıştır. Öyle anlıyorum ki, önemli bir kesim de böyle bir merkezin sıkıntısını artan oranda duyuyor. Bizzat merkezin içinde yer alanlar sıkıntılarını bana iletiyorlar. "Biz sıkıntılıyız" diyorlar, buraya gelenlerden de bunu görmemek mümkün değildir. Bir aygıttan, bir işleyişten sıkın- tılıdır, ama temelde bunu etkileyen, sıkıntıya boğan bu formasyon
ve işleyiştir. Her yönüyle kendilerine özgürlük tanıyorlar, hem de sınır tanımayan bir özgürlük tanıyorlar. Bu da hem bu kitlenin ve hem de bu merkezin ağı içinde ortaya çıkmıştır. Sanıyorum kitleye şu verildi; "Bazı haklar için direniyorsunuz ve alıyorsunuz. Biraz daha direnin, bir lokma daha fazla olur. Bir ufak özgürlük daha elde edersiniz!" Bu bir avlanma gerekçesi de olabilir. Bu talep giderek bir alışkanlık, bir alışkanlık giderek bir yaşam tarzına dön- üştürülüyor. Bir sahte önderlik böylece vücut buluyor.
Buraya geldiler ve gördük. En ufak bir askeri faaliyete, bir örgüt çalışmasına katılım yoktu. Herhangi siyasi bir çalışmaya ilgi yoktu. Kendisine taban oluşturmak için uğraştı, hem de en düşkün bay ve bayanları bularak, bunu müthiş komplocu bir tarzda ve inanılmaz yöntemlerle, geliştirilmek istenilen Önderliğe karşı kullanmaya çalıştı. Kime el atıyorsa, anında zehirliyor. Çok kısa süre içinde, ancak büyük bir çabayla önleyebileceğimiz tahribatları ortaya çıkıyor. Örgütsel istemleri de böyledir. Zindanı bir tarafa bırakalım, halen dayatıyor ve istemlerle bazı kişileri bize karşı çıkarıyor. Vaz- geçirtemiyoruz, "Bu özgülüktür" diyorlar. Ama özgürlük savaşla kazanılır. Özgür bir ilişki kurmak, bu emeğin sahiplerine yaklaşmak, en yoğunlaşmış olarak askeri faaliyete katkı sağlamak, mutlaka bir şeyler oluşturmakla olur. Peki, bu sırtında yükseldiğin kişilerin emeğine hiçbir katkı sağlamadan, nasıl bu özgürlük hakkını kendinde görüyorsun? Buna sosyalizm anlayışı diyorlar; ama sosyalizmde özgürlük, savaşla ve emekle kazanılır. Onun neresinde olduğunu sorduğumuzda da bizi diktatörlükle suçluyorlar.
Büyük bir saptırmayla karşı karşıyayız. Ne verdi, ne istiyor? Biz onun yakasını bırakmışız, ama o yavuz hırsız misali yakamızı bı- rakmıyor. Paramızı ve silahımızı aldı, çaldı, halen de bizi bırakmıyor. Bu evi biz inşa ettik, her şeyin bu evin etrafından emekle karşılandığı bellidir. Geliyor, giriyor, yiyor, içiyor ve şimdi çıkıyor, hiçbir şey duymuyor, bu sefer de bütün evin kendisine tapulanmasını istiyor! İşte gözü karalık bu kadar! Ne verdi ne istiyor? Ölçüyü kaçırmamak gerekir derken, bunu kast ettik!
Özgürlük anlayışı iyi, sosyalizm anlayışına sahip olmak önemli, ama bunlar savaşla kazanılmaz mı? Özgürlük, ancak uğruna savaşılarak kazanılır. Savaş da en yoğunlaşmış siyaset ve onun
daha da yoğunlaşmış ifadesi olan askerlikle kazanılır. Sen bir fişek sıktın mı? Sen ufak bir siyasi çalışma yaptın mı? Bunlar da örgütü kazanmakla mümkündür. Örgüt; insan bulmak, ilişki kurmakla ve en önemlisi de onları eğitmekle mümkündür. Fazla ilişki kurmayacak, insan bulmayacak, bulup da eğitmeyecek, onların irade ve düşünce birliğini sağlamayacak; tam tersine bir de onları dıştalayacak, onlara en alçakça diktatörlüğü dayatacak, kişiliğine ve emeklerine asla saygılı olmayacak, ondan sonra da sınırsız özgürlüğü, sınırsız yetkiyi isteyecek! Bu tipin yapmak istediği budur. Ölçüler kaçırılsa bile bu kadar kaçırılamazdı.
Bunları söylerken gafil yaklaşmayacağız. Bunda kendi geriliğiniz önemli bir nedendir. Kural-kaideleri, emeğin ölçülerini sağlam bil- memek veya gereklerini yerine getirmemek, bu durumların imkân bulmasında rol oynar. Bir yerde PKK'lilerin ne kadar demokratik, sosyalist karakterini geliştirip geliştirmemesiyle veya ne kadar de- mokratik, sosyalist olup olmamalarıyla yakından bağlantılıdır.
Görüyorsunuz ki, kanıtlanan sapmanın da ötesinde, gözü kara bir gasp, bir darbe, bir komplo gerçeğidir. Zindan bunun için kul- lanılmıştır. Zindan kullanılırken, bazı taktikler, zindan merkezi için, kitlesi için kullanılmıştır. Bazı taktikler vardır, kimine karşı kendisini vazgeçilmez bir sevgi kaynağı haline getirirken, kimisine de evvela kendisine gerekmediği halde, ona bile uzanabilmiştir. Bunlar böylesine bir sahte önderliğin gelişmesi için gereklidir. Yapay taleplerin, sahte taleplerin giderek gündeme gelmesiyle devam eder. Bu kadar yaşam düşkünüdür. Zindandaki yaşamı neye çevirmiştir? Basit talepler uğruna bir savaşıma çekmiştir. "O kadar bilinçli değildi, öyle bir talimat da yoktu" diyebilirsiniz. Politikada böyle düşünülemez. Politika bir bütünlükle kavrama sanatıdır ve içinde de pek bilinçlilik payı aranmaz. Süreçtir, eğilimdir, hatta bazen en gereksiz gibi gözüken biri devrimci eğilime kavuşturulduğu gibi, en devrimci biri de bazen provokasyona koşturulabilir. Bütün bunlar mümkündür. Politika bilimini okursanız, yüzlerce örneğiyle karşılaşırsınız. Politik bilinciniz fazla gelişmeden, kendinizi doğru ve yanılmaz yargı sahipleri olarak görmeyin.
1982 Direnişi doruğu eşittir; iğne ucu kadar bir imkânı bulup ör- gütlenme, siyasileşme, askerleşmedir. Bu çok daha iyi anlaşılıyor
mu? Savaş, her an iğne ucu kadar fırsattır, bulduğunuzda yapacaksınız. Buna hepimiz evet diyor muyuz? 1982 direniş anısına, vasiyetine bağlılık ancak böyle olabilir. Bunda gafil olmak ne demektir? Çok iyi imkânlar olduğu halde, gelişmiş örgüt ve savaş imkânları olduğu halde, bunu elinin tersiyle itmektir, hatta işlemez duruma getirmektir. "Gerilla ikinci plana düşmüş, şehir öne çıkmış" deniyordu. Öne çıkmayı görüyoruz ve kim öne çıkarıyor onu da görüyoruz. Gerilla nasıl ortaya çıktı, gerilla şehri nasıl ortaya çıkarttı? Gerilla kitleyi nasıl ortaya çıkarıyor? Hangi sloganlarla kitleler yürüyor? Bunların hepsini görüyoruz.
Bütün bunları bir tarafa itmeyi planlıyordu. Aslında ne şehre, ne ovaya inancı var; ne gerillaya, ne ufak bir ilişkiye, örgütlenmeye inancı var. Bütün bunları da sözüm ona yeni bir yaşam tarzı olarak dayatıyor. Ekmek elden, su gölden, fırsat bulduğunda da hiçbir hesap vermeden kaçacak! İşte karşı karşıya olduğumuz bir diğer gerçek de budur.
Zindandan gelenlere soruyorum; bu sizin gerçeğiniz midir? Bu tipin altına imzasını attığı "Yaşasın Zindan Direniş Önderliği" slo- ganının gereği midir veya bu sloganının gerekleri bu mudur? Hiçbir savsaklamaya, şu veya bu biçimde gerekçeye, yorumlamaya tabi tutmadan, çok net cevap vermek gerekir. Çok açık ki, bu bir direniş yorumu değil, hele hele direniş şehitlerinin yorumu hiç değildir! 1982 büyük direniş kahramanlarının, şehitlerinin anısı ve mirası hiç mi hiç değildir! Etkilenme vardır, bir çıkış vardır ve fakat partiyi zorlayan sonuçları da vardır
Şehid Kemal Pir🌹
10 notes
·
View notes
Text
Mesele sadece Noel meselesi mi?
Yılın bu zamanını pek severim. Hep severdim. Hatta bir seferinde yine geleneksel Aralık alışverişi sırasında Emek “Sen geçmiş hayatında Vatikan’da Noel hazırlıklarını organize eden bir azize olmalısın” demişti. Benim de kendime “Acaba Katolik özentisi miyim?” diye sorduğum çok oldu. Sonra aklıma Nuri Bilge Ceylan’ın Kış Uykusu filmindeki o meşhur replik geldi. Hani Haluk Bilginer’in söylediği: “Yani bu insanın kendine bir dünya yaratabilme, kendini oyalayabilme yeteneği ile ilgili bir şey.”
Kış tüm toplumlar için her zaman zordu. Gün ışığından fakir, ısınmak ve beslenmek için daha çok efor sarfedilen günler, karanlık ve uzun geceler. İnsanların kışın kutlanan özel günleri bu vakti geçirebilmek, anlamlı bir şekilde değerlendirebilmek ve böylece göz açıp kapayıncaya kadar bahara kavuşabilmek için ürettiğine inanıyorum. Bunu çok insani buluyorum.
Hatırlar mısınız? Geçtiğimiz yıl Nardugan Bayramı gündem olmuştu. Bu dönemde dünya noel havasına girince toplumun bir kısmı bunun Türk ve İslam adetlerine uygun olmadığını, bir kısım da aksine bu geleneklerin Türk topluluklarında doğduğunu iddia etmişti.
Ayaz Ata ve Kar Kızı
Türkolog Murad Adji ve sümerolog Muazzez İlmiye Çığ, İslamiyet öncesi Türkler'in her yıl 21 Aralık'ta bir kış gündönümü bayramı olarak Nardugan’ı kutladığını ve bu bayramın Hristiyanlıktaki Noel yortusunun atası olduğunu öne sürmüştü.
Aktarılana göre Ayaz Ata isimli figür, Türk ve Orta Asya mitolojilerinde soğuk tanrısı. Ayaz Ata göğün altı deliğinden soğuk hava üfler ve böylece kış gelir. Kimi kültürlerde kışın soğukta ortaya çıkan ve kimsesizlere yardım eden bir evliyadır. Bir tür Noel Baba gibi düşünülebilir. Kazaklarda ise ilk karın yağması ile kutlanan Soğumbası isimli bir eğlence var. Azericedeki Şahta Ata sözcüğü de yine Ayaz Ata anlamına geliyor.
Buna karşın kimi Türkologlar İslamiyet öncesi Türklerin böyle bir bayram kutladığını gösteren bir belge olmadığını, Nardugan’ın Hıristiyanlıktan etkilenmiş Türk kökenli topluluklar tarafından kutlandığını iddia etmiş. Hala bazı Türk toplulukları Nardugan kutlanmaya devam ediyor. Bodrum’un Gündoğan beldesinde de 2010’dan beri Nardugan kutlaması yapılıyor. 21 Aralık gecesi ateş yakılıyor, Ege türküleri eşliğinde yöresel oyunlar oynanıyor.
Kolombiya'da Mum Günü
Sadece Türklerde ya da Avrupa’da değil, birçok başka yerde de kışın kutlanan bayramlar var. Örneğin Kolombiya’daki Mum Günü. Her yıl 7 Aralık’ta pencerelerde, balkonlarda, kaldırımlarda, insanların görebilecekleri her yerde mumlar yakılıyor. Yakılan her bir mum için dilek tutuluyor ya da şükrediliyor. "Natillas" adı verilen bir muhallebi ve yine bölgeye özgü bir sıcak çikolata tüketiliyor.
Natillas
Porto Riko’da "Parranda" adı verilen kış partileri var. Parranda “çılgınlık” demek. Kalabalık bir grup olabildiğince sessiz bir şekilde bir evin önünde toplanıp, coşkulu bir müzikle ev halkını uyandırıyor. Ev sahibinin ikramda bulunması ve partiyi sonraki eve taşımak için gruba katılması bir gelenek. İkramlar arasında Arroz con Dulce adı verilen yöreye özgü bir tür sütlaç ve coquito var. Bu geleneğin aile ve arkadaşlık bağlarını güçlendirdiğine inanıyorlar.
Arroz con Dulce
Ekvador'da yeni yıl arifesinde, eski yılın yakılması anlamına gelen "Quemar el Año Viejo" isimli bir gelenek var. Yakılan şey geçmiş yılın başarısızlığını temsil eden bir kukla veya sevilmeyen bir siyasi figür olabilir. Başarısızlıklarla ilgili yazılan bir not kuklaya iliştiriliyor ve sonra ateşe veriliyor. Bu gelenek ile önceki yılın pişmanlıklarını ve hayal kırıklıklarını yok ettiklerini düşünüyorlar.
Ekvator'da Quemar el Año Viejo geleneği
Rusya'da yeni yılda iki farklı kutlama var. Biri Gregoryen takvimine göre 31 Aralık’ta büyük partiler ve havai fişek gösterileri ile kutlanan "Yeni Yıl". Diğeri de Gregoryen takvim benimsenmeden önce kullanılan Jülyen takvim 13 gün geride kaldığından, 14 Ocak'ta kutlanan “Eski Yeni Yıl”. Genellikle aileleriyle geçiriyorlar. Bugün aynı zamanda Ded Moroz'un (Ayaz Ata) hediyeleri dağıtmak için torunu Snegurochka (Kar Kızı) ile birlikte çocukları ziyaret ettiği gün. Süslenen ağaçlara Noel ağacı yerine Novogodnaya Yolka diyorlar.
Çin’de kışın birden fazla bayram kutlanıyor. İlki, Çin takviminde 12. ayının 8. günü kutlanan Laba Festivali. “La” 12. ayın adı ve “ba” sekiz anlamına geliyor. Laba Festivali sırasında insanlar -bizim aşuremize benzer- pirinç, fasulye, fıstık, kuru meyve, lotus çekirdeği gibi malzemelerden oluşan Laba lapası yiyor.
Çin'de Laba lapası festivali
Yine Çin takvimine göre 12. ayın 23. günü Küçük Yeni Yıl’ın başlangıcı. İnsanlar evlerini temizlemeye ve yeni yıl alışverişi yapmaya başlıyor. Kış sonu ise Çin Yeni yılının başlangıcı, Bahar festivali olarak da geçiyor. Çünkü aynı zamanda baharın başlangıcı. Küçük Yeni Yıl ile Çin Yeni Yılı arasında farklı tanrılara tapılsa da ana temalar aynı: geçmişe veda, yeni yılı karşılama, tanrılara ve atalara tapınma, sağlık ve bereket dileme.
Japonya’da yılbaşı gecesi yılın en büyük kış kutlaması. Japonlar parti ve büyük geçit törenleri yerine, genellikle evde yemek pişiriyor, pirinç keki yapıyor, evi temizliyor ve aileleriyle oyunlar oynuyor.
Toshikoshi Soba
Osechi
Yapılan yemekler arasında yeni yıl için iyi şans getirdiğine inanılan “toshikoshi soba” isimli bir erişte, ayrıca deniz ürünleri, jambon, yumurta, sebzeler, siyah fasulye gibi ürünlerin azar azar bulunduğu bir yiyecek kutusu olan “osechi” yer alıyor. Tüm malzemelerin iyi şans, iyi sağlık ve uzun ömür getirme gibi özel anlamları var. Gece yarısı Budist tapınaklarında, yeni yılda daha huzurlu bir zihne kavuşabilmek adına, 108 dünyevi arzudan kurtulmak için 108 kez çan çalınıyor.
Budist tapınağında 108 kez çan çalan rahip - Joya no Kane geleneği
Avrupa’dan pek bahsetmedim. Az çok o taraflara hakimiz. So sorry Jesus. Sonuç olarak insanlığın büyük kısmı geçmişte yaptığı hataları unutmak, kendilerini affetmek, yeni yılı yeni bir başlangıç olarak kabul etmek, elindeki nimetlere şükretmek, sağlık, bereket ve huzur dilemek, kolay bir kış geçirmek, verimli bir bahara erişmek, aileleriyle ve arkadaşlarıyla bağlarını güçlendirmek, yani anlamlı bir şeyler yapmak istemiş.
Ben de her yıl yaptığım gibi zencefilli kurabiye için gereken malzemeleri aldım. Akşamları sıcak çikolata yapıp içine marşmelov atıyorum. Nar likörü serin ve karanlık bir dolapta bekliyor. Ara ara çalkalıyorum. Evdeki kar kürelerine, yanıp sönen ışıklara, parlak kırmızı paketlerindeki çikolatalara gidip gelip bakıyorum, içim açılıyor. Sıcak şarap için portakal ve ayva buz dolabında. Bazı akşamlar orgun başına gidip Jingle Bells çalıyorum. Zaten bir tek onu çalmayı biliyorum.
Kış benim için yazdan önce çekilmesi gereken bir cefaydı. Artık anlıyorum ve tadını çıkarıyorum. Sonuçta ben zor bir dönemi atlatırken, yaşama karşı heyecanını taze tutmak isteyen sıradan insanlardan biriyim. Kendimi oyalayabilme yeteneğim ile gurur duyuyorum.
Yine Kış uykusundaki replikten devam etmek isterim:
��Sıkılmak ne demekmiş? Sıkılmak için hiç vaktim olmadı benim. Ayrıca sıkılmak denen duygunun son derece lüks olduğunu düşünüyorum. Sen sıkılıyorsun çünkü hiçbir şey yapmadan öyle süzülüp duruyorsun güzelim.”
Sıkılma güzelim güzel şarkılar var. Portakal, tarçın, zencefil, karanfil kokuları var. Yağmur yağarsa şemsiye var. Poyraz çıkarsa güneyde oturacak yer var. Gülecek epeyce malzeme var. İçecek sıcak bir şeyler de var. Üstelik belki de birinin sana küçük bir hediyesi var.
19.12.24 Kaynakça Türk Söylence Sözlüğü, Deniz Karakurt, 2011 İslamiyet Öncesi Türk Gelenekleri, Nardugan Bayramı Örneği, Hakan Aryol, 2022 Prof. Dr. Abdulhaluk Mehmet Çay: Nardugan Bayramı ve Yılbaşı kutlamalarının tarihi kaynaklarda yeri yok, 2019 Colombia’s Day of the Little Candles Tradition, Adam McConnaughhay, 2024 Holiday Traditions in Puerto Rico Latin American New Year Tradition: Burning the Año Viejo Doll for Positive Energy, Alejandra Espinosa, 2022 New Year’s Traditions in Russia, 2014 Chinese New Year Celebrations and Activities Essential Guide to New Year Traditions in Japan, Julia LiMarzi, 2018
#Noel#Kış#Kış Ruhu#Kış Kutlamaları#Noel Ruhu#Kış Festivali#YeniYıl#KışMasalı#Yılbaşı#Gelenekler#Nardugan#Ayaz Ata#Kar Kızı#Mum Günü#Parranda#Çin Yeni Yılı#Festivaller#toshikoshi soba#osechi#Laba Festivali#Küçük Yeni Yıl#Novogodnaya Yolka#Snegurochka#Ded Moroz#Eski Yeni Yıl#Yeni Yıl#Quemar el Año Viejo#Arroz con Dulce#coquito#Natillas
4 notes
·
View notes
Text
Sadettin Tantan dan ;
Savunma sanayii alanında öncelikli mesele para toplamak değil eldeki kaynakları doğru kullanmaktır. F-35’ler için ödenen 1,25 milyar$ , S-400’ler için ödenen 2,5 milyar $ sonucu elde ne F-35’ler var ne de sisteme entegre edilmiş S-400’ler. Mesele halkın elinden “savunma sanayi” gibi kritik bir alanda para toplamaksa bunu zaten Türk milleti gönüllü olarak yapar. Ancak yanlış siyasi tercihlerle Ordu’nun hava savunma ve 5’nci nesil uçak ihtiyacını gideremeyenler milletimizin cebinden vergi tekniğinde eşi benzeri olmayan yöntemlerle para toplama arayışındadır. Akaryakıt istikar fonu, toplu konut fonu, çevre fonu, kaynak kullanımını destekleme fonu, maden fonu, tütün fonu, destekleme fiyat istikrar fonu, TRT payı, kültür payı, kültür varlıklarına katkı payı fonu gibi fonlar denetimden yoksun bütçedışı fonlardır. Bunun dışında bir de Türkiye Varlık Fon’u vardır. Savunma sanayi katkı fonu ile yaklaşık 30 milyar TL (yani 1 milyar $’ın altında bir para) toplanması tahmin edilmektedir. Bu açıdan bakıldığında F-35 projesinden siyasi tercihlerin bir sonucu olarak çıkarılmamış olsaydık fonla elde edilmesi beklenen geliri savunma sanayi şirketlerimiz F-35 ortak üretim programı kapsamında elde edecekti. Türkiye’nin paraya değil liyakat sahibi, birikimli, dürüst, namuslu, milli kimlikli yeni siyasetçilere ihtiyacı var. Savunma sanayi katkı fonu adı altında para toplayıp bunu başka alanlara kullanabilecek keyfi bir sistem yerine fonların kullanımını denetime tabi tutan bir sistem kurulmalıdır. Türkiye büyük ve güçlü bir devlettir. Dönemsel bir siyasi zaafiyet nedeniyle bölgesel dengelerde Türkiye aleyhtarlarının sesi gür çıkmakta ise de Türk milleti buna dur diyecektir. Türkiye yeni bir siyasi anlayışa imkan tanımalı, basiretsiz politikacılardan artık medet ummamalıdır. Bu yurt bizim sahip çıkacağız!
3 notes
·
View notes
Text
İnsanlar ne kadar garip yahu. Birine bir şey söylüyorum kendi penceresinden bakıyor, başka birine birşeyler söylüyorum o da öyle. Arada nadir bu çocuk bir şeyler söylüyor haklılık payı olabilir bakış açısıyla bakıyorlar, o an hayret ediyorum işte kaldı mı böyle insanlar diye. Mesele şu mesela bir olay oldu diyelim bende olan bir şeyi / sıkıntıyı söyledim , o sıkıntıyı örtmek için kendi siyasi düşüncesinden tutta etkilendiği akımlardan , düşüncelerden örnek veriyor. Ulan zaten ben sıkıntı yarıştırmıyorum ki ,e senin dediğinde sıkıntı olabilir yani konumuz bu mu şimdi oluyor. Başka birine birşey söylüyorum o anki ruh haliyle cevap veriyor. Aslında tek duymak istediğim şey evet böyle birşey de var ama ben şuan iyi bi modda değilim o yüzden bunu düşünemeyeceğim gibisinden cümleler yani. Birine bi derdimi anlatırım, kendi derdiyle yarıştırır alooo burdayım ben kendimi anlatıyorum şuan. Ya gerçekten o kadar çok örnek sayabilirim ki. Hangi partiyi tutuyorsan tut hepsi beşer sonuçta hepsi hata, kusur, yanlış içeriyor. Bi yanlış başka bi yanlışla mı örtüşecek illa. Tamam tuttuğum parti böyle yanlışlar içerisinde diyebilirsin mesela, babanızın oğlu sanki partiler. Oy zamanı gelir oyunu verirsin kim görüyor sanki seni , bak çözümü de basit. Yeterki yanlış giden bişey varsa savunma yani. Gerçekten düzgün bir iletişim kurulmuyor, ya da ben kuramıyorum. Nereye gidersem gideyim her yerde insanlar aynı. Sevilen biri mesela bi yanlış yapsın hemen savunma moduna geçiyor insanlar. Bu aileden biri de olsa yanlış yanlıştır sonuçta. O an yanlışını konuşmak istemeyebilirsin bu anlaşılır ama gelipte sırf senin sevgini kazanmış diye de savunma yani. Ya düzgünce konuyu kapat , yada yanlışı örtbas etme. Gerçekten o kadar sıkıldım ki insanlardan ve anlayışsızlıklardan. Biri mesela bana bi yanlışımı söylese kendime çeki düzen veririm. Bu uyarıcı bi mesajdır. Yine üslupla alakalı bir durum ama genelde insanlar ters anlayabiliyor bu durumu. Halbuki ben göz göre göre alenen yapılan yanlışı düzgün üslupla söylüyorum ki niyetim o kişinin doğruya ulaşması. Ama gel gör ki sende şöylesin, böyle yapıyorsun vs yanıtını alıyorum. Ben neyi düşünüyorum millet neyi düşünüyor. Gerçekten ne kadar az insanla muhatap olunursa o kadar iyi. Oh be dolmuşum.
11 notes
·
View notes
Text
ABD de biden gitti… heyooo diye sevinenler oldu.. ne oldu?
yerine
bidene daha geldi…” ama bu daha saçlısı” sarışını” şeklinde tesellisi olur mu?
siyasi şakalar vardır güldürür pornografik şakalar vardır ödürür
2. Domaltan kramp dönemiyle, 1. İçinden geçtin talanettin dönemini kıyaslamayacağız elbette.. ancak beklentilere girenlere, uzun el koşa el ve yarım parmak arası şeklinde nasıl bir hareket çekilebilir? üzerinde düşünelim dedik… Zira, Bazı şeylerin artık izahı mümkün DEĞİL ise sadece (ta..ak geçilir) mizahı yapılır.. zira iş derinsel mizahi bir konjonktüre dönüşmüş durumda
Ne demişti ünlü bir düşünür: “Nadanı terk etmeyen yaranı bulamaz” Umalım Kİ herkes nadanı terk edip bir an önce yarana kavuşur …
Öküzün trenden beklentisi ne ola Kİ? , hayata da tren gibi bakmayacaksın gidip mutlaka yaranı bulacaksın..
Fünyeli Abdullah filmini izlemişsinizdir, Şems’i arar gibi yaranı arıyordu, ermiş insanların ilk hecesi yarandır, yaran meclisleri kurulur, yaranla sohbetler edilir
Bazen tadından yenmez, bazen dişin kesmez, yani acı sohbetlere katılmak ayrı bir irfan gerektirir, ulemalar böyle yetişir
Bahsettiğim ayakkabı dili ve edebiyatı değildir, hoş sohbet ortamlardır, bu ortamlarda, soldier of orçun, ne güzel komşumuzdun sen jessica Albaaa… beyaz Gül abdllh Gül güller arasından gelir vb şarkılar dinlenir, öğütler verilir, yatırım yapması için kıssadan hisse bile verilir, bu yaran meclislerinin baş düşünürü vardır onun önünde, Mahsun Kırmızıgül tipi, eller önde kavuşur italik şekilde durulur…ruhu dinlendirici müzikler çalınır..
ne çalıyorsun
Ney
Ne çalıyorsun
Ney……..nirvana… sonra ney’i amfiye vurarak kırar…
zaman zaman hüzünlendiğimde, dünya üzerime üzerime geldiğinde, FB maç kaybettiğinde yaranımla sohbet eder kendime gelirim, yaranla olan sohbetleri tavsiye ederim.. eninde sonunda herkesi bekleyen bir yaranı olacaktır… sevgilisi olmayanlar gece yarana sarılıp uyur vs…
Uzunca bir zaman yaran bekledin ve o yaranı bulamadın ne yaparsın?
Önce düşünmeyi öğreneceksin..Ama
iki omuzunun arasındakiyle değil de iki bacağının arasındakiyle düşünürsen bünye tarafından horlanırsın, anlayamazsın, benliğinle bünyen sıkıştırır seni, tanga gibi hep arada kalır, karar veremezsin, bi yaranı bulursun ama seninle konuşanını bulamazsın, en makbulü seninle konuşan derdini dinleyen içini boşaltmana yardımcı olandır, sonrası kolay kendiliğinden gelir…
la havle doğru küvete
Yaranı bulamazsan içinde gelişen his, mause kullanırken biten masa gibidir kurşun geciktirici yelek kullansan nafile sıkıntı mermisi deler geçer yüreğini, sıkıntın öyle bir gaz yapar Kİ os*runca belin kütürder, Kyoto protokolü gerekir..
Kardeşim herkes buluyorda sen nasıl bulamıyorsun, Alman bilim insanları imkansızı başarıp g*te giren şemsiyeyi bile açarken, 6 satanist birleşip ortak leopara girerken sen nasıl olurda onca zaman aramana rağmen hala yaranı bulamazsın.. bu iş beyaz atlı prensten vaz geçip at tek gelse de olur demek gibi bişey..
Bir mesele daha var doğru yaranı bulmak Peki yanlış yarana rastlarsan nasıl anlayacaksın, sahte yaran, Ray Charles’ın sahte rakıdan kör olmasına benzer, kör bakmayacaksın, yolda gördüğünün üzerine çift tıklayarak olmaz, işaret parmağın ve baş parmağınla yaranı büyütüp bakmakla olmaz, doğru kişi olup olmadığını anlayamazsın, gözle değil gönül gözünle bakacaksın zira bu dünya ince düşünenler için çok kalın
Herşey ham olarak başlar sonra gelişir büyür
tohumlar fidana
fidanlar agaca
agaclar ormana dönüşür… tıpkı cenaze töreninde konuşma yapan rahip repliği gibi.
- küller küllere, toprak toprağa , tohumlar fidana, fidanlar ağaca, sonra hepsi fidana vs..gibi.. yaran da böyledir, spermler fidana, fidanlar ağaca, ağaçlar balta sapına döner olgunlaşır, insanı olgunlaşma evresi işte böyledir gerçi bazıları prezervatifin içine kabartma tozu koyuyor o başka…
Yaranı bulan, yarandan öğüt alır
Sesin yükselmesin niyetin yükselsin dolby surround sivrisinek vızıltısı gibi herşeye ses etme, coşkun sabah ereksiyonu gibi diklenme, düşüncene ket vurma Özgür bırak formüla 1 pistine kasis konur mu? Kadın şöförler winzipp ile sıkıştırılır mı? Alper Tunga öldü mü, Uçsuz acun kaldı mı? Arkadaşlarını kardeşlerini anasını babasını Aslan yerken mal mal bakan zebraya dönme, haksızlığa karşı çık, bunları yapmazsan Shaolin tapınağına kadrolu maymun olarak atanırsın.. uçkuruna düşkün olma 40 yıllık tapınakçıyım böyle kase görmedim diyip eli işte gözün onaşta olmasın
Dünya hali bu her na kadar yaranla olan dostluğun mükemmel de olsa bir gün bitebilir iki Bedevi insan gibi ( bu sözü telefonum buldu medeni yazdım Bedevi diye düzeltince böyle kalsın dedim) öpüşüp ayrılacaksın arasıra da buluşup genelevin toplu iftar yemeğine katılacaksın, sonra babalık testinde kopya çekeceksin
2 notes
·
View notes
Note
Nur çarşaf giymeye nasıl karar verdin
Aşamalı gerçekleşti. Lise dönemimde tunik pantolon takılan bazen ferace giyen biriydim hatta lise son beni dershane sisteminde okula verdiler. Özel temel lise olayı vardı ya o zamanlar o kadar çok rengarenk başörtüm ve şalım vardı ki. Her gün başka bir şeyi takıyordum. Okulda bir kısım kızlar senin her gün ne takacağını merak ediyoruz diyorlardı. :d Tunik pantolon olayını üniye geçince bıraktım. Sadece ferace ile takılmaya başladım. Benim için daha kolaydı yine istediğim gibi rengarenk başörtü ve şallarımı takabiliyordum. Kışın da kaşe pardesüm vardı. Onda da aynı şekilde takıyordum. Hâlâ o kaşe pardesümü çarşafımın altından giyiyorum :d Dini hasasiyetim ilk sınıfta siyasi şeyler ile ilgilenince çok düştü. Namazlarım fazla aksamaya başladı. Nihal Atsız çok okuyordum. Bütünleyici bakış açısı yerine ayrıştırıcı olmaya başlamıştım. Sonra benim evime komşumuzun kızı hem de yakın arkadaşım geldi. Bana çok değişmişsin sen bu değilsin dedi. Sonra ciddi bunun üstüne muhasebede bulundum. Ben kimim? Nasıl bir müminim? Nasıl olmalıyım? Bundan sonra ciddi bir dini okuma olayına geri döndüm düzenli iman hakikatleri okuyordum. Bunun yanında cevşen ve Kuran okumaya gayret ediyordum. Tesettür nasıl olmalı olayını bir gün araştırdım. Ayetler ne? Allah sınır olarak ne belirlemiş. Baktım ki benim boynumu sıkmam doğru değil. Gittim geniş başörtü aldım. Yine topuzluydum. Baya birkaç ay böyle uzun omuzlarımı örtecek geniş eşarplar taktım. Sonra asıl benim rahat edeceğim Allah'ın da takdirini kazanacak mesele ne diye baktım çarşafmış. Bunu giymeye karar verdim. Sülalede çarşaflı yok. Annemgili bir gün aradım böyle böyle ben çarşaf giymek istiyorum dedim. Onlar da giy çıkar gibi bir oyuncak olmayacaksa kabul ettiler. Uu bundan sonra çok ciddi tepkiler aldım yakın çevreden hatta bir erkek arkadaşı var ondan giyiyorsun heralde okul bitince nişanlanacaksın dedi teyzem. Ama öyle bir şey yıllar geçti olmadı. Çarşafımı alıp almamak konusunda o kadar tereddütteydim ki. Sabah erkenden kalktım şeytan uğraşmasın diye cevşen okudum. Dükkan evimin yanındaydı. Kapı açılır açılmaz içeri ben girdim :d Ben çarşaf almak istiyorum dedim. Onlar da gösterdiler. Hatta o gün çok az bir topuzum vardı saçımı orda ördüm dedim topuzda buraya kadar direkt üstüme giydim. Bana yardımcı olan kıza ben bunu üstümden çıkartmasam ücreti böyle ödesem dedim. Tebessüm ile kabul etti. Verdikleri poşete diğer kiyafetimi ve başötümü koyup öyle çıktım. Ondan beri böyleyim elhamdülillah rabbim istikametten bir an bir nefes bile ayırmasın.
12 notes
·
View notes
Text
YARGI DA DEPREM...!!!
Yargıtay 3.Ceza Dairesi’nin tartışmalı kararı, ağırlıklı olarak Can Atalay’ın şahsı ve siyasi pozisyona göre değerlendiriliyor.
Mesele gelinen noktada Atalay değil, siyasi tutumlarımız da değil, askeri vesayet dönemini andıran hukuk katliamıdır.
Yargıtay kararı dikkatlice okunduğunda bir siyasi muhtıradan söz etmek de mümkün.
TBMM’nin Atalay’ın vekilliğini düşürmeyerek görevini ihmal ettiğini söylüyor, ayar veriyor, göreve çağırıyor.
Sadece lütfetmiş, AYM üyeleri gibi vekiller hakkında suç duyurusunda bulunmamış.
Merak etmeyin, bir sonraki hedef vekillerdir.
Yıllardır vesayetle mücadele ederken hangi ara yargının balans ayarını içimize sindirir hale geldik, anlaşılır gibi değil.
TBMM ayağa kalkmalıdır.
Reddetmelidir.
Vesayete direnenleri ‘gayri milli’ olarak tanımlayan Sorosçu bürokrata da haddini bildirmelidir.
Şamil TAYYAR
AKP MV
9 notes
·
View notes
Text
Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad: Başarısızlıkla sonuçlanan uzlaşmanın tek sonucu Siyonist rejimin saldırılarını artırması ve Filistin'deki durumun her geçen gün daha da vahim hale gelmesi oldu.
Gazze hiçbir zaman tek başına ayrı bir mesele olmadı. Aksine asıl mesele tümüyle Filistin'dir. Gazze ise bu meselenin özünün somutlaşmış halidir ve Filistin halkının çektiği acıların açık bir örneğidir.
Son yaşananlar, 75 yıllık tekrarlanan Siyonist suçlarının yalnızca bir örneğidir.
Arapların zayıflığı ve tembelliği arttıkça Siyonistlerin vahşeti ve açgözlülüğü, Filistinlilere yönelik cinayetler de artacaktır.
Siyonistlerin süregelen suçlarına karşı, Arap ve İslam ülkelerinin Filistin davasını ayrı ayrı eylemlerle savunması mümkün değil.
Siyonistlerin vahşet konusunda kendilerini aşması bizi benzeri görülmemiş sorumluluklarla karşı karşıya bırakıyor.
Asgari yaşam koşullarını yeniden sağlama ve altyapıyı sağlama görevimiz konusunda hiçbir tartışma yok ama saldırılar, açıklamalar, ihlaller ve yardımlardan oluşan bir kısır döngü içinde dönmeye devam mı edeceğiz?
Filistinlilerin yardıma mı yoksa himayete mi ihtiyacı var? Bizim rolümüz ve siyasi çalışmamıza gelince eğer baskı araçlarımız yoksa yaptığımız hiçbir açıklamanın hiçbir anlamı yok.
Bu olağanüstü durumda barıştan bahsetmenin hiçbir önceliği yok. Suçlu hakim ve hırsız yargıçken hakkın iadesi mümkün değildir. Batının bugünkü durumu budur.
2 notes
·
View notes
Text
Dehşetin Güncesi
Dehşet dolu bir güncellik hasıl oluyor. Her zamanki rutine dahil edilmiş olagelen hemen her türden cerahatli imge, eylemsellikle birlikte var edilmiş nobran pratikler eliyle tüm bu sahne dehşete esir kılınıyor. Esaret halini imgeleyen, sonuna kadar gerçekliğini var ede duran bir toplamla yaşam kuşatılıyor. Toplum zaten sizlere ömür. En ufak bir ortaklaşma, en ufak bir bütünleşmeyi var edemeyip yukarıdan çıkagelen her ne varsa bunu dinamik bir biçimde sessizce kanıksayan, umursamayan, kendi etlisine sütlüsüne dokunulmadıkça da hiçbir şey için itirazı var edemeyen bir denklem / kümeleme toplum diye bildiriliyor iş bu sahnede. Yaşamın kökten çürümeye rehin edildiği zeminde olmakta olan fecaat halinin kötülük sarmalının bizatihi yeniden imaliyle o dehşet tahayyülünün gerçekliğine varılır. Bir bataklık halidir ki, yarının daha şimdiden esareti söz konusudur. Muktedir yaralar için söz var etmez. Kitlesel dönüşümü temin edebilmek daha da bataklığın ortasına çekebilme adına vatan millet sakarya türküsünü zikreder. Kesintisiz kılınan hamleler bütünüyle yeni dehşetli güncelliği var eder, gel gelelim ne dur, ne durağı söz konusu olur bu tahayyülün.
Tümden, ama’sız, fakat’sız bir halde yengileri sıradana reva gören, duraksamaksızın aleni hedef almaların sökün ettiği bir güncellik var edilir. Dehşet bugün her yerdedir. Doğrunun ya da doğrulara dair sözün esamesinin okunmadığı bir cerahat sarmalının orta yerinde bu hayat imecesini birbirinden ayrıştırarak, insanları eleyerek, sınıflandırarak, kesin ve kati bir halde hatlarla ayırarak o dehşet sahnesi var edilir. Hikaye değil yirmi üç yıllık hakikati bildirecek olan yegane şey bu bahistir. Hayat mefhum, mesel ve kapsamının alaşağı edilip derdest olunduğu, cerahatin dört bir yanı kuşatmasının hemen tüm örneklerine esir edilen bir yerin gerçekliğidir mesel. Kesin ve kati olanın yıldırı olduğu, doğru istikametin hiçbir zaman bulunamayacağı bir katran karanlığının yeni ülke diye bildirildiği zemin artık bariz hakikatimizdir. Nobran, pragmatist ve bedene / akla yönelik tehditlerin belirgin bir gerçek kılındığı zeminde normalin yerle bir edilmesi her ana yayılır. Pandemi güncesinden bu yana arasız devam eden ol yönlendirme, cerahate esir edilmiş ülke tiradının varlığı zaten pek çok şeyi başlı başına anlatacaktır. Bütünüyle hazır fırsat olarak görülen her dönemeç, her köşeye kıstırıldığında sıradan insan yeniden iktidar ve bileşenleri eliyle o çarklar döner ve oyun yeniden kurulur. Dehşete doğrudan yollanmak tam olarak budur, bu haldir.
Sözün kifayetsiz kaldığı anları var eden bir tekerrür etme istemi ile yeniden kuşatılıyor işte memleket, ondan geriye her ne kaldıysa şayet. İstanbul, Esenyrurt belediyesi ile yeni başlamış olan süreçte önce Merdin, Elih ve Riha’nın Xelfeti ilçelerine kayyım atanır. Ol aralıkta çıkagelen direnci, direniş hattını pek zayıf gördüğünden muktedir daha geçtiğimiz günlerde önce Dersim Belediyesine, arkasından da Dersim’e bağlı Ovacık belediyelerine de kayyım atanmasına hükmeder. Dolaylı yollardan darbeciliği ele alan, şiddeti kullanışlı bir aparat kılan, eyleyen muktedir ve güdümlü yargısı için bunlar tabi gelişmelerdir. Peki o seçimler ne için var edilir, oy denen şey her ne içindir. Kendi ezber ettikleri dillerinde her anlamda pelesenk olan irade, irade, irade ne yana düşecektir mesela. Ardıl sıra yine, yeni ve yeniden biçimlendirilen bu tahakküm haznesinin, eyleme dökülmüş olagelen kaybedilmiş seçimleri böyle geri almaların, iktidar lehine yazmaların yukarıda sayılan ol illerde kimse için bir karşılığı yokken, kalmamışken her neye yarayacaktır, kırılmaları daha da derinleştirmekten gayri!
Bianet’ten aktaralım: “Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) yönetimindeki Dersim ve Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) yönetimindeki Ovacık belediyelerine kayyım atanmasının ardından halk Dersim Belediyesi önünde toplanarak İçişleri Bakanlığının kararını protesto gösterilerine başladı.
Belediye Eş Başkanları Birsen Orhan ve Cevdet Konak, belediye binasının güvenlik güçlerince işgali sonrasında meydanda toplanan halkla birlikte kayyım uygulamasını protesto ettiler.
Pirha'nın haberine göre, halk protestolarının büyümesi üzerine kente yığılan çevik kuvvet birimleri halkı dağıtmak için TOMA'larla tazyikli su sıkarken, göstericileri hedef alarak tüfeklerle biber gazı ve plastik mermi atmaya başladı. Kent meydanından dağılanlar ara sokaklarda yeniden toplanarak protestolarını sürdürüyor.
Kente dışarıdan getirilen "binlerce" polis
Pirha'nın haberine göre, Dersim'e civar kent ve ilçelerden binlerce takviye polis getirildi. Sokaklarda toplanan halk “direniş saflarına” çağrı yaptı. Polisin toplananları dağıtmak için kuvvet kullanmaya başlaması, plastik, mermi, tazyikli su ve gaz bombaları atması üzerine göstericiler de sokaklara yayılarak barikatlar oluşturdu.
Eş Başkan Birsen Orhan: "Belediyemizi işgal ettiler"
Belediye önünde toplananlara seslenen Dersim Belediye Eş Başkanı Birsen Orhan, “Bunlar işgalci. Bunlar Dersim’i 1938’de nasıl işgal ettilerse bugün de belediyelerimizi işgal ettiler. Bunları izlemeyin. Gelin birlikte mücadele edelim." dedi.
Eş Başkan Cevdet Konak: "Kenti işgal ettiler. AKP-MHP fotoğrafı budur"
Yerine kayyım atanan Dersim Belediyesi Eş Başkanı Cevdet Konak, polislerin trafiği kapatarak kendisine [görevden alındığı] tebligatını imzalatmak istediklerini aktardı.
Konak, “Bize bu yetkiyi Dersim halkı vermiştir. Araçlarla trafiği kapatarak hem yol işgali yaptılar, en büyük yolsuzluğu yaptılar.” dedi.
Belediyen çıkarken polislerin yolları kapatarak trafiği kestiğini ve kendisine tebliğnamenin imzalatılmak istendiğini anlatan Konak “Yolu niye kapatmışsınız, işgal etmişsiniz diye sordu[ğunu]" söyledi. Kendisine "Bakanlığın tebligatı var imzala" dendiğini aktaran Konak, "Ben imzalamadım." dedi. "Kenti işgal ettiler. AKP-MHP fotoğrafı budur. İrade gaspı budur.”
"Görevimizi sömürge valilerine teslim etmeyeceğiz"
Perşembe günü, Dersim 1. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen davada "terör örgütüne üyelik" gerekçesiyle 6 yıl 3 ay cezaya çarptırıldıktan sonra, habercilerin sorularını yanıtlayan Cevdet Konak ve Birsen Orhan, "İrademize ipotek konmak istendi" demişlerdi.
“[Bu durumun] 'Dersim İttifakı' bileşenleri ve sivil toplum örgütleri[yle] [...] geri püskürtüldü[ğünü]" dile getiren Orhan, cuma günü olacakları haber vererek, "İktidar tarafından kayyıma hazırlık yapılıyor." demişti.
"Bugün bizler nöbetimizi başlattık ve halkımızla birlikte belediyemizdeyiz. Dersim halkının bize verdiği bu görev ve sorumluluğu hiçbir şekilde sömürge valilerine teslim etmeyeceğiz. Buradan AKP iktidarına sesleniyoruz yenileceksiniz. Belediyeler halkındır, gaspınıza izin vermeyeceğiz. Bizler seçimle geldik, kayyımla gitmeyeceğiz. Dersim halkını direnişimize destek olmaya bekliyoruz.”
Gelelim dehşeti var eden, hukuku fiili olarak lağveden o kayyım döngüsünde, yargı kararı diye çıka gelenin sunduğu hukuk kırımını da ayrıca Bianet’in haberinden aktarmaya çaba sarf edelim: “İçişleri Bakanlığı DEM Partili Dersim Belediye Eş Başkanı Cevdet Konak ve CHP'li Ovacık İlçe Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül'ün Tunceli Ağır Ceza Mahkemesince "terör örgütüne üye olmak" suçundan cezalandırılmalarını gerekçe göstererek görevden uzaklaştırdı.
İçişleri Bakanlığı'nın gerekçeleri meşru mu?
Belediye başkanlarının kesinleşmemiş yargı kararları veya soruşturmalara dayanılarak görevden alınmaları, uygulamaların başladığı günlerden beri hukuksal ve anayasal ölçütler ile açıklanamayan anti-demokratik ve keyfi kararlar olarak eleştiriliyor.
▶ Hukuksal dayanakların yokluğu. Belediye başkanlarının görevden alınmasının genellikle Anayasa’nın 127. Maddesi ve 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 47. Maddesine dayanılarak yapıldığı ileri sürülüyor. Bu düzenlemeler, merkezi hükümete belediye başkanlarının "görevle ilişkisinin kamu yararına aykırı olduğu" veya "terörle -veya başka katalog suçlarla- bağlantılı olduğu" gerekçeleriyle geçici olarak görevden uzaklaştırılmalarına olanak tanır. Ancak İçişleri Bakanlığı'nın 2024 yerel seçimleri sonrasında görevdeki belediye başkanlarına yönelik olarak başvurduğu "görevden uzaklaştırma" yetkisi tüm örneklerde kesinleşmemiş yargı kararlarına ya da devam eden soruşturmalara dayandırıldı. Oysa, belediye başkanlarının hukuksal statüsü, kesinleşmemiş, yargılama süreci tamamlanmamış kararlardan önce ne idiyse kararlardan sonra da süreç tamamlanıncaya kadar aynı kalmaya devam ediyor. Dolayısıyla İçişleri Bakanlığı'nın kararlarının hukuksal dayanağı yok.
▶ Masumiyet Karinesi. Anayasa’nın 38. Maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6. Maddesi kişinin hakkında kesinleşmiş bir yargı kararı olmaksızın suçlu ilan edilemeyeceğini emreder. Kesinleşmemiş yargı kararları ya da iddialar üzerine gerçekleştirilen görevden alma işlemleri, masumiyet karinesinin ve uluslararası insan hakları normlarının bu arada Türkiye'nin tarafı olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin açık ihlali olduğundan gerçekte merkezi idare açısından bir suç karinesi oluşturur.
▶ Demokratik Meşruiyet. Her durumda, seçilmiş belediye başkanları halk iradesini temsil ettiklerinden, normlar hiyerarşisi bakımından belediye başkanını görevden almanın biçimsel koşullarının belirmiş olması halinde dahi merkezi idarenin seçimle gelen bir yöneticiyi yargı süreci tamamlanmadan görevden alması, onu seçenlerin haklarının ve seçmen iradesinin demokratik meşruiyetini çiğnemesi anlamına gelecektir.
▶ Geçici tedbirin cezalandırmaya dönüşmesi. Görevden uzaklaştırma işlemi, bir geçici idari bir tedbir çerçevelenmiş olsa da, görevden alınanın kişisel itibarının geri dönülmezce zedelenmesi ve hukuksal sürecin sonraki aşamalarını olumsuzca etkilenmesi sonucuna da yol açabilir.
▶ Alternatif Yaklaşımlar. Belediye Başkanı'nın kesinleşmiş bir yargı kararıyla da olsa mevcut mevzuat kapsamında görevinden alınmasını mümkün kılan koşulların oluşması halinde dahi, yerine o belediye başkanına karşı oy kullanmış olanlarca göreve getirilmiş bir hükümetin memurunun atanması, seçimde ortaya çıkan halk iradesinin zorla tersine çevrilmesi anlamına gelecektir. Demokratik teamül bu durumda görevlendirmenin belediye meclisi tarafından yapılması doğrultusundadır.”
Dehşetin her nasıl güncellendiği, hakkın da hukukun da salt iktidar lehine çalıştırılan bir mefhuma dönüştüğü zeminde taşlar yerine oturmaktadır. Devlet Bahçeli’nin çıkarta geldiği dolaylı açılım, doğrudan sulh cümlelerinin de boşa düştüğü, bir ihtimal sadece bunun tahayyülü için çalışıldığını ortaya seren bir görünüm karşımıza çıkartılır. Bir asrın üstüne eklenmiş olagelen o Kürd sorununu göz ardı etmekten, imtinayla inkara şimdilerde de onlar ve bunlar diye ayrıştırıp, dağdaki ovadakiler savıyla bölmeye de dakik bir biçimde hak gasplarını daim kılmaya süregiden bir hengame var edilir. Dehşet, barışıyor bir memleket diye söz başlarken, iktidarın ta kendisinden çıkagelen o halkın haklarını hiçe yazmak, seçtiğini yok saymak, sözünü, kelamı ve eylemselliğini dümdüz etmek, bir zamanların kenan paşası gibi darbecilikle aynen yola devam demektir. Tümüyle ezberlerin konuşulduğu bir zeminde direnişiyle, müştereken itirazıyla, demokrasinin aslen her ne olduğuna dair tahayyül ve eylemleriyle bir halk ülkenin kalanına bir şeyler anlatıyor. El birliğiyle iktidar ve mahdumlarının alenen var ettikleri yıkım, gasp ve teröre karşı dehşeti daha da büyütmeye çalışanlara karşı sözü / eylemi ortaklaştırabilecek midir bu ülke? Yeterince açık ve doğrudan ülkenin kalanındaki herhangi bir muhalif için de aynı, bir örnek yolların denenip / var edilebileceğinin ortaya saçıldığı bir zeminde hakkaniyet için mücadeleye dahil olmak ne zamandır? Dehşetin kıvrımlı yollarından ibaret bir zeminde geleceksiz, yarınsız, sözsüz ve sessiz teslim olmuş yığınlar dışında insanın varlığının nedeninin hakkını arayabilmek olduğunu ne zaman hatırlayacaktır Türkiyeli! Ne zaman?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel İçin Zorunlu Kaynakça: Yeni Yaşam Gazetesi
Meramda Paylaşılan Haberler
Dersim Belediye Eş Başkanları: "Seçimle Geldik, Kayyımla Gitmiyoruz" - Bianet https://bianet.org/haber/dersim-belediye-es-baskanlari-secimle-geldik-kayyimla-gitmiyoruz-302105
Dersim ve Ovacık'a Da Kayyım - Bianet https://bianet.org/haber/dersim-ve-ovacik-a-da-kayyim-302098
#meram#arzihal#mezalim#kötülük#kirlenme#siyasi#kayyım#akparti#demokrasi nedir?#insan hakları#seçim#belediye#dersim#ovacık#darbeci#kör karanlık#aleviler#söz hakkı#cerahat#sarmal#dehşet#yeni türkiye#çoruşma#başka türkiye vardır#hakkaniyet#barışa ne oldu?#yüzleşme#mesel#insanlık#hayata dair
0 notes
Text
DEVA Genel Başkan Yardımcısı Ekmen: Kültür ve Turizm Bakanı istifa etmeli!
https://pazaryerigundem.com/haber/202174/deva-genel-baskan-yardimcisi-ekmen-kultur-ve-turizm-bakani-istifa-etmeli/
DEVA Genel Başkan Yardımcısı Ekmen: Kültür ve Turizm Bakanı istifa etmeli!
DEVA Partisi Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Emin Ekmen, Kars’ta bir dizi temaslarda bulunduktan sonra basınla bir araya gelerek gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Vahim tablonun birinci derece ana sorumlusunun Kültür ve Turizm Bakanı olduğunu öne süren Ekmen, “Kendisi de bir turizm işletmecisi olan Sayın Bakan, siyasi sorumluluğun gereği olarak istifa etmelidir” dedi.
KARS (İGFA) – Bolu’da 76 vatandaşımızın hayatını kaybettiği otel yangıyla otellerin yeteri kadar denetlenmediğinin ortaya çıktığını vurgulayan Ekmen, Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy’u istifaya davet etti.
DEVA Partisi Genel Başkan Yardımcısı ve Mersin Milletvekili Mehmet Emin Ekmen, Kars’ta bir dizi ziyaretlerde bulundu. Esnaf, STK ve bölgenin kanaat önderleriyle bir araya gelen Ekmen, Kars’ta basın toplantısı düzenleyerek gündeme dair açıklamada bulundu.
Ekmen’e, DEVA Partisi GMYK Üyesi Umut Dayanan ve DEVA Partisi Kars İl Başkanı Av. Güven Özen de eşlik etti.
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI İSTİFA ETMELİ!
Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy’u istifaya çağıran Ekmen, “Otellerin yeteri kadar denetlenmediği gerçeği ile karşı karşıyayız. Bu kadar lüks, üst sınıf hizmet veren neredeyse Kars’ta 1 hafta konaklayabileceğiniz ve gezebileceğiniz bir fiyata gecelik ücret alan bir otelin hem otel sahipleri açısından gerekli tedbirlerin alınmamış olması hem de sorumlu bütün birimler açısından çünkü Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın da sorumluluğu var. Bakanlık her ne kadar suçu belediyeye atmış olsa ve itfaiye açısından belediyenin sorumluluğu olsa da çok vahim bir tablo. Sorumluluk personel, müdür gibilerinin gözaltına alınmasıyla çözülecek bir mesele değil,‘kamuoyuna biz gereğini yapıyoruz hissinin’verileceği yöntemler değil gerçek bir adım atmak gerekir. Birinci derece ana sorumlu Kültür ve Turizm Bakanı’dır. Kendisi de bir turizm işletmecisi olan sayın bakan, siyasi sorumluluğun gereği olarak istifa etmelidir” dedi.
HER İLİN SORUNLARINI MECLİSE TAŞIYACAĞIZ
DEVA, Saadet ve Gelecek partilerinin oluşturduğu Yeni Yol gurubuyla her şehrin sorunlarını TBMM’ye taşıyacaklarını söyledi.
Ekmen, vatandaştan hem sağ seçmenindeki dağınıklığı giderecek, hem de siyaset gündemine yeniden dahil olmamızı sağlayacak bir talep sürekli önlerine geldiğini belirterek, “Burada bugün itibariyle DEVA, Saadet ve Gelecek partilerinin Yeni Yol ismi ile bir meclis çatı grubunda birleşmesi sonucunu üretti. Bu iş birliğinin uzun vadede bir seçim iş birliğine dönüşmesi yönünde de kuvvetli bir irade var ama sonuçta bunları da zaman gösterecek. Yeni Yol grubu sayesinde her şehrimizin gündemlerini ulusal basına, Meclis gündemine taşımak noktasında bir imkânımız olacak. Ayrıca gerek kanun yapım süreçleri gerekse de muhalefetin Meclis gündemine taşımak istediği araştırma önergeleri veyahut kanun teklifleri üzerinden daha fazla görünür olmak, seçmene, vatandaşımıza görüşlerimizi daha hızlı ve sağlıklı bir şekilde verme imkânı elde edeceğiz” diye konuştu.
0 notes
Text
Meşrutiyetin İlanı
✍🏻 Mehmet Recep Aşar
Yürüdüğümüz yollar, yürüyeceğimiz yönü tespit eder.”
İmparatorluk, Meşrutiyet ilanı ile şüphesiz heyecan ve sarhoşluğun getirdiği bir rehavet içindeydi. Kahraman ilan edilen ihtilalin ileri gelenleri Enver, Cemal ve Talat Paşa’nın söylemleriyle de ilk günlerin yarattığı sarhoşlukla insanlar bir bahar havası yaşıyordu.
Türk kadınları çarşaf ve peçeleri attı. Hapishanelerin kapıları ardına kadar açıldı. Ülkedeki Hristiyan papazlar, Musevi hahamlar, Müslüman hocalar kucaklaşmış, kol kola gezer oldu. Ancak Mustafa Kemal, yurtdışından “Genç Türkler”e destek veren ve Osmanlı lehine tavırlar içine girmiş özellikle İngiltere ve Fransa’nın tutumunu yüzeysel ve aldatıcı buluyor, kabul etmiyor ve sakıncalı görüyordu.
Selanik, çok eski yıllarda Neron’un zulmünden kaçan Hristiyan Aziz Poul ve havarilerin kurduğu gizli örgütten bu yana siyasi havasıyla gizli cemiyetlerin oluşmasına elverişli bir şehir halindeydi zaten. İttihat ve Terakki Cemiyeti de Farmasonların binalarından ve yapılarının tekniklerinden yararlanmaya başladı. Cemiyete girmek isteyen aday üye, giriş töreninde gözleri bağlanarak, pelerinli ve maskeli üç kişinin huzuruna alınıyordu. Burada, memleketi kurtaracağına, cemiyetin emirlerini koşulsuz yerine getireceğine, sırlarını ele vermeyeceğine; uymayanların ya da ihanet içinde olanların ölümle cezalandırılacağına hem Kur’an hem de kılıç üzerine yemin ettiriliyordu. Tüm bunları maskaralık olarak niteleyen Mustafa Kemal, sadece silah üzerine yemin etmişken böylesi bir and içmek sinirine dokunuyordu.
Enver Paşa, korunma adına etrafı silahlı ve gizli komitacıların oluşturduğu bir çember içine alınmıştı. Bu komitacılar, Mustafa Kemal’i kendini beğenmiş ve atılgan buluyorlardı. Dışlayıp gözden düşen Mustafa Kemal ise olayları akışına bırakmış, bir kenara çekilmişti ancak istediklerini yapamamanın ızdırabı içinde Selanik’te kalarak basit görevlerde günlerini geçirmeye devam etti.
Mustafa Kemal ön planda olmadığı gibi etrafında silahşorlar da yoktu. Daha ilk günden itibaren ön planda olan ihtilalcilerden uzaklaşmıştı. Hele Enver’e yaklaşması mümkün bile değildi. O da günlük basit görevleri dışında, özellikle akşamları kendini Selanik sokaklarının insan seline kaptırmaya başladı. Belirli arkadaşlarıyla, dostlarıyla Beyaz Kule gazinolarında yedi, içti, sohbetler etti. Sohbetlerin konusu elbette politika. İşlerin gidişatı onu kuşkulu, kaygılı hatta asileştirmişti. Açık ve net konuşur, tenkit etmekten hiç çekinmezdi. Şöyle diyordu arkadaşlarına:
“Asıl mesele şimdi başlıyor. Asıl mesele, ihtilalden sonraki meseledir. Geceler çok şeylere gebe. Ufuklarda tehlikeli bulutlar görüyorum. Hele ordunun siyasete karışması işi artık bitmelidir. Ordu kışlasına, siyasetçi siyaset meydanına. Hâlbuki bizimkiler?…”
Enver’in kahraman edası, subaylar arasında büyük övgülere nail olduğu bir günde Mustafa Kemal arkadaşlarına çıkışarak şöyle dedi:
“Enver de Enver, Enver’den başka bildiğiniz yok. Onu bu kadar yüceltmek iyi bir şey değil. Anlamıyor musunuz? Bütün bu övgü ve söylevler sonunda şımaracak, kendini öyle beğenmeye başlayacak ki, ülkenin başına bela kesilecek!”
Ama uyarılarına kulak asan olmadı. Sürgün sırasında arkadaşlarıyla kurduğu “Vatan ve Hürriyet” cemiyeti de bu şaşalı günlerde İttihat ve Terakki’ye katılmış ve sonsuza kadar kapanmıştı. Yapacak bir şey yoktu.
Mustafa Kemal haklıydı. Jön Türkler diye anılan subayların vatanseverlikleri tartışılmazdı ancak ihtilal sonrası herhangi bir ideoloji ya da program yoktu. İhtilal, İmparatorluğun çözülmemesi için beklenen bir önlem olmadı, bilakis çökmesini hızlandırdı. Aradan henüz birkaç ay geçmeden Bulgaristan bağımsızlığını ilan etti. Hemen arkasından Avusturya, Bosna-Hersek’e el koydu ve Girit de Yunanistan’la birleşme kararı aldı. Balkanların karışmasıyla, İmparatorluğu bekleyen tehlikeleri çok net olarak gören Mustafa Kemal, toplantılar yaptıkları evinde ve kahvelerde yüksek sesle ihtilalcileri eleştiriyor, Enver’i ve arkadaşlarını savunanları ise sert biçimde mat ediyordu. Ve sonunda varlığından rahatsızlık duyanlar:
“Mustafa Kemal artık can sıkıyor!
Mustafa Kemal’den kurtulmak lazım!…”
Bu söylemleri dile getirenler bazı tertipler bile düzenledi. Selanik sokaklarında geceleri kovalamacalar, takip etmeler, bazen sonu kötüye varabilecek teşebbüsler oldu. Hatta bir defasında güpegündüz yolunu kestiler. Arkasını duvara dayayıp silahına davrandığında işi bu kadarla bırakmak zorunda kaldılar.
1908’in ağustos ayının sonlarında İstanbul’dan bir mektup alır. Mustafa Kemal, mektubu okuduktan sonra işi anlamıştır. Özetle, İttihat ve Terakki’nin sivil iradesi Selanik’ten uzaklaşmasının gerekli olduğuna karar vermiştir. Bu defaki sürgün yeri Trablusgarp’tı.
Kendisine düşmanlık edenlere adeta meydan okurcasına bu öneriyi kabul etti ve gereken hazırlıklarını yaptı. Gideceği yeri annesine dahi söylemeden, sivil olarak Kuzey Afrika’ya giden bir gemiyle yola çıktı.
Yolda gemi Sicilya’ya uğradı. Bir arkadaşıyla limana çıktı. Gezinti sırasında çocuklar, başlarındaki fesleri görünce alaya alarak üzerlerine limon kabukları attılar. Fes’in, Türk kılık kıyafetle ve modern dünya ile bir bağı yoktu. Mustafa Kemal’in milli gururu incindiği sanılmasın. Asıl canını sıkan, Osmanlı’nın itibarı denilen fesin çocuklar tarafından bile alay konusu olmasıydı.
Yüce Türk ulusuna saygıyla…
Mehmet Recep Aşar
14 Ocak 2025, Antakya
0 notes
Text
“Suriye İçin CHP Haklı Çıktı”
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Özgür Özel, Parti Meclisi toplantısının açılışında önemli açıklamalarda bulundu. Özel, sığınmacı meselesinin Türkiye'nin en büyük sorunlarından biri olduğunu vurgulayarak, Avrupa ve dünyanın bu konuda sorumluluk alması gerektiğini ifade etti. Suriye politikasına ilişkin değerlendirmelerde bulunan Özel, 13 yıl boyunca yapılan yanlışları ve CHP'nin bu süreçteki haklılığını şu sözlerle dile getirdi: "13 yıl önce yaptığımız uyarılara rağmen, bugün Türkiye’de 4,5 milyon sığınmacı yaşıyor, 900 bin Suriyeli bebek doğdu. 283 şehit verdik ve 200 milyar dolar harcadık. Bu parayla tüm emeklilere 100 yıl maaş ödenebilirdi. Ancak daha büyük maliyetler kapıda." "Sığınmacılar Ülkelerine Dönmeli" Özel, CHP'nin Suriye politikasındaki temel yaklaşımını vurguladı: "Biz, Suriye’nin toprak bütünlüğünü, demokratik bir rejim inşasını ve bu demokrasinin her etnik ve mezhepsel grubu kucaklamasını savunuyoruz. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin bir askerinin daha burnunun kanamaması gerektiğini hatırlatarak, sığınmacıların ülkelerine dönüşü için bir takvimin oluşturulmasını istiyoruz." Avrupa ve Dünya Elini Cebine Atmalı CHP lideri, uluslararası iş birliğinin önemine dikkat çekerek şöyle konuştu: "Cumhuriyet Halk Partisi olarak, uluslararası kuruluşlar ve Avrupa Birliği başta olmak üzere bu sorunun çözümüne katkı sağlamaya hazırız. Çünkü hem Avrupa hem dünya bu mesele için elini taşın altına koymaya değil ama elini cebine atmaya hazır." "Suriye’de İstikrar Şart" Türkiye’nin, Suriye’nin askeri ve siyasi istikrarını sağlaması için uluslararası iş birliği yapması gerektiğini belirten Özel, şu ifadeleri kullandı: "Suriye’nin hızla askeri ve siyasi istikrarını sağlayıp ekonomik kalkınması için ne yapılması gerekiyorsa, Avrupa Birliği başta olmak üzere dünya ile birlikte hareket etmeliyiz." Read the full article
0 notes
Text
✍🏻Taha Akyol (@takyol96) Yazdı...
Mesele Can Atalay meselesi değildir… Osman Kavala meselesi değildir… Mesele Türkiye’nin hukuk devleti olup olmaması meselesidir.
İktidarın ilgi gösterdiği dosyalarda istenen karar çıkıncaya kadar üst üste hakim atamaları… Kararları beğenilmeyen hakimlerin sürülmesi… Üst üste dört defa kadro kanunu çıkarılarak Yargıtay’ın yeniden kadrolaştırılmış olması… Yargımızın üzerindeki siyasi etki hakkında uluslararası raporları geçmiş sorunlar… Mesele bu.
Mesele iki yüz yıldır hukukun üstünlüğünü tesis edememiş olmamız ve bu çağda artık böyle devam edemeyeceğimiz meselesidir. Yıllardır anlatmaya çalışıyorum, hukuk ekmektir.
🔗karar.com/yazarlar/taha-…
2 notes
·
View notes