#saldırdı
Explore tagged Tumblr posts
Text
Peygamber Devesi, Serçeye Saldırdı ve Sersemletti.
0 notes
Note
itrail Filistinde soykırım yapıyor Filistin hakkında tek bir post attığını görmedim nedenini sorabilir miyim
1984 1988 yıllarında Saddam yönetimindeki Irak Kürtlere enfal operasyonu adı altında saldırdı. Filistinliler Irak ordusuna yardım ediyordu. O operasyonlarda Filistinliler Kürt kızlarını kendilerine ganimet olarak götürmüştü.
Hatta o yıllarda Yaser Arafat bir açıklamasında Kürtler için şeytanın çocukları demişti.
2000'li yılların başlarında İsrail devleti o Kürt kızlarını Filistinlilerin elinden alıp Kürdistan bölgesel yönetimine iade etmişti.
Kürt milletine yardım eden tarih boyunca Kürtlere zararı olmayan Yahudilere ve İsrail'e ben neden düşman olayım?
21 notes
·
View notes
Text
Geçen Süt kedim yine laik atak geçirip Tayyip kedime saldırdı, tam o sırada Tayyip olduğu yere kanlı çiş yaptı :S
Veterinerden öğrendik ki atlarda ve kedilerde ani korku, stres, şok gibi durumlarda mesanedeki alyuvar yoğunluğu böyle şeylere neden olabiliyormuş ve normalmiş, sizin de başınıza gelirse benim gibi fenalık geçirmeyin diye söylüyorum *-*
Tabii “o yüzdendir” deyip geçmeyelim, takip edelim dendiği için ben gidip beyaz bentonit kum aldım ve sadece Tayyip’in kullanabileceği şekilde bir odaya koyduk onu falan. Tatile gittim geldim, annem defalarca temizleyip yenilemiş olmasına rağmen kumun olduğu odaya girdiğim gibi yüzüme o unuttuğum ve keşke hatırlamayaydım dediğim amonyaklı çiş kokusu vurdu. Dahası döndüğümden beri hala her gün evin her yerinden kum tanesi süpürüyorum, bitmiyor anasını satayım kapısı kapalı bir odada durmuş olmasına rağmen bit-mi-yor.
Bu vesileyle bentonitin ne kadar büyük bir amelelik olduğunu bi’ tur daha dile getirmek istiyorum. Kendisini ve kedisini seven pelet kullansın ya. Sıfır koku, sıfır pislik, ayrıca sıfır zarar. Kedinize beton tozu ve amonyak solutmayın. Hem kedinin sağlığı hem de ekoloji (doğaya karışma) açısından aşırı faydalı pelet kedi kumu.
Allah da var ya bana onu öneren arkadaşıma “aa deneyeyim” deyip peleti eve soktuğum günü kutsasın böyle, onun da ne muradı varsa hepsi gerçekleşsin falan - öyle bir farktan ve kurtulmuşluktan bahsediyorum 🥹
48 notes
·
View notes
Text
12. BÖLÜM
YENİDEN BAŞLANGIÇ
S, “Hadi anlat, neler oldu?” dedi. T, “Bekle,” dedi ve kapıdan yaşlı, uzun sakallı, iri ve dinç görünümlü bir adam girdi. Adamın gözlerinde bilgelik ve kararlılık parlıyordu. S’ye doğru yürüdü ve derin bir nefes alarak konuşmaya başladı: “Merhaba S, ben Solaria Adası’nın Kralı Valerius. Siz ikiniz, Solaria’nın koruyucu muhafızlarıydınız, ta ki birbirinize aşık olana kadar. Aşkınız, görevlerinizi ikinci plana atmanıza neden oldu ve bu da adanın güvenliğini tehlikeye attı.”
“Birlikte, adanın ıssız bir köşesinde bir kulübe inşa ettiniz. Askerlerim sizi bulmaya çok yaklaşmıştı. Bunu siz onlardan önce fark edip kulübede bir zaman kırılması yarattınız ve başka kapılar açarak kaçtınız. Bu kaçış size geçmişinizi unutturdu ve yeni dünyada iki farklı kişiliğe hapsolmuş iki insan oldunuz. Dünya insanları T için bir teşhis koymuştu ama sen bunu bilmiyordun, sadece uyum sağlayamadığını düşünüyordun.”
“Siz gidince Solaria tamamen savunmasız kaldı. Ada halkı artık kendini güvende hissetmiyordu ve anarşi çıktı. Halk, huzursuz bir şekilde ne yapacağını bilmeden her yere saldırdı. Bir kısmı yok oldu, kalanı adadan kaçtı. Sizin geri gelişiniz benim için bir umut olmuştu. Askerlerden birini o gece sizi takip etmesi için görevlendirdim. Sanırım T bunu fark etmişti ve biz kulübeye geldiğimizde seni bir şekilde göndermişti.”
Kral Valerius, derin bir iç çekerek devam etti: “Tekrar Solaria Adası’nı eski günlerine döndürmek için size ihtiyacımız var. Geri dönmeniz gerek. Ada halkı, sizin liderliğinizde yeniden huzur ve güven bulabilir. Siz olmadan, Solaria’nın geleceği karanlık.”
23 notes
·
View notes
Text
Ankara’da bir sitede çıkan tartışmada yobaz bir şahıs, “sizden midem bulanıyor” diyerek çarşaflı bir kadına saldırdı. Saldırgan, çarşaflı kadının başörtüsünü zorla açmaya çalıştı ve keserle saldırdı.
46 notes
·
View notes
Text
Heaven Official's Blessing▪︎
209. BÖLÜM - Göksel Mahkemede Kaos - Hiddetli Bir Dalga Cenneti Sarsıyor -
Mei Nian Qing yüzü olmayan beyazın tam karşısında durduğunu söylediğinde Xie Lian ilk kendinin o olduğunu ancak bunu unuttuğunu düşünüp binlerce yıldır hissetmediği acı bir korkuya kapılmıştı. Mei Nian Qing’in önünde Xie Lian’dan başka hala Xie Lian’ın arkasında duran Jun Wu da vardı.
Ama o kişiden hiç şüphelenmediğinden bu gerçekten şaşırtıcı bir ifşaydı ve bu yüzden sanki tüm saçları elektriklenmiş gibiydi. Xie Lian çabalasa da o el o kadar güçlüydü ki hiç kıpırdamadan sıkıca tutuyordu. İstemeden söyledi, “Sen… yüzün…”
Jun Wu’nun sesi o kadar umursamazdı ki, sanki havadan sudan bahsedermiş gibiydi, “Ah, bir anlık dikkatsizlikle bak yine göründüler.”
Başka bir işkence dalgası Xie Lian’ın bileğinde aniden artmaya başladı, artık kılıcın kabzasını daha fazla tutamıyordu, bıraktı.
Kılıç yere düştü ve çınlama sesi tüm salonda yankılandı. Ancak çok geçti.
Yakınlardaki cennet mensupları Xie Lian gibi HongJing’in üzerindeki o korkutucu yansımayı görmüştü.
Koca bir ölüm sessizliği tüm salonu kapladı. Tüm cennet mensupları sersemlemişti, özellikle de en yakında duran ve her şeyi açık açık gören Feng Xin. Mei Nian Qian bu şansı onu tutan kollardan kurtulmak için kullandı ve yerde duran HongJing’i alıp kaldırdı, doğruca önünde duran Jun Wu ya işaret ederek; “HERKES DİKKATLİCE BAKSIN! TAM KARŞIMDA DURAN BU ADAMIN YÜZÜNE DİKKATLİCE BAKIN!”
Birkaç savaş tanrısı hızla olayları kavramıştı, Pei Ming ileri atıldı, kılıcını çekerek bağırdı, “SEN KİMSİN?”
Diğer cennet mensupları uzakta durduklarından neler olduğunu anlamamışlardı, haykırmaya başladılar, “NELER OLUYOR?”
“GENERAL PEİ KİMİNLE KONUŞUYOR?”
“NASIL OLUR DA İMPARATORA KILIÇ TUTAR?
Mei Nian Qing gözünü bile kırpmadan Jun Wu’ya bakıyordu, her kelimesini vurguladı, “O, YÜZÜ OLMAYAN BEYAZ!”
Mu Qing’in dili tutulmuştu, “O nasıl yüzü olmayan beyaz olabilir? Yüzü olmayan beyaz imparatoru mu taklit ediyor? O zaman gerçek imparator nerede?”
Xie Lian da gizliden bir değişiklik olup olmadığını merak ediyordu, ama sahte olan ne zamandan beri oradaydı? Nasıl oldu da yanlış giden bir şeyler olduğunu anlamamıştı? Aziz savaş tanrısı güvenilmez ve basit biri değildi, ne olursa olsun taklit yapıyorsa da tüm üst mahkemeyi kandıramazdı ya!
Mei Nian Qian konuşmak üzereydi ki Jun Wu elini kaldırdı ve iç çekti, “Beni yine hayal kırıklığına uğrattın.”
Mei Nian Qian sanki biri tarafından mutlak bir güçle boğuluyormuş gibi yüzü düştü. Lang Qian Qiu hızla uzun kılıcını alarak çınlayan kılıç sesiyle hızla saldırdı ama Jun Wu’nun ona bakarak kafasını çevirmesiyle geriye doğru uçtu.
Sonrasında neredeyse tüm savaş tanrıları, Pei Ming, Lang Qian Qiu, Feng Xin, Mu Qing, Quan Yi Zhen büyük dövüş salonunda ileri atıldılar.
Ancak bir tütsü yanma süresi sonunda tüm savaş tanrıları Jun Wu’ya saldırıp etrafını sararken, aynı zamanda etrafa fırlatılırken Jun Wu hala Xie Lian’ın bileğini sıkıca tutuyordu.
Büyük dövüş salonunda yalnızca Xie Lian ve Jun Wu ayakta duruyordu, tüm savaş tanrıları saldırı güçlerini kaybetmiş yere iki seksen uzanıyorlardı. Mu Qing bir ağız dolusu kan kustu ve öfkeli bir şekilde donakalmış Xie Lian’a bağırıyordu, “HAREKET ET! BİR ŞEY YAP! NEYE DALDIN ÖYLE? ÖLDÜRÜLMEYİ Mİ BEKLİYORSUN?”
Ama biraz bile biliyor muydu, Xie Lian hareket etmiyor değil, hareket edemiyordu!
Jun Wu onu tutmak için tek elini kullanmasına rağmen, Xie Lian parmağını biraz bile oynatsa o bunu hemen hissedip aniden karşılık olarak parmağını çıt diye kıracağını hissedebiliyordu. Hangi açıdan bakılırsa bakılsın, en iyi karar dikkatli ve sabit kalmaktı.
Bu, üç alemin bir numaralı savaş tanrısının gücüydü.
Dış kenarlarda duran cennet mensupları korku içinde dağılmıştı, yüzleri solmuştu, akıllarına kaçmak geldiğinde kapıya doğru yöneldiler ancak onlar kaçamadan görkemli büyük savaş salonunun kapıları çat diye kendiliğinden kapandı. Boşuna kapılara tokat attılar. Neredeyse bine yakın cennet mensubu ne dışarı çıkabildi ne de ayağa kalkabildi, tam bir kaostu. Mei Nian Qing’e gelince, vücudu aniden görünmez bir güç ile çekildi, Jun Wu yakasını tutarak gülümsedi, “Cidden son anda kararını değiştirip doğruları söyleyince bir şeyler yapamayacağımı mı düşündün? Sahiden öğrendiklerinde bir araya gelip benim için tehdit oluşturabileceklerini mi düşündün? Sadece tek elimle hepsini yok edebilirim.”
Görünüşe göre Jun Wu’nun önce Mei Nian Qing’i önceden götürüp Xie Lian’ın Hua Cheng’e veda etmesini sağlama amacı yoktu. Mei Nian Qing'e bazı şeyler söylemiş veya tehdit etmişti, bu yüzden sonucunu düşünmeden büyük savaş holünde onu sorguluyordu. Ama son saniyede Mei Nian Qing’in sözünden döneceğini kim bilebilirdi ki? Jun Wu'nun kollarını tuttu ve Xie Lian’a bağırdı, “Ekselansları, KAÇIN! TAMAMEN DELİRDİ!”
“Guoshi!” Xie Lian haykırdı.
Saniyesinde Mei Nian Qing artık konuşamıyordu, sanki bir şeyler boğazını sıkıyor gibiydi, ama her zaman boğazları kapalı cübbe giydiğinden Xie Lian neler olduğunu tam olarak göremiyordu. Jun Wu iç çekti “Seni ahmak, yaptığın onları ateş çukuruna atmaktan farklı değil. Aslında onlarla alakası bile yok, ama artık bu şartlarda kimse büyük dövüş salonunu canlı terk edemeyecek.”
Bu acil durumda Xie Lian zaman kaybetmeden ruhsal iletişim rününe girdi, “SAN LANG!!”
Hua Cheng’in ruhsal iletişim rünü şifresini daha önce söylemek için girişken olamamıştı, ama bu acil durumlar altında utangaç olmaya zaman yoktu, ancak birkaç kez zihinsel olarak okuduktan sonra diğer uçta hala tam bir sessizlik vardı ve herhangi bir yanıt yoktu.
Bu iletişim tıkanması hissi TongLu Dağı'ndakiyle tamamen aynıydı!
Sadece bir bakışla Jun Wu onun ne düşündüğünü anlayabildi, “Denemeye devam etmen gereksiz. Ben izin vermedikçe iletişim kuramazsın.”
Bu göksel mahkeme Jun Wu’nun güçleriyle oluşturulmuştu, onun uzmanlık alanıydı, o en yüceydi ve tabii ki istediği her şeyi yapabilirdi. Bu ayrıca tüm göksel mahkeme ve büyük dövüş salonunun layıkıyla herhangi bir yerden izole edildiği anlamına geliyordu. Şu gerçekten de gerçekleşmişti, “Cennet için ağlamak boşuna, dünya için ağlamak faydasız.”
Aniden büyük savaş salonunun kapıları yanarak açıldı. Göksel yetkililerin hepsi sevinçle morallerini yeniden kazandılar ki kapıda duranı görünce geri tepti. Salonun dışında uzun boylu, siyah giyimli bir adam, aurası tüyler ürpertici ve yaklaşılamaz şekilde herkesin yolunu engelleyerek duruyordu. Brokarlı ölümsüzü giyen Ling Wen’di.
Cennet mensupları büyük dövüş salonunun eşiğini aştıktan sonra içeri girip ciddi bir şekilde Jun Wu’nun önünde tek diziyle diz çökünce ne diyeceklerini bilemediler, “Lordum.”
“Ayağa kalk ve işine dön.” Dedi Jun Wu. “Ne yapman gerektiğini biliyorsun.”
Ling Wen başını eğdi ve gülümsedi, “Tabii ki.”
Mu Qing duvardan destek alarak ayakta durmaya gayret etti, bunu görünce ikisi de şaşırdılar ve şüpheyle, “Ling Wen hâlâ TongLu Dağı'nda hapis değil miydi?”
“Doğru.” Dedi Jun Wu. “Ancak Ling Wen cidden işe yarar, önemsiz bir hata yaptı sadece, ben de onu geri çağırdım.”
Sahiden, Beyaz Kıyafetli Felakete göre Ling Wen’in yarattığı Brokarlı Ölümsüz cidden ‘önemsiz bir hata’ydı. Artık Ling Wen ve Brokarlı Ölümsüz, Jun Wu’nun emri altındaydı. Biraz sonra bir düzeni beyaz ışık parladı ve bir şey gelerek Jun Wu’nun botlarına burnunu sürtmeye başladı. Feng Xin görünce sinirle haykırdı, “NE YAPIYORSUN? BURAYA GEL!”
Bu cenin ruhuydu. Hem babasının lafını dinlemiyor hem de onun inadına ona dil çıkarıyordu. Feng Xin az önce Jun Wu yüzünden yere yıkılmış kan kusuyordu, şimdi ise oğlu muhtemelen onu yaralayabilecek düşmanının ayağına sarılıyordu. Sanki babasının kim olduğu hakkında hiçbir fikri yoktu, Feng Xin çok öfkeliydi ve biraz daha kan kustu. Daha sonra bir düzine ifadesiz savaş tanrısı büyük dövüş salonuna doluştu.
Bu savaş tanrıları Jun Wu tarafından atanmış ve yalnızca onun emirlerine itaat etmişlerdi. Ling Wen, Jun Wu'nun kontrolünü aldı ve emretti, “Her cennet mensubunu sarayına götürün ve göz kulak olun.”
Pei Ming yakınlarda oturuyordu, ifadesi karmaşıktı, “Ling Wen, ne kadar kalpsizsin sen.”
Ling Wen omzunu okşadı, “Tanıştığımız ilk günden beri kalpsiz olduğumu bilmiyor muydun? Ne dersin, katılmak ister misin? Her zaman sana kapımız açık.”
Pei Ming kuru bir kahkaha attı ama konuşmadı.
Xie Lian yine özel muamele gördü çünkü ona XianLe sarayına kadar eşlik eden Jun Wu idi. Jun Wu azarladı, “Gel.”
Xie Lian arkasına bakarak Mei Nian Qing'e bakış attı. Neler oluyor? Sen kimsin? Neyi başarmak istiyorsun? Bu kim? Yüzü olmayan beyaz mı Jun Wu mu? Ne planlıyor?
Sormak istediği çok, çok fazla soru vardı ama bunlar özel olarak ve dikkatlice sormalıydı. Bu sorulara sadece Mei Nian Qing cevap verebilirdi ama Jun Wu ona konuşma şansı bile tanımazdı.
Büyük Dövüş Salonunun dışına çıktıkları an Xie Lian biraz şaşırmıştı. Cennet başkent bulvarının üzeri, gökyüzü kasvet doluydu, bulutlar korkunç bir şekilde yuvarlanıyordu; her şey göz açıp kapanıncaya kadar değişmişti ve artık o göz kamaştırıcı parlaklıktan eser yoktu. Yalnızca Jun Wu’nun emri altındaki savaş tanrıları hiçbir şey olmamış gibi davranıyor, her cennet mensubunu sarayına götürüyorlardı, artık her şey huzursuz ve kasvetli görünüyordu. Aceleyle koşan orta cennet mensuplarına gelince artık hepsi arazinin her yerine bilinçsizce yayılmışlardı.
Söylemeye gerek yok, bu Jun'un Wu'nun yaptığı bir şey olsa gerekti. Uzaktan çanın sesi geldi, DANK! DANK! Görünüşe göre sorun zille ilgiliydi.
Cennet başkentinin büyük caddesi boyunca XianLe sarayına doğru yürüdüler. Yolda Xie Lian zihnini döndürüp kaçmanın bir yolunu düşünmeye çalışıyordu ama Jun Wu rakip olamazdı ve küçük ucuz numaralar da imparatora karşı işe yaramaz olurdu. Ayrıca Jun Wu savaş yüceliğine sahip değil miydi, Xie Lian’ın ne düşündüğünü bile anlayabilirdi.
XianLe sarayına girdiklerinde Xie Lian’ın aklına hala hiçbir fikir gelmemişti. Kendine olduğu gibi bırakmayı söyledi çünkü hiçbir şey düşünemese bile sorun olmazdı. Çünkü uzun zamandır Hua Cheng ile konuşamamışlardı ve Hua Cheng kesin bir şeylerin yanlış olduğunu fark etmiş olmalıydı. Ta ki bu olmadan önce işler kontrolden çıkmazsa.
Ancak kapılar kapandıktan sonra Jun Wu konuştu, “Çiçeği Arayan Kızıl Yağmur’u özledin mi?”
“…”
Jun Wu'nun sözleri kalbinin boğazına sıçramasına neden oldu ve kalbi çarpmaya başladı.
Xie Lian nasıl cevaplasa bilemedi; evet dese Hua Cheng’e zarar verebilirdi, hayır dese Jun Wu ona inanmazdı.
Hiçbir yanıt duymayan Jun Wu gülümsedi, “Endişelenmene gerek yok. Biliyorum, onu özlemiş olmalısın. Eminim ki onunla konuşmak istiyorsundur.”
Xie Lian'la konuşma şekli hâlâ öncekiyle aynıydı; sıcak, hoşgörülü, sakin, güvenilir, hiçbir şey değişmemişti. Ama o böyle oldukça Xie Lian'ınn kafası karışmış ve dehşete düşmüştü.
Jun Wu devam etti, “Eğer gerçekten özlediysen neden biraz iletişim kurup laflamıyorsun?”
“…”
Kapıdan tam girdiklerinde Xie Lian’in ne düşündüğünü tahmin etmişti. her şey onun elinin altındaydı.
Jun Wu gülümsemeye devam etti, “XianLe, ne söylemen gerektiğini biliyorsun. Onu endişelendirme. Eminim Çiçeği Arayan Kızıl Yağmur’un seninle konuşursa çok mutlu olur.”
Sonra elini Xie Lian'ın omzuna koydu. Xie Lian karmaşık bir hareket dalgası hissetti, Jun Wu, onların konuştuklarının içeriğini duyabilecek bir çeşit büyü yapmıştı. Jun Wu konuşamasa bile yine de duyabiliyordu. Doğal olarak Xie Lian, Jun Wu'nun onun ne söylediğini duymak istediğini biliyordu.
Bir süre durakladıktan sonra cesaretini topladı ve cesurca Hua Cheng'in sözlü şifresini yüksek sesle söyledi.
Sözlü şifreyi duyan Jun Wu, onu komik bulmuş gibi göründü ve biraz kıkırdadı. Ancak Xie Lian'ın utanmaya veya çekingen olmaya vakti yoktu. Hua Cheng'in sesinin Xie Lian’ın kulaklarında çınlamasından önce sadece bir nefeslik süre geçti. İç çekti, “Gege, Gege, uzun zaman oldu, sonunda San Lang’ını hatırladın.”
Xie Lian Jun Wu ile bakıştı. Yanıt verdi, “San Lang, gideli 2 saat bile olmadı.”
Ancak Hua Cheng cevapladı, “Bana göre önemli olan ‘2 saat’ değil, ‘gitmiş’ olman. Bir an için bile olsa bu hâlâ ayrılık demek.”
Jun Wu onun hemen yanında dinliyordu, hey!
Şu anda durum bu kadar tehlikeli olmasına rağmen Xie Lian yine de gerçek bir utanç hissetmeyi başardı. Jun Wu konuştu, “Ne yazık ki 2 saatten daha fazla beklemek zorundasın. Devam et. Kederli ruhlar halledilene kadar seni göremeyeceğini söyle. Dolaylı yoldan ipucu vermeye çalışma, her şeyi duyabiliyorum.”
Kederli ruhları halletmek yedi gün yedi gece alırdı. Biraz duraksadıktan sonra Xie Lian cevapladı, “İki saat bekleyemezsen bu sefer uzun bir süreye ihtiyacım olursa ne yapacaksın?”
“Jun Wu sana bir yığın görev mi verdi?” Hua Cheng sordu.
“Evet.” Xie Lian cevapladı.
“O zaman yardım edeyim.” dediHua Cheng.
Jun Wu, “Ona söyle ki bu görevleri tamamladıktan sonra üç yıl ara vermene izin vereceğim.”
Xie Lian konuştu, “Gerek yok. San Lang, zaten rünü koruyarak bana çok yardımcı oluyorsun, bu yüzden bırak halledeyim. Ayrıca imparator bu görevlerden sonra 3 yıl ara verebileceğimi söyledi, hiçbir şey yapmayacağım.”
“Yalnızca 3 yıl mı?” Hua Cheng sordu.
“3 yıl yeterli değil mi?” Xie Lian cevapladı. “Bu zaten küçük bir ödül.”
“Tamam, pekala. Ama---” Hua Cheng baygınca konuştu, “Gege, bu senin ödülün. Peki ya benimki?”
17 notes
·
View notes
Text
Zamanın Çizdiği Yara
Bu ikilik, sevdiğim; senin onun amacında dinlendiğin aşk saltanatlarının bendeki en acı inleyişleri oluyor. Nisyan barlarında seni kaç kadeh içtiğimi ve yine hep sevdiğimi bilemezsin, unutmaya çalışırken. Vakıa dolambaçlarında bir komando oldu, seni unutmak telaşım. Kaç savaştan yarı çıplak mağlup döndü Sevda, bilemezsin. Mücerretin ifşa tuvallerine seni çizdi ressam, ben yazar olandım hep aslında. Mihrabın yerinde unutuşun hep şahaneydi bana. Sürükleyici farkındalıkların otopsisi yapıldı yüreğimde; ben gidiyorum seni unutmak mağlubiyetlerimden. İltihap kapan bu sevdada, zaruri mücrimlerin ayrılık aşermesini kabul edemiyordum, incindim, inceldim, kabul ettim. Lal ve esenlik dolu sensizlikler, gözyaşı figanlarından hasekinin ben olmadığını fısıldadılar; ömrü yavaş aktı bu sevdanın. Serimi sesime karşı duyulmaz falçatalarla saldırdı. Hüsnühatlar seni yazdı; lütfen bu dağınık Sevda böyle kalsın. Sürurlarda ruhbanlara uzanır aklın, bensiz koyularda siyahı hep seven olursun. Lütfen bu Sevda böyle tezat kalsın. Süregeldik mukadderden yana; meğerse ben hep zehir içmişim sana susarken. Nizami bekleyişlerim, rafta bomboş durup ömrü kısalan kitaplar gibi olmuş. Pardon, sen hep miş gibi yapmayı seversin; sevmiş gibi, gelmiş ve hiç gitmemiş gibi... Efsusların sınırı aşan tembellikleri olur aşk benden yana sana; on iki Eylül darbesi perdenin arkasında şaklaban bir sahne olur. Sarılmayı sevemezsin. Dudakların bana şimdi bir sedd; idrak martıları çarşambayı terk ve perşembeye ikonik versiyonu sabah olan bir unutmak püskülü... Pis papatyanın tefekkür denizinde yüzerken boğulmaya gönüllü oldun sen ve vaziyeti salçalanan aşk yumaklarında kedilere oyuncak oldum, ben... Güzideydin, kalın harflerle sevdiğim ve ince harflerle sarıp sarmaladığımdın. Kabulleniş nihayet mühim bir ruhsat oluyor şehvetin cevap güllerinde; sen köklerine doğru uzanan bir koku saymasan da ben kokladım, gitti bile. Burnumdan kabullenişin mentolleri girdi, sevdiğim; seni aşk sarmallarında saran o kadın gibi bir daha sevemem ben...
Dilara AKSOY (Dila VARLI)
#keşfet#tumblr#blog#deneme#edebiyat#aşk#yazar#dilaraaksoy#essay#yalnızlık#kabulleniş#geceyebirsozbirak#sevda#bitti#blog post
11 notes
·
View notes
Text
bugün adını sürekli unuttuğum bu kediyle (3 senedir tanışıyoruz??) 3.5 saat ders çalıştık daha doğrusu ben çalıştım o sadece yattı ilk defa bu kadar çok uyuyan bir kedi gördüm aaa bi de bana saldırdı onu demeyi unuttum
14 notes
·
View notes
Text
Şehit annesine son kez bakan bu gazi çocuk eğer şehit olmadan büyürse bir mücahid olacak inşaallah.
O cihad ederken bizim gibi müslümanlar hariçten gazel okuyacaklar. Ama oda masum israillilerle saldırdı diyecekler, ama onun dedeleri Osmanlıyı arkadan vurdu diyecekler, ama onun ataları topraklarını sattı diyecekler...
52 notes
·
View notes
Text
Ekreme oy veren kitle depremzedelere bile küfredip hakkını haram eden kitle köpekler kör adama saldırdı diye gözü görmüyorsa çıkmasın dişarı diyip köpeklere tapan kitle siz sanıyor musunuz ki engelli bireyleri ve yaşlıları düşüneceklerini ölsünler o zaman derler bunlar vicdansız kitapsız aşağılık hepsi
12 notes
·
View notes
Text
"15 gün önce gol attığımda omuzlardaydım. O gün ise kayalar ve boya tenekeleri ile karşılaştım. En kötüsü harçlık verdiğim çocuklar evime saldırdı. Kızlarım küçüktü, onları öldürmeye kalktılar. Çok sordular kim yaptı diye, ama o gün de söylemedim, bugün de söylemeyeceğim."
Lefter
6-7 Eylül Olayları
15 notes
·
View notes
Text
Şekil A1’deki uzun menzilli su tabancam Trendyol’da “eğlenceli ve coşkulu yaz günlerinin vazgeçilmezi” başlığıyla satılıyordu ama ben neredeyse ağlayarak aldım sayılır. Pazar gecesi önü arkası tam bir kedi yuvası olan bahçemize önlü arkalı sürü saldırdı; Badem, Şımarık, Çitlembik, hepsi öldü sanırken gün aydınlanınca sadece bir kedinin cansız yattığını gördüm sokakta, onunla da henüz hiç tanışmamışız :(
İki gecedir su şişesiyle bu gece de su tabancasıyla nöbetteyim. Dün gece gelen giden olmadı, ondan önceki gece de Şekil A2’deki arkadaş tek başına uğradı. Önceki gün kediyi öldürenlerden biri bu. Soğumamış öfkemle “şşşt yine mi sen, git olm hadi burdan” falan diye seslenmemle karşıma yatıp kuyruğunu sallaya sallaya bana bakmaya başladı. Baya da durdu öyle, o kadar kalbim tükendi ki ne olursa olsun hiçbirini diğerinden ayrı tutamadığımı anladım. Ona öfkelenmeye hakkım da yok ki - ekonun düzeni bu.
Yine de uzun menzilli tabancamla nöbetimi sürdürüyorum, kulağım üç gündür hep dışarıda. Artık civar semtlerdeki köpek seslerini duyacak kadar kulak yaptım, kedilerime bir kere daha ilişirlerse acımam, sıkarım. Kimseye zarar vermeyecek şekilde işe yarayacak tek yol suymuş.
Sabah 8’de de iş var…
30 notes
·
View notes
Text
youtube
In Turkish, this song is called "Gavur İmam İsyanı", the Revolt of Gavur Imam. Said revolt, in 1833, involved both Turkish-Cypriot and Greek-Cypriot rebels (and a bunch of in-betweens/other, it's complicated) against the Ottoman authorities. Turkish lyrics by anonymous, set to traditional music by Hamza Irkad, later translated in Greek by Monsieur Doumani. The original tune ("Dolama dolamayı" / "Θα σου γοράσω μηχανήν") is a love song.
Gavur İmam İsyanı / Το σύστημαν / The system
The wheel will turn, and it'll be the poor man's turn to smile Enough's enough, we're up to here, no one's obeying this time
My oh my, down with this system the pasha's system who steals all the bread, the grain, the flock
We had such a drought this year, not a drop of rain did fall, and the sowing didn't take, and the seedlings didn't grow. But the pasha wants his gold, doesn't care we're hungry, all.
And the peasants get their hoes, shovels, hammers, pipes of lead And they raid the pasha's court, grab him and chop off his head
and chop off his head and chop off his head and chop off his head and chop off his head and chop off his head and chop off his head and chop off his head and chop off his head
[Turkish- and Greek-Cypriot lyrics, and sources, after the cut]
Gavur İmam İsyanı
Performances: Hamza Irkad 1994, Sol Anahtarı 2009, bANDİSTA 2010, Oz Karahan 2019
Dolama dolamayı Getirin bağlamayı Bıktım ben bu zulümden Osmanlının elinden
Amman amman elinden, yandım kahpe zulmünden Ben eker ben biçerim paşa alır elimden Amman amman elinden, yandım bak be zulmünden Ben eker ben biçerim ağa alır elimden
Gene gurak varıdı Hiç yağmur yağmadıydı Tohum toprakta kaldı Mahsul hiç çıkmadıydı
Amman amman elinden, yandım kahpe zulmünden Ben eker ben biçerim paşa alır elimden Amman amman elinden, yandım bak be zulmünden Ben eker ben biçerim ağa alır elimden
Paşa öşür isterdi Köylü da veremezdi Asger köye saldırdı Her şeyi yağmaladı (Herşeyi yakıp yıktı)
Amman amman elinden, yandım kahpe zulmünden Ben eker ben biçerim paşa alır elimden Amman amman elinden, yandım kahpe zulmünden Ben eker ben biçerim ağa alır elimden
Köylüler birlik oldu, paşaya karşı durdu Halk isyanı coştukça, askerler kaçar oldu Köylüler birlik oldu, paşaya karşı durdu Gavur İmam vurdukça, Osmanlı kaçar oldu
Το σύστημαν
Performances: Monsieur Doumani 2013 [official video], Transidelia 2023
Εννα γυρίσουν οι τροσιοί τζι'έννα γελάσουν τζι'οι φτωσιοί εφτάσ��μεν εις το αμήν, εν σας ακούμε πιόν κανεί
Αμάν κάτω τούντο σύστημα, του πασσιά το σύστημα κλέφκει ούλλον το ψουμίν, το σιτάριν, το μαντρίν
Έππεσεν ξηρασιά φέτι εν έβρεξεν πιον τίποτις ο σπόρος εν έπιασεν, ο σπόρος εν εβλάστησεν
Μα ο πασσιάς θέλει ππαράν, εν βλέπει το χωρκόν πεινά Τζι'οι χωρκανοί πιάνουν κουσπίν, φκιάρκα, σωλήνες τζιαι σφυρίν Τζιαι στου πασσιά παν την αυλή τζιαι κόφκουν του την τζιεφαλήν
Sources
Dolama dolamayı / Gavur İmam / Θα σου γοράσω μηχανήν
Gavur Imam Revolt
GR | Η ιστορία (τζιαι η γενεαλογία) ενός τραουθκιού
TR | Gavur İmam İsyanı
The Monsieur Doumani Documentary
#Happy May Day#the phantom of liberty#prison ballads#Transidelia#To sistima#Monsieur Doumani#Το σύστημαν#Gavur İmam İsyanı#Gavur Imam#Hamza Irkad#bANDISTA#bANDİSTA#trs#the Rogue school of translation gives exactly zero fucks
11 notes
·
View notes
Text
Kedimin süresi dolmuş satıyom gözüme saldırdı artık yok mama falan
20 notes
·
View notes
Text
Yıl 1934, Haziran Ayı...
Leylek yavruları yumurtadan çıkalı henüz bir ay olmuştu.
İrileşmişlerdi ama hala uçamıyorlardı. Yuvada anne ve babanın getirdiği yiyeceklerle beslenmek zorundaydılar.
Marmara’ da sıcak bir ikindi vaktiydi.
Uludağ zirvelerinden inen 6 kartal, Bursa Orhangazi' de bir leylek yuvasına saldırdı. Anne ve baba leylekleri öldürüp, 4 yavruyu kaçırdılar.
Aradan bir kaç gün geçti.
Yine bir grup kartal, yine Orhangazi' de başka bir leylek yuvasına saldırdı. Ancak bu kez yuva boştu. Nasıl haberleştiler ise, leylekler yavrularını güvenli bir yere gizlemişti.
Sonra her yerden haberler gelmeye başladı.
Kartallar gruplar halinde leylek yuvalarına saldırıyordu.
Bir kaç gün sonra ülkenin dört yanından Bursa, Aydın ve Trakya' ya yüzlerce leylek akın etti.
Aynı şekilde kartallar da toplanıyordu.
İnsanlar, çevrelerinde leylek ve kartal sayısının olağanüstü arttığının farkındaydı.
Gökyüzünde bir hareketlenme vardı.
Bir şeyler oluyordu.
Bu kuşlar neden toplanıyordu?
Bu neyin habercisiydi?
Leyleklerin ve kartalların toplanması iki ay sürdü.
Aylardan Ağustos.
Aydın' da Menderes deltasında inanılmaz bir savaş başladı.
Havada amansız bir mücadele vardı.
Bir tarafta leylekler, diğer tarafta kartallar.
Halk başı yukarıda, bu savaşı izliyordu.
Kartallar güçlü pençeleriyle, leylekler de uzun gagalarıyla savaşıyordu.
İnsanların gönlü leyleklerden yanaydı. Köylüler yaralanıp yere inen leylekleri tedavi etmeye çalışıyorlardı. Nineler yaralı leyleklerin başında dua ediyordu.
Hatta Kızılay' ı göreve çağıranlar bile oluyordu.
Kimileri ağaçlara tırmanıyor, yuvalardaki yavru leyleklere yiyecek ulaştırıyordu.
Ülkenin genelkurmay başkanı Mareşal Fevzi Çakmak' ın bu savaşa müdahale etmesini isteyenler bile vardı.
Ama günler geçiyor, savaş sürüyordu.
İki taraf da kayıplar veriyordu.
Daha da ilginci; hem leyleklere, hem de kartallara ülkenin değişik yerlerinden sürüler halinde takviye geliyordu.
Herkes birbirine soruyordu.
Bu savaşı kim kazanacak?
Kartallar güçlüydü, ama leylekler sayıca üstündü. Üstelik daha organize idiler.
Genç leylekler kartalları yoruyor, tecrübeli yaşlılar ise yorulan kartala öldürücü gagayı vuruyordu.
Ayrıca insanların yardımı nedeniyle leylekler yerleşim birimlerine yakın bölgelerde savaşıyordu.
Kartalların savaşı ormanlık, dağlık alanlara çekmesine izin vermiyorlardı.
Her yerden ölü ve yaralı haberleri geliyordu.
Sayıları yüzlerle ifade ediliyordu.
Neyse ki günler sonra savaş bitti.
Kazanan, sayıca üstün olan leyleklerdi.
Kartallar bölgeyi terketmek zorunda kalmıştı.
Bu bir kurgu değil.
Bir öykü de değil.
Zaytung haberi hiç değil.
Yaşanmış bir olay.
1934 yılında yüzlerce insanın izlediği ve Cumhuriyet dahil, pek çok gazeteye konu olmuş bir savaştı bu.
Hatta, o günlerde Türkiye' de bulunan New York Times gazetesinin muhabirinin Amerika' ya bu haberi geçtiği söylenir.
Derler ki; leyleklerin ve kartalların savaşı, bir kaç yıl sonra Kara Harp Okulu' nda havacılık dersinde işlendi.
İki tarafın savaş taktikleri öğrencilere anlatıldı.
Kıssadan hisse:
Yıllar önce yaşanan bu leylek ve kartal savaşı, tarihi bir gerçeği hatırlatıyor bize;
"Birleşenler kazanır..."
51 notes
·
View notes
Text
NASIL BAŞLADI-7
Akşam olunca babam geldi. Yemekler yenildi. Çaylar içildi. Televizyonun karşısına Fikret abiyle sohbete daldılar. Abim direk odasına geçti. Babam lafa girdi
-nasıl bizim kız sana iyi bakabildi mi
-Allah razı olsun ondan her şeyini verdi bana hiçbir eksiğimi boş bırakmadı
-iyi bari bş boka yaradı bizim kız desene diye güldü. Bugün Fikret abinin son günüydü yarın eve gidecekti içimde bir üzüntü yok değildi. Babam istemeden ben atıştırmalık bir şeyler hazırlamaya gittim. Fikret abi de arkamdan geldi. Sarıldı sikini dayadı
-bu an bana tanıdık geliyor Gül
-evet abi öyle aynı şeyleri giydim o zamankiyle. Şöyle uzun uzun bana bakıp
-uf ne günlerdi be çok özleyeceğim
-niye öyle dedin ki Fikret abi
-e kızım askerden geldim babamın iş yerinde bana işte var bizimkiler de bana namuslu eli yüzü düzgün bir kız bulmuşlar. Yakında düğün olur evleniriz. Ama seni unutmam arada gelir sikerim öyle kolay kolay bırakmam seni. Bugün de seni son kez sikeyim de gözüm arkada kalmasın.
-babam evde nasıl olacak ki o dedim babam bağırdı nerde kaldınız diye. Hazırladıklarımızı getirdik. Babam yine öküz gibi saldırdı. Ordan Fikret abi yine su istedi ne yapacağını anladım. Gittim mutfağa o dökmeden önce ben memelerimi amımı su ile ıslattım. Giydiklerim dapdardı. Su dökmemle meme uclarım ortaya çıktı. Amımın dudakları bile belli oluyordu. Suyu Fikret abiye getirdim. Üstümün ıslak olduğunu görünce suyu yarıda bırakıp sinsi sinsi güldü. Sonra
-amca müsaadenle Gül bacımın bana rövanş sözü vardı boyunun ölçüsünü bi alayım.
-amk koyayım bu seferde yenilirsen bir daha seni eve almam ha diyerek güldü babam. Ordan Fikret abi benle boğuşmaya başladı. Yine babamın arkasına geçtik. Babamda televizyonun karşısında televizyon izlemeye başladı yine. Fikret abi beni bu sefer direk devirdi ve üstüme çıktı. Sikini hızlı hızlı sürtüyordu. Suya attığım azdırıcı işe yaramıştı. Bakalım babam bu manzara karşısında da Fikret abiyi sevecek miydi. Beni sikip bozduktan sonra beni beğenmeyip namuslu kızla evlenecekti buna izin veremezdim. Fikret abi kudurmuş boğa gibi hırlıyordu. Ordan babam
-yavaş olun amk evi yıkacaksınız diye bağırdı. Fikret abiyi durdurana aşk olsun hayvan gibi abanıyordu. Daha ileri gitmesini bekliyordum oldu da. Azdırıcı baya kuvvetliydi herhalde taytımı ortadan ikiye ayırdı. Şimdi amım kabak gibi ortadaydı. O kadar sulanmıştı ki parıl parıl parlıyordu amım. Fikret abi bu manzaraya daha fazla dayanamayıp şortunun kenarından çıkardığı müptelası olduğum yarrağı löp diye amıma soktu. Ben bastım çığlığı. Babam arkasına dönünce şok geçirmişti. Ama Fikret abinin umrunda değildi beni sikmeye o koca yarrağını pompalamaya devam ediyordu.
-noluyon lan burda kızımı mı sikiyorsun olum sen
-bu orospu ayarttı beni Muhsin amca dayanamadım derken bile sikiyordu.
-ulan amk orospusu abinin başını mı yakacaksın sen ha. Babama inanamıyordum bu haldeyken bile onu savunuyor suçlu beni görüyordu. Ben tabi bağrıyorum hem acıdan hem zevkten.
-bağırma orospu komşular duyacak. Fikret olum sende çabuk bitir işini
-tamam Muhsin amca az kaldı. Diyerek popmalamaya devam ediyordu. Ama bu sefer öncekiler gibi değildi. Memelerimi sertçe emip ısırıyor bağırmıyım diye ağzımı kapatıp öyle sikiyordu. Babam odasına çekildi belli ki bu kadarını da beklemiyordu Fikret abiden. Fikret abinin canına minnet işine geldi. Beni kaldırıp havada sikmeye başladı. Ben artık acı ve zevkten ağlamaya başladım.
-Fikret abi nolur boşal dayanamıyorum.
-sus orospu hepsi senin başının altından çıktı dimi. 5 dk öyle siktikten sonra hönkürerek boşaldı. O anda babam içeri girdi oturun dedi yüksek sesle. İkimiz de hızlı hızlı nefes alıp veriyorduk. Babam söze girdi
-naptın olum sen
-Muhsin amca benim suçum yok bu orospu ayarttı beni. Beni hemen satmıştı piç.
-baba valla ben bir şey yapmadım. Yine yan oturmuş bacaklarımı kendime çekmiştim. O sulu amımdan Fikret abinin dölleri akıyordu. Babam onu görünce
-olum bari amına boşalmasaydın ya hamile kalırsa.
-tutamadım kendimi Muhsin amca hem sen bilirsin kaç aydır karı görmedim ben de erkeğim sonuçta dayamadım artık
-neyse bu aramızda kalsın. Kız 18 ine gelince evlenirsiniz çözülür. Ordan Fikret abi hemen atıldı
-amk ben evlenmem kızınla kim siktiyse o evlensin bak kanı da akmadı benim başıma kakamazsınız orospuyu. Fikret abiye inanamıyordum. Sanki beni siken beni bozan o değilmiş gibi konuşuyordu. Babam o zaman ilk defa amıma baktı ama biraz uzun baktı büyük ihtimalle görüntü cezbetmişti . Kan akmıyordu sadece Fikret abinin dölü akıyordu. Babam bir hışımla kalktı bana tokat attı.
-ulan orospu kime siktirdin kendini He. Çocuğun başına mı yakacaksın. Niye ayartıyorsun çocuğu orospu mu olacaksın başımıza. Fikret abi araya girdi.
-tamam oldu bitti Muhsin amca cahilliğine ver yapmış bir hata.
-onu öldürecem bırak Fikret
-amca yapma etme ben kimseye bir şey demem. 18 e girince biriyle evlendirirsin konu kapanır elini kana bulama onun için.
Fikret abinin bu konuşmasıyla biraz da olsun sakinleşmişti babam.
-vay orospu git kendini siktir sonra bu adama çamur at He. Niyetin neydi senin He.
Ben ağlayarak odama çekildim. Sabaha kadar da çıkmadım. Sonra abim geldi bir de o dövdü beni. Ulan amk bir engel olamadın seni sikmesine orospu başımıza ne işler açtın diye bağırarak gitti. Sabah oldu herkes evden gitti. Ben oturup ağlamaya başladım. İlk hoşuma giden anlar şimdi hayatımı bok etmişti. Tam bunları düşünürken yine azmaya başladım. Fikret abi alıştırmıştı şimdi o da yoktu. Evden çıkmama da izin yoktu. Kara kara düşünmeye başladım.
117 notes
·
View notes