#mucizevi
Explore tagged Tumblr posts
yorgunherakles · 7 months ago
Text
dracula... bastırılmış viktoryen libidonun muazzam gücüyle tıkıldığı yerden kurtularak kendisini hapseden baskıcı toplumu cezalandırması olarak görülebilir; dracula'nın viktoryen düşmanlarının ağırbaşlı hanımlarına (hem romanda hem filmde) yaptığı en dehşet verici şeylerden biri, onları haz düşkünü kılmaktır.
franco moretti - mucizevi göstergeler
Tumblr media
3 notes · View notes
rayhaber · 1 month ago
Text
Kilo Vermekte Yardımcı Olan 10 Mucizevi Besin
Kilo vermek, genel sağlığın iyileştirilmesi ve daha enerjik bir yaşam tarzına ulaşmak için önemli bir adımdır. Ancak bu süreçte dengeli beslenme ve doğru gıdaları tüketmek büyük bir rol oynamaktadır. Hızlı kilo vermek için popüler diyetlere başvurmak yerine, vücut için sağlıklı ve sürdürülebilir yollar aramak her zaman daha etkilidir. Peki, metabolizmayı hızlandırıp yağ yakımına katkı sağlayan…
0 notes
fiyonka · 8 months ago
Text
Uyku Arkadaşının Bebek Gelişimine Katkıları
Bebeklerde Uyku Arkadaşının Mucizevi Etkileri: Duyusal Gelişimden Bağımsız Uykuya Uyku, bebeklerin sağlıklı gelişimi için hayati önem taşır. Kaliteli uyku, sadece fiziksel büyümeyi değil, aynı zamanda bilişsel, duygusal ve sosyal gelişimi de destekler. Uyku arkadaşları, bebeklerin uyku düzenini oluşturmak ve uykuya dalma sürecini kolaylaştırmak için kullanılan yumuşak oyuncaklardır. Peki, uyku…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
mondy-shop · 10 months ago
Text
Kerastase Saç Bakım Ürünleri
Kerastase saç bakım ürünleri, saçınıza hak ettiği değeri verir ve onu günlük dış etkenlerden korur. Kerastase, sektöründe lider olan bir marka olup ürün gamı içindeki Kerastase şampuan çeşitleri, saç kremleri, saç maskeleri ve serumlar ile saçlarınızın ihtiyaç duyduğu tüm bakımı sağlar.
Kerastase şampuan çeşitleri, her biri farklı bir saç tipine veya sorununa yönelik özel formüllere sahiptir. İster kuru, ister yağlı, ister boyalı olsun, saçınız için mükemmel Kerastase şampuanını bulabilirsiniz. Bu şampuanlar, saçı temizlerken aynı zamanda ona nem kazandırır ve parlaklık sağlar.
Kerastase saç kremleri ise yıkama sonrasında kullanılır ve saça ekstra yumuşaklık ve parlaklık katmak için tasarlanmıştır. Saç tellerini derinlemesine besler ve onları daha kolay şekillendirmenizi sağlar. Ayrıca, sülfat içermeyen formülasyonları sayesinde boyalı saçların rengini de korurlar.
Kerastase'un sunduğu başka bir harika ürün ise Kerastase saç maskesi. Bu maske serisi, haftada bir veya iki kez kullanılabilir ve yoğun bir bakım sunar. Saç tellerini derinlemesine besler ve onları dış etkenlere karşı korur. Ayrıca, saça ekstra parlaklık ve sağlıklı bir görünüm kazandırır.
Son olarak, Kerastase serumlar da saç bakım rutininizde yer alması gereken ürünlerden biridir. Bu serumlar, saçın canlılık kazanmasına yardımcı olur ve aynı zamanda kırıkların önlenmesine yardımcı olur. Serumlar, günlük kullanım için uygundur ve saça anında parlaklık verir.
Kısacası, Kerastase saç bakım ürünleri, her türlü saç tipi ve sorunu için çözüm sunan geniş bir yelpazeye sahip. Üstelik tüm bu ürünleri Mondyshop.com.tr'den uygun fiyatlarla satın alabilirsiniz. Hemen şimdi sipariş verin ve saçlarınıza hak ettikleri bakımı sunun!
0 notes
elirluna · 2 years ago
Text
yarin sinavim var onceki stajin sozlusunden 45 almam beni travmatize etti yine mal gibi kalmam umarim
1 note · View note
karadenizli-bey · 11 months ago
Text
Lütfen artık başıma güzel mucizevi hiç beklenmedik şeyler gelsin
503 notes · View notes
manoliya · 3 months ago
Text
Sana aşık olmak başıma gelen en mucizevi ikinci şey...birincisi senin beni bulmandı...:
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Gecenin en sıcak anında taştı şiir..nokta koydu aşkının en güzel yerine..yine canlandı sonsuz sonsuz dizeler..
Hayırlı geceler..
125 notes · View notes
arbrenu · 5 months ago
Note
Nagilam "Hayat yaşamaya değer cünkü:" ye cevap verebilir misin? Gercekten seninle buyudum ve sozlerin bana hep isik oldu, kendim olma yolculugumda en buyuk katkiyi verenlerdensin hep sozlerin benim icin gercekten cok onemli. Iyi ki varsin . Sadece varliginla, kendini var ederek yazarak birilerinin hayatinin insasina en buyuk katkiyi saglayanlardan oluyorsun.
Kafanın içinde bir mekanizma var ve o hareket etmeni sağlıyor, hem hassas hem de çok güçlü bir bariyer olan bedeninin içinde yaşıyorsun. Kalbinin sol tarafı iyi kanı doğru yerlere ulaştırırken sağ tarafı kirli kanı temizlesin diye akciğerlerine götürüyor. Ruhun dokunulmaz ama varlığını inkar edemezsin ve soyut tüm işi o görüyor. Gözlerin ne kadar mucizevi olduğunu hiç düşündün mü? Kirpiklerin var ve iki yuvacık birçok darbeye karşı çok güçlüdür ve o yuvacıklar senin görebilmene neden oluyor. Sevebiliyorsun, öfkelenebiliyorsun, gülüp, ağlayabiliyorsun. İnsan muhteşem bir tasarımdır zaten bu kadar kötü olma nedenleri de bunun, yapabileceklerinin farkında olmasıdır. Ve insan vücudunu oluşturan atomlar arasında yıldız tozları vardır. Dokuz ay başka bir insanın bedeninin içinde yavaş yavaş şekil alarak dünyaya doğuyorsun tüm bunlar mucizevi ve mistik bu yüzden yaşamaya değer olmalı ve tüm bu mekanizmayla ne yaptığın da önemli olmalı
85 notes · View notes
deniz-mehtap · 4 months ago
Text
Tumblr media
Sevgili Anneciğim
Binlerce kez açıldım, binlerce kez kapandım yokluğunda
Kocaman bir dağ lalesi gibi
Ve kapkara göbeğini dünyaya fırlatacakmış gibi duran.
Şimdi mucizevi bir yerdeyim
Muc’un ucuz evinde
Sanki mürekkebi rutubet olan bir kalem
Duvarlara hep senin resmini çiziyor
Dili geçmiş zamanda birçok resim,
Hep gülümsüyorsun...
113 notes · View notes
dolunay66 · 24 days ago
Text
Zebrayı Siyah Çizgisinden Vurursan, Beyaz Çizgisi de Ölür.
Afrika atasözü
Zebra deyince akla ilk gelen şey çizgiler değil midir? Bu mucizevi hayvanın iki renk çizgisinin elbette bir hikmeti var. Siyah çizgiler, güneş ışınlarını soğurarak vücudu sıcak tutarken beyaz çizgiler ışığı yansıtarak sıcağın etkisinden korumaya çalışır. Zebrayı siyah çizgisinden vurursan beyaz çizgisi de ölür diyen Afrikalılar, her iki çizginin de aynı bedene ait olduğunuB vurgulamak ister. Gelin biz atasözünü bir de ırk kavramı üzerinden yorumlayalım: Siyah olsun beyaz olsun, tüm insanlar kardeştir. Siyahı vurursan beyaz da ölür.
Tumblr media
48 notes · View notes
amezhu · 2 months ago
Text
Heaven Official's Blessing▪︎
239. BÖLÜM - Beyaz Zırhta Çatlak - Lanetli kelepçeleri parçalayan mucizevi büyü -
Kılıç Fang Xin öyle şiddetli bir aura yayıyordu ki uzaktan onları izleyenler çoktan sadece ona bakmakla bile ürperti hissedebiliyordu, Xie Lian ise böylesine saldırılarla adım adım geri çekilmeye zorlanıyordu.
Öncesinde Hua Cheng tek başına yüzü olmayan beyazın icabına bakabiliyordu hatta fazla bile geliyordu ama Jun Wu ortaya çıktıktan sonra maçın eşit olması için her ikisine de ihtiyaç vardı. TongLu Dağı'nın ana ruhsal alan olmasının avantajı yavaş yavaş açık hale geliyordu ve Xie Lian, kendi taraflarını baskılayan ve kısıtlayan ağır bir gücü incelikli bir şekilde hissedebiliyordu.
Ve Jun Wu’da vücudunu koruyan beyaz zırh, kendisi dövdüğü binlerce yıllık ruhsal eşyası vardı, savunması pratik olarak akıl ermez bir şeydi. Yalnızca kafasını koruması gerekiyordu; Hua Cheng'in kılıcı inanılmaz, hızlı ve isabetliydi, ‌Xie‌ ‌Lian‌ ayrıca vurabildiği her yere vurdu, ikisi Jun Wu'nun boynundan ve kalbinden, sırtından, karnından, omzundan neredeyse her yere darbeler indirdi, ama rakipleri hiç etkilenmedi!
Mu Qing bağırdı, “GÜCÜNÜ BOŞA HARCAMA! ANLAMSIZ! BEYAZ ZIRH HİÇBİR ŞEKİLDE DELİNEMEZ!”
"Sağ kaburgalarının hemen altına nişan al!" Xie Lian haykırdı.
Pala tekrar serbest kaldı ve Xie Lian'ın talimat verdiği yerden kesti ama beklendiği gibi işe yarar değildi. Mu Qing bağırdı, “SANA BOŞUNA OLUR DEMİŞTİM! NEDEN ÖNCE UZAKLAŞMAK İÇİN BİR YOL DÜŞÜNMÜYORSUN, BİZ DE DÖVÜŞE KATILACAĞIZ! FENG XİN! OKLARIN VE YAYIN NEREDE?”
Feng Xin tam da yan taraftaki kayalara tırmanıyordu, çılgınca tüküren ve ona dil çıkartan cenin ruhunu yakalamaya hazırdı. Çağrıyı duyduğunda cevapladı, “PEKALA! GELİYORUM!”
Ancak Xie Lian talimat verdi, “Devam et, durma! Sağ kaburganın hemen altına saldırın!”
“Ekselansları!!” Feng Xin bağırdı, “BU ZIRH TAKIMI GÜÇLÜ, KILIÇTAN GELEN YÜZLERCE DARBEDEN SONRA BİLE ÇATLAMAYABİLİR!”
Xie Lian kararlıydı, “Endişelenme, sadece beni dinle! Bu kadar çok darbeye gerek yok!”
Hua Cheng de nedenini sorgulamadı ve kılıçla aralıksız saldırmaya devam etti. Aniden bıçağın fırçalandığı yerde bir çatlak belirdi.
Kanlar fışkırdı. E-Ming kılıcı, Jun Wu'nun karnını, sağ kaburgalarının hemen altında kesmişti!
Hua Cheng kılıcını tek eliyle tutarak Jun Wu’nun önünde duruyordu, gözlerinin içine bakarken için gözleri soğuk ve keskindi. O sırada Xie Lian Jun Wu’nun yan tarafındaydı ve RuoYe bu şansı kullanarak engellemek için hareket etmesini önleyerek Jun Wu'un ellerini bağlamak için dışarı fırladı.
Mu Qing şaşkındı, “Bu nasıl mümkün olabilir?”
O bin yıllık beyaz zırh nasıl Hua Cheng tarafından bu kadar kolayca kesilebilirdi?
Xie Lian Jun Wu ‘yu izleyerek RuoYe’yi çekti ve sıkılaştırdı, “… Unuttun mu? Sekiz yüzyıl önce sen ve ben bir keresinde savaşmıştık.”
Feng Xin ve Mu Qing o an aydınlandı, “İkinci yükselişin?”
O zamanlar Xie Lian Jun Wu’dan bir kez daha sürgün edilme ve bir tur için rekabet etme talebinde bulunmuştu.
Her ne kadar o savaşta iki tarafın da merhamet göstermeyeceğine dair söz verilmiş olsa da şimdi düşününce Jun Wu yine de kendini tutmuş olmalı.
Ancak, Xie Lian sahip olduğu her şeyi kullandı.
Üç binden fazla kılıç savurdu. Bunlardan dört yüzden fazlası Jun Wu’Yu bıçaklayabilmişti ve o dört yüz kadar kılıçtan burayı delmiş olanların sayısı yüzden fazlaydı.
Xie Lian, Jun Wu'ya saldırmak için acımasızca üç binden fazla kılıç savurmuş ve sonunda aşılmaz olan bin yıllık beyaz zırhı kırarak sağ kaburgalarının altındaki karnına saplamıştı.
Ve orası tam da şu an Hua Cheng'in kılıcının kestiği yerdi!
Yani, sekiz yüz yıl önce, Xie Lian bu beyaz zırhın üzerinde eski bir yara izi bırakmıştı ve Hua Cheng'in onu kırması için kılıçtan sadece üç darbe alması yeterli olacaktı!
Hua Cheng'in kılıcı da Xie Lian'ın hayal ettiğinden çok daha keskindi. Pala, kesinlikle kritik bir darbe olarak karnına saplandı!
Guoshi'nin "BU İŞE YARAMAZ! O…" diye bağırdığını duyduğunda zihinsel olarak rahat bir nefes almıştı. ‌
Mantıksal olarak, ciddi yaralanmalar geçirmiş olan Jun Wu'nun eylemlerinin kısıtlanması gerekirdi ama ifadesi değişmemiş, ‌yaraya bir bakış atmak için yalnızca başını eğmişti. Xie Lian bir şeylerin yolunda gitmediğini hissettiğinde Jun Wu'nun elleri hafifçe hareket etti.
Aniden Xie Lian bir şeyin yırtılma sesini duydu ve aynı zamanda tutuşu gevşedi.
RuoYe… yırtıldı.
O beyaz ipek kumaş ikiye bölünmüş, cansız bir şekilde aniden yere düşmüştü. Hemen peşinden Xie Lian boynunun sıkıldığını hissetti ve sonra tüm vücudu yukarı çekildi! ‌
Hua Cheng’in haykırdığını duydu, “Ekselansları!” Ama, o ses birdenbire uzaklaştı. Ancak Jun Wu'nun sesi hâlâ sadece birkaç santim uzaktaydı ve yüksek sesle konuştu, “XianLe, Kılıçla delinmek gibi bir konunun senden daha az deneyimim olan bir şey olduğuna gerçekten inandın mı? Umurumda olacağını mı düşündün?”
Guoshi uzaktan şöyle dedi, “Hepiniz onu bıçakla yüzlerce kez delseniz bile yine de faydasız olurdu! Çünkü… artık… acı hissedemiyor gibi görünüyor…”
Xie Lian, kalbine saplanan uzun bir kılıcı çekinmeden çıkartabilirdi, Jun Wu da öyle.
Feng Xin yayını çoktan çekmiş Jun Wu'yu hedef alıyordu ki Guoshi’nin dediğini duyduğunda yayını indirdi, “NE?” O halde bu, bir vuruş yapmayı başarsak bile bunun hâlâ anlamsız olduğu anlamına gelmiyor mu?”
Mu Qing konuştu, “Size gözlemlediğim başka bir kötü haber daha söyleyeyim. İyileşme hızının, aldığı darbelerden daha hızlı olduğundan şüpheleniyorum."
“NE?”
Diğer taraftan, Xie Lian bunun sahiden de bir gerçek olduğunu çoktan doğrulayabilirdi.
Yarası çok kötüydü ve eğer bu başka biri olsaydı beli tamamen kesilebilirdi buna rağmen yine de yaranın kanaması çoktan durmuştu, “Şaşırmaya gerek yok.” Dedi Jun Wu, “Eğer sürekli arkandan bıçaklanıyorsan ve eğer kendini hemen toparlamaya çalışmazsan o zaman şimdiye kadar binlerce kez ölmez miydin? Ama siz ikiniz kesinlikle oldukça iyisiniz.”
Gülümsedi, “Bu sekiz yüz yılda, sadece bir kılıç ve bir palayla yaralandım ve bunu siz ikiniz yaptınız. Çiçeği Arayan Kızıl Yağmur, daha uzakta dur. Xian Le’nın boynunu kırdığımı görmek istemezsin.”
“…”
Hua Cheng'in yüzü karanlıktı, gözlerindeki keskinlik kışkırtıcıydı ama Jun Wu'nun Xie Lian'ı Cennete uzanan Köprünün üzerinde asılı tuttuğunu, elini bir kez bırakmasıyla Xie Lian'ın yüzlerce metre aşağıdaki lav havuzuna düşeceğini gördüğünde, bir an sonra kılıcını isteksizce geri çekti, bir elini arkasına dayadı ve yavaşça birkaç adım geri çekildi.
Oldukça sakin görünüyordu ama kolunun altındaki pala onu ele veriyordu. E-Ming son derece tedirgindi, göz küresi deli gibi dönüyor ve çılgınca Xie Lian'a bakıyordu. Jun Wu, "Bu kadarı yeterli," demeden önce Hua Cheng Cennete uzanan Köprünün kenarına kadar geri çekilmişti.
Xie Lian elindeyken, ikisi birbirlerinin gözlerinin içine baktı. Bir an sonra Jun Wu aniden Xie Lian'ı yakındaki kayalardan oluşan duvara çarptı.
Çarpma çok şiddetliydi; Xie Lian'ın tüm kafası çınlıyordu, burnundan ve dudaklarından akan kan yüzünün hatlarından aşağıya doğru akıyordu. Uzakta birçok insan telaş içinde bağırıyor gibi görünüyordu ama kim olduklarını seçemedi ve sadece Jun Wu'nun kulağına usulca konuştuğunu duyabildi, “XianLe, kafan duvara çarptığında acıyor mu?”
Xie Lian soruyu tam olarak işleyemediği için yanıt vermedi. Böylece, Jun Wu onu yakaladı ve sorgulamadan önce tekrar kayalara çarptı, “Acıtıyor mu? Acıtıyor mu? Acıtıyor mu? Acıtıyor mu?”
Her soruyla birlikte Xie Lian'ı kayalık duvara çarpıyordu, o kadar sert ki Xie Lian çığlık atmaya başladı ama çığlık attığı şey, “SAN LANG, SAKIN GELME! BEN İYİYİM! SEN SAKIN BURAYA GELME!”
En azından şu anda değil. Uygun an henüz gelmemişti!
İlk çarpmada Hua Cheng hücum etmeye çoktan hazırdı. Daha iki adım gitmemişti ki Xie Lian’ın ona gelmemesini söylediğini duyup kendini durmak için zorladı.
Ama yüzü tamamen vahşileşmişti, tüm kolu titriyor, ellerinin üzerindeki damarlar neredeyse patlayacak gibiydi.
Jun Wu ifadesizdi ama eli deli gibi Xie Lian'ı kayalara çarpıyordu, çarparken tekrar ederek soruyordu, “ Acıtıyor mu? Acıtıyor mu?”
Guoshi haykırdı, “Ekselansları!!!” Ama hangisini çağırdığını kim bilebilir? Xie Lian'ın kanlı elleri kayalık duvarın engebeli yüzeyini itti, dişlerini sıkarak kükredi, “…ACITIYOR!!!”
Ancak o zaman Jun Wu tatmin bir ifadeyle gülümsedi ve Xie Lian’ın zavallı başını bağışlayarak onu yere koydu.
Xie Lian hâlâ çınlayan başını kucaklamış, yerde oturuyor, gözyaşları ve kan kontrolsüzce yüzünden aşağı akıyordu. Jun Wu onun yanına çömeldi, bir süre yüzüne baktı, sonra aniden ellerini kaldırdı ve Xie Lian'ın yüzündeki kanı silmesine yardım etmeden önce başını okşadı.
“…”
Bu hareket sıcak ve şefkatli bir jestti, tıpkı az önce tek başına dayak yiyen bir çocuğun yanına çömelmiş onu teselli eden bir baba gibiydi. Bu görüntü hem Feng Xin'in hem de Mu Qing'in tüylerini diken diken ediyordu, "O… o... gerçekten çıldırdı mı?"
Hua Cheng'in kılıca dayadığı elinin parmakları çatırdıyor ve E-Ming'in gözbebeği sanki kan çanağına dönüyormuş gibi hızla küçülüyordu.
Xie Lian tek kelime etmedi ve Jun Wu'nun onu temizlemesine yardım etmesine izin verdi. Jun Wu sonra kendi kendine mırıldandı, "Seni aptal çocuk, eğer acıyorsa neden geri dönmüyorsun? Çarpmaya devam edersen, kırmaya devam edersen duvarın kendiliğinden yıkılacağını mı düşündün? Neden kendi yönünü değiştirmiyorsun?"
"Geri dönmeyeceğim." dedi Xie Lian.
Jun‌ Wu son derece şiddetliydi, elini kaldırdı ve bir tokat attı. O kadar sertti ki Xie‌ ‌Lian‌ Büyük bir gürültüyle yere düştü!‌
Jun Wu onu kaldırdığında Xie Lian’in hâlâ başı dönüyordu. Sanki sabrını kaybediyormuş gibi bir ses kullanarak konuştu, ‌“Bu şekilde beni kızdırmak zorunda mısın? Sana bir kez daha sorayım, değişecek misin?”‌ ‌ ‌
Xie Lian iki kez ağız dolusu kan tükürerek öksürdü, “Değişmeyeceğim.”
Sonunda Jun Wu’nun nazik ifadesinde bir çatlama gerçekleşti, bir vahşet parıltısı titreşti.
Guoshi'nin yüzü yeşile dönüyordu ve durumun yokuş aşağı gittiğini görünce aceleyle bağırdı, “Ekselansları, ASLA BU ÇOCUĞU ÖLDÜRMEK İSTEMEDİN, ONDAN GERÇEKTEN HOŞLANIYORSUN! SEN SÖYLEMİŞTİN, UNUTTUN MU?”
Jun Wu küçümseyerek güldü, “Eğer durum böyle olmasaydı geçmiş sekiz yüz yılda sabrımın ve hoşgörümün tamamını onun üzerinde tek başıma tüketmezdim. Cennet Başkentinin temelinin bir parçası haline gelmesi ve milyonlarca kişi tarafından çiğnenmesi çok uzun zaman önce olurdu.”
Xie Lian'a döndü ve aniden öfkelendi, “Ama o kendisi için iyi olanı bilmiyor. İnatçı, kaprisli, her sözüme itaatsizlik ediyor! Sadece bana karşı geliyor! Değişmeyeceksin, değil mi? Öyle olsun. O zaman neden bu duvarın mı düşeceğini ya da kafanın mı patlayacağını görmüyoruz!”
Guoshi onu Xie Lian'ı tekrar kaldırırken gördü ve hızla bağırdı, “EKSELANSLARI! EKSELANSLARI!!! MAJESTELERİ… KÜÇÜK EKSELANSLARI HALA OLGUNLAŞMAMIŞ, BU SEFERLİK BIRAKIN GİTSİN, BIRAKIN ONU! BİR GÜN ANLAYACAK…”
Jun Wu ona baktı ve kıkırdaması daha da soğuklaştı, “Gerçekten delirdiğimi mi düşündün? Bana yalan söyleme. Gerçekten olgunlaşmamış olduğunu düşündüğün kişi o değil, benim değil mi?”
Guoshi şaşırmıştı, Jun Wu devam etti, “Sırf onun bana karşı kazanabileceğini umut ettiğin için onu büyütmek, öğretmek ve ona rehberlik etmek için kendinden çok şey harcadın. Yani benim hatalı olduğumu ve senin her zaman olduğu gibi haklı olduğunu kanıtlayabilirdin. Böylece şimdi WuYong'un mükemmel veliaht prensinin yanılsamasına yüzünü dönebilir ve Jun Wu'yu reddedebilirsin. Amacın bu değil mi? Ne düşündüğünü bilmediğimi mi düşündün?”
“ÖYLE DEĞİL!” Guoshi haykırdı, “Doğru ve yanlışlara, zaferlere ve yenilgilere bağlanmayı bırakın, DAHA ÖNCE BUNU HİÇ DÜŞÜNMEMİŞTİM!”
Ama Jun Wu dinlemeyi bırakmıştı ve sesini yükseltmiş tonunu keskinleştirmişti, “UNUT GİTSİN! Şunu söyleyeyim, hepiniz unutun! BANA KARŞI KİMSE KAZANAMAZ! ÖZELLİKLE DE O!”
Delicesine güldükten sonra Xie Lian'ı sürükledi ve onu kayalara doğru çarptı, her çarptığında bağırıyordu, “DEĞİŞECEK MİSİN? DEĞİŞECEK MİSİN? DEĞİŞECEK MİSİN??”
Sanki Xie Lian da delirmiş gibiydi, Jun Wu’nun kolunu kavrayıp kükremeye başladı “HAYIR! HAYIR! DEĞİŞMEYECEĞİM!”
Her vuruş ona yıldızları gösterecek kadar kıyaslanamayacak kadar acı verici olsa da her ne olursa olsun istenilen cevabı vermeyi reddederek bu nefesi inatla tuttu ve kükrer gibi bağırdı, “DEĞİŞMEYECEĞİM İŞTE! ACI VERİCİ OLSA BİLE DEĞİŞMEYECEĞİM, ÖLSEM BİLE DEĞİŞMEYECEĞİM, ASLA DEĞİŞMEYECEĞİM!!!”
Artık onu deli eden Jun Wu değildi, Jun Wu’Yu deli eden oydu.
Jun Wu’nun gözleri kıpkırmızıydı, tam onu disipline etmek için bir darbe daha vurmak üzereyken hareketi aniden durma noktasına geldi. Aşağıya baktığında omzuna uzun bir kılıç saplandığını ve çubuklardan yapılmış sekiz uzun ok, sırtına düzgünce tutturulduğunu gördü.
Bunların hiçbir önemi yoktu çünkü uzun kılıç ve oklar beyaz zırhı delememişti. Ancak sağ kolu kopmuştu.
Xie Lian’ı tutan eli kopmuştu. Kesikli, düzgün ve temiz olan bileğindeki her şey yok oldu. Xie Lian da gitmişti.
Başını çevirdiğinde keskin ve kuvvetli bir rüzgar tam ona doğru geliyordu. Sol elini salladı ve yakaladı ancak bunun kendi sağ kolu olduğunu gördüğünde fark etti.
Cennete uzanan köprüyü geçerken Hua Cheng tamamen kanlarla kaplanmış Xie Lian’ı tutuyordu. Bir el ters tutuşta palayı tutuyor Xie Lian’ın omuzlarına sarılıyordu, diğer eli ise kafasındaki yaraları kapatıyordu. Tüyler ürpertici bir tavırla şöyle dedi, “İğrenç pislik elini geri al.”
Xie Lian çok inatçıydı ve yenilgiyi reddetti, Jun Wu’Yu sinirden sonunda kudurtmuş ve zayıf noktalarını açığa çıkarttırmıştı.
Jun Wu sağ kolunu tuttu ve onu yeniden kendi bileğine tutturup elini birkaç kez açıp kapadı sonra sırtındaki okları çıkardı. Aniden bir şey hatırlamış gibi kafasını çevirdi ve uzun bir kılıç tutan solgun yüzlü Mu Qing’e baktı. Gözleri buluştuğunda Mu Qing biraz ürkmüştü ama yine de cesur bir tavırla kendini sakin kalmaya zorladı. Ama artık sakin kalması çok uzun sürmedi.
Jun‌ Wu onun omzuna baktı ve hafifçe yorum yaptı, “Biliyordum, XianLe’ye kıyasla sen hala yetersizsin.”
Bunu duyan Mu Qing'in yüzü biraz değişti, elindeki uzun kılıç aniden düştü ve çok geçmeden yüzünün rengi tamamen değişti. Bileğine bakmak için kolunu yukarı çekti ve o siyah lanetli kelepçenin aniden sıkıldığını gördü. Sanki sonsuz kan ona doğru toplanıyormuş gibi etrafındaki damarlar ve sinirler şişkinleşiyordu.
Feng Xin Mu Qing'in taşlaştığını ve hareketsiz olduğunu gördü ve bağırdı, “ORADA DİKİLİP NE YAPIYORSUN, KAÇ!”
Guoshi onu azarladı, “Feng Xin seni küçük aptal, bacağındaki o yaralarla nasıl kaçabilir?”
Feng Xin şaşırdı, “S*İKTİR! BUNU TAMAMEN UNUTMUŞUM!”
Eskiden olsaydı Mu Qing öfkeyle geri dönerken muhtemelen gözlerini devirirdi ama şimdi kaçsa bile boşunaydı. Bileğindekindeki lanetli kelepçe ile kaçsa bile hiçbir önemi olmazdı.
Feng Xin yemin etti ve yukarı çıkmak üzereydi ki beklenmedik şekilde Jun Wu sırtındaki okları çıkarttı ve elini çevirerek onları kendisine doğru fırlattı. Feng Xin yalnızca göğsünün soğuduğunu hissetti ve aşağıya baktığında bu sekiz okun tamamı geri dönmüş, düzgün ve düzenli bir şekilde göğsünü deliyordu!
Jun‌ Wu, yavaş yavaş Hua Cheng ve Xie Lian’a doğru yürüdü. Hua Cheng hiç ona bakmadı, Xie Lian’a sarılarak, “Gege? Gege?”
Xie Lian, daha önce şiddetli darbelere maruz kalmıştı ve kanlı bir şekilde kafasının hala zonklayarak kendine gelmesi biraz zaman aldı ama gözleri açılmadan önce ağzı mırıldandı, “…San Lang? İyi misin?”
Hua Cheng bir an ona baktı ve aniden onu sertçe kollarına bastırarak yavaşça cevapladı, “Ben tamamen iyiyim. Neden kendine bakmıyorsun?”
Xie Lian onun kucağına daha çok sindi, kucaklaması oldukça sıkı olmasına rağmen hiçbir yarasını acıtmıyordu. Gözlerini gayretlice açtı ve etrafındaki tüm düzensizlik görüşüne girdi.
Mu Qing, bir eli diğer bileğini sıkıca tutarak sanki o kan emici lanetli kelepçe ile kontrol için savaşıyormuşçasına olduğu yerde donmuştu, ama yüzü ne kadar solgun görünüyordu ki daha uzun süre dayanamayabilirdi.
Diğer yandan Feng Xin, o sekiz okla delinmişse de yine de yaraları önemliydi ve köprünün üzerine çökmüştü. Bu cenin ruhu şeytani bir şekilde uluyarak onun etrafında yukarı aşağı zıplıyordu, daha sonra arka ayağını kullanarak çılgınca bir şekilde Feng Xin'in yüzüne bastı. Feng Xin çok öfkelense de hareket edemedi yoksa yaraları daha da kötüleşebilirdi.
Bu arada cennete uzanan köprü parça parça yıkılıyordu ve her an yerle bir olabilirlerdi.
Xie Lian bunların hepsini kavradı ve sarsılarak ayağa kalkmak istedi. Hua Cheng ona yardım etti ve gözleri birlikte ileriye doğru hareket ederek ikisi ayağa kalktı.
Jun Wu’nun figürü onlara doğru yürürken etrafındaki ateş ışığına devasa bir gölge düşen dev gibi görünüyordu. Xie Lian gözlerinin, burnunun ve ağzının etrafındaki kanı sertçe silerek ölümcül şekilde o figüre baktı.
Jun‌ Wu, Zhu‌ ‌Xin‌'i eğik bir şekilde tutuyordu. Zhu Xin kılıcının vücudu aralıksız akan ruhsal güçlerle toplanmıştı. O sırada o kadar sakin ve rahattı ki Xie Lian’ı delice kayalara çarpan Jun Wu'dan neredeyse farklı bir insandı, “XianLe, Yenilgine dair hiçbir şüphe olmadığını çok iyi biliyorsun.”
Jun‌ ‌Wu‌ Xie‌ ‌Lian‌'ı çok iyi anladı. Onun nasıl savaşacağını tam olarak biliyordu ve onun ruhsal güçleri de ezici bir çoğunlukla onu ele geçirmişti. Dahası birbirlerine yumruk atmasalar bile Xie Lian Jun Wu’nun savaş aurası ve ruhsal güçlerinin artık daha fazla olduğunu hissedebiliyordu. Kendi bölgesi olan TongLu Dağında onların tarafındaki kısıtlamalar giderek daha belirgin hale geliyordu.
Xie Lian içten içe onun söylediği şeyin muhtemelen doğru olduğunu düşündü. Kazanamazdı.
Ama kazanamasa bile savaşmak zorundaydı!
Ancak Hua Cheng aniden konuştu, “Hayır, ekselansları, kazanabilirsin.”
Xie Lian şaşırmıştı ve ona baktı. Hua Cheng de ona bakıyordu, “Kazanabilirsin. Sen ondan daha güçlüsün.”
Gözü sanki bir şey yanıyormuş gibi parlaktı ve kesin bir tavırla şunları söyledi, “İnan bana. Yanılıyor. Sen haklısın. Sen ondan daha güçlüsün. Sen ondan çok daha güçlüsün!”
Jun‌ Wu derinden ve sessizce kıkırdadı, muhtemelen Hua Cheng'in sözlerinin saf ve eğlenceli olduğunu düşündüğü içindi ya da belki de elindeki otoriter güçten memnun olduğundan.
Milyonlarca inananın gücü yalnızca onun elindeydi!
Ama Hua Cheng omuzlarını tuttu, “Ne yani? Onlar sadece milyonlarca aptal, hepsi işe yaramaz, çöp. Ama senin için, bir kişi yeter.”
Bir kişi yeter mi?
Xie Lian, Hua Cheng onu yakınına çekmeden önce henüz kafasını etrafına sarmamıştı.
Xie Lian’ın gözleri açıldı.
Ruhsal güçler patladı ve içine aktı.
Bu sefer, ruhani güçlerini aktardıkları diğer zamanlardan çok daha karşı konulamazdı; hayalet kelebekler ve erimiş kederli ruhlar bile bu korkunç enerjiyi hissetmiş gibiydi, etraflarında birbiri ardına patlıyor, patlıyor ve çığlık atıyorlardı.
Xie Lian'ın parmakları uyuşmaya başlamıştı, bacakları da dizlerinin üzerine düşecek kadar titriyordu ve içinden dur diye bağırıp duruyordu, artık yeter! Ama Hua Cheng'in eli sıkıca kafasına kilitlenmişti, gitmesine izin vermiyor, onun reddini reddediyordu.
Tumblr media
Kim bilir ne kadar zaman geçmişti ki, aniden Xie Lian'ın boğazı gevşedi ve aynı anda Hua Cheng sonunda onu serbest bıraktı. Xie Lian'ın dizleri büküldü ve yere düştü, elleri tamamen düşmemek için kendini yerden destekliyordu.
Jun Wu adımlarını durdurdu ve yüzündeki ciddiyetle ona baktı. Uzakta yatan Feng Xin inanamayarak konuştu, “E… ekselansları… e… e….”
Xie Lian titreyen elleriyle uzanarak kendi boynuna dokundu.
Hiçbir şey yoktu.
Hua Cheng ona çok fazla ruhani güç akıtmıştı. Gerçekten de çok fazlaydı, o kadar fazlaydı ki lanetli kelepçenin dayanabileceği miktarın tamamen dışındaydı.
Onu sekiz yüz yıl boyunca kısıtlayan o iki kelepçe zincir patlamış ve paramparça olmuştu!
24 notes · View notes
hermes-0 · 3 months ago
Text
27.BÖLÜM KUTLAMA
Adaya geldiklerinde, Kral Valerius ve ada halkı büyük bir sevinçle onları karşıladı. Kral, “Şimdi dinlenin,” dedi. “Akşam gelişinizi kutlamak için Solaria Tepesi’nde olun.” Onlara kalmaları için sarayın misafirhanelerinde oda verdi. Misafirhaneler, zarif mobilyalarla döşenmiş, geniş pencerelerden adanın muhteşem manzarasını sunuyordu. Tufan ve Samira, odalarına yerleşirken, küçük Aylara’nın neşeli gülüşleri sarayın koridorlarında yankılanıyordu.
Gün batımında, Solaria Adası’nda büyük bir şenlik ve ziyafet vardı. Ada halkı, renkli giysiler içinde, ellerinde meşalelerle Solaria Tepesi’ne doğru ilerliyordu. Tepede, büyük bir şölen masası kurulmuştu. Masanın üzerinde, adanın en lezzetli yemekleri ve içecekleri yer alıyordu. Kral Valerius, “Önce Solaria’yı kurtardıkları ve sonra Ehriman’ı gölgelerden temizledikleri için Tufan ve Samira’ya minnet borçluyuz. Bebekleri Aylara, adamıza tekrar hoş geldiniz. Ve tabii ki sen de hoş geldin, Merlin,” dedi.
Tam bu sırada, dolunayın parlaklığı dikkat çekerken, annesinin kucağındaki küçük Aylara’nın yüzünde ve saçlarında da fark edilir bir parlaklık vardı. Herkes şaşkınlıkla Aylara’ya bakarken, Merlin gülümseyerek, “Merak etmeyin, ay Aylara’ya hoş geldin diyor,” dedi. Aylara’nın gözleri, dolunayın ışığında parıldarken, ada halkı bu mucizevi anı hayranlıkla izliyordu.
Kral Valerius, “Artık adamızın bir koruyucusu daha var,” dedi neşeyle. Bütün halk coşkuyla alkışlar ve tezahüratlar ederken, Tufan ve Samira birbirine sarıldı. Yıldızlar Samira’yı selamlarken, Tufan halkın güven ve sevincini hissedebiliyordu. Ada halkı, bu özel geceyi danslar ve şarkılarla kutlarken,
28 notes · View notes
ayten-ali · 10 months ago
Text
Tumblr media
MİRAÇ; PEYGAMBER Efendimiz Hz.MUHAMMEDİN ﷺ Recebi Şerıf Ayının 27.Gecesinde Mescid-i Haramdan Mescid-i Aksa'ya Oradan Yedi Kat Semayı Aşarak Yaratılmışların Yükselebileceği En Son Nokta Olan “Sidretül Münteha”ya Varan Mucizevi Yolculuğun Adıdır. ALLAHU TEALA Bu Yolculuğu İsra Süresinin 1.Ayetiyle Bize Şöyle. Bildiriyor Bismillahirrahmanirrahim “Kulu MUHAMMED-İ Geceleyin, Mescid-i Haram'dan Kendisine Bazı Ayetlerimizi Göstermek İçin, Etrafını Mübarek Kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya Götüren ALLAH, Her Türlü Noksan Sıfatlardan Münezzehtir, Şüphesiz ki Herşeyi Hakkıyla İşiten, Hakkıyla Görendir.”
HABİBİ KİBRİYASINI ﷺ En Mahzun Gününde Miraçla Ödüllendiren RABBİM! Zor İmtihanlarla Afetlerle, Depremlerle Sinan, Düşman Saldırılarına, Zalimlerin Zulmüne Maruz Kalan Ümmeti Muhammede, Depremlerde, Savaşlarda Sevdiklerini Mumin Kardeşlerimize Bir Miraç Ferahlığı Nasip Etsin. Leyle-i Miraç Ümmetin Vahdetine, Müslümanların Kardeşliğine, İnsanlığın Hidayetine Vesile Olsun İNŞALLAH. Dualarda Buluşalım Hayırlı Kandiller #MiracKandilinizMübarekOlsun
55 notes · View notes
alkolikreaksiyonlar · 6 months ago
Text
Genel cerraha gitmiştim bugün randevum vardı yan yanaydı kadın doğumla. Çok güzel bebişler gördüm 3 saat ayakta biraz beklemiş yorulmuş oldum arada oturdum yerimi verdim ama karşımda bebişleri görünce öyle duygulandım ki göz yaşlarımı zor durdurdum çok tatlı bebekler elleri hele minicik, bebek arabasından minicik ellerini görüyorum sonra küçücük kıyafetlerini görüyorum sonra annesinin kucağında bebek görüyorum. Ağlamaması için sürekli bebeğiyle ilgilenen anne de gördüm, dolu hamile bayan da. Hep gözlerim dolarak baktım, ne kadar mucizevi bir şey bir bebeğe sahip olmak, hemde minicikler, küçücükler hepsine duygusal olarak bakmış oldum.. Neyse ki o anları düşünerek bugünü de kapatacağım. Bizde bir aralar öyle minicik ve küçücüktük hele ben çok küçüktüm. Tüm bebeklere sımsıkı sarılasım geldi..
31 notes · View notes
virangezegeni · 16 days ago
Text
işte o saatlerdeyim.. uzun bir sürenin ardından mucizevi şekilde eskiye dönebildim, unuttuğum beni hissedebildim, kendimi çok özlemişim. mutlu oluyorum ilkten. eskiden görüştüğüm bir arkadaşımla karşılaşmış gibi heyecanla doluyorum. hayallerim, planlarım birbir gözümde canlanıyor tekrar. of.. tatlı bir hüzün çöküyor sonra. o klasik soruyu soruyorum “neden böyle oldu?” diye kendi kendimi yiyorum. “unutma” diyorum kendime.. “unutturmasınlar sana kendini”.. tabi kısa sürüyor bu anlar. hemencecik şimdiki ana dönüyorum. bazen bu anımsayışlar yeniden hayata döndürüyor insanı. olsun..
8 notes · View notes
sensussinyor · 8 months ago
Text
Her gün ek mesai yapmak istemiyorum, sürekli iş stresiyle dolmak ve yatana kadar işle ilgilenmek istemiyorum. Boğuldum. Yakında ya istifa ederim ya da kendimi kovdururum gibi geliyor, midem bulandı daha ikinci ayımda. Mutsuzum. Bu devirde güzel iş bulan kişi kendini mucizevi bir hayat yaşadığına ikna etmek zorunda. 😣
28 notes · View notes