#dinsel
Explore tagged Tumblr posts
Photo
EL EHADİSÜL KUDSİYYE OSMANLICA 1316 SAHAF, OSMANLI DİNİ ESERLER, OSMANLICA KİTAPLAR. 1316 baskısı dini Osmanlıca kitap. Orijinal dönemine ait. #osmanlı #osmanlıca #kitap #sahaf #dinikitap #din #ottoman #kudsiyye #sahafiye #efemera #antika #dinsel #hadis #eser #dinieser #like4like #takipedenitakipederimm #beğeniyebeğeni https://www.instagram.com/p/CpNiZHwq6h1/?igshid=NGJjMDIxMWI=
#osmanlı#osmanlıca#kitap#sahaf#dinikitap#din#ottoman#kudsiyye#sahafiye#efemera#antika#dinsel#hadis#eser#dinieser#like4like#takipedenitakipederimm#beğeniyebeğeni
3 notes
·
View notes
Text
Found some Skyrim mods that I could use to make a very Mora-specific build (namely Blood Magick and activatable glowing body markings), so... I recreated another novel character as an excuse to catch up on some of the new follower mod updates.
And, well, the development so far has been perfect.
Meet Morane Soraya, local disaster lesbian who got robbed and left for dead the second she stepped foot on Skyrim, which she ended up on for... reasons. 🙃 Her favorite pastimes are hurling her blood at her enemies, and collecting feral women + one (1) catman.
She is quite pleased as punch about it.
I love the face she makes when she's talking to Inigo.
Same, girl.
Mora, that's just rude. You're not Jade.
Her reaction upon meeting Serana, though...
"Oh, godsdammit, she's hot..."
Moral of the story: Blood Magick's one hell of a drug.
She is going to woo all the ladies.
#tes skyrim#skyrim#skyrim oc#tes#the elder scrolls#the elder scrolls skyrim#tes v skyrim#skyrim companion mods#morane soraya#inigo the brave#auri song of the green#serana#disnel#dinsel is totally new for me so i'm looking forward to seeing what she's like! but i love her already#i wonder how dinsel and auri would get along#basically just spent my night collecting my ragtag team all over again#i'll try to figure out where to go with this playthrough after i have secured serana as my one true babygirl
41 notes
·
View notes
Text
Başlangıçlar
Başlangıçlar (2023) #OzanYoleri #AhsenEroğlu #HazalSubaşı #ÖzlemZeynepDinsel #UlaşAkarsu #SerraMenderes Mehr auf:
Inpaintings Jahr: 2023 Genre: Drama Regie: Ozan Yoleri Hauptrollen: Ahsen Eroğlu, Hazal Subaşı, Özlem Zeynep Dinsel, Ulaş Akarsu, Serra Menderes … Filmbeschreibung: Zwischen dem unerwarteten Tod ihres engsten Freundes in Paris und den zerbrochenen osmanischen Gemälden in Istanbul versucht eine junge Kunstrestauratorin, sich in ihren mittleren Zwanzigern selbst zu finden…
View On WordPress
0 notes
Text
Baskın Oran – Etnik ve Dinsel Azınlıklar (2023)
1969’dan beri milliyetçilikle, 1974’ten beri de azınlıklar konusuyla uğraşan Baskın Oran bu geniş çalışmasında ilkin, azınlık kavramının tarihçesini geçmişten günümüze bir belgesel film gibi anlatıyor. Milletler Cemiyeti, Birleşmiş Milletler, Avrupa Konseyi, AGİT, Avrupa Birliği gibi uluslararası örgütlerin bu dikenli konuya yaklaşımlarını antlaşmalar, sözleşmeler, bildirgeler ışığında ortaya…
View On WordPress
#2023#Alfa Yayınları#Baskın Oran#Etnik ve Dinsel Azınlıklar#Tarih Teori Hukuk Türkiye Gayrimüslim Kürt Alevi Hakları
0 notes
Text
#Vahye dayalı dinsel toplumlarda laiklik devrimi dünyada ilk kez 1050-1060 yıllarında Türkler tarafından#Tuğrul Bey tarafından gerçekleştirilmiş.Yaklaşık 1000 sene ve bugünki durum😔
0 notes
Photo
bonus:
Dinsel in distress in 3...2...
#the mandalorian#themandalorianedit#swedit#starwarsblr#thestarwarsdaily#theforcenetwork#swsource#userjoanne#usernik#userksena#mandalorianblr#L creates#s3#the mandalorian spoilers#skdhfksjh i'm sorry lol
2K notes
·
View notes
Text
İYİ NİYETLİ DİNCİLER
Elbette dinlerini ciddiye almayan iyi niyetli Hıristiyanlar, iyi niyetli Yahudiler ve iyi niyetli Müslümanlar dünyanın her yerinde vardır. Ancak bu iyi niyet, onları dinsel suçlara ortak olmaktan kurtaramaz. Çünkü bu suçlar ve olumsuzluklar inandıkları dinin kitabında yazılıdır.
Hadi hayırlı cumalar..!
22 notes
·
View notes
Text
On bir sandalye ve iki intihar büyütmüş balkon pür dikkat beni dinliyor.
Aklımın dur dediği yerlerde duramadım.
Bedenin ve aklın esir olduğu dünyada sen özgürlük istersin.
Nice çırpınırsın da kavuştuğun yer esir pazarıdır.
İnsan kendisine sığamadığı zaman bir kelimeye, bir söze, bir şarkıya sığmaya çalışır..
Dilek tutuyorum şarkılara, sıradaki benim şansıma diyorum.
Haberler başlıyor birden, benden hazin biçimde bahseden.
Kendini kendine gömebilmesi için delirmesi, delirmesi için de herkesten akıllı olması gerekir bir insanın.
Telaş etme kalıcı değiliz.
Biriktirdiğim tren seslerini harcadım. Otobüsler dar geliyor, uçaklar kanatsız. Limitsiz kere limitsizim.
Bir adresim var gelmeyecek mektuplar için. Güvercin yemleriyle beslenen kargalar gölgeme eşlik ediyor.
Düğün kurşunuyla vurulan bir delikanlı gibiyim.
Benliğimde dinsel bir güç, bir tür dua, hatta bir çığlık hissediyorum.
Bana karşı tepki yukarıdan, zihnimden geliyor.
Ben bir balondum, ağaçlara takıldım, şimdi bekliyorum ki biri kessin ipimi ya da rüzgar ters yönden essin kırsın dalları.
Anlaşılmayan ruhlara deli demek âdetmiş.
33 notes
·
View notes
Text
Modern Dünyada Bireyselleşme Sorunu
Modernlikle bireyselleşme birbiriyle ilintilidir. Modernleşen dünyada insanın aklın yükselişiyle bireyselleşerek kendi özgürlüğünü kazandığı düşünülür. Fakat bireyselleşen insan, kendisiyle baş başa kaldığında gerçekten mutlu mudur?
Burada bireyin özgürlüğü ve kendiyle baş başa kalması söylemleri Descartes ve onunla birlikte yükselen işlevsel akılla ilgilidir. Modernitenin ve aydınlanmanın getirdiği rasyonalizmle dinsel hiyerarşik yapıdan kurtulmuş insan; dünyayı kendi aklıyla kavramaya, inandıklarını akıl yoluyla sorgulamaya başlamıştır yani bir nevi düşünen özne fenomeni ile kendi içine çekilmiştir. Bir yandan bireyselleşen insan, modernleşmenin temel gereksinimlerinden olan toplumsal hayata uyum sağlama konusunda zorluk çekmiştir, yalnızlaşmıştır.
İlahi bir güç yerine geçen düşünen bireyin bu durumunun ona ağır geldiği, mutsuzluk ve arada kalmışlık getirdiğine inanlar da oldukça fazladır. Hatta bu durum modern toplumlarda psikiyatri, psikoloji gibi yapıların önemini arttırmıştır. Yine bireyciliğin getirdiği içine kapanıklık varoluşçuluğu, bireysel ahlak düzenlerini doğurmuştur.
#bireyselleşme#bireycilik#modernite#descartes#akıl#rasyponalizm#aydınlanma dönemi#felsefe#felsefe bilim
25 notes
·
View notes
Text
Heaven Official's Blessing▪︎
204. BÖLÜM - 500 kişi bulmaya çalışmak - eski bir dostla karşılaşmak
“Ne peki?” Xie Lian sordu.
Jun Wu konuyla ilgili biraz sessiz kaldı, konuşmadan önce uzun süre düşündü, “XianLe, neden birden hocan aklına geldi? TongLu dağında bir şeyle mi karşılaştın? Onunla alakası olan?”
Xie Lian kendine geldi ve daha fazla soruyla baskı yapmaya başlamadan önce ötelerden bir yerden bir yaygara koptu. Jun Wu konuştu, “Hepinizin daha önce bahsettiğiniz üç dağ ruhunu görüyorum, gerçekten acayip. Önce onlarla ilgileneceğim, konuşmayı daha sonra yaparız. Yine de XianLe, sen sorularını sordun. Sadece bir şeyi unutma; hocan hiç de basit bir karakter değil. Eğer onunla karşılaşırsan, çok daha fazla dikkatli ol.”
Böylece sessizlik oluştu, “Lordum?” Xie Lian seslendi.
Jun Wu geri cevaplamadı. Bir tane dağ ruhu bile dövüşmek için oldukça zorluydu, üç tanesiyle karşılaşma ve kuşatma muhtemelen çok daha zor olacaktı. Geçen sefer sınırsız bir ruhsal güç kullansa ve cennetvari bir ilahi heykel kontrol etse de kendi başına onunla baş edemezdi. şimdi ise Jun Wu tek başına onlarla yüzleşecekti, muhtemelen iyice odaklanması ve büyük bir çaba sarf etmesi iyi olurdu.
Xie Lian, Hua Cheng'e konuşmalarının kısa bir özetini anlattı, artık adımlarını durdurdular.
O anda geniş ve a��ık bir caddede konumlanmışlardı. Gökyüzüne doğru bakıldığında, kasvetli bulutlar ayı gizlemişti, yaratıklara benzeyen soluk iplikler ve siyah duman dizilerinin soğuk ayın önünde temiz bir suya damlamış mürekkebin dağılması gibi sürüklendiği görülebiliyordu.
Bunlar Wu Yong Kutsal Tapınağından gönderilmiş kederli ruhlardı. Saraydaki kralın aurası ve çeşitli tanrıların tapınaklarından çıkan kutsal parlamalar dinsel bir kalkan oluşturduğundan henüz içeri girememişlerdi. Bunun gibi doğal bariyerler bu gibi acımasız yaratıkları dışarıda tutabilirdi, böylece ruhlar sadece gökyüzünde dönerek gezmekten başka bir şey yapamıyorlardı.
Neredeyse tüm kale şehirlerinde böyle kalkanlar vardı çünkü üstün karakterler ve etkileyici cennet mensupları her yerde görülebilirdi; onların söylediği gibi, zengin topraklar yetenekleri besler.
“Kalkana takviyeler eklediğimiz sürece durum iyi olur.” Dedi Hua Cheng.
Ancak sorun, nasıl güçlendirileceğiydi? Xie Lian sordu, “Tılsım büyüler mi? Ruhsal eşyalar mı?” ve ekledi; “Muhtemelen bunlar yeterli olmaz.”
Bu kederli ruhlar kraliyet başkentinin tüm gökyüzünü sarmıştı, bu da demek oluyordu ki milyonlarca tılsım veya ruhsal eşyaları olmadıkça dayanamazlardı. Xie Lian ileri geri yürüyor, dişlerini gıcırdatıyordu, “San Lang, bariyeri destekleyebilecek bir fikrim var ama… biraz insan lazım.”
“ne kadar?” diye sordu Hua Cheng.
“çok.” Xie Lian cevap vardı. “olabildiği kadar çok. En azından beş yüz kişi.”
“ölü mü canlı mı?”
Ciddiyetle dinliyordu, hiç şaka yapan bir yüzü yoktu. Xie Lian cevapladı; “canlı, ölüler olmaz. Ruha ve kederli ruhları uzaklaştırmak için yaşayanların Yang[1] aurasına ihtiyacım var.”
“Eğer durum buysa, o zaman bu onların da gönüllü olmaları gerektiği anlamına geliyor” Hua Cheng yorumladı.
“haklısın, gönüllü olmaları gerekli.” Xie Lian cevapladı. “ayrıca koruma ve savaşma istekleri de olmalı. Eğer kalplerinde korku varsa istekleri zayıfsa ruhlar içeri girme şansını elde edebilirler.”
Hua Cheng başını onaylar şekilde salladı; “Tıpkı askerlerin ön saflarda savaştığı gibi, kazanmaya en istekli olanlar, en çok inanca sahip olanlar olmalı. Çünkü eğer çaresizce buna zorlanırlarsa veya hiçbir savaşma ruhuna sahip olmadan kaçışırlarsa asla kazanamazlar, karanlık ve acı verici bir yenilgiye terk edilmiş bir sonları olur.”
“Çok haklısın.” Dedi Xie Lian. “Acaba San Lang bu insanları bulabilir mi?”
Biraz düşündükten sonra, Hua Cheng yavaşça cevapladı, “Gege, eğer ölüler lazımsa ne kadar lazımsa istemediğin kadar getirebilirim. İstemsiz yaşayanlardan da. Ama bu duruma karşı istekli olanları bulmak o kadar kolay olmayacak.”
Bir duraklamadan sonra devam etti, “Ölümlüler aleminde hayalet kralın kesinlikle çok sayıda inananı var, ama biliyorum ki ilk olarak benden çok korktuklarından, ikinci olarak da bana soru sormak istediklerinden bu durum böyle. Yani benden korktukları için bana itaat ediyorlar. Onları korkuyla zorlayabilirim ya da yarar sağlayarak kandırabilirim ama bu şekilde muhtemelen Gege’nin istediği gerçekleşmeyecek. üzgünüm”
Xie Lian, bunu dinlerken büyülenmişti, şöyle devam etti: “Hayır özür dilemene gerek yok. Hadi beraber başka bir yol düşünelim.”
“En. Yine de Gege, iyi haberler var.” dedi Hua Cheng. “Önümüzdeki yaklaşık 50 metre uzaktaki köşede bir grup yaşayan insan var.”
Xie Lian da onları hissetti, insanlar köşeyi dönmüş devam ederken onları görmek için ileriye doğru koştular. Onun ani ortaya çıkışıyla insanlar şaşkınlıkla bağırdılar “HAYALET!!!”
Xie Lian yakından baktı ve onları tanıyıp neşeyle bağırdı, “Millet, ne hayaleti. Benim!”
Çeşitli keşişlerden ve efsunculardan oluşan bu grup çok tanıdıktı. Önde gelen kişi gösterişli elbiseler giymiş bir efsuncuydu –Cennetin gözü değil miydi? Ve arkasında büyük bir grup, bunlar geçen acımasızca onları rahatsız eden ve gölgeli hanın çatısından yerlere serilen keşiş ve efsuncular değiller miydi?
Xie Lian’ın arkasında elleri kenarda rahatsa savrulan Hua Cheng yaklaştı. Şu an kesinlikle hiç de çocuk gibi değildi, kayıtsız ve soğuk bir gülümsemesi vardı. cennetin gözü ve diğerleri görür görmez oldukları yerden üç metreye kadar geriye kaçtılar. “Bir de diyorsun ki hayalet yok. Ondan daha hayaleti mi var. O HAYALET KRAL!!!”
Hua Cheng’in gülüşü soldu, sinirden dilini şaklattı çünkü yorum yapmak için çok tembel hissediyordu. Xie Lian şu anda her yerde yaşayan ruhları arıyordu dolayısıyla aceleyle ellerini kaldırdı, “Millet! Tam da zamanında geldiniz. Bir şey vard…” elini kaldırdığı gibi öyle abartılı bir tepki verdiler ki Xie Lian bile bu kadar beklememişti. Yerlere yatıp bas bas bağırmaya haykırmaya başladılar, “GİZLİ SİLAHINA DİKKAT EDİN!!!”
“…”
Xie Lian’ın onların korkarak andığı ‘gizli silah’ın ne olduğu konusunda biraz sessiz kalıp düşünmesi gerekmişti. “Korkmanıza gerek yok! Gizli silahım falan yok!” ‘Bozulmaz İffet Köfteleri’ öylesine unutulacak bir şey değildi ki zaten, tek başına sadece onları yapmak için gereken bıçak işi bile yarım günlük zaman istiyordu. Ekledi, “Ayrıca geçen sefer ben size hiçbir şey yapmama rağmen beni zorladınız, artık daha az neden var.”
Bunu duyan kalabalık biraz kafa yordu, mantıklı olduğunu düşünerek hızla yerden yukarıya doğru süründüler, üzerlerini sirkelediler ama hala ellerinde ruhsal aletleri ve tılsımları vardı ve mesafeyi koruyorlardı. Cennetin gözü konuştu, “Şunu söyleyeyim Daozhang, seni uzun süredir görmedik ama vücudundaki şeytani öz daha da kötü olmuş. Bence hâlâ bir şans varken şimdi geri dönmen en iyisi. Bahsetmişken, neden bu kadar kötü biliyor musun? Seni korkutmak istemem ama, artık yüzünüzü net bir şekilde zar zor görebiliyorum.”
“…”
Xie Lian onu dinlerken gittikçe kızarıyordu, Hua Cheng’e bakmaya, bakarken görülmeye cesaret edemiyordu. “Bunu sonra konuşalım. Millet! Gece gökyüzünde işaretleri gözlemliyordum ve bazı uğursuz yaratıklar gördüm. Siz de gördünüz mü?”
“Tabii ki gördük!” dedi cennetin gözü. “Gece gökyüzündeki işaretleri gözlemlemek her gün yapmamız gereken ödevdir. Ve burada bazı canavarların veya hayaletlerin sorun çıkardığını düşündüm, ama olabilir mi, yoksa Hua Cheng… Zhu mu?”
“Hayır tabii ki?” dedi Xie Lian. “Yoksa sizi gelip burada uyarmazdım. Biz de bu sebeple geldik, kraliyet başkentinin aurasını güçlendirmenin yollarını düşünüyorduk.”
Cennetin gözü şüpheliydi, “Siz ikiniz? Çare düşünüyordunuz?”
“Hayalet Kral neden bu kadar iyi kalpli olsun ki?”
Hua Cheng sırıttı, “İyi kalpli olduğumdan değil. Ama eğer kraliyet başkenti için bir şeyler yapmak isteseydim, bu aura kalkanının beni durdurmasının hiçbir yolu yok.”
Efsuncular ve keşişlerin ifadeleri asla okunamıyordu. Xie Lian hemen gardlarını indirmeyeceklerini ve ayrıca onları zorlayamayacaklarını da biliyordu. “Daha önce gökyüzündeki o yaratıklarla karşılaştım, onlarla baş etmek gerçekten çok zordu. Eğer kraliyet başkentinin koruyucu kalkanı kırılıp zorla içeri girmelerine izin verirsek her şey kaosa sürüklenir, yani şu anda bir dizi oluşturabilmek için yardım arıyorum, yaklaşık beş yüz kişiye ihtiyacım var.”
Cennetin Gözü’nün ağzı bir karış açıldı, “Beş yüz mü? Sırf bu rün için bu kadar çok kişi? Hiç bu kadarını duymamıştım.”
Xie Lian beş yüz kişinin minimum sayı olması gerektiğini söylemeye kalbi el vermedi. Açıkça söylemek gerekirse en azından sekiz yüz kişi gerekliydi. Efsuncu ve keşiş grubu mırıldanmaya başladılar, “Ben de hiç duymadım, herhangi bir kitapta falan gören var mı?”
“Bu yaratıklar cidden o kadar mı güçlü mü?”
“Sadece canavarların bir ısırıkta beş yüz tane yediğini duydum, daha önce bir rün için bu kadar çok kişiye ihtiyaç olduğunu görmedim.”
“Tehlikeli mi?”
Ciddi düşünme ve taşınmalardan sonra Xie Lian dürüstçe cevap verdi, “Emin olamam, bekli evet belki hayır. Daha önce böyle bir rün çizmediğimden sadece yüzde sekiz eminim.
Bu rün Xie Lian’ın bir kitapta okuduğu veya birinden öğrendiği bir şey olmadığından kitaplarda da bununla ilgili bir şeyler bulmak imkansızdı. Ama son sekiz yüz yıl boyunca üzerinde düşünüp durduğu ve yürürken aklında dolaşan bir şey vardı; insan yüzündeki hastalık yeniden ortaya çıkarsa ne yapılması gerekirdi? Muhtemelen öylece oturup hiçbir şey yapmamış olması imkansızdı. O zamanlar aslında yine bu büyük krizle yüzleşmek zorunda kalacağını düşünmediğinden kullanılabilir bir metot da bulabilmiş değildi.
Diğer taraftan diğer grup bir süre aralarında tartıştılar, Cennetin Gözü, “Bizde o kadar kişi yok. Ek olarak…”
Ek olarak Xie Lian ve Hua Cheng’e güvenmiyorlardı.
Ellerinden bir şey gelmezdi. Sonuçta onlar insan yüzü hastalığının nasıl bir felaket nasıl güçlü bir şey olduğunu bilmiyorlardı. Ayrıca Hua Cheng ile yaşanmış geçmişteki anlaşmazlıklar göz önüne alındığında böceklerden başka hiçbir şeye benzemeyen bir şekilde oynandıkları çok sayıda vaka olmalı. Aslında Xie Lian onların hocaları ve belli sayıda öğrencileri olabileceğini düşünmüştü, bu yüzden belki üç yüz dört yüz kişi olsun bulabileceğini ve kalanının da bir şekilde halledilebileceğini umuyordu, ama bu umut tamamen nafileydi.
“Gege, bunlar için nefesini tüketme” dedi Hua Cheng. “Gidelim.”
Xie Lian başını salladı ve onunla birlikte ilerlemeye devam etti, en azından cesareti kırılmamıştı. Cennetin gözü ve diğerleri oradan hemen ayrılmamış ve gizlice onları takip ediyorlardı. Xie Lian tamamen sessizdi, takip etmelerinin nedeninin Hua Cheng’in kraliyet başkentinde sorun yaratmasından korkmaları olduğunu düşünüyordu. Onların endişeleri iyi kalpli olduklarındandı, bunun komik olduğunu düşündü ama umursamayı bıraktı. Hua Cheng bir öneride bulundu, “Neden gecekondu mahallelerine gitmiyoruz? Cesur ve inançlı olan ve ölümden korkmayanların sayısı oldukça fazla olmalı orada. Belki arayışımız orada daha verimli olur?”
Böylece ikisi rotayı değiştirdiler ve kraliyet başkentinin gölgelerine doğru gittiler. Oldukça yıkılmış bir tapınağa denk geldiler ve dışarıdan bir göz attılar. Tapınakta bir grup insan yerlerde uyuyor ve bu durum tapınağın dışına kadar uzanıyordu. Bir grup evsiz veya dilenci olmalılardı. Hava buz gibi, yerler soğuk ve insanların kıyafeti eski püsküydü. Kadın, erkek, çocuklar vardı ve hiçbiri bu derece yakınlıktan rahatsız gibi değildi.
Bazıları yırtık pırtık hasırı almış, bazıları ısınmak için samana sarılmış bazıları da öylece yerde yatıyordu. Bazısı uyanık bazısı esniyordu, bir kenarda bazıları yaralarının acısından inlerden diğer tarafta diğerleri birbirinin üzerindeki pireleri koparıyordu. Hatta topal bacağını sürüyor gibi olan hastalara su taşıyan birisi de vardı. İçeri girmeden önce garip izler ve boğucu kokular çoktan dışarıya kadar çıkmıştı.
En lüks ve hareketli bölgenin, en pis, en yıpranmış gecekondu mahallelerine bu kadar yakın olması ve aralarında yalnızca bir sokak olması, aradaki zıtlığın gerçekten ağıt yakılasıydı. Tabii ki Xie Lian’ın ağıt yakmaya zamanı yoktu. Eşikten geçerek seslendi, “Yardım için el uzatabilecek birileri var mı?”
Birisi sayıp sövmeye başlamadan önce kimse sesini çıkartmamıştı; "SANA TANRI YARDIM ETSİN! BANA DA BİRİ YARDIM ETSİN TABİ! UYUYORUZ ŞURADA DEFOL GİT!”
Xie Lian üstüne alınmadı ve dedi ki, “Durum çok acil, yardım etmeye istekli olursanız eminim ki… Kesinlikle dünyaya refah getireceksiniz!”
“Çok takdir edilesi” demek istemişti ama sadece teşekkür için gelselerdi akılları bulanık olur diye demedi. Tapınağın içindeki dilenciler daha da sert küfrettiler. “BU LANET DÜNYANIN LANET REFAHININ BANA SAĞLADIĞI NE VAR Kİ SANKİ?”
Birisi sordu, “Karşılında bir bedel falan var mı?”
Xie Lian geriye baktı ve Hua Cheng'in gözleri hoşnutsuzlukla parlıyordu, neredeyse zıvanada çıkacaktı ki Xie Lian onu kenara çekip sessizce, “Henüz değil. Sen söyledin San Lang, katılmak için onları zorlayamaz ya da kandıramayız. Onları ikna etmek için zamanımı ayıracağım. Buradan işimize yarayabilecek yetmiş seksen kişi çıkabilir.
Ancak o zaman Hua Cheng'in gözlerindeki keskin parıltı soldu. Tam o sırada hafiften tiz bir ses geldi, “Hey hey hey! Millet, beni dinleyin. BENİ DİNLEYİN! ŞU SESİ KESİN! Önce ne diyecekler onu dinleyelim!”
Bunu duyan Xie Lian etrafına bakındı, konuşan sakat bacaklı dilenciydi. Giysileri yırtık pırtık, yüzü kirli, saçları darmadağınık, sıska, bir deri bir kemikti, yüzü net olarak karanlıkta seçilmese de sesi oldukça gençti. Bir eliyle kalabalığı selamladı ama ilginç olan sadece bir elini sallamasından dolayı duruşu biraz tuhaftı. Diğer dilenciler onu dinliyor gibi görünüyordu, bu yüzden bağırış sesleri azalmıştı.
“Teşekkür ederim!” seslendi Xie Lian ve zaman kaybetmeden elinde bir avuç meşalesi yakarak etrafı aydınlattı. Dilenci kalabalığı korkudan çığrışmalara başladılar ki bu sayede henüz uyanmamış olanlar da uyandı. “NE ÇEŞİT GARİP BİR BÜYÜ BU?”
Xie Lian ifadesini düzeltti, “Garip bir büyü değil, ruhsal güç. Bu da benim sözlerimin doğruluğunu kanıtlıyor. Doğruyu söylemek gerekirse durum şu; kraliyet başkentinin etrafını sarmış hayalet ve yaratıklar var ve saldırmak üzereler. Kraliyet başkentini koruyucu rün oluşturabilmek için beş yüz kişiye ihtiyacımız var. kim gönüllü olmak ister? Yalan söylemeyeceğim tehlikeli olabilir. Bu yüzden zorlamayacağım, sadece istekli olanları soruyorum.”
“…”
O yıkılmış tapınağın içinde bir sessizlik battaniyesi vardı. Dilenciler birbirine baktı ama içinden hiçbiri buna istekli olduğunu söyleyerek öne çıkmadı. Biraz zaman sonra biri konuştu, “Kraliyet başkentini korumak mı? Unut gitsin!”
Xie Lian adama baktı, adam kendi kendine mırıldanarak yere uzandı, “Kraliyet başkenti beni korudu sanki, hah, tabi bizden onları korumamızı isterlerdi. Ne halt ederseniz edin, beni hiç ilgilendirmez!”
Kayıtsız ses tonu öfkeyle doluydu. Xie Lian'ın anlayamadığı şey değildi ama elinden de bir şey gelmezdi. Açıkçası, bu tapınak tıpkı o adamın olduğu gibi aynı fakirler ve acılarla doluydu. Hiçbir karşılığı olmadığından kraliyet başkentinde geçirdikleri günler o kadar da iyi değildi, kim böyle bir zamanda yardıma gitmek isterdi ki? Zaten kışın ortasıydı, tapınağın içi ölesiye soğuktu ve kim çıkmak isterdi ki?
Xie Lian son kez şansını denedi, “ Eğer o yaratıklar kraliyet başkentini işgal ederse korkunç derecede kötü bir veba ortaya çıkacak ve bundan herkes etkilenecek.”
Yaşlı dilenci yere uzarken konuştu, “Hangi veba vücudumdaki bu karmaşık yerlerdeki yaralardan daha kötü olabilir ki?”
“Eğer bir veba olacaksa neden burayı terk etmiyorsunuz, ha? Burada kalma zorunda değiliz, zaten burası da berbat bir yer, nereye gitsek aynı şey.”
“Kraliyet başkentindeki güçlü, seçkin eski efendiler ve hanımları gitsin, birileri gidecekse neden biz gidelim?”
“Şey…” Xie Lian onlara doğrudan söyleyemedi. O güçlü, seçkin eski efendiler ve hanımlar da aynı şeyi düşünürdü; ben gitmem zaten kesin birileri gider. Ayrıca kraliyet başkentinde bir düzenleri olduğundan ve tehlikeyle karşı karşıya kaldıklarında daha fazla şey olurdu, bırakamazlardı, böylece inançları daha da güçlü olurdu. Tabi onlar da bu şekilde düşünürse böyle olurdu, yoksa başarıya ulaşılamazdı.
Bir süre bekledikten sonra kimse ileri adım atmadı ve Xie Lian kararlı bir şekilde şöyle dedi, “Pekala, davetsiz geldiğim kusura bakmayın.”
Arkasını döndü ve yıkık tapınağı terk ettiler. Hua Cheng onu rahatlatarak, “Endişelenme, Gege. Benim de yanımda hareket eden insanlar var. Durumlar bildirildi, o insanları bulabiliriz.”
Xie Lian başını sallayıp onayladı. Ama aslında ona göre soru beş yüz kişinin bulunması değil bunu yapabilmek için gerekli olan zamanın tükenmesiydi, ayrıca sırf sayısı tamamlamak için alınan insanlar da ters etki oluşturabilirdi. Gökyüzüne bir bakış attı, dönüp dolaşan siyah bulutlar hala gökyüzünü kaplıyordu, amaçları ise tahmin edilemezdi.
Tam o sırada, aniden arkasından bir ses yükseldi, “BEKLEYİN BEKLEYİN BEKLEYİN! --BEN GELİRİM!”
Bunu duyan Xie Lian şaşırdı ve kafasını salladı. Sakat bacaklı adam tapınaktan topallayarak fırlamıştı. “Aradığınız insanlar, canlı oldukları sürece sorun olmaz değil mi? Yani sakat olsa da olur, haklı mıyım?”
Adamın hareketlerinin neden tuhaf olduğu ortaya çıkmıştı, yalnızca topal bir bacağı yoktu ayrıca bir kolu kırıktı ve kayıtsız ve gevşek şekilde sallanıyordu.
Nihayet gönüllü olarak öne çıkan birisinin olduğunu görünce Xie Lian’in kalbi mutluluk dolmuştu ve hemen cevapladı, “Kesinlikle sorun değil”
Bu adam da oldukça açık sözlüydü, “O halde anlaştık! Beni de götürün!”
Tapınağın içindeki dilenci kalabalığı şok oldu, “NE YAPIYORSUN SEN?? DİNLEMEDİN Mİ? TEHLİKELİ OLACAKMIŞ!!!”
“EVET! AYRICA ÖDEME DE YAPMIYORLAR! O KADAR KONUŞTULAR AMA ASLA PARADAN KİMSE BAHSETMEDİ!”
“KENDİ BULANIK SULARA ATMA!! GERİ GEL OL’ FENG!!”
“…”
Daha önce Xie Lian bu adamın fazlasıyla tanıdık göründüğünü düşünmüştü, ama hafızasındaki görünüşüyle bu hali tamamen farklıydı, ayrıca sesi de biraz pürüzlüydü bu yüzden Xie Lian tanıyamamıştı. Artık yan taraftaki insanların ona Feng olarak seslendiğini duyduğunda dank etmişti.
Xie Lian onu yakından izledi ve inanamayarak şöyle dedi: “…Lordum Rüzgar Ustası???”[2]
Dilenci yüksek sesle güldü, elini uzatıp yüzünü kaplayan siyah saçlarını kenara çekti, “Beni yakaladınız, Ekselansları!” o pis siyah saçlarında öncesinde de olduğu gibi parıl parıl parlayan bir çift göz vardı.
[1] Ying-yang’ın yang’ı: güneş, erkek, yaşayan
[2] Şimdi şurada ağlamaya başlayabilir miyim? Yavrucak ne hale gelmiş ☹
16 notes
·
View notes
Text
Türkiye’nin İlahiyat Fakültesi nezdinde ilk kadın akademisyeni, tarihçi yazar Bahriye Üçok, 33 yıl evvel bugün katledilmişti.
Cinayeti İslami Hareket adlı örgüt üstlenmiş, 6 Ekim 1990 tarihinde Cumhuriyet Gazetesi’nde çalan telefonun ucundaki ses, Bahriye Üçok’u “Tesettür konusundaki düşünceleri yüzünden cezalandırdığını” söylemişti.
"Türkiye Müslümanlarının dinsel alanda zaman zaman karşılaştıkları çalkantılar, gruplaşmalar, yabancılaşmalar, tarikatçılığa itilmeler, dinini kendi öz dilinde, kendi yazısı ile okuyup anlayamamasından doğmaktadır." diyerek gerçekçi bir tespitle toplumun fotoğrafını çeken Üçok, aydın kişiliği ile dinin siyasete ve toplumun gerçek dinini öğrenmeyip din kisvesi altındaki kendisine empoze edilen gericiliğe ve cehalete nasıl alet edileceğini fark etmişti.
Kendinde, beğenmediği fikirleri cezalandırma hakkı bulan zihniyet, belki de planlı bir gelecek için Türkiye Cumhuriyet'ini modern çizgiden İslamcı ve gitgide gericiliğin hüküm süreceği bir noktaya giden yolda hain planla Bahriye Üçok’u o gün katletmişti.
Korkunç bir planın kurbanı değerli aydın Bahriye Üçok'un bu kaybı aynı zamanda evladına bir ömür boyu travma yaşatacaktı. O günü Kumru Üçok şöyle anlatıyor;
”Bombayı anneme ellerimle verdim, kargo şirketi anneme gönderilen paketi evimize iki kere getirmiş. Bizi evde bulamamışlar. İkinci gelişlerinde eve ihbarname bırakmışlar. Ben de kargo şirketine gidip paketi aldım ve eve getirdim. O paketle de 15 dakika kadar seyahat ettim. Paketi anneme verdikten sonra arkamı döndüm ve alt kata yöneldim. Annem o sırada paketi açmaya çalışıyordu. Arkamı döner dönmez bir patlama sesi duydum. Bu olayı unutmak mümkün değil. Her gün her an aklımda. Her gün rüyalarıma giriyor.”
Fikirleri ve yazdıkları için katledilmiş değerli aydın, Bahriye Üçok'u aramızdan ayrılışının 33. yılında saygıyla anıyoruz.
69 notes
·
View notes
Text
İMAM HATİP OKULU DAYATMASI
Göreve atanır atanmaz karma eğitimi hedefleyen, tarikatların “sivil toplum kuruluşu” olduğunu iddia eden ve Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli ile milli eğitimdeki dincileşmeyi körükleyen Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, yine tepki gören bir açıklama yaptı. Adapazarı Anadolu İmam Hatip Lisesi’nin açılışındaki konuşmasında, “Öyle sunuyorlar ki ‘Türkiye’nin her tarafında imam hatip okulları var.’ Hayır toplumsal talep neyse onu karşılayacak şekilde imam hatip okulu açtık. Talep olduğu sürece de açmaya da devam edeceğiz” dedi.
Öyle bir sunuyor ki gerçekten talep var sanırsınız!
Oysa Liselere Geçiş Sistemi (LGS) sınavı sonrasında imam hatip ve Anadolu meslek liselerinde kontenjanı artırmalarına karşın ikinci nakil döneminde de bunu dolduramadılar. Çünkü MEB’in uyguladığı tercih kısıtlamalarına karşın, veli ve öğrenciler ısrarlı bir şekilde akademik eğitim talebini sürdürüyor.
TALEP YOK, ZORLAMA VAR!
Durum bu kadar açıkken Tekin’in “Talep olduğu sürece imam hatip okulu açacağız” demesinin nedeni, eğitimdeki dinci dayatmadır. AKP, yıllardır yüzlerce okulu imam hatip okuluna dönüştürmekle kalmadı, şimdi de çocukları baskıyla bu okullara kaydediyor. Çocuklarının dinsel eğitim almasını istemeyen aileler seçeneksiz bırakılarak bu duruma zorlanıyor.
AKP’nin Türkiye’yi siyasal İslamcı ideoloji doğrultusunda dönüştürmek için izlediği strateji budur. Bu yıl 100. yılını kutladığımız “Üç Devrim Yasası”ndan biri olan Öğretim Birliği Yasası’nı (Tevhidi Tedrisat Kanunu) fiilen yürürlükten kaldırarak medrese sistemini geçerli kılmak için milli eğitime operasyon çekilmektedir.
9 notes
·
View notes
Text
Bölünmüş Müslümanlar
Anlatacaklarım şu Kadir gecesinde alacağımız en büyük ders olsun. Okuyup paylaşalım.
Dikkatinizden kaçan birşeyi hatırlatayım.
ABD, 50 tane devletin birleşmesinden oluşmuştur. Yani 50 eyaleti de birer devlettir.
Birleşerek Amerika "Birleşik" Devletleri olmuş. Birleşerek güç kazanmıştır.
Avrupa Birliği ise 27 devletten oluşur.
27 devlet, birleşip Avrupa "Birliği" oluşturmuş. Güç kazanmıştır.
Onlar gücünü bu birliklerinden alır.
Onlar birleşip güç odağı olurken Müslümanları çeşitli araçlarla parçalıyorlardı.
En ürperten yeri de Müslümanları birleştirecek her şeyi de "gericilik, faşistlik" olarak bizlere aşılamışlardı. Ürpertici!
Fark etmiyoruz ama ABD ve AB gibi batılı güçler, bu coğrafyadaki gücünü Müslümanların bölünmüşlüğünden alır.
Asıl boykot etmeniz gereken bölücü fikirler ve zihniyetlerdir.
Meselenin düşünce ve fikir kısımı ile ilgilenen az. İsim ve olay magazini ile oyalanıyoruz.
Boykotu yanlış şeye ve yanlış yerde yapıyoruz.
Boykot edilmesi gereken şey direk zihinlerin içindeki çeşitli sebeplerden kaynaklı bölücü düşünce, fikir ve inançlardır.
Yani boykot edilmesi gereken direk KENDİMİZİZ. Neden mi? Dikkatle okuyun.
İsrail'e destek veren ABD, İngiliz, Fransız orduları var.
İsrail'e destek veren şirketler, firmalar, markalar var.
Fakat İsrail'e destek olan en büyük ordular bunlar değil. Peki ney?
İsrail'in en etkili ordusu bölünmüş Müslümanlardır. Bunlar İsrail'in en etkili ordusudur. Gizli ordusudur. Farkında değiller.
Bunu asla atlamayın.
Bir yere not edin. Emperyalist güçler ve İsrail, bu coğrafyadaki gücünü Müslümanların bölünmüşlüğünden alır.
Başka hiçbir şeyden değil!
Bu sebeple bugün İsrail veya Amerika, Mekke'yi ve Kabe'yi işgal etse bile yine etkili bir şey yapamayız.
Kıytırık yerel seçimler için bile birbirini hain, satılık, uşak, ajan, şerefsiz ilan edip bölünen Müslümanlar mı Filistin'i Gazze'yi kurtaracak?
Yapmayın Allah aşkına.
Gidin başka işlerle uğraşın. Bu sizin işiniz değil.
Birlik olmanın şuurundan ve "yönteminden" bile haberdar değiliz.
Dikkatli okuyun.
Bin yıl önce Hristiyan ordularının bu coğrafyada Haçlı Seferi yaparak her yeri kolayca işgal etmelerinin sebebi şunlardı:
Müslümanların beyliklere bölünmesi.
Dini sebeple bölünmeleri.
Siyasi olarak parçalanmaları.
Ve tüm bunların birbiriyle çatışmaları.
Bugün de aynı sebeplerle modern Haçlı seferini kolay yapıyorlar.
Değişen birşey yok.
Bugün şiddetli bir Haçlı seferi var görebilene. Kolayca, korkmadan yapabilmelerinin sebebi yine "Müslümanların bölünmüşlüğü."
Siyasi bölünmüşlük.
Dinsel bölünme.
İdeolojik bölünme.
Irksal bölünme.
Cemaatsel bölünme.
"Bölünmüşlük" en büyük boykot ürünü olmalı. Bu en önemli konu.
Bu sebeplerden kaynaklanan bölücü zihin ve kafa yapısı en büyük İSRAİL MALIDIR.
Boykota buradan başlamalı.
Bölünmüşlüğü bitirmek çok zordur.
Çünkü Müslümanlar birşeylere keskin bağlanmışlar. Ortak bir paydada bir araya getirmek zor.
İslami kesimden bile 6 farklı cemaatten, vakıftan Müslümanı bir odada oturtsan birbirini hain, sapık, ajan ilan edip kalkıyorlar.
Bir de koca koca laflarla İslam birliğinden bahsediyorlar. Bu durumda İslam ülkeleri nasıl birleşsin?
Halimize bakmadan öyle büyük şeyler istiyoruz ki... Devam...
Siyonizm, bu coğrafyadaki gücünü şunlardan alır:
Müslümanların bölünmüşlüğünden.
Müslümanların Yahudileşmesinden.
Müslümanların manipüle edilebilmesinden.
Müslümanların belleksizleşmesinden.
Asıl boykot ürünleri:
Bölünmüşlük
Yahudileşme
Manipülasyon
Belleksizleşme
İki ayet ile sonlandırayım.
"Birbirinizle çekişmeyin. Yoksa korkuya kapılırsınız ve kuvvetiniz elden gider." (Enfal 46)
"Ey iman edenler! Hepiniz birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın ve ayrılığa düşmeyin." (Ali İmran 103)
Bölücü Müslüman, en büyük ve etkili İsrail malıdır. McDonald's, Coca Cola'dan daha etkili.
NOT: Müslümanları bölen unsurlar iyi tahlil edilmelidir. Başkasını bırakın. Kendi zihnimizde bölücü unsurlar barınıyor mu onu tespit edelim.
-- Mustafa Güldağı --
29 notes
·
View notes
Text
kampüse gelen bahar havası
pinhani eşliğinde siyaset tartışması
kurtuluşta çizim date
dinsel sorgulamalar
ve bol tartışmalı bi gündü
19 notes
·
View notes
Text
Tolga Gürakar, Esra Çeviker Gürakar – Kimlik ve Aidiyet Ekseninde Müslüman İspanyollar (2023)
Sosyal bilim her şeyden önce ampiriyle boğuşturulmuş bütünlüklü argümanlar, zeminli, ampirik alüvyonlarla beslenmiş izah şemalarıysa eğer, Müslüman İspanyollar kitabının yazarlarının bu türden bir muhakemenin yetkin ve gelişkin bir örneğini verdiği açık olmalıdır. Ampiri ve teorinin bu zihin açıcı buluşmasının somut mekânı, mühtedi Müslüman İspanyollar ile ikinci kuşak mühtedi çocuklarının…
View On WordPress
#2023#Endülüs#Esra Çeviker Gürakar#Heretik Yayıncılık#Kimlik ve Aidiyet Ekseninde Müslüman İspanyollar#Mühtedi Dinsel Yaşamın Sıra Dışı Biçimleri#Tolga Gürakar
0 notes
Text
DÜN akşam üstü ecenurla kadıköyde dinsel meseleleri konuşuyorduk (ikimiz de allahsız insanlarız) yağmur çiselemeye başladı ve ecenur dedi ki şş damla bak,, allah yüzümüze tükürüyor..
2 notes
·
View notes