#deneysel işler
Explore tagged Tumblr posts
seslimeram · 1 year ago
Text
12 Eylül Güncellenirken
Tumblr media
Bir hayat imgesi mahvediliyor. Bile isteye, her dönemeçte, biraz daha afaki bir biçimde ol yurt tahayyülünün sınırlamaları ile birlikte bir hayat mefhumu yok edilmenin eşiğine otuz iki kısım tekmili birden taşınıyor. Devletlinin suna geldiği her yönelim, seçenek diye var ettiği her hamlenin sonunda bir kere daha hayat imgesinde onarılması imkansız bir başka yara var ediliyor. Kesintisiz kılınmış olagelen tahakküm, denetim ve gözetimle beraberce şekillendirilirken normatif altüst edilmiş oluyor. Büsbütün cerahat üstünden ilerleyen bir yerde hayat imgesinin kapsamı / içeriği, sıradan insanlar için var ettiği ifade küflendirilip, çürümeye terk ediliyor. Bir koca asırdır sürdürüle duran bir tahayyülün, demokrasinin ta kendisini var etmek adına olmadığı her defasında biraz daha belirgin kılınıyor. Darbelerle birlikte yol / yön tayinine girişilmiş olagelen bir menzilde hayatın ehemmiyet verilebilen bir mefhum olmadığı zaten aşikardır. Gel gelelim bununla sınırlı kalmayıp, günümüzün kör karanlığının temellerinin her nasıl atıldığını da göstere gelen bir kırılma anı vardır. O 12 Eylül 1980’in sunduğu, var ettiği, önünü açtığı şey bütünüyle hayat imgesinin mahvını ihtiva eder.
1980’den başlayarak günümüze kadar sürgit yinelenen, devamlılığı sağlama alınmış olan her tahakküm çabasında bir kere daha yüzleşilmeyen geçmişin var ettiği bir mahva tanık oluruz. Düzeni muhafaza ettiğini bildiren Kenan Evren nam zibidinin devlet önceliğimiz diye sunduğu derin bir cerahat halini savunan, din, iman imal edip, pazarlayıp öte yandan da cürmü pişiren, aralıksız linci var eden bir sistematik yapılandırma günümüz ülkesinde de karşılığını bulur.
Bianet’ten aktaralım: “12 Eylül askeri darbesinin 43'üncü yıl dönümü dolayısıyla İstanbul ve Diyarbakır'da yapılan açıklamalarda, bir sivil anayasa ve Diyarbakır 5 No.'lu Cezaevi'nin "İnsan Hakları Müzesi'ne" dönüştürülmesi talebi yükseldi.
Mezopotamya Ajansı ayrıca, aralarında Dersim, Urfa, Hatay, Mersin'in de bulunduğu bir çok kentte darbede yitirilenleri anma ve darbe liderlerini lanetlemeye dönük toplantılar gerçekleştiğini bildirdi.
İstanbul
İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi, Gümüşsuyu'daki eski TRT Radyosu binası önünde açıklama yaptı. Siyasi parti ve demokratik kitle örgütü temsilcilerinin katıldığı açıklamada, "12 Eylül'ün 43'üncü yılında ne darbe ne diktatörlük acil demokrasi acil insan hakları" pankartı taşındı.
Konuşanlardan, İHD İstanbul Şube Başkanı Gülseren Yoleri, 12 Eylül'de yaşananları hatırlattı. Yeni darbelerin yaşanmaması için aralarında "Darbe kurumlarını kapatmak, hak ihlallerine neden olan yasaları tüm sonuçları ile ortadan kaldırmak, darbecileri ve darbe sürecinde işlenen suçları cezalandırmak, darbe nedeniyle doğan zararların giderini de kapsayacak şekilde onarıcı adaleti sağlamak, hak ve özgürlükleri evrensel ölçülerde genişletmek ve baskıdan kurtarmak, demokratik ve özgürlükleri esas alan yeni bir anayasa yapılması, demokratikleşme yanında çatışma çözümü ve pozitif barışı sağlamak ve kurumsallaştırmak" da olan önlemler önerdi.
12 Eylül öncesi toplumsal hareketlerin başını çeken kuşağın adını taşıyan "78'liler Girişimi", Taksim Kazancı Yokuşu başında açıklama yaptı. 12 Eylül darbesini protesto eden dövizleri taşıyan katılımcılarla gerçekleştirilen açıklamaya, çok sayıda siyasi parti ve sivil toplum örgütü temsilcisi katıldı. Konuşmalar sık sık, "Gün gelecek devran dönecek darbeciler halka hesap verecek" sloganlarıyla kesildi.
İnsan hakları savunucusu Nimet Tanrıkulu, Özgür Gündem gazetesi ile dayanıştığı gerekçesiyle hakkında 1 yıl 3 ay hapis cezası verilen ve adli kontrol kararıyla serbet bırakılması gerekirken tutuklanan 78'liler Girişimi Sözcüsü Celalettin Can'ın sağlık sorunlarını hatırlattı. Tanrıkulu, Can'ın serbest bırakılması için çağrı yaptı.
78'liler Girişimi üyelerinden İsmet Evren, "Türkiye'nin resmi muhalefetinin12 Eylül rejimi ile uzlaşmasının bedeli Erdoğancı tekçi rejim oldu" dedi. "Erdoğan['ın], darbeden 20 yıl sonra hazır bulduğu antidemokratik anayasayı ve yasaları kendi siyasi yükselişi için sonuna kadar kullandı[ğını]" öne süren Evren, "Gelinen noktada savaş ve çatışma ortamı toplumsal ayrıştırma, yoksullukla terbiye etme, kaygı ve korku iklimi eşliğinde, iktidarı sürdürme ve siyaset yapma biçimi olarak sürdürülüyor" dedi.
Emekçi Hareket Partisi (EHP) Genel Başkanı Hakan Öztürk ise, tüm darbelere rağmen ülkede demokrasi ve barış arayışlarının sürdüğünü belirterek, darbe zihniyetine karşı mücadelenin sürdürülmesi çağrısında bulundu.
Talepler
Kazancı Yokuşu başındaki buluşmada şu talepler sıralandı:
▶ 12 Eylül darbesinden bu yana hükumetlerin değişmesiyle birlikte kısmi değiştirmelerle sürdürülen 1980 Darbe Anayasasının kaldırılarak; demokratik, özgürlükçü, eşitlikçi ve sosyal bir anayasanın toplumsal bir mutabakat ile yapılması
▶ Diyarbakır 5 No.'lu Askeri Cezaevi'nin her karesinde yaşanan gerçekliğe bağlı kalarak, büyük insanlık ve ülke için "İnsan Hakları Müzesi"ne dönüştürülmesi
▶ Toplumsal barışın, adaletin, kolektif ve bireysel hak ve özgürlüklerin sağlandığı, baskının ve şiddetin değil özgürlüğün ve eşitliğin olduğu Demokratik Cumhuriyette yaşamak
Hatay
İHD İskenderun Şubesi, deprem sonrası etkinliklerini sürdürdüğü konteynerde açıklama yaptı. İHD Hatay İl Eşbaşkanı Ayten Kılınç, 12 Eylül darbesinde yer alanlar hakkında etkili bir soruşturma başlatılmadığını ifade etti. Kılınç, yeni bir toplumsal sözleşme ve demokratik bir anayasaya ihtiyaç duyulduğunu ifade etti.
İHD Hatay Şubesi de 12 Eylül darbesinin yıldönümü nedeniyle yazılı açıklama yaptı: "Militer değer yargılarına, hiyerarşik ilişkilere ve biat kültürüne karşı sonuna kadar mücadele edeceğiz. 12 Eylül bir milat değildir. Militarizm bu coğrafyanın maalesef ki siyasi geleneğinin özünü oluşturmaktadır. Bu nedenle insan hakları savunucuları olarak 12 Eylül askeri darbesinin yıldönümünde militarizme karşı olan tutumumuzu bir kez daha tüm kamuoyuyla paylaşmak istiyoruz.
Mersin
Mersin Emek ve Demokrasi Platformu ve Mersin 78'liler Girişimi Derneği, Özgür Çocuk Parkı'nda açıklama yaptı. 78'liler Girişimi Derneği Başkanı Yeşim Dağgeçen, demokratik, özgürlükçü ve eşitlikçi bir anayasa talebinde bulundu. Dağgeçen, "Tüm cezaevlerinde yaşanan ve Diyarbakır 5 No.'lu Askeri Cezaevinin her karesinde yaşanan gerçekliğe bağlı kalarak, büyük insanlık için 'İnsan Hakları Müzesine' dönüştürülmesini talep ediyoruz" dedi.
Diyarbakır 5 No.'lu Cezaevi önünde açıklama
Amed 78'liler Dayanışma ve Araştırma Derneği ve İHD, darbe döneminde işkence merkezlerinden biri olan 5 No.'lu Cezaevi önünde açıklama yaptı. Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi (Yeşil Sol Parti) milletvekilleri Adalet Kaya, Mehmet Kamaç ve Cengiz Çandar ile CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu'nun yanı sıra çok sayıda kişi açıklamaya katıldı.
Açıklamanın Kürtçesini 78'liler Derneği üyesi Hüseyin Barış, Türkçesini ise İHD Şube Başkanı Ercan Yılmaz okudu. Açıklamada, darbenin var olan sorunları daha da derinleştirdiği ve günümüzdeki birçok sorun ve ağır hak ihlalinin nedeni olduğu vurgulandı. Açıklamada, "12 Eylül Askeri Darbesi sonrası Kürt halkının hafızasından asla silinmeyecek ağır insan hakları ihlallerine konu suçların işlendiği bir merkez haline gelen Diyarbakır 5 No.'lu Askeri Cezaevi'nin her karesinde yaşanan gerçekliğe bağlı kalınarak, büyük insanlık ve ülke için İnsan Hakları Müzesi'ne dönüştürülmesini talep ediyoruz" çağrısı yapıldı.
Tanrıkulu: 12 Eylül faşist darbeydi
CHP Diyarbakır Milletvekili ve avukat Sezgin Tanrıkulu, cezaevinin birçok işkence ve zalimliğe tanıklık ettiğini söyledi. Tanrıkulu, "Geçmişle hesaplaşmadan, yüzleşmeden bu travmaları aşamayız. 12 Eylül darbesi Türk Silahlı Kuvvetlerinin emir-komuta zinciri içerisinde gerçekleştirdiği faşist darbeydi. Mutlaka mutlaka bu faşist darbeyi yapan zihniyetten gerçek anlamda hesap soracağız" dedi.
Yeşil Sol Parti Diyarbakır Milletvekili Mehmet Kamaç, "Türkiye'de gerçekleşen bütün siyasi darbelerin temelinde çözümsüzlüğe mahkum edilmiş Kürt meselesi vardır. Kürt meselesi çözülmeden bu ülkede darbecilik son bulmaz. Bugün bu coğrafyada darbe rejimine dönüştürülmüş kayyım pratiğini görüyoruz. İnsanlar 80 darbesini arar hale geldi. Kürt meselesi başta olmak üzere demokratik yaşam inşası için geçmişle yüzleşilmesi gerekiyor." dedi.
Yeşil Sol Parti Diyarbakır Milletvekili Adalet Kaya da, şiddetin 1980 darbesinden bu yana güncelleşerek devam ettiğini ifade etti. Kaya, "Burası tam bir hafıza mekânı. İnsan aklının alamayacağı şiddet yeri olarak burası utanç müzesi olarak kalmalıdır" dedi.
5 No.'lu cezaevinde tutuklu kalan Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) İl Eşbaşkanı Hayrettin Altun da, "Diyarbakır 5 No.'lu cezaevi İnsan Hakları Müzesi olsun." dedi.”
Birbiri içerisine geçmiş / devinimi sağlama alınmış, yıkıcılığı halen etken olagelen bir hal, bir durumu bildiriyor 12 Eylül 1980. Televizyon dizilerinde ucundan kıyısından var edilip ah vah ettirilenin gerçeklikte yanı başımızda durması mesel olunmasın isteniyor, hala ve hala. Düzen kendi bekasını, noktasına virgülüne o yıkıcı odaktan halen temin ederken tüm o hali savunmayı sürdürürken, yüzleşmekten inatla kaçınılan karanlık her gün yeniden bu sathı mahalli kuşatıyor. Ne demokrasi, ne adalet, ne hak, ne hürriyet! Hiçbirisinin izinin dahi kalmadığı, esamesinin okunmadığı bir karanlık tabloyu sindirin buyuruluyor. Bir de yaşayın. Bütünüyle, kendisinden saymadığına var ettiği yıkıcılığın faturaları günbegün ve anbean yeniden biçimlendirilirken cerahate esaretin yolunda yürünsün isteniyor. İtirazlara kulak kapatılan, sorgulamaların mümkün olmadığının zapturaptla, şiddetle bütünleş sunula geldiği bir zeminde yürüyor memleket. Bütünüyle aksettirilen her meselde, yaşana duran her vakada kendini görünür kılan bir tehdit döngüsünde, demokrasicilik oynanıyor o kenan zibidisinin suna geldiği perspektife dört elle sarılarak bir menzilin yaşatmama idesi güncelleniyor. On iki eylül biraz da budur. Bu hallerdir.
Derme çatma bir anayasa, her yerinden patlak vermeye hazır ve nazır olagelen bir demokrasi anlayışının da bu döngüye dahil olduğunu bildirmek elzemdir. Dini siyasi bir araç, entegrasyonun temeli olarak ele alan, hürriyeti, hakkaniyeti, elzem olagelen insanlık haklarının tamamını kendisince dönüştüren, kendi bildiği gibi çekip çeviren bir ikilimin ve yönetim anlayışının sundukları zaten başlı başına bir yazı konusudur. 12 Eylül 1980’in halen nerelerde var edilebiliyor olduğunu dizilerde değil sokakta, gündelik hayatın tam ol ortasındaki zapturapt altına almalarda görürüz. Bir gün, kayıp yakınlarının eylemlerindeki o kuşatma, daha sokağa adım atıldığında İstiklal Caddesinin açık mapushane kılınmasında görürüz mesela. Her hafta on / yirmi, otuz insanın derdest edilip gözaltına alınmasından.
Birkaç sokak ötede İnsan Hakları Derneği önünde tutsak yakınlarının eylemlerinin daracık bir sokağa, bir kapı, iki metrekare alana sıkıştırılmasında görünür misal 12 Eylül 1980. Buraları bilmiyorsanız, Bakur Kürdistan’ının sokaklarında zırhlıların var ettiği şiddet / terörün ta kendisinden görebilirsiniz misal 12 Eylül 1980 hal ve bahsini. 30 Ağustos’ta Şirnex merkezinde zırhlı aracın çarptığı 12 yaşındaki Tajdin Adal’ın yaşadığı kafa travması, bir çocuğu dahi düşman görebilen zihniyetten okunabilir misal 12 Eylül 1980.
Hakların talan edildiği, görece gündelik yaşamın toptan / tek tip bir akıma dönüştürüldüğü, bununla boğuntuya konulduğu zeminde, terörörö dışında kalakalan hayatın da nasıl mahvına çalışıldığına dair belki de yetkin bir önerme olarak Türk Kadın Voleybol takımı için kullanılagelen uygunsuz tanımlar eklenebilir. En son Cuma günü bir İstanbul camisinde verilen vaazda kendilerinin hedef kılınması, Filenin sultanları tabirini hakir görmekten, kadına yönelik şiddeti olumlamaya, bunları dinden çıkış görüp inanarak bir kere daha ayrıştırmayı var ederek bir menzil bina olunmaya devam edilir. Daha gayri kabul addedilen Hristiyan halkların, ezel ebet öteki addedilen Ezidilerin, Alevilerin ve bir biçimde ötekisinin de ötekisi olagelen LGBTİ+ insanların başına getirilenlerle cümbür cinnet bir yurt tahayyülü zaten o 12 Eylül 1980’in her nereye evrildiğini, nerelerde başımıza dikildiğini de göstere gelir, geliyor da.
Bir hayat imgesi mahvediliyor. Toplumsal yaraların birbiri üstüne eklendiği, hiçbir zamanaşımının var edilemeyeceği afaki olan mesellere, olay ve olgulara müdahalelerle bir hayat imgesi çürümeye terk ediliyor. Bugün yaşadığımız raddede 12 Eylül 1980 ile yüzleşmek, o karanlığı bina eden temsilin adalet önündeki hesap sorulmasının akıbeti çoktan unutturuldu. Giden gitti, tüm o zorba takımına resmi törenler düzenlenip, isimleri yad edildi. Bir zamanların kötülük dolu temsilleri gibi kimilerinin halen hayranlık beslediği, bir odakta eylemlerini onamayı tercih edebildiği bir zeminde mutlak otokrasi, kalıcı bir zorbalık tahayyülü içerisinde hayat pratikleri paramparçadır. Bir habis döngü ki onca yıldır hayat her anlamda zehir edilendir. Öylesine bariz bir tahayyüldür ki hiç kimse ama hiç kimselerden saklanmadan ulu orta güncellenendir. Yeni Türkiye, yüzüncü yıl ve sair seslendirmelerin arasında bir hayalet, kötülüğün, beşeriye düşman olagelen bir aklın tezahürü / gölgesi güncellenmeye devam ediliyor. Yaralar artık ağırlığımızı da aşıyor her anlamda. Bir girdap halinin ortasında hayat imgesinin / kapsamının çürütülmesiyle tek bir iyi gün gelmeyeceği de bildiriliyor. İçinize siniyor mu böyle bir ülke, sahiden de...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: Getty Images – BBC Türkçe Servisi
1 note · View note
pazaryerigundem · 4 months ago
Text
Bu filmler 12 Temmuz'da vizyonda
https://pazaryerigundem.com/haber/182646/bu-filmler-12-temmuzda-vizyonda/
Bu filmler 12 Temmuz'da vizyonda
Tumblr media
12 Temmuz Cuma günü vizyona girecek yeni filmler belli oldu.
İSTANBUL (İGFA) –  Vizyonda yer alan filmlerin yanı sıra Kasırgalar (Twisters), MaXXXine, Beni Ay’a Uçur (Fly Me to the Moon), Cin Köyü, Işıkları Söndürme, Vefk-i Cin Sekar, Günah Şeytanın Oğlu, Lumme ve Anne, Kalk! (Mother, Couch) 12 Temmuz Cuma günü itibariyle sinemaseverlerin beğenisine sunulacak.
İşte yeni vizyona girecek filmler ve konuları şöyle:
Tumblr media
Haftanın aksiyon filmlerinden Kasırgalar (Twisters), deneysel bir hava durumu uyarı sistemini test etme girişiminde hayatlarını riske atan bir çift fırtına takipçisini konu ediniyor. Üniversite yıllarında yaşadığı yıkıcı kasırganın etkisinden kurtulamayan Kate Cooper, New York’ta fırtına modellerini incelerken, arkadaşı Javi tarafından yeni bir takip sistemini test etmek için açık alanlara geri götürülür. Orada, fırtına kovalama maceralarını yayınlayan Tyler Owens’la karşılaşır. Fırtına mevsimi yoğunlaştıkça, Oklahoma’nın merkezinde birleşen fırtınalar arasında hayatta kalma mücadelesi verirler.
Senaristliğini ve yönetmenliğini Ti West’in üstlendiği MaXXXine, en büyük hayali bir film yıldızı olmak olan genç bir kadının hikayesini konu ediniyor. 1980’lerin Hollywood’unda, yetişkin film oyuncusu Maxine Minx sonunda büyük çıkışını yaşar. En büyük hayali göz kamaştırıcı bir film yıldızı olmak olan Maxine, sonunda Elizabeth Bender’ın yeni korku filminde başrolü üstlenir. Ancak geçmiş Maxine’in önüne engeller çıkaracaktır. Bir dedektifin Teksas çiftliğindeki katliamın izini sürmesi Maxine’in dengesini bozar. Hollywood’da açıkça yıldız adaylarını hedef alan bir seri katilin ortalıkta dolaşması da işleri karmaşıklaştırır. 
Scarlett Johansson, Channing Tatum ve Jim Rash’lı oyuncu kadrosunda yer aldığı Beni Ay’a Uçur (Fly Me to the Moon), Nasa’nın tehlikeli bir Ay’a iniş görevinde yaşanabilecek terslik ihtimali üzerine sahte bir Ay’a iniş videosu hazırlanması sırasında yaşanan olayları konu ediniyor. Kelly Jones, NASA’nın kamuoyundaki imajını düzeltmekle görevlendirilir. Ancak onun göreve getirilmesi fırlatma direktörü olan Cole Davis’in zaten zor olan görevini alt üst eder. İşler içinden çıkılmaz bir hal alınca endişelenen Başkan, Jones’a destek olarak sahte bir aya iniş düzenlemesi talimatı verir ve geri sayım gerçekten başlar.
Haftanın korku filmlerinden Cin Köyü, annesinin ölümünün ardından korkunç kabuslar görmeye başlayan bir kadının hikayesini konu ediniyor. Annesinin ölümünün ardından gördüğü kabusların şiddeti arttıkça Sinem, gerçek ve rüya arasında sıkışır. Arkadaşı Nisa’nın tavsiyesiyle paranormal olaylar uzmanı Ebran ile görüşür. Ebran, Sinem’e kabuslarının annesinden miras kaldığını ve gerçek dünyadaki bedeni dışında Karanlık Alem’de de bir bedeni olduğunu, bu iki bedenin birbiriyle savaşacağını söyler.
Senaristliğini ve yönetmenliğini Andy Fickman’ın üstlendiği Işıkları Söndürme (Don’t Turn Out the Light), yol boyunca kendilerini bekleyen doğaüstü olaylardan habersiz bir müzik festivaline doğru yola çıkan bir grup arkadaşın hikayesini konu ediniyor. Bir grup arkadaş müzik festivaline gitmek için karavanları ile birlikte yola koyulur. Arkadaşlar, ıssız bir yolda ilerlerken bir aracın saldırısına uğrarlar. Büyük bir korkuya kapılan ekip, vakit kaybetmeden polisi aramak ister ancak telefonlarının çekmediğini fark ederler. Çok geçmeden tuhaf, doğaüstü olaylar yaşamaya başlayan grup, içine düştükleri kabustan kurtulabilecek midir?
Ömer Korkmaz yönetmenliğinde vizyona girecek yerli korku filmi Günah Şeytanın Oğlu, zincirlerinden kurtularak birçok felakete neden olan bir yaratığın hikayesini konu ediniyor. Şeytanla büyücü bir kadından doğan bir yaratık, karanlık bir mahzende zincirlere bağlı bir şekilde yaşar. Yıllarca bu şekilde yaşadıktan sonra zincirlerinden kurtulan yaratık, yaşamına köyde devam eder. Ancak yeni yaşantısı birçok vahşeti de beraberinde getirir. Yaratık, köyde birçok katliam yapmaya başlar. 
Tumblr media
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
mafaweb · 10 months ago
Text
Csound’un TanımıCsound, elektronik müzik ve ses programlama alanında kullanılan bir programlama dilidir. Csound’un temel amacı, ses oluşturma, manipülasyonu ve sentezini sağlamaktır. Bu programlama dili, kullanıcıların ses oluşturma süreçlerini ince detaylarla kontrol etmelerine imkan tanır.Csound, Cakewalk, Pro Tools, Logic Pro gibi popüler ses işleme ve düzenleme programları ile de uyumlu bir şekilde çalışabilir. Hem amatör hem de profesyonel müzisyenler tarafından tercih edilen bu programlama dili, çok sayıda ses efekti ve enstrüman içermesiyle de dikkat çeker.Csound, özellikle elektronik müzik alanında kullanılan bir araç olmasına rağmen, klasik, jazz ve deneysel müzik gibi farklı türlerde de kullanılmaktadır. Kapsamlı kütüphanesi ve esnek yapısıyla, farklı müzik türlerine uygun sesler oluşturmak mümkündür.Bu programlama dili, hem bilgisayar tabanlı müzik prodüksiyonu yapanlar hem de müzik akademisyenleri tarafından tercih edilmektedir. Csound’un kullanımı, ses tasarımı, elektronik müzik performanslarının hazırlanması ve müzik araştırmaları gibi farklı alanlarda yaygın olarak görülmektedir.Csound Nasıl Çalışır?Csound, bir müzik yapım dili ve ses işleme programıdır. Csound, ses sentezleme, ses efektleri, dijital ses işleme ve diğer ses teknolojileri üzerinde çalışmak için kullanılır.Csound, bir çok bileşen ve modülden oluşur. Bu modüller, komut dosyaları aracılığıyla birbirleriyle iletişim kurarak ses oluşturur ve işler. Kullanıcılar, Csound komut dosyası dili aracılığıyla bu modüllerle etkileşim kurarlar.Csound, kullanıcıların sesleri manipüle etmesine ve özelleştirmesine olanak tanır. Kullanıcılar, seslere efektler ekleyebilir, onları bir araya getirebilir ve yeni sesler oluşturabilirler.Csound, işletim sisteminden bağımsızdır. Bu da onun farklı platformlar arasında taşınabilirlik sağladığı anlamına gelir. Bu da Csound kullanıcılarının farklı cihazlarda ve sistemlerde rahatlıkla çalışmasını sağlar.Csound ile Ses OluşturmaCsound, ses üretmek ve sesleri işlemek için kullanılan bir programlama dili ve ortamıdır. Csound kullanıcıları, notaları, frekansları, sesleri ve müzikal formları bir araya getirerek ses kompozisyonları oluşturabilirler. Bu işlem sırasında Csound genellikle yazılı olarak programlanır ve seslerin oluşturulması ve şekillendirilmesi için kullanılır.Csound ile ses oluşturmak için öncelikle nota, frekans, ses türü gibi parametrelerin belirlenmesi gerekmektedir. Program içerisinde bu parametrelerin belirlenmesiyle istenen sesler oluşturulabilir. Örneğin, bir nota yüksekliği, sesin süresi ve sesin tınısı gibi özellikler program içerisinde belirlenerek istenilen ses oluşturulabilir.Ses oluşturulduktan sonra Csound, sesleri istenilen şekilde düzenleme ve efekt verme imkanı da sağlar. Sesleri filtreleme, reverb ekleme, ses düzeylerini ayarlama gibi işlemler Csound ile gerçekleştirilebilir. Bu sayede sesleri istenilen formda ve kalitede oluşturmak mümkün olmaktadır. Sonuç olarak, Csound ile ses oluşturma, kullanıcıların notalar, frekanslar ve ses türlerini programlayarak istedikleri türden sesleri üretebilmelerini sağlayan bir işlemdir. Bu sayede Csound kullanıcıları, kendi ses kompozisyonlarını oluşturarak müziğe yaratıcı bir şekilde katkıda bulunabilirler.Csound'un Kullanım AlanlarıCsound, genellikle müzik üretimi için kullanılan bir ses programlama dili olarak bilinir. Ancak kullanım alanları sadece müzikle sınırlı değildir. Csound, film endüstrisinde ve oyun geliştirme süreçlerinde de sıkça kullanılmaktadır. Özellikle ses efektleri ve arka plan müzikleri oluşturmak için tercih edilen bir programlama dilidir.Csound'un kullanım alanlarından biri de ses tasarımıdır. Sadece müzik oluşturmakla kalmayıp, farklı ses efektleri ve ses manipülasyonları yapmak için de tercih edilen bir dildir. Bu sayede, kullanıcılar ses dosyalarını istedikleri şekilde düzenleyebilir ve özelleştirebilir.Diğer bir kullanım alanı ise eğitimdir. Csound, müzik ve ses programlama dillerinin öğrenilmesi için uygun bir ortam sunar. Okullarda, üniversitelerde
ve müzik kurslarında öğrencilere ses programlama dillerini öğretmek için sıkça tercih edilir.Ayrıca, Csound endüstriyel ses tasarımı, laboratuvar ses testleri ve interaktif sanat projeleri gibi alanlarda da kullanılmaktadır. Bu nedenle, Csound birçok farklı alanda kullanılabilecek çok yönlü bir ses programlama dilidir.Csound ve Diğer Ses Programlama DilleriCsound, elektronik ses oluşturma için kullanılan bir programlama dili ve ortamıdır. Son derece esnek yapısı sayesinde ses sentezi, efektlerin oluşturulması, ses işleme ve çalma gibi çeşitli işlevleri yerine getirebilmektedir. Bu özellikleriyle, Csound diğer ses programlama dillerinden ayrılarak kendine sağlam bir yer edinmiştir.Csound, diğer ses programlama dillerinden çok farklı bir yapıya sahiptir. Özellikle, Csound'un kullanıcı dostu bir grafik kullanıcı arayüzüne (GUI) sahip olmaması, onu diğer ses programlama dillerinden ayıran en belirgin özelliklerden biridir. Ancak, bu durum onun gücünden bir şey kaybettirmez, aksine Csound'un detaylı ve derinlemesine ses manipülasyonu ve sentezini yapabilme yeteneğine katkıda bulunur.Csound, diğer ses programlama dillerinden ayıran bir diğer özellik ise karmaşık ses sentezi, işleme ve efektlerin çok kolay bir şekilde gerçekleştirilebilmesidir. Bu durum onu, özellikle profesyonel müzisyenler ve ses mühendisleri tarafından tercih edilen bir programlama diline dönüştürmüştür.Csound, diğer ses programlama dilleriyle karşılaştırıldığında, daha kapsamlı ve zengin bir kütüphaneye sahiptir. Bu kütüphane sayesinde kullanıcılar, ses sentezi ve manipülasyonu için birçok farklı fonksiyondan yararlanabilmektedir. Tüm bu özellikleriyle, Csound diğer ses programlama dillerinden ayrılarak kendine özgü bir alan yaratmıştır.Csound'un GeleceğiCsound'un geleceği, elektronik müzik dünyasında bütünleşmiş bir şekilde ilerlemeye devam ediyor. Geliştiriciler, sürekli olarak yeni özellikler ekleyerek ve hataları gidererek Csound'u güncel tutuyorlar. Ayrıca, Csound topluluğu da sürekli büyüyor ve çok çeşitli ses programlama projeleri üzerinde çalışıyor.Bu gelişmeler, Csound'un geleceğinin oldukça parlak olduğunu gösteriyor. Ses programlama alanında yeni teknolojilerin ve trendlerin ortaya çıkmasıyla birlikte, Csound da kendini sürekli olarak yenilemeye devam edecek ve müzik endüstrisindeki etkisini artıracaktır.Ayrıca, Csound aynı zamanda eğitim ve araştırma alanlarında da yaygın bir şekilde kullanılmaktadır. Akademik çevrelerde ve müzik enstitülerinde Csound üzerine yapılan çalışmalar, programın geleceğini desteklemektedir. Bu nedenle, Csound ilgi çekici ve etkili bir müzik programlama dili olarak gelecekte de varlığını sürdürecektir.Sonuç olarak, Csound'un geleceği oldukça umut vaat edici görünüyor. Sürekli gelişen teknoloji ve genişleyen topluluk sayesinde, Csound elektronik müziğin vazgeçilmez bir parçası haline gelecektir.
0 notes
karaca2508-blog · 1 year ago
Text
Meslek Hastalığı Tanısı Nasıl Konulur?
Tumblr media
Meslek Hastalığı Tanısı konulması için gereken en önemli şart; hastalıkla çalışmanın veya çalışma ortamı arasında zorunlu nedensellik bağının olmasıdır. Sanayileşmeye ve teknolojik ilerlemelere paralel olarak değişen ve gelişen çalışma yöntemleri ve çalışma ortamları, çalışanlar açısından birçok sağlık ve güvenlik tehdidini beraberinde getirmiştir. Hayatının sağlıklı bir şekilde devamlılığını sağlamak için çalışan insan, çalışırken sağlığını kaybetmeye başlamıştır. Ancak bilinmesi gereken hastalığın yapılan işten dolayı değil o işin nasıl yapıldığıyla ve iş yapılırken ne gibi önlemler alındığıyla ilgili olarak  ortaya çıktığı gerçeğidir.
Meslek Hastalığı Tanısı Nasıl Konulur?
- Hastalıkla çalışmanın veya çalışma ortamının arasında zorunlu nedensellik bağı olması, - Kişinin SGK’lı olması, - Hastalığın; - Meslek hastalığı listesinde yer alması, (Meslek Hastalıkları Listesi) - Kişinin ilgili hastalık maruziyet değerinin üstünde maruziyeti olması, - Hastalığın yükümlülük süresi içinde çıkması, - Meslek hastalığının yetkili hastanelerde hekim raporuyla belirlenmesi, - Kurum Sağlık Kurulu tarafından onaylanması, - Aynı şartlar altında deneysel olarak meydana getirilebilen hastalıklar olması İstisnalar; SGK YSK listede olmayan bir hastalığı inceleyip meslek hastalığı kabul edebilir, maruziyet değerleri vakaya göre değiştirebilir.
Meslek Hastalıkları Tıbbi ve Yasal Tanı Süreci
- İş-Meslek Hastalığı İlişkisinin Kurulması; - Meslek Hastalığı tanısında ilk adım klinik değerlendirmelerdir. - Klinik değerlendirme, - Çalışma Öyküsünün alınması, - Fizik muayene ve Laboratuvar değerlendirmeleri - İşyeri Ortam Ölçümleri - Doktor tarafından sorulması gereken soru: Ne İş Yapıyorsun? - Çalışanın Çalışma Öyküsü, Meslek Hastalığı Tanısında Çok Önemlidir! Çalışma Öyküsü Neleri İçermektedir? - Bütün İşlerin Tanımlanması: Hastanın bugüne kadar çalıştığı bütün işlerin öğrenilmesi gerekir. Çalıştığı işyerlerinde yaptığı asıl işler ve maruziyet miktarı öğrenilmelidir. Çalıştığı işyerlerinde ne tür koruyucu önlemler alındığı ve hangi kimyasallarla çalışıldığı araştırılmalıdır. - Belirtilerin Zamanla İlişkisi: Çalışmanın yapıldığı dönemlere ve çalışma temposuna bağlı olarak ha stalık belirtilerindeki artış ve azalış takip edilmelidir. Hastanın şikâyetlerinin mesai saatlerine göre farklılık gösterip göstermediği takip edilmelidir. - Benzer Belirtilerin Başka İşçilerde Gözlemlenmesi: Hastada görülen belirtilerin, kendisiyle aynı ortamda çalışan işçilerde de görülmesi hastalık-meslek ilişkisinin kurulması açısından önemlidir. - İş dışı etkenlerin varlığı: Kişinin çalıştığı iş dışında yaptığı diğer faaliyetleri meslek hastalığı üzerinde etkili olabilir. Bazı hobiler ve alkol sigara alışkanlıklarının da çalışma ortamındaki maruziyetlerin kişi üzerindeki etkisinin daha fazla ortaya çıkmasına sebep olabilir. Meslek Hastalığı Ön Tanı Süreci Meslek hastalığına yakalanıldığına dair işyeri hekimi veya sağlık hizmeti sunucuları ön tanı koyabilir. Ön Tanı Sonrası Meslek Hastalığının Bildirimi Ön kanı koyulduğu takdirde 6331 sayılı İş sağlığı ve güvenliği kanuna göre işveren, bu durumu Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından yetkilendirilen sağlık hizmeti sunucularına sevk etmekle yükümlüdür. (3 işgünü içerisinde) Meslek Hastalığı Kesin Tanı Süreci 5510 sayılı kanuna göre Sigortalının çalıştığı işten dolayı meslek hastalığına yakalanması; - S.B meslek hastalıkları hastaneleri - Eğitim ve araştırma Hastaneleri - Devlet üniversite Hastaneleri tarafından düzenlenecek sağlık kurulu raporuyla belgelendirilmektedir. Kesin Tanı Sonrası Meslek Hastalığının Bildirimi Yetkilendirilen sağlık hizmeti sunucuları meslek hastalığı tanısı koydukları vakaları en geç on gün içinde Sosyal Güvenlik Kurumuna bildirir. İş Kazası ve Meslek Hastalığı Bildirimi İş Kazası Meslek Hastalığı Bildirimi, elektronik ortamda yapılabileceği gibi, internet erişiminin bulunmadığı yerlerde kağıt ortamında da Kuruma gönderilebilecektir. Bildirim Formu’na www.sgk.gov.tr adresinden, E-SGK başlığı altında yer alan diğer uygulamalar menüsü içinde bulunan Çalışılmadığına Dair Bildirim Girişi alt menüsünden Hizmet Akdi İle Çalışanlar başlığı altındaki İşveren Bildirim İşlemleri ekranından ulaşılabilecektir. Meslek Hastalığı Dosyasında Bulunması Gerekenler - İlk işe giriş sağlık raporu, - Sigortalının çalışma süre ve koşullarını belirleyen mesai listesi ya da listeleri, - Daha önce meslek hastalığı tespit edilmiş, kontrol muayenesi ya da hastalığında artma sebebi ile müracaat eden sigortalıda; daha önce meslek hastalığı tespitinin yapıldığı Meslek Hastalıkları Hastanesine ait hasta arşiv dosyası ile yeni sağlık kurulu raporu aslı ile dayanağı tıbbi belgeler, - İlk tespit ise yeni açılmış dosyası ve yeni sağlık kurulu raporu aslı ve dayanağı tıbbi belgeler, - İşyerinde yapılmış olan periyodik muayene raporları, - Dosya içerisinde mevcut belgelere dair kontrol listesi,
Hangi Hastalıklar Meslek Hastalığıdır?
- Hangi hastalıkların meslek hastalığı sayılacağı Meslek Hastalıkları Listesine göre tespit ve tayin edilir. - Bir hastalığın Meslek Hastalığı sayılabilmesi için o hastalığın yükümlülük süresi içerisinde meydana gelmiş olması gerekmektedir. - Yükümlülük Süresi; Sigortalının meslek hastalığına sebep olan işinden fiilen ayrıldığı tarih ile meslek hastalığının meydana çıktığı tarih arasında geçen en uzun süreyi ifade eder. - Bazı durumlarda ise hastalığın meslek hastalığı olduğunun tespiti için kişinin o işte belirli bir süre hastalık yapıcı etkenlere maruz kalması gerekmektedir. - Maruziyet Süresi; Sigorta mevzuatının bir hastalığı meslek hastalığı olarak kabul etmesi için gerekli olan asgari etkilenme süresini ifade eder. Yönetmelikte tespit edilmiş olan hastalıklar dışında herhangi bir hastalığın meslek hastalığı sayılıp sayılmayacağına, Yüksek Sağlık Kurulu karar verir. Ayrıca Yüksek Sağlık Kurulu yükümlülük süresini uzatabilir ve maruziyet süresini de kısaltabilir.   Yazının tüm hakları www.nedenisguvenligi.com‘a ve yazarlara aittir. Telif hakları kanunu gereğince kopyalanamaz ve/veya farklı bir yerde kullanılamaz. Ancak alıntı yapıldığında link ve adres verilmek zorundadır. Read the full article
0 notes
sonmuzik · 1 year ago
Text
Denzi & Kaan Dinç Çalışması "Başka Çare"
Tumblr media
Denzi & Kaan Dinç Çalışması "Başka Çare"
Yerli alternatif ve pop sahnesinin genç ve başarılı isimlerinden Denzi ve Kaan Dinç’in yeni düeti "Başka Çare", Universal Music Türkiye etiketiyle tüm dijital platformlarda yerini aldı. Müzik kariyerlerinde uzun süredir birlikte üretmeye devam Denzi ve Kaan Dinç, Universal Music Türkiye ile olan yolculuklarında yakın dönemde dikkat çeken işlere imza attılar. Denzi, son olarak Converse Türkiye'nin projesi "Connect With the Unexpected" kapsamında farklı janrları bir araya getirerek "Frontal" isimli deneysel bir single yayımlamıştı. Kaan Dinç ise Ocak ayında yayımlanan "Paranoya" isimli parçasıyla büyük beğeni toplamıştı. Denzi, Kaan Dinç - Başka Çare parçasının klibini ise Eren Yıldırım, Kağan Tekkaya, Elifnaz Öngören ve Denzi'den oluşan Küçük Oda ekibi hazırladı Denzi & Kaan Dinç Çalışması "Başka Çare" Kalmadı başka çare Tane tane Parçalandı kalbim Daha ne, daha ne? Bunların hepsi Kaçmak için bahane Dengele güneşini ayınla Kaçmasın pırıltısı gözünün Ayıkken sar ben bozulmam Söndüğünde tüm mumlar Kaçırma yaşamın özünü Sözüm söz Ben unutmam senin yüzünü Alıştım artık bu çara Kesin yok başka çare Kalmadı başka çare Tane tane Parçalandı kalbim Daha ne, daha ne? Bunların hepsi Kaçmak için bahane (eee) Kalmadı başka çare Tane tane Parçalandı kalbim Daha ne, daha ne? Bunların hepsi Kaçmak için bahane (eee) Erdal Kızıldemir’den Duygusal Klip! “İnanmıyorum”  Peşindeyim kendimin Sanırım ölümle yaşam arası kalmış bi’ galaksiyim Yüzüm param parça harman kalbim şimdi nerdesin Her seferim sürgün tüm hayallerim Arar sürekli gözüm, topraktan aldım özü Ama bu değil çözüm, kaybettim neydi sözü Bi’ tarafım kar, bi’ tarafım yaz, 4 tarafım çukur Çabaladıkça daha derinlere batıyorum Elimi uzattım, artık ben ayıktım Teninde kayboldukça kendime hep suç attım Alıştım artık bu çara Kesin yok başka çare Kalmadı başka çare Tane tane Parçalandı kalbim Daha ne, daha ne? Bunların hepsi Kaçmak için bahane Kalmadı başka çare Tane tane Parçalandı kalbim Daha ne, daha ne? Bunların hepsi Kaçmak için bahane (eee) Söz: Denzi, Kaan Dinç Müzik: Denzi Prodüktör: Denzi, Luca Fritz Mix: Denzi, Luca Fritz Mastering: Luca Fritz Video by: Küçük Oda (Eren Yıldırım, Kağan Tekkaya, Elifnaz Öngören, Denzi) Directors: Eren Yıldırım, Kağan Tekkaya, Denzi DoP: Eren Yıldırım Edit: Denzi Color: Kağan Tekkaya Read the full article
0 notes
gazetehaberi · 2 years ago
Text
Mudanya Belediyesi’nden Anaokulu Öğrencilerine Deneysel Arkeoloji Eğitimi
0 notes
kadinfikri · 2 years ago
Text
Mudanya Belediyesi’nden Anaokulu Öğrencilerine Deneysel Arkeoloji Eğitimi
Mudanya Belediyesi’nden Anaokulu Öğrencilerine Deneysel Arkeoloji Eğitimi
Mudanya Belediyesi; M. Agah Bursalı Kreşi ile Zübeyde Ana Çocuk Akademisi’ndeki öğrencilere deneysel arkeoloji eğitimi düzenledi. Eğitimler, Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğü personeli Arkeolog Özlem Akbaş Önsoy tarafından verildi.  “Arkeolojiyi Deneyimliyoruz” atölyesinde çocuklar toprak havuzunda temsili kazı çalışmaları yaparak, eser çıkarma deneyimi yaşadı. Kazı alanında yapılan çalışmalar,…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
listemakale · 2 years ago
Text
Mudanya Belediyesi’nden Anaokulu Öğrencilerine Deneysel Arkeoloji Eğitimi
Mudanya Belediyesi’nden Anaokulu Öğrencilerine Deneysel Arkeoloji Eğitimi
Mudanya Belediyesi; M. Agah Bursalı Kreşi ile Zübeyde Ana Çocuk Akademisi’ndeki öğrencilere deneysel arkeoloji eğitimi düzenledi. Eğitimler, Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğü personeli Arkeolog Özlem Akbaş Önsoy tarafından verildi.  “Arkeolojiyi Deneyimliyoruz” atölyesinde çocuklar toprak havuzunda temsili kazı çalışmaları yaparak, eser çıkarma deneyimi yaşadı. Kazı alanında yapılan çalışmalar,…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
kadinruhu · 2 years ago
Text
Mudanya Belediyesi’nden Anaokulu Öğrencilerine Deneysel Arkeoloji Eğitimi
Mudanya Belediyesi’nden Anaokulu Öğrencilerine Deneysel Arkeoloji Eğitimi
Mudanya Belediyesi; M. Agah Bursalı Kreşi ile Zübeyde Ana Çocuk Akademisi’ndeki öğrencilere deneysel arkeoloji eğitimi düzenledi. Eğitimler, Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğü personeli Arkeolog Özlem Akbaş Önsoy tarafından verildi.  “Arkeolojiyi Deneyimliyoruz” atölyesinde çocuklar toprak havuzunda temsili kazı çalışmaları yaparak, eser çıkarma deneyimi yaşadı. Kazı alanında yapılan çalışmalar,…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
habergecesi · 2 years ago
Text
Mudanya Belediyesi’nden Anaokulu Öğrencilerine Deneysel Arkeoloji Eğitimi
Mudanya Belediyesi’nden Anaokulu Öğrencilerine Deneysel Arkeoloji Eğitimi
Mudanya Belediyesi; M. Agah Bursalı Kreşi ile Zübeyde Ana Çocuk Akademisi’ndeki öğrencilere deneysel arkeoloji eğitimi düzenledi. Eğitimler, Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğü personeli Arkeolog Özlem Akbaş Önsoy tarafından verildi.  “Arkeolojiyi Deneyimliyoruz” atölyesinde çocuklar toprak havuzunda temsili kazı çalışmaları yaparak, eser çıkarma deneyimi yaşadı. Kazı alanında yapılan çalışmalar,…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
seslimeram · 2 years ago
Text
Söz Neye Yarar...
Tumblr media
Her yer alabildiğine simsiyah, kapkaranlık! Her gün bir öncesini aşan, bir öncesinden çok daha açık bir biçimde o mahvın sembolleriyle donatılıyor. “Cerahat”, gökten değil yerden hiç değil doğrudan ekranlardan, sokağa düşen gölgelerden, baş amirinden, rezil faşistine hep bir biçimde süreğen kılınarak güncelleniyor. İstem dışı, yok yere değil dosdoğru tümü birden yıkıcılık ekseni güncellenirken simsiyah, kapkaranlık bir yerin istikameti de açıkça belirleniyor, dipsiz bir dehliz. Ezber edilmiş cümlelerin, hep aynı yerden çıkagelen alenen akla seza demeçlerin, eylem ve kanun hamlelerinin paralelinde yeni ülke nam sahnenin her nasıl bir istimlak işlemine tabi olunduğu artık giz değildir. Cerahat yüceltildikçe erkan için iktidar makamının öncelikleri sıralanarak, duraksamak nedir bilinmeksizin karanlığın tonları arasında dolaşıma çıkılır. Laf olsun diye değildir hiçbir şey, her şey tastamam belli bir hesap kitap döngüsü içinde, sadece çok daha fazla eza ve daha derin, kalıcı bir siyahın imali içindir, zifiri karanlık.
Yirmi bir yıllı iktidar pratiğinin suna geldiği her şey benzerini daha öncesinde görmemiş ola gelenler için acı bir tecrübenin ta kendisidir. Bütünüyle dünü sırtlanarak, yepyeni bir ülkeyi var ediyoruz / edeceğiz bak bu seçimde ettiğimizi kanıtlayacağız derken baş amir ile avenesi olmakta olan o kapkaranlık hallerin yekununda bir ülkenin demirbaş kılınma halidir. Bütün, derli toplu bir biçimde var edilmiş olan şey kapkaranlık bir temsilyetin ta kendisidir, budur artık ülke. Bunca doğrudan var edilmiş müdahalelerle bir biçimde tüm o hayat imgesinin zayi edildiği yerdir yeni ülke. Her şeyin, hemen her yerin simsiyah, zifiri kapkaranlığa rehin olunmasının köşe bentleri sürekli güncel kılınan yerdir işte yeni, yeni, yepyeni ülke. Bir bahis açalım şurada, Bianet’ten aktaralım. “Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, partisinin haftalık Meclis grup toplantısında gündemi değerlendirdi.
Amasra’daki iş cinayetine değinen Buldan şunları söyledi:
“41 yaşam hikâyesini kaybettik”
“Ölümün adı kara. Amasra’da 41 canı, 41 yaşam hikâyesini kaybettik. Acımız gerçekten çok büyük, üzüntümüz derin. Kaybettiğimiz canlara Allah’tan rahmet, ailelerine ve sevenlerine başsağlığı, yaralılara da acil şifalar diliyorum. Evet, tarifsiz bir acı yaşıyoruz. Bu kesinlikle bir kaza değildir, göz göre göre gelen bir cinayettir.
“Amasra Soma’nın, Ermenek’in, Zonguldak’ın, Elbistan’ın, Siirt ve Şırnak’ın devamıdır. Hayatların yok olup gitmesinin nedeni denetimsizliktir, cezasızlıktır, kâr hırsıdır, üretim baskısıdır. Kâr azalmasın diye gerekli önlemlerin alınmamasıdır.
“Bir yılda 1359 işçi hayatını kaybetti”
“AKP-MHP iktidarının yönetim zihniyetinin bu ülkeyi nasıl işçi mezarlığına çevirdiğine hepimiz tanığız. Sadece bir yıl içerisinde 1359 işçi hayatını kaybetti.
“AKP Genel Başkanı bir de çıkmış bütün boyutlarıyla soruşturulacağını söylüyor. Buna nasıl inanalım? Hemen ardından da “kader planı” diyerek tedbirsizliği ve katliamı meşrulaştırma çabası içerisine girdi.
“Kesinlikle kader planı değildir. İşçilerin canı ve kanı üzerinden yapılan kâr ve sömürü planıdır asıl sebep. Emekçinin canı üzerine kurulan zenginler sofrasıdır asıl sebep.
“Cezasızlık şirketleri cesaretlendiriyor”
“İktidarınızın bu konudaki sicilini Soma’dan çok iyi biliyoruz. Tam 8 yıl oldu ve ortada adalet yok. 301 madencinin katledilmesinin sorumluları iktidar tarafından korundu, kollanmaya da devam ediyor. Üstelik işçilerin kafasına tekme atan özel kalem müdürünüzü de ekonomi ataşesi yaparak ödüllendirdiniz.
“Soma için hukuk mücadelesi veren Sevgili Selçuk Kozağaçlı ve Can Atalay tutukludur. Buradan kendilerine selamlarımızı ve saygılarımızı gönderiyorum. İşte tam da bu cezasızlık politikasıdır maden şirketlerini asıl cesaretlendiren.
“Sayıştay uyardı, gereği yapılmadı”
“Sayıştay'ın denetimlerinde tespit ettiği risklerle ilgili olarak Türkiye Taş Kömürü İşletmesine ciddi uyarılarda bulunulmuş. Ama kimse dinlememiş. Bu uyarıların gereği yapılmadı. İşçinin canı azalabilir ama kâr asla azalmasın! İşte bu iktidarın zihniyeti tam da budur.
“HDP olarak, bu davanın sonuna kadar takipçisi olacağız ve kapatılmasına asla izin vermeyeceğiz. Yaşamını yitiren bir madencinin eşi “Üzerini örtmeyin, bu bir cinayettir” diye haykırdı. Biz de buradan söz veriyoruz. Evet, Amasra’yı unutmayacağız, unutturmayacağız. Üzerinin örtülmesine asla izin vermeyeceğiz.
“Parti olarak elbette ki heyetimiz ilk günden Bartın’a gitti, gerekli incelemelerde bulundu. İşçilerle ve sendikayla görüşmeler gerçekleştirdi. Raporumuzu da en kısa sürede kamuoyuyla paylaşacağız.
“Türkiye’nin en büyük işletmesi AKP”
“Ülke olarak yaşadığımız yoksulluğun, sefaletin, ölümlerin ve adaletsizliklerin nedeni AKP-MHP iktidarının oluşturduğu büyük rant ve talan düzenidir. Rant düzenleri her yerinden patlamaktadır. Kirlilik, artık halının altına sığmayacak boyutlara varmıştır. Sayıştay raporları çürümenin boyutlarını çok net ortaya koymaktadır. Bartın’da iş sağlığı ve güvenliğine gelince kaynak yok ama başka yerlere gelince kaynak çok.
“Merkez Bankası bürokratları için hukuka aykırı bir biçimde yapılan 45 milyon liralık özel sağlık sigortası harcamasına bolca para var, TMSF bürokratlarının 18 milyon liralık özel sağlık giderine para var ama işçinin can güvenliği için bu ülkede kaynak ne yazık ki yok!
“Bartın’da ve diğer maden işletmelerinde iş güvenliği için gerekli ekipman ve teçhizata kaynak yok ama günlük mal ve hizmet giderine 5 milyon TL harcayan Saray için sınırsız kaynak var. Türkiye’nin en büyük işletmesi de AKP’dir, Saray’dır. Türkiye’yi resmen işletiyorlar.”
Bütünüyle simsiyah nedir, neye tekabül eder bugün bu raddede, Pervin Buldan’ın anlaşılır kılmaya çalıştığı imgelemden görünendir. Yaşamın çarçur edilmesinin, her durumda dini bir siyasi angajman haline dönüştürüp, onunla insanları bir iş cinayetinde dahi hizada tam ve eksiksiz tutma gayretinin hazin suretini işler bütün konuşması boyunca. Şirketleşmiş ol büyük şirketlerin var ettiği kötülüğe hami, bunu kılavuz bilen, gören ve belleyen bir aklın her nasıl büyük bir kötülüğe devam ettiği Bartın, Amasra Maden cinayeti sonrasında da en kestirmeden bilinendir, görünen köye kılavuza hacet yoktur. Malum yirmi dört saatlik sürede çıkartılan naaşlardan kıvanç, her şeyi, hemen her türden olduğu gibi kötülüğü, akla seza yıkımı, bildiğiniz cinayetin ta kendisini kader diye geçiştirmekten kaçınmayanların karşısında hayat ne alemdedir? Medeniyetini yok ederek, çürüterek, katlederek, kesintisiz bir biçimde zapturapt altına almak için dayatmaları var ederek, aralıksız terörü sahiplenip, can yakarak var edenlerin elinde Amasra’da, Ermenek, Şırnak, Soma gibi unutturulacak bir mesele mi kalacaktır? Simsiyah dediğimiz vakit çıkagelen bu cerahat halinin sunduğu her şey kötülük dolu bir ülkeyi bildirirken, bu cinayet silsilesi karşısında kim / kimler, her nasıl hesap verecektir!
Ayça Söylemez’in Bianet’teki haberidir: Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD), Barın, Amasra’daki iş cinayetine dair savcılığa başvuru yaptı.
Başvuruda, olayın meydana geldiği ocakta, işçi eksikliği, metan sorunu, kömür tozu sorunu başta olmak üzere çok ciddi ve ağır ihlallerin söz konusu olduğunu belirttiler.
Bartın Cumhuriyet Başsavcılığına dün iletilen dilekçede, iş cinayetinin meydana geldiği ocağın, 14 Ekim 2022 saat 18:15 itibarı ile “suç mahalli” olmasına rağmen, şüphelilerin halen etkin şekilde tasarrufta bulunduğu bir alan olduğu ifade edildi:
“Şüpheli sıfatını taşıyacak kişilerin buraya müdahalesi engellenmeli. Halen kamu gücünü kullanabilen kişiler olmaları, idari ve diğer yetkilerini kullanarak delil karartma ihtimallerinin yüksek olması, gerçekleşen işçi katliamının toplumda çok büyük infial yaratması nedeniyle tutuklanmaları, aynı gerekçelerle haklarında gerekli diğer emniyet tedbirlerinin alınması gerekmektedir.”
Savcılık dün ocakta inceleme yaptı, bugün de keşif için maden ocağına gidecek.
“TTK yetkilileri suç mahallinden uzaklaştırılmalı”
Dilekçede, madenlerde daha önce meydana gelen iş cinayetlerine dair soruşturma süreçleri hatırlatıldı:
“Soruşturmada şüpheli sıfatında olma olasılığı olan kişilerin etkin bir şekilde ocak içerisinde bulundukları ve tüm sürece müdahale ettiklerini gözlemledik. Soma, Ermenek ve Karadon'da yaşanan maden katliamlarına ilişkin soruşturma/kovuşturma süreçleri göz önüne alındığında;
“Sulh Ceza Hakimi ve bağımsız bilirkişi heyetleri vasıtası ile keşif yapılması, bu süre boyunca başta Türkiye Taş Kömürü Kurumu (TTK) ve Amasra Taş Kömürü İşletme (TİM) Müessesesi müdürlüğünde yetkili pozisyonda bulunanların tamamının suç mahallinden uzaklaştırılması; idari görevlilerin soruşturma yapmasına izin verilmemesi ve delillerin kaybolmaması için soruşturma makamı tarafından önlem alması gereklidir.”
“Bağımsız bilirkişi” talebi
Savcılığa yapılan başvuruda, soruşturmada bağımsız uzmanların görev alması gerektiği ifade edildi:
“Keşif sırasında bağımsız bilirkişiler (maden havalandırması konusunda uzman, maden iş sağlığı güvenliği konusunda uzman, elektrik konusunda uzman, maden jeolojisi konusunda uzman) bulundurulması;
“Bilirkişilerin gerek bu işletme gerekse başka işletmeler ile bağlantısının olmamasının sağlanması;
“Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) ile irtibata geçilerek bağımsız bilirkişilerce olay yerinde keşif sırasında gözlem yapılmasına, uzman mütalaası alınmasına imkan tanınması gereklidir.”
Riskler biliniyordu, önlem alınmadı
Dilekçede, iş cinayetiyle ilgili şu değerlendirme yer aldı:
“İşçi sayısındaki eksiklikler, metan sorunu, kömür tozu sorunu başta olmak üzere Sayıştay, TKK faaliyet raporlarında ve birçok kurum ve kuruluş tarafından çeşitli yıllarda defalarca tespit edilmiş ve raporlanmıştır. Bu eksikliklerin yaratacağı riskler bilinmesine rağmen uzun yıllar boyunca giderilmemesi özellikle şüphelilerden üst düzey yönetim kadrosunda bulunanların kusur ve sorumluluklarını arttırmaktadır.
Yeraltı maden işletmeciliği yüksek risk barındıran bir çalışma alanıdır. Risklerin yüksek olması, ortaya çıkması muhtemel risklerin çok daha özenli bir şekilde planlanması, riskleri gözönünde bulundurarak üretim faaliyetinin yürütülmesi, güncel teknolojik olanaklardan yararlanma ile bu alandaki riskler çok rahatlıkla minimize edilebilir ve ortadan kaldırılabilir.
Dünyanın birçok ülkesinde yeraltı maden işletmeleri faaliyetlerine devam etmekte, fakat ülkemizde olduğu gibi işçi ölümleri olmamakta ve benzer nitelikte maden katliamları yaşanmamaktadır. Bu durum, Enerji Bakanlığı, TTK, TKİ başta olmak üzere kamu kurumlarının, işçi sağlığı ve iş güvenliğini merkeze almayan, güncel bilimsel ve teknolojik gelişmelerden faydalanmayan sadece daha fazla üretim ve kar amaçlı hareket ettiklerini, olası riskleri ve işçi ölümlerini umursamadıklarını göstermektedir.
TTK, SGK ve Çalışma Bakanlığı İş Teftiş Kurumu'nda bölgenin denetiminden sorumlu görevlilerin sorumluluklarını yerine getirmemiş olması da bu katliamın nedenlerinden biridir. Gerekli denetimler ve alınması gerekenler tedbirler yapılmış olsa 41 maden işçisi yaşamını yitirmemiş olacaktı.
Şüphelilerin, az sayıda işçiyle çok daha fazla üretim yapmak ve kar hırsı nedeniyle göz göre gelen bu işçi katliamını umursamadıkları, hiçbir önlem almadıkları açıkça görülmektedir.”
Şüphelilerin tutuklanması istendi
ÇHD’nin Savcılıktan talepleri şöyle:
“Belirlenecek şüpheliler ve soruşturma sırasında ortaya çıkacak faillerin tespiti ile tutuklanmalarına;
Delillerin toplanabilmesi ve delillere erişim yetkileri bulunan şüphelilerin delil karartmasının engellenmesi için şüphelilerin maden sahasına girişinin yasaklanmasına;
Teknik inceleme için gerekli olan bilgi ve belgelerin öncelikle maden işletmesine ait idari bina içerisindeki örneklerine vakit kaybetmeksizin el konulmasına, aynı zamanda TTK ve ilgili kurumlardan onaylı örneklerinin temin edilmesine karar verilmesini talep ederiz.”
Gerek Ayça Söylemez’in Bianet’te aktardığı gibi, gerekse de mecliste Özgür Özel’den ol Erkan Baş’a kadar bir elin parmaklarını geçmeyen bir temsilin / vekilin ısrarla bildirdiği bir ihmal silsilesi kırk bir insanın hayatına mal olmasıdır. Devletlinin kendisini kanunların yerine konumlandırdığı bir sahnede, ihmal, örtbas etme, sorunları çözmeme nihai anlamda o yıkımı da beraberinde getirir. Sağır sultanın duyduğu, sayıştay raporunda aleni bir biçimde devlet kurumu / ilgili bakanlık ve işletmenin sorgulandığı, çözüm yollarına dair önerilerin var edildiği bir zeminde, kulağın üstüne yatılarak kapatılan şeyin bugün bir kırıma dönüştüğü gerçekliği değilse nedir ki simsiyah! Yetkili nam temsilin, cinayetin ta kendisi var edildikten sonra, o cinayet mahallinde halen bulunabilmelerinin hesabını kim, kimler nasıl verecektir? Öncesi ve sonrasında çıkagelen her detayla, Soma, Ermenek, ol Şırnak gibi pek çok başka yerde, yüzlerce insanın canını çalan bir kara düzen temsilinin, kömür için verilen mücadelede yaşam hakları ellerinden alınanlar unutturulduğu gibi bu hal, şu şartlarla o Bartın da mı unutturulmak istenmektedir, nedir yani? Gerisi haberin sınırları içerisindeki yetkilileri, yetkilerini kullanıp inisiyatif almaya çağıran metindedir, sahiden görüyor musunuz?
Her yer simsiyah, alabildiğine kapkaranlık kılınıyor. Cerahat öylesine, laf ola beri gele bir mesel olmaktan öte, elle tutulabilir, gözle görülebilir, hayatın tam da merkezine odaklanıp durulurken ortaya çıkan imge simsiyah bir hali bildiriyor. Grup toplantılarında sallana sallana, mangalda kül bırakılmadan var edilen nutuklardaki dozajın tersinde bambaşka bir yarayı var eden, dönüştüren bir akım var artık. Hayatın enerjisini sömüren, gündelik halin ortasında yükseltilen yıkım, sınırlandırma, yok etme hallerini yutmaya devam diyen bir akıl / akım / eylem toplamı var ediliyor. Biyolojik politikanın ekseni, düzen diye çıkagelen akım / mekanizmanın suna geldiği her şey çok daha kalıcı / derin yıkımlara çıka geliyor. Birinci haftasını geride bırakan bir yaranın, mevzu, mesel olunmasının ister adına dezenformasyon yasası deyin, isterseniz iktidar / muhalefeti şehit / kurban diye durulsun o halle örtülmesinin utancında hangi gün aydınlık kalabilir ki? Simsiyah, kapkaranlık bir hal dört bir yanı kuşatmaya devam ederken, sözün, esirgenen her şeyi geri kazanabilmek adına bir eylem olduğunu kim fark edecektir? Ne zaman anlamına varılacaktır ki! Onca afaki, o kadar değersizleştirilen yaşam idesini bir seçim / sandık, gündelik laf ebelikleri, sonsuz bir gümbürtü daha örtbas ettirebilecek midir, etsin midir? Ya sonrası, ya ötesi, ya bir sonraki küçük kıyamet...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2022
Görsel: Amasra Madeninde Bekleyiş – AP – New York Post
2 notes · View notes
ipsalla · 5 years ago
Text
Tumblr media
6 notes · View notes
mafaweb · 11 months ago
Text
TenCORE: Açıklama ve Tanım TenCORE, içerik oluşturma işlemlerini hızlandıran ve kolaylaştıran bir yazılım platformudur. İçerik pazarlamacılığı alanında kullanılan bu platform, kullanıcılarına gereksiz iş yükünden kurtararak verimliliği artırır. TenCORE, içerik oluşturma sürecinde gereksiz detaylarla uğraşmayı ortadan kaldırarak, iş akışını hızlandırır. Bu sayede kullanıcılar daha fazla içerik üretebilir ve potansiyel müşterilere daha hızlı ulaşabilirler. TenCORE, pazarlama ekipleri için büyük bir kolaylık sağlarken, aynı zamanda markaların da içerik kalitesini artırmalarına yardımcı olur. Bu sayede markalar, hedef kitlelerine daha etkili bir şekilde ulaşabilirler. TenCORE yazılımı, kullanıcı dostu arayüzü ve geniş içerik oluşturma imkanlarıyla, içerik pazarlamacılığı dünyasında önemli bir yere sahiptir. TenCORE: Nasıl İşler?TenCORE nasıl çalışır? TenCORE kısaca, bir kişinin beş temel kişilik özelliğini yansıtan bir modeldir. Bu beş temel kişilik özelliği; Teorik, Deneysel, Nümüne, Dramatik ve Entropik'tir. Bu beş özellik, bir kişinin karakterini ve kişiliğini belirler. TenCORE modeli, bir kişinin kişilik özelliklerini ve karakterini analiz etmek için kullanılır. Bu analiz sonucunda, bir kişinin güçlü ve zayıf yönleri, tercih ettiği iletişim tarzı ve nasıl motive olduğu gibi konularda bilgi sahibi olunur.TenCORE modeli, kişilerin kendilerini ve diğerlerini daha iyi anlamasına yardımcı olur. Ayrıca, iş yaşamında, eğitimde, sağlık sektöründe, kişisel gelişim alanında ve birçok farklı alanda kullanılabilir. Bu model, kişilerin birbirleriyle daha iyi iletişim kurmasına, takım çalışmalarında verimliliğin artmasına ve kişisel gelişimlerine katkı sağlar.Kısacası, TenCORE modeli, insanların kendilerini ve etraflarındaki insanları daha iyi anlamalarını sağlayan, kişisel ve profesyonel gelişimlerine katkıda bulunan bir modeldir. İnsanların birbirlerini daha iyi anlamalarına, dolayısıyla daha harmonik bir çalışma ortamı oluşturmalarına yardımcı olur.Bu nedenle, TenCORE modeli, farklı alanlarda, farklı sektörlerde ve farklı kişisel durumlarda kullanılarak, insanların daha sağlıklı ve verimli ilişkiler kurmasına yardımcı olur.TenCORE: Hangi Alanlarda Kullanılır?Veri analitiği alanında TenCORE, büyük veri setlerini analiz etmek ve verilerden anlamlı sonuçlar çıkarmak için kullanılır. Ayrıca pazarlama alanında, hedef kitleyi belirlemek ve pazarlama stratejilerini geliştirmek için kullanılan bir araçtır. Finans sektöründe, risk analizi ve trend tahmini gibi işlemlerde TenCORE kullanılmaktadır. Üretim endüstrisinde de sıklıkla kullanılan TenCORE, verimliliği artırmak, maliyetleri azaltmak ve üretim süreçlerini optimize etmek için tercih edilmektedir. Sağlık sektöründe ise hastalık teşhisi, ilaç geliştirme ve hasta tedavisi gibi alanlarda TenCORE'nin kullanımı yaygındır. Bunun yanı sıra, e-ticaret, lojistik ve seyahat endüstrilerinde de TenCORE'nin farklı amaçlarla kullanıldığını görmekteyiz. Özetle, TenCORE birçok farklı sektörde veri analizi ve karar destek sistemleri için kullanılan bir araçtır.Siz de kendi işletmenizde veya sektörünüzde TenCORE nasıl kullanabilirsiniz? TenCORE'nin sunduğu fırsatları ve avantajları iyi değerlendirerek, kendi alanınızda veri odaklı stratejiler geliştirebilir ve rekabette öne geçebilirsiniz.TenCORE: Faydaları Nelerdir?TenCORE, birçok avantajı olan bir teknolojidir. İşletmeler için en büyük faydalarından biri, verimliliği artırabilmesidir. TenCORE, iş süreçlerini optimize ederek zaman ve kaynak tasarrufu sağlar.Diğer bir faydası ise, hata payını en aza indirgemesi ve işlerin daha düzenli ve disiplinli yürütülmesini sağlamasıdır. Bu da işletmelerin maliyetlerini azaltır ve kaliteyi artırır.TenCORE ayrıca, veri analizi yapabilme yeteneği sayesinde, işletmelerin stratejik kararlar almasını kolaylaştırır. Olayların anlık olarak takip edilmesi ve analiz edilmesi, geleceğe yönelik planlamaların daha doğru yapılmasını sağlar.Son olarak, TenCORE'un işletmelere sunduğu bir diğer büyük avantaj da, müşteri deneyimini iyileştirebilmesidir.
Müşteri odaklı bir yaklaşım sağlar ve müşteri memnuniyetini artırarak, marka sadakatini olumlu yönde etkiler.TenCORE: Uygulama ÖrnekleriTenCORE, çeşitli endüstrilerde uygulama örnekleri ile çok yönlü bir şekilde kullanılabilir. Örneğin, e-ticaret şirketleri, TenCORE API'lerini kullanarak veri analizi ve kişiselleştirilmiş içerik sunabilir. Finans sektörü ise risk yönetimi ve dolandırıcılık tespiti için TenCORE'u kullanabilir. Tarım endüstrisi, uydu görüntülerinden elde edilen verileri analiz etmek için TenCORE algoritmalarını kullanabilir. Tıp alanında ise hastalık teşhisi, görüntü tanıma ve ilaç geliştirme konularında TenCORE kullanılabilir.Bu uygulama örnekleri, TenCORE'un endüstri sınırları olmayan esnek yapısını ve geniş potansiyelini ortaya koymaktadır. TenCORE, farklı sektörlerdeki farklı ihtiyaçlara uygun çözümler sunabilen bir yapay zeka altyapısı olarak öne çıkmaktadır. Bu örneklerde de görüldüğü gibi, TenCOREun gelecekte birçok alanda daha fazla uygulama örneği sunacağını söylemek mümkündür.Özetle, TenCORE, işletmelerin veri analizi, risk yönetimi, içerik kişiselleştirme ve daha birçok alanda kullanabileceği çok yönlü bir yapay zeka çözümüdür. Her geçen gün farklı sektörlerdeki uygulama örnekleri ile kendini göstermekte ve gelecekte çok daha geniş bir kullanım alanına sahip olacağı öngörülmektedir.TenCORE: Gelecekte Neler Sunabilir? TenCORE, gelecekte birçok alanda büyük bir potansiyele sahip olabilir. Özellikle yapay zeka, otomasyon ve veri analitiği gibi alanlarda TenCORE'un önemli bir rol oynaması beklenmektedir. Yapay zeka alanında, TenCORE'un karmaşık problem çözme yetenekleri sayesinde daha akıllı ve etkili sistemlerin geliştirilmesi mümkün olabilir. Bu da gelecekte daha hızlı ve verimli teknolojik ilerlemelere yol açabilir. Ayrıca, otomasyon alanında TenCORE'un geliştirilmesiyle birlikte, endüstriyel işlemlerin daha verimli hale getirilmesi ve insan kaynaklarının daha stratejik görevlere odaklanması mümkün olabilir. Veri analitiği alanında da TenCORE'un kullanılması, büyük veri setlerinin analiz edilmesi ve anlamlı veriye dönüştürülmesi konusunda önemli bir rol oynayabilir. Bu da işletmelerin daha iyi kararlar almasına ve rekabet avantajı elde etmesine yardımcı olabilir.
0 notes
mehmetrefikyucel · 4 years ago
Text
MILGRAM DENEYİ...
MILGRAM DENEYİ...
Milgram deneyi, insanların otorite sahibi bir kişi veya kurumun isteklerine, kendi vicdani değerleriyle çelişmesine rağmen itaat etmeye ne ölçüde istekli olduklarını ölçme amacını güden bir deneyler dizisinin genel adıdır. Deneyi gerçekleştiren Yale Üniversitesi psikologlarından Stanley Milgram, bu araştırmasını ilk olarak 1963'de Anormal ve Sosyal Psikoloji dergisindeki makalesiyle tanıtmış ve bulgularını 1974'de yayımladığı Otoriteye İtaat: Deneysel bir Bakış isimli kitabında daha derinlemesine incelemiştir.
Deneyler nazi savaş suçlusu Adolf Eichmann'ın Kudüs'te yargılanmaya başlamasından üç ay sonra, Temmuz 1961'de başladı. Milgram, deneyleri şu soruya cevap aramak üzere geliştirmişti: "Eichmann ve Yahudi Soykırımında yer alan yüz binlerce yardakçısı sadece onlara verilen görevi yerine getiriyor olabilir miydi? Onların hepsi yardakçılık suçuyla suçlanabilir miydi?"
Milgram ulaştığı sonuçları 1974 tarihli makalesi "İtaatin Tehlikeleri"nde özetledi:
  " İtaatin hukuksal ve felsefesel açılardan devasa önemi bulunmaktadır, ancak bunlar çoğu insanın somut durumlarda nasıl davrandığı konusunda fazla bilgi vermez. Yale Üniversitesinde sıradan bir insanın sadece bir deney bilimcisinden aldığı emirle başka bir insana ne kadar acı çektireceğini ölçmek için basit bir deney düzenledim. Katılan deneklerin güçlü vicdani duyguları ile saf otoriteyi çeliştirdim, ve kurbanların acı dolu çığlıklarının eşliğinde genellikle otorite kazandı. Yetişkin insanların, bir otorite makamının komutası doğrultusunda her şeyi göze almakta gösterdikleri aşırı isteklilik, çalışmamızın acilen açıklama gerektiren en önemli bulgusudur.
   Sadece görevlerini yapan, kendi başlarına vahşi işlere kalkışmayan sıradan insanlar, korkunç bir yok etme işleminin bir parçası ola bilmekteler. Ek olarak, yaptıkları işin yıkıcı sonuçlarını apaçık görmelerine rağmen, temel ahlaki değerleriyle çelişen bu görevlerde pek az kişinin otoriteyi reddetme potansiyeli olduğu görüldü."
Deneyin Oluşturulması
Yale'deki çalışma için denekler gazete ilanları ve posta yoluyla bulundu. Deneyler üniversitenin eski yerleşkesinde, Linsly-Chittenden binasının bodrumundaki iki odada gerçekleştirildi. Deneyin tanıtımında deneyin bir saat sürdüğü ve katılanlara deneyi tamamlamasalar bile 4,50$ ödeneceği bildirildi. Katılımcılar 20 ve 50 yaşları arasında, ilkokul terklerden doktora mezunlarına kadar her türlü öğretim geçmişine sahip erkeklerden oluşuyordu.
Deney gözlemcisi rolünü bir teknisyen önlüğü giyen sert, hissiz görünümlü bir biyoloji öğretmeni oynuyordu. Kurban rolünü de bu rol için eğitilmiş, İrlandalı-Amerikan bir muhasebeci üstlenmişti. Kurban ile deney gözlemcisi aslında işbirlikçi olmalarına karşın bu gerçek katılımcıdan gizleniyor ve kurban, katılımcıya kendisi gibi gönüllü olarak katılmış başka bir denek olarak tanıtılıyordu, dolayısıyla katılımcının gözünde deney, deney gözlemcisi ve iki denekten oluşuyordu. Deney gözlemcisi, iki deneğe "öğrenmede cezanın etkisi" hakkında bir deneye katıldıklarını, birisinin "öğretmen" diğerinin de "öğrenci" rolünü üstlenecekleri bilgisini veriyordu.
Sonra, iki deneğe birer yaprak kağıt veriliyordu. Katılımcının, bu kağıtlardan birinde "öğretmen" ve diğerinde de "öğrenci" yazdığına ve kağıtların rastgele verildiğine inanması sağlanıyordu. Gerçekte ise her iki kağıtta da "öğretmen" yazıyordu ve işbirlikçi denek kendi kağıdında "öğrenci" yazıyormuş gibi rol yapıyordu; böylece katılımcının hep "öğretmen" olması sağlanıyordu. Bu noktada "öğretmen" ve "öğrenci" birbirini duyabilecek ancak göremeyecek şekilde ayrı odalara alınıyordu. Deneyin sürümlerinden biri, işbirlikçi deneğin gerçek deneğe bir kalp rahatsızlığı olduğunu söylemesi gibi ek bir özellik taşıyordu.
Deneyden önce "öğretmene" 45 voltluk bir elektrik şoku uygulanarak "öğrenci"ye uygulayacağını sandığı şokun neye benzediği hakkında bir fikir verilmiş oluyordu. "Öğretmen"e daha sonra "öğrenci"ye öğretmesi amacıyla sözcük çiftlerinden oluşan bir liste veriliyor, öğretmen de bu listeyi önce öğrenciye bir kere okuyarak işe başlıyordu. Ardından öğretmen listeyi oluşturan sözcük çiftlerinin ilk sözcüklerini teker teker okuyor, okuduğu her sözcük için öğrenciye dört adet seçenek sunuyor, öğrenci de bu seçenekler arasından doğru olduğunu düşündüğü cevabı bildirmek için bir cevap düğmesine basıyordu. Verdiği cevap yanlış ise, her yanlış cevap sonucu giderek artan elektrik şoklarına maruz kalıyordu. Cevap doğru ise öğretmen sonraki sözcük çiftine geçiyordu.
Denekler, öğrencinin verdiği her yanlış yanıta karşılık onun gerçek şoklara maruz kaldığını sanıyorlardı. Gerçekte ise şok uygulanmıyordu. İşbirlikçi denek gerçek denekten ayrıldığı zaman, geçtiği odada elektroşok makinesine bütünleştirilmiş bir ses kayıt cihazını çalıştırıyordu, bu cihaz da her şok seviyesine karşılık önceden kaydedilmiş bir çığlık sesini çalıyordu. Voltajın birkaç defa artırılmasından sonra aktör, kendisini yan odadaki denekten ayıran duvarı yumruklamaya başlıyordu. Birkaç defa yumrukladıktan ve kalp rahatsızlığını hatırlattıktan sonra ise artık sorulara cevap vermemeye ve şikayette bulunmamaya başlıyordu.
Bu noktada pek çok denek, öğrencinin ne halde olduğunu öğrenmek için deneyi durdurmak istediklerini ifade ediyordu. Kimi denekler 135 voltta durup deneyin amacını sorgulamaya başlıyordu. Bunların çoğu sonuçlardan sorumlu tutulmayacaklarına dair güvence aldıktan sonra devam ediyordu. Birkaç denek, öğrenciden gelen acı dolu çığlıkları duyduklarında sinirli biçimde gülmeye başlıyor veya aşırı stres içinde olduklarını gösteren başka davranışlarda bulunuyordu.
Denek herhangi bir noktada deneyi durdurma isteğini ifade ettiği zaman kendisine aşağıdaki sırayı takip eden sözlü uyarılarda bulunuluyordu:
   Lütfen devam edin.    Deney için devam etmeniz gerekiyor.    Devam etmeniz kesinlikle çok önemli.    Başka seçeneğiniz yok, devam etmek "zorundasınız".
Denek bu dört uyarıdan sonra bile hala durmak istediğini ifade ederse deney durduruluyordu. Tersi durumda ise deney ancak denek en yüksek şok olan 450 voltu 3 kere art arda uyguladıktan sonra durduruluyordu.
Sonuçlar
Milgram, deney gerçekleştirilmeden önce Yale üniversitesinin 14 psikoloji yüksek lisans öğrencisiyle sonuçların ne olacağına yönelik bir anket yaptı. Katılımcıların tümü, sadece birkaç sadist eğilimli deneğin (%1,2) en yüksek voltajı uygulayacağını düşünüyordu. Milgram ayrıca meslektaşları arasında da sözlü bir anket yaparak onların da sadece birkaç deneğin çok kuvvetli şok uygulayacağını düşündüklerini öngördü.
Milgram'ın ilk deney dizisinde öndeneklerin %65'inin (40 öndenekten 26'sının) deneydeki en yüksek gerilim olan 450 voltu, her ne kadar epey huzursuzluk hissetmiş olsalar da, uyguladıkları görüldü. Hepsi deneyin bir noktasında durup deneyi sorgulamış, hatta bazıları kendilerine ödenen parayı geri vereceklerini söylemişlerdi. Katılımcılardan hiçbiri 300 volt seviyesinden önce şok uygulamaktan tereddütsüzce vazgeçmedi.
Deneyin çeşitlemeleri daha sonra Milgram'ın kendisi tarafından ve dünya genelinde farklı psikologlarca gerçekleştirildi; sonuçlar birbirine yakındı. Bu çeşitlemelerle deneyin özgün sonuçlarının onaylanmasına ek olarak deney düzeneğindeki değişkenlerin etkileri de ölçülmüş oldu.
Maryland Baltimore Eyaleti Üniversitesi'nden Dr. Thomas Blass, deney tekrarlarından elde edilen sonuçlar üzerinde bir meta-analiz yürüttü. Bulgularına göre ölümcül gerilimler uygulayabilen katılımcıların oranı, yer ve zamandan bağımsız olarak dikkat çekici bir biçimde sabitti: %61 ile %66 arasında seyrediyordu.
Philip Zimbardo'nun bildirdiğine göre, deneyin farklı şekilde bittiği durumlara pek rastlanmadı. Zimbardo'nun bu yöndeki sorusu üzerine Milgram'ın notlarına ve anılarına göre, son şokları uygulamayı reddeden katılımcılardan hiçbiri ne deneyin kendisinin durdurulmasını talep etti, ne de izin almadan odayı terk ederek kurbanın durumunu kontrol etti.
Milgram, İtaat isimli bir belgesel hazırlayarak deneyi ve sonuçlarını gösterdi. Toplumsal psikoloji üzerine ayrıca beş farklı film daha hazırladı ki bunlardan bazıları deneylerine değiniyordu.
Tepkiler
Milgram'ın deneyi, katılımcılar üzerinde yarattığı aşırı duygusal kaygı nedeniyle bilimsel deneylerin etiği konusunda kuşkular uyandırdı. Milgram'ın lehine bir gerçek: Katılanlar arasında yapılan ankete göre katılımcıların % 84'ü bu deneye katılmış olmaktan "memnun" veya "çok memnun" olduklarını, % 15'i nötr olduklarını (tüm katılımcıların % 92'si ankete katıldı) ifade ediyorlardı. Pek çoğu sonradan teşekkür mesajları yolladı. Milgram eski katılımcılardan art arda asistanlık ve ekibe katılma teklifleri aldı. Altı yıl sonra, Vietnam Savaşının en ateşli olduğu günlerinde, deneyin katılımcılarından biri Milgram'a bir mektup göndererek deneyde çektiği strese rağmen neden "memnun" olduğunu açıkladı:
   1964'de deneye katıldığımda, her ne kadar birisine acı çektirdiğimi sansam da bunu neden yaptığım hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Ne zaman kendi inançları doğrultusunda hareket ettiklerini ve ne zaman uysalca otoriteye itaat ettiklerini ayırt edebilen çok az insan var. ... Kendimi otoritenin çok yanlış şeyler yapmamı isteyen emrine teslim edeceğimi bile bile askere alınmama izin vermem, kendimden korkmama sebep olacaktı. Eğer bana vicdani retçi statüsü verilmezse hapishaneye gitmeye tamamen hazırım.  ... Bu gerçekten de inançlarıma sadık kalmamın tek yolu. Tek umudum, kurul üyelerinin de kendi vicdanlarına göre aynı şekilde hareket etmesi...
Ne var ki, eski katılımcılardan bazılarının hayatını değiştiren bu etki, herkeste aynı değildi. Deneyden sonra katılımcılardan çağdaş standartlara göre geri bildirim alınmamıştı, ve ayrılırken yapılan mülakatlara göre pek çoğunun deneyin tam olarak neden yapıldığı hakkında bilgisi yoktu.
Deneyler ayrıca daha duygusal türden eleştiriler de uyandırdı, bunlar deney düzeneğinin etiğinden ziyade deneyden çıkarılacak sonuçlarla ilgiliydi. Yale'de 1961'de yapılan deneyin katılımcılarından Joseph Dimow, "Yahudi Dünyası" sitesindeki yazısına göre "deneyin baştan beri Nazi dönemindeki Almanlar gibi Amerikalıların da ahlak dışı emirlere itaat edip etmeyeceğini görmek için yapıldığı"ndan kuşkulanıyordu. Aslında bu, deneylerin açıkça ifade edilen hedeflerinden biriydi. Milgram'ın kitabı olan Otoriteye İtaat'tin önsözünden alıntı yapılacak olursa: "Bu soru, Nazi devrinin o çok lanetlediğimiz itaat şekilleri ile bizim laboratuvarda çalıştıklarımız arasında bir ilişki olup olmadığı meselesinden doğar."
Değerlendirmeler
Milgram ulaştığı sonuçları açıklayan iki ana kuram geliştirdi.
   İlki, S. Asch'in çalışmalarını temel alan Uyum Kuramı'dır. Milgram başvuru grubu ile birey arasındaki temel ilişkiyi tanıtır. Karar verme konusunda, özellikle bir kriz ortamında karar verme konusunda hiçbir deneyimi veya yeteneği olmayan bir denek, kararı gruba ve gruptaki hiyerarşiye bırakır. Grup bir davranışsal model oluşturur.
   İkincisi ise Araçlaşma Kuramı'dır. Milgram'a göre, "itaatin özü, bir insanın kendisini başka bir insanın isteklerini gerçekleştiren bir araç olarak görmesi, böylece kendi davranışlarından kendisini sorumlu hissetmemesidir. Kişinin bakış açısındaki bu kritik kayma gerçekleştiği zaman, itaatin tüm öznitelikleri bunu izler". Bu temel olarak askeri açıdan otoriteye saygının temelidir; askerler üstlerinin emirlerini ve komutlarını, sorumluluğun subaylarda olduğunu bilerek yerine getirirler.
Çeşitlemeler
Milgram, Otoriteye İtaat: Deneysel bir Bakış isimli kitabında deneyin kendi yürüttüğü 19 çeşitlemesini anlattı. Genel olarak kurbanın ortamdaki varlığı arttıkça itaatin azaldığını, otoritenin ortamdaki varlığı azaldığında ise itaatin yükseldiğini tespit etti (1-4 arası deneyler). Örneğin, deney gözlemcisinin yönergelerinin katılımcılara sadece telefonla iletildiği bir sürümde (2. deney), itaat %21 azalıyordu; ilginç bir nokta olarak, birkaç katılımcı deney gözlemcisini "deneye devam ediyormuş gibi yaparak" kandırmaya çalışmıştı. "Öğrenci"nin ortamdaki varlığının en yakın olduğu sürümde ise denekler öğrencinin kollarını kaba kuvvet kullanarak şok cihazına temas ettirmeye çalışıyorlardı, bu da itaati düşürüyordu. Bu son sürümde deneklerin ancak % 30'u deneyi tamamlayabilmişti.
8 numaralı sürümde, denekler kadınlardan seçildi (Milgram'ın diğer tüm deneylerinde denekler erkekti). İtaatte kayda değer bir farklılık gözlenmedi, ancak daha yüksek stres seviyeleri tespit edildi.
Bir sürümde (10. deney), Milgram Connecticut'taki Bridgeport şehrinde mütevazı bir ofis kiralayarak deneyin "Bridgeport Araştırma Kurumu" adında, Yale Üniversitesinden bağımsız bir ticari girişim tarafından düzenlendiği sanısını yarattı. Buradaki amaç, Yale Üniversitesi'nin sahip olduğu prestijin deneklerin davranışı üzerindeki olası etkisini saf dışı bırakmaktı. Bu şartlar altında itaat % 47.5'e düştü.
Milgram ayrıca otoritenin gücü ile uyumun gücünü birleştirdi. Bu deneylerde deneğin yanına arkadaş baskısı uygulamak üzere bir veya iki "öğretmen" daha kondu; bu öğretmenler de, öğrenci gibi, anlaşmalı aktörlerdi. Deneğin grup arkadaşları olduğunu sandığı bu kişilerin eklenmesi, deney sonuçlarını ciddi biçimde etkiledi. Ek iki öğretmenin emirleri reddettiği sürümde (17. deney) 40 denekten sadece 4'ü deneye devam etti.
Başka bir sürümde (18. deney), deneğe ek görevler verildi (soruları mikrofona okumak veya öğrencinin cevaplarını kaydetmek gibi). Bu deneyde de deneğe eşlik eden ve gözlemcinin tüm emirlerine itaat eden bir yalancı öğretmen bulunuyordu. Bu çeşitlemede 40 denekten sadece 3'ü gözlemcinin emirlerine karşı geldi.
Milgram'ın deneyi üzerinde yakın geçmişte yapılan bazı çeşitlemeler farklı bir yorum öneriyordu. İtaat ve otorite kavramlarına yer vermeyen bu yoruma göre Milgram'ın denekleri, olayların gidişini kontrol edemeyeceklerini hissettikleri ve dolayısıyla sorumluluğu sırtlarından attıkları özel bir tür öğrenilmiş çaresizlik sergiliyorlardı.
Yakın geçmişteki başka bir deneyde şok yiyen bir aktör yerine bir bilgisayar simülasyonu konuyordu; şoku veren denekler karşılarında gerçek bir insan olmadığının farkındaydı ancak sonuçlar yine aynı çıktı.
Buradaki kayda değer gözlem, bir insanın normal koşullar altında başka bir insana zarar vermek istemeyeceğidir. Ancak ciddi bir zorlama altında kişinin aklı karışabilmekte ve kişiyi kendi davranışları için bir otoritenin onayını aramaya sevk etmektedir. Böylece emir verilen kişinin, davranışlarını açıklayacak bir otorite olduğu düşüncesiyle, sadece doğru olduğunu düşündüğü bir işi yaptığı bir durum ortaya çıkmaktadır. Bunun sonucu olarak da kişinin başlangıçta kendi davranışlarını yargılayacak çok az veya hiç etik kuralı olmadığı için başka bir kişiyi etik dışı olarak incittiği görüşünü benimsemeyecektir.[kaynak belirtilmeli] Gerçek hayattan örnekler Nisan 1995 ile Haziran 2004 arasında, ABD'deki bazı gözde fast food restoranlarındaki çalışanlara bir dizi telefon şakası yapıldı. Şakayı yapan kişi kendisini bir polis memuru olarak tanıtıyor ve restoran yöneticilerini çalışanların üzerini aramaya ve cinsel taciz sayılan davranışlarda bulunmaya ikna ediyordu. Telefondaki düzenbaz, çalışanlara normal şartlar altında yapmayacakları davranışları yaptırmakta büyük başarı kaydetmişti.
ALINTIDIR...
1 note · View note
the-mustache-guy-la · 5 years ago
Text
E.4. Karantinada Sıkılanlara Naçizane Öneriler
İçinden geçmekte olduğumuz günlerde en başında kendime bir arşiv yapma ve benim entelektüel anlamda oldukça faydalandığım kaynakları paylaşmak ve sizleri bu kaynaklardan haberdar etme amacıyla yazılar yayınlamaya başlamıştım burada. Lakin, hiçbirimizin tahmin edemeyeceği derece de uç ve kaotik koşullar yaşamaya başladık bütün dünya olarak, ve bunun sonucu olarak bir grup insan zorunlunluktan, bir grup insan kendi tercihleri sonucu evlerinde karantinaya girdiler. Bir başka grup ise diğerlerinin sağlıkları ve herkesin hayatını idame ettirebilmesi için gerekli olan ürünlerin sağlanması, tedarik zincirinin ayakta tutulması ve hepsinden önemlisi bizim sağlık ve güvenliğimiz için kendi sağlık ve güvenliklerini tehlikeye atıyorlar. Öncelikle bu süreçte hepimiz için görev yapan sağlık çalışanları, kolluk kuvvetleri, belediye çalışanları, ulaşım görevlileri vs. herkese sonsuz teşekkür ve minnetimi sunuyorum. 
Bu karantina sürecinde en sık denk gelinen sitemlerden birisi ‘evde karantinada çok sıkıldım’ oldu. Ben de bunun üzerine biraz haddimi de esneterek bir takım önerilerde bulunmamın kimseye zarar vermeyeceğini bilakis fayda sağlayabileceğini düşündüm. Öncelikle şuan ki karantina koşullarında birincil olarak elektrik ve suyunuz, ikincil olarak da internet bağlantınız varsa işler yolunda ve sıkıntı probleminizi çözmek için yapmanız gereken birşey var demek oluyor. İlginizi çekecek kaynakları bulursanız bu birkaç haftalık, belki de birkaç aylık süreci hayatınız boyunca hiç sahip olmadığınız ve muhtemelen (ve umarım) bir daha sahip olmayacağınız (en azından bu ve benzeri koşullarda) bir zaman dilimi olarak görmek mümkün. Ve bu zaman dilimini epeydir yapmak isteyip vakit bulamadığınız herhangi birşeye ayırıp evde geçen vakti sıkıcı olmaktan çıkarabilir ve yaratıcı, eğitici ve öğretici kılabilirsiniz.
Öncelikle internet bağlantınız varsa bu demek oluyor ki bütün dünya cebinizde. Youtube veya benzeri platformları farklı hobi veya meraklarınızı giderek için kullanabilirsiniz. Yeni bir yazılım öğrenmeye başlayabilirsiniz profesyönel hayatınızda işinize yarayacak, belki de tamamen biresel zevk için bir takım yazılımları öğrenebilirsiniz. Belki tarihe ilginiz vardır ve okurken sıkılıyorsunuzdur, o zaman görsel olarak tüketebileceğiniz yeterinden fazla materyal mevcut. Bir dili öğrenmek istiyorsanız veya bildiğiniz bir dili geliştirmek istiyorsanız dil eğitim videoları var (eğitim kaliteleri hakkında  çok fikrim olmamakla birlikte bakmaktan zarar gelmez.). Veya normalde spor salonuna gidiyordum, ama simdi hepsi kapandı diye üzülüyor ve kendinizi dondurmaya vermiş (ve bir klişenin içinde yaşlarla dolu gözlerinizle sessiz çığlıklar atıp kurtarın beni diye etrafınıza bakıyorsunuzdur, ama kendi başınıza karantinadaysanız kimse duymayacak sizi, gereksiz dramatize ettiğim ve tasvirlerle süslediğim bu satırlardan sonra devam edelim artık zira şuanda da devam ettirmeyi sürdürdüğüm gibi bu kısım haddinden fazla uzadı...) olabilirsiniz. Fakat, youtube’da ve instagramdan haddinden fazla hatta sinir bozucu sayıda egzersiz videosu mevcut. Belki kas veya kardio çalışmayı sevmiyorsunuzdur ve daha içe dönük daha akış halinde ilerleyen egzersizler arıyorsunuzdur, misal yoga. Ücretsiz yoga akışlarının paylaşıldığı youtube kanallarıda fazlasıyla mevcut. 
Belki o kadar da Youtube düşkünü değilsinizdir, o zaman bu süreci epeydir kütüphanende asık sıratla duran ve sana ağız dolusu küfür etmeey hazır olan ve epeydir ihmal ettiğin kitaplarını kütüphaneden salondaki sehpanın üzerine alıp okumaya başlayabilirsin. Hem bir taşla iki kuş, hem kitapların gönlünü almış olacaksın, hem de okumuş (PATRON ÇILDIRDI!!!). Fakat formsuz olduğun için muhtemelen 1, 2 saat sonra beynin sütlü patates püresi kıvamına gelecek (ki hiç sevmem sütlü püre, insan gibi ez battisleri dimi, süt nedir??, bunu kenara not etmek lazım bir ara kesin gündeme getirecem bu konuyu, bu iş burda bitmedi!!!) ve devam etsen de ağzının kenarından 3 dk sonra salyan akmaya başlayınca böyle gitmeyeceğini istemeye istemeye kabul edeceksin. Tam o anda müzik imdadına yetişecek. Eskiden olduğu gibi müziğe ulaşmak için (ne kadar ehtiyar olduğuna bağlı olarak) plak, kaset, CD, veya MP3 playerının kapasitesiyle sınırlı değilsin, youtube, spotify, apple music, google music, amazon musıc... var oğlu var. Daha önce dinlemediğin tarzada müzikler veya daha önce dinlemediğin sanatçıları dinlemeye ve kulak pasını sildirebilirsin. Müzik de baymaa başlayınca evde ki malzemelere göre normalde yaptığın yemeklerde ufak tefek değişiklikler yapıp deneysel işlere girişebilirsin, ama bokunu da çıkartma hastaneler yeterince kalabalık şuanda :( 
Yemeğin bitince epeydir izleme istediğin ama iş güç/okul yoğunluğundan vakit ayıramadığın dizi ve filmleri izleyebilirsin. Yahut kendini bu konularda eğitebilirsin, misalen sinema tarihine adını yazdırmış önemli yönetmenlerin çektikleri filmleri izleyebilirsin, her akşam bir film izlesen hafta da bir yönetmenin çektiği filmleri bitirirsin eğer ki hedefte ki yönetmen süper kahraman ‘filmleri’ çekmiyorsa... (Martin Scorsese) Veya bu kadar bol vakit varken birikmiş dizilerinin tamamını izlemek de bir alternatif. Belki daha evvel yapmadığın birşeyler deneyebilirsin. Ne biliyim hiç podcast dinlemediysen podcast dinlemeye başlayabilirsin, ve sadece ses kayıdı olduğu için podcastler hali hazırda devam eden diziler veya açık alanda çekimi yapılan diğer medya unsurları gibi karantina sebepli sekteye de uğramayacaktır. 
Bu nokta da esas olan ise ne yapacak olursan ol, belli bir düzen içerisinde yapmaktan geçiyor, ‘nasolsa bir yere mi gittiğimiz var la?’ diye ‘berbat bir Türkçe telaffuzla’ düşünüyor olabilirsin, öncelikle seni kınıyorum ama burda isim verip seni bu yazıyı okuyan 4 akraba ve 3 arkadaşıma rezil etmeyeceğim... ahahahahaha... 
Neyse, özetle bu karantina günlerini bir zorunlu tatil ve ‘göt devirip yatma vakti’ olarak değil de, hayatını okula ya da işe giderken ki gibi düzenli bir şekilde geçireceğin günler olarak düşün. Yattığın ve kalktığın saat ve olabildiğince gerçekçi şekilde gün içerisinde neleri yapacağını zaman aralığı ile not al bir yerlere ve uymaya çalış. Emin ol ne işe başlayacak olursa bu süre içerisinde kendinin bile şaşıracağı hatta ‘yok artık, ben bu kadar işimi halletmişim!!’ diye kendine şaşıracağın günlere doğru ilerliyor olacaksın. Bu dediklerim hayal ya da abartı gibi gelebilir, fakat dene ve kendin için gör. Ufak bir hesap yaptığında kaybedeceğin birşey olmayacağını göreceksin. Ki o ufak hesabı yapmaya kafa yormak istemiyorsanda diğer kuvvetli alternatife bak. ‘Eve tıkılı kaldık.’, ‘offff acaba ne zaman bitecek bu salgın?’, ‘çok sıkıldım!’, ‘dünyada ne kadar kötü şeyler oluyor.’, vs. vs. senin gününü ve modunu düşürecek düşüncelerin içerisinde çırpını duracaksın ve akşam hava kararınca iyice karamsarlaşacaksın. Ve senin bu modunu düşüren olaylara bireysel olarak yapabilecek bir etkin olmaması gerçeği de bir noktada kendini daha da kötü hissetmene sebep olacak. Fakat, kendini bir veya birkaç konu, hobi ve/veya alanda geliştirmeye verirsen olacak olanlar yeni beceriler geliştirmen, yeni konularda bilgi edinmen ve hepsinden önemli yeni şeyler öğrenmen ve dünyayı daha farklı ve daha derinlemesine anlaman olacak. Ve bu süreçler başlı başına harika süreçler olmakla beraber bir şeyi öğrenmenin veya anlamanın verdiği mutluluğu ve hazzı tadacaksın sonra gelsin dopamin, gitsin seratonin, sonra gelsin endorfin, konaklasın oksitosin. 
Özetle şunu demeye çalışıyorum, hayat kimse için kolay değil, koronavirüsü çıkana kadar herkesin kendi beklenti ve hedeflerinin sonucu olarak uğraştığı bir takım sorunlar ve problemler vardı. Şimdi ise hepimiz hastalanmama refleksini aktive ettiğimiz için problemlerimiz ortak. Bu problem çözülünce önce ki problemlerinize eski kafa yapınızla dönebilirsiniz. Ya da bu süreçte kendinize yatırım yapıp aynı ya da benzer problemlerle karşılaştığınızda daha farklı perspektiflerden bakıp daha farklı çözümler üretebilirsiniz. Hayat hiçbir zaman kimseye karşı adil değildi, adil olmayacak da, olmak gibi bir sorumluluğu da yok; veya kimse bütün hayatını mutlu geçirmedi, zira hayatın temelinde mücadele etmek var, ki güzel kılan şey de bu aslında. İşte bu sebepler ve durumlardan ötürü bu karantina sürecinde kendinize yatırım yapmak (herhangi bir konuda), elinizdeki ekstra vakti efektif kullanmak anlamı taşıyacak. 
Bu hafta aslında yazı yazasım yoktu ama ‘bilmem kaç’ haftadır hiç aksatmadan bu yazıları yazmaya devam ettiğim için, hem kendine hem bu kurduğum haftalık rutine hem de yazımı okuya 4 akraba ve 3 arkadaşa (bu şaka bundan sonra böyle gider ahahahaha) karşı hissettiğim sorumluluktan ötürü böyle bir konudan bahsetmemin iyi olacağını düşündüm. Hepimizin hayatta etki alanı genel olarak çok dar veya etkimiz çok az (belki fark edilemeyecek düzeyde), ama kendimiz üzerinde etkimiz bir o kadar yüksek sadece bunun farkındalığını yaratmak istedim sizlerde böylece bu perspektifte bana yazımı okuyan bu 7 kişiden 2′si 3′ü bana katılsa kardır (ahahah çok gülüyorum ahahaha). 
Yazımı sonlardırmadan, sıkıntılı ve karamsar günlerden geçiyoruz doğrudur, psikolojik olarak hepimizi yoran bir süreç bu ama unutmayın!!!! İnsanı bütün insanlık tarihi boyunca doğadaki diğer canlılara karşı ‘üstün’ kılan becerisi adapte olabilmesiydi değişen koşullara. İşler hiç beklemediğiniz şekilde kötü gidiyor ve bütün düzeniniz bozulmuş olabilir. O zaman elde ki parçalarla yeni bir düzen kur!! Bundan daha evvel defalarca yaptığın gibi, atla deve değil en nihayetinde. Bir de bu hafta rastgele bir zaman da kendimi kafesteki bir hayvanla kıyaslamam söz konusu oldu. Düşünsenize afrikanın düzlüklerinde koşarken bir anda bir ağırlık çöküyor üzerinize ve uyuyakalıyorsunuz. Gözünüzü açtığınızda herşey normal görünüyor ama önümüzdeki gri çubuklara bakıyorsunuz ve o çubuklar heryerde, ve bütün gün bir sürü daha önce çok az gördüğünüz türde hayvanlar gelip size 10 saniye bakıp sonra sizin 20 metre ötenizde afrika da olsanız bir lokmada yiyeceğiniz ama şu an durmuna üzüldüğünüz zebraya bakıp, sonra çakallara ordan da başka hayvana geçtiler. Bu günleri bir de kafese tıktığımız hayvanlara yaptığımız eziyeti gözden geçirmek için kullanabilir...
Kendinize iyi bakın, sağlık, sıhhat ve keyif sizlerle olsun.
~tmg
Edit#1: Bu arada yaşadığımız günler muhteviyatı itibariyle 100 yılda bir yaşanacak türden günler olması münasebetiyle ileride de önemle anılacaktır. Bu sebeple naçizane günlük tutmanızı öneririm, arkada bugün olanlarla ilgili sizin gözünüzde sürecin nasıl göründüğünü anlatan belge(ler) bırakmak adına, bir de umarım olmaz ama virüsü kapacak olursanız, nerede ne zaman kapmış olabileceğinizi takip etmek açısından önemli olabilir.
1 note · View note
frjunior · 5 years ago
Photo
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
İLLÜSTRASYON 
İllüstrasyon,resim sanatının abartılı ya da doğada benzeri görülemeyecek ve deneysel olarak kurgulanamayacak kompozisyonların resmedilmesi demektir. Gerçekçi resim sanatının bir dalı sayılabilir. Genellikle reklam, eğitim ve fantastik anlatımlara destek olarak çizilir veya bizzat kendisi sanatsal çalışma olarak tasarlanır.
Antik mağara resimlerinden, günümüzde gazetelerde çizilen karikatürlere kadar farklı illüstrasyon örnekleri vardır. Grafik sanatların bir koludur.
İllüstrasyon ilk örneklerini Alman Nazileri döneminde komutanlar arası mesajlaşmada kullanılmıştır. Almanlar’ın ürettiğini söyleyebileceğimiz illüstrasyon, İtalya'da da büyük ilgi görmüş bir sanattır.
Genellikle ilk illüstrasyon sanatçıları siyasi amaç gütmekteydi, bir süre sonra bu algı kendisini sanata bıraktı.
Cennet, cehennem, şeytan ve melek. Dini kavramlar hayatımızda bizi yüksek dozda korkulara ve hayranlığa itmiştir. İnsanlar dört büyük kitabın anlattığı muazzam hikayelerden hem ders çıkarmış hemde korkularından ‘Günah’ tanımından uzak durmuşlardır. Günümüzde modern dünya insanları bu farklılığı görmeseler bile yüzyıllardır illüstrasyon hayatımızın bu şekillerde yapı taşı olmuştur. Bakış açımızı değiştirip başka bir noktadan bakarsak aynı durum küçüklüğümüzde annelerimiz ve babalarımız tarafından anlatılan masallarda da geçerlidir.
Aynı durum ateist bakış açısında yaşayan insanlarda da mevcuttur. Okudukları kitapları ve hayatlarının merkezi yaptıkları bilimsel bakış açısını aynı büyü ile kendilerine katarlar. Yaşam tarzlarını bu büyüye göre dizayn ederler. İnançlı insanların yaşadığı hazzı aynı derecede yaşarlar...
İnsan ruhu çok büyük bir denizdir. Sevgi,aşk,hüzün vb. hisleri çok derinden yaşar ve hisseder. Bu bütün duygular insan ruhu ile birleşerek büyük bir illüstrasyon oluşturur lakin insanoğlu bu bütün duyguları bu bilimsellikle göremez. Hissettikleri şeylerin derinliklerinde kaybolurlar. Biz ise buna çok güzel bir isim veriyoruz. İNSANİ İLLÜSTRASYON...
Şimdi yazdıklarımın sonuna gelirken sizinle yukarıda paylaştığım illüstrasyon sanatçılarının eserleri hakkında yorumlarımı paylaşmak istiyorum.
Birinci fotoğrafı incelediğimiz zaman gördüğümüz ilk şey baskılar ile oluşan iş hayatının  veya eğitim hayatının insanlar üzerindeki etkisini görüyoruz. Bir patronun yada öğretmenin bir insan üzerinde ne denli etki halinde olduğunu kendi yaşantımızdan görebiliriz. Sistemin içerisinde sadece yavaşça ilerleyen bir tırtıl...
İkinci fotoğrafı incelediğimiz zaman geçmiş zamanın en büyük komedyeni ve oyuncusu Kemal Sunal’ı görüyoruz. Onun kamera önünde kullandığı mükemmel karakteri yani Şaban karakterinin illüstrasyonunu görmüş oluyoruz. R.I.P KEMAL SUNAL...
Üçüncü fotoğrafı incelediğimiz zaman özgürlükçü düşünce sahibi olan bir illüstrasyon sanatçısının eseri. Kuşları kullanarak düşüncelerin özgür halde kalması gerektiğini ve bunların saygı ile dinlenip değer katılmasını gösteriyor.
Dördüncü fotoğrafı incelediğimiz zaman benim beynimde ikidüşünce oluşuyor. İlk düşünce ağaçları kesen bir cahil adamın nefret ve bilgisizlik ile gözlerinin pörtlemiş halinin ağaç ile bütünleşmesi. Diğer düşüncem ise ağaç sevgisi muazzam olan bir insanın ağaçlar ile bütünleşerek onların bir parçası haline gelmesi. Sayın okuyan bu illüstrasyon o kadar başarılı bir çalışma ki insan beyninde bir çok noktayı hareket haline geçiriyor...
Son fotoğrafı incelediğimiz zaman hayatını yaptığı işler ve başarı hırsı yüzünden yaşayamamış bir adamı görüyoruz.
İLLÜSTRASYON HAYATIMIZIN HER NOKASINDA. BUNLARI FARK EDİP ANLAMAK HER RUHUN HARCI DEĞİL...
9 notes · View notes