#ateist
Explore tagged Tumblr posts
cagdasyatirim · 1 month ago
Text
Tumblr media
3 notes · View notes
insanzee · 1 year ago
Text
Tumblr media
Darwin dedeyi de kaybettik😂
O zaman günaydın bazı Müslümanlar, günaydın bazı Nonteistler, günaydın hanımlar, beyler hepinize mutlu, huzurlu, umut dolu sağlıklı bir hafta dilerim.☕🍫🐞☘️💐🕊️💙🌹🤍
29 notes · View notes
yolyabtiyol · 21 days ago
Text
"Felsefe asla cevaplanamayacak sorulardır. Din asla sorgulanamayacak cevaplardır." – Daniel Dennett
Tumblr media
2 notes · View notes
smilekeles · 2 months ago
Text
Tumblr media
2 notes · View notes
kubalatte · 2 months ago
Text
İnsanların tanrı inancını sadece sıkıntılarından bir kaçamak, umut olarak kullanması o kadar rezil geliyor ki… Kötü bir olay yaşıyorlar ve tanrı inancını sadece bu kötü olaydan bir kurtuluş kaçamak olarak kullanıyorlar evet bana bu kötü olayı yaşattı şuan mutlu ama bunun karşılığını elbet diğer dünyada alacak diye kendilerini tatmin ediyorlar. Madem tanrı inancını nasılsa diğer dünyada karşılığını alacak diyerek bir tatmin aracı olarak kullanıyorsun, senin yaptığın kötülüklerin diğer dünyada bir karşılığı olup olmayacağını neden düşünmüyorsun? İnsanlar o kadar nankör ki normalde aklının ucuna bile gelmeyen tanrı inancını kötü olay yaşadığında ağrı hafifletici olarak kullanır. Madem tanrıya bu kadar bağlısınız onu sadece acınızda bir karşılık verici olarak kafanızda bulundurmayın. Çünkü çok aciz duruyor.
3 notes · View notes
okusanaorgsblog · 7 months ago
Text
İnsanlar Neden Ateizme Yöneliyor?
Son yıllarda, özellikle gençler arasında ateizmde gözle görülür bir artış yaşanmaktadır. Bu durum, birçok kişi tarafından merak konusu olmaktadır. Peki, insanlar neden ateizme yönelmektedir?
2 notes · View notes
incehareket · 1 year ago
Text
yüksekten atmaca 1
inanç bir zamanlar bir iç mevzu idi, insan kalben kendini o karar içinde bulurdu, bazen aklıyla ikna olarak bazen de sebebini bilmediği bir hissin peşine takılarak. sonra inancın bir piyasası oldu, piyasanın kuralları ve kuralın olduğu yerde de kaçınılmaz olarak ihlaller...
bol keseden atarken şöyle yüksek bir giriş yapardım: 2 cuma namazını üst üste kaçıran deistim diyor, 2 cuma üst üste deistim diyen üçüncü hafta agnostik oluyor, anlaşılmadığı ve kendini izah edemediği için dinsiz ilan edilen agnostik neticede ateist oluyor ve öldüğü vakit iyi bir müslüman olduğuna coşkuyla şehadet eden bir topluluğun kıldığı cenaze namazını müteakip yakın bir mezarlığa defnediliyor, ruhuna fatiha. döngüye gel.
inancın sarsılması bir olaylar zinciri neticesinde gerçekleşiyor, misal, maruz kalınan haksızlığa karşı güvendiğin insanların takındığı tavır direkt olarak o kişinin inancına yönelik eleştiriye dönüşüyor: "Hani inanıyordu, hani dindardı, hangi din lan bu..." Haksızlığı yapanlar, haksızlığa karşı susan dilsiz şeytanlar, sinsi şahitler, şakşakçılar, goygoycular, eyyamcılar, ortaklar... Onun dini buysa ben inanmıyorum diyerek alternatif bir din oluşturma çabasına giriliyor. Kişileri geçip onların inandığı kitaba baktığında sorduğu sorulara karşın kendisine cevap veremeyen bir kutsal kitabın suçlanması devreye giriyor. sorunun cevabı kabak gibi orada dursa da yanlı bir okumayla tarihsel bir metin gibi de bakılabiliyor, ve sonuçta hoş geldin deist kardeş.
inançsızlık yolunda sorgulama ve neticede kalbine yakın bir cevap bulma yine de mantıklı sayılabilir. fakat bu yolda bir yöntem daha var ki yolları asfalt döşüyor. aslında kaliteli bir din yaşamak isteyenler de buraya çok geliyor. dini alışkanlıkların ve ibadetlerin terki. sağ ayak sol ayak, sağ el sol el ile başlayan önemsiz görülen alışkanlıklar, sonrasında kalbim temize kadar giden... Allah benim bu halimi huzuruna kabul etmez zaten. Bu kıldığım namaz mıdır, aklımda bunca şey. Çok günahım var, huzura gelmeye yüzüm yok. Ben Allah olsam bana bakmazdım. Ben olsam almam beni, adamdan saymam beni... Aslında bunlar tamamen semboller, Allah bizim kendisine yönelmemizi istiyor o kadar... evet her şey sembol, her şey şifre, her şey anahtar. klapaucius gibi rosebud gibi. sonsuz huzura ermenin şifresi rosebud olsa sen onu kazablanka diye girsen nereye varırsın biliyor musun? işte bu tip düşünceler neticesinde de hoş geldin agnostik kardeş.
siyasal islamın -maalesef- ateizmi beslediği şu çağda yapılacak tek şey neye inanıyorsak onu yaşamamız. hatalarımıza eksiklerimize rağmen. kendimizi ocak dışı ilan etmeden, aforoz etmeden. gücümüzün yettiğince devamlılık ve tutarlılık. bunlar da bulaşıcı üstelik. bende olan sana geçer. bendeki iyiyi elimde tutmak için sana da sahip çıkmam gerekir o yüzden. kötülükler zaten wunschpunsch gibi anında yayılıyor, önemli olan tayrenia ile bubonike karşı büyüyü bozacak şifreyi bulmak. şifre: Allah'a yönelmede devamlılık ve istikrar.
sadece ateizmin kafiriyim diye bir cümle yazacaktım, konu nerelere geldi.
bu konu devam eder.
2 notes · View notes
derdiderun · 2 years ago
Text
Tumblr media
Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi vesellem) 'in Peygamberliğine Niçin İnanmalıyım?
Bu sorunun cevabını aramak için gelin on beş asır öncesine, Hicâz bölgesine gidelim. Gözlerinizi kapatın ve bir ortam hayal edin. Öyle bir ortam ki, putlara tapılıyor, kötülüklerin başı olan içki su gibi içiliyor, kadınlar köle gibi satılıyor ve hiçbir hak hukuka muhatap kılınmıyor, kız çocukları diri diri gömülüyor, kabile savaşları almış başını gidiyor, zina son derece yaygın şekilde yapılıyor, insanlar kendilerince uydurdukları çirkin nikah çeşitleriyle kadınlarla beraber olabiliyor, güçlü zayıfı eziyor ve insanlar nefislerinin ve arzularının peşinde ölçüsüz azgınca bir hayat yaşıyorlar.
Böyle bir toplum içinde bir kişi çıkıyor ve insanları tek olan Allah'a (celle celaluhu) ibadet etmeye çağırarak yukarıda saydığımız tüm kötü alışkanlıkları bırakmaya davet ediyor. Bunu yaparken, böylesine azgın bir toplumdan nasıl karşılık göreceğini de gayet iyi biliyor. Hatta bu davetinin onu öldürülme tehlikesiyle karşı karşıya getireceğinin de farkında. Fakat O Rabbi'nden aldığı emirle tüm bunlara bakmaksızın vazifesini yapıyor.
İşin dikkat çeken yanı, bu zatın davet etmiş olduğu şeyler insan nefsinin arzuladığı şeyler de değil. Aksine nefsin zorlanacağı şeylere davet ediyor çevresini. Davet ettiği şeyler içerisinde oruç gibi nefsin azgın arzularını kıran yemekten içmekten kesilme gibi bir ibadet var. Zamanın en büyük kazanç kaynaklarından biri olan faizi ayaklar altına almak var. Nefsin en zayıf noktalarından biri olan şehvet dürtüsünü dizginlemek ve nikahlı olunan kadının dışında namahrem kadınlarla -bırakın zinayı- görüşmemek var.
Buna rağmen zamanla insanların onun davetine birer, birer, onar, onar, yüzer, yüzer icabet ettiğini görüyorsunuz. Oysa o günün şartlarında bu davete icabet eden insanlar bunun bir karşılığının olacağını ve yeri geldiğinde bunu canlarıyla ödeyebileceklerini de bilmekteydiler. Öyleyse hem nefislerinin hoşuna gitmeyen hem de canlarını kaybetmeleriyle sonuçlanabilecek olan bu olumlu tepkiye onları iten şey neydi? Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) onlara para veya kadın gibi dünyalıklar vadetmiyordu ki davete icabet etmenin bir cazibesi olsun! Aksine bu davete icabet karşılığında onlara başlarına gelebilecek her türlü tehlikeyi göze almalarını peşinen söylüyordu.
'Hz. Muhammed'in (sallallahu aleyhi vesellem) peygamberliğine niçin inanmalıyım? sorusunun cevabı tam da burada yatmaktadır. Yani onda normal insanlarda bulunmayan bir `güç`, bir `kabiliyet` vardı demek ki. Bu öyle bir cazibe gücüydü ki, hiçbir zengin bunu mâlî imkanlarıyla, hiçbir devlet başkanı da bunu askeri gücüyle elde edememişti. Edemezdi de zaten. Çünkü bu bambaşka bir şeydi. O kadar başka bir şeydi ki, savaşlarda onun ashabı ona bir zarar gelmesin diye başlarını ona yönelen okların önüne atıyorlardı. Gözlerinden daha titiz şekilde koruyorlardı onu. Halbuki Allah Resulü'nün (sallallahu aleyhi vesellem) onlardaki bu bağlılığı elde etmek için ne bir askeri gücü vardı ne de bir şeyden korkutuyordu. Bu o kadar başka bir cazibeydi ki, asırlar ve bugün milyarlarca Müslüman hep aynı aşkla bağlanmıştı ona.
Öyle ki, Müslümanlar sırf o yapmış diye birbirlerini gördüklerinde selam veriyor, yemek yediklerinde dua ediyor, sakal bırakıyor, sarık sarıyor ve binlerce sünneti bir askeri disiplin edasıyla yerine getiriyorlar. Tüm dünyadaki Müslümanlar farklı coğrafyalarda yaşamalarına rağmen bu sünnetleri öyle bir yerine getiriyorlar ki dışarıdan bakıldığında sanki tek bir görüntü oluşuyor. Böyle bir mânevî gücün normal bir insan tarafından oluşturabilmesi mümkün mü? Mümkünse buyurun, oluşturun da görelim. Veya oluşturulmuş olanını gösterin de bilelim!
Yıllarca içki içmiş, adeta alkol tutkunu olmuş o topluluğa belli bir sürecin sonunda, içkinin şeytan işi bir pislik olduğuna dair ayeti okuduğunda hepsi birden "vazgeçtik, vazgeçtik" diyorlar. Ellerinde ve evlerinde ne kadar içki şişesi varsa hepsini kırıyorlar. Hatta Medine sokaklarının günlerce şarap akıttığı söyleniyor. Peki şimdi elimizi vicdanımıza koyarak soralım kendimize: Hiçbir askeri güç kullanmaksızın bir topluma bir tek emirle yıllardır alışkın oldukları bir adeti bıraktırmak mümkün müdür? Kaldı ki sadece o gün yaşayan insanlar değil, on beş asırdır tüm müminler aynı emre riayet ederek ağızlarına içkiyi sürmüyorlar. İçki satan dükkandan alışveriş yapmıyor, içki bulanan sofraya oturmuyorlar bile.
Milyarlarca insan üzerinde oluşturulmuş olan bu etkinin `nübüvvet gücü'nden başka bir izahı olabilir mi? Siz bu etkiyi bilimle oluşturabilir misiniz? Sormamıza bile gerek yok, oluşturamazsınız. Zîra bugün sigaranın sağlığa zararlı olduğu bilimsel olarak ispatlanmış ve ilan edilmişken hatta sigara kutularının üzerinde bile "sigara içmek sizi öldürür" yazıyorken pek de etkili olmuyor bu yöntem. İnsanlar gidip sigara paketini satıp alıp, üzerindeki o tembihlere baka baka içiyorlar sigarayı.
Bugün yüz tane bilim adamını bir topluluğa dönüştürmeleri için, onlara alışık oldukları adetlerini bıraktırmaları için bir yöreye göndersek ne yapabilirler acaba? Bir şey yapamayacaklarını biz de biliyoruz değil mi? O halde, manevi gücüyle, nübüvvetin bereketiyle insanlar üzerinde bu kadar tesir oluşturmuş olan Allah Resulü'nün (sallallahu aleyhi vesellem) peygamberliğine inanmak için başka sebepler aramaya gerek var mıdır kardeşim? Unutma ki dünyada hiç kimse onun kadar sevilmedi ve sevilmeyecek. Bu da onun Allah (celle celaluhu) katından gönderilmiş ve manen takviye edilmiş bir peygamber olduğunun açık delilidir.
Son olarak şu noktaya da değinelim: Düşünün, on beş asır önce Allah (celle celaluhu) indirdiği kitabında Hz. Peygamber'in (sallallahu aleyhi vesellem) şahsı için "Senin şanını ve ününü yüceltmedik mi? (İnşirâh, 4.) buyurmuş. Ve hakikaten de baktığımızda hem yaşadığı dönemde hem de bugüne dek asırlar boyunca kimse onun kadar şanına şan, şerefine şeref katmadı. Hiç kimse onun kadar takip ve taklit edilmedi, edilmiyor. Hiç kimse onun kadar sevilmedi, sevilmiyor. Bir insan eğer bu durumu kendi gayreti, kabiliyeti, imkanı ile elde edebiliyorsa neden bunlara sahip ve talip olan birçok insan için, böyle bir şey söz konusu olmadı? Bu durum da bize Allah Resulü'nün (sallallahu aleyhi vesellem) bu meziyetinin Allah'ın (celle celaluhu) sadece ona verdiği büyük bir nimet olduğunu ve onun hak peygamber olduğunu çok net göstermiyor mu? Düşünenler için bunlarda ne kadar büyük ibretler vardır.
|Sorun Kalmasın - Ömer Faruk Korkmaz
14 notes · View notes
ateist · 2 years ago
Text
Müftü Sent / Dur Namaza (Arayıpta bulamadığınız piyasayı alt üst eden o rap şarkısı)
5 notes · View notes
deadbattsblog · 2 years ago
Text
раніше я вірила в бога та ходила з батьками в протестанську церкву, але потім зрозуміла що не вірю в це. теперь мені постійно виносять мозок через це та приходиться ходити через раз до церкви
3 notes · View notes
cagdasyatirim · 2 years ago
Text
Tumblr media
5 notes · View notes
sebperest · 2 months ago
Text
10 Kasım'da Murat Bardakçı'yı saygıyla anıyorum.
0 notes
belkidebirharfimben · 5 months ago
Text
Molozların mimarlığına kim inanır?
Bediüzzaman Hazretleri inci-mercan eserlerinin bir köşesinde de diyor ki: "Sâni, masnû içinde olamaz." Bu hakikate en çok tohum misaliyle yaklaşıyorum ben. Evet. Tohum. Çünkü tohum zâhirî nazarda hem inşa edilen hem yıkılandır. Yani, bir tohum çimlenmeye durduğunda, aslında kendisini yıkmaya durmuştur. Başkasını inşa ederken benliğini yıkmaya başlar. Çürür. Fakat o çürümenin içinde hayat vardır. Yepyeni bir varoluş vardır. Tohumluktan çok aşkın bir inkişaf vardır. O yüzden tohumun hali hem masnû hem Sâni olmayı kaldıramaz. Zira yaratan olmak kendisi kalabilmekle mümkündür.
Bir mimar yapacağı binayı hergün başka bir 'şey'e dönüşerek inşa edemez. Bir inşa faaliyeti yürütmek özünde intizamlı bir faaliyet yürütmektir. Bu da fiilerin tamamının bir bütünün amacına hizmet etmesi anlamına gelir. Aynı amaca hizmet etmek insan bedenine kıyasla ruh sahibi olmak gibidir. Bütün zerrelerin birbirinin amacında olması lazımdır. Bütünün amacına hizmet etmesi lazımdır. O sayede bütünlük devam edebilir olur. Eğer bir mimar, inşa faaliyeti sırasında, sabitesi kalmayacak şekilde değişken olursa, elinden çıkan fiiler de düzenliliğini yitirir. Kendisi olmayı hatırlamayanlar vâdeli eylemlerde bulunamaz. Hafızası olmayanın düzenliliği yoktur. Ruhu olmayanın bir amacı takip etmesi mümkün değildir. Hafıza yokluğunda irade de yokolur. Değişkenlik, sahibiyle birlikte, fiilerin arasındaki bağları da yokeder. Fiilerin bağı kalmadığında, yani bir amacı takip ediyor olmadıklarında, vücud sahası terkedilir. Denilebilir ki hatta arkadaşım: Her türden bomba en özünde mezkûr sulhü bozmaya dayanır.
Bu pencereden baktığımızda 'kanun' kabilinden kainatta gördüğümüz her tekrarın aslında 'büyük bir hafızanın izleri' olduğunu söyleyebiliriz. Fizik eşyanın 'nasıl eyleyeceğini hatırlaması' gibidir. Kimya yine öyledir. Biyoloji yine öyledir. Aslında bütün bilimdalları varlığın 'sanki ruh sahibiymiş gibi' kendiliğini tekrar etmesi sırrına bağlanır. Ahmed'i bugün yaralayan yarın da yaralar. Bu Ahmed'i bir karakter sahibi yapar. Ona Ahmed denmesini sağlayacak sabiteler sahibi yapar. Prensip sahibi olmak kendiyle çelişkiye düşmemektir. Ruh bu türden kendiliklerimizin yekününe benziyor. Allah her an değişen bedensel varlığımız içinde kendimizi tanımamızı sağlayan bir 'sabiteler âlemi' bulunduruyor. O sabite âlemi sayesinde ne bedenimizdeki ne de çevremizdeki değişimler bütünlüğümüzü dağıtamıyor. Evet. Hiç değişmiyor değiliz. Kabul. Ama yine de kim olduğumuzu hatırlamayacak kadar değişmeyiz.
Kütle çekim yasası bir hafıza tezahürüdür. Nasıl? Şöyle: Yani kütle ne yapacağını 'hiç unutmamacasına' hatırlamaktadır. Hatta insandan da iyi hatırlamaktadır. Unutkanlığı sıfırdır. Yoktur. Varolduğu her yerde fiziğiyle, kimyasıyla, biyolojisiyle vs. birlikte vardır. Evet. Ne muhteşem birşey! Varlık, o varlığın 'ne'liğini taşıyan ilmiyle beraber varolmaktadır. Bir demir atomu görevlendirdiğiniz her yerde o "Ben hâlâ o tanıdığınız demirim arkadaşlar!" demeyi unutmaz. Hem de hiçbir detayıyla unutmaz. Bilimin bile kuşatamadığı kadar unutmaz. Bilim ancak bu hafızayı çözdüğü kadar bilimdir.
İşte ben bu 'hafıza delili'ni yaratılışın delili saymaktayım. Zira hafıza arkasında ilmi görmekteyim. Hafıza da bilmenin bir tezahüründen başka şey değildir nihayetinde. Hatırlayan ancak bildiğini hatırlar. Daha büyük bir hakikate doğru başımızı kaldırırsak hatta: Unutmayanın hatırlamaya da ihtiyacı olmaz.
Dikkat kesilelim: Canlılarda, hatta canlıların en üstünü insanda bile, dörtbaşı mâmur şekilde bulamadığımız şu hafızayı cansızlarda en muhteşem şekliyle bulmaktayız. Ben âdemiyetimi unuttuğum işler yapabiliyorum. Ne bileyim, yalan söyleyebiliyorum mesela. Yahut çeşitli zulümler işleyebiliyorum. Pişman olabiliyorum. Bedeli sayılacak vicdan azapları çekiyorum. Vicdan hafızayla beraber çalışıyor. 'Olması gereken' diye hafızamda tuttuğum şeyin izini kaybettiğimi farkediyorum. Cansızlar bunu asla yapmıyorlar. Cansızlar asla pişman olmuyorlar. Zaten pişman olacakları bir hafızasızlık da işlemiyorlar.
Çok dolaştırdım sizi. Epey de yordum. Tohuma geri döneyim. Tohum yapacağı şeyi kendisini yıkarak inşa ediyor. Tohumun ağaçlığı esasında tohumluğundan vazgeçişi. Tohumluğunu yıktığında ağaca dönüşüyor. Fakat bir Ustanın kendisini öldürerek eserini inşa etmesi mümkün değil. Hem yıkılan hem yapan olması mümkün değil. Yıkılan yapma yeteneğini kaybeder. O yüzden, mürşidim başka bir yerde, "Maahaza, icadın esbaba isnadında lâyüad külfet, garabet olmakla beraber, pek çok muhâlâta zemin teşkil ediyor..." dedikten sonra şunun imkansızlığını anıyor: "Herbir zerrenin hem hâkim, hem mahkûm olması lâzım gelir: Kubbeli binalarda birbirine dayanmakla düşmekten kurtulan taşlar gibi..."
Hem hâkim hem mahkûm olmak, işte, yukarıda benim de işaret etmeye çalıştığım şey. Şeylerin varoluşundaki acayip şey. Birşey varolurken sebepler dairesinde kendisini varedeni yıkıyor. Sebep, hâşâ, artık nasıl bir yaratıcıysa, kendisi yokolurken varoluyor yarattığı. Tohum kurban olurken ağacın sırrı ortaya çıkıyor. Halbuki altını çizmiştik: Yaratış süreci yaratan için bir 'kendi olarak kalma'yı zaruri kılar. Gezegenler etrafında düzenle dönüyorsa bu güneşin sabiteliğindendir. Allah Kadîm'dir. Hep vardır. Öncesi yoktur. Ezelî'dir. Değişmez. Bâkî'dir. Sonrasından bahsedilemez. Evet. Sabiteliği böyle Subhan bir sabiteliktir. Kainattaki muhteşem değişim de ancak böyle bir sabiteliğe dayanırsa varolabilir. Anların bile yeni âlemler vücuda getirdiği bu düzen kendisini yıkarak doğuran bir anneliği kaldıramaz.
Belki biraz da bu hikmetle İhlas sûresinde buyrulur:
"O ne doğurmuştur ne de doğurulmuştur."
En büyük resme baktığınızda, hâdis olan, sonradan olan, değişen, dönüşen herşey bir tohuma benzer. Herşey başka birşey olurken kendiliğini yıkar. Ödün verir. Dağılır. Kainat, parçalarının tamamı başka tohumlar yaratılırken yıkılan tohumlardan oluşan 'bir büyük tohum'dur. Yüzü ahiret ağacına bakan bir tohumdur. Yıkılmaktadır. Bir bina yerine yapılacak binanın nasıl mimarı olabilir? Halbuki kendisi yıkılmıştır. Kendisi kendisi kalamamıştır. Malzemesi diğer oluşun hammaddesi kılınmıştır. Diğer oluşun hammadesi olacak derecede parçalanmışken, ademe yaklaşmışken, nasıl olup da yeni bir inşaatı yaratacak kadar muhteşem bir sabiteliği saklayabilmiştir? Subhanallah. Bediüzzaman Hazretlerinin "Sâni, masnû içinde olamaz..." derken vurguladığının biraz da  bu olduğunu düşünüyorum arkadaşım. Allahu a'lem. Evet. Altını çizelim: En doğrusunu elbette Allah bilir. Ben de affımı o Rahman'dan dilerim.
1 note · View note
smilekeles · 3 months ago
Text
Tumblr media
1 note · View note
tubayfirat · 5 months ago
Text
"BOŞA GİTMESİN"
Söz ve Müzik: Tubay Fırat
1 note · View note
ceritaberkat · 1 year ago
Text
Kenapa Kamu Memilih Ateis? Beberapa alasan dari mereka adalah.
Sebenarnya apa itu Ateis, Arti Ateis adalah sebuah pandangan filosofi yang percaya tidak adanya keberadaan Tuhan atau entitas ilahi dan dewa-dewi, atau pun penolakan terhadap Teisme (percaya Tuhan) yang di sertai dengan klaim.
Ateis atau disebut Ateisme pastilah tidak sudi untuk memeluk agama atau bergabung dengan aliran kepercayaan apapun.
Jadi, Apa Alasan Mereka Menjadi Ateis
Tumblr media
Seseorang telah memiliki alasan yang cukup kuat untuk memilih keputusannya menjadi seorang Ateis, bahkan mereka yang sudah memiliki keyakinan sebelumnya dan memutuskan untuk meninggalkan keyakinan dan memilih jalan hidup tanpa kepercayaan akan adanya Tuhan. 
alah satu seseorang menjadi Ateis adalah karena mereka merasa kecewa dengan agama. Bagi beberapa orang, pengalaman tertentu dapat sangat merusak atau menghancurkan keyakinan mereka terhadap agama.
Kekecewaan terhadap agama ini berasal dari pengalaman negatif atau menyaksikan tindakan yang bertentangan dengan prinsip-prinsip agama yang mereka anut.
Tidak Percaya Pada Keberadaan Tuhan
Secara umum yang di maksud dengan Ateis adalah ketidakpercayaan pada keberadaan Tuhan, ini menjadi alasan utama mereka memilih menjadi seorang Ateis.
Mereka menganggap argumen dan bukti yang diajukan oleh penganut dan tokoh agama tidak cukup kuat untuk meyakinkan bahwa keberadaan tuhan itu nyata adanya
 Sebagai manusia, kita semua berusaha untuk menemukan kebenaran dan makna dalam kehidupan kita, bagaimana kehidupan mereka dengan kepercayaan yang mereka yakini tyanpa adanya entitas Tuhan, Selengkapnya yuk di rumah Berkat
1 note · View note