#hilkat
Explore tagged Tumblr posts
belkidebirharfimben · 5 months ago
Text
Molozların mimarlığına kim inanır?
Bediüzzaman Hazretleri inci-mercan eserlerinin bir köşesinde de diyor ki: "Sâni, masnû içinde olamaz." Bu hakikate en çok tohum misaliyle yaklaşıyorum ben. Evet. Tohum. Çünkü tohum zâhirî nazarda hem inşa edilen hem yıkılandır. Yani, bir tohum çimlenmeye durduğunda, aslında kendisini yıkmaya durmuştur. Başkasını inşa ederken benliğini yıkmaya başlar. Çürür. Fakat o çürümenin içinde hayat vardır. Yepyeni bir varoluş vardır. Tohumluktan çok aşkın bir inkişaf vardır. O yüzden tohumun hali hem masnû hem Sâni olmayı kaldıramaz. Zira yaratan olmak kendisi kalabilmekle mümkündür.
Bir mimar yapacağı binayı hergün başka bir 'şey'e dönüşerek inşa edemez. Bir inşa faaliyeti yürütmek özünde intizamlı bir faaliyet yürütmektir. Bu da fiilerin tamamının bir bütünün amacına hizmet etmesi anlamına gelir. Aynı amaca hizmet etmek insan bedenine kıyasla ruh sahibi olmak gibidir. Bütün zerrelerin birbirinin amacında olması lazımdır. Bütünün amacına hizmet etmesi lazımdır. O sayede bütünlük devam edebilir olur. Eğer bir mimar, inşa faaliyeti sırasında, sabitesi kalmayacak şekilde değişken olursa, elinden çıkan fiiler de düzenliliğini yitirir. Kendisi olmayı hatırlamayanlar vâdeli eylemlerde bulunamaz. Hafızası olmayanın düzenliliği yoktur. Ruhu olmayanın bir amacı takip etmesi mümkün değildir. Hafıza yokluğunda irade de yokolur. Değişkenlik, sahibiyle birlikte, fiilerin arasındaki bağları da yokeder. Fiilerin bağı kalmadığında, yani bir amacı takip ediyor olmadıklarında, vücud sahası terkedilir. Denilebilir ki hatta arkadaşım: Her türden bomba en özünde mezkûr sulhü bozmaya dayanır.
Bu pencereden baktığımızda 'kanun' kabilinden kainatta gördüğümüz her tekrarın aslında 'büyük bir hafızanın izleri' olduğunu söyleyebiliriz. Fizik eşyanın 'nasıl eyleyeceğini hatırlaması' gibidir. Kimya yine öyledir. Biyoloji yine öyledir. Aslında bütün bilimdalları varlığın 'sanki ruh sahibiymiş gibi' kendiliğini tekrar etmesi sırrına bağlanır. Ahmed'i bugün yaralayan yarın da yaralar. Bu Ahmed'i bir karakter sahibi yapar. Ona Ahmed denmesini sağlayacak sabiteler sahibi yapar. Prensip sahibi olmak kendiyle çelişkiye düşmemektir. Ruh bu türden kendiliklerimizin yekününe benziyor. Allah her an değişen bedensel varlığımız içinde kendimizi tanımamızı sağlayan bir 'sabiteler âlemi' bulunduruyor. O sabite âlemi sayesinde ne bedenimizdeki ne de çevremizdeki değişimler bütünlüğümüzü dağıtamıyor. Evet. Hiç değişmiyor değiliz. Kabul. Ama yine de kim olduğumuzu hatırlamayacak kadar değişmeyiz.
Kütle çekim yasası bir hafıza tezahürüdür. Nasıl? Şöyle: Yani kütle ne yapacağını 'hiç unutmamacasına' hatırlamaktadır. Hatta insandan da iyi hatırlamaktadır. Unutkanlığı sıfırdır. Yoktur. Varolduğu her yerde fiziğiyle, kimyasıyla, biyolojisiyle vs. birlikte vardır. Evet. Ne muhteşem birşey! Varlık, o varlığın 'ne'liğini taşıyan ilmiyle beraber varolmaktadır. Bir demir atomu görevlendirdiğiniz her yerde o "Ben hâlâ o tanıdığınız demirim arkadaşlar!" demeyi unutmaz. Hem de hiçbir detayıyla unutmaz. Bilimin bile kuşatamadığı kadar unutmaz. Bilim ancak bu hafızayı çözdüğü kadar bilimdir.
İşte ben bu 'hafıza delili'ni yaratılışın delili saymaktayım. Zira hafıza arkasında ilmi görmekteyim. Hafıza da bilmenin bir tezahüründen başka şey değildir nihayetinde. Hatırlayan ancak bildiğini hatırlar. Daha büyük bir hakikate doğru başımızı kaldırırsak hatta: Unutmayanın hatırlamaya da ihtiyacı olmaz.
Dikkat kesilelim: Canlılarda, hatta canlıların en üstünü insanda bile, dörtbaşı mâmur şekilde bulamadığımız şu hafızayı cansızlarda en muhteşem şekliyle bulmaktayız. Ben âdemiyetimi unuttuğum işler yapabiliyorum. Ne bileyim, yalan söyleyebiliyorum mesela. Yahut çeşitli zulümler işleyebiliyorum. Pişman olabiliyorum. Bedeli sayılacak vicdan azapları çekiyorum. Vicdan hafızayla beraber çalışıyor. 'Olması gereken' diye hafızamda tuttuğum şeyin izini kaybettiğimi farkediyorum. Cansızlar bunu asla yapmıyorlar. Cansızlar asla pişman olmuyorlar. Zaten pişman olacakları bir hafızasızlık da işlemiyorlar.
Çok dolaştırdım sizi. Epey de yordum. Tohuma geri döneyim. Tohum yapacağı şeyi kendisini yıkarak inşa ediyor. Tohumun ağaçlığı esasında tohumluğundan vazgeçişi. Tohumluğunu yıktığında ağaca dönüşüyor. Fakat bir Ustanın kendisini öldürerek eserini inşa etmesi mümkün değil. Hem yıkılan hem yapan olması mümkün değil. Yıkılan yapma yeteneğini kaybeder. O yüzden, mürşidim başka bir yerde, "Maahaza, icadın esbaba isnadında lâyüad külfet, garabet olmakla beraber, pek çok muhâlâta zemin teşkil ediyor..." dedikten sonra şunun imkansızlığını anıyor: "Herbir zerrenin hem hâkim, hem mahkûm olması lâzım gelir: Kubbeli binalarda birbirine dayanmakla düşmekten kurtulan taşlar gibi..."
Hem hâkim hem mahkûm olmak, işte, yukarıda benim de işaret etmeye çalıştığım şey. Şeylerin varoluşundaki acayip şey. Birşey varolurken sebepler dairesinde kendisini varedeni yıkıyor. Sebep, hâşâ, artık nasıl bir yaratıcıysa, kendisi yokolurken varoluyor yarattığı. Tohum kurban olurken ağacın sırrı ortaya çıkıyor. Halbuki altını çizmiştik: Yaratış süreci yaratan için bir 'kendi olarak kalma'yı zaruri kılar. Gezegenler etrafında düzenle dönüyorsa bu güneşin sabiteliğindendir. Allah Kadîm'dir. Hep vardır. Öncesi yoktur. Ezelî'dir. Değişmez. Bâkî'dir. Sonrasından bahsedilemez. Evet. Sabiteliği böyle Subhan bir sabiteliktir. Kainattaki muhteşem değişim de ancak böyle bir sabiteliğe dayanırsa varolabilir. Anların bile yeni âlemler vücuda getirdiği bu düzen kendisini yıkarak doğuran bir anneliği kaldıramaz.
Belki biraz da bu hikmetle İhlas sûresinde buyrulur:
"O ne doğurmuştur ne de doğurulmuştur."
En büyük resme baktığınızda, hâdis olan, sonradan olan, değişen, dönüşen herşey bir tohuma benzer. Herşey başka birşey olurken kendiliğini yıkar. Ödün verir. Dağılır. Kainat, parçalarının tamamı başka tohumlar yaratılırken yıkılan tohumlardan oluşan 'bir büyük tohum'dur. Yüzü ahiret ağacına bakan bir tohumdur. Yıkılmaktadır. Bir bina yerine yapılacak binanın nasıl mimarı olabilir? Halbuki kendisi yıkılmıştır. Kendisi kendisi kalamamıştır. Malzemesi diğer oluşun hammaddesi kılınmıştır. Diğer oluşun hammadesi olacak derecede parçalanmışken, ademe yaklaşmışken, nasıl olup da yeni bir inşaatı yaratacak kadar muhteşem bir sabiteliği saklayabilmiştir? Subhanallah. Bediüzzaman Hazretlerinin "Sâni, masnû içinde olamaz..." derken vurguladığının biraz da  bu olduğunu düşünüyorum arkadaşım. Allahu a'lem. Evet. Altını çizelim: En doğrusunu elbette Allah bilir. Ben de affımı o Rahman'dan dilerim.
1 note · View note
kablez · 7 months ago
Text
Tumblr media Tumblr media
sana yine hatta şimdi bile, yalnız hayal kırıklıkları getirebilirim. ben ki uykusuzluktan ve baş ağrısından oluşan bir hilkat garibesiyim.
46 notes · View notes
nesrin-c · 10 months ago
Text
hücredeki adalının hikayesi
Taş duvar, demir, karyola ve yerlerde sayısız izmaritler,
Helanın pis kokusu, rutubetli, sıkıntılı, nikotinli,
İnsanı serseme çeviren kurşun gibi ağır bir hava,
Duvarlar sanki soğuk dalgaları imal ediyor.
İstediğiniz kadar üzerinize kalın şeyler giyinin,
Oligarşinin hücresinde soğuğu yenmek imkansız.
Ranzanın karşısında kafesli demir kapı,
Arkasında Mehmet.
Görevi dakikası dakikasına beni denetlemek
Mehmedim utanıyor, kahroluyor.
“Askerim ağam n'aparsın” diyor.
Aslında o’ da tutsak.
Ben hücre içinde, o hücre önünde.
Günde beş kez büyük başlar bakar içeriye;
Yüzlerinde tecessüs.
“Çılgın adam, 3-5 kişi ile koskoca karanlıklar
imparatorluğuna kafa tutan adalılar”
Ama yine de “çılgın adamın” karşısında
Bir eziklik duyuyorlar, o başka,
Gündüz, gece diye bir ayrım yoktur hücrede,
Zaman ve mekan özümlenmiş artık.
Sadece koldaki saattir, geceyi gündüzü bildiren.
Işık yirmi dört saat yanar.
Bir nefes, bir dumandır yoldaşım.
Cigaramı her çekişimde duman olur,
Uçar giderim, ta uzaklara,
Çoğu kere Ada'ma giderim,
Cigaramın dumanı, beni memleketime;
Ada'ma götürür.
Kahpe İstanbul'un, kahpe bir bölgesinde,
Bir evdeyim yoldaşlarımla beraber.
Bu ev, yoldaşlık- dostluk-kardeşlik-mertlik-kazanç ve sevgi evidir.
Bu evde, her şey o kadar güzel ve o kadar anlamlıdır ki…
Ev de değil ada, ada!
Satılmışlığın, kahpeliğin, riyakarlığın, adiliğin
ve her çeşit
aşağılık ve her çeşit yabancılaşmanın karışımı olan,
karanlık denizi'nin ortasında,
Güneşi batmayan bir ada.
Ben ne şuralıyım, ne buralı,
Adalıyım adalı,
Ada’m ormanlıktır.
Dostluk, yoldaşlık, mertlik ormanı,
bütün Ada'mı kaplar.
Erdemin güneşi, yirmi dört saat aydınlatır adamı
Biz ada sakinleri bilmeyiz karanlığı.
Ben Adalıyım ey kahpe hücre, Ada'lı
Doğru ya sen nereden bileceksin Ada'mı.
asırlık, feodal,
militarist, hücre.
Ya sen, öküze benzemek için kasılan, şişen
haset kurbağa hilkat garibesi bilir misin Adamı?
Dünya karanlıktır, güneşi batmayan böyle bir Ada
yeryüzünde yoktur.
Değilmi ki karanlıklar cücesi, zavallı acuze?
Ya sen yarasalar şairi, pişkin Cacomcho?
Değil şiirlerde, masallarda bile böyle bir ada yoktur.
böyle bir ada eşyanın tabiatına aykırıdır.
Senin için değil mi karanlıkların kapkara şairi?
Senin dediğin eşyanın değil,
karanlığın tabiatına aykırıdır.
Karanlık cüceleri, acuzeler, dürzüler…
Yarının Türkiyesi'nin hayvanat bahçesinde teşhir edilecekler…
Ada’m kalabalıktır hain hücre:
Elde mitralyözüyle,
Sierra Maestra'da, Falcon'da, Vietnam'da
Mozambik'te, Angola'da, Sina çöllerinde…
Özgürlüğün türküsünü söyleyenler.
Zulme, kahpeliğe, sömürüye karşı…
Dişiyle, tırnağıyla üç kıtada karşı koyanlar
benim evlatlarımdır kahpe hücre.
Benim adamın ormanlıklarından aldıkları fideleri,
“birer birer dikiyor, kahpeler koalisyonunun dünyasına
Kel dünya, Ada'mın ağaçlarıyla ayıbını örtüyor,
güzelleşiyor artık.
İyi bak bana feodal duvar, iyi tanı beni.
Seni yerle bir edecek Adalılar'ı iyi tanı.
Ada’m ve hemşerilerinin çoğu ne halde diye
dudak bükme, o…punun dölü utanç duvarı
Evet Ada'mı karanlığın suları bastı.
Evet, benim gibi birçok Adalı çirkef suların altında,
ama boşuna sevinme, Ada’m batmaz, yok olmaz
Ada’m sadece karanlık denizinde yerini değiştirdi.
Hepsi o kadar.
MAHİR ÇAYAN.
Tumblr media
87 notes · View notes
mnsrykt · 3 months ago
Text
"Ammar ol, Sümeyye ol, Mus'ab ol. Sen Bilal ol kızgın kayaların üzerinde. Gazi ol, mücahit ol, şehit ol. Bedirlere dal. Uhudlara tırman, Hendeklerden sıyrıl. Kadisiyelerden çağır bizi, Yermüklerden sesin gelsin. Kudüs'ten dön Ka'be'nin etrafını.
Ne zaman doğmuş olursan ol, nerede yaşarsan yaşa. Kim olursan ol. Adını, künyeni, numaralarını unut; hakkı hatırla, hilkat nedenini tefekkür et. Sonra da başla tarihini yazmaya. Yazdığın tarihin senden sonra okunsun. Onu okuyanlar seninle şenlensin. Bir büyük meydanda senin eline verildiğinde de yazdığın o tarih, sen sen ol. Şen ettiklerin de senin o gün şahitlerin olsun. Şen ol, şen et ey tarih yazan genç.
Dünyada iken Arş'ın gölgesine tarih yazan yiğit; Meleklerin defterlerine yazan kabiliyetin adamı, durma bir an, uyuma ve uyutma! Sadece yaz, o büyük yerde sana okunacak tarihini yaz. Gözyaşın ve alnında terin varken yaz sen!"
18 notes · View notes
haldenhale · 3 months ago
Text
#İNSAN . #NEDİR. ?...
#THALES: İNSAN ARAŞTIRAN HAYVANDIR..
#PLATON: İNSAN TOPLUMSAL HAYVANDIR..
#ARİSTO.: İNSAN DÜŞÜNEN HAYVANDIR...
#SOKRATES: İNSAN SORGULAYAN HAYVANDIR..
#HERAKLIETOS: İNSAN TARTIŞAN HAYVANDIR..
#İ.#KANT: İNSAN ELEŞTİREN HAYVANDIR..
#K.#MARKX: İNSAN MÜCADELECİ BİR HAYVANDIR..
#F.#NIETZSCHE: İNSAN DÜPEDÜZ HAYVANDIR.
#BEDİÜZZAMAN : Hem madem gözümüzle görüyoruz ve aklımızla anlıyoruz ki;
#İNSAN şu kâinat ağacının en son ve en cem'iyetli meyvesi
ve hakikat-ı Muhammediye Aleyhissalâtü Vesselâm cihetiyle çekirdek-i aslîsi
ve kâinat Kur'anının âyet-i kübrası
ve ism-i a'zamı taşıyan âyet-ül kürsîsi
ve kâinat sarayının en mükerrem misafiri ve o saraydaki sair sekenelerde tasarrufa me'zun en faal memuru
ve kâinat şehrinin zemin mahallesinin bahçesinde ve tarlasında, vâridat ve sarfiyatına ve zer' ve ekilmesine nezarete memur ve yüzer fenler ve binler san'atlarla techiz edilmiş en gürültülü ve mes'uliyetli nâzırı
ve kâinat ülkesinin arz memleketinde, Padişah-ı Ezel ve Ebed'in gayet dikkat altında bir müfettişi, bir nevi halife-i arzı ve cüz'î ve küllî harekâtı kaydedilen bir mutasarrıfı
ve sema ve arz ve cibalin kaldırmasından çekindikleri emanet-i kübrayı omuzuna alan ve önüne iki acib yol açılan, bir yolda zîhayatın en bedbahtı ve diğerinde en bahtiyarı, çok geniş bir ubudiyetle mükellef bir abd-i küllî
ve kâinat sultanının ism-i a'zamına mazhar ve bütün esmasına en câmi' bir âyinesi
ve hitabat-ı Sübhaniyesine ve konuşmalarına en anlayışlı bir muhatab-ı hâssı
ve kâinatın zîhayatları içinde en ziyade ihtiyaçlısı ve hadsiz fakrıyla ve acziyle beraber hadsiz maksadları ve arzuları ve nihayetsiz düşmanları ve onu inciten zararlı şeyleri bulunan bir bîçare zîhayatı
ve istidadca en zengini ve lezzet-i hayat cihetinde en müteellimi ve lezzetleri dehşetli elemlerle âlûde ve bekaya en ziyade müştak ve muhtaç ve en çok lâyık ve müstehak ve devamı ve saadet-i ebediyeyi hadsiz dualarla isteyen ve yalvaran ve bütün dünya lezzetleri ona verilse, onun bekaya karşı arzusunu tatmin etmeyen ve ona ihsanlar eden zâtı perestiş derecesinde seven ve sevdiren ve sevilen çok hârika bir mu'cize-i kudret-i Samedaniye ve bir acube-i hilkat ve kâinatı içine alan ve ebede gitmek için yaratıldığına bütün cihazat-ı insaniyesi şehadet eden..
böyle yirmi küllî hakikatlar ile Cenab-ı Hakk'ın Hak ismine bağlanan ve en küçük zîhayatın en cüz'î ihtiyacını gören ve niyazını işiten ve fiilen cevab veren Hafîz-i Zülcelal'in Hafîz ismiyle mütemadiyen amelleri kaydedilen ve kâinatı alâkadar edecek ef'alleri o ismin kâtibîn-i kiramlarıyla yazılan
ve her şeyden ziyade o ismin nazar-ı dikkatine mazhar bulunan bu insanlar, elbette ve elbette ve her halde ve hiçbir şübhe getirmez ki; bu yirmi hakikatın hükmüyle, insanlar için bir haşr u neşr olacak ve Hak ismiyle evvelki hizmetlerinin mükâfatını ve kusuratının mücazatını çekecek.
Ve Hafîz ismiyle cüz'î-küllî kayıd altına alınan her amelinden muhasebe ve sorguya çekilecek.
Ve dâr-ı bekada saadet-i ebediye ziyafetgâhının ve şekavet-i daime hapishanesinin kapıları açılacak.
Ve bu âlemde çok taifelere kumandanlık yapan ve karışan ve bazan karıştıran bir zabit, toprağa girip her amelinden sual olunmamak ve uyandırılmamak üzere yatıp saklanmayacaktır.
Asa-yı Musa - 36
8 notes · View notes
sinemsydm · 7 days ago
Text
“İnsanın gökyüzüne bakacak vakti olmalı. Edemedim, yetiştiremedim, yapamadım bu hiç bitmez. Hiçbir devirde de bitmemiştir. İnsan dağlara bakmalı, hilkate bakmalı, kendisiyle yalnız kalmalı. Yokluk öyle başlıyor. Varlık zor, varlık çok ağır.”
• Sadettin Ökten 🌾
2 notes · View notes
naftalin2027 · 4 months ago
Text
HERKES İçin SiYER (15.Bölüm)
✓peygamber efendimiz in hayatı 3 kısma ayrılır
*Nübüvvet öncesi dönem
*Nübüvvet in Mekke dönemi {ay ay biliniyor}
*Nübüvvet in Medine dönemi {gün gün biliniyor}
✓peygamber efendimiz kıyamete kadar gelecek olan tüm insanlara şehirlerin nasıl Medineleşegıni gösterdi
✓Gunumuzde adı Medine olan şehir bile yok çünkü o ruh yok
*Zeminde tevhid
*Gövdede adalet
*Dallarda meşveret
✓Bi yerde kadı varsa hukuk varsa orası Medinedir
✓Peygamber efendimiz Medine'ye önemli madde getirdi
*Mescid {yürekleri inşaa etti}
*Menzil {beden inşaa etti}
*Mektep{ akılları inşaa etti}
*Muahhad kardeşlik {ruhları inşaa etti}
*Medine vesikası { dünyanın ilk yazılı anayasasi}
*Medine çarşısı {hz .Osman'ın kuyu yu satın aldı}
*Medine askeriyesi
✓Musluman dünyanın neresine giderse gitsin mülteci değil muhacirdir.
✓4 kardeşlik var
*Nesep kardeşliği
*Hilkat kardeşliği
*Süt. Kardeşliği
*Din kardeşliği
✓Ensar ve muhacir kardeşliğinin bı emsali yoktur
✓Dunyanin kurtuluşu İSLAM dır
✓Sunnet karşı çıkmakla beraber alternatif kurar
✓once yol sonra hedef
✓Direnmenin adıdır sabır
✓Her nimetin şükrü kendi cinsindendir
✓Sahibul ezan Abdullah ibni Zeyd ranh tır ezanı rüyası nda gören ilk sahabi ikinci gören ise Hz . Ömer dır
✓Bilali Habeş 5 ezan çeşidi vardır.
*İlk ezan
*Fetih ezanı
*Veda ezanı
*Şam ezanı
*Sabah namazına esselatu heyrun minnevm cümlesi ni söylediği ilk ezan bu cümle de ona aittir..
Herkesiçinsiyer
Muhammed Emin Yıldırım
Bekir Develi
3 notes · View notes
sonbaharpapatyasi · 1 year ago
Text
“Hocam, Filistin’de yaşananlara çok üzülüyorum. Gördüklerim, duyduklarım karşısında kanım donuyor, canım yanıyor. Siz üzülmüyor musunuz? Yaşananlar sizi ağlatmıyor mu? Neden Filistin’de yaşananlara dair hiçbir şey yazmıyorsunuz?” mesajıyla serzenişte bulunmuş biri. Ah be güzel kardeşim, ne diyeyim şimdi ben sana?
Üzülüyorum elbet. Hem de kalbim bir bomba misali infilak etmiş gibi acı çekiyorum. Lakin Filistin’de yaşananlara değil üzüntüm. Söyler misin bana, bombalanan evinden yaralı çıkarılan, hastanede baygın vaziyette yatan küçücük çocuğun “La ilahe illallah” diye sayıklamasına, bilinçaltındaki taş gibi imanına üzülünür mü? Ben, mikrofon uzatılıp “La ilahe illallah Muhammedün Rasulullah ne demektir?” diye sorulduğunda kahkaha eşliğinde “bilmiyorum” cevabını veren, nüfus cüzdanına dini İslam olarak kaydedilen bizim gençlerimize üzülüyorum.
Yüzü gözü yaralı, her yanı kana bulanmış, buna rağmen tebessüm ederek “Bu yaşananlar Allah’ın bir imtihanı. Allah bizi sevdiği için günahlarımızı affetmek istiyor. Biz temizlenip cennete gideceğiz.” diyen küçücük çocuğa üzüleceğim zaman, aklıma telefonunun modelini yükseltmediği için anne-babasına hayatı zindan eden, istediği bir şey alınmadığında sinir krizleri geçiren bizim ergenlerimiz geliyor. Onlara daha çok üzülüyorum.
Mahallesinin tamamı yıkılmış, evinin enkazının arasında dolaşırken “Evimizi yıkabilirler. Elimizden her şeyimizi alabilirler. Ama biz Allah’a inanan insanlarız. Yaşadığımız sürece buraları yine inşa edeceğiz. Ne yaparlarsa yapsınlar bu toprakları terk etmeyeceğiz. Çünkü bu topraklar bizim, hep de öyle kalacak!” diyen 10 yaşındaki oğlana istesem de üzülemiyorum be kardeşim. Çünkü çarşı- pazar azıcık hareketlense, birkaç gıda maddesine azıcık zam yapılsa “Bu ülkede yaşanmaz. Tası tarağı toplayıp yurt dışına gitmek lazım” diyen, elini taşın altına koyup bu ülke için kafa yormak yerine, battığında gemiyi ilk terk edecek olan lağım farelerinin üzüntüsü bunu bastırıyor.
Annelerinin-babalarının cansız bedenlerini gözleriyle görmelerine rağmen, öldüklerinde kim oldukları anlaşılsın diye kollarına, bacaklarına isimlerini yazdıran, çocukluğunu yaşamadan büyümek zorunda kalan, akşam olmadan anne-babalarına kavuşan çocukları gördüğümde hissettiğim şey kesinlikle üzüntü değil. Zira ben, ülkesinde Arapça bir levha gördüğünde kırmızı görmüş boğa gibi burnundan soluyan, ama plastik bardağın üzerine ismini yazdırmak için İngilizce levhalı binaların önünde kuyruğa giren, bununla daha çok medenileştiğini zannederek cehl-i mürekkebin dibine vuran görgüsüzlere üzülüyorum.
Sedyede yatan kardeşinin ölmeden önce şehadet getirmesi için çaba sarf eden koca yürekli çocuk, iman etmenin ne demek olduğunu zerrelerine kadar idrak etmiş, neyine üzüleyim?
Çevresindeki ağlayan erkekleri “Niye ağlıyorsunuz? Ölürseniz şehit olacaksınız. İnsan şehit olacağı için, cennete gireceği için ağlar mı?” diye azarlayan adam, şehadetin lezzetini iliklerine kadar hissetmiş, niye ağlayayım?
Evinin enkazının üzerine oturmuş “Her şeyden önce ve bütün olanlara rağmen Elhamdülillah diyoruz. Bu evden tam 7 şehit Allah’ın rahmetine kavuştu. Yahudi düşmanımız bizden çok kişiyi öldürünce, korkup kararlılığımızın zayıflayacağını mı zannediyor? Asla teslim olmayız. Çünkü bu toprağın asıl sahibi biziz. Boşuna uğraşıyorlar, onlar saldırdıkça azmimiz daha da artıyor. Benim gibileri ürkütmek için bilerek çocukları hedef alıyorlar. Ama bilmedikleri bir şey var. Toprağını savunacak yeni nesiller doğacak ve daha güçlü olacağız inşallah. Rehavete kapılmayacağız ve çok yakında zafer bizim olacak Allah’ın izniyle” diye kükreyen küçük çocuğun cesareti yeri göğü kuşatmışken niye gamlanayım?
Ben, günlerdir sayısız çocuk göz göre göre katledilirken, bütün dünyanın gözü önünde insan hakları ihlal edilirken “Bunlar zaten yıllar önce bize ihanet etmişlerdi. Arap değiller mi, hak ediyorlar. Oh olsun!” diyen, Suriyelilere vatanlarından kaçtıkları için, Filistinlilere de vatanlarını savundukları için diş bileyen, insan olmayı becerememiş hilkat garibelerine üzülüyorum. Çocuk yahu, çocuk! Çocuğun ırkı olur mu, dili olur mu, dini olur mu? Büyük dedelerinin günahı o çocuğun zayıf omuzlarına konur mu? Bu nasıl bir kin, nasıl bir adavet, nasıl bir nefret? Bir müminde bu kadar kin olur mu? Kalbin taş mı kesildi be mübarek! Vicdanın kurudu mu? Senin çocuğun yok mu? Bu yaşananların senin başına gelmeyeceğine dair elinde senedin mi var?
Üzülüyorum kardeşim. “Müminler kardeştir. Bir vücudun azaları gibidirler. O vücutta bir organ rahatsızlandığı zaman diğer organlar da ona yardım ederler” ölçüsünü kavrayamamış bir mümin olarak üzülüyorum.
Kardeşlerim aç, susuz, elektriksiz hayatta kalmaya çalışırken, narkozsuz ameliyat edilirken, her gün o mükellef sofraya oturup işkembemi doldurduğum için üzülüyorum.
“Annemi istiyorum. Babam nerede?” sorusu soran ümmetin çocuklarına annelerini, babalarını veremediğim için kahroluyorum.
Konuşmayı yeni öğrenmiş bir çocuğun ellerini Yaradan’a açıp sadece “Yarab! Yarab!” diye dua ettiği bir dünyada, telefon başında sabahlayan fakat sabah namazını kılmadan yatan binamaz oğullarımız için üzülüyorum.
İsrail askerine meydan okuyan, korkusuzca hakikati yüzüne haykıran genç kızların yaşadığı bir dünyada, kombin yapacak kıyafet bulamadığı için surat asan, sevgilisinden ayrıldığı için gözyaşı döken kızlarımız için üzülüyorum.
6 çocuğu şehit olmuş bir kadının “Aksa için feda olsun!” dediği bir dünyada, indirime girmiş Yahudi mallarını almak için sıraya giren, onurunu, şerefini üç kuruşa satan nadanlar için üzülüyorum.
Aşağıdaki videoyu acaba ben de üzüntüden bayılır mıyım diye umut ederek defalarca izledim. Ağladım, ağladım, ağladım. Ama bayılmadım. Ötede, Allah’ın huzuruna çıktığımda, Filistin’in erkekleri, kadınları, çocukları yakama yapışıp “Hakkımızı helal etmiyoruz” dediklerinde halim nice olur diye düşünüp bayılmadığım için, bu idrakten fersah fersah uzak olduğum için ölesiye üzgünüm. Kendimden utanıyorum. İnsanlığımdan utanıyorum. Müslümanlığımdan utanıyorum. Söyleyeceklerim bu kadar!
Ayşeli Polat
12 notes · View notes
yeryuzugokyuzu · 2 years ago
Text
“İnsanın gökyüzüne bakacak vakti olmalı. Edemedim, yetiştiremedim, yapamadım bu hiç bitmez. Hiçbir devirde de bitmemiştir. İnsan dağlara bakmalı, hilkate bakmalı, kendisiyle yalnız kalmalı. Yokluk öyle başlıyor. Varlık zor, varlık çok ağır.”
...
Sadettin Ökten
47 notes · View notes
ffecredalll · 1 year ago
Text
Namaz neden beş vakittir, hikmeti nedir?(yorumu da okuyunuz inşallah)
Fecir(sabah) zamanı, tulûa kadar, evvel-i bahar zamanına, hem insanın rahm-ı madere düştüğü âvânına, hem semavat ve arzın altı gün hilkatinden birinci gününe benzer ve hatırlatır ve onlardaki şuunat-ı İlahiyeyi ihtar eder.
Zuhr(öğle) zamanı ise, yaz mevsiminin ortasına, hem gençlik kemaline, hem ömr-ü dünyadaki hilkat-i insan devrine benzer ve işaret eder ve onlardaki tecelliyat-ı rahmeti ve füyuzat-ı nimeti hatırlatır.
Asr(ikindi) zamanı ise, güz mevsimine, hem ihtiyarlık vaktine, hem âhirzaman Peygamberinin (Aleyhissalâtü Vesselâm) asr-ı saadetine benzer ve onlardaki şuunat-ı İlahiyeyi ve in'amat-ı Rahmaniyeyi ihtar eder.
Mağrib(akşam) zamanı ise, güz mevsiminin âhirinde pekçok mahlukatın gurubunu, hem insanın vefatını, hem dünyanın kıyamet ibtidasındaki harabiyetini ihtar ile, tecelliyat-ı celaliyeyi ifham ve beşeri gaflet uykusundan uyandırır, ikaz eder.
İşâ'(yatsı) vakti ise, âlem-i zulümat, nehar âleminin bütün âsârını siyah kefeni ile setretmesini, hem kışın beyaz kefeni ile ölmüş yerin yüzünü örtmesini, hem vefat etmiş insanın bakiyye-i âsârı dahi vefat edip nisyan perdesi altına girmesini, hem bu dâr-ı imtihan olan dünyanın bütün bütün kapanmasını ihtar ile Kahhar-ı Zülcelal'in celalli tasarrufatını ilân eder.
Gece(Teheccüd namazı) vakti ise, hem kışı, hem kabri, hem âlem-i Berzahı ifham ile, ruh-u beşer rahmet-i Rahman'a ne derece muhtaç olduğunu insana hatırlatır. Ve gecede teheccüd ise, kabir gecesinde ve Berzah karanlığında ne kadar lüzumlu bir ışık olduğunu bildirir, ikaz eder ve bütün bu inkılabat içinde Cenab-ı Mün'im-i Hakikî'nin nihayetsiz nimetlerini ihtar ile ne derece hamd ü senaya müstehak olduğunu ilân eder.
İkinci sabah ise, sabah-ı haşri ihtar eder. Evet şu gecenin sabahı ve şu kışın baharı, ne kadar makul ve lâzım ve kat'î ise, haşrin sabahı da, Berzahın baharı da o kat'iyyettedir.
12 notes · View notes
belkidebirharfimben · 1 year ago
Text
Psikolojinin Allah'ı yok mu?
Tumblr media
"Ey ahmak nokta-i sevda! Hâlıkın ef'âli sana nâzır değildir. Ancak Ona bakar. Kâinatı senin hendesen üzerine yapmış değildir. Ve seni hilkat-i âlemde şahit tutmamıştır.” Mesnevî-i Nuriye’den.
Allah amellerini mübarek etsin. Geçenlerde ODTÜ mezuniyet töreninde “Kalpler ancak Allah’ın zikriyle mutmain olur!” ayet mealinin pankart olup gezdirildiğini gördük. Cenab-ı Hak, kelamullahından nur alan böyle sineleri çoğaltsın, müslüman memleketini müslümansız bırakmasın. Âmin. Fakat elbette yarasa tabiatlıların bu nurdan gözleri kamaştı. Hemen başlarını mâbâdlarına çevirdiler. Hatta mırıldandılar: “Böyle birşeyi savunmak akademinin/psikolojinin değerlerini aykırıdır!” Neden efendim? Onlar açık açık söylemezler ya. Biz çekinmeyip deyiverelim: Zira kafalarındaki bilimin Allah’ı yoktur. Yani Allah varsa bilim yoktur. O yüzden yanlarında ‘Allah’ denildiğinde ‘Euzü’yü duyan İblis’e dönerler. Şeytanlarından önce kendileri çarpılırlar. Kaçacak mağaralar ararlar.
Will Smith’in, yaşanmış bir hikâyeye dayanan, dişe dokunur, mesaj içerir filmlerinden Doğruyu Söyle’de (Concussion/2016) buna benzer bir sahne olduğunu izleyenler hatırlar. (Hafızamda kaldığı kadarıyla nakledeyim.) Nijeryalı dindar bir hristiyan olan Dr. Bennet Omalu ABD’de adlî tabiblik yapmaktadır. Amerikan futbolu yıldızlarının emekliliklerinin ardından intihara kadar varan psikolojik sorunlar yaşamaları dikkatini çeker. Böyle vakalardan birisini, cebinden de para harcayarak, özel olarak incelemeye tâbi tutar. Teşhisini kesinleştirir. Durum apaçıktır. Futbolcuların oyunun sertliği içinde kafalarına aldıkları darbeler beyinlerinde hasara neden olmaktadır. Ve bu hasar ilerleyen yaşlarda kendini iyice belli etmektedir. Dr. Omalu��nun asıl mücadelesi bu teşhisten sonra başlar. Kamuoyunun dikkatini çekmeye çalışır. Bulgularını yayınlamak ister. Bir bilimsel derginin editörüne verileri aktardıktan sonra şöyle bir cümleyle sunumu bitirir: “Tanrı insanı futbol oynasın diye yaratmamış!” Editörün bu finale tavrı gariptir: “Tamam. Güzel. Tanrıyı çıkar. Elindekileri makaleye dönüştür. Bunu dergide yayınlayalım.”
“Tanrıyı çıkar!” dindarlığın, sahadaki bilimsel muvaffakiyeti ne olursa olsun, titri/yetki sahibi Nemrutlardan gördüğü muamelenin özüdür. Belki biraz da bu yüzden, Bediüzzaman, “Muallimlerimiz Allah’tan bahsetmiyorlar!” diye yakınan lise talebelerine şöyle cevap vermiştir: “Sizin okuduğunuz fenlerden her fen, kendi lisan-ı mahsusuyla, mütemadiyen Allah'tan bahsedip Hâlıkı tanıttırıyorlar. Muallimleri değil onları dinleyiniz.” Devamında birçok misalle bu uyanışın yöntemini de belirtir mürşidim. Teberrüken birisini alıntılayalım: “Meselâ, nasıl mükemmel bir eczahane ki, her kavanozunda harika ve hassas mizanlarla alınmış hayattar macunlar ve tiryaklar var; şüphesiz gayet maharetli ve kimyager ve hakîm bir eczacıyı gösterir. Öyle de, küre-i arz eczahanesinde bulunan dört yüz bin çeşit nebatat ve hayvanat kavanozlarındaki zîhayat macunlar ve tiryaklar cihetiyle bu çarşıdaki eczahaneden ne derece ziyade mükemmel ve büyük olması nisbetinde, okuduğunuz fenn-i tıb mikyasıyla, küre-i arz eczahane-i kübrasının eczacısı olan Hakîm-i Zülcelâli, hatta kör gözlere de gösterir, tanıttırır.”
Bu meselede yukarıda zikredilenlerden daha garibi de şudur bence arkadaşım: Bu sekülerizm kaselislerinin din düşmanlığındaki gayreti, bönlüğü, basitliği, iptidaîliği, hamlığı vs. Batılı pirlerinde dahi bulunmaz. Mesela: Psikolojinin Freud ve Jung ile birlikte ‘üç kurucu babasından biri’ sayılan Alfred Adler, İnsanı Tanıma Sanatı isimli eserinde, ‘ben merkezciliğin’ psikolojik sağlığa verdiği zararı izah sadedinde, sözü ilginç bir yere getirip der ki:
“Gelişmiş bir toplumsallık duygusunu içinde barındıran ve ‘Başkalarına ne verebilirim?’ sorusunu soran biri tüm karşıtlığıyla kendini beğenmiş kişiyle yanyana getirildiğinde arasında ne büyük bir değer farkının bulunduğu hemen anlaşılacaktır. Bu da ulusların binlerce yıl önce müthiş bir kesinlikle sezdiği ve İncil’in o bilgelik dolu ‘Vermek almaktan daha hayırlıdır!’ sözünde dilegelen bakış açısına götürür bizi. Alabildiğine eski bir insanlık deneyiminin dışavurumu sayılan bu sözün anlamı üzerine düşündük mü görürüz ki: Burada anlatılmak istenen ruhsal bir durumdur; vermenin, kollayıp gözetmenin, yardım elini uzatmanın insanın ruhunda yarattığı havadır; bu hava, ruhsal yaşamda kendiliğinden bir denge ve uyum sağlar, veren kimsenin kendiliğinden ele geçirdiği bir Tanrı armağanıdır adeta. Daha çok almaya eğilimli kimse ise çoğu zaman dağınık ve tutarsız biridir. Hoşnut olmak nedir bilmez. Tam bir mutluluğa ulaşabilmek için elindekiler dışında daha nelere kavuşması ve neleri kendisine maletmesi gerekeceği düşüncesiyle oyalanıp durur hep. ‘Gözlerimi çevirip başkalarının gereksinimlerine bakayım’ demez. Başkalarının mutsuzluğunu kendi mutluluğu saydığından, bir uzlaşmanın sağlayacağı huzur düşüncesine kafasında yer yoktur. Dikkafalılığıyla yarattığı yasalara başkalarının boyun eğmesini ister amansız bir tutumla, varolandan başka bir gökyüzü ister, bir başka türlü düşünce ve duygu ister. Kısaca: Onda gördüğümüz herşey gibi hoşnutluk ve alçakgönüllülük duygusundan uzaklığı da dehşet vericidir.”
Tumblr media
Adler bu hususta daha birçok önemli şey söylüyor. Fakat yazıyı daha fazla uzatmayalım. Yalnız şu noktaya bir dikkat çekelim: Adler’in bahsettiği bilgelik, sadece İncil’de değil, hadis-i şeriflerde de bulunuyor. “Veren el alan elden hayırlıdır!” buyuran Aleyhissalatuvesselam Efendimiz de bize mezkûr duruşu bir anlamda tavsiye ediyor. Biz; Bediüzzaman’ın ifadeleriyle; hodbin, hodgam, hodendiş bakanlardan değiliz varlığa. Olmamalıyız. Kainatı kendi merkezimizde şekillenmeye zorlamamalıyız. Bu yalnızca ‘nazarımızda pek fena bir memlekete’ düşmemize sebep olur. Halbuki memleket fena değildir. Nazarımızda öyledir. Mü’mine yakışan hüdabinliğinden kaynaklanan bir “Herşeyle beraber birşeyim!” neşesine sahip olmaktır. Tevhide iman tevhidle yaratılmış herşeye bağlar bizi. “İman bir intisabdır.” Artık bu zeminde, varlığın merkezini Allah’ın esmaü’l-hüsnası şekillendireceğinden, mü’min ben merkezciliğin vartalarından kurtulur. İnsaniyetini bütünün amacına kattıklarında arar. Kendi varlığına kapanmaz. 
Aman, neler söylüyoruz, çenemiz düştü, Adler Efendi bizi tehlikeli(!) sularda yüzdürdü. Psikoloji adına cür’et edip İncil’e gittik, hadis-i şeriflere uğradık, Allah’lı-Kur’an’lı lâflar ettik. Cık, cık, cık. Oldu mu hiç? Şimdi Allahsız bilimcilerimiz böyle şeylere müsaade ederler mi? “Çaaat!” diye tanrıyı çıkarmazlar mı aradan? Bir antidepresan yazıp yollayacaklarken müşteriyi camiye yönlendirirsek elbette ekmeklerine kan doğramış oluruz. Kalpler Allah’ın zikriyle tatmin olur, tamam, ama bazılarının gözü maddeden başka şeylerle tatmin olmaz. O yüzden ne Adler’e, ne Bediüzzaman’a, ne hadis-i şeriflere, ne de Kur’an’a uyup böyle lâflar edilmesin dilerler. Bunların psikolojisinin Allah’ı yok çünkü. Eh, evet, ODTÜ’de ayetli bilim yürek ister. Kardeşlerimizin yüreğini tekrardan tebrik ediyoruz.
26 notes · View notes
seslimeram · 1 year ago
Text
Korkunç İmge
Tumblr media
Korkunç bir düzlem imgesine rehin artık şimdiki zaman. Bir yılın daha geçip gittiği iş bu şimdi içerisinde yaşamın normatif olgusu, verili haklarının gündelik değerlerinin belirgin bir biçimde hiç edildiği zeminde korkunç pratiklerle yaşam eylemi kuşatılıyor. Sorgunun, eylemin kırıldığı, günün dünden de ağır yıkımlara rehin edildiği bir zeminde cerahatin ol nesnel halidir misal korkunçluk. Bir yılın hemen her gününe apayrı tahakküm veçheleri, hamlelerinin eklendiği, yaşamın salt mutlak biate indirgendiği ötesinden tek satır dahi olsa bahis açılmadığı bir zeminde bu var edilmiş imgenin ta kendisidir korkunç. Yıkıcılık halinin, istimlak etmelerin, perişanlığın hududuna terk etmelerin, birbiri ardına pejmürde tavırlara esaretin sofralarına buyur olunan bir yerde ortaya çıkan imdir korkunçluğu açık, kestirmeden bildirecek olan. Müşterek yaşam idesinin her gün koşulsuz şartsız daraltılıp durulduğu bir zeminde, alttakiler ve tepedekiler dışında hiçbir kesimin anılmadığı, belirli bir biçimde gelir adaletsizliğinden, sözün tarumar edilmesindeki sürekliliğe, hemen her durumda demokrasinin var edildiği zikredilirken yerle yeksan olunmasındaki daimi hale bu korkunç imgeler sarmaları güncelleniyor. Hakikat ancak hilkat garibesi kılınıyor.
Özgürlük sadece boş beleş bir laf kalabalığı. Demokratik ülke lafta dahi var edilmeyen bir pratik. Cumhurun egemenliği bahsinin yerinde yeller esiyor. Varsa yoksa, kısır döngünün tam da ortasında memleketi bu hallere koyanların avazları, birlikte var ettikleri bir pembe ülke tablosu. Pembe, kan kırmızı tonlarından, toz pembe, kimin kanının karıştığı belirsiz kılınan, yıkımın, ölümün, cürmün var edildiği bir acayip ülke imgesi. Her gün her durum içerisinde bir cerahat sürekliliği güncelleniyor. Cumhurun hakları talan edilirken, gelecek kapkaranlık kılınmaya devam olunurken, buna da alışırsınız çıkışı var ediliyor dört yanda her an. Biteviye bir korkunç imgeler sahnesine dönüştürülmüş olan yerde vekillerin al takke ver külah hallerinden misal korkunçluk imgesi çıkabilir. Hiçbir yerden maaş temin etmeyen, almayana 110 bin lira, iki dönem vekillik yapıp emekliliği sağalama alanların da iki yüz on bin ile iki yüz otuz bin liralar dolayında parayı iç ettikleri zeminde halka da üç kuruşa talim edin diyebilme cüretidir korkunçluk. Misal, meclis lokantasında bir tabağına elli lira dolaylarında ödenirken et yemeğine, gündelik yaşamın aktığı, sıradan insanların o karınlarını doyurmak için ellinin birkaç katını ödemeye mecbur kılındığı yerdeki uçurum halidir korkunçluğu bildirecek olan. Halkı temsil ettiği rivayet olunanların ellerini ceplerine atmak bir yana, her durumda halkı daha da fazla sömürmeye devam etmelerinin o ucubelik suretidir misal korkunç.
Koca bir yılı devirirken, geride kaldığı sanılan demokrasi, eşitlik ve adaletteki eksiklikleri telafi etmek bir yana çam devirir gibi aralıksız linç rejiminin yepyeni halleri, eylemlerine de devam olunduğu yerin meselesidir korkunçluk. Düzen devamlılığı adına hak ihlallerini süreğen kılan yerin meselesidir bu korkunçluk. Türkiye İşçi Partisi milletvekili ol Avukat, Can Atalay için Anayasa Mahkemesinin serbest konulabilir kararının bir kere daha önce alt mahkeme ardından da Yargıtay eliyle yok sayılmasının garabet halinin ortasında hangi düzlem korkunç değildir ki? Hukuk dilinden aktaralım: “AYM, Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığının yargısal makamlar tarafından tartışılamayacağını vurguladı. Anayasa’nın, daha önce dosyayı Yargıtay’a gönderen İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'ne böyle bir yetki vermediğinin de altını çizen AYM, yerel mahkeme ile kararı uygulamayan ve AYM üyelerini "suç işlemek"le itham eden Daire’nin Anayasa'ya açıkça aykırı hareket ettiğini vurguladı. AYM, “Sonuç olarak, mahkemelerin izlemiş olduğu yöntem, başvurucuyu yargılama güvencelerinden tümüyle yoksun bırakmıştır. Başka bir ifadeyle yeniden yargılama dosyası görevi ve yetkisi olmayan bir mahkemece karara bağlanarak Anayasa'nın 142. maddesinin amir hükmüne ve Anayasa'nın 37. maddesinde yer alan tabii hâkim ilkesine açıkça aykırı hareket edilmiştir” dedi.” Bu bahsi takip eden süreçte, kendiliğinden hiçbir şey olmamış gibi davranan bir alt mahkeme, olanı biteni sorgulamayın diye direktifi yerine bir kere daha getiren Yargıtay kararının yeknesak tekrarıyla birlikte korkunçluk bahsi kendiliğinden diriltilir. Gözler önüne serilmiş olagelen pratiklerle birlikte, baş efendinin terörist / devlete kastı olan bir zat diyerek akla seza bir tahayyülle hedef kıldığı bir avukatın özgürlüğü bir kere daha elinden çalınır. Bunlar korkunç meselleri izaha yetmezse ne yeterli gelir!
Evrensel Gazetesinden aktaralım: “Koç Üniversitesinde TÜBİTAK birincisi F. B. İsimli gencin, Kürt Alevi olduğu için aynı odada kaldığı 2 öğrenci tarafından saldırıya uğramasına ilişkin DEM Parti Gülcan Kaçmaz Sayyiğit ve İstanbul Milletvekili Celal Fırat Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in cevaplandırması ile ilgili soru önergesi verdi.
Ülkede siyasi iktidarın oluşturduğu politik atmosferde; toplumsal kutuplaştırma ve ötekileştirme refleksi gelişirken bölgesel ve inançsal farklılıklar ile etnik aidiyetin bir saldırı sebebi olmaya devam ettiği belirtilen önergede; “Özellikle son yıllarda farklı kesimlerce Kürt, Alevi ve mültecilerin hedef gösterildiği görülmektedir. Siyasi söylemlerin etkisiyle farklı olanı yok sayma ve düşman görmenin son örneği, Koç Üniversitesinde yaşanmıştır. Kamuoyuna da yansıdığı üzere; Koç Üniversitesinde TÜBİTAK birincisi F. B. İsimli genç, Kürt Alevi olduğu için aynı odada kaldığı 2 öğrenci tarafından saldırıya uğramıştır. F.B. ile aynı odada kalan Hasan Ege K. ve Arda D. aralarında süren tartışma nedeniyle önceleri F.B.’nin odayı terk etmesi için baskı uygulamaya başlamış, daha sonra şiddet uygulamaya başlamıştır. 15 Kasım 2023 gecesi yaşanan olayda Hasan Ege K. tarafından kemerle dövülmüş, yüzüne sıcak ütü bastırılmaya çalışılmış ve şiddetli saldırıya uğramıştır. Arda D. ise F.B.’yi neşter benzeri kesici bir aletle yüzünden ve karnından yaralamış ve yumrukla vurmaya devam etmiştir. Olay sonrası ambulansla hastaneye kaldırılan F.B.’nin tedavi masraflarının Koç Üniversitesi tarafından karşılanarak kamuoyunun duymaması için çaba sarf edildiği iddiaları vardır” denildi.
“Esas Sorumluluk İktidardadır”
Yurt odasında yaşanan dehşete ilişkin yapılan suç duyurusu sonrası yürütülen soruşturmada yüzünden ve belinden yaralanan F.B.’nin ifadesinde; “Hasan Ege K., ben Alevi olduğum için ve bana karşı ayrımcılık yaptığından dolayı beni odadan atmak istiyordu. Kendisinden şikâyetçi olacaktım. Ancak, öğrenci olduğu için sabıkasına yansımasını istemediğim içim şikâyetçi olmadım. Halen bana ayrımcılık yapmaya devam ediyor” dediği hatırlatılan önergede şöyle denildi; “Savcılık soruşturmasında F.B. tarafından kaydedilen 5 ayrı ses kaydının çözümünde ise saldırganların ayrımcı, ırkçı dehşet verici ifadeler kullandığı görülmektedir. Kendisini odadan atmaya çalışan Hasan Ege K., ‘Türkiye’nin, belli bir noktadan sonraki doğusu olduğu gibi ateşe verilse…’ diyor. F.B.’nin etnik kimliği için ‘Alt ırksınız. İtlaf edilmeniz lazım. Köle olduğunuzu kabullenmelisiniz. İtaat etmek zorundasınız. Seni bu odadan istemiyoruz. Buradan gitmezsen seni öldürürüz’, ‘Siz kader olarak, Yahudilerle birbirinize çok benzeşiyorsunuz. Zafer Partisi iktidarında benzer şeyler yaşayacaksınız’ ifadelerini kullanıyor. Her ne kadar olayla ilgili Başsavcılıkça soruşturma başlatılmış olsa da Üniversitenin olayın üzerinden iki ay geçmesine rağmen herhangi bir adım atmaması kabul edilemez. Çünkü söz konusu olay münferit değildir; son yıllarda sıkça yaşanan Kürt-Alevi öğrenci ve işçilere yönelik saldırıların bir parçasıdır. Bunda esas sorumluluk ise tek tipçi ve baskıcı bir öğrenme ortamı yerine eşitlikçi, özgürlükçü ve demokratik öğrenme ortamının oluşmasını sağlayamayan siyasi iktidardır.”
Önergede son olarak; “Koç Üniversitesinde yaşanan bu ırkçı saldırının, eğitim sisteminde dahi insanları kutuplaştıran bir noktaya götürdüğü, Kürt ve Alevi kimliğine yönelik nefret suçlarının işlendiği bu tür vakalarda etkin bir yaptırım uygulanmaması ve cezasızlık politikasına devam edilmesi halinde geçmişte yaşanan örneklerde olduğu gibi gelecekte de daha vahim olayların yaşanmasına sebep olabilecek tehlike barındırmaktadır” denildi.
Bakan Tekin’in Yanıtlaması İstenen Sorular
Koç Üniversitesi Alevi ve Kürt kimliği nedeniyle saldırıya uğrayan F.B.’yi neden okuldan uzaklaştırmıştır?
Bu vahşeti tertipleyen diğer oda arkadaşına neden hiçbir yaptırım uygulanmamıştır?
Olayın üzerinden iki ay geçmesine rağmen olayda ihmali bulunan üniversite yönetimi hakkında neden etkin bir soruşturma yürütülmemiştir?
Alevi ve Kürt öğrenci F.B.’ye saldıran Hasan Ege F. ile Arda D. hakkında herhangi bir işlem yapılmış mıdır? Bu iki şahıs Koç Üniversitesinde eğitime devam etmekte midir? 5. Koç Üniversitesi öğrencisi F.B.’nin ırkçı söylemlere maruz bırakılıp darp edilmesi ile ilgili Bakanlığınızca bir işlem başlatılmış mıdır?”
Saldırıya uğrayan öğrencinin avukatı Alper Sarıca sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, ses kayıtları ve yaralamaya rağmen 1 aydan fazla bir süredir, savcılığın Hasan Ege Karanfil'in ifadesini almadığını belirtti:
"Dosyaya bugüne kadar duyduğum en ırkçı söylemlerin yer aldığı (haberlerde çoğuna yer verilmeyen) 6 adet ses kaydını sunmamıza, faillerce suçları örtbas edilmek için sözde cinsel saldırıyla suçlanan müvekkilimin olaydan sadece yarım saat önce üniversite güvenliğini aradığına dair arama kayıtlarını sunmamıza, odanın kartlı giriş kayıtlarından ve failin adli muayene ve karakol ifadesine yansıyan anlatımlarındaki çelişkilerden cinsel saldırının hiç vuku bulmadığının açıkça anlaşılmasına, (muayenede sözlü taciz diyor.) müvekkilin yüzüne ve karnına onlarca dikiş atıldığını gösteren adli raporlara rağmen savcılıkça şüpheli H.E.K.nin ikmalen istendiği için 1 ayı aşkın süredir ifadesi bile alınamadı."
'Soyut İddialarla Adli Kontrol Kararı Verildi'
Saldırganların cinsel saldırı iddiası gerekçesiyle saldırıya uğrayan müvekkili hakkında adli kontrol kararı verildiğini aktaran Sarıca, "Oysa aynı savcılık canını zor kurtaran, ırkçılığa uğrayan müvekkilim için sırf faillerin soyut iddiaları nedeniyle adli kontrol kararı verdirdi ve kaldırılması taleplerimizi reddetti" dedi.
'Canına Kastedilen Müvekkilim Sınavlara Alınmadı, Şimdi De Kaydını Dondur Diyorlar'
Koç Üniversitesi'nin F.B'nin üniversiteye girişini yasakladığını belirten Sarıca, "Irkçılığa uğrayan, canına kastedilen müvekkilimin Koç Üniversitesi tarafından 1 ay süreyle okula ve binalara girişi yasaklandı. Bizzat gidip hukuk müşavirliğine delileri sunup anlatmama rağmen sınavlarına bile alınmadı. Telafi sınavı da açılmadı. Şimdi de kaydını dondur diyorlarmış. Başınıza benzer bir olay gelirse üniversitenizde güvende olduğunuzu ve hak ettiğiniz adil muameleyi göreceğinizi düşünmüyorum. Not: Üniversite yurt disiplin kurulu müvekkil hakkında cinsel saldırı iddiası sübut bulmadığından müvekkile ceza verilmemesine karar verdi" ifadelerini kullandı.
Bir korkunç sarmal artık vakayı adiye kılınıyor. Tümüyle bir menzildeki yaşam hakkının üstüne konulan korkunç ipoteği, bitimsiz nefreti, sonsuz garabetlik bir eleme çabasının her neyi var ettiği günbegün ortaya çıkarken, sözüm ona okul olduğu iddiasındaki bir yer, bir mesken dahilinde dahi gündelik bir yaşam pratiğinin ta kendisi olarak nefret işkence ve ithamlarla biçimlendiriliyor. Hasan Ege Karanfil’in titrinde ırkçı / turancı / türk ibaresi yanı sıra bir de edebiyatçı / şair kimliğine de haiz olmasının, kendisine yakıştırmasının ol nihai utancı ne yana düşer mesela. Koç Üniversitesi gibi, memleketin soyguncu / yağmacı ve talancı çetelerinin devletle beraber iş bitiricisi, sermaye denilince akla düşen eline kan oturmuş, gayrimüslim mallarından devşirme bir birikimden yükselmiş Koç’un da varlığı misal korkunçluğu, bireysel bir suç gibi yansıtılanın korkunç imgesini anlatmaya yetmez mi, hala! Sosyal medyada yansıması, bildirimi ve ifşası söz konusu edilmemiş olsaydı ol yıkım daha kaç kere tekrarlanabilirdi. Kendisini bir şair olarak tanıtabilen bir şahsın böyle afaki bir biçimde bir insana kastı var ederek doğru düzgün tek bir satır yazması söz konusu edilebilir mi? Dahası insan içine çıkmamaları gereken Karanfil ve arkadaşı Arda Demir için herhangi bir soruşturmadan ileri, insanlık hakkı için bir adalet tahayyülü söz konusu edilecek midir, gerçekten?
Korkunç bir düzlem imgesine rehin artık şimdiki zaman. Var edilmiş toplum birbirine en kestirmeden düşmanlık beslemeye devam diyen zümrelerin oyun sahası kılınıyor. Her şey her an bambaşka yıkımlara, her gün bambaşka teferruat değil sahici bir halle törpülenmeye devam olunan bir fasit dairenin esiri kılınıyor. Ne gam ne keder ne acı ne de birlikteliği bunca açık bir biçimde zehirleyen sistem sorgulanabilir kılınıyor. Bir koca yılın ardından yenisinin ilk on gününde ortaya çıkan imge, yerin her nasıl bir badirelerin sahası kılındığını örneklemeye yeterli gelecektir sanırız. Korkunç bir imgenin hakikatinde ne bir şimdi, ne de bir yarın söz konusu edilebilir sahiden de. Hakikatin hilkat garibesinin ta kendisine dönüştürüldüğü bir zeminde yaratılan / yaşatılan / yaşatmaya devam olunan her fecaatle birlikte bir korkunç düzlem imgesi hayatı kuşatıyor. Geleceği bunca belirsiz konulan bir yerde hayat mefhumu yerle bir olunuyor, derdiniz olur mu sahiden? Düşünür müsünüz yol nereye...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: Adam CALDWELL via Official Site
4 notes · View notes
yascicegi · 1 year ago
Text
sana hatta şimdi bile, yalnız hayal kırıklıkları getirebilirim. ben ki uykusuzluktan ve baş ağrısından oluşan bir hilkat garibesiyim.
4 notes · View notes
hatiragulzaman · 2 years ago
Text
Tumblr media
💫💫💫
Yıldızların Dili
sükûnet içinde bir sükût
ve hikmet içinde bir hareket
ve haşmet içinde bir zînet
ve intizam içinde bir hüsn-ü hilkat ve mevzuniyet içinde bir kemal-i san'at
Sözler - Bediuzzaman
7 notes · View notes
mnsrykt · 2 years ago
Text
   "Evet Kur'an-ı Hakîm nasılki şükrü netice-i hilkat gösteriyor; öyle de Kur'an-ı Kebir olan şu kâinat dahi gösteriyor ki: Netice-i hilkat-i âlemin en mühimmi, şükürdür. Çünki kâinata dikkat edilse görünüyor ki: Kâinatın teşkilatı şükrü intac edecek bir surette herbir şey, bir derece şükre bakıyor ve ona müteveccih oluyor.
Güya şu şecere-i hilkatin en mühim meyvesi, şükürdür. Ve şu kâinat fabrikasının çıkardığı mahsulâtın en a'lâsı, şükürdür. Çünki hilkat-i âlemde görüyoruz ki; mevcudat-ı âlem bir daire tarzında teşkil edilip, içinde nokta-i merkeziye olarak hayat halkedilmiş. Bütün mevcudat hayata bakar, hayata hizmet eder, hayatın levazımatını yetiştirir. Demek kâinatı halkeden zât, ondan o hayatı intihab ediyor."
17 notes · View notes
yakazakalb · 2 years ago
Text
Tumblr media
Hilkat daima "kolla kendini" diye haykırmakta. "Allah'ım beni göz açıp kapayıncaya kadar bile nefsimle başbaşa bırakma" 🌾
Her insanın içinde, yaratılıştan gelen latif, nazenin, güzel bir bahçe var. 🌾
Bir bahçeniz olsa, şöyle köşe başında. Güzelliklerle bezeseniz donatsanız bahçenizi ama o bahçeye bir çit/duvar çekmeseniz olur mu?! Tarumar olmaz mı herşey. Tüm çabanız boşa gitmez mi?! bizim içimizdeki o bahçe de korunmaya ihtiyaç duyuyor. İşte hukukullah ve hududullaha riayet bu yüzden elzemdir. Hukukullah bahçenizin korunmasını sağlarken hududullah diğer bahçeleri korumamızı temin eder. * Takva korunmak ve korumaktır. Emir ve yasaklar hikmetlidir... 🌾
"Kalbinde yeşil bir ağaç bulundur. Belki şarkı söyleyen bir kuş gelip konar..." İçimizdeki bahçelerimize iyi bakalım e mi ☺️
hayırlı geceler...
#hukukullah #hududullah #bahce #cicek #ağaç #gül #sümbül #çit #duvar #korumakvekorunmak #emirveyasaklar #haramlar #helaller #hikmetler #hilkat #kollakendini #oyunabirazara #islam #emniyet #güven
9 notes · View notes