Tumgik
#suç devleti
seslimeram · 2 years
Text
Söz Neye Yarar...
Tumblr media
Her yer alabildiğine simsiyah, kapkaranlık! Her gün bir öncesini aşan, bir öncesinden çok daha açık bir biçimde o mahvın sembolleriyle donatılıyor. “Cerahat”, gökten değil yerden hiç değil doğrudan ekranlardan, sokağa düşen gölgelerden, baş amirinden, rezil faşistine hep bir biçimde süreğen kılınarak güncelleniyor. İstem dışı, yok yere değil dosdoğru tümü birden yıkıcılık ekseni güncellenirken simsiyah, kapkaranlık bir yerin istikameti de açıkça belirleniyor, dipsiz bir dehliz. Ezber edilmiş cümlelerin, hep aynı yerden çıkagelen alenen akla seza demeçlerin, eylem ve kanun hamlelerinin paralelinde yeni ülke nam sahnenin her nasıl bir istimlak işlemine tabi olunduğu artık giz değildir. Cerahat yüceltildikçe erkan için iktidar makamının öncelikleri sıralanarak, duraksamak nedir bilinmeksizin karanlığın tonları arasında dolaşıma çıkılır. Laf olsun diye değildir hiçbir şey, her şey tastamam belli bir hesap kitap döngüsü içinde, sadece çok daha fazla eza ve daha derin, kalıcı bir siyahın imali içindir, zifiri karanlık.
Yirmi bir yıllı iktidar pratiğinin suna geldiği her şey benzerini daha öncesinde görmemiş ola gelenler için acı bir tecrübenin ta kendisidir. Bütünüyle dünü sırtlanarak, yepyeni bir ülkeyi var ediyoruz / edeceğiz bak bu seçimde ettiğimizi kanıtlayacağız derken baş amir ile avenesi olmakta olan o kapkaranlık hallerin yekununda bir ülkenin demirbaş kılınma halidir. Bütün, derli toplu bir biçimde var edilmiş olan şey kapkaranlık bir temsilyetin ta kendisidir, budur artık ülke. Bunca doğrudan var edilmiş müdahalelerle bir biçimde tüm o hayat imgesinin zayi edildiği yerdir yeni ülke. Her şeyin, hemen her yerin simsiyah, zifiri kapkaranlığa rehin olunmasının köşe bentleri sürekli güncel kılınan yerdir işte yeni, yeni, yepyeni ülke. Bir bahis açalım şurada, Bianet’ten aktaralım. “Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, partisinin haftalık Meclis grup toplantısında gündemi değerlendirdi.
Amasra’daki iş cinayetine değinen Buldan şunları söyledi:
“41 yaşam hikâyesini kaybettik”
“Ölümün adı kara. Amasra’da 41 canı, 41 yaşam hikâyesini kaybettik. Acımız gerçekten çok büyük, üzüntümüz derin. Kaybettiğimiz canlara Allah’tan rahmet, ailelerine ve sevenlerine başsağlığı, yaralılara da acil şifalar diliyorum. Evet, tarifsiz bir acı yaşıyoruz. Bu kesinlikle bir kaza değildir, göz göre göre gelen bir cinayettir.
“Amasra Soma’nın, Ermenek’in, Zonguldak’ın, Elbistan’ın, Siirt ve Şırnak’ın devamıdır. Hayatların yok olup gitmesinin nedeni denetimsizliktir, cezasızlıktır, kâr hırsıdır, üretim baskısıdır. Kâr azalmasın diye gerekli önlemlerin alınmamasıdır.
“Bir yılda 1359 işçi hayatını kaybetti”
“AKP-MHP iktidarının yönetim zihniyetinin bu ülkeyi nasıl işçi mezarlığına çevirdiğine hepimiz tanığız. Sadece bir yıl içerisinde 1359 işçi hayatını kaybetti.
“AKP Genel Başkanı bir de çıkmış bütün boyutlarıyla soruşturulacağını söylüyor. Buna nasıl inanalım? Hemen ardından da “kader planı” diyerek tedbirsizliği ve katliamı meşrulaştırma çabası içerisine girdi.
“Kesinlikle kader planı değildir. İşçilerin canı ve kanı üzerinden yapılan kâr ve sömürü planıdır asıl sebep. Emekçinin canı üzerine kurulan zenginler sofrasıdır asıl sebep.
“Cezasızlık şirketleri cesaretlendiriyor”
“İktidarınızın bu konudaki sicilini Soma’dan çok iyi biliyoruz. Tam 8 yıl oldu ve ortada adalet yok. 301 madencinin katledilmesinin sorumluları iktidar tarafından korundu, kollanmaya da devam ediyor. Üstelik işçilerin kafasına tekme atan özel kalem müdürünüzü de ekonomi ataşesi yaparak ödüllendirdiniz.
“Soma için hukuk mücadelesi veren Sevgili Selçuk Kozağaçlı ve Can Atalay tutukludur. Buradan kendilerine selamlarımızı ve saygılarımızı gönderiyorum. İşte tam da bu cezasızlık politikasıdır maden şirketlerini asıl cesaretlendiren.
“Sayıştay uyardı, gereği yapılmadı”
“Sayıştay'ın denetimlerinde tespit ettiği risklerle ilgili olarak Türkiye Taş Kömürü İşletmesine ciddi uyarılarda bulunulmuş. Ama kimse dinlememiş. Bu uyarıların gereği yapılmadı. İşçinin canı azalabilir ama kâr asla azalmasın! İşte bu iktidarın zihniyeti tam da budur.
“HDP olarak, bu davanın sonuna kadar takipçisi olacağız ve kapatılmasına asla izin vermeyeceğiz. Yaşamını yitiren bir madencinin eşi “Üzerini örtmeyin, bu bir cinayettir” diye haykırdı. Biz de buradan söz veriyoruz. Evet, Amasra’yı unutmayacağız, unutturmayacağız. Üzerinin örtülmesine asla izin vermeyeceğiz.
“Parti olarak elbette ki heyetimiz ilk günden Bartın’a gitti, gerekli incelemelerde bulundu. İşçilerle ve sendikayla görüşmeler gerçekleştirdi. Raporumuzu da en kısa sürede kamuoyuyla paylaşacağız.
“Türkiye’nin en büyük işletmesi AKP”
“Ülke olarak yaşadığımız yoksulluğun, sefaletin, ölümlerin ve adaletsizliklerin nedeni AKP-MHP iktidarının oluşturduğu büyük rant ve talan düzenidir. Rant düzenleri her yerinden patlamaktadır. Kirlilik, artık halının altına sığmayacak boyutlara varmıştır. Sayıştay raporları çürümenin boyutlarını çok net ortaya koymaktadır. Bartın’da iş sağlığı ve güvenliğine gelince kaynak yok ama başka yerlere gelince kaynak çok.
“Merkez Bankası bürokratları için hukuka aykırı bir biçimde yapılan 45 milyon liralık özel sağlık sigortası harcamasına bolca para var, TMSF bürokratlarının 18 milyon liralık özel sağlık giderine para var ama işçinin can güvenliği için bu ülkede kaynak ne yazık ki yok!
“Bartın’da ve diğer maden işletmelerinde iş güvenliği için gerekli ekipman ve teçhizata kaynak yok ama günlük mal ve hizmet giderine 5 milyon TL harcayan Saray için sınırsız kaynak var. Türkiye’nin en büyük işletmesi de AKP’dir, Saray’dır. Türkiye’yi resmen işletiyorlar.”
Bütünüyle simsiyah nedir, neye tekabül eder bugün bu raddede, Pervin Buldan’ın anlaşılır kılmaya çalıştığı imgelemden görünendir. Yaşamın çarçur edilmesinin, her durumda dini bir siyasi angajman haline dönüştürüp, onunla insanları bir iş cinayetinde dahi hizada tam ve eksiksiz tutma gayretinin hazin suretini işler bütün konuşması boyunca. Şirketleşmiş ol büyük şirketlerin var ettiği kötülüğe hami, bunu kılavuz bilen, gören ve belleyen bir aklın her nasıl büyük bir kötülüğe devam ettiği Bartın, Amasra Maden cinayeti sonrasında da en kestirmeden bilinendir, görünen köye kılavuza hacet yoktur. Malum yirmi dört saatlik sürede çıkartılan naaşlardan kıvanç, her şeyi, hemen her türden olduğu gibi kötülüğü, akla seza yıkımı, bildiğiniz cinayetin ta kendisini kader diye geçiştirmekten kaçınmayanların karşısında hayat ne alemdedir? Medeniyetini yok ederek, çürüterek, katlederek, kesintisiz bir biçimde zapturapt altına almak için dayatmaları var ederek, aralıksız terörü sahiplenip, can yakarak var edenlerin elinde Amasra’da, Ermenek, Şırnak, Soma gibi unutturulacak bir mesele mi kalacaktır? Simsiyah dediğimiz vakit çıkagelen bu cerahat halinin sunduğu her şey kötülük dolu bir ülkeyi bildirirken, bu cinayet silsilesi karşısında kim / kimler, her nasıl hesap verecektir!
Ayça Söylemez’in Bianet’teki haberidir: Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD), Barın, Amasra’daki iş cinayetine dair savcılığa başvuru yaptı.
Başvuruda, olayın meydana geldiği ocakta, işçi eksikliği, metan sorunu, kömür tozu sorunu başta olmak üzere çok ciddi ve ağır ihlallerin söz konusu olduğunu belirttiler.
Bartın Cumhuriyet Başsavcılığına dün iletilen dilekçede, iş cinayetinin meydana geldiği ocağın, 14 Ekim 2022 saat 18:15 itibarı ile “suç mahalli” olmasına rağmen, şüphelilerin halen etkin şekilde tasarrufta bulunduğu bir alan olduğu ifade edildi:
“Şüpheli sıfatını taşıyacak kişilerin buraya müdahalesi engellenmeli. Halen kamu gücünü kullanabilen kişiler olmaları, idari ve diğer yetkilerini kullanarak delil karartma ihtimallerinin yüksek olması, gerçekleşen işçi katliamının toplumda çok büyük infial yaratması nedeniyle tutuklanmaları, aynı gerekçelerle haklarında gerekli diğer emniyet tedbirlerinin alınması gerekmektedir.”
Savcılık dün ocakta inceleme yaptı, bugün de keşif için maden ocağına gidecek.
“TTK yetkilileri suç mahallinden uzaklaştırılmalı”
Dilekçede, madenlerde daha önce meydana gelen iş cinayetlerine dair soruşturma süreçleri hatırlatıldı:
“Soruşturmada şüpheli sıfatında olma olasılığı olan kişilerin etkin bir şekilde ocak içerisinde bulundukları ve tüm sürece müdahale ettiklerini gözlemledik. Soma, Ermenek ve Karadon'da yaşanan maden katliamlarına ilişkin soruşturma/kovuşturma süreçleri göz önüne alındığında;
“Sulh Ceza Hakimi ve bağımsız bilirkişi heyetleri vasıtası ile keşif yapılması, bu süre boyunca başta Türkiye Taş Kömürü Kurumu (TTK) ve Amasra Taş Kömürü İşletme (TİM) Müessesesi müdürlüğünde yetkili pozisyonda bulunanların tamamının suç mahallinden uzaklaştırılması; idari görevlilerin soruşturma yapmasına izin verilmemesi ve delillerin kaybolmaması için soruşturma makamı tarafından önlem alması gereklidir.”
“Bağımsız bilirkişi” talebi
Savcılığa yapılan başvuruda, soruşturmada bağımsız uzmanların görev alması gerektiği ifade edildi:
“Keşif sırasında bağımsız bilirkişiler (maden havalandırması konusunda uzman, maden iş sağlığı güvenliği konusunda uzman, elektrik konusunda uzman, maden jeolojisi konusunda uzman) bulundurulması;
“Bilirkişilerin gerek bu işletme gerekse başka işletmeler ile bağlantısının olmamasının sağlanması;
“Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) ile irtibata geçilerek bağımsız bilirkişilerce olay yerinde keşif sırasında gözlem yapılmasına, uzman mütalaası alınmasına imkan tanınması gereklidir.”
Riskler biliniyordu, önlem alınmadı
Dilekçede, iş cinayetiyle ilgili şu değerlendirme yer aldı:
“İşçi sayısındaki eksiklikler, metan sorunu, kömür tozu sorunu başta olmak üzere Sayıştay, TKK faaliyet raporlarında ve birçok kurum ve kuruluş tarafından çeşitli yıllarda defalarca tespit edilmiş ve raporlanmıştır. Bu eksikliklerin yaratacağı riskler bilinmesine rağmen uzun yıllar boyunca giderilmemesi özellikle şüphelilerden üst düzey yönetim kadrosunda bulunanların kusur ve sorumluluklarını arttırmaktadır.
Yeraltı maden işletmeciliği yüksek risk barındıran bir çalışma alanıdır. Risklerin yüksek olması, ortaya çıkması muhtemel risklerin çok daha özenli bir şekilde planlanması, riskleri gözönünde bulundurarak üretim faaliyetinin yürütülmesi, güncel teknolojik olanaklardan yararlanma ile bu alandaki riskler çok rahatlıkla minimize edilebilir ve ortadan kaldırılabilir.
Dünyanın birçok ülkesinde yeraltı maden işletmeleri faaliyetlerine devam etmekte, fakat ülkemizde olduğu gibi işçi ölümleri olmamakta ve benzer nitelikte maden katliamları yaşanmamaktadır. Bu durum, Enerji Bakanlığı, TTK, TKİ başta olmak üzere kamu kurumlarının, işçi sağlığı ve iş güvenliğini merkeze almayan, güncel bilimsel ve teknolojik gelişmelerden faydalanmayan sadece daha fazla üretim ve kar amaçlı hareket ettiklerini, olası riskleri ve işçi ölümlerini umursamadıklarını göstermektedir.
TTK, SGK ve Çalışma Bakanlığı İş Teftiş Kurumu'nda bölgenin denetiminden sorumlu görevlilerin sorumluluklarını yerine getirmemiş olması da bu katliamın nedenlerinden biridir. Gerekli denetimler ve alınması gerekenler tedbirler yapılmış olsa 41 maden işçisi yaşamını yitirmemiş olacaktı.
Şüphelilerin, az sayıda işçiyle çok daha fazla üretim yapmak ve kar hırsı nedeniyle göz göre gelen bu işçi katliamını umursamadıkları, hiçbir önlem almadıkları açıkça görülmektedir.”
Şüphelilerin tutuklanması istendi
ÇHD’nin Savcılıktan talepleri şöyle:
“Belirlenecek şüpheliler ve soruşturma sırasında ortaya çıkacak faillerin tespiti ile tutuklanmalarına;
Delillerin toplanabilmesi ve delillere erişim yetkileri bulunan şüphelilerin delil karartmasının engellenmesi için şüphelilerin maden sahasına girişinin yasaklanmasına;
Teknik inceleme için gerekli olan bilgi ve belgelerin öncelikle maden işletmesine ait idari bina içerisindeki örneklerine vakit kaybetmeksizin el konulmasına, aynı zamanda TTK ve ilgili kurumlardan onaylı örneklerinin temin edilmesine karar verilmesini talep ederiz.”
Gerek Ayça Söylemez’in Bianet’te aktardığı gibi, gerekse de mecliste Özgür Özel’den ol Erkan Baş’a kadar bir elin parmaklarını geçmeyen bir temsilin / vekilin ısrarla bildirdiği bir ihmal silsilesi kırk bir insanın hayatına mal olmasıdır. Devletlinin kendisini kanunların yerine konumlandırdığı bir sahnede, ihmal, örtbas etme, sorunları çözmeme nihai anlamda o yıkımı da beraberinde getirir. Sağır sultanın duyduğu, sayıştay raporunda aleni bir biçimde devlet kurumu / ilgili bakanlık ve işletmenin sorgulandığı, çözüm yollarına dair önerilerin var edildiği bir zeminde, kulağın üstüne yatılarak kapatılan şeyin bugün bir kırıma dönüştüğü gerçekliği değilse nedir ki simsiyah! Yetkili nam temsilin, cinayetin ta kendisi var edildikten sonra, o cinayet mahallinde halen bulunabilmelerinin hesabını kim, kimler nasıl verecektir? Öncesi ve sonrasında çıkagelen her detayla, Soma, Ermenek, ol Şırnak gibi pek çok başka yerde, yüzlerce insanın canını çalan bir kara düzen temsilinin, kömür için verilen mücadelede yaşam hakları ellerinden alınanlar unutturulduğu gibi bu hal, şu şartlarla o Bartın da mı unutturulmak istenmektedir, nedir yani? Gerisi haberin sınırları içerisindeki yetkilileri, yetkilerini kullanıp inisiyatif almaya çağıran metindedir, sahiden görüyor musunuz?
Her yer simsiyah, alabildiğine kapkaranlık kılınıyor. Cerahat öylesine, laf ola beri gele bir mesel olmaktan öte, elle tutulabilir, gözle görülebilir, hayatın tam da merkezine odaklanıp durulurken ortaya çıkan imge simsiyah bir hali bildiriyor. Grup toplantılarında sallana sallana, mangalda kül bırakılmadan var edilen nutuklardaki dozajın tersinde bambaşka bir yarayı var eden, dönüştüren bir akım var artık. Hayatın enerjisini sömüren, gündelik halin ortasında yükseltilen yıkım, sınırlandırma, yok etme hallerini yutmaya devam diyen bir akıl / akım / eylem toplamı var ediliyor. Biyolojik politikanın ekseni, düzen diye çıkagelen akım / mekanizmanın suna geldiği her şey çok daha kalıcı / derin yıkımlara çıka geliyor. Birinci haftasını geride bırakan bir yaranın, mevzu, mesel olunmasının ister adına dezenformasyon yasası deyin, isterseniz iktidar / muhalefeti şehit / kurban diye durulsun o halle örtülmesinin utancında hangi gün aydınlık kalabilir ki? Simsiyah, kapkaranlık bir hal dört bir yanı kuşatmaya devam ederken, sözün, esirgenen her şeyi geri kazanabilmek adına bir eylem olduğunu kim fark edecektir? Ne zaman anlamına varılacaktır ki! Onca afaki, o kadar değersizleştirilen yaşam idesini bir seçim / sandık, gündelik laf ebelikleri, sonsuz bir gümbürtü daha örtbas ettirebilecek midir, etsin midir? Ya sonrası, ya ötesi, ya bir sonraki küçük kıyamet...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2022
Görsel: Amasra Madeninde Bekleyiş – AP – New York Post
2 notes · View notes
1adam · 4 months
Text
Tumblr media
Sanki bu ülkemizdeki tüm sorunlar birmiş herkez refah mutluluk içinde de Şimdi tutturmuşlar sokak hayvanlarının yeri sokaklar değil barınaklardır..bu hangi vicdan hangi akıl ile bağdaşabilir biri bana anlatsın..Allah canlıları yaratırken ben kuşları yaratıyorum ama uçmasınlar kafese koyun,ben kuzuları koyunları yaratıyorum ama otlaklarda gezmesinler ahırlara tıkın,ben kedileri köpekleri yaratıyorum ama sokaklarda dolaşmasınlar insanları rahatsız edip çok yer işgal ederler siz öldürünmü demiş hangi ayet hangi hadiste var bu..kainatta hiç kimse sahipsiz değildir sizin sahipsiz başıboş dediğiniz sokak hayvanlarının sahibi sizinde bizim de sahibimiz olan Allah’tır hiçbir canlının canını sahibi olandan başkası alamaz müslüman bir milletiz ya ondan söylüyorum bunları…Bir hadisi şerifte “Allah, merhametli olanlara rahmetle muamele eder. Öyleyse, sizler yeryüzündekilere karşı merhametli olun ki, semâda bulunanlar da size rahmet etsinler. Rahim (akrabalık bağı) Rahmân'dan bir bağdır. Kim bunu korursa Allah onunla (rahmet bağı) kurar, kim de koparırsa, Allah da ondan (rahmet bağını) koparır." (Ebû Dâvûd, Edeb 58; Tirmizî, Birr 16)
Hadis, merhametin ehemmiyetini anlatmak açısından çok önemlidir. Merhametli olanlar derken ifâdenin mutlak bırakılmış olması dikkat çekicidir. Yani "insanlara" veya "mü'minlere" veya "sâlihlere" veya "fakirlere" diye bir kayıt yoktur. Öyleyse bütün mahlûkâta karşı merhametli olmak söz konusudur. Yani yeryüzünde bulunan sâlih-fâcir bütün insanlara, ehlî-vahşî bütün hayvanlara karşı gösterilecek merhamet, Rahmân'ı yâni rahmetine nihayet olmayan Allah'ı memnun edecek bir davranıştır.
Burdan anlayacağımız üzere bu konunun tartışılması bile müslümanlıkla insanlıkla bağdaşabilirmi sahibi olan yaşasın sahibi yoksa ölsün o zaman sokakta kimsesiz olarak yaşayan bir çok insan var şimdi napalım onlarıdamı uyutalım onların içinde de insana zararı olan saldıran öldüren katil olan hırsız olan sapık olan var..hatta barındığı bir çatısı sahip olduğu bir ailesi olupta bunları yapanda var ya bu ülkede sapıklar,seri katiller,tecavüzcüler ,gaspçılar aklınıza ne kadar suç gelirse işleyenlerin canı alınmıyor da konu hayvanlara gelincemi cezaları öldürülmek oluyor yaşam alanımı bıraktık onlara da siz yaşam alanının dışına çıktınız diye hesap soruyoruz ..devlet öldürmez devleti bırak müslüman öldürmez yaşatır… canın yaşama hakkının insan yada hayvan diye bir ayrımı olamaz..bu hayvanlar sokakta biçare aç perişan yaşıyorsa suç onların değil devletindir belediyelerindir..eğer devlet ve belediyeler bu hayvanları toplayıp her belediye bünyesinde barınmalarını iaşelerini sağlayıp yeterli miktarda barınak kuramıyorsa kendi suçlarıdır..Allah muhakkak ki görendir duyandır işitendir yerdeki karıncanın bile hakkını bizden soracak olan allah mutlaka böyle birşeye sebeb olanlarada o canlıların hakkını soracaktır… ben kendini sokak hayvanlarına adamış bir insanım lafta değil özde herşeyiyle bakımı tedavisi maması aklınıza gelen ne varsa.. sonuçta o hayvanlar üzerinde benim hakkım var ve ben hakkımı asla helal etmem mahşerde bile ..söyleyecek başka söz yok çünkü sözün bittiği yerdeyiz bunlar benim içimden geçen duygular kimse böyle düşünmek zorunda değil kimseyide bağlamaz. Şunuda unutmayın merhametliyim deyipte merhametin anlamını bilmeyenler merhamet insana yada hayvana acımak değildir acıtmamaktır!(Made in okan)
46 notes · View notes
nevzatboyraz44 · 3 months
Text
Adam öldürmeyi oyun mu sandın?
Suriyelilere karşı Kayseri’de başlayan olaylar Türkiye’nin birçok iline yayıldı ve Antalya’nın Serik ilçesinde, 17 yaşındaki bir çocuk, Ahmet Handan el Naif 3 kişi tarafından sokakta bıçaklanarak öldürüldü.
Ölümünün ardından el Naif’in trajik hikâyesi de ortaya çıktı: Deyrizor’daki ailesi, YPG (PKK) tarafından zorla askere alınmasın diye el Naif’i Türkiye’ye göndermiş. Yani el Naif Suriye’de kalsa, YPG tarafından zorla silah altına alınacak, eğitilecek ve Türkiye’ye karşı çocuk asker olarak savaştırılacakmış. Ailesi, YPG’nin eline düşmesin, terör örgütü tarafından istismar edilmesin, Türk askerini öldürmesin diyerek çocuklarını Türkiye’ye göndermişler.
Ahmet el Naif, Türkiye’de, ırkçılar tarafından katledildi. Hem de 17 yaşındayken, sokakta, ne olduğunu dahi anlamadan hayata gözlerini yumdu.
Cinayetin bir de katiller tarafı var: 3’ü de çocuk. İkisi 17 yaşında, biri 15 yaşında.
Katillere, hem de 3 kişi savunmasız bir çocuğun üzerine çullanmış, dövmüş, vahşice bıçaklamış katillere, çocuk olduklarını öğrenince, az da olsa üzülmemek mümkün mü?
O meşhur Rumeli türküsünde diyor ya: “Mezar taşlarını Hasan, koyun mu sandın? Adam öldürmeyi Hasan, oyun mu sandın? Drama mahpusunu evin mi sandın?”
Üç çocuk, evet, belki de adam öldürmeyi oyun sandılar. Gözü dönmüş, sokakta Suriyeli avına çıkmış büyüklerinin oyununa dâhil olmak istediler. Kitlelerin belki de arkalarında olduğunu, ne yaparlarsa yapsınlar onlara sahip çıkacaklarını sandılar. Suriyeli öldürmenin cezasının olmayacağını zannettiler. Yakalanmayacaklarını, yakalansalar bile ellerini kollarını sallayarak karakoldan “kahraman” gibi çıkacaklarını düşündüler.
Eğer mahkeme ölenin Suriyeli olmasını “hafifletici sebep” olarak görmezse bu 3 çocuk en az 10’ar yıl hapis yatacak. Çetin bir hapis hayatı geçirecekler. Çıktıklarında topluma uyum sağlayamayacaklar. İş bulmakta zorlanacaklar. Belki suç örgütlerinin eline düşecekler. Belki hapiste düşünmeye fırsat bulacak, 17 yaşında bir çocuğu vahşice öldürmüş olmakla yüzleşecek, ırkçılık adına öldürdükleri Ahmet’in YPG’den kaçtığı yani Türkiye için ailesini terk edip Antalya’ya geldiği gerçeğiyle kavrulacak, belki delirecek, belki intihar edecekler.
Suriyeli Ahmet Handan el Naif’in hayatı daha 17 yaşındayken söndü;
Onu öldürenlerin hayatı da daha 15,
17 yaşındayken karardı.
Bunun üzerinde durmayacak mıyız? Adi bir cinayet vakası deyip geçecek miyiz?
Bu 3 çocuğa ırkçılık virüsü bulaştıran, kalplerini karartan, vicdanlarını körelten, bütün zerrelerine nefret pompalayan, akıllarını devre dışı bırakan, beyinlerini süngere çeviren, bu çocukları kışkırtıp birer vahşi katile çeviren ve çocuk yaştan itibaren hayatlarını ebedi karartan sebepleri görmezden gelmeye devam mı edeceğiz?
“Ümit Özdağ ve Zafer Partisi milli güvenlik sorunudur” derken, silahlanıp iç savaş çıkaracaklarını değil, işte bu tür vakaları kastediyoruz. Ergenleri, gençleri, iki adım sonrasının muhasebesini yapabilecek akli melekesi olmayanları nasıl zehirlediklerine, nasıl kışkırttıklarına, Türkiye’nin bütünlüğü için nasıl büyük bir tehdide dönüştüklerine dikkat çekmeye çalışıyoruz.
Türkiye turizmini baltalamaya çalışıyorlar. İstanbul’daki olayda gördüğümüz gibi, Arap sermaye ve yatırımlarını ürkütmeye çalışıyorlar. Türkiye’nin dünyada 7’nci sıraya yükseldiği ve yılda 3 milyar dolar kazandığı yabancı öğrencileri kaçırıyorlar. Her bir eylemlerinde Türkiye’ye ağır zarar veriyor, Türkiye’nin rakiplerinin değirmenine su taşıyorlar.
Türkçülük maskesi altında Türklüğe, Türkiye’ye saldırıyorlar.
Ancak bugün Suriyelilere yönelen, yarın, sırası geldiğinde, Kürtlere yönelecek olan kışkırtmalarıyla, Türkiye’ye maddi olanın ötesinde bir tehdit teşkil ediyorlar: Türkiye’nin uluslararası iddialarını, gücünü, etkisini, hatta Türkiye’nin bütünlüğünü hedef alıyorlar. Hepimizin gözü önünde genç nesillere zehir zerk ediyorlar.
Selçukluyu da, Osmanlıyı da güçlü birer cihan devleti yapan, Türklerin Kürt ve Araplarla kurduğu ittifaktı. Potansiyel bir Türkiye “tehdidini” önlemenin yegâne yolunun Türkleri Kürt ve Araplardan uzaklaştırmak olduğunu Batılılar çok iyi biliyorlar ve buna çalışıyorlar. Dün PKK, FETÖ bunun için kullanıldı; şimdi de Ümit Özdağ ve Zafer Partisi’ni bu kirli hedefleri için kullanıyorlar.
Polis ve yargı, sokakta Suriyeli
avına çıkmak yerine, ırkçılık maskesi altındaki bölücülük tehdidiyle ilgilense, Türkiye’nin çok daha hayrına olacak.
Yeni Şafak Yazarı: Aydın Ünal
8/07/2024 Pazartesi
31 notes · View notes
judasizm1 · 2 years
Photo
Tumblr media
Aptal demek suç ama “sürtük” demek serbestmiş..
Cumhuriyetimizin ve devletimizin temel taşlarından biri olan Anayasa Mahmekesi için “KAPATILSIN.” diyen kişiler devlete ve millete karşı suç işlememiş midir? Devleti yıkmaya yönelik organize ve örgütlü bir devlet düşmanlığı değil midir? NEDEN YARGILANMIYORLAR?? .. .
Devletimize ve milletimize ihanet edenler “Bağımsız Yüce Türk Adaleti” karşısında hesap verecekler..
17 notes · View notes
onderkaracay · 2 years
Text
Tumblr media
🗣️ İnsanlık ile İnsanlık Düşmanlarının Savaşları
Birinci dünya savaşı Osmanlı imparatorluğu'nun topraklarını paylaşmak ve bizim topraklarımızda ki petrole el koymak için yapıldı.
Sonuçta petrolü ele geçirdiler.
Mustafa Kemal Atatürk Anadolu'yu kurtardı.
Anadolu da hedefti. Birinci dünya ve ikinci dünya savaşında bunu başaramadılar.
Yarım kalan bu niyeti gerçekleştirmek için ikinci dünya savaşı Almanya üzerinden Hitler kullanılarak yapıldı.
Milyonlarca insan öldü. Rusya üzerinden hedeflerine ulaşamadılar.
Her iki savaş aslında bitmedi. Savaşın yöntemleri değişti.
Türkler ikinci dünya savaşına girmedi yalnız o tarihten sonra doğru yönetilmediği için bugün yine hedef noktasına geldi.
Nato, çok partili siyasi sistem, liberal ekonomi, tarikat ve cemaatlerin yaygınlaştırılması, askeri darbeler, ekonomik kriz ve vurgunlar ve özelleştirme ikinci dünya savaşından daha fazla zararı bize verdi.
Birinci dünya savaşı sonrası Türkiye Cumhuriyeti devleti ve kamu ekonomisi ile kazandığımız üretim gücümüzü bu savaşta kaybettik.
Şeytan bizi savaşmadan gücümüzü tüketti. İçinizde kaleyi içten yıkan işbirliçileri güçlendirerek bunu başardı.
1938 sonrası ülkemiz üzerinde batı çetesi ortak bir plan uygulayarak bugün bizimle yeniden bir savaş aşamasına geldi.
Bugün atalarımızın kan ile savaşarak kazandığı vatanı, özgürlüğü, tam bağımsızlık ve huzuru içimiz sağlam olmadığı için şeytan içimizde at oynatarak siyasi partiler, medya, tarikat ve cemaat, sermaye vb unsurları bizim aleyhimize satın alarak ve kendi lehine kullanarak ikinci bir kurtuluş savaşı eşiğine geldik.
Yüzümüze gülene inandık soframızı açtık ve sırtımızdan vurulduk.
Cumhuriyetin üç sütunu vardı;
✓ Yasama gücü - Ulusun kendi yararına yasa yapma gücü,
✓ Yürütme ve yönetme gücü - Ulusun kendi kendini yönetmesi,
✓ Yargı ve adalet gücü - Ulusun çıkarının üstünde bir ayrıcalığı tanımama gücü.
Medya destekli aldatmaca ile özelleştirme talanı sonrası sözde hızlı karar vererek çok daha başarılı bir yönetim anlayışı adı ile bu üç kolonda kesildi.
Bugün Türk ulusu depremin değil bu enkazın altında kalmıştır.
Ülkeyi yöneten kişiye krallarda bile olmayan yetkiler verildi.
Bize bir tek Anayasa'nın ilk dört maddesi kaldı.
Bugün onu da hedefe koydular.
Planlarını adım adım uyguluyor uygulatıyorlar.
Tıyneti şaibeli tipler bugün çıkmış Anayasa tanımıyor Anayasa'nın yaratanın bir emri olmadığını depremi bahane ederek seçimden kaçmak için seçimleri yapmamayı dillendirmeye kalkıyor.
Deprem sonrası çadır kurduğumuz gibi orada insanların oy vermeleri için sandıkta kurarız. Tam seçim zamanıdır. 1999 depremi sonrası gelenler 2023 depremi ile gidecekler. Seçime de tıpış tıpış güdecekler iktidardan da gidecekler.
Türkiye Cumhuriyeti devleti kimsenin şahsi malı değildir. Tüm Türk ulusunun devletidir.
Kozmik odaya kozmetik oda diyenler verecekleri hesaba hazırlık yapsalar çok daha iyi olur.
Türk ulusunun sırlarını çalanlara çanak tutanlardan akıl mı alacağız?
Soma felaketi yaşandı sustunuz,
Ermenek felaketi yaşandı sustunuz,
Ormanlar cayır cayır yandı söndürme helikopteri yok dediler sustunuz,
Amasra da grizu patladı suç yaratana kaçıncı defa atıldı sustunuz,
Evin yıkılıyor yine susacak mısın?
Cumhuriyet ve Anayasa senin evin biliyor musun?
İnsan zulme itiraz edebilene denir.
Bağlı ve bağımlı özgürlük yoktur.
1938 tarihinden bu yana Anadolu coğrafyasında kavganın iki tarafı var;
✓ Cumhuriyet ve insanlık devriminden yana olanlar bir taraf,
✓ Emperyalizmin hizmetinde Cumhuriyet ve devrimlerine düşmanlık edenler diğer taraftır.
Bugüne kadar hile, yalan, talan, darbe, krizler ile vurgunlar vurarak bir tehdide dönüşenlerin sonu gelmiştir.
Türk ulusu Anayasal meşru müdafaa hakkı vardır. Bu hakkını henüz birileri kötüye kullanmasın diye kullanmamıştır. Gerekirse kullanacaktır.
Oysa Mustafa Kemal Atatürk bize efendi sizsiniz siz kimseyi efendi ve hükümran olarak kabul etmeyeceksiniz diye bizi uyarmıştı.
Adalet mülkün temeli esas alınarak Türkiye Cumhuriyeti kuruldu.
Mustafa Kemal Atatürk bir kurtarıcıya ihtiyaç duymadı kendisi ile birlikte Türk ulusunun kendisini kurtarıcı olması için örnek oldu. Ve bir gün bir kurtarıcıya ihtiyaç duyarsak o kurtarıcının kendimiz olması gerektiğini de hatırlatmayı unutmamıştır.
O temele 1938 tarihinden bu yana dinamit döşediler. Her döşenen dinamiti paraya çevirdiler.
2021 yılında dünya bankası ülkemizde ki yapı stoğunun depreme dayanıklı olmadığını 465 milyar dolarlık bir yatırımla bu yapıların yenilenebileceğini rapor etmiş.
Dünya tefecileri önce dayanıksız yapı yapılmasını siyaset ve yasalar eliyle sağlıyor sonra da bunu tehlike olarak halka medya aracılığıyla satıyor bankaları aracılığıyla bu parayı cebe indiriyorlar.
Kahramanmaraş depremi sonrası bu parayı cebe indirmek için siyaset aracılığıyla bu konuda dayatmalarının sahne alması olasıdır.
Hile esasına dayanan ahlak bir fazilet olmadığı gibi güvene layık değildir.
Türk ulusu hileye, yalana, talana, sömürü ve zulme karşı karnı tok olup kendisi dışında kimseye güvenmeyecek kadar güceniktir.
Yaptığımız seçimler başkalarını tutsak ettirmeye devam edecek ise özgürlüğü yok eden kendine düşmanlığı sahiplenmeye devam edeceğiz demektir.
Soylu bir toplum olan Türk ulusu bu asil kararı eninde sonunda verecektir.
Atatürk Türk ulusunun kendi kendisini yönetmesi gerektiğini lidersiz bir yönetim anlayışını benimsemesi için ulusun kendisini yönetime taşıyan Cumhuriyeti tercih etti. Atatürk soylu bir asaletin ve kolektif eylem bilincinin bir sonucudur. O bilinç bugün bir asır öncesinden daha güçlü ve canlıdır.
Türk ulusunun lidersiz bir düzen kurulana kadar partisiz yönetime geçmek adına bugün ülkeyi yönetemeyen ve yönetmeye talip olanlardan bunu talep etmeye hakkı vardır.
] Önder KARAÇAY [
11 notes · View notes
epifizz · 2 years
Note
Bir de bunca olana kader demezler mi gel de çıldırma!!!
Bu sözler esasında devlete küfür mahiyetindedir. En nihayetinde, insanın doğaya tabiiliğini aştığı ölçüde devlet yapılanmasını işlevsel bulmaktayız. Vergilerimizi bu durumlar için ödemekteyiz, toplumsal ve doğanın içindeki yaşamımızı refaha erdirmek veyahut herhangi bir muhtelif durumun önüne geçmesi için bu kurum varlığını sürdürür. Devlet yapılanması bazen hazırlıksız veyahut tam anlamıyla efektif olamayabilir ama bu kurum şu anki duruma böyle bakanlara emanetse, devlet işlevi bakımından tamamen tasfiye edilmiş demektir. Bu benim devlete karşı bakışım değil, bu sarf edilen sözlerin açıkça işaret ettiği durumdur. Ödenen özel ve genel vergilerle depremin yıkıcılığını azaltmıyorsa, deprem sonrası müdaheleler de işlevsel değilse ve bir de üstüne koordinasyon ve önlemlerde sınıfta kalınmasına rağmen sorumluluk kabul edilmiyorsa, kaynaklar seferber edilmiyorsa, yine halk çalışıyorsa bu devleti askıya almak değil midir? Devlet kurumlarına insanlar artık güvenmiyorsa bu insanlardan ziyade bu prestiji sırtlayanların suçu değil midir? Devlet kurumunun yöneticileri tarafından devlet doğa karşısında birey nezdindeki insan kadar aciz bulunuyorsa, bu kurumu kendi elleriyle çöpe atmışlar demektir. Kaçış cümlesinden öte adeta bir suç beyanıdır bu sözler.
10 notes · View notes
doriangray1789 · 2 years
Text
Tumblr media
3 HARFLİ Bir geri zekalılık bu bilmiyorum ? Marketleri boykot etsen ne olur etmesen ne olur ? Bu marketler yesil sermayenin eseri degil mi ? 1980 sonrası Almanyadan bavullarla gelen / getirilen / gönderilen Marklar ile oluşturulan yeşil sermaye bu günün oligarşik sermaye yapısını hem de 12 Eylül darbecilerinin de etkisiyle olusturuken kimsenin sesi çıkmadı. Bu para nerden geliyor kimden nasıl ne amaçla geliyor nasıl olupda kayıt dışı geliyor diye soran eden olmadı. Oligarşik piyasada istesenizde istemesenizde fiyatları işte bu 3 - 5 adam belirler. Üstüne maliyet enflasyonunuda eklersen kimse fiyatları tutamaz. Rekabetçi olmayan bu piyasaya siyasetcinin işine geldiği için hep göz yumuldu. Siyasetin finansmanını onlar yaptı. Ucuz erzaklar bedava makarnalar kömürler bilmemneler nerden gitti sanıyosunuz ? Almanya bu entrikanın suç ortağıdır. Bu marketlerde satilan küçuk ev aletlerine bakın % 80 i Alman malıdır. Şimdi kalkmış beyler neymiş ? Boykot edecekmiş. Piyasada rakip sermayemi biraktınız ? Başka nerden alacaksın onca çeşit ürünü nimet abladan mı ? Sanal düsman yarat toplumu oyala taktiği. Enerji fiyatlarını ve diğer girdileri bu üc harfliler arttırıyor. Haydi Don Kişotlar yeldeğirmenleriyle savaşmaya…”sanal düşman yaratıp onu yenmek” ve bu Zafer üzerinden siyaset yapmak… Goebbels taktiğidir… bizler ve ötekiler çatışmasının yanı sıra, sanal düşman kavramı ile, sürekli kendini tehlikede gören toplum, kenetlenerek , devleti yönetenlere karşı değil, onların yanında, savaş ortamı varmış gibi hareket etmektedir. devlet sürekli düşmanı yenebilecek önlemler alındığını, onlarla nasıl mücadele edildiğini anlatır. halkta düşmanı yenebilmek için devlete yardımcı olur. herşey oyunun bir parçasıdır. halk sadece piyon görevi görür… Bununla birlikte toplum “gelecek korkusuyla” da manüple edilir düşman yaratma ile eş zamanlı yapıldı mı toplum kendini kurutacak mesihi bekler, bilinmezlik hep insanı korkutur. gelecek korkusu aslında bilinmeye korkudur. insanların hayata bakış açılarına göre gelecek umutla veya korku ile beklenir. öleceğini bilerek yaşayan tek canlı insandır. hayat ; gelecek korkusu duyarak yaşanmayacak kadar kısadır. mesih toplumu bu korkudan kurtaran düşmanları yenen bir “üst insan” dır
7 notes · View notes
etaali · 2 years
Text
Tumblr media
Geçenlerde medyada dolaşıma sokulan bir video vardı.
Afganistan'lı kadınlar, İranlıları uyararak, kendi yakın tarihlerinden örnekler veriyordu. Yıkılmış ve artık ayağa kalkması çok zor olan ülkelerinin halini örnek gösteriyorlardı.
Bunu, son iki aydır "Kadına Özgürlük" sloganıyla İran devleti üzerinde baskı kurmaya çalışan Batılı Devletlerin gerçek niyetlerine dikkat çekmek için yapıyorlardı.
Zira ABD, Kanada, Fransa ve İşgal Rejimi İsrail, bizzat Başkanları düzeyinde destek sunuyordu İran'da Yönetim Değişikliği'ne...
Irak, Suriye ve Libya'da da öyle yapmamışlar mıydı sanki?
"Özgürlük, İnsan Hakları, Demokrasi" diye girdikleri o ülkelere bıraktıkları ölüm, kan ve yıkım göz önüne alındığında Afganistanlı kadınlar haklı değil miydi?
Ayrıca mesele, "Kadın Özgürlüğü" ise eğer, koskoca bir ülkeye adını veren Suud Aşiretini ayakta tutan Batılılar, bu ülke rejiminin kadına yönelik ağır baskıcı tutumu karşısında niye sessizler de, İran'da "Kadın Özgürlüğü" için milyar dolar bütçesi olan bir "Hibrit Savaşı" başlatmış durumdadırlar?
Sahi gerçekten İranlı kadınlar için mi, şimdi bu protestolara destek?
40 yıldır o kadınların ülkesine yönelik bunca saldırı, ambargo neydi öyleyse? İranlı kadınlar, kimyasal gaz yedikleri için binlerce sakat çocuk doğurmadı mı? Sahi Kimyasal gazı kim vermişti Saddam'a? Bu gazı kullanmanın suç olduğunu, kullanımının tazminat gerektiğini, BM Genel Kurulu'nda engelleyen kimlerdi? ABD kadar İran kadınına zulüm eden ikinci bir ülke var mı ki, şimdi Başkanı Bıden "İran kadınları için" tweet atıyor, vido çekiyor?
İranlılar, en basit ilaç, tohum, makine ekipmanı, hastahane ekipmanı tedarikinden mahrumdu. Zira başta ABD olmak üzere Batılı ülkeler, İran'a bu malları satan ülke ve şirketlere ağır ambargolar uyguladılar/uyguluyorlar.
Düşmanı iyi tanımak zorundadır bu coğrafyanın insanı. Gözünün içinden tanımalı onu. Nefesinden, sesinden... Yapamazsa bunu, kanı boşalır da haberi olmaz. Evini yıkmak için hazırlanan dozere kendisi yol gösterir. Yıkılınca anlar, kendi evi olduğunu...
Bugün Iraklılar bizim çöp bidonlarımızdan naylon poşet topluyorsa eğer, o gün Bağdat meydanına giren Amerikalı Coni'nin postalını öptükleri için...
Suriyeli gittiği ülkelerde eğer hergün hakaret yiyorsa, parya muamelesi görüyorsa; dünyanın dört bir yanından ülkesine üşüşen ruh hastalarına ispiyonluk yaptığı için...
Ya Libyalı?! Batılıların gerçek niyeti gördü ama iş işten geçti artık...
Gerçek acı da olsa, gerçekliği değişmez.
Afganistanlı Kadınlar, işte bu tecrübe ışığında İranlılara mesaj gönderiyor. Gerçi İran, Direnişin Karargahı bir ülke. Halk, tüm bu hadiseleri biliyor ve hatta çok çok iyi biliyor... O yüzden Batının orada başarılı olma şansı yok denecek denli...
Ancak ülkemizde bir takım "ABD dolmuşunda Alinejad dinleyen zevat"a sözümüz:
Batılılar, hazırlığı iyi yapılmış iki sefer de saldırdılar İran'a.
Birincisi, ateşli silahlar cephesinden oldu, Irak'tan... Öyle ki, şimdi alıp Arnavutluk'a götürdükleri Halkın Münafıkları Örgütü, hem içeride sabotaj ve suikast yapıyordu, hem de Saddam'ın tanklarının içinde Irak askerleriyle beraber kendi ülkelerine karşı savaşıyorlardı. Öyle çok iş çıkardılar ki o zaman. O kadar çok elit insan öldürdüler ki, düşmanları İran'ın belinin bir daha asla düzelemeyeceği şekilde kırıldığına inanıyordu. Ancak olmadı, dedikleri.
İkinci saldırı için bu sefer çok beklediler. Renkli Devrim veya Yumuşak Savaş'da denilen Soros Projesi'ni uygulamaya koydular. Bunun için siyasi tansiyonun yüksek olduğu 2009/Mir Huseyn Musevî ile Mahmud Ahmedinejad arasında geçen seçimi beklediler. Sonuçları manipüle ederek "Oyum nerede?!" başlığıyla bir sosyal çalkantı yaratıp, bunun üzerinden yumuşak geçişi denediler. Devrimciler, konuya vakıf olduğu için bu hesap da tutmadı.
Şimdi ise üçüncü yolu deniyorlar; Şimdi yaşanan da aslında bir savaş...
2022 Hibrit Savaş Konsepti uygulanıyor halihâzırda.
Hibrit (Karma) Savaş, mahiyeti itibarıyla tek boyutlu değil. Yani toplumun bir kesimi üzerinden veya bir etnik, mezhebi boyuttan değil. Çoğulcu bir saldırı sözkonusu...
İnkılap sözcüleri, protestoculara, "lideri olmayan hareket" derken, aslında işin bu boyutuna dikkat çekmek istiyor. Hibrit Savaş'ta lider ol(a)maz. Zira liderin, tüm bileşenleri temsil etme durumu yoktur.
Protestoları başlatma butonu Mehsa Emini adlı bir kızın ölümü idi mesela. Ona basarak başlattılar savaşı. Bizim ülkemizde bile bir kesimin "öldürdünüz kızı" diyerek koroya katıldığı döneme dönersek eğer mesele sanki bir kadının saçının teli göründüğü için öldürülmesi idi...
Peki ya gelinen nokta? Şimdi o kadını hatırlayan var mı? Ya da ölüm sebebi; gerçek miydi, yalan mıydı, ilgilenen var mı? (Selahaddin Demirtaş'ın kazıttığı saçları çıkmış mıdır acaba?!)
Kadın seçmişlerdi.
Kadını, Kürt olandan seçmişlerdi. Zira en kullanıma hazır terör örgütü o bölgede PEJAK'tır. Onun eliyle görecek işleri olacaktı.
Kadın ama kadının başörtüsü seçilmişti. Zira sol, seküler, liberal kesimi, kurdukları koroya dahil etmek için başörtüsü iyi bir argümandı...
Şimdi gelelim Hibrit Savaşın ikinci aşamasına.
Sistan-Belucistan'dan da saldırı başlattılar bu arada, kendilerine dahil ettiler. Ki, o bölgede asla başörtüsü konuşamazsınız. Halk oldukça mutaassıptır. İslami şekil üzerinde oldukça hassastır. Ama o halkı da sürece dahil ettiler. Nasıl mı, mezhep üzerinden... Sünni oldular orada.
Kirmanşah'ta "Kürt Halkının hakları zayi olmaktadır" diye Kürtçü oldular.
Tebriz'de Türkçü oldular. "Azerbaycan'a dahil olmak niye olmasın?" diye Azerbaycan üzerinden dahi sayfa açtılar.
Tahran'da kadın, Şiraz'da Demir-Çelik İşçileri, İlam'da Esnaf oldular...
Düşmanı tanımak çok önemlidir...
İran halkı, bu hamlelerin hiçbirine prim vermedi. 90 milyonluk İran'da, 9 bin adamın bir araya toplandığı bir fotoğraf veremediler bu protestolarda. Veremeyince bu fotoğrafı, en büyük açığı Tebriz'deki GAMOH'çu azınlık vermiş oldu. Halka karşı "bîşeref/şerefsizler" diye bağırmaya başladılar... Ve son bir haftadır da silaha sarıldı "barışçıl göstericiler..."
Gündüz çıkamadıkları sokaklara gece çıktılar. Rastgele sağa sola ateş açtılar, sabotaj ve suikastler yaptılar.
İran'da bunlar olurken, Türkiye'ye de Taksim'den geldiler. "Amerika'nın başsağlığını kabul etmiyoruz" diye de bir cevap aldılar.
Umarım halkımız Amerika'yı; onun oyunlarını, sinsiliklerini, ona piyon olup halklarımıza ihanet edenleri tanımakta en teyakkuz halini alır artık.
"Kahrolsun Amerika!" bir slogan değil, yaşam biçimidir.
3 notes · View notes
hetesiya · 12 days
Text
Mahmut Uzun | Yüzyılın başlarında kurulan, kurdurulan barbar "TC" devleti 1915 öncesi ve sonrası gerçeklestirilen soykırımlar üzerine kurulmuş bir… | Instagram
instagram
Yüzyılın başlarında kurulan, kurdurulan barbar "TC" devleti 1915 öncesi ve sonrası
gerçeklestirilen soykırımlar üzerine
kurulmuş bir
devlettir.
"Dış güçler"den çok Anadolu'daki halklara, azınlıklara karşı savaşmış ve katliamlar yaparak kendini meşrulaştırmıştır..
Asıl düşmanları Ermeniler, Yunanlar, Süryaniler,
Yezidiler ve bugün de kürtler olmuştur...
1921'de kurulduğunda Kürtleri ve Alevileri yanına çekmiş, kandırmış, bugünde onları yok etmek istiyor...
Bu devletin kurucu partisi CHP bu insanlık suçun tek sorumlusudur...
... kendi geçmisiyle hesaplaşmayan devlet ve bu parti savunucuları tüm bu tarihin suç ortaklarısınız...
Mahmut Uzun
0 notes
yenicagkibris · 3 months
Text
Bir distopya burası - Eren Keskin
Yaşadığımız coğrafya bir suç coğrafyası. Devlet eliyle ya da devletin azmettirdiği o kadar büyük suçlar işlenmiş ve bu suçlar o kadar cezasız kalmış ki artık insanların bu coğrafyada hukuka ve adalete inançları kalmamış. Bundan 3 yıl önceye geri dönelim. Türkiye Cumhuriyeti devleti 2021 yılında, İnsan Hakları Eylem Planı’nı açıkladı. İnsan Hakları Eylem Planı çerçevesinde bir takım hukuki…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
pazaryerigundem · 3 months
Text
Bursa'da provokatif paylaşıma gözaltı!
https://pazaryerigundem.com/haber/180650/bursada-provokatif-paylasima-gozalti/
Bursa'da provokatif paylaşıma gözaltı!
Tumblr media
Bursa Valisi Mahmut Demirtaş, provokatif paylaşımlarda bulunan bir kişinin gözaltına alındığını açıkladı.
BURSA (İGFA) – Bursa Valisi Mahmut Demirtaş, konuyla ilgili açıklamayı sosyal medya hesabından duyurdu.
Bursa’da provokatif paylaşımlarda bulunan bir kişinin gözaltına alındığını açıklayan Vali Demirtaş, “Telegram ve sosyal medya platformlarında “Arapları Yıldırma” vb. isimlerle gruplar oluşturarak vatandaşlarımızı kin ve düşmanlığa sevk edecek şekilde provokatif söylemlerle Bursamızda huzur ve güven ortamını bozmaya yönelik paylaşımlar yapan F.K. adlı hesap yöneticisi şahıs yakalanarak gözaltına alınmış olup Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı ile koordineli şekilde adli işlemleri devam etmektedir. Bu şekilde provokatif faaliyetlere kesinlikle müsamaha gösterilmeyecektir” ifadelerini kullandı.
Türkiye’nin bir hukuk devleti olduğunu ifade eden Vali Demirtaş, paylaşımında şunları kaydetti:
“Güvenlik güçlerimiz suç ve suçlularla mücadelesini kararlılıkla devam ettirmektedir. Bursamız tarih boyunca farklı kültür ve milletlerden insanların bir arada barış içinde yaşadığı, hoşgörü ve kardeşliğin simgesi olmuş kadim bir şehirdir. Toplumumuzdaki huzur ve güvenliği sağlamak hepimizin ortak görevidir. Hiçbir gerekçe şiddeti mazur gösteremez. Bu nedenle herhangi bir provokasyona kapılmadan yasalara ve insani değerlere uygun hareket etmeye davet ediyoruz. Şehrimizde huzuru ve güveni sağlamak adına emniyet güçlerimizin çalışmaları kararlılıkla devam etmektedir.Kamuoyuna saygıyla duyurulur.”
Tumblr media Tumblr media
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
birpaylass · 5 years
Text
Siber Dolandırıcılıkta yeni Sistem
BirPaylaş Paylaşım Platformu https://birpaylas.com/siber-dolandiricilikta-yeni-sistem.html
Siber Dolandırıcılıkta yeni Sistem
Tumblr media
Siber Dolandırıcılıkta yeni Sistem
Kaspersky iyi bilenlerin tespit ettiği gizlilik sorunundan Faydalanmaya çalışmakta olan yeni stil dolandırıcılık yönteminde, Siber Dolandırıcılıkta Yeni Sistem Amerika Birleşik Devleti Ticaret Komisyonu tarafından doğmuş oldugu öne sürülen Kişisel Veri Koruması Fonu’na ait gibi görünen bir internet sitesi kullanılıyor. 
Bu fonun, kişisel dosyalarını sızdırmış olabilecek kişilere tazminat ödeyeceği ve dünya çapında herkezin bundan faydalanabileceği belirtiliyor. 
Bu sistemle Rusya, Cezayir, Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri ilk başta olmak üzere 1’den  ülkede çok sayıda kişinin kandırılıp dolandırıldığı belirlendi. 
Reklam ( Siber Suç Dolandırıcılık )
Teknoloji Haberleri
Güncel Sağlık Bilgileri
Son Dakika Haberler
Siber Dolandırıcılıkta Yeni Sistem
Sitede kullanıcılar, dosyalarının sızdırılıp sızdırılmadığını da kontrol edebiliyor. Bunun için kullanıcıdan soyadını, ismini, gsm numarasını ve sosyal ağ hesaplarına girmesi isteniyor ve sonra kullanıcıya dosyaların sızdırıldığı söyleniyor. 
Resimler, videolar ve iletişim bilgileri gibi dosyaları aktarılma sebebiyle kullanıcının binlerce dolar tazminat almak için hak kazandığı belirtiliyor. Fakat dolandırıcılar bu süreçten sonra sadece ödemeyi yapmak için bir banka kartı numarası istemiyor, öncesinde sosyal güvenlik numarası girilmesini istiyor. 
9 haneli bu numara, ABD vatandaşlarına ve ABD’de çalışma izni olanlara verilmekte. Sosyal güvenlik numarası olmayanlar veya olup da girenler, her şekilde aynı ekranla karşılaşıyor. 
Site, numarada bir hata olduğunu ve 9 dolar fiyatla geçici bir sosyal güvenlik numarası alınması gerektiğini söylüyor. 
Bunu onaylayan kurban Rusça veya İngilizce ödeme formunu doldurup ruble veya dolar olarak parayı veriyor. Ödeme formunun dili, kurbanın IP adresine göre belirleniyor.
Bir Önceki Yazımız Olan Acı Badem Hakkında Bilgiler Konumuzuda inceleyebilirsiniz.
0 notes
militankaos · 4 months
Note
1984 kitabı hakkında ne düşünüyorsun? Vermek istediği mesaj ne sence? Konu hakkında herkesin illa ki belirli bir fikri vardır. Ama senin düşüncelerini okumak değerli benim için.
Sovyet Rusya'yı anlattığını düşünüyorum. Zaten zamanında bu görüş ile birçok kez yasaklatılmış bir kitap. Altlarda bir post var, Emma Goldman'ın "Bolşeviklerin devrime ihaneti" ve "1984"ü aynı zamanda okuyan birisi kesinlikle fark edecek benzerliği, hatta benzerlik bile değil bir noktada, aynı sistem. Sadece birisi ütopik bir dünyada geçiyor.
Vermek istediği mesaj aslında derin. İnsanların vatanseverlik, milliyetçilik duygularını sömüren devleti ifade ediyor. İlkel bir vatanseverlik yetiyor kitapta devlete. Şu dönemin törenleri, marşları kitapta "iki dakikalık nefret saatleri" olarak geçiyor, mesela. Bunu fark etmek için sahiden görerek okumak gerekiyor sanırım. Evet, kurgusal bir kitap. Ama gerçek bir zemin üzerinde kurgulanmış. Kitapta devletin, halkın her hareketini izlemesi bir kurgu değil mesela. Ya da işçi sınıfının her şeyden habersiz, cahil kesim olması. Ya da insanların aslında gereksiz işler ile vakit öldürmesi. Tarihin değiştirilmesi. Seksin yasaklanması. Düşüncenin bir suç sayılması. Bu suçu engellemek için polisten yardım alınması. Kurgu değil bunlar. Neyse, aslında bu kitabın sohbeti uzun uzun, keyifli bir şekilde yapılır ama özet olarak görüşlerim bunlar.
0 notes
yavuzbay-fan · 5 months
Text
Tumblr media
“Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’i “Yüce Türk Milleti” adına kınıyor ve istifaya davet ediyorum.!”
Çünkü ABD’de Dünya Bankası/IMF Bahar Toplantıları kapsamında Uluslararası Finans Enstitüsü (IIF) tarafından düzenlenen Küresel Görünüm Forumu'nda Türkiye ekonomisine ilişkin değerlendirmelerde bulunurken “Türk Milleti” yerine aşağılayıcı bir tabir olan “Yerel Halk” ifadesini kullanmıştır..
Bu Anayasal bir suçtur!
T.C. Devleti ve milletini temsilen konuşan üst düzey bir yetkilinin mesleki bir terim olsa bile hiçbir saikle ülkesini küçük düşürücü ifade kullanması kabul edilemez. Bu tür konuşmalar defalarca süzgeçten geçirilerek yapılmalıdır ve hiçbir mazeretle telafisi mümkün değildir.!
Zira “Yerel Halk” tabiri, sömürgelere atanan valilerin sömürülen halk için kullandığı bir tanımlamadır ve geçmişi itibarıyla Mehmet Şimşek’in eski bir İngiliz jargonu olan bu tanımlamayı çok iyi biliyor olması gerekirdi.!
"Dervişin fikri ne ise zikri de odur" sözü karşılık bulmuştur.!
Devleti bizler de yönettik lakin her zaman yönetim kademelerini kimlere teslim etmemiz gerektiğini bildik ve bu sayede de ülkemizi asla küçük düşürmedik..
Asıl suç onun değil onun gibilere stratejik ve milli görevleri verenlerindir!
Eee, balık baştan kokar..
Dr. Vecdet Öz
0 notes
gundemarsivi · 6 months
Text
Tumblr media
Başkalarının Haklarını Savunmadan İnsan Olunur Mu
✍🏻 Hayrettin Geçkin
https://www.gundemarsivi.com/baskalarinin-haklarini-savunmadan-insan-olunur-mu/
Bana sözün düştüğü çok yerde söyledim bunu: Ben özgürlüğüme düşkünüm dedim. Özgürlüğüm kaynağını, başkalarının kendisini en az benim kadar ifade etmesinden, başkalarının yaşam hakkını ve doğa haklarını savunmaktan alır diye dem vurdum.
İnandım ki başkalarının haklarını savunmadan insan olunmaz. İnandım ki kendi çıkarlarımı savunmak da başkalarının haklarını savunmaktan geçer. Böyle düşünmemde annemin payı büyük. AKP Müslümanlığı ile asla bağdaşmayan bir inanışı vardı annemin. Beni okula uğurlarken arkamdan ellerini iki yana açar ve “Allah’ım, herkesin çocuğuna zihin açıklığı ver, içinde de benim oğluma” diye yalvarırdı.
Annemden beri bu yaklaşım ve bu yaklaşıma uygun davranmak kendim için bir ölçüdür. Başkasını bilmem ama kendimi insan saymanın olmazsa olmazıdır benim açımdan.
Bir keresinde, komşu bir ülkeye operasyon düzenlendiği sırada savaş karşıtlığı üzerine bir şeyler söylediğimi, bu bağlamda yazılar yazdığımı gören eşim durumdan endişelenip, “Savaş karşıtlarını bir bir topluyorlarmış,” diye beni uyarmaya kalkınca daha sonra Yapı’m adlı kitabıma da giren ve duruşumu açık ve net bir biçimde ortaya koyan şöyle bir şiir yazmıştım:
SAVAŞIN HUKUKU
sevgilim diyor ki bana;
“savaş karşıtlarını bir bir topluyorlarmış
bütün kanallar, bütün gazeteler savaştan yana…”
diyorum ki;
endişelenme
şiir yazıyorum yalnızca
haksız da sayılmaz
üstelik savaş
bir futbol maçıymış gibi
konuşuluyor ortalıkta
okuduğum kitaplara bakıyor
deftere, kaleme, kağıda…
diyor ki;
ama şiirlerinde
“kuşlar çekinerek uçmasın
rengini düşürmesin çiçekler
kimse ölmesin aşktan ölene kadar”
gibi yığınla dize var
diyor ki;
“ben bir hukukçuyum
bu suç
düpedüz yaşamı savunmaktır bunlar
yap(ma)malısın”
öyle düşündüğünden demiyor bunu
savaşın hukuku bu
gözaltı / işkence / sürgün / ölüm
diyorum ki ben ona
bunlardan daha beteri de var;
susarak yalan söylemek sevgilim
31 Mart 2024’te yapılan yerel seçimlerin hemen arkasından Van’da seçilen belediye başkanına tuzak kurulmasına, seçilen kişinin başkanlığının geçersiz sayılmasına itirazım da bu yaklaşımımın bir sonucudur. Bu yüzden Van’da ve pek çok ilde insanların sokağa çıkması ile örtüşen bir itirazdır benim kendi itirazım. Devleti yönetenlerin sokağa çıkan, itirazlarını demokratik yoldan dile getiren insanları terör örgütlerinin uzantısı gibi göstermeye çalışan ırkçı, gerici, çatışmacı yaklaşımlarına olan bir itiraz… İnsanı olmayan, demokratik olmayan, hukuki olmayan bir anlayışa karşı itiraz… Devleti yöneten, iktidarını bu çatışmalı ortamlara borçlu olan, halkı ötekileştiren, ayrıştıran, soyup soğana çeviren bu yaklaşıma keşke herkes itiraz etse diye düşünmekteyim. Hatta ülkede insanlar nasıl olur da göz göre göre olan böyle bir yaklaşıma sessiz kalır, tavır göstermez diye de şaşırmaktayım bir yandan.
Yukarıdaki paylaştığım şiirin son bölümü ne olur özellikle gözden kaçmasın:
gözaltı / işkence / sürgün / ölüm
diyorum ki ben ona
bunlardan daha beteri de var;
susarak yalan söylemek sevgilim
Ülkemize AKP’nin insanları ayrıştıran, ötekileştiren; cumhuriyet değerlerinden uzaklaştıran, gericileştiren politikaları gerekmiyor. Ülke bu politikalardan çok zarar gördü, çok geri gitti bu yüzden.
Van olayında da gördüğümüz gibi ülkede terörün ve kötülüğün kaynağı, yıllardır aşımızı, ekmeğimizi, geleceğimizi ve düşlerimizi çalan AKP zihniyetidir. AKP derin yoksulluk, talan edilen doğa, pek çok değer kayıpları bırakmadan gitmeyecek belli ki. Aman gitsin! Ülkeye kafa sayısı kadar düşünce, yürek sayısı kadar sevgi lazım.
Hayrettin Geçkin
#Adalet #Demokrasi #Siyaset #Akp #Şiddet #Halk #Ötekileştirme #Seçim #Ysk #Van #Yoksulluk #Talan
0 notes
onderkaracay · 1 year
Text
Tumblr media
🗣️ Türk Ulusu Kuvayı Milliye Cephesinde Direnişe Geçmelidir
Özelleştirmeler, Türkiye Cumhuriyeti devletini ve Türk ulusunun varlığını sermaye çetelerine satmak demektir.*
Babalar gibi satarız dedikleri gün gösterdiğim tepkinin ilk cümlesi buydu.
Özelleştirmeler; vatana, ulusa ve devlete en büyük ihanettir.
Bu bir sermaye çetesinin operasyonudur.
Düşmana ülkeyi işgal ettirmenin örtülü ve ahlaksız formülüdür.
Nitekim tarih beni haksız çıkartmadı.
O gün bana sen ülkenin gelişmesini istemiyorsun diyerek bu zalimlige hizmet edenlerin hepsini bugün tarih hain olarak ilan etti.
Çünkü o işbirlikçi sermaye özelleştirmeler sonrası artık devlet yok şirketler var diyerek bizi tehdit etmeye başladı.
Bu bir milli güvenlik sorunudur ve bu tehdidin kamulaştırma yapılarak ortadan kaldırılması gerektiğini Mobbing Bank 2015 yılından bu yana yazmaktadır.
12 Eylül 1980 sonrası ülkemizin başına bela edilen kanlı terör örgütü ile çalıştığım bankanın söylemleri arasında hiçbir fark yoktu. Terör örgütü TC askeri ve devleti diyordu bu bankanın genel müdür yardımcıları ise banka adına TC riski diyorlardı. Hatta bankalarının riskinin devletin riskinden daha düşük bir risk taşıdığını ülke puanı üzerinde bir puana sahip banka olduklarını iddia ediyorlardı. Bugün bu bankanın sahipleri Malta vatandaşı olmak zorunda kaldılar.
Bizi kendilerinin bir askeri olarak görüyorlardı. Oysa karanlık sicillerini tutuyordum. Suratlarını mos mor edeceğim güne hazırlık olarak. Yaşam bir sır ile bu fırsatı verdi.
Mobbing Bank en tepeden birini mahser tufanında yere serdi. Diğerlerine yaşattıkları zulmü yaşamaları için uzatmaları oynama cezası verdi.
Bugün yabancılara ucuza yurttaşlık, toprak, mülk ve maden ruhsatlarını satan bir ülke haline gelmiş isek sebebi ve nihayi hedefi devleti parçalamak yok etmek isteyen bu arsız niyettir.
Yeni anayasa yapma niyeti Türkiye Cumhuriyeti devletini yok etmenin yasal kılıfıdır. Sermaye çetesi daha önce de Tesev adı altında böyle bir girişimde bulundu. Bunu herkes biliyor.
Bilderberg çetesinin ülkemiz ayağını yönetenler bu işin arkasında ki niyettir. Amerikan ve İngiliz derin devlet yapısı bunları kullanmaktadır.
Cemaat ve tarikat adı altında terör faaliyetleri yürütenlerden daha tehlikeli bir tehdittir.
Cebimizi soyarak bize karşı tehditlerini sürdürmektedirler. İktidar ve muhalefeti parti başkanları düzeyinde ele geçirmek yoluyla ve bilderberg'in adamlarını her partiye, medyaya yerleştirerek sonuç almaktalar.
Mobbing Bank oyunu deşifre etmiştir.
Ergenekon ve balyoz kumpaslarının yaşandığı yıllar da bankada bunun mücadelesini tek başına veriyordum. Benden kurtulmanın yolunu 12 Eylül 2012 tarihini seçtiler. Ayaklarına kurşun sıktıkları gün o gündü.
Meclis iktidar ve muhalefet ile birlikte bu amaca yönelik son seçim ile dizayn edildi.
Anayasa yapmaya kalkmaları isyan sebebidir.
Anayasalar kurucu meclisler tarafından yapılır.
Hukuksuz seçilmiş bir yönetimin Anayasa yapma hakkı yoktur. Mevcut Anayasa'nın 101. maddesine göre şu an Cumhurbaşkanı seçilmiş olan hukuksuz seçilmiştir. Bu suçtur. Bu suça alet olan hukukçu iktidar muhalefet medya herhes yargılanacaktır.
Çünkü ölümcül darbeyi ancak bu kadar suç işlemiş birine yaptırabilirlerdi. Bu sebeple muhalefeti dizayn ederek seçilmesini sağladılar.
İktidar ve muhalefet medyasının mamasını sermaye çetesi ödüyordu. İstediğini de parayla aldı.
Özelleştirmeler, sürdürülebilir sömürge düzenini devam ettirmek adına dayatılan yaşam pahalılığının, neyimiz var neyiniz yok hepsinin haraç mezat satışının, anayasa yapma amacının hepsi bu hedefe yönelik bir çabadır.
Sermaye çıkarına suç işleyen iktidar ve muhalefet anayasa yaparak bu suçlardan kurtulmanın çaresi peşindeler.
Buna asla izin vermemek gerekir.
Medya da bunun çözümü yoktur.
Çözüm, halkı kuvayı milliye güçleri olarak birleştirmektir.
] Önder KARAÇAY [
* 2002 sonrası özel bir bankada çalıştığım zaman söylediğim itirazın ifadesi aynen böyleydi. Çünkü iktidara sanki çalıştığım banka gelmiş gibi neler olacağını onlar bize anlatıyordu, hepsine karşı çıkıyordum. Bunun yazılı belgesi var elimde. Medya da zerre kadar ahlak var ise bu belgeyi benden isteyip neden yayınlamıyorlar. Çünkü bu medya sermaye çetesinin medyasıdır.
6 notes · View notes