#suç devleti
Explore tagged Tumblr posts
Text
bugün üniversitede ülkemizde “hukuk var mıdır, yok mudur?” tartışması vardı. elbette genel olarak gelen yorumlar caydırıcı cezaların olmadığı, dolayısıyla her geçen gün adalet ve hukuk gibi kavramların değerlerinin yittiği yönündeydi. ben ise konuya müdahil olmayan, en arka sıra çocuğuydum. fakat dönen muhabbetleri dikkatlice dinliyor, zihnimde belirli gözlemlere dayandırarak çözümlüyordum. sohbet güncel olayların, biricik narin’in, geçtiğimiz günlerde şehit edilen polis ablamızın katilinin suç kaydı dosyasının, engin ve dilan çiftinin dosyalarının örnekleriyle hukuğun olmadığının kanaatine varılan örneklerle ilerliyordu. hoca da her olayı ayrı bir hukuki yasaya dayandırarak, eski bir avukat olarak bir hâkim ve savcı gözüyle olayları irdelediğinin de altını çizerek, salınan şahısların hukuki boyutta belirli sebeplerinin olduğunu söylüyordu. bizlere de ısrarla bu tür olaylara bir hukukçu gözüyle bakmamızı tavsiye ettiğini, haberci veya kahvehanede dönen temellendirmesi olmayan “bu ülkede hukuk, adalet gibi kavramlar yok, bu suçlular nasıl salınır” muhabbetlerine müdahil olmamamız gerektiğini, bakış açımızı değiştirmemiz gerektiğini belirtiyordu. örneğin narin dosyasında delil yetersizliğinin olduğunu, dolayısıyla sanıklara bir ceza vermek için ancak ve ancak itirafçı olmalarının gerektiğini, bu yüzden sanıkların şu an için hücrelere tıkıldığını söyledi. bir ay içinde büyük bir azimle itirafçı olmadıkları takdirde onların da büyük bir ihtimalle salınacağını belirtti. polis ablamızı şehit eden caninin 22 suç kaydının olmasına da, zamanında işlemiş olduğu suçların sanığın 18 yaş altında işlemiş olmasından ötürü olabileceğine dayandırdı. benim de birden “hocam nasıl olur, ben suç kayıtlarını okudum, içinde gasp da vardı ve bildiğiniz üzere gaspın dosyası en az 10 yıldan başlıyor” şeklindeki eleştirim için de yine delil yetersizliği olabilir dedi. üstüne devletimizi zarara sokmamak için genelde hâkimlerin tutuklamak yerine bu şahısların tahliyelerini vererek onları tutuklamak için altı dolu delillerin olduğu bir suçu işlemelerini beklediklerini, sanıkların altı dolu delillerle birlikte tekrardan işlemiş oldukları bir suçun olması takdirinde geçmişteki dosyaları da ekleyerek güzel bir ceza vermek için salındıklarını belirtti. bir önceki cümlemdeki “devletimizi zarara sokmamak için” ifadesini de, sanığın altı dolu bir delile dayanarak işlemiş olduğu bir suçtan içeriye tıkıldığı takdirde diyelim ki 4 yıl yattırıldı, sonradan işlenildiği suçun kendisinin yaptığı tespit edildi ama işlenen suçun cezası 3 yıl olması takdirinde sanığın devlete boşu boşuna yatmış olduğu 1 yıllık süreç için tazminat davası açabildiğini ve bu davayı da yüksek bir ihtimalle kazandığını öne sürdü. açılan davaya göre sanığın bir yıllık boşuna yatmış olduğu süreç için açılan tazminat, sanığa bir yıllık asgari ücreti temin ettirebileceğini belirtti. hakim de bu tür sebeplerden ötürü devleti zarara sokmamak için, saldığını ve altı dolu bir suç işlemesini beklediğini ekledi. hâkim bu dosyayla sanığı içeri tıktığı takdirde ilerisi için sanığın açmış olduğu tazminat davasından kazanacağı davayı devletin hakime ayrı bir dosya açarak, uzun lafın kısası hakimden temin ettirdiğini belirtti. hakimin bu tür kararları bu minvalde verdiklerini açıkladı. elbette benim direkt araya girerek “hocam öyleyse geçtiğimiz günlerde şehit edilen polis ablamızın değeri 1 yıllık asgari ücretmiş” dememe hocamız açık ve net suspus oldu. hemen ardından sorulan dilan ve engin çifti için de bir arkadaşımızın “hocam sizce kara para akladılar mı, aklamadılar mı?” sorusuna “elbette akladılar, hatta sadece kara para değil, yasadışı bahis vb. suçların içine de girdiler, zaten unutmayın, hiç kimse kazanmış olduğu helal parasını, kahvesine gram altın serpiştirerek içmez” dedi. ardından ise, bunlar normal bir insanın vicdanı olarak yapmış olduğum yorumlar, olaya bir hukukçu gözüyle bakarsam, masak’ın raporunu elime alır, masak’ın “şahıslar herhangi bir vergi kaçırma olayı gerçekleştirmemiştir” dosyasını görür görmez ben de tahliyelerini verirdim dedi.
69 notes
·
View notes
Text
Sanki bu ülkemizdeki tüm sorunlar birmiş herkez refah mutluluk içinde de Şimdi tutturmuşlar sokak hayvanlarının yeri sokaklar değil barınaklardır..bu hangi vicdan hangi akıl ile bağdaşabilir biri bana anlatsın..Allah canlıları yaratırken ben kuşları yaratıyorum ama uçmasınlar kafese koyun,ben kuzuları koyunları yaratıyorum ama otlaklarda gezmesinler ahırlara tıkın,ben kedileri köpekleri yaratıyorum ama sokaklarda dolaşmasınlar insanları rahatsız edip çok yer işgal ederler siz öldürünmü demiş hangi ayet hangi hadiste var bu..kainatta hiç kimse sahipsiz değildir sizin sahipsiz başıboş dediğiniz sokak hayvanlarının sahibi sizinde bizim de sahibimiz olan Allah’tır hiçbir canlının canını sahibi olandan başkası alamaz müslüman bir milletiz ya ondan söylüyorum bunları…Bir hadisi şerifte “Allah, merhametli olanlara rahmetle muamele eder. Öyleyse, sizler yeryüzündekilere karşı merhametli olun ki, semâda bulunanlar da size rahmet etsinler. Rahim (akrabalık bağı) Rahmân'dan bir bağdır. Kim bunu korursa Allah onunla (rahmet bağı) kurar, kim de koparırsa, Allah da ondan (rahmet bağını) koparır." (Ebû Dâvûd, Edeb 58; Tirmizî, Birr 16)
Hadis, merhametin ehemmiyetini anlatmak açısından çok önemlidir. Merhametli olanlar derken ifâdenin mutlak bırakılmış olması dikkat çekicidir. Yani "insanlara" veya "mü'minlere" veya "sâlihlere" veya "fakirlere" diye bir kayıt yoktur. Öyleyse bütün mahlûkâta karşı merhametli olmak söz konusudur. Yani yeryüzünde bulunan sâlih-fâcir bütün insanlara, ehlî-vahşî bütün hayvanlara karşı gösterilecek merhamet, Rahmân'ı yâni rahmetine nihayet olmayan Allah'ı memnun edecek bir davranıştır.
Burdan anlayacağımız üzere bu konunun tartışılması bile müslümanlıkla insanlıkla bağdaşabilirmi sahibi olan yaşasın sahibi yoksa ölsün o zaman sokakta kimsesiz olarak yaşayan bir çok insan var şimdi napalım onlarıdamı uyutalım onların içinde de insana zararı olan saldıran öldüren katil olan hırsız olan sapık olan var..hatta barındığı bir çatısı sahip olduğu bir ailesi olupta bunları yapanda var ya bu ülkede sapıklar,seri katiller,tecavüzcüler ,gaspçılar aklınıza ne kadar suç gelirse işleyenlerin canı alınmıyor da konu hayvanlara gelincemi cezaları öldürülmek oluyor yaşam alanımı bıraktık onlara da siz yaşam alanının dışına çıktınız diye hesap soruyoruz ..devlet öldürmez devleti bırak müslüman öldürmez yaşatır… canın yaşama hakkının insan yada hayvan diye bir ayrımı olamaz..bu hayvanlar sokakta biçare aç perişan yaşıyorsa suç onların değil devletindir belediyelerindir..eğer devlet ve belediyeler bu hayvanları toplayıp her belediye bünyesinde barınmalarını iaşelerini sağlayıp yeterli miktarda barınak kuramıyorsa kendi suçlarıdır..Allah muhakkak ki görendir duyandır işitendir yerdeki karıncanın bile hakkını bizden soracak olan allah mutlaka böyle birşeye sebeb olanlarada o canlıların hakkını soracaktır… ben kendini sokak hayvanlarına adamış bir insanım lafta değil özde herşeyiyle bakımı tedavisi maması aklınıza gelen ne varsa.. sonuçta o hayvanlar üzerinde benim hakkım var ve ben hakkımı asla helal etmem mahşerde bile ..söyleyecek başka söz yok çünkü sözün bittiği yerdeyiz bunlar benim içimden geçen duygular kimse böyle düşünmek zorunda değil kimseyide bağlamaz. Şunuda unutmayın merhametliyim deyipte merhametin anlamını bilmeyenler merhamet insana yada hayvana acımak değildir acıtmamaktır!(Made in okan)
46 notes
·
View notes
Text
Adam öldürmeyi oyun mu sandın?
Suriyelilere karşı Kayseri’de başlayan olaylar Türkiye’nin birçok iline yayıldı ve Antalya’nın Serik ilçesinde, 17 yaşındaki bir çocuk, Ahmet Handan el Naif 3 kişi tarafından sokakta bıçaklanarak öldürüldü.
Ölümünün ardından el Naif’in trajik hikâyesi de ortaya çıktı: Deyrizor’daki ailesi, YPG (PKK) tarafından zorla askere alınmasın diye el Naif’i Türkiye’ye göndermiş. Yani el Naif Suriye’de kalsa, YPG tarafından zorla silah altına alınacak, eğitilecek ve Türkiye’ye karşı çocuk asker olarak savaştırılacakmış. Ailesi, YPG’nin eline düşmesin, terör örgütü tarafından istismar edilmesin, Türk askerini öldürmesin diyerek çocuklarını Türkiye’ye göndermişler.
Ahmet el Naif, Türkiye’de, ırkçılar tarafından katledildi. Hem de 17 yaşındayken, sokakta, ne olduğunu dahi anlamadan hayata gözlerini yumdu.
Cinayetin bir de katiller tarafı var: 3’ü de çocuk. İkisi 17 yaşında, biri 15 yaşında.
Katillere, hem de 3 kişi savunmasız bir çocuğun üzerine çullanmış, dövmüş, vahşice bıçaklamış katillere, çocuk olduklarını öğrenince, az da olsa üzülmemek mümkün mü?
O meşhur Rumeli türküsünde diyor ya: “Mezar taşlarını Hasan, koyun mu sandın? Adam öldürmeyi Hasan, oyun mu sandın? Drama mahpusunu evin mi sandın?”
Üç çocuk, evet, belki de adam öldürmeyi oyun sandılar. Gözü dönmüş, sokakta Suriyeli avına çıkmış büyüklerinin oyununa dâhil olmak istediler. Kitlelerin belki de arkalarında olduğunu, ne yaparlarsa yapsınlar onlara sahip çıkacaklarını sandılar. Suriyeli öldürmenin cezasının olmayacağını zannettiler. Yakalanmayacaklarını, yakalansalar bile ellerini kollarını sallayarak karakoldan “kahraman” gibi çıkacaklarını düşündüler.
Eğer mahkeme ölenin Suriyeli olmasını “hafifletici sebep” olarak görmezse bu 3 çocuk en az 10’ar yıl hapis yatacak. Çetin bir hapis hayatı geçirecekler. Çıktıklarında topluma uyum sağlayamayacaklar. İş bulmakta zorlanacaklar. Belki suç örgütlerinin eline düşecekler. Belki hapiste düşünmeye fırsat bulacak, 17 yaşında bir çocuğu vahşice öldürmüş olmakla yüzleşecek, ırkçılık adına öldürdükleri Ahmet’in YPG’den kaçtığı yani Türkiye için ailesini terk edip Antalya’ya geldiği gerçeğiyle kavrulacak, belki delirecek, belki intihar edecekler.
Suriyeli Ahmet Handan el Naif’in hayatı daha 17 yaşındayken söndü;
Onu öldürenlerin hayatı da daha 15,
17 yaşındayken karardı.
Bunun üzerinde durmayacak mıyız? Adi bir cinayet vakası deyip geçecek miyiz?
Bu 3 çocuğa ırkçılık virüsü bulaştıran, kalplerini karartan, vicdanlarını körelten, bütün zerrelerine nefret pompalayan, akıllarını devre dışı bırakan, beyinlerini süngere çeviren, bu çocukları kışkırtıp birer vahşi katile çeviren ve çocuk yaştan itibaren hayatlarını ebedi karartan sebepleri görmezden gelmeye devam mı edeceğiz?
“Ümit Özdağ ve Zafer Partisi milli güvenlik sorunudur” derken, silahlanıp iç savaş çıkaracaklarını değil, işte bu tür vakaları kastediyoruz. Ergenleri, gençleri, iki adım sonrasının muhasebesini yapabilecek akli melekesi olmayanları nasıl zehirlediklerine, nasıl kışkırttıklarına, Türkiye’nin bütünlüğü için nasıl büyük bir tehdide dönüştüklerine dikkat çekmeye çalışıyoruz.
Türkiye turizmini baltalamaya çalışıyorlar. İstanbul’daki olayda gördüğümüz gibi, Arap sermaye ve yatırımlarını ürkütmeye çalışıyorlar. Türkiye’nin dünyada 7’nci sıraya yükseldiği ve yılda 3 milyar dolar kazandığı yabancı öğrencileri kaçırıyorlar. Her bir eylemlerinde Türkiye’ye ağır zarar veriyor, Türkiye’nin rakiplerinin değirmenine su taşıyorlar.
Türkçülük maskesi altında Türklüğe, Türkiye’ye saldırıyorlar.
Ancak bugün Suriyelilere yönelen, yarın, sırası geldiğinde, Kürtlere yönelecek olan kışkırtmalarıyla, Türkiye’ye maddi olanın ötesinde bir tehdit teşkil ediyorlar: Türkiye’nin uluslararası iddialarını, gücünü, etkisini, hatta Türkiye’nin bütünlüğünü hedef alıyorlar. Hepimizin gözü önünde genç nesillere zehir zerk ediyorlar.
Selçukluyu da, Osmanlıyı da güçlü birer cihan devleti yapan, Türklerin Kürt ve Araplarla kurduğu ittifaktı. Potansiyel bir Türkiye “tehdidini” önlemenin yegâne yolunun Türkleri Kürt ve Araplardan uzaklaştırmak olduğunu Batılılar çok iyi biliyorlar ve buna çalışıyorlar. Dün PKK, FETÖ bunun için kullanıldı; şimdi de Ümit Özdağ ve Zafer Partisi’ni bu kirli hedefleri için kullanıyorlar.
Polis ve yargı, sokakta Suriyeli
avına çıkmak yerine, ırkçılık maskesi altındaki bölücülük tehdidiyle ilgilense, Türkiye’nin çok daha hayrına olacak.
Yeni Şafak Yazarı: Aydın Ünal
8/07/2024 Pazartesi
31 notes
·
View notes
Photo
Aptal demek suç ama “sürtük” demek serbestmiş..
Cumhuriyetimizin ve devletimizin temel taşlarından biri olan Anayasa Mahmekesi için “KAPATILSIN.” diyen kişiler devlete ve millete karşı suç işlememiş midir? Devleti yıkmaya yönelik organize ve örgütlü bir devlet düşmanlığı değil midir? NEDEN YARGILANMIYORLAR?? .. .
Devletimize ve milletimize ihanet edenler “Bağımsız Yüce Türk Adaleti” karşısında hesap verecekler..
17 notes
·
View notes
Text
🗣️ İnsanlık ile İnsanlık Düşmanlarının Savaşları
Birinci dünya savaşı Osmanlı imparatorluğu'nun topraklarını paylaşmak ve bizim topraklarımızda ki petrole el koymak için yapıldı.
Sonuçta petrolü ele geçirdiler.
Mustafa Kemal Atatürk Anadolu'yu kurtardı.
Anadolu da hedefti. Birinci dünya ve ikinci dünya savaşında bunu başaramadılar.
Yarım kalan bu niyeti gerçekleştirmek için ikinci dünya savaşı Almanya üzerinden Hitler kullanılarak yapıldı.
Milyonlarca insan öldü. Rusya üzerinden hedeflerine ulaşamadılar.
Her iki savaş aslında bitmedi. Savaşın yöntemleri değişti.
Türkler ikinci dünya savaşına girmedi yalnız o tarihten sonra doğru yönetilmediği için bugün yine hedef noktasına geldi.
Nato, çok partili siyasi sistem, liberal ekonomi, tarikat ve cemaatlerin yaygınlaştırılması, askeri darbeler, ekonomik kriz ve vurgunlar ve özelleştirme ikinci dünya savaşından daha fazla zararı bize verdi.
Birinci dünya savaşı sonrası Türkiye Cumhuriyeti devleti ve kamu ekonomisi ile kazandığımız üretim gücümüzü bu savaşta kaybettik.
Şeytan bizi savaşmadan gücümüzü tüketti. İçinizde kaleyi içten yıkan işbirliçileri güçlendirerek bunu başardı.
1938 sonrası ülkemiz üzerinde batı çetesi ortak bir plan uygulayarak bugün bizimle yeniden bir savaş aşamasına geldi.
Bugün atalarımızın kan ile savaşarak kazandığı vatanı, özgürlüğü, tam bağımsızlık ve huzuru içimiz sağlam olmadığı için şeytan içimizde at oynatarak siyasi partiler, medya, tarikat ve cemaat, sermaye vb unsurları bizim aleyhimize satın alarak ve kendi lehine kullanarak ikinci bir kurtuluş savaşı eşiğine geldik.
Yüzümüze gülene inandık soframızı açtık ve sırtımızdan vurulduk.
Cumhuriyetin üç sütunu vardı;
✓ Yasama gücü - Ulusun kendi yararına yasa yapma gücü,
✓ Yürütme ve yönetme gücü - Ulusun kendi kendini yönetmesi,
✓ Yargı ve adalet gücü - Ulusun çıkarının üstünde bir ayrıcalığı tanımama gücü.
Medya destekli aldatmaca ile özelleştirme talanı sonrası sözde hızlı karar vererek çok daha başarılı bir yönetim anlayışı adı ile bu üç kolonda kesildi.
Bugün Türk ulusu depremin değil bu enkazın altında kalmıştır.
Ülkeyi yöneten kişiye krallarda bile olmayan yetkiler verildi.
Bize bir tek Anayasa'nın ilk dört maddesi kaldı.
Bugün onu da hedefe koydular.
Planlarını adım adım uyguluyor uygulatıyorlar.
Tıyneti şaibeli tipler bugün çıkmış Anayasa tanımıyor Anayasa'nın yaratanın bir emri olmadığını depremi bahane ederek seçimden kaçmak için seçimleri yapmamayı dillendirmeye kalkıyor.
Deprem sonrası çadır kurduğumuz gibi orada insanların oy vermeleri için sandıkta kurarız. Tam seçim zamanıdır. 1999 depremi sonrası gelenler 2023 depremi ile gidecekler. Seçime de tıpış tıpış güdecekler iktidardan da gidecekler.
Türkiye Cumhuriyeti devleti kimsenin şahsi malı değildir. Tüm Türk ulusunun devletidir.
Kozmik odaya kozmetik oda diyenler verecekleri hesaba hazırlık yapsalar çok daha iyi olur.
Türk ulusunun sırlarını çalanlara çanak tutanlardan akıl mı alacağız?
Soma felaketi yaşandı sustunuz,
Ermenek felaketi yaşandı sustunuz,
Ormanlar cayır cayır yandı söndürme helikopteri yok dediler sustunuz,
Amasra da grizu patladı suç yaratana kaçıncı defa atıldı sustunuz,
Evin yıkılıyor yine susacak mısın?
Cumhuriyet ve Anayasa senin evin biliyor musun?
İnsan zulme itiraz edebilene denir.
Bağlı ve bağımlı özgürlük yoktur.
1938 tarihinden bu yana Anadolu coğrafyasında kavganın iki tarafı var;
✓ Cumhuriyet ve insanlık devriminden yana olanlar bir taraf,
✓ Emperyalizmin hizmetinde Cumhuriyet ve devrimlerine düşmanlık edenler diğer taraftır.
Bugüne kadar hile, yalan, talan, darbe, krizler ile vurgunlar vurarak bir tehdide dönüşenlerin sonu gelmiştir.
Türk ulusu Anayasal meşru müdafaa hakkı vardır. Bu hakkını henüz birileri kötüye kullanmasın diye kullanmamıştır. Gerekirse kullanacaktır.
Oysa Mustafa Kemal Atatürk bize efendi sizsiniz siz kimseyi efendi ve hükümran olarak kabul etmeyeceksiniz diye bizi uyarmıştı.
Adalet mülkün temeli esas alınarak Türkiye Cumhuriyeti kuruldu.
Mustafa Kemal Atatürk bir kurtarıcıya ihtiyaç duymadı kendisi ile birlikte Türk ulusunun kendisini kurtarıcı olması için örnek oldu. Ve bir gün bir kurtarıcıya ihtiyaç duyarsak o kurtarıcının kendimiz olması gerektiğini de hatırlatmayı unutmamıştır.
O temele 1938 tarihinden bu yana dinamit döşediler. Her döşenen dinamiti paraya çevirdiler.
2021 yılında dünya bankası ülkemizde ki yapı stoğunun depreme dayanıklı olmadığını 465 milyar dolarlık bir yatırımla bu yapıların yenilenebileceğini rapor etmiş.
Dünya tefecileri önce dayanıksız yapı yapılmasını siyaset ve yasalar eliyle sağlıyor sonra da bunu tehlike olarak halka medya aracılığıyla satıyor bankaları aracılığıyla bu parayı cebe indiriyorlar.
Kahramanmaraş depremi sonrası bu parayı cebe indirmek için siyaset aracılığıyla bu konuda dayatmalarının sahne alması olasıdır.
Hile esasına dayanan ahlak bir fazilet olmadığı gibi güvene layık değildir.
Türk ulusu hileye, yalana, talana, sömürü ve zulme karşı karnı tok olup kendisi dışında kimseye güvenmeyecek kadar güceniktir.
Yaptığımız seçimler başkalarını tutsak ettirmeye devam edecek ise özgürlüğü yok eden kendine düşmanlığı sahiplenmeye devam edeceğiz demektir.
Soylu bir toplum olan Türk ulusu bu asil kararı eninde sonunda verecektir.
Atatürk Türk ulusunun kendi kendisini yönetmesi gerektiğini lidersiz bir yönetim anlayışını benimsemesi için ulusun kendisini yönetime taşıyan Cumhuriyeti tercih etti. Atatürk soylu bir asaletin ve kolektif eylem bilincinin bir sonucudur. O bilinç bugün bir asır öncesinden daha güçlü ve canlıdır.
Türk ulusunun lidersiz bir düzen kurulana kadar partisiz yönetime geçmek adına bugün ülkeyi yönetemeyen ve yönetmeye talip olanlardan bunu talep etmeye hakkı vardır.
] Önder KARAÇAY [
#önderkaraçay#mobbingbank#önder karaçay#mobbing bank#insan#atatürk#devrim#mahşer tufanı#zulüm#türk fırtınası#atatürk'ün insanlık devrimi#insanlık devrimi#insanlık düşmanlığı#savaş
11 notes
·
View notes
Note
Bir de bunca olana kader demezler mi gel de çıldırma!!!
Bu sözler esasında devlete küfür mahiyetindedir. En nihayetinde, insanın doğaya tabiiliğini aştığı ölçüde devlet yapılanmasını işlevsel bulmaktayız. Vergilerimizi bu durumlar için ödemekteyiz, toplumsal ve doğanın içindeki yaşamımızı refaha erdirmek veyahut herhangi bir muhtelif durumun önüne geçmesi için bu kurum varlığını sürdürür. Devlet yapılanması bazen hazırlıksız veyahut tam anlamıyla efektif olamayabilir ama bu kurum şu anki duruma böyle bakanlara emanetse, devlet işlevi bakımından tamamen tasfiye edilmiş demektir. Bu benim devlete karşı bakışım değil, bu sarf edilen sözlerin açıkça işaret ettiği durumdur. Ödenen özel ve genel vergilerle depremin yıkıcılığını azaltmıyorsa, deprem sonrası müdaheleler de işlevsel değilse ve bir de üstüne koordinasyon ve önlemlerde sınıfta kalınmasına rağmen sorumluluk kabul edilmiyorsa, kaynaklar seferber edilmiyorsa, yine halk çalışıyorsa bu devleti askıya almak değil midir? Devlet kurumlarına insanlar artık güvenmiyorsa bu insanlardan ziyade bu prestiji sırtlayanların suçu değil midir? Devlet kurumunun yöneticileri tarafından devlet doğa karşısında birey nezdindeki insan kadar aciz bulunuyorsa, bu kurumu kendi elleriyle çöpe atmışlar demektir. Kaçış cümlesinden öte adeta bir suç beyanıdır bu sözler.
10 notes
·
View notes
Text
3 HARFLİ Bir geri zekalılık bu bilmiyorum ? Marketleri boykot etsen ne olur etmesen ne olur ? Bu marketler yesil sermayenin eseri degil mi ? 1980 sonrası Almanyadan bavullarla gelen / getirilen / gönderilen Marklar ile oluşturulan yeşil sermaye bu günün oligarşik sermaye yapısını hem de 12 Eylül darbecilerinin de etkisiyle olusturuken kimsenin sesi çıkmadı. Bu para nerden geliyor kimden nasıl ne amaçla geliyor nasıl olupda kayıt dışı geliyor diye soran eden olmadı. Oligarşik piyasada istesenizde istemesenizde fiyatları işte bu 3 - 5 adam belirler. Üstüne maliyet enflasyonunuda eklersen kimse fiyatları tutamaz. Rekabetçi olmayan bu piyasaya siyasetcinin işine geldiği için hep göz yumuldu. Siyasetin finansmanını onlar yaptı. Ucuz erzaklar bedava makarnalar kömürler bilmemneler nerden gitti sanıyosunuz ? Almanya bu entrikanın suç ortağıdır. Bu marketlerde satilan küçuk ev aletlerine bakın % 80 i Alman malıdır. Şimdi kalkmış beyler neymiş ? Boykot edecekmiş. Piyasada rakip sermayemi biraktınız ? Başka nerden alacaksın onca çeşit ürünü nimet abladan mı ? Sanal düsman yarat toplumu oyala taktiği. Enerji fiyatlarını ve diğer girdileri bu üc harfliler arttırıyor. Haydi Don Kişotlar yeldeğirmenleriyle savaşmaya…”sanal düşman yaratıp onu yenmek” ve bu Zafer üzerinden siyaset yapmak… Goebbels taktiğidir… bizler ve ötekiler çatışmasının yanı sıra, sanal düşman kavramı ile, sürekli kendini tehlikede gören toplum, kenetlenerek , devleti yönetenlere karşı değil, onların yanında, savaş ortamı varmış gibi hareket etmektedir. devlet sürekli düşmanı yenebilecek önlemler alındığını, onlarla nasıl mücadele edildiğini anlatır. halkta düşmanı yenebilmek için devlete yardımcı olur. herşey oyunun bir parçasıdır. halk sadece piyon görevi görür… Bununla birlikte toplum “gelecek korkusuyla” da manüple edilir düşman yaratma ile eş zamanlı yapıldı mı toplum kendini kurutacak mesihi bekler, bilinmezlik hep insanı korkutur. gelecek korkusu aslında bilinmeye korkudur. insanların hayata bakış açılarına göre gelecek umutla veya korku ile beklenir. öleceğini bilerek yaşayan tek canlı insandır. hayat ; gelecek korkusu duyarak yaşanmayacak kadar kısadır. mesih toplumu bu korkudan kurtaran düşmanları yenen bir “üst insan” dır
7 notes
·
View notes
Text
Geçenlerde medyada dolaşıma sokulan bir video vardı.
Afganistan'lı kadınlar, İranlıları uyararak, kendi yakın tarihlerinden örnekler veriyordu. Yıkılmış ve artık ayağa kalkması çok zor olan ülkelerinin halini örnek gösteriyorlardı.
Bunu, son iki aydır "Kadına Özgürlük" sloganıyla İran devleti üzerinde baskı kurmaya çalışan Batılı Devletlerin gerçek niyetlerine dikkat çekmek için yapıyorlardı.
Zira ABD, Kanada, Fransa ve İşgal Rejimi İsrail, bizzat Başkanları düzeyinde destek sunuyordu İran'da Yönetim Değişikliği'ne...
Irak, Suriye ve Libya'da da öyle yapmamışlar mıydı sanki?
"Özgürlük, İnsan Hakları, Demokrasi" diye girdikleri o ülkelere bıraktıkları ölüm, kan ve yıkım göz önüne alındığında Afganistanlı kadınlar haklı değil miydi?
Ayrıca mesele, "Kadın Özgürlüğü" ise eğer, koskoca bir ülkeye adını veren Suud Aşiretini ayakta tutan Batılılar, bu ülke rejiminin kadına yönelik ağır baskıcı tutumu karşısında niye sessizler de, İran'da "Kadın Özgürlüğü" için milyar dolar bütçesi olan bir "Hibrit Savaşı" başlatmış durumdadırlar?
Sahi gerçekten İranlı kadınlar için mi, şimdi bu protestolara destek?
40 yıldır o kadınların ülkesine yönelik bunca saldırı, ambargo neydi öyleyse? İranlı kadınlar, kimyasal gaz yedikleri için binlerce sakat çocuk doğurmadı mı? Sahi Kimyasal gazı kim vermişti Saddam'a? Bu gazı kullanmanın suç olduğunu, kullanımının tazminat gerektiğini, BM Genel Kurulu'nda engelleyen kimlerdi? ABD kadar İran kadınına zulüm eden ikinci bir ülke var mı ki, şimdi Başkanı Bıden "İran kadınları için" tweet atıyor, vido çekiyor?
İranlılar, en basit ilaç, tohum, makine ekipmanı, hastahane ekipmanı tedarikinden mahrumdu. Zira başta ABD olmak üzere Batılı ülkeler, İran'a bu malları satan ülke ve şirketlere ağır ambargolar uyguladılar/uyguluyorlar.
Düşmanı iyi tanımak zorundadır bu coğrafyanın insanı. Gözünün içinden tanımalı onu. Nefesinden, sesinden... Yapamazsa bunu, kanı boşalır da haberi olmaz. Evini yıkmak için hazırlanan dozere kendisi yol gösterir. Yıkılınca anlar, kendi evi olduğunu...
Bugün Iraklılar bizim çöp bidonlarımızdan naylon poşet topluyorsa eğer, o gün Bağdat meydanına giren Amerikalı Coni'nin postalını öptükleri için...
Suriyeli gittiği ülkelerde eğer hergün hakaret yiyorsa, parya muamelesi görüyorsa; dünyanın dört bir yanından ülkesine üşüşen ruh hastalarına ispiyonluk yaptığı için...
Ya Libyalı?! Batılıların gerçek niyeti gördü ama iş işten geçti artık...
Gerçek acı da olsa, gerçekliği değişmez.
Afganistanlı Kadınlar, işte bu tecrübe ışığında İranlılara mesaj gönderiyor. Gerçi İran, Direnişin Karargahı bir ülke. Halk, tüm bu hadiseleri biliyor ve hatta çok çok iyi biliyor... O yüzden Batının orada başarılı olma şansı yok denecek denli...
Ancak ülkemizde bir takım "ABD dolmuşunda Alinejad dinleyen zevat"a sözümüz:
Batılılar, hazırlığı iyi yapılmış iki sefer de saldırdılar İran'a.
Birincisi, ateşli silahlar cephesinden oldu, Irak'tan... Öyle ki, şimdi alıp Arnavutluk'a götürdükleri Halkın Münafıkları Örgütü, hem içeride sabotaj ve suikast yapıyordu, hem de Saddam'ın tanklarının içinde Irak askerleriyle beraber kendi ülkelerine karşı savaşıyorlardı. Öyle çok iş çıkardılar ki o zaman. O kadar çok elit insan öldürdüler ki, düşmanları İran'ın belinin bir daha asla düzelemeyeceği şekilde kırıldığına inanıyordu. Ancak olmadı, dedikleri.
İkinci saldırı için bu sefer çok beklediler. Renkli Devrim veya Yumuşak Savaş'da denilen Soros Projesi'ni uygulamaya koydular. Bunun için siyasi tansiyonun yüksek olduğu 2009/Mir Huseyn Musevî ile Mahmud Ahmedinejad arasında geçen seçimi beklediler. Sonuçları manipüle ederek "Oyum nerede?!" başlığıyla bir sosyal çalkantı yaratıp, bunun üzerinden yumuşak geçişi denediler. Devrimciler, konuya vakıf olduğu için bu hesap da tutmadı.
Şimdi ise üçüncü yolu deniyorlar; Şimdi yaşanan da aslında bir savaş...
2022 Hibrit Savaş Konsepti uygulanıyor halihâzırda.
Hibrit (Karma) Savaş, mahiyeti itibarıyla tek boyutlu değil. Yani toplumun bir kesimi üzerinden veya bir etnik, mezhebi boyuttan değil. Çoğulcu bir saldırı sözkonusu...
İnkılap sözcüleri, protestoculara, "lideri olmayan hareket" derken, aslında işin bu boyutuna dikkat çekmek istiyor. Hibrit Savaş'ta lider ol(a)maz. Zira liderin, tüm bileşenleri temsil etme durumu yoktur.
Protestoları başlatma butonu Mehsa Emini adlı bir kızın ölümü idi mesela. Ona basarak başlattılar savaşı. Bizim ülkemizde bile bir kesimin "öldürdünüz kızı" diyerek koroya katıldığı döneme dönersek eğer mesele sanki bir kadının saçının teli göründüğü için öldürülmesi idi...
Peki ya gelinen nokta? Şimdi o kadını hatırlayan var mı? Ya da ölüm sebebi; gerçek miydi, yalan mıydı, ilgilenen var mı? (Selahaddin Demirtaş'ın kazıttığı saçları çıkmış mıdır acaba?!)
Kadın seçmişlerdi.
Kadını, Kürt olandan seçmişlerdi. Zira en kullanıma hazır terör örgütü o bölgede PEJAK'tır. Onun eliyle görecek işleri olacaktı.
Kadın ama kadının başörtüsü seçilmişti. Zira sol, seküler, liberal kesimi, kurdukları koroya dahil etmek için başörtüsü iyi bir argümandı...
Şimdi gelelim Hibrit Savaşın ikinci aşamasına.
Sistan-Belucistan'dan da saldırı başlattılar bu arada, kendilerine dahil ettiler. Ki, o bölgede asla başörtüsü konuşamazsınız. Halk oldukça mutaassıptır. İslami şekil üzerinde oldukça hassastır. Ama o halkı da sürece dahil ettiler. Nasıl mı, mezhep üzerinden... Sünni oldular orada.
Kirmanşah'ta "Kürt Halkının hakları zayi olmaktadır" diye Kürtçü oldular.
Tebriz'de Türkçü oldular. "Azerbaycan'a dahil olmak niye olmasın?" diye Azerbaycan üzerinden dahi sayfa açtılar.
Tahran'da kadın, Şiraz'da Demir-Çelik İşçileri, İlam'da Esnaf oldular...
Düşmanı tanımak çok önemlidir...
İran halkı, bu hamlelerin hiçbirine prim vermedi. 90 milyonluk İran'da, 9 bin adamın bir araya toplandığı bir fotoğraf veremediler bu protestolarda. Veremeyince bu fotoğrafı, en büyük açığı Tebriz'deki GAMOH'çu azınlık vermiş oldu. Halka karşı "bîşeref/şerefsizler" diye bağırmaya başladılar... Ve son bir haftadır da silaha sarıldı "barışçıl göstericiler..."
Gündüz çıkamadıkları sokaklara gece çıktılar. Rastgele sağa sola ateş açtılar, sabotaj ve suikastler yaptılar.
İran'da bunlar olurken, Türkiye'ye de Taksim'den geldiler. "Amerika'nın başsağlığını kabul etmiyoruz" diye de bir cevap aldılar.
Umarım halkımız Amerika'yı; onun oyunlarını, sinsiliklerini, ona piyon olup halklarımıza ihanet edenleri tanımakta en teyakkuz halini alır artık.
"Kahrolsun Amerika!" bir slogan değil, yaşam biçimidir.
3 notes
·
View notes
Text
Yeni bir suç icat edildi – Yeni Yaşam Gazetesi | Yeni Yaşam
Yeni bir suç icat edildi
Eren Keskin
Biz herkesi tanıyoruz!
Son 2 yıldır Türkiye Cumhuriyeti devleti yargısı, yeni bir suç tipi ortaya çıkardı. Bu daha önce suç olmayan, “cezaevlerine para yatırmak” suçu!! Peki, bunun biraz geçmişine bakalım. Neden böyle bir suç yaratıldı? Bizzat yargı eliyle.
FATF, yani Mali Eylem Görev Gücü. 1989’da Paris’te düzenlenen G7 zirvesinde kuruldu. Bu kuruluşun amacı, kara para aklama eğilimlerini incelemek, ulusal ve uluslararası düzeyde alınan yasal, mali ve kolluk faaliyetlerini izlemek. Yani kısaca kara para aklamakla mücadele amacıyla böyle bir örgüt kurulmuştu.
Tabii bizler insan hakları savunucuları olarak kara paranın ya da uyuşturucu ticaretinin, silah ticaretinin en çok da devletler tarafından yapıldığını ama bunun gizli bir takım yapılar aracılığıyla sürdürüldüğünü çok iyi biliriz. Ama görünürde işte Mali Eylem Görev Gücü, uluslararası düzeyde, kara para aklamayı önlemek adına böyle bir oluşuma gitti. Daha sonra kara para aklanmasının önlenmesine ve “terörün” finansmanının önlenmesine ilişkin bir sözleşme imzalandı.
Bu sözleşmeyi imzalayan devletler de sözleşmeye uygun bir biçimde yasal düzenlemeler yaptılar. Türkiye Cumhuriyeti devleti de “terörizmin finansmanı” adı altında bir yasa düzenlemesine gitti. İşte, bugün insanların haksız bir biçimde cezaevine konulmasının sebebi de bu yasa.
Peki, kimler yargılanıyor bu yasa gerekçesiyle?
Cezaevinde yakınları bulunan ya da arkadaşları, tanıdıkları bulunan ve çoğunluğu yoksul aile çocukları olan, siyasi nedenlerle cezaevinde bulunan insanlara 200 lira, 300 lira ya da 500 lirayla sınırlı paralar yatıran insanlar, “terörizmin finansmanını önlenmesi” sözleşmesine göre, bu gerekçe gösterilerek, gözaltına alınıyorlar, tutuklanıyorlar, ardından da cezalandırılıyorlar.
Böyle bir suçun ne kadar akıl dışı olduğunu şöyle açıklayabiliriz; düşünebiliyor musunuz, bir insan, devletin kendisine verdiği T.C kimlik numarasıyla, yine devletin kasası olan cezaevi idaresinin kasasına bir para yatırıyor ve bu para 200 lira, 500 lira gibi küçük paralar ve bu paraların cezaevinde yatan mahpuslara günlük harcamaları için yatırıldığı da biliniyor.
Cezaevinde olan bir mahpus, sınırlı sayıda para harcayabiliyor. Zaten cezaevinde siyasi nedenlerle kalan mahpusların birçoğunun ailelerinin durumu ekonomik olarak çok kötü. Bu nedenle de cezaevindeki mahpuslar aslında çoğunlukla birbirleriyle dayanışıyorlar. Ama bu dayanışma, su, bir yiyecek ya da çok gerekli olan bir iç çamaşırı gibi şeyleri alabilmek için oluyor.
Cezaevi idaresinin bilgisi dışında tek bir kuruş harcanması da mümkün değil. Kaldı ki bu paralar cezaevi idaresinin kasasından istenerek, yine cezaevi idaresi bünyesinde bulunan kantinden yapılan alışverişlere harcanıyor.
İşte, “Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Sözleşmesi” kapsamında Türkiye Cumhuriyeti yargısının bulduğu suçlu tipi de bu cezaevindeki yoksul mahpuslara para yatıran bazı insanlar, anneler, babalar kardeşler ya da insan hakları savunucuları. Bu akıl almaz suç uygulaması bugün artık son derece ileri boyutlara ulaşmış durumda.
Bundan yaklaşık 7 ay önce Hatice Yıldız isimli 75 yaşındaki bir anne, sadece çocuğuna ve çocuğunun bir arkadaşına cezaevi kasasına para yatırdığı gerekçesiyle ceza aldı ve tutuklandı. Şu anda kendisi Bakırköy Cezaevi’nde. Bakırköy Cezaevi’ne kendisini görmeye gittiğimde durumu karşısında çok etkilendim. Çünkü bir demans hastalığı vardı. Her şeyi unutuyorum dedi ve yaşamını etkileyen fiziki olarak da kendisini güçsüz düşüren birçok hastalığı bulunmaktaydı.
Gerçekten inanılmazdı, bir insanı, cezaevinde bulunan kendi çocuğuna ve çocuğunun bir arkadaşına 500 lira gibi bir para yatırmış olması nedeniyle, “terörizmin finansmanından” suçlu bularak cezalandırmak.
İnsan hakları savunucuları olarak, yakıcı sonuçları olan bu suçlamayı, kendi yakınımızda da yaşadık. Ömrünü insan hakları mücadelesine adamış olan arkadaşımız Hatice Onaran, yurt dışında birkaç insanın bir araya gelerek, cezaevindeki yoksul mahpuslar adına para yatırılması için gönderdiği, çok küçük miktardaki birkaç ödemeyi, cezaevi kasasına yapmıştı. Hatice, kendi kimliğiyle, yasal olarak, yine resmi bir kurum olan cezaevinin kasasına birkaç mahpus için 200-500 lira gibi paralar yatırmıştı. Hatice Onaran bu suçlamayla gözaltına alındı ve ardından hakkında dava açıldı. Dava devam ederken, hiçbirimiz Hatice Onaran’ın bu nedenle cezalandırılacağına inanamadık. Çünkü daha önce bu konuda açılmış davalarda verilmiş beraat kararları vardı.
Ancak, maalesef ki Mart ayında İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, -ki haksız uygulamaları ile tanınan ve bilinen bir mahkemedir-, Hatice Onaran hakkında “Terörizmin Finansmanını Önlenmesi Yasası” uyarınca 4 yıl 2 ay hapis cezası kararı verdi. Maalesef ki istinafta kesinleşen suçlardan olması nedeniyle de geçtiğimiz hafta Hatice Onaran’ın cezası onandı ve Hatice Onaran cezaevine girdi.
Hatice Onaran’ın cezaevine girmesinden birkaç gün önce, birkaç avukat arkadaş, infaz savcılığına giderek Hatice Onaran’ın kanser hastası olduğunu, %79 engelli olduğunu ve cezanın ertelenmesi yönünde bir talebimiz olduğunu ileri sürdüğümüzde, savcı, hafifçe gözlüğünü indirerek, yüzümüze baktı ve “ama ben bunu yapamam, bu yasa 3713, yani terörle mücadele yasası kapsamında, o nedenle ben böyle bir erteleme kararı veremem” dedi.
Savcıya, “’Savcı Bey, eğer suçu hırsızlık olsaydı, bu ertelemeyi yapar mıydınız?’ diye sorduğumda, savcı, ‘hırsız ya da dolandırıcı olsaydı, evet, bu ertelemeyi yapardım ama bu ertelemeyi yapamam, benim hakkımda soruşturma açılır” dedi.
Orada bir kez daha hem bu suçlama nedeniyle akıl almaz bir haksızlığa maruz kalarak tutuklanacak olan Hatice Onaran’ın durumu karşısında bir kez daha coğrafyamızdaki infaz eşitsizliğinin de ne kadar çarpıcı bir sonucu olduğunu anlamış olduk.
Gerçekten de eğer siz siyasi nedenlerle cezaevine giriyorsanız, bir yazı yazdıysanız, cezaevine para yatırdıysanız ya da bir sivil siyaset içinde mücadele eden bir muhalif milletvekiliyseniz aldığınız cezanın yatacak olan miktarı bir hırsızdan, bir dolandırıcıdan çok daha fazla.
Ne yazık ki yaşadığımız coğrafyada, özellikle muhaliflere yönelik hak ihlallerinin ne derece ağırlaştığı insanların çoğu tarafından bilinmiyor. Hatice Onaran’ı cezaevine gönderirken bunları düşündük. Gerçekten de hiçbir suçu olmayan, bütün ömrünü insan hakları mücadelesine harcayan, fikri ne olursa olsun ayırt etmeden şiddete uğrayan kim olursa olsun yardım eden, iyi kalpli bir insan, hiç olmayacak bir suçlamayla cezaevine girdi.
Biliyoruz ki cezaevlerinde onun gibi haksızlığa uğrayan çok sayıda insan var ve maalesef ki bu coğrafyada iktidarı oluşturan resmi politikaları üretenler bu haksızlığı yapmaya devam ederken, kendilerine muhalif diyenler de sessiz kalmaya devam ediyorlar.
0 notes
Text
HAYBECİ HAYTA
Biraz önce matemle baktığım fotoğraf,kısa süre önce göreve başlayan,daha bir yıllık evli, 27 yaşındaki şehit polis memuresine ait.Karıştığı bir asayiş vakası nedeniyle göz altına alınmaya çalışılan bir adi hırsız,kahraman evladımızı gözünü kırpmadan şehit etmişti.Yine görevi başındaki polisimizi sırtından bıçaklamaya çalışan bir kişi de göz altına alınmıştı.Dikkatinizi celp ederim,son dönemde önüne gelen GBT si bozuk kriminal tipler hakkındabenzer suçlardan çok sayıda işlem yapı Peki terör örgütü mensupları dahi,şehrin göbeğinde polis memuruna silah doğrultmayıgöze alamazken bu GBT si bozuk haybeci haytalar,bir kamu görevlisine nasıl silah doğrultabiliyor? Anadolu insanı, polis memuruna,jandarmaya hep saygı gösterip,görevini yapmasına yardımcı olup izzeti ikramda bulunmak isterken bu haytalar,polisimize silah doğrultur,bıçak sallar oldu.Bir kısmının savunmaları genelde ortak:Yok efendim,fitaminliymiş,mineralliymiş,promilliymiş,madde almışbağımlıymış da kendini kaybetmişmiş! Suç işleme kastı yokmuş, Haydi oradan! Bu martavalların ceza hukukunda asla yeri olamaz. TCK 34.maddesinin ikinci fıkrası son derece açık;İradi olarak alınan alkol veya uyuşturucu madde etkisinde iken suç işleyen kişi hakkında cezayı azaltan veya kaldıran sebepler,hiçbir şekilde tatbik edilmez. Nitekim Ceza kanunumuz kutsal kamu görevini yerine getiren polis memurlarımıza karşı işlenen suçları, suçun nitelikli hali olarak kabul ederek cezayı ağırlaştırmıştır. TCK 82.maddesine göre: Kastan öldürme suçu kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle işlenmiş ise ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilir. TCK 82.maddesine göre kastan yaralama suçu kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle işlenmiş ise hapis cezası yarı oranında artırılır. TCK 125.maddesine göre bir kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret eden kişiye ağırlaştırılmış hadden ceza verilir. TCK 265.maddesine göre Yargı görevini ifa eden Kamu görevlisine karşı görevini yapmasını engellemek amacıyla, cebir veya tehdit kullanan kişiye de nitelikli halden hapis cezası verilir. Bu vakıaları, yeterli tedbirin alınmadığı, güvenlik güçlerinin yetersiz kaldığı, yasaklı madde bağımlılığının artarak kontrol dışına çıktığı gibi yaklaşımlara girerek işin ucunu siyasete getirmeye çalışmak da doğru değil, zira bu husus ulusal güvenlik sorunu hududunda olup topyekûn mücadeleyi icap ettirir. Elbette ki İçişleri Bakanlığı ve Adalet Bakanlığı’mız polis memurlarına saldıran bu haytalarla ilgili gerekli önlem ve tertibini alıyor. Adalet Bakanımız Sayın Yılmaz TUNÇ da açıklamalarında, ’bu tür eylemlere asla müsamaha gösterilmeyeceğini ve soruşturmaların titizlikle sürdürüleceğini’ vurgulamıştır. Hayta kelimeside sövgü bile olmayıp, mecazen ‘başıboş, bir baltaya sap olamamış kimse’ manasına gelen bir sıfattır ki bu GBT si bozuklara iltifat sayılır.Son cümlem de şu olsun; Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu güne kadar hangi terör örgütüne müsamaha gösterdi de bu haybeci haytalara meydanı boş bırakacak. Read the full article
0 notes
Text
40 gündür Narinin katilleri ve suç sebebi açıklanmadıysa söylenecek söz kalmadı demektir😤😠😈😢💔
0 notes
Text
Bir distopya burası - Eren Keskin
Yaşadığımız coğrafya bir suç coğrafyası. Devlet eliyle ya da devletin azmettirdiği o kadar büyük suçlar işlenmiş ve bu suçlar o kadar cezasız kalmış ki artık insanların bu coğrafyada hukuka ve adalete inançları kalmamış. Bundan 3 yıl önceye geri dönelim. Türkiye Cumhuriyeti devleti 2021 yılında, İnsan Hakları Eylem Planı’nı açıkladı. İnsan Hakları Eylem Planı çerçevesinde bir takım hukuki…
View On WordPress
0 notes
Text
Bursa'da provokatif paylaşıma gözaltı!
https://pazaryerigundem.com/haber/180650/bursada-provokatif-paylasima-gozalti/
Bursa'da provokatif paylaşıma gözaltı!
Bursa Valisi Mahmut Demirtaş, provokatif paylaşımlarda bulunan bir kişinin gözaltına alındığını açıkladı.
BURSA (İGFA) – Bursa Valisi Mahmut Demirtaş, konuyla ilgili açıklamayı sosyal medya hesabından duyurdu.
Bursa’da provokatif paylaşımlarda bulunan bir kişinin gözaltına alındığını açıklayan Vali Demirtaş, “Telegram ve sosyal medya platformlarında “Arapları Yıldırma” vb. isimlerle gruplar oluşturarak vatandaşlarımızı kin ve düşmanlığa sevk edecek şekilde provokatif söylemlerle Bursamızda huzur ve güven ortamını bozmaya yönelik paylaşımlar yapan F.K. adlı hesap yöneticisi şahıs yakalanarak gözaltına alınmış olup Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı ile koordineli şekilde adli işlemleri devam etmektedir. Bu şekilde provokatif faaliyetlere kesinlikle müsamaha gösterilmeyecektir” ifadelerini kullandı.
Türkiye’nin bir hukuk devleti olduğunu ifade eden Vali Demirtaş, paylaşımında şunları kaydetti:
“Güvenlik güçlerimiz suç ve suçlularla mücadelesini kararlılıkla devam ettirmektedir. Bursamız tarih boyunca farklı kültür ve milletlerden insanların bir arada barış içinde yaşadığı, hoşgörü ve kardeşliğin simgesi olmuş kadim bir şehirdir. Toplumumuzdaki huzur ve güvenliği sağlamak hepimizin ortak görevidir. Hiçbir gerekçe şiddeti mazur gösteremez. Bu nedenle herhangi bir provokasyona kapılmadan yasalara ve insani değerlere uygun hareket etmeye davet ediyoruz. Şehrimizde huzuru ve güveni sağlamak adına emniyet güçlerimizin çalışmaları kararlılıkla devam etmektedir.Kamuoyuna saygıyla duyurulur.”
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
Text
Siber Dolandırıcılıkta yeni Sistem
BirPaylaş Paylaşım Platformu https://birpaylas.com/siber-dolandiricilikta-yeni-sistem.html
Siber Dolandırıcılıkta yeni Sistem
Siber Dolandırıcılıkta yeni Sistem
Kaspersky iyi bilenlerin tespit ettiği gizlilik sorunundan Faydalanmaya çalışmakta olan yeni stil dolandırıcılık yönteminde, Siber Dolandırıcılıkta Yeni Sistem Amerika Birleşik Devleti Ticaret Komisyonu tarafından doğmuş oldugu öne sürülen Kişisel Veri Koruması Fonu’na ait gibi görünen bir internet sitesi kullanılıyor.
Bu fonun, kişisel dosyalarını sızdırmış olabilecek kişilere tazminat ödeyeceği ve dünya çapında herkezin bundan faydalanabileceği belirtiliyor.
Bu sistemle Rusya, Cezayir, Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri ilk başta olmak üzere 1’den ülkede çok sayıda kişinin kandırılıp dolandırıldığı belirlendi.
Reklam ( Siber Suç Dolandırıcılık )
Teknoloji Haberleri
Güncel Sağlık Bilgileri
Son Dakika Haberler
Siber Dolandırıcılıkta Yeni Sistem
Sitede kullanıcılar, dosyalarının sızdırılıp sızdırılmadığını da kontrol edebiliyor. Bunun için kullanıcıdan soyadını, ismini, gsm numarasını ve sosyal ağ hesaplarına girmesi isteniyor ve sonra kullanıcıya dosyaların sızdırıldığı söyleniyor.
Resimler, videolar ve iletişim bilgileri gibi dosyaları aktarılma sebebiyle kullanıcının binlerce dolar tazminat almak için hak kazandığı belirtiliyor. Fakat dolandırıcılar bu süreçten sonra sadece ödemeyi yapmak için bir banka kartı numarası istemiyor, öncesinde sosyal güvenlik numarası girilmesini istiyor.
9 haneli bu numara, ABD vatandaşlarına ve ABD’de çalışma izni olanlara verilmekte. Sosyal güvenlik numarası olmayanlar veya olup da girenler, her şekilde aynı ekranla karşılaşıyor.
Site, numarada bir hata olduğunu ve 9 dolar fiyatla geçici bir sosyal güvenlik numarası alınması gerektiğini söylüyor.
Bunu onaylayan kurban Rusça veya İngilizce ödeme formunu doldurup ruble veya dolar olarak parayı veriyor. Ödeme formunun dili, kurbanın IP adresine göre belirleniyor.
Bir Önceki Yazımız Olan Acı Badem Hakkında Bilgiler Konumuzuda inceleyebilirsiniz.
0 notes
Note
1984 kitabı hakkında ne düşünüyorsun? Vermek istediği mesaj ne sence? Konu hakkında herkesin illa ki belirli bir fikri vardır. Ama senin düşüncelerini okumak değerli benim için.
Sovyet Rusya'yı anlattığını düşünüyorum. Zaten zamanında bu görüş ile birçok kez yasaklatılmış bir kitap. Altlarda bir post var, Emma Goldman'ın "Bolşeviklerin devrime ihaneti" ve "1984"ü aynı zamanda okuyan birisi kesinlikle fark edecek benzerliği, hatta benzerlik bile değil bir noktada, aynı sistem. Sadece birisi ütopik bir dünyada geçiyor.
Vermek istediği mesaj aslında derin. İnsanların vatanseverlik, milliyetçilik duygularını sömüren devleti ifade ediyor. İlkel bir vatanseverlik yetiyor kitapta devlete. Şu dönemin törenleri, marşları kitapta "iki dakikalık nefret saatleri" olarak geçiyor, mesela. Bunu fark etmek için sahiden görerek okumak gerekiyor sanırım. Evet, kurgusal bir kitap. Ama gerçek bir zemin üzerinde kurgulanmış. Kitapta devletin, halkın her hareketini izlemesi bir kurgu değil mesela. Ya da işçi sınıfının her şeyden habersiz, cahil kesim olması. Ya da insanların aslında gereksiz işler ile vakit öldürmesi. Tarihin değiştirilmesi. Seksin yasaklanması. Düşüncenin bir suç sayılması. Bu suçu engellemek için polisten yardım alınması. Kurgu değil bunlar. Neyse, aslında bu kitabın sohbeti uzun uzun, keyifli bir şekilde yapılır ama özet olarak görüşlerim bunlar.
0 notes
Text
🗣️ Türk Ulusu Kuvayı Milliye Cephesinde Direnişe Geçmelidir
Özelleştirmeler, Türkiye Cumhuriyeti devletini ve Türk ulusunun varlığını sermaye çetelerine satmak demektir.*
Babalar gibi satarız dedikleri gün gösterdiğim tepkinin ilk cümlesi buydu.
Özelleştirmeler; vatana, ulusa ve devlete en büyük ihanettir.
Bu bir sermaye çetesinin operasyonudur.
Düşmana ülkeyi işgal ettirmenin örtülü ve ahlaksız formülüdür.
Nitekim tarih beni haksız çıkartmadı.
O gün bana sen ülkenin gelişmesini istemiyorsun diyerek bu zalimlige hizmet edenlerin hepsini bugün tarih hain olarak ilan etti.
Çünkü o işbirlikçi sermaye özelleştirmeler sonrası artık devlet yok şirketler var diyerek bizi tehdit etmeye başladı.
Bu bir milli güvenlik sorunudur ve bu tehdidin kamulaştırma yapılarak ortadan kaldırılması gerektiğini Mobbing Bank 2015 yılından bu yana yazmaktadır.
12 Eylül 1980 sonrası ülkemizin başına bela edilen kanlı terör örgütü ile çalıştığım bankanın söylemleri arasında hiçbir fark yoktu. Terör örgütü TC askeri ve devleti diyordu bu bankanın genel müdür yardımcıları ise banka adına TC riski diyorlardı. Hatta bankalarının riskinin devletin riskinden daha düşük bir risk taşıdığını ülke puanı üzerinde bir puana sahip banka olduklarını iddia ediyorlardı. Bugün bu bankanın sahipleri Malta vatandaşı olmak zorunda kaldılar.
Bizi kendilerinin bir askeri olarak görüyorlardı. Oysa karanlık sicillerini tutuyordum. Suratlarını mos mor edeceğim güne hazırlık olarak. Yaşam bir sır ile bu fırsatı verdi.
Mobbing Bank en tepeden birini mahser tufanında yere serdi. Diğerlerine yaşattıkları zulmü yaşamaları için uzatmaları oynama cezası verdi.
Bugün yabancılara ucuza yurttaşlık, toprak, mülk ve maden ruhsatlarını satan bir ülke haline gelmiş isek sebebi ve nihayi hedefi devleti parçalamak yok etmek isteyen bu arsız niyettir.
Yeni anayasa yapma niyeti Türkiye Cumhuriyeti devletini yok etmenin yasal kılıfıdır. Sermaye çetesi daha önce de Tesev adı altında böyle bir girişimde bulundu. Bunu herkes biliyor.
Bilderberg çetesinin ülkemiz ayağını yönetenler bu işin arkasında ki niyettir. Amerikan ve İngiliz derin devlet yapısı bunları kullanmaktadır.
Cemaat ve tarikat adı altında terör faaliyetleri yürütenlerden daha tehlikeli bir tehdittir.
Cebimizi soyarak bize karşı tehditlerini sürdürmektedirler. İktidar ve muhalefeti parti başkanları düzeyinde ele geçirmek yoluyla ve bilderberg'in adamlarını her partiye, medyaya yerleştirerek sonuç almaktalar.
Mobbing Bank oyunu deşifre etmiştir.
Ergenekon ve balyoz kumpaslarının yaşandığı yıllar da bankada bunun mücadelesini tek başına veriyordum. Benden kurtulmanın yolunu 12 Eylül 2012 tarihini seçtiler. Ayaklarına kurşun sıktıkları gün o gündü.
Meclis iktidar ve muhalefet ile birlikte bu amaca yönelik son seçim ile dizayn edildi.
Anayasa yapmaya kalkmaları isyan sebebidir.
Anayasalar kurucu meclisler tarafından yapılır.
Hukuksuz seçilmiş bir yönetimin Anayasa yapma hakkı yoktur. Mevcut Anayasa'nın 101. maddesine göre şu an Cumhurbaşkanı seçilmiş olan hukuksuz seçilmiştir. Bu suçtur. Bu suça alet olan hukukçu iktidar muhalefet medya herhes yargılanacaktır.
Çünkü ölümcül darbeyi ancak bu kadar suç işlemiş birine yaptırabilirlerdi. Bu sebeple muhalefeti dizayn ederek seçilmesini sağladılar.
İktidar ve muhalefet medyasının mamasını sermaye çetesi ödüyordu. İstediğini de parayla aldı.
Özelleştirmeler, sürdürülebilir sömürge düzenini devam ettirmek adına dayatılan yaşam pahalılığının, neyimiz var neyiniz yok hepsinin haraç mezat satışının, anayasa yapma amacının hepsi bu hedefe yönelik bir çabadır.
Sermaye çıkarına suç işleyen iktidar ve muhalefet anayasa yaparak bu suçlardan kurtulmanın çaresi peşindeler.
Buna asla izin vermemek gerekir.
Medya da bunun çözümü yoktur.
Çözüm, halkı kuvayı milliye güçleri olarak birleştirmektir.
] Önder KARAÇAY [
* 2002 sonrası özel bir bankada çalıştığım zaman söylediğim itirazın ifadesi aynen böyleydi. Çünkü iktidara sanki çalıştığım banka gelmiş gibi neler olacağını onlar bize anlatıyordu, hepsine karşı çıkıyordum. Bunun yazılı belgesi var elimde. Medya da zerre kadar ahlak var ise bu belgeyi benden isteyip neden yayınlamıyorlar. Çünkü bu medya sermaye çetesinin medyasıdır.
#önderkaraçay#mobbingbank#önder karaçay#mobbing bank#insan#atatürk#devrim#mahşer tufanı#zulüm#türk fırtınası#direnis#özelleştirme talanı#sermaye çetesi#bilderberg
6 notes
·
View notes