#büyük yıkım
Explore tagged Tumblr posts
enkazdansblog · 3 months ago
Text
Belki en büyük darbeyi kendi sessizliğim vurdu. Bir çığlık olmadı içimden kopup giden, sadece ağır bir sessizlik, beni yavaşça ezen. Her şey yolundaymış gibi görünüyor, ama içimde her şey yerle bir. Kimse bilmiyor. Kimse görmüyor. Ve belki de asıl mesele bu, kendi savaşımda tamamen yalnızım. Ne bir çarpışma, ne bir yıkım. Sadece durup bekleyerek, sadece hissederek, yavaş yavaş çürüyorum.
93 notes · View notes
sertsiken0606 · 2 months ago
Text
Merhaba Hasan öncelikle şunu belirtmek isterim bu hikayeleri okudukça inan aklıma hep sevişme isteği geliyor. Ben Yugoslavya göçmeni ve Tatar göçmeni 2 ailenin birleşimi tek torunum ismim Mümtaz 32 yaşında Konya da yaşayan bir erkeğim. 188 boyunda 78 kiloda oldukça atletik yapılı 2 kez evlenip boşanmış çocuksuz bir adamım . Konya büyükşehir belediyesi bünyesinde çalışan devlet memuruyum . Bu kadar bilgi yeter sanırım.
Sizlere anlatacağım olay başımdan geçeli 4 ay oldu halen devam ediyor ama.
Belediye başkanı emri ile bozkır ilçesine gittik 5 arkadaşım akşama kadar evleri denetliyecek ihtiyaç sahibi olup olmadığını kontrol edecektik . Her birimiz bir mahalleye girdik akşam 4 te buluşup Konya ya geri gidecektik.
Hemen hemen her eve girmemiz özellikle ihtiyaç sahibi ailelere yönelik çalışma yapmamız istenmişti bende görevimi harfiyen yerine getirmek istiyordum. Öğlen saatlerinde bir eve girdim kimliğimi gösterdim yapmam gerekli olan şeyleri yaptım 4 kadın vardı evde ev tam bir harabeydi burada yaşayanlar sağlıklı olamazdı ama 2 kız çocuk anneleri ve anneanneleri bu evde yaşamak zorundaydı 2 kızın yaşları 13 ve 15 anneleri 35 yaşındaydı. Anneanne ile 82 yaşında bir kadındı. Ev dışarıdan bakıldığında zaten harabe halindeydi . Burada nasıl yaşıyorsunuz dedim anneanne mecbur katlanıyoruz evladım dedi kızlar ve anneleri ile konuştum ikna ettim belediye evlerini yapana kadar belediye misafirhanesinde yaşayacaklardı. Belediye başkan yardımcısı ile görüştüm onay aldım evdeki gerekli eşyaları toplayıp evi saat 3 gibi boşalttılar yıkım ekibi tarafından o akşam evleri yıkıldı ve inşaat başlatıldı. Ogün yaptığım işlerden dolayı belediye başkanı bizzat beni ve arkadaşları 1 hafta tatil ödülü verdi artık her fırsatta o aileyi ziyaret ederek günlerimi geçiriyordum . Birgün ufak kız bana babam olsana sen iyi bir adamsın annemle evlensene dedi. O ana kadar hiç aklıma gelmemişti o geceden sonra her gece onu düşünerek uyuyordum bir gece rüyamda gördüm evlenmişiz ve her gün kavga ediyormuşuz bu rüyamı komşum Fatoş ablaya anlattım Fatoş abla rüyada görülen tersi olur sen mutlu olacaksın dedi bende o akşam haber verdim anneanne den seni isteyeceğim dedim tabiki telefon ederek söyledim. Akşam hazırlık yaptım arkadaşlar ile birlikte gidip şehriban ı annesinden istedik torunlarımı kendi çocukların gibi görecekmisin evlat dedi bende söz verdim evlendik kısa sürede. İlk gece kaynanam ve çocuklar misafirhane de kaldılar bizde ilk gecemizi birlikte baş başa kaldık. O gece bana hayatımın en güzel gecesini yaşattı. Ertesi gün sabah kahvaltısında bana sana bir sürpriz im var eğer kabul edersen senin 2. karın olacak dedi ben büyük kızı sanmıştım meğer eski oturdukları mahallede birlikte büyüdüğü Gülten miş saat 2 gibi Gülten bizim eve geldi demiştim ya büyük kızını düşünmüştüm Gülten ooo benim kocam çok yakışıklıymış dedi dudaklarıma yapıştı öpüşmeye başladık biz öpüşürken karım yatağı hazırladı soyundu biz soyunurken bize yardım etti yatağa 3müz birlikte girdik ben Gülten i emerken 2 karım sikimi yalamaya başladı biri sağdan diğeri soldan beni mutlu ediyordu Gülten bakire aşkım onu ilk sen sikeceksin arkası açık ama amını ilk sen sikeceksin dedi yatağa sırtüstü yattı Gülten öpüşmeye başladık yeniden meme uçlarını emiyor öpüyordum karım sikimi ağzına aldı biraz emdi sonra Gülten in amına sokmam için sikimi am duvarına dayadı kalçamdan itekledi sikim Gülten in amına girmeye başladı zevk çığlıkları atıyordu artık içine girmiştim pompalamaya başladım yaklaşık 20 dakika siktim yatak kan ve döl olmuştu karım beni ben karımı mutlu ettim . O gece Gülten bizde kaldı çocukları ve kaynanamı getirdim ama onlara üst katı kiraladım 2 karımla birlikte şimdi çok mutluyum.
56 notes · View notes
guzyazi · 4 months ago
Text
İnsanın hareketlerini, söylediklerini sürekli tartarak yaşaması büyük bir iç yıkım tezahürü biliyor musunuz?
Kendi alanında kendine bile dar geliyorsun. Daralıyorsun. Kendini sevemiyorsun, sevmeye layık göremiyorsun çünkü kimse seni genişletmiyor, ferahlatmıyor. Hep kendini düzelmesi gereken bir bozukluk olarak tanımlıyorsun. Ve bu çarpık bakış açın her şeyinden çok onaylanıp pekiştiriliyor.
Ne yöne dönsen hep bir kaza yaşanacak korkusuyla daha büyük kazalar yaşıyor, yaşatıyorsun. Üstelik bu zincirleme kazalar; senin çok dikkat etmenden, sosyalleşirken parmak ucunda yürümenden kaynaklı bocalama değil de kayıtsızlık kaynaklı ileri gitme zannediliyor. Yaşam, bir anlaşılamama öyküsünün kördüğümüne dönüşüyor.
İnsan, performans sanatçısına dönüşen personalarını üzerinden ehhhhh diyerek atıp en edeplice “Düşündüm ve sorun sizde.” diyebilmeli. İnsan kendini yeterince suçladıktan sonra artık en edebiyatsızca DEFOLUN diyebilmeli.
Gerçekten birini sevseydiniz onun “öz tartısını” elinden alırdınız. Birini sevseydiniz ona hep değerlendirilecek bir obje olarak yaklaşmaz, jürilik taslamazdınız. Sevdiklerinizi tahammül edilecek bir meczup olarak görmez, ona tahammül eden yüksek kişilik kibiriyle onlara yaklaşmazdınız. Dostluğu, yakınlığı bir yardım, bağış, iyilik, ihsan olarak tanımlamazdınız.
Düşündüm ve sorun sizde.
31 notes · View notes
veganlogicdinamo · 1 month ago
Text
DEMOKRAT PARTİ'DEN DEM'E UZANAN BAĞ
Daha önceki çözüm süreci sırasında Zaman gazetesine verdiği bir röportajda, “Bediüzzaman, bir aydın, bir öncü olarak kabul edilebilir” diyen Sırrı Süreyya Önder, bu kez kürsüden bir zamanlar idam ipi fırlatan Bahçeli için “Çok asil birisidir” dedi ve İmralı ziyaretinde Pervin Buldan'la birlikte Menderes'in mezarını ziyaret etti.
Bugün tüm ülkedeki sorunun ve kuşkusuz doğudaki sorunun bir sınıf sorunu olduğunu görmezden gelenlerin, feodal kültürün ağalık, şeyhlik gibi unvanlarını sorgulamayıp halkı “maraba” diye sömürenlerin ve aşiret düzenini alaşağı etmek için çaba göstermeyenlerin, Özal ve Erdoğan’ın izinden giderek Menderes’i saygıyla anması rastlantı değildir.
Türkiye’nin yoksul kalmasında ve geniş yoksul kesimin çoğunluğunun Kürt olmasında, Menderes’in başını çektiği zihniyetin büyük payı var. Aynı gerici zihniyetin Türkiye’nin NATO’ya girmesi, Halkevlerinin ve Köy Enstitülerinin tamamen kapatılması gibi, bu ülkeye verdiği zararın boyutları çok büyüktür.
İlk öne çıktığı muhalefet hareketini Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu'na yapan, gericiliğin önünü açan DP, temelde Cumhuriyet ve laiklik karşıtlığına dayalı olan geleneksel sağ politika çizgisinde hareket etti ancak birilerince günümüzde “demokrasi kahramanı” gibi gösteriliyor.
Açık ki Cumhuriyet için “Yüz yıllık bir yıkım süreci” diyen DEM’lilerin Menderes’le kurduğu bağın kaynağı, aşiretlerin 1923 Cumhuriyetine karşıtlığında bulunabilir.
9 notes · View notes
papatyademetii · 8 months ago
Text
Bir papatyanın, kırgınlığı var üzerimde.
Bir papatyanın, solmuşluğu var.
İçimde büyük bir yıkım var..
20 notes · View notes
eyllulies · 9 months ago
Text
— HEVES, BİRİNCİ BÖLÜM.
Tumblr media
Heves Korhan.
Tumblr media
❝ Hadi gene iyisin, Nik.
Sıcak denizlere iniyorsun. ❞
Tumblr media
Nicolas Belyakov.
Tumblr media
❝ İnan bana, Rusya'nın soğuğunu
senin çenene tercih ederim, sarışın. ❞
❄️
Alkışlar.
Kulağımı  dolduran, kalbimin küt küt atmasına sebep olan destekçi alkışlar ve adımı haykıran sesler. Sesler diyorum, çünkü bir tane değil; binlerce.
Mikrofonu kavrayan ellerim tir tir titriyor heyecandan, sanki on yedinci yaşıma geri dönmüşüm gibi. On yedi yaşında sahneye ilk çıkışımda başlayan, sadece sahnede ortaya çıkan ve hiç şikayetçi olmadığım ellerimin titreyişini görüyor muydu binlerce kişi? Görmelilerdi. Onların bende ne kadar büyük etkileri olduğunu görmelerini, hissetmelerini istiyordum.
"Bir gözyaşı dökülür usuldan,
Yok olursun aniden, rüyalarımdan
Her yer sen olur,
Yanar kalbim usulca,
Sensizlik zorlaşır resimlerimize bakınca
Sen ve sensizlik
Sen ve sensizlik..."
Şarkının sonuna gelmemle kulağımı dolduran çığlık sesleri, ismimi haykıran binlerce sesle gözlerim yanmaya başladı.
Tanımadıkları birine koşulsuz duydukları sevgi, kalbimi ısıtıyordu. Beni tanımıyorlardı, sosyal medyaya, şarkılara yansıttığım kadarıyla tanıyorlardı beni ama bu kadarıyla bile beni o kadar güzel seviyorlardı ki bazen bu sevginin altında ezildiğimi, onlara sevgimi belli edemediğimi hissediyordum.
"Heves! Heves! Heves!" gözyaşlarım akmaya başladığında kopan çığlık seslerinin arasından gözyaşlarımı sildim ve mikrofona dudaklarımı yaklaştırdım.
"İstanbul!" diye haykırdım tüm sesimle. "Sizi hak edecek ne yaptığımı inanın bilmiyorum ama bu gece müthiştiniz, ağlamamın sebebini büyük ihtimalle şarkının hepimize getirdiği efkardan olduğunu düşünüyorsunuz," herkes gülmeye başladı. "ama hayır, ağlamamın sebebi size minnettarlığım. İyi ki varsın İstanbul, bir dahaki konserde görüşmek üzere!"
Sahnenin ucuna yaklaştığımda bana doğru gelen insanların heyecanına daha da gülümsedim, her seferinde sahneden inip onların arasına kaynamayı; çekinebildiklerimle resim çekinebilmeyi ve onlarla konuşmayı çok seviyordum. Bu bir klasikti, vazgeçilmezdi benim için.
Sahneden indiğimde birkaç kişi aynı anda bana sarıldı, ben de elimin yettiği kadarıyla onları kavradım ve sımsıkı sardım. Gözlerimi kör edecek kadar flaş yanıyordu ancak sorun değildi, bu onlara teşekkür edişimin bir göstergesiydi sonuçta.
Rutinlerimiz, hiç değişmeyen rutinlerimiz bize güven verirdi.
Güven, her şey demekti.
Güven içinizi ısıtır, sımsıcak tutardı kalbinizi. İnsanlara güvendikçe güçlenir, adımlarınızı kendinize güvenerek atardınız. Attığınız emin adımlar, gittiğiniz yollar ne kadar zorluklara sahip olursanız olun sizi zafere götürürdü.
Ben, on yedi yaşımdan beri sevenlerime duyduğum güvenle bir yolda ilerliyor, o yollardan hep sağ çıkmayı başarıyordum.
Ta ki, şu ana kadar.
Birinin arkamdan sarılmasından ne kadar rahatsız olsam da sesimi çıkarmamıştım, taciz etmek gibi bir niyeti olmadığını düşünmüş ve tepki gösterirsem yanlış anlaşılacağımı düşünmüştüm. Yanlış anlaşılmayı, birinin kalbini kırmayı istemezdim. Bu yüzden sesimi çıkarmadım ve ne kadar rahatsız olursam olayım, yüzünü göremediğim o kişinin bana sarılmasına izin verdim.
Sonra... sonra bir şey oldu.
Hayatımı tamamen değiştirecek, insanlara duyduğum güven duygusunun duvarlarını yıkacak bıçağın darbesini karın boşluğumda hissettiğimde acı her yerdeydi.
Karın boşluğuma bıçağı saplayan kişi arkamdan yok olduğunda elim bıçağın olduğu yere gitti. Etrafımdaki herkes açılırken ellerimde kanı gördüğüm için mi yoksa kan kaybediyor olduğum için mi bilinmez, başım dönüyordu. Çok. Çok dönüyordu. Bir dönme dolaba binmiş, binlerce tur atıyor gibiydim.
Dengede durmaya çalışırken dengemi koruyamadım ve kendimi soğuk zeminin üstünde hissettim. Zemin o kadar soğuktu ki, çırılçıplak bir şekilde karın üstünde dursam aynı soğukluğu hissedeceğime emindim. Nefes almaya çalıştıkça ciğerlerime binbir iğne batıyordu.
"Heves!" adımı duyuyordum ama bu sefer destek veya sevinç nidaları değildi, seslerde bir yıkım vardı.
O yıkımı düzeltebilmek, sesimi duyurmak istedim.
Yapamadım.
Konsere gelen binlerce kişinin arasından çıkan karanlık, saçlarımı okşadı ve beni kendisinin içine çekti.
Karanlığın arasından, bir elin beni havaya kaldırdığını hissedebiliyordum ancak bu benim hayal gücüm müydü, yoksa gerçek miydi bir fikrim yoktu.
Tek bildiğim, karanlığın dipsiz kuyusuna teslim olduğumdu.
❄️
"Doktor uyanır demişti birazdan. Hala uyanmadı, korkmalı mıyız?"
"Sakinleş, Kaan. Hemen uyanacak hali yok ya kızın."
Kulaklarıma ilişen seslerin arasından gözlerimin önüne gelmeye başlayan güneş ışığı, gözlerimi cehennem ateşine maruz kalmışım gibi kasıp kavururken gözlerimi kırpıştırdım, ancak gözlerimi bir türlü açamadım.
Gözlerimi açacak gücü bulduğumda gözlerim etrafı taradı. Kolumdaki serum, perişan halde duran ekibim aynı zamanda arkadaşlarım; hastanenin kendine has kokusuyla olanlar zihnimde tekrar yaşanmaya başladı.
Hayranlarıma sarılışım.
Arkamdan birinin sarılması.
Bıçağı karnıma saplayışı ve birçok seveniminin önünde kanlar içinde yere yığılışım.
Bunu bana kim, neden yapmıştı en ufak bir fikrim yoktu. Birinin beni bıçaklayacak hale gelmesine sebep olacak ne olmuş olabilirdi ki? Her ünlü gibi benim de sevmeyenlerim olduğunu biliyordum ancak körü körüne, bana nefret kusan birini henüz hiç görmemiştim.
Bıçağın karnıma saplanışını hatırladığımda irkildim. Sanki o an karnıma değil, sahne ve sevenlerimden oluşturduğum, evim gibi hissettiğim yere saplamıştı bunu yapan kişi. Evime yıkıcı bir darbe vurmuştu ve ben, o yıkımın altında ezilmiş gibi hissediyordum.
Karın boşluğuma kaydı gözlerim, örtüyle üstü kapanmış olduğu için yaramı göremiyordum ama varlığı, kalbimi kırıyordu.
Kalbimin kırılmasının sebebi orada olan çocuklara, ailelere yarattığı korkuydu. Tek başıma olduğum, sokakta olduğum bir an yapsa belki bu kadar takılmazdım ama bunu bana yapan kişi binlerce kişinin, beni seven binlerce kişinin, önünde yapmayı seçmişti. İçimden bir ses, bunun bir anlama geldiğini söylese de içimdeki Sherlock Holmes'u susturdum ve arkadaşlarıma baktım.
"Su..." dedim zar zor. Boğazım, yıllardır çölde susuz geziyormuşum gibi alev alev yanıyordu. "Su verir misiniz?"
Polina suyu içmeme yardımcı olduktan sonra rahatlamış bir hisle nefes verdim ve ağlayacak gibi duran arkadaşlarıma baktım. "Türk dizisi çekiyoruz da benim mi haberim yok? Ölmüşüm gibi durmasanıza." dedim kısık sesime rağmen gülmeye çalışarak. "Ay kesin öldüm zannedip benim başımda dramatik şeyler söylediniz! Bilginiz olsun, dizilerdekinin aksine dediğiniz hiçbir şeyi duymadım ve hatırlamıyorum."
Friends dizisindeki Chandler karakterinin bir sözü vardır, "I make jokes when i'm uncomfortable." yani rahatsız olduğumda şaka yaparım. Bu söz beni en iyi tanımlayan, hayat felsefeme en çok uyan sözdü. Çevremdeki insanların üzülmesini hiç sevmezdim ve bu yüzden durum ne kadar içler acısı olursa olsun, komik olmasa bile şakalar yapardım.
Genelde şakalarım komik olmasa da ortamdaki kasvet dağılır, yerini gülümselere bırakırdı ancak bu sefer böyle olmamıştı, her zaman gülüp eğlendiğim arkadaşlarım bu sefer bana gülümsememiş; büyük bir üzüntüyle bakmışlardı ve bundan hiç hoşlanmamıştım.
"Canından oluyordun, Heves." dedi Kaan yanımdaki sandalyeye oturduğu sırada. "Binlerce kişinin önünde, yok oluyordun. Oturup bunun şakasını yapıyorsun, komik olduğunu falan mı zannediyorsun?"
Arkadaşlarımın içinden en çok Kaan'ın etkilendiğini biliyordum. Depremde birçok arkadaşını kaybetmesinin ardından aylarca savaştığı depresyondan yeni yeni kurtulmaya başlamıştı ve ben, tam bu zamanda bıçaklanmış; yarasına bir kez daha tuz basmıştım.
Kaan'a baktım. Gözleri kıpkırmızıydı, bitik haldeydi. Polina da ondan farksız sayılmazdı, saçı başı karmakarışıktı ve rengi atmıştı. İkisinin geldiği hali detaylı fark edişimle, yaptığım şakanın pişmanlığı sanki kalbimi ele geçirmiş ve atmayacak hale gelene kadar sıkmış gibi hissettirmişti.
"Ben... özür dilerim." dedim ikisinin gözlerine bakacak gücü kendimde bulamayarak. "Size bu korkuyu yaşatmamalıydım."
"Konu bize yaşattığın korku değil, Heves." dedi Polina. Sinirlendiğinde Rus aksanı devreye girerdi, tıpkı o anki gibi. "Konu, canını hiçe sayman. Ya kurtulamasaydın, oracıkta ölseydin ne yapacaktık biz sensiz?"
"O an canımı hiçe saydığımın farkında değildim, gerçekten. Bunca zaman sahneden indiğimde, onlarla konuşup sarıldığımda başıma böyle bir şey gelmemişti. Bana kızmanızı anlıyorum ama tahmin edemezdim."
"Nasıl edemezdin, Heves? Sana yaklaşık iki senedir koruma tutalım diyoruz ve bunu ne zaman desek yaygara çıkarıyorsun, biz sana böyle bir şey olabileceğini söylemiştik."
"Çünkü korumaya gerek yoktu!" sesimi yükselttiğim için boğazım ağrısa da konuşmaya devam ettim. "Korumaların hayranlara ne kadar kötü davrandığını en iyi siz biliyorsunuz, hayranların korumalar tarafından nasıl darp edildiğini görüyorsunuz. Ben bunu onlara yaşatamam!"
"Kızım sen salak mısın?" dedi Polina söylediklerime inanamayarak. "Konserinde bıçaklandın ve bıçaklanmış olmana rağmen hala bunu mı düşünüyorsun?"
Evet, hala bunu düşünüyordum. Beni seven, destekleyen insanlara sırf sahneye çıktı, bana yaklaştılar diye zarar görmelerini istemiyordum. Bunun neresi yanlıştı, anlayamıyordum. Evet, bıçaklanmıştım ama bunun çözümü vardı zaten. Sahneden bir daha inmezdim, olur biterdi bu kadar uzatmanın anlamı neydi?
"Bu konuda düşüncemin değişmeyeceğini biliyorsunuz." dedim. "Gerekirse silahlı saldırıya uğrayayım, yine koruma tutmam."
"Öyle mi?" dedi Kaan kaşlarını kaldırarak. "Eminsin?"
"Eminim?" dedim anlamamış bir şekilde. Neden bundan emin olup olmadığımı sorduğunu anlamamış bir şekilde ona bakmaya devam ettim.
"Madem öyle, bu kadar kibarlık yeter Polina." dedi Kaan. "Ona muhteşem sürprizimizden bahsetmekten başka çare bırakmadı bize."
"Ne diyorsunuz, ne sürprizi?" merakla etrafa bir hediye paketinin olup olmadığını anlamak amacıyla baktığım esnada hiçbir şey göremeyince kafam karışmıştı, sürprizlere bayılırdım ancak konunun sürprizleriyle ne alaka olduğunu anlamamıştım, kaldı ki görünürde bir sürprizi de görememiştim. "Hayatta kaldığım için bana hediye mi aldınız yoksa?" dedim hala bir hediye kutusunun beni beklediğini umut ederek. Polina bu cümleme gülerken odadan çıktı. Nereye gittiğini soracağım sırada Kaan konuşmaya başladı.
"Evet Hevesçiğim, nerden anladın?" dedi. Kaan bana gülümsediğinde bu gülümsemenin ardında bir şeylerin yattığını anlamak çok zor olmamıştı. "Kaan," dedim gözlerimi şüpheyle kısarak. "Neden içimden bir ses çok sinirleneceğim bir bok yediğini söylüyor?"
"Bilmem." arkasına rahatça yaslandı ve omuz silkti. "İç sesin kızmaya yer arıyordur belki."
"Eveet, geldik." Polina Tuana'nın koluna girmiş bir şekilde odaya girdiğinde sürprizin gerçekten neredeyse her gün gördüğüm Tuana olduğunu fark edince hem rahatlamış hem de arkadaşlarımın zekasını sorgulamaya başlamıştım.
"Heves, nasıl oldun güzelim?" dedi Tuana yatağın kenarına otururken. "Normalde uyandığında yanında olacaktım ama ufak bir işim çıktı."
"İyiyim Tuana, teşekkür ederim." dedim süprizin gerçekten Tuana olmasına daha fazla sessiz kalamayacağımı fark ettiğim sırada. "Gerçekten sürpriziniz her gün gördüğümüz Tuana mıydı? Yanlış anlama Tuanoş ama sürpriz olmak için fazla yan yanayız."
"Sürpriz olanın ben olması gururumu okşardı tabii," sinsice gülümsedi. "ama sürpriz maalesef ben değilim."
"Sürpriz ne o zaman? Ne kadar gizem kastınız ya!" dedim gözlerimi devirerek. Benimle kafa buluyor olmalılardı çünkü hepsi sırıtıyor, beni kızdırmaktan zevk alıyor gibi görünüyordu. "Siz sürprizi açıklayana kadar ben yaşlanıp bu sefer gerçekten ecelimden öleceğim."
"Sana uzun bir süre ölüm demek yasak." dedi Polina kapıya yaklaştığı sırada. "Madem Sürprizi bu kadar merak ediyorsun, öyleyse bana sürprizi getirmek düşer."
Hepimiz kapıya 'sürpriz' in ne olduğunu anlamak için döndüğümüzde içeri biri girdi.
Biri demek yanlıştı, daha doğrusu gelen bir doğal afet; bir yunan tanrısıydı.
"Tanıştırayım." dedi Polina eliyle yanındaki adamı gösterirken. "Nicolas."
"Bana sürprizin... bu beyefendi mi?" dedim gülmemek için zor dururken.
Beyefendi dediğim kişiye baktığımda dikkatli inceledikçe daha da mükemmelleştiğini fark ettim. İri yarı ve upuzundu. Hatta o kadar uzundu ki, 1.78 Polina onun yanında küçücük kalıyordu. Büyük ihtimalle 1.65 olan ben yanında dursam, çocuğu gibi gözükürdüm.
İsmi Rus ismiydi ancak Rus erkeklerinin aksine kaşları kapkara, saçları da üçe vurulmuştu. Hafif çekik, hayatımda gördüğüm en açık mavi gözlere sahipti.
Burnu dümdüzdü, kendisinin aksine küçük ve sevimli bir burnu vardı. Rus olduğunu burnuna bakarak anlayabilirdiniz yani, çok zor olmazdı. Burnumu on sekiz yaşına gelir gelmez estetikle düzelttirmiş biri olarak bu kadar güzel bir burun görmek dürüst olmak gerekirse biraz sinir bozucuydu.
Dudakları çok abartı durmayacak kadar kalındı. Yeni traş olmuş olmalıydı çünkü yüzü bebek gibi kusursuzdu. Giydiği beyaz gömleğin içinden gözüken baklavalar bana selam verdiğinde daha fazla tacizci gibi görünmemek adına bakışlarımı tekrar Polina'ya çevirdim ve konuşmaya devam ettim.
"Aşk hayatımı bu kadar dert ettiğini bilmiyordum Polina, koruma istemiyorum diye bana koca bulmaya mı karar verdin?" son cümlemle kahkahamı dizginleyemezken Kaan ve Tuana, ağızlarını kapatmış ve gülmemek için kendini çok zor duruyordu.
Ancak Polina ve Nicolas denen beyefendi, gülmüyordu. Pekala. Yunan sandığım tanrı, Rus çıkmıştı ve şimdiden, Rusyadan geldiğini belli ediyordu.
"Aslını istersen Heves," dedi Polina zoraki bir gülümsemeyle. "Kendisi benim abim oluyor. Aynı zamanda da... koruman."
Eğer o an şaşkınlığın ve utancın bir arada olduğu bir tablo çizilseydi; o tabloda ben olurdum.
Nicolas'ın buz mavisi gözleri beni öldürecek gibi bakarken "Son cümleyi yanlış anladım değil mi?" dedim. " Sadece abi, değil mi?"
Nicolas'ın buz mavisi gözleri o kadar korkunç gözüküyordu ki bir an üstümdeki yorganın altına girip oradan mı konuşsam diye düşünürken buldum kendimi. Bir insanın bu kadar ters ve korkutucu bakması normal miydi?
"Yoo, doğru anladın." diye araya girdi Kaan. "Kendisi senin koruman oluyor."
"Ne diyorsun sen ya?" dedim sinirle yerimden doğrularak. "Korumam olmayacak diyorum anlamıyor musunuz? Eğer korumamsa bile," Nicolas'a baktım. "Kendisini şu an kovuyorum!" Nicolas'ın bir şeyler demesini veya bu lafımdan sonra çıkıp gitmesini beklesem de hiçbir şey demeden sadece öldürücü bakışlarını üzerimde gezdirmeye devam etti.
"Çok zekisin gerçekten Heves, bu işlerin bu kadar kolay olduğunu mu zannediyorsun? Onu düşünmedim mi sence?" Kaan, sehpada duran çantayı açtı ve içinden bir dosya çıkardı. "Bu, korumanın Nicolas olduğunun resmi belgesi."
"Hah." dedim küstah bir tavırla. "Asıl sen çok zekisin, ben ona imza atmadan nasıl 'resmi' oluyormuş bu?"
Kaan daha da sırıttı ve hiçbir şey demeden belgeyi önüme koydu. Bunun tek bir anlamı olmalıydı.
Hassiktir.
"Heves, şu belgeyi imzalar mısın?" Kaan'ın getirdiği dosyaya anlamamış bir şekilde bakarken bana uzattığı kalemi aldım.
"Neden imzalıyorum bu sefer?" dedim. "Günlerdir bir sürü belgeyle geliyorsun, bir sıkıntı mı var?" 
"Hayır." güven verici gülümsemeyle omzumu okşamıştı Kaan. "Konserde sana ödenecek tutarın anlaşması bu."
"Seni yalancı!" dedim şaşkınlık ve kızgınlıkla. "O gün bana imzalattığın belge bu belgeydi, değil mi?"
Cevap vermedi, sadece sinir bozucu gülümsemesiyle bana bakmaya devam etti.
"Sana inanamıyorum Kaan!" dedim isyan dolu bir sesle. "Resmen sana güvenmemden faydalandın!"
"Sana her zaman söylediğim ve öğrenmemekte ısrarcı olduğun tek bir şey var, Heves." Kaan belgeyi elimden aldı. "O da kimseye, ben bile olsam güvenmemen."
"Ha bu arada," dedi Kaan belgeyi çantaya koyduğu sırada. "Bu belgeyi çalıp yırtma fikrin varsa söyleyeyim, binlerce kopyası var. Gerçi binlercesini koparsan bile bu anlaşma tek taraflı olmadığı için anlaşmadan Nicolas'ın da çekilmesi gerek."
Kaan Şenses, bir insanın başına gelebilecek en sinir bozucu mükemmelliğe sahip menajerdi. Öyle mükemmeldi ki, kendisini işe almış olmama rağmen, ben bile kovamazdım. "Anlaşmanın detaylarını cuma görüşmek üzere senin evinde toplanalım. Önümüzdeki bu bir yılda seni harika şeyler bekliyor."
Olduğumuz odayı dolduran, kusursuz Türkçeye sahip tok ses, "Beni bir koca adayı olarak görmeniz egomu epeyce okşasa da Heves hanım," dedi, sesindeki alayı anlamak çok zor değildi. "sizin korumanız olduğum sürece başınıza bu tür felaketlerin tekrar gelmeyeceğinden emin olabilirsiniz."
Odada Nicolas ve ben dışında gülen herkes, sanki bu günden sonra yaşayacaklarımızı biliyor gibiydi.
Başıma gelecekleri bilmeden uyandığım bir güne, asla listemin en başında yer alan maddeyle başlamıştım. Kocaman, yunan tanrılarından farksız ama Rus çıkan bir korumayla.
İçimden bir ses, sadece onun beni değil; benim de kendimi koruyacağımı söylüyordu.
Etraftan değil, kendisinden.
İç sesim her zaman haklı çıkardı ancak bu sefer, haklı çıkmamasını dilemekten başka çarem yoktu.
Bakalım, çok 'güvenli' geçecek bu bir yılımda beni neler bekliyordu?
*
1 Ekim 2023 te çıktığımız bu yola bir 24 temmuz 2024 günü sıfırdan başlamak da varmış :’) Umarım wattpad kadar olmasa bile okurken mutlu etmiştir, wattpaddeymişiz gibi hissettirmiştir🌟 Yeni bölümde görüşmek üzere, hevesleriniz hiç solmasın!
26 notes · View notes
meyus-biri · 10 months ago
Text
Büyük bir yıkımın eşiğinde olduğumu neden göremiyorlar? gerçekten dışarıdan bile bir harabeden farksız olduğumu görmelerine rağmen neden hâlâ üzerime geldiklerini düşünmüyorlar?
"ölüyorum" diyorum, "nefesim kesiliyor.." yüzüme bakıp "neden bize ters davranıyorsun?" diyorlar. Anlatamıyorum, kafayı yemek üzereyim, kendimle olan davam bitmeden ben başka birine nasıl normal davranabilirim? ben bunu kimseye anlatamıyorum. onlar da anlamamak üzere ant içmiş gibiler. "Anlat derdini yardımcı olalım" diyorlar ama en kötü ihtimali karşılarına çıkaracağım vakit alay eder gibi cevap veriyorlar. Enkazın altındayım ve onlar enkazı temizlemeden yeni bir bina dikmeyi fikir ediniyorlar. Yaptığınız bina daha da ağırlık verecek üstüme.. nasıl göremiyorsunuz aklım almıyor!
"Sen tek yaşamıyorsun bu yıkımı, bizde zamanında yaşadık. Ama sen kendini fazla kaptırıp abartıyorsun." diyorlar. Abarttığımı söyleyen insanlar acıma merhem olacağını zannediyorlar. Eğer siz bir yıkım yaşasaydınız, karşınızdaki enkazı temizlemeyi bilirdiniz önce. Enkazımı görmeden, enkazın altında kalmış yaşamımı görmeden nasıl yardımcı olacaksınız!? Yıkılmış duvarlarımı temizlemeye kalkıştığımda daha büyük yıkımlara sebep oluyorken bana elinizi uzatıyorsunuz.. peki, elinizi tutup sırtımdaki moloz yığınlarıyla kapınıza gelsem gerçekten yüklerimle beni kabul edebileceğinizi mi düşünüyorsunuz?
21 notes · View notes
tutunamadikkk · 2 months ago
Text
Gönül yorgunluğu ne, biliyor musun? Gökte yıldızın kalmıyor. Gölgen bir yere sığmıyor. İçindeki şarkı içinde boğuluyor. Penceren sokağa bakmıyor. Bütün sevgi sözleri kalbinde cezaya dönüyor. Kirpiklerin hiçbir güzellikle halkalanmıyor. Baktığın bütün sular yeraltına çekiliyor. Sevmek korkusu ayrılıktan çok önce acı veriyor. Dünyanın bütün cenazeleri evinin önünden kalkıyor. Her gün bir arkadaşın büyüdüğünüz zamanlarda kayboluyor. Girdiğin çıktığın bütün kapıların önünde yabancı, ardında yalnızlık olup kalıyorsun. Ne, biliyor musun gönül yorgunluğu? Kendinden soğuyorsun. Sözünden soğuyorsun. Geçmişinden soğuyorsun. İnandıklarından soğuyorsun. Baktığın yüzlerden soğuyorsun. İçine bile bakmıyorsun artık. Dünya, inandığın o yitik cennet değil. Durup dururken inciniyorsun kötü söz gerekmiyor bunun için. Sana söylenmesi de gerekmiyor sözün. Tam kirpiklerinin ucunda bir yarım ay, dudaklarında bir boyalı söz… bir kırıcı gülüş yetiyor kapanman için. Saygısız ses, kibirli gövde, tüküren gözler… kalabalık, tanrısından büyük! İskeletine kadar çekiliyorsun. Birisine bir söz söyleyeceksin; sessizlik boğucu; şu uzun ayrılığa bir özür, bir sitem… kırk cümle kuruyorsun, ağzını açmadan vazgeçiyorsun. İncinme değil bu, insana olan inancını yitirme! Yaranı evde bırakıp çıkıyorsun sokağa. Öyle acıklı bir uzaklık ki, şikâyetin sularını çoktan geçtin. Hiçbir şeye öfke duymuyorsun. İnsan boylu boyunca bir hastalık. İnsan korku. İnsan yıkım. İhtiraslarının külü insan. İnanmıyorsun artık. Anlamamak değil, inanmıyorsun! Can sıkıntısı değil, inanmıyorsun! Yaşamak korkusu değil, inanmıyorsun! Ruhun hazan mevsimi bu. İnsanın kötülüğe dönüşmesi. Gönül yorgunluğu ne, biliyor musun? Ölümün, yaşarken hüküm sürmesi insanda.
11 notes · View notes
smaumutelcisi · 4 months ago
Text
Allahım! Affedilmeme izin ver, eğer sen affetmezsen dünyam ve ahiretim helâk olur. Bu yaşıma kadar geride bırakmış olduğum zaman, dünya ve ahiretime faydası olmayan derin bir uyku ve gaflet içinde geçti.
Allahım! Bu ne kötü bir yol, bu ne kötü bir uyku. Senin emirlerinden, sözünden, kitabından, dininden, peygamberlerinden ve sana kul olmaktan yüz çevirip, dünyanın derdine, verdiklerine, eğlencesine düşüp, hayaline ve görüntüsüne dalıp, ahiretimi unuttuğum için büyük bir helâk ve yıkım içerisindeyim. Ben ki günahkâr bedeni cehennem ateşinde yanmayı hak etmiş olan, aciz ve güçsüz kulun, senin isimlerine sığınır ve affedilmeyi beklerim. Affetmeyi, mağfireti ve hidayetini dilediği kuluna veren ve onu nankörlüğü ile cehenneme gitmekten kurtaran, günahlarının affı ve tevbesi için vakit veren Allah’ım! Güzel isimlerine, tek ve bir olan, eşi benzeri olmayan, bütün kainatta Esma-ül-Hüsna’nın isimleriyle kendini tanıttıran, varlığının yüce şanına sığınır ve senden başka kurtarıcım olmadığına şehadet ederim. EŞHEDÜ ENLÂİLAHE İLLÂLLAH ve yine şehadet ederim ki Muhammed (sallallahu aleyhi vesellem) senin kulun ve Rasulündür. VE EŞHEDÜ ENNE MUHAMMEDEN ABDÜHU VE RASÛLÜHÜ.
8 notes · View notes
epifizz · 2 years ago
Text
Farklı bir fikre saygı duymak ile insanların farklı fikirlere sahip olabilmesine saygı duymak iki farklı şeydir. Şahsen ben hiçbir fikre saygı duymuyorum. Çünkü saygı, "saymak" kökünden geldiği üzere o şeye olduğu gibi itibar etmeyi ifade eder. Bu itibar ise bir dokunulmazlığı imler. Bir şeye hakim ya da yalnızca farklı olması sebebiyle saygı duyarsam bu onu eleştirme olanağımı elimden alır. Bu da fikri köhneleştirir ve o farklı fikirler arasındaki diyaloğu kapatarak aslında kopuk düşman hatları yaratır (ki bu oldukça saygıdan yoksun bir ortam demektir). Oysa ben diyalog istiyorum ve yanında yıkım dolayısı ile inşa ve ayrılmalar kadar birleşmelerle bir gelişimin, çarpışmanın verimli doğasını arzuluyorum.
Bir fikre saygı duymamak ile, o fikre sahip insanın kellesini istemek arasındaki fark da bir insanın herhangi bir fikre sahip olabilmesine duyduğun saygı noktasında askıya alınıyor. Bir fikre sahip olabilirsin, herkes olabilir ve bu farklı olabilir. Benim söylediğim yalnızca bu fikrin doğasını tartışmamız ya da tartışabilmemiz gerekliliği. Zararlı ve saygısız bir fikre de sahip olabilirsin, o zaman o fikre eleştirimiz bizi bu karara getirdiğinde o fikri toplum yapısına uygunsuzluğunda ötürü bozuma uğratabiliriz, çünkü fikrin dokunulmazlığını zaten savunmuyoruz.
Bu günümüzün toksik duyarcılığı bu, "fikr-i saygınlığın" aslında ne denli saygısız, radikal ve şiddet eğilimli bir doğasının olduğunu bize gösteriyor. "Bu şey vardır ve onu olduğu gibi kabul edeceksin/saygı duyacaksın, etmezsen gerici ve yobazsın veyahut x'sin". Değilim, o şeyin varlığını ya da savunulurluğunu inkar etmiyorum ama kesinlikle onun dokunulmazlığını inkar ediyorum. Her fikir, her değer ve her ideoloji eleştiriye, değişime ve hatta hicve tabidir dolayısı ile hiçbir saygınlığı hak etmezler. Bu elbette hakareti meşru kılmaz, hakaret bir iletişim değildir zaten doğası itibariyle tek taraflı bir sindirme girişimidir hakaret, ben yalnızca diyaloğu savunuyorum. Bu benim değerlerim için de geçerli. Bu duyar çılgınlığı yüzünden iyice iletişimsiz kaldık ve her kanatta daha çok öfke kusan aynı radikallikte farklı kanatlar yükselmeye başladı.
Bir örnekle somutlaştırarak kapatmak gerekirse: Bir insan haşerelerin yaşam hakkını savunabilir, bunu savunmasına sonsuz saygım var. Ancak örneğin yaşamın kutsallığı kavramına saygım yok. Bu kavramın eleştiriye açık olduğunu, üzerine espiri yapılabileceğini ve üzerine tartışırsak çeşitli noktalarda feragat etme ihtimalimiz olduğunu, kısacası dokunulmaz olmadığını düşünüyorum. Mesela artan fare nüfusuna karşı yaşamın kutsallığı sebebiyle savaşmazsak, bir hijyen ve sağlık krizine maruz kalabiliriz. Buna karşılık insan yaşamının diğer yaşamlara üstün görülmesi fikri eleştirilebilir ve oldukça verimli ve yerinde bir eleştiridir bu. Öte yandan yaşamın kutsallığı bizi bakteri ve virüslerin yaşamını da savunmaya götürebilir. Ama bunun zıddı da sokak hayvanlarının toplanıp öldürülmesini savunanlara yaklaştırabilir ve yaşam kutsallığını eleştirmem, bunu savunduğum anlamına gelmemektedir. Farklı fikirler vardır ve bunlar çarpışmalıdır, birbirlerini yontarak kusurlarından arınarak ve güçlenerek ilerlemelidir ki onların en sağlıklı hallerini bulalım.
Türkiye'nin gördüğüm kadarıyla en büyük sorunu da kim ne kadar aydın geçinirse geçinsin, dokunulmaz gördüğü hassasiyetleri olması sebebiyle bir şekilde herkesin ötekiyle iletişimi kesmesi ve kendi görüşünün yobazı haline gelmesidir. Türkiye'de herkes diktatörlüğü eleştirir ama aynı zamanda herkes kendi diktatörlüğünü arzular.
71 notes · View notes
hubukk · 8 months ago
Text
"Kabe'nin etrafını tavafla ihya edecekler ve camileri ön safından arka safına kadar dolduracaklar melekler değil insanlardır. O zaman cami dolduracak iş yapmak cami yapmaktan evladır. Çocuklarımızı yetiştirmek, minare dikmekten evla ve büyük bir ibadettir. Çünkü görüldü ki laik bir düzenin içinde bile yüz binlerce cami yapmak, laikliğin bütün şiddetine rağmen zor değilmiş; ama laiklik serbest bıraksa bile kendi doğurduğun çocuğu yetiştiremiyorsun. Bu tür yıkım dönemlerinde çocuk yetiştirmenin cami duvarı örmekten daha büyük bir cihat, daha büyük bir ibadet, camiden daha değerli bir iş olduğunu milyonlarca gencin üzerinde görmek mümkündür."
10 notes · View notes
leyli1iptila · 14 days ago
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
...Öyle büyük bir yıkım yarat ki sadece sana kökleriyle sıkı sıkıya bağlanmış olanlar kalabilsin…
4 notes · View notes
onderkaracay · 1 month ago
Text
Tumblr media
🎯 FEDERALİZM TEHDİDİ 🎯
Federasyon iki ya da daha fazla devletin, etnik veya mezhepsel ayrılıkların ayrı ayrı bağımsız olmakla birlikte, gönüllü katılımları ile tek bir devlet çatısı altında birleştiren siyasi birliğe denir.
Federalizmi şöylede tarif etmek mümkündür; genel bir hükümeti bölgesel hükümetler ile tek bir siyasi sistemde birleştiren, toprak bütünlüğü içinde siyasi yetkileri merkez ve yerel yönetimler arasında bölen bir yönetim biçimidir.
Federasyonda toprak bütünlüğünü korumak kolay değildir.
Emperyalizmin bir alt ideolojisi olarak sömürge olmuş toprak ve toplumlarda federasyon tercih edilir.
Ulus devletleri parçalamak toprak bütünlüğü ve siyasi birliği bozmaya yönelik demografik yapısı ile oynanan her ulus yapı emperyalizmin iç taşeronluğunu yapan yapıların çabaları sonucu bu tuzağa düşebilir.
Yakın tarihe baktığımızda Yugoslavya, Irak, Libya ve Suriye emperyalizmin yerli işbirlikçileri sayesinde bu sonu yaşadılar.
Irak ve Suriye de yaşananlar bizi yüksek bir kaygı düzeyinde ilgilendirmektedir.
Büyük Ortadoğu projesi Irak ve Suriye de yaşanan ve federasyon ile sonuçlanan emperyalizmin istediği sonuca ulaşmasını sağlayan bu yıkım projesinin eşbaşkanı hala ülkemizi yönetmekte Irak ve Suriye de yaşananları bir başarı olarak görmüş olmaları aynı paralelde federasyonu tehdidi içeren Anayasa değişikliği çabaları bu kaygı düzeyini artırmaktadır.
Saddam'ı diktatör olarak görenler Irak'ta Barzani belasını besleyerek bu ülkeyi böldüler. Türkiye Cumhuriyeti'ni yöneten iktidarın kullanışlı desteği olmasa Irak bölünemez, Suriye'de bölünmenin yolu açılmazdı.
Nitekim Esad diktatör olarak aynı yöntemle yönetimden uzaklaştırılmış oldu yerine farklı terör üreten etnik ve mezhepsel kimlikler ülkeyi federasyona götürecek tuzağa emperyalizmin yönetiminde soktular.
Büyük Ortadoğu projesinde turbun büyüğü henüz torbada gizli niyetini farklı siyasi çabalar ile ortaya koyma niyetindedir.
Sırada İran olup sonraki hedef ülkemizdir.
Üzücü olan bu sonu ülkeyi yönetenlerin görmek yerine bu niyete hizmet etme yarışı içine girmiş olmalarıdır.
Göç mühendisliği ile ülkemizin demografik yapısı ile bu bağlamda oynandı.
Anayasa değişikliği ile ülkemizi önce federasyon sonra toprak bütünlüğünü bozacak tuzağa düşürmek istiyorlar.
Demografik yapı ile kışkırtıcı olaylar ve iç karışıklıklar çıkartarak bölünmenin taşlarını emperyalizmin çıkarına döşemek istiyorlar.
BOP eşbaşkanı bu görevi bıraktığını henüz açıklamadı. Kimden izin alarak böyle yıkıcı bir projede görev aldığı da gizemini koruyor. Türk ulusuna bunun hesabını vermiş değildir.
Bir gün bunun hesabı mutlaka sorulacaktır.
Siyasette gerçeğin veya asıl niyetin ne olduğunu siyasi aktörlerin niyetlerini yaşananlar paralelinde doğru okumak mümkündür.
Suriye'de federasyona doğru yolda atılmış bir adım demek aynı şeyi kendi ükene yaşatmak demektir. BOP eşbaşkanı ne yazık ki bu yönde talihsiz bir açıklama yaparak bu görevi sürdürdüğünü adeta ilan etmiştir.
911 kilo metre sınırımız olan Suriye'de federasyon aynı şekilde bizi tehdit eden bir durumdur. Yarım asırdır terör ile binlerce insanımızın katili bir terör örgütünün bu sayede Suriye'de devlete ortak olmasına destek vermek şehit ailelerini derinden yaralamış ve üzmüştür.
Türk ulus kimliği bir ırk ismi dışında Çin'den Anadolu'ya kadar olan bölgede ulus kimlik ismidir. Bu topraklarda yaşayan ırkı ve mezhebi ne olursa olsun herkese Türk denir.
Çin sınırından Anadolu'ya kadar Türk Birliği kurmak yerine bu tür yıkıcı projelerin peşinde koşanların niyeti sahih değildir.
BOP projesi Türk Birliğini hedef alan ve engellemek isteyen bir projedir.
Anadolu'da federasyon ile Türk ulus kimliğini küçültme çabalarının amacı dünyaya büyük Türk Birliğini kurmayı engellemeye yönelik emperyalist bir niyettir.
Özelleştirme ile şirketler tarafından talan edilen ülkemize Anayasa değişikliği ile federasyon yolunu açarak adeta kefen giydirme niyetinde olan tüm unsurlardan Türk ulusu ivedi kurtulmak zorundadır.
Arap baharı sonrası BOP projesi ile Türk Mevsimi çalışmaları yapan sermaye Fransa'da suçüstü Türk fırtınasına yakalanarak bertaraf edildi.
Anayasa değişikliği ile federasyon niyetide çok yakın bir zamanda Türk ulusu tarafından bertaraf edilecektir.
Türk ulusu Ortadoğu bataklığından bir an önce kendine dönerek kurtulmalıdır.
Emperyalizmin bölgedeki çıkarları bizim ulusal siyasetimiz olamaz.
Bu niyete destek vermek yurda ve ulusa ihanettir.
Irak ve Suriye'de terör örgütleri silah bırakmadığı gibi federasyon ile emperyalizm yönetiminde Türkiye Cumhuriyeti'ni tehdit eder boyutta ülkemizi yönetenlerin kullanışlı destekleri sayesinde devletleşmektedir.
Önder Karaçay
3 notes · View notes
lluminara · 7 months ago
Text
Mesele, olaylar geçene kadar katlanmak mı, yoksa görmezden gelmek mi, belki de savaşmak mı olduğuna karar veremedim. Bir şeylerin içinde çırpınıyorum, fakat neyin içinde olduğumu bilmiyorum. Acı çekiyorum, ama neyin acısını çektiğimi anlayamıyorum. Ruhsal acılar o kadar derine işliyor ki, sonunda fiziksel acılara dönüşüp izler bırakmaya başlıyorlar ve benim bedenimin her yerinde izler var. Sanırım bu izler, görünür olmanın bir yolu olarak ortaya çıkıyor, ama işleri daha da zorlaştırdıklarının farkındalar mı acaba?
Yılların baskısı,biriktirmesi, bir patlamaya dönüşür mü? Dönüşürse, bu patlama ne kadar şiddetli olur? Eskiden ne yapmam gerektiğine dair bir fikrim vardı. Kafam karışıktı, evet, ama o kaosun içinde bir yön bulabiliyordum. Şimdi her şey boş, bir kırıntı bile kalmadı. Her şey çöktü��ünde ne yapacağım ben?
Uzun zamandır, kimse için bir kurtarıcının gelmeyeceğini ve kendimi kurtarmam gerektiğini biliyorum. Ama ah o kitaplar... o kurulan hayaller... Her gece yatmadan önce içimde minicik bir umut kırıntısı: "Belki de bu kadar şeyle tek başıma savaşmam gerekmiyordur, belki birisi çıkar ve benim elimden tutar, ben de onun..." diye geçen binlerce gece... Ve her sabah aynı umutsuzluk. Yine de zihin, ya da belki hayal gücü, asla vazgeçmiyor. Uyuyamadığım gecelerin kurtarıcısı, hayatımın en büyük işkencesi.
Belki de kendi karamsarlıklarıma, olumsuzluklarıma o kadar odaklanıyorum ki, güzel şeyleri kaçırıyorum. Hayır, aslında her an dikkatliyim, her an tetikteyim. Dikkatim her şeyin üzerinde yoğun. Ama belki de sadece kendimi oyalıyorumdur.
Hayatta olan her şeyin, insanın kendi çabasına bağlı olduğunu düşünüyorum. Ama bunu uygulamak.. ah, uygulamak o kadar zor ki..
Keşke her şey kitaplarda olduğu kadar kolay olsaydı.. Hep sonunu bildiğimiz gibi: "Ah, kesin kurtulacak ve başına güzel bir şey gelecek" diye düşünmek kadar kolay. Elbette, kitaplarda bile öncesinde hep acı ve yıkım var ama.. aması yok işte.
Kafam karışık. Zaten hep karışıktır benim zihnim, düşüncelerim çoğu zaman ben bile anlamam beni, ama en azından kendime göre düzenli bir karışıklığım vardı. Şimdi her şey paramparça. Niye böyle oldu ki? O zor bela alıştığım hayata yeni yeni tutunmaya başlamıştım...
Her düştüğümde, her dibe battığımda tekrar kalktım. Ama her seferinde biraz daha eksik, biraz daha güçsüz... Bazen yarım kaldım, bazen tamamen tükenmiş hissettim. Yine de ayağa kalktım. Sonra fark ettim ki, ben ne kadar o dipten çıkmaya çalışırsam, beni yeniden oraya iten bir şey hep vardı. Sanki ne kadar çabalarsam, o kadar aşağı çekiliyordum.
Ve bir gün, tekrar düştüğümde.. bu kez kalkmadım. O çukurun dibinde, karanlığın ortasında oturdum. Nasılsa eğer kalkmazsam, kimse beni yeniden itip daha derine batıramazdı.Sonra alıştım o çukurun dibinde oturmaya. İlk başta zor geldi; o soğuk, o karanlık, o derin boşluk. Ama zamanla o sessizlik bana tanıdık gelmeye başladı. Kendi içimde kaybolduğum bir yer oldu orası. Kalkmaya dair bir isteğim de kalmadı zaten, çünkü ne zaman ayağa kalksam, beni yeniden düşürmek için bekleyen bir güç vardı.
Çukur, artık sadece bir düşüş değil, benim sığınağım olmuştu. Belki de en acıtan kısım buydu: O dibe mahkum olmayı kabullenmiş olmak. Kalkmamanın getirdiği o garip huzur... Hem acıtan, hem uyuşturan bir rahatlık.
Sürekli inandığım şeyleri tekrar tekrar sorgulamaktan çok yoruldum. Keşke bazı şeyler bambaşka olsaydı...
✧☽✧
8 notes · View notes
lgeceninincisi · 9 months ago
Text
Perde arkasına itilen her sorun gelecekte büyük bir yıkım demektir...
27.07.2024
16:32
15 notes · View notes
karanliktekdostumuzz · 2 years ago
Text
En mutlu anında uzaklara dalıp gitmenin sebep olduğu büyük bir yıkım vardır küçüğüm. İnsan her şeyin üstesinden geliyorda bunun üstesinden gelemiyor.
49 notes · View notes