#kabullenme
Explore tagged Tumblr posts
lluminara · 5 months ago
Text
Mesele, olaylar geçene kadar katlanmak mı, yoksa görmezden gelmek mi, belki de savaşmak mı olduğuna karar veremedim. Bir şeylerin içinde çırpınıyorum, fakat neyin içinde olduğumu bilmiyorum. Acı çekiyorum, ama neyin acısını çektiğimi anlayamıyorum. Ruhsal acılar o kadar derine işliyor ki, sonunda fiziksel acılara dönüşüp izler bırakmaya başlıyorlar ve benim bedenimin her yerinde izler var. Sanırım bu izler, görünür olmanın bir yolu olarak ortaya çıkıyor, ama işleri daha da zorlaştırdıklarının farkındalar mı acaba?
Yılların baskısı,biriktirmesi, bir patlamaya dönüşür mü? Dönüşürse, bu patlama ne kadar şiddetli olur? Eskiden ne yapmam gerektiğine dair bir fikrim vardı. Kafam karışıktı, evet, ama o kaosun içinde bir yön bulabiliyordum. Şimdi her şey boş, bir kırıntı bile kalmadı. Her şey çöktüğünde ne yapacağım ben?
Uzun zamandır, kimse için bir kurtarıcının gelmeyeceğini ve kendimi kurtarmam gerektiğini biliyorum. Ama ah o kitaplar... o kurulan hayaller... Her gece yatmadan önce içimde minicik bir umut kırıntısı: "Belki de bu kadar şeyle tek başıma savaşmam gerekmiyordur, belki birisi çıkar ve benim elimden tutar, ben de onun..." diye geçen binlerce gece... Ve her sabah aynı umutsuzluk. Yine de zihin, ya da belki hayal gücü, asla vazgeçmiyor. Uyuyamadığım gecelerin kurtarıcısı, hayatımın en büyük işkencesi.
Belki de kendi karamsarlıklarıma, olumsuzluklarıma o kadar odaklanıyorum ki, güzel şeyleri kaçırıyorum. Hayır, aslında her an dikkatliyim, her an tetikteyim. Dikkatim her şeyin üzerinde yoğun. Ama belki de sadece kendimi oyalıyorumdur.
Hayatta olan her şeyin, insanın kendi çabasına bağlı olduğunu düşünüyorum. Ama bunu uygulamak.. ah, uygulamak o kadar zor ki..
Keşke her şey kitaplarda olduğu kadar kolay olsaydı.. Hep sonunu bildiğimiz gibi: "Ah, kesin kurtulacak ve başına güzel bir şey gelecek" diye düşünmek kadar kolay. Elbette, kitaplarda bile öncesinde hep acı ve yıkım var ama.. aması yok işte.
Kafam karışık. Zaten hep karışıktır benim zihnim, düşüncelerim çoğu zaman ben bile anlamam beni, ama en azından kendime göre düzenli bir karışıklığım vardı. Şimdi her şey paramparça. Niye böyle oldu ki? O zor bela alıştığım hayata yeni yeni tutunmaya başlamıştım...
Her düştüğümde, her dibe battığımda tekrar kalktım. Ama her seferinde biraz daha eksik, biraz daha güçsüz... Bazen yarım kaldım, bazen tamamen tükenmiş hissettim. Yine de ayağa kalktım. Sonra fark ettim ki, ben ne kadar o dipten çıkmaya çalışırsam, beni yeniden oraya iten bir şey hep vardı. Sanki ne kadar çabalarsam, o kadar aşağı çekiliyordum.
Ve bir gün, tekrar düştüğümde.. bu kez kalkmadım. O çukurun dibinde, karanlığın ortasında oturdum. Nasılsa eğer kalkmazsam, kimse beni yeniden itip daha derine batıramazdı.Sonra alıştım o çukurun dibinde oturmaya. İlk başta zor geldi; o soğuk, o karanlık, o derin boşluk. Ama zamanla o sessizlik bana tanıdık gelmeye başladı. Kendi içimde kaybolduğum bir yer oldu orası. Kalkmaya dair bir isteğim de kalmadı zaten, çünkü ne zaman ayağa kalksam, beni yeniden düşürmek için bekleyen bir güç vardı.
Çukur, artık sadece bir düşüş değil, benim sığınağım olmuştu. Belki de en acıtan kısım buydu: O dibe mahkum olmayı kabullenmiş olmak. Kalkmamanın getirdiği o garip huzur... Hem acıtan, hem uyuşturan bir rahatlık.
Sürekli inandığım şeyleri tekrar tekrar sorgulamaktan çok yoruldum. Keşke bazı şeyler bambaşka olsaydı...
✧☽✧
7 notes · View notes
mutlulukjeneratoru · 2 years ago
Text
Ayakta olduğun sürece devam etme şansın olacaktır.
Yorgunsam ve umutsuzsam ayakta olmanın ne faydası var?Her an devrilebilirim sonuçta.
Teslim olmak onursuzluk mu?
Çaresizce çırpınmamı söylüyorlar..Sonuna kadar kabullenmememi..
Olmuyor, Yapamıyorum.
Tüm soğukluğumla kenara çekiliyorum.
4 notes · View notes
evrendevang · 2 years ago
Text
Eşcinsellikle ilgili yanlış bilinenler, eşcinsellik nedir ne değildir, nasıl davranılmalıdır
Eşcinsellikle ilgili yanlış bilinenler, eşcinsellik nedir ne değildir, nasıl davranılmalıdır
1) Her insanda iki cinsiyetin hormonları vardır. Erkeklerde östrojen, kadınlarda testostoron artarsa eşcinsellik ortaya çıkar. Yani eşcinsellik bir hormonal bozukluktur. Ve hormon terapisiyle düzelir.
Eşcinselliğin vücudun salgıladığı testostoron-östrojen dengesizliği sonucu oluştuğu görüşü bilim dünyasında 25-30 yıldır kabul görmemektedir. 1980'li yıllara kadar heteroseksüellerle eşcinsellerin hormonlarını ölçen bir sürü araştırma yapılmıştır. Bunlarda bazılarında heterosesüel erkeklerin testostoron seviyeleri daha yüksek çıkmış, bazılarında eşcinsel erkeklerinki daha yüksek çıkmış bazılarında ise hiçbir fark bulunmamıştır. Kısaca cinsel yönelimle vücudun salgıladığı hormonlar arasında bir korelasyon yoktur. Aynı şekilde heteroseksüel kadınlarla eşcinsel kadınlar arasında da yoktur.
Eşcinsel erkeklere daha fazla testostoron verildiğinde ise cinsel yönelimlerinde bir değişme olmamış, sadece erkeklere olan cinsel istekleri daha da artmıştır. Hormonlar sadece libidomuzda rol oynar. Cinsel yönelimimizde rol oynamaz. Zaten 1980'li yıllardan sonra heteroseksüellerle eşcinsellerin hormonlarını ölçen bir araştırma yok. Nedeni eşcinselliğin hormonlarla alakasının olmadığı anlaşılması.
Zaten öyle bir şey olsaydı, eşcinseller eşcinsel hayatlarındaki zorluklarla yaşamak varken gider hormon tedavisi olurdu. Yeryüzünde eşcinsel insan kalmazdı. Hiç bu onur yürüyüşlerine filan da gerek kalmazdı.
Aynı şekilde transeksüelllikte hormon bozukluğu sonucu oluşmaz. Transeksüeller karşı cinsiyetin hormonları alıp fiziki görünüşlerini kendi hissiyettikleri cinsiyete uygun yapabilirler. Ama transeksüellerin transeksüel olma sebebi hormonlarının bozuk olması değildir.
2) Eşcinsellik aile travması, ya da tacizle oluşur.
Eşcinselliğin aile travması ya da tacizle oluştuğunu kanıtlayan araştırma yoktur. Zaten hiç aile travması yaşamamış ve tacize uğramamış milyonlarca eşcinselin varlığı bu önermeyi baştan çürütür. Etkiliyorsa bile eşcinsellerin çok küçük bir bölümünü etkiler.
3) Eşcinsel erkekler feminen, eşcinsel kadınlar maskülendir.
Bu kısmen doğru kısmen yanlıştır. Transeksüel kişiler kendilerini farklı cinsiyete ait hissettiklerinden cinsiyetlerine uygun davranışları göstermemesi sık rastlanılır. Bir çok trans erkek(kadından erkeğe) çocukluğunda maskülen, trans kadın(erkekten kadına) çocukluğunda feminendir.
Transeksüellikte olduğu gibi eşcinsellikte de karşı cinsiyetin davranışlarını gösterme sık rastlanılır. Eşcinseller her ne kadar cinsiyet kimliklerinden memnun olsalarda karşı cinsiyete ait davranışlar göstermeleri, ona göre giyinmeleri heteroseksüellere göre daha yüksektir. Ama maskülen eşcinsel erkekler, feminen eşcinsel kadınlarda vardır. Hatta eşcinsel erkeklerin bir grubu bear(ayılar)'dır. Bunlar kıllı, yapılı, sakallı eşcinsel erkeklerdir. Ve büyük bir çoğunluğu yine kendisi gibi kıllı, yapılı, sakallı erkeklerden hoşlanır.
Yani şöyle diyebiliriz. Feminen eşcinsel erkeklerin tüm eşcinsel erkeklere oranı, feminen heteroseksüel erkeklerin tüm heteroseksüel erkeklere oranından çok daha yüksektir. Aynı şekilde kısa saçlı, erkeksi eşcinsel kadınların tüm eşcinsel kadınlara oranı da maskülen heteroseksüel kadınların tüm heteroseksüel kadınlara oranından daha yüksektir. Ama dediğim gibi bir sürü maskülen eşcinsel erkek ve feminen eşcinsel kadında vardır.
4) Eşcinsel erkeklerin babalarıyla olan ilişkileri kötüdür. O yüzden eşcinsel olmuşlardır.
3 de bahsettiğimiz gibi eşcinsel erkeklerin feminen özellikler göstermeleri heteroseksüel erkeklere göre daha yüksektir. Baba küçük yaşlardaki oğlunun feminen özellikler gösterdiğini görünce ona kızabilir, kötü davranabilir. Bu da çocuğun babadan nefret etmesine sebep olabilir. Bu feminenliği doğasından aldığı gibi eşcinselliğide almışsa ergenlikte babasına açıldığında aralarında gerilim yaşanabilir. Ya da baba küçük yaşındaki oğlunun başka bir erkeği öptüğünü ya da ilgi gösterdiğini görünce ona kızabilir ve bu davranışları yüzünden ergenlik boyunca çocuğu baskı altına alabilir. Ama burdaki asıl nokta çocuk babasıyla arası kötü olduğu için eşcinsel olmamaktadır. Eşcinsel olduğu için babasıyla arası kötü olmuştur. Yani neden-sonuç ilişkisi yanlış kurulmaktadır.
Eğer babanın oğluyla arasının kötü olması eşcinsel olmasına yol açabiliyorsa bile bu eşcinsel erkeklerin çok küçük bir bölümünü kapsamaktadır. Çünkü babasıyla arası gayet iyi olan milyonlarca eşcinsel erkek vardır.
5) Eşcinsellik psikolojik bir hastalıktır.
Dünya sağlık örgütü ve amerikan psikiyatri kurumu uzun yıllar önce eşcinselliği psikolojik hastalıklar kategorisinden çıkarmıştır. Eşcinsellerin psikolojisinin bozulması eşcinselliğinden doğrudan kendisinden değil, aile ve toplumun eşcinselliğe olumsuz tepkisi nedeniyle kaynaklanmaktadır. Bu yüzden eşcinsel gençlerin intihar oranı heteroseksüel gençlere göre 3-4 kat daha yüksektir.
6) Eşcinsellik bir tercihtir.
Bu çoğunlukla yalnış bir önermedir. Eşcinsellerin büyük bir bölümü ya çok küçük yaşlarda ya da ergenlikte kendi cinsine ilgi duymaya başlamıştır. Ve karşı cinse en ufak bir ilgi bile duymamakadır. Bu insanlar için eşcinsel olmak kesinlikle bir tercih değildir. Eşcinsel bir erkek masaya, kanepeye bakınca ne hissediyorsa bir kadına bakınca da onu hisseder.
Heteroseksüellerin içinden de eşcinsel ilişki yaşamaya açık insanlar olabilir. Her ne kadar kendi cinsine duygusal his beslemese, masürbasyon yaparken hemcinsini hayal edip uyarılmasa bile o an için sırf karşı cinse ulaşamadığı için ya da sadece bir fantezi için eşcinsel ilişkiyi deneyip o an bu ilişkiden bedensel haz duyabilir. Sonuçta her insan cinsel fantezilerini başkalarına zarar vermeden özgürce gerçekleştirme hakkı vardır. O yüzden bu insanlarda kınanmamalıdır.
7) Eşcinsellik neden oluşur?
Eşcinselliğin nasıl oluştuğu bilinmemektedir. Ama eşcinselliğin nasıl oluşmadığı kesin olarak bilinmektedir. Eşcinsellik hormonal bir bozukluk değildir. Aynı şekilde aile travması, taciz gibi etkenlerle de oluştuğuna dair sağlam bir kanıt yoktur.
Eşcinselliğin nasıl oluştuğu bilinmese de muhtemlen hangi etkenler sonucu oluştuğu tahmin edilmektedir. Genlerin, anne karnında yaşanılan sürecin eşcinselliğe etki ettiğini destekleyen bir sürü bilimsel araştırma vardır. Eşcinsel erkeklerin beyin yapılarında heteroseksüel kadınlarla benzer özellikler bulunmuştur. Eşcinsel erkeklerin beyinleri erkeklik feromonuna aynen heteroseksüel kadınlar gibi tepki vermektedir. Normalde bir erkek çocuğun eşcinsel olma ihtimali %2-3 ken, tek yumurta ikizi eşcinsel olduğunda bu oran %30-40 lara çıkmaktadır.
Aynı şekilde transeksüellikte de genlerin, anne karnında yaşanılan sürecin etkili olduğu bir çok araştırmada desteklenmiştir. Örneğin bir araştırmada kadınlardan hoşlanan trans erkeklerin (kendini erkek gibi hissedip kadınlara ilgi duyan kadın) beyinlerdeki beyaz maddenin erkeksel yönde olduğu bulunmuştur. Başka bir araştırmada yine kadınlardan hoşlanan trans erkeklerin sol ön singulat kortekslerindeki kan akımının, heteroseksüel kadınlara göre daha az, sağ insulalarında ise daha çok olduğu bulunmuştur. Bu iki bölge bilinç ve cinsel davranışlarla bağlantılı olmasıyla bilinmektedir. Bu araştırmaların daha hormon terapisi almayan translar arasında yapıldığını belirtmek isterim.
Daha onlarca araştırma olup sadece yukarıya birkaçını koydum.
Eşcinselliği benim ahlakım ya da dinim kabul etmiyor. O yüzden eşcinsellik yanlıştır.
Ahlak kişiden kişiye, toplumdan topluma değişen bir şeydir. Kimse kendi ahlak anlayışını başkasına dayatamaz. Eşcinsellik başkasına doğrudan zarar vermediği için ister doğuştan ister tercih olsun kısıtlanmamalıdır.
Aynı şekilde kimse dini inancını da başkasına dayatamaz. Eğer karşındaki müslümansa söylersin eşcinsel ilişkiye girersen günaha girersin diye, uyarını yaparsın. Ama aşağılamaya hakaret etme hakkına sahip değilsin. Karşındaki dinlere inanmıyorsa zaten hiç karışamassın.
Ayrıca islamda flört etmek, el ele tutuşmak, karşı cinsin eli ve yüzü haricindeki bir bölgeye bakmakta günahtır.(illa şehvetle bakmanız da gerekmiyor) Kendiniz bunları yaparken hiç bir şey olmuyorken, konu eşcinsellik olduğunda hemen ayetleri sıralamanız ikiyüzlülükten başka bir şey değildir.
Bu sitede grup seksle ilgili bir soruda bile dini yorumlar çok azken nedense konu eşcinsellik olduğunda birden dini yorumlar dolup taşmaktadır.
9) Eşcinsellere nasıl davranmalıyım?
Heteroseksüellere nasıl davranıyorsanız eşcinsellere de o şekilde davranmanız gerekir. Aşağılamak yanlış olduğu gibi birçok kızın yaptığı gibi eşcinsel erkekleri bir insan olarak değil, alışveriş yaparken yanında dolaştırdığı bir süs eşyası olarak görmekte yanlıştır. "Ayy ben eşcinsel erkek arkadaşım olmasını çok isterim, birlikte alışverişe çıkarız" derken onları ötekileştirdiğinizi unutmamalısınız.
Bir erkek kız arkadaşından bahsettiğinde nasıl "ayy sen demek heteroseksüelsin, tabi cinsel tercihine saygı duyuyorum" demiyorsanız eşcinsele de dememelisiniz.
3 notes · View notes
tcetvel · 8 days ago
Text
M1 metro tuhaf ve rahatsız edici
0 notes
noor-kazem · 7 months ago
Text
Tumblr media
أعتقد أن الكمال يأتي من اللحظة التي يوجد فيها القبول والوعي ؛ ها أنا إذن مركزة في التعبير المثالي .
I believe that perfection comes from the moment there is acceptance and awareness; here I am, centered in perfect expression.
~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Mükemmelliğin kabullenme ve farkındalığın olduğu andan itibaren geldiğine inanıyorum; Burada mükemmel ifadeye odaklandım.
204 notes · View notes
boswersene · 5 hours ago
Text
farkındayım. sadece kabullenme kısmını erteliyorum
78 notes · View notes
selin-n · 6 months ago
Text
Bir kalp kaç kere kırılır____?!
Kaç kere inanır____?!
Kaç kere kırılır bir kalp? Bir, iki, üç? Kaç kere? Kaç kere ezer, mahveder karşındakinin yüreğini?
O hep alttan aldıkça, o hep üzülmesin diye çırpındıkça, kaç kere görmezden gelebilir, kaç kere salağı oynayabilir bir insan? Neden böyle bu dünya? Neden denek olur her yürekten seven?
Kaç kere inandırmak gerekir onu gerçekten çok sevdiğini?
Bir dizide duymuştum "birini çok sevdiğinizde, o size bin kere de yalan söylese, yine herkesten çok ona inanmak istersiniz."
Çünkü o sizin en sevdiğinizdir, o sizi kandırmaz sanırsınız. Ve o kadar emindir ki sizin her dediğine inanacağınızdan. Ya da inanmaya hazır olduğunuzdan.
Çünkü onun ağzından çıkan her sözün her kelimesi, sizin için birer doğruluğu tartışılmaz gerçektir.
Kaç kere ikna eder kandırır bir insan, ve neden yapar bunu?
Ya da nasıl başarır?
Kendi maharetimidir bu zafer, yoksa ikna ettiğinin sevgisinden midir her dönüş?
Kaç kere yanıltabilir bir insan sevdiğini?
Kaç kere kırar umudunu?
Ama nedenini bilmesini bekler sevdiğinin. Onu anlamasını. Bu hayatta bazı şeylerin insanın kendi elinde olmadığını bilmesini?
Kaç kere kırılır bir kalp? Kaç gece sancıyla uyanır bir insan?
Kendi yaptığının hep doğru, seninkinin hep yanlış olduğunu söyleyince , kaç kere kabullenmeli bir kalp____///
Sor bunu yaşadığın bir vakit kendine? Ben bulamadım ama sen cevap bulabilecek misin, bir dene!
Tumblr media Tumblr media
OTURUM KAPANDI ____//💙
85 notes · View notes
enkazdansblog · 1 month ago
Text
Her sabrın bir sonu var diyorlar. Ama benim sabrımın sonu nereye varıyor, bilmiyorum. Beklemek, direnmek, içimdeki fırtınayı susturmaya çalışmak. Hepsi beni yoruyor ama bir umut, bir anlam bulurum diye sabrediyorum. Sanki bu sabrın sonunda beni bekleyen bir şey varmış gibi. Peki ya sabrımın sonu bir boşluksa? Ya beklediğim o ışık hiçbir zaman gelmeyecekse? Bu düşünce içimi kemiriyor ama yine de b��rakmıyorum. Çünkü sabretmekten vazgeçersem, elimde hiçbir şey kalmayacak gibi. Sabrın sonu var, evet. Ama o son ne kadar uzakta, orada beni ne karşılayacak, bilmiyorum. Belki de sabrın sonunda bir zafer değil, bir kabullenme vardır. Kendimi, yaşadıklarımı, hissettiklerimi olduğu gibi kabul etmek.
27 notes · View notes
zeynepdiye1ii · 2 months ago
Text
Kabullenme sancısı kırdı kaburgalarımı kırk yerinden.
28 notes · View notes
olenedeksenisevecegim · 27 days ago
Text
20 notes · View notes
laviniapricity · 7 months ago
Text
22 notes · View notes
felsefebilim · 6 months ago
Text
Derrida'ya Göre Nasıl Bir Misafirperveriz?
Tumblr media
Fransız yapısökümcü filozof Derrida misafirperverlik kavramını ikiye ayırır. Bunlar koşullu misafirperverlik ve koşulsuz misafirperverliktir. Koşullu misafirperverlik, niyet ve istek açısından koşulsuz olandan ayrılır. Çünkü koşullu misafirperverlikte bir yasa, hak ya da kabul görülen bir kural olmalıdır. Örneğin devletin yasası ya da koyduğu kurallar sonrasında yurda giren mültecilerin ülkede misafir olarak kalması ya da devlet yurtlarının karar sonrası depremzedelere ya da tatilcilere açılması yine koşullu misafirperverliğe verilebilecek örneklerdir..
Koşulsuz misafirperverlik ise gönüllülük, özgür iradeyle kabullenme içerir. Herhangi bir zorlayıcı ya da yasa koyucu söz konusu değildir. Bu nedenle ahlaki olarak daha değerlidir. Bu tür misafirperverliğe verebileceğimiz örnek, koşulsuz şartsız sokak hayvanlarını sahiplenmek ya da herhangi bir kar gütmeksiniz içtenlikle bir arkadaşınla evini paylaşmak verilebilir.
19 notes · View notes
yolguncesi · 21 days ago
Text
Bir şiddetin tükenişini izlerken olduğum yere çakılıyorum. Biraz baş dönmesine karışan vurgun, dibe çekiyor beni. Dönüştüğüm şeyi üzülerek izliyorum. Az sonra üzüntümün biteceğini, yine dönüştüğüm şeye sarılacağımı bilerek. Çünkü zaman, acınası bir engerek. Zehrini tutmuş içinde, salmayı da bilmiyor.
Sonra karmaşık düşünceler az da olsa dağılıyor zihnimde ve zamanın ağırlığının altına sığındığımda fark ediyorum. Zaman zehrini salmasa da nefesini sürekli bende. İnce, keskin, nahoş bir hatırlatma gibi. Anımsıyorum insan olduğumu ve insan, alışmaya ne kadar da mahir bir varlık! Dönüştüğüm şeyin soğuk kabuğuna her dokunuşta bir dirhem daha benimsiyorum onu. Ama öyle bir sahiplenme ki bu, ne onunla nefes alabiliyorum ne de onsuz.
Sonra bir an geliyor, engereğin kabuktan kuyruğuna basmış gibi irkiliyorum. Zaman içimden geçip gidiyor sanki ve içimde taşıdığım her şey, uzaklardan duyumsadığım bir fırtınaya dönüşüyor. Hiç ses çıkmıyor, kırılan parçaların yankısı kalıyor sadece. Zaman, yine haklılığını kanıtlıyor. Çünkü o, dönüşmeyen tek şey. Ben ise dönüşümün ta kendisi olmuşum. Her an daha da başkalaşıyorum, her seferinde biraz daha yabancılaşarak.
Ve biliyorum, bu döngünün sonu yok. Ama yine de, her şeyin aynı kalacağını bilerek, aynı noktadan dibe çekilmeye razı oluyorum. Çünkü belki de zamanın zehrini içimde taşımaktan başka bir seçeneğim yok. Belki de insan, varoluşun kendisine sarılarak ayakta kalabilir.
Bu yabancılaşma, kendi içimde büyüyen bir girdap gibi. Dışarıdan bakıldığında sakin bir su yüzeyiyim belki ama derinlerimde her şey alt-üst. Zamanın akışına bıraktığım her parçanın bana geri dönüşü keskin, tanıdık bir acıyla oluyor. Ve işte tam burada, sarıldığım şeyin artık ‘ben’ olmadığını fark ediyorum.
Bu, zamanın oyunlarından biri olmalı. Beni an be an kendisine karşı bir düşmana dönüştürmek… Bir noktadan sonra engerekle uzlaşmanın yollarını arıyorum -ki tarih daha önce böyle bir teslimiyete sahne olmamıştır. Belki de onun zehri, beni zayıflatmak için değil, gerçek benliğimi ortaya çıkarmak içindir diye düşünüyorum. Ama bu düşünce bile o kadar kırılgan ki, dokunduğumda elimde dağılıyor.
Sonra kabullenme geliyor. Teslimiyeti perçinleyen bir kabullenme... Her kabullenme bir teslimiyet değil mi zaten? Sonra bir barışın yordamını düşünüyorum. Engerekle yüz yüze oturuyoruz; Onun zehri, benim kırık dökük halimle. Anlıyorum ki, zamanın sunduğu tek şey bu: Kendi başkalaşmamla yüzleşmek...
Her şey bir süre duruluyor. Kendi kendime "belki artık başka bir şeye dönüşmeye gerek kalmaz" diyorum. Ama bu da yalan, çünkü zamanın kuralı bu: Başkalaşmadan hayatta kalmak neredeyse imkânsız! Her gün bir şey kaybedip yerine başka bir şey koyuyorum. Hem de hiç farkına varmadan. Ve işte, bu sonsuz döngüde, ben bir kez daha başa dönüyorum.
Ama bu kez farklı. Engereğin zehriyle sarhoş değilim artık. Zehrin, beni bir parça daha güçlendirdiğini biliyorum. Dibe çekiliyorum evet ama bu sefer onun derinliklerini keşfetmek için. Belki orada, en karanlık noktada, nihayet kendimi bulabilirim diye düşünüyorum.
14 notes · View notes
beyazmantoluu · 29 days ago
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
ikibinyirmidört kendini kabullenme yılıydı benim için sanırım. aslında yıl değerlendirmesi yapacaktım fakat onu sanki doğum günümde yapmışım. şimdi de yaş değerlendirmesi tadında bir yazı olacak. aklımdaki ayrımı anlatabildim mi bilmiyorum fakat ters yazmışım anlayacağınız. başlayayım.
bu yıl kendimde fark ettiğim en önemli durum gerçekten kabullenme oldu. ama bu kendimi kabullenme. yoksa ben zaten dünyadaki her şeyi ve her durumu hiç yargılamadan kabul edebiliyorum. herkesin şaşkınlıkla kabullenemedikleri şeylere "burası dünya, bu kadar işte" diyerek kabulleniyorum. bir tek kendimi kabullenemiyordum. ne çekingenliğimi, ne durduğum yeri, ne geç kalmışlığımı, ne duygularımı, ne hayatı yaşama biçimimi, ne düşüncelerimi, ne kendimi koyduğum noktayı. yeni yeni ben buyum ve böyleyim diyebiliyorum. mesela hakkınızı asla yedirmemelisiniz, karşı çıkmalısınız, değil mi? tamam, ama bu benim yapımda yok. yani kavga ederek hırsla ve hınçla hakkımı almaya çalışmak. benim yapacağım bir şey değil. hakkım verilmiyor mu, okey deyip yerimi değiştimek benim yapımda olan ve bu da bana kalırsa kendi hakkına ve sınırlarına saygı duymaktır. kırılmasınlar, küsmesinler, sorun çıkmasın diye susan b. de yok artık. aileme karşı bile doğru bildiğim ne varsa direkt söyleyebiliyorum. bu benim doğrularım ve kabul edip etmemek sizin bileceğiniz bir iş ama saygı duymak zorundasınız. duymadığınızda da her an her bağımı koparabilirim. -eskiden bu tarz cümleler de çok beylik laflar ediyormuş gibi hissettiriyordu. asla bu denli keskin cümleler kuramazdım. şu an ise böyle net konuşabilmek çok hoşuma gidiyor.
çekingenliğim pek kalmadı. yine arada bocaladığım oluyor fakat dedim ya kabulleniş halindeyim, hiç zoruma gitmiyor o anlarım. üzerine düşünmüyorum bile. oldu ve bitti. konuşmayı sevmediğim ortamlarda konuşmadığımda kendimi kötü hissediyordum. artık buna benim tercihim olarak bakabiliyorum. istemediğim yerde konuşmuyorum ve bundan rahatsızlık da duymuyorum. bazen kızların yanında tek kelime etmeden kalktığım oluyor.
bu yıl sürekli ve farklı ortamlarda duyduğum bir şey var. "otoriter sahibisin. " bunu ilk duyduğumda çok gülmüştüm sldmmdl ben ve otorite. hayalimde bile yan yana gelemeyecek iki kelime gibi hissettiriyor(du). sonra düşününce üstte saydığım şeylerden kaynaklı olduğunu fark ettim. sınırlarınıza ve kendinize sahip çıkarsanız hem kendi hayatınızda hem de çevrenizde, saygıdan oluşan bir otorite oluşuyor sanırım. böyle diyorum çünkü hiçbiri olumsuz anlamda anlatmadı. hep "senin söylediğini yapmam gerekiyormuş gibi hissediyorum, hiç farkında olmuyorum" tarzında yorumlar duydum. hâlâ çok ilginç geliyor bana.
dün ev arkadaşım z.'nin sevgilisi m. şehir dışından geldi. ben de ders çalışmaya gitmiştim. bir anda aradılar bugün birlikte yemek yiyelim, dediler. çok mutlu oldum çünkü uzak mesafe ilişkileri, her zaman görüşemiyorlar ve bir günleri vardı. beni de davet etmeleri çok mutlu etti o yüzden. bir de ikisini de çok seviyorum. oturduk saatlerce sohbet ettik, farklı farklı konular tartıştık ve m. sohbetin ortasında bir anda "beyza'yla sohbet etmek çok keyifli ya çok iyi" dedi gülerek. (çok şımardım tabii ki :d) ablaları yaşındayım ve kardeşim gibi ��ok seviyorum onları. bu kadar olgun olmaları ve sağlıklı bir ilişkilerinin olması beni çok mutlu ediyor. şu an hangi konular hakkında tartıştığımızı söylesem belki linçlenirim ama böyle her konuyu bilimsel çerçeveden konuşabildiğim arkadaş çevremi çok seviyorum ve çevremdekilere bunları aşılayabildiğim için çok mutluyum. neyse. çok uzattım. burada kendimle ilgili izlenimim, yine bir kabulleniş. her konuda konuşamıyorum yani benimle her konu hakkında konuşamazsınız, özellikle yüzeysel ve güncel konular hakkında. bunu artık kabullendim. bu tarz sohbetlere girmeye çalışmıyorum bile artık. ama derin, üzerine fikirler üretebileceğimiz, ilişkiler hakkında olur, cinsellik hakkında olur, psikoloji, sosyoloji, toplum, dinler arası, inançlar. bunlar benim üzerine konuşmaktan keyif aldığım, saatlerce susmayacağım ve dinlemekten de keyif aldığım enfes konular. (tabii biraz karşındakine bağlı kendini tamamen dış fikirlere kapatmış, sözümü kesen kişilere azıcık bile açıklamaya çalışmıyorum. direkt 'ha öyle miymiş' deyip konu hakkında bilgim yokmuş gibi davranıyorum :d) bu tarz sevdiğim sohbet ortamları olduğunda gerçekten hem aktarım yaptığım hem aktarım aldığım bir alan oluyor ki böyle olduğum ortam sayısı bir ikiyi geçmez. çoğunlukla dinleyici olduğum konumdan konuşan tarafa da geçiyorum. ve böyle olamadığım ortamlarda kötü hissetmek yerine senin ortamın bu değil, böyle bocalaman normal, zorlama kendini deyip kabullenebiliyorum.
kendimi yormamak üzerine bir hayat kurdum ve bundan çok memnunum. teşekkür ederim kendim. kabullendik ve güzelleştik.
7 notes · View notes
sefkattuyu · 1 month ago
Text
13 notes · View notes
aslindaherkes · 1 month ago
Text
7 notes · View notes