#asılsız ithamlar
Explore tagged Tumblr posts
Text
Bursa Büyükşehir'den Ana Kucağı, BUSMEK ve YKS kursları açıklaması
https://pazaryerigundem.com/haber/175741/bursa-buyuksehirden-ana-kucagi-busmek-ve-yks-kurslari-aciklamasi/
Bursa Büyükşehir'den Ana Kucağı, BUSMEK ve YKS kursları açıklaması
Bursa Büyükşehir Belediyesi, bazı haber sitelerinde ve sosyal medya hesaplarında çıkan asılsız iddialar üzerine bilgilendirme yaptı.
BURSA (İGFA) – Bursa Büyükşehir Belediyesi, bazı haber sitelerinde ve sosyal medya hesaplarında, Büyükşehir’e yönelik asılsız iddia ve ithamlar içeren içeriklere ilişkin kamuoyunu bilgilendirdi.
Ana Kucağı, BUSMEK ve YKS kurslarının kapatılacağına dair paylaşımlar gerçeği yansıtmadığını kaydeden Büyükşehir Belediyesi, bu hizmetlerde çalışan personelin bağlı olduğu kurumun Bursa Büyükşehir Belediyesi değil özel bir firma olduğunu belirterek, “Dolayısıyla belediyemizce işlerine son verilmesi söz konusu değildir. Yeni dönemde de bu kurumlarda çalışan personele öncelik verilecektir. Bursa Büyükşehir Belediyesi olarak nitelikli eğitim en öncelikli olarak ele aldığımız konulardan biri olup, okul öncesi, sanat meslek eğitimi ve YKS kurslarında verilen eğitimlerimizi geliştirerek, çoğaltarak sürdüreceğiz. Doğruyu yansıtmayan bu tür paylaşımlar için gerekli hukuki işlemlerin başlatılacağını kamuoyunun bilgisine sunuyor, bilgi eksikliğiyle yapılan bu paylaşımlara itibar edilmemesini rica ediyoruz” ifadelerine yer verildi.
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
Text
6 YILDA 32 BİN YAPMIŞ OLDUĞUMUZ SEÇMEN SAYISINI 8 BİNE DÜŞÜRMELERİ BASİRETSİZLİKLERİNİN KANITIDIR
Geçtiğimiz günlerde İyi Parti’den Ak Parti’ye geçiş yapan kadroların gündeme gelmesi ile birlikte İyi Parti Elazığ İl Teşkilatı tarafından yapılan açıklamada geçiş yapan üyelerin yönetim tarafından görevden alındığını ve bu üyelerin partiye aykırı davranışlar içerisinde bulundukları beyan edilmişti. Geçiş yapan üyelerin içerisinde üst düzey parti yöneticisi, İl Başkan Yardımcıları ve kurucu üyelerin de bulunması kamuoyunda dikkat çekmişti. İyi Parti İl Başkanlığı tarafından yapılan açıklamaya çok geçmeden eski İl Başkanı yardımcılarından ve kurucu üyelerden cevap geldi. Konuya açıklık getirmek üzere yaptıkları ortak basın açıklamasında iddiaların gerçeği yansıtmadığını belirten üyeler partiden ihraç edilmediklerini, kendilerinin ve arkadaşlarının hür iradeleri ile istifa ettiklerini belirttiler. Yapılan ortak basın açıklamasında başlıklar şu şekilde; BİZLERİN 6 YILDA 32 BİN YAPMIŞ OLDUĞUMUZ SEÇMEN SAYISINI 8 BİNE DÜŞÜRMELERİ BASİRETSİZLİKLERİNİN KANITIDIR 27.02.2024 Salı günü Elazığ İyi Parti İl Başkanlığınca hakkımızda yapılan asılsız açıklamalara istinaden bizlere zorunlu olarak cevap hakkı doğmuştur. İyi Partinin kuruluşunda aktif görev alan İl Kurucular Kurulu ve Kurucu Üyeleri hakkındaki bu yalan yanlış açıklamalar tarafımızca lafügüzaf olarak karşılanmıştır. Bu dayanıksız ve mesnetsiz ithamlar bizlerin 6 yılda 32 bin yapmış olduğumuz seçmen sayımızı 8 bine düşürerek nasıl bir amacın, nasıl bir basiretsizliğe düştüklerinin en temel ispatıdır. Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz sözünün en belirgin örneğidir. Ben ve birlikte hareket ettiğimiz arkadaşlarımızdan hiçbiri parti tüzüğüne aykırı bir eylem de bulunmamışlardır. Bahsi geçen hiçbir arkadaşım disipline verilerek partiden ihraç edilmemiştir. Tüm arkadaşlarımız kendi hür iradeleri ile nasıl ki 6 yıl önce İyi Parti’ye üye olmuşlarsa şimdide bu süreçte istifa ederek Ak Parti üyesi olmuşlardır. Özellikle 105 kurucu üye ve toplamda 705 üyenin tamamı 2023 Aralık ile 2024 Şubat ayı içerisinde partilerinden ayrılmışlardır. Bu bilgeler gerek yüksek seçim kurulunda, İyi Parti’nin kayıtlarında, gerekse Ak Parti’nin kayıtlarında mevcuttur. Kaldı ki son genel seçimde şahsım ve üye arkadaşlarımız İyi Parti seçim koordinasyon merkezlerine gidip görev yapmışız ve 1. Sıra Milletvekili Adayımız için ev toplantıları tertip etmişiz. Bunun içindir ki manasız iftiraları çamur at izi kalsın olarak görüyoruz. Lakin o çamur önce atanların ellerini kirletecektir. Zaman en iyi ilaçtır önümüzdeki seçimlerde kimin haklı olduğunu hep birlikte göreceğiz. MADEM BİZ İHRAÇ EDİLDİK DİĞER ÜYELERLE NEDEN İLGİLENİLMEDİ? Aynı zamanda diyelim ki mevcut yönetim partiden ihraç edilmişti bizim ile birlikte Ak Partiye katılım sağlayan üyeler de mi ihraç edilmişti? Madem bu kadar duyarlı bir parti kadrosu ile karşı karşıyayız neden bu kadar üye takip edilmedi ve ilgilenilmedi? Daha önceki açıklamamızda da dile getirdiğimiz gibi bizler yönetimde olduğumuz süreçte de olmadığımız süreçte de tüm kadrolarımızla yakından ilgilenirken aynı hassasiyeti genel merkezden görmemek, sorun ve taleplerimizin dikkate alınmaması kendi kararlarımız doğrultusundan partiden ayrılmamıza neden olmuştu. Read the full article
0 notes
Text
Sayın Adnan Oktar’a Yöneltilen Asılsız ve Mesnetsiz İtham ve İftiralar Yalnızca Aleyhte Olumsuz Kamuoyu Algısı Oluşturma Amaçlıdır
Camiamıza kurulan komploda en çok saldırı yöneltilen kişi, Sayın Adnan Oktar’dır. Çünkü komplocuların çarpık zihniyetine göre, Sayın Adnan Oktar hakkında ne kadar çok iftira ortaya atılırsa, ne kadar yoğun karalama kampanyası yapılırsa mahkeme heyetini ve kamuoyunu camiamız aleyhinde etkilemek o kadar kolay olacaktır. Komploculara göre, bu etki sağlandığı takdirde, mahkeme heyetine mahkumiyet kararı verdirmek de bir o kadar kolaylaşacak, böylelikle camiamızın dağıtılıp faaliyet yapamayacak hale getirilmesi hedefine de ulaşılacaktır. İşte, bu yüzden komplocular, dosyada zorla müşteki ve etkin pişman yapılan kişilere en çok Sayın Adnan Oktar hakkında yalan beyan ve iftiralar söyletmeye çalışmaktadır. Dosyada müştekilere ve sözde etkin pişman yapılan arkadaşlarımıza ait ifadeler bu doğrultuda özel olarak düzenlenmekte, dosya karalanma ve itibarsızlaştırılma amaçlı üretilen hayali senaryolarla doldurulmaktadır. Ardından da dosya içeriği, bu çirkin yalan ve iftiraları satır satır haber haline getirecek ya tetikçi olarak özel görevlendirilmiş ya da derin devlet baskı ve tehditleriyle sindirilmiş, korkutulmuş, her söyleneni yapmaya amade bir kısım basına servis edilerek Sayın Adnan Oktar’ın gerçeklerle hiçbir ilgisi olmayan farklı bir kişi gibi gösterilmek istenmektedir.
Nitekim, arkadaşımız Ali Şeref Gider’in savcılık ve mahkeme ifadelerinde de kumpasçıların kontrol ve yönlendirmesindeki bu karalama ve itibarsızlaştıma stratejisi açıkça görülmektedir.
Sayın Adnan Oktar ve camiamıza yönelik 2 yıldır sürdürülen kara propagandaya temel sağlaması amacıyla, kumpasçılar tarafından detay detay kurgulanan müşteki ve etkin pişman ifadeleri uzman psikologlar denetiminde aylar süren bir toplum mühendisliği çalışmasının ürünleridir. İçerdikleri suçlama ve karalama amaçlı senaryo ve hikayelerde kullanılan kelimeler dahi toplumda istenen tepki ve infiali oluşturması amacıyla ince ince seçilmiş ve cümle aralarına yerleştirilmiştir.
Oysa, masa başında kurgulanmış tüm bu asılsız, uydurma ve hayal ürünü iddia ve senaryolarda anlatılan iftiraların aksine Sayın Adnan Oktar, her yaştan, her çevreden, her kültürden insanla kolaylıkla iletişim kuran, herkesin kendisiyle tanışmaktan, konuşmaktan, görüşmekten, sohbetini dinlemekten büyük zevk aldığı son derece nezaketli, güzel sözlü ve üstün ahlaklı bir insandır. Her anını Kur'an ahlakına titizlikle uymaya çaba göstererek geçiren böyle güzel bir insanın iftiralarda konu edilmeye özel gayret gösterilen hakaretamiz üsluba, aşağılayıcı konuşmalara tevessül etmesi asla mümkün değildir.
Sayın Adnan Oktar'ın, gerek yakın çevresi ve arkadaşları gerek kendisiyle çeşitli vesilelerle tanışmış toplumun her kesiminden insanlar gerekse 10 yılı aşkın süredir hemen her gün katıldığı A9 TV canlı yayın programlarını izleyen milyonlarca izleyicimiz kendisinin bu üstün ahlakına, güzel, nezih ve hikmetli konuşmalarına, kibar, seçkin, kaliteli ve müstesna kişiliğine şahit olmuşlardır.
Sayın Adnan Oktar, İbrahim Suresi’nin 24. ayetindeki, “Görmedin mi ki, Allah nasıl bir örnek vermiştir: Güzel bir söz, güzel bir ağaç gibidir ki, onun kökü sabit, dalı ise göktedir.” emrine en güzel ve titiz uyan Müslümanlardan biridir. Onunla tanışan, konuşan, dostluk kuran herkes de Sayın Adnan Oktar’ın bu özelliğine şahittir. Belki yüzlerce defa tüm ayrıntılarıyla açıkladığımız üzere tüm camiamız, arkadaş grubumuz, Sayın Adnan Oktar’ı hiçbir zaman bir Mehdi veya uhrevi bir şahıs olarak değil sadece çok sevdikleri, saydıkları, aklına, vicdanına, sözüne, ahlakına, samimiyetine çok güvendikleri, fikir ve önerilerine her zaman itibar ettikleri bir dostları ve ağabeyleri olarak görmektedir. Bu yüzden de onunla birlikte Allah rızası için İslam'ın, vatanın, milletin, devletin, Müslümanların, İslam aleminin ve tüm insanların faydasına yönelik dünya çapında son derece güzel ve etkili sosyal, kültürel, bilimsel faaliyetlerde bulunmaktadır.
BU AÇIK GERÇEK ONLARCA YILDIR ORTADAYKEN VE ONBİNLERCE İNSAN 40 YILDIR BU ANLATTIĞIMIZ GERÇEĞE HER YÖNDEN BİZZAT ŞAHİT OLMUŞKEN, BİR ANDA KUMPASÇILARIN TETİKÇİLİĞİNİ YAPAN ÜÇ BEŞ HUSUMETLİ MÜŞTEKİNİN VE ONLARIN BASKI VE TEHDİTLERLE KORKUTUP YÖNLENDİRDİĞİ ZAVALLI MAZLUM İNSANLARIN ORTAYA ATTIKLARI DÜNYA TARİHİNDE GÖRÜLMEMİŞ, AKLA, MANTIĞA, HAYATIN DOĞAL AKIŞINA TÜMÜYLE AYKIRI İTHAM VE İFTİRALARA NORMAL VE AKLI BAŞINDA HİÇ KİMSENİN İTİBAR ETMESİ MÜMKÜN DEĞİLDİR.
Arkadaşımız Ali Şeref Gider’in Maaşının Güya Sayın Adnan Oktar’a İnfak Olarak Verildiği İddiası Asılsızdır
Ali Şeref Gider 25.06.2020 tarihli ifadesinde, camiamızla tanıştığı ilk dönemde arkadaşlarımıza ait bir işyerine yerleştirildiğini, ancak bu işyerinde güya maaşını alamadığını, çünkü maaşlarının güya Sayın Adnan Oktar’a infak edildiğini ileri sürmüştür.
Bu iddia da diğerleri gibi son derece saçma ve asılsızdır. Her şeyden önce böyle bir davranış İslam’a ve Kur'an'a aykırıdır. Bu nedenle böyle bir eylemin, Kuran-ı Kerim’de tarif edilen “infak” ibadeti adı altında yapılması da mümkün değildir. Çünkü, “infak” kişinin gönül rızasıyla yaptığı, ihtiyacından arta kalan mallarından Allah rızası için başka insanları da faydalandırdığı bir ibadettir. Dolayısıyla, birisinin elinden zorla maaşını alıp başkasına vermenin Allah’ın Kuran’da tarif ettiği infak ibadetiyle uzaktan yakından ilgisi yoktur. Hiçbir Müslüman'ın böyle anormal bir davranışı ne tavsiye ve tasvip etmesi ne de ibadet sanıp uygulaması olacak şey değildir.
Müslüman Türk toplumunda, temel dini eğitim görmemiş, İslam'ın esaslarını, ana kurallarını, infak, sadaka, zekat kelimelerinin anlamını bilmeyen hemen hiç kimse yoktur. Dolayısıyla, gerçek dışı müşteki ve (sözde) etkin pişman ifadelerinde anlatıldığı şekilde alenen gasp, mala veya paraya el koyma anlamına gelen illegal, gayrı meşru bir eylemi normal akla, zekaya, şuura ve eğitime sahip olan bir insanın dini bir ibadet, bir "infak" olarak algılaması, dinen haram, kanunen suç olan böyle apaçık bir suistimali kabullenip yıllar boyu sözde din adına böyle bir sömürüyü sineye çekmesi, kimseye söylememesi, adli makamlara şikayet etmemesi mümkün değildir.
Kaldı ki sözde etkin pişman olmaya mecbur bırakılan, kız olsun erkek olsun tüm kardeşlerimiz son derece akıllı, zeki, şuurları açık, iyi ailelere ve çevrelere mensup, eğitimli, son derece uyanık insanlardır. Ne böyle bir sömürünün anormal ve dine aykırı olduğunu bilemeyecek ve anlayamayacak ne de bildikleri halde yıllarca bu suistimallere maruz kalmayı kabullenecek, bunlara göz yumup ses çıkarmayacak insanlar değildir.
Bugün cebindeki üç beş kuruşu çaldıran kişi dahi soluğu hemen karakolda almaktadır. İftiralarda ortaya atılan ise, güya yüzlerce kişinin milyonlarca liralık mallarına, mülklerine, paralarına, yine bu yüzlerce kişinin gıkını dahi çıkaramadığı hayali el koymalardır. İftiraların abartı boyutu dahi gerçek dışı olduklarını göstermeye yeterlidir.
Bahsi geçen hayali sömürü sisteminin sözde mağduru olduğunu iddia etmek zorunda bırakılan arkadaşımız Ali Şeref de her nasılsa, ne camiamızda geçirdiği onlarca yılık hayatında ne operasyon sırasında ne de operasyondan sonraki yaklaşık 2 seneye yakın bir dönemde böyle hayali uydurma bir sistemden ve bu hayali sistemin sözde mağduru olduğundan hiçbir zaman hiç kimseye bahsetmemiştir. Aynı şekilde, geçtiğimiz aylarda yine her nasılsa iki genç kızın "yıllar sonra kendilerine tecavüz ettiğini hatırlayıp" mali şubeye kendisini şikayete gelmeleri üzerine gözaltına alındığında emniyette verdiği ifadesinde de bu sözde "anormallikler"den, uğradığı sözde suistimal, sömürü, aşağılanma ve zulümlerden, malının, parasının elinden alınmasından, sözde cinsel ilişkilere zorlanmasından hiç kimseye bahsetmemiştir.
Taa ki tutuklandıktan sonra, Avk. Fuat Selvi'nin tutuklu arkadaşlarımız arasından iftiracı devşirebilmek için düzenli cezaevlerini gezdiği gibi Ali Şeref arkadaşımızı da ziyaret etmeye başlamasına kadar...
İşte, her nasılsa Ali Şeref Gider yıllardır kimseye bahsetmediği, hiçbir resmi makama şikayet etmediği o ana kadar aklına, hayaline bile gelmeyen sözde camiamızla ilgili bu "anormalikleri" Fuat Selvi'nin yoğun desteğiyle bir anda hatırlamaya ve kağıda dökmeye başlamıştır. Bu anılarını da yine Fuat Selvi'nin birebir iştirakiyle "hakaret, karalama ve infial hedefli özel seçilmiş kelime ve cümleleri kullanmaya büyük titizlik göstererek" yazılı ve sözlü ifadelerinde kullanılmak ve en önemlisi medyaya servis edilmek üzere derlemiştir.
Tüm bunlar, gerçekte tespiti son derece kolay ve son derece akılsızca kurgulanmış itham ve karalama teknikleri olmakla birlikte kumpasçıların olayın medya ayağını da kontrol etmeleri nedeniyle, "bir yalanı 40 kere söylersen inanırlar" ya da Hitler'in ünlü Propaganda Bakanı Joseph Goebbels’in, "yeterince büyük bir yalan söyler ve sürekli tekrar ederseniz, sonunda halk buna inanır" düsturlarına dayanarak kamuoyunda camiamız aleyhinde sahte algı oluşturma çabasından öteye gitmemeketdir.
Camiamızdan Ayrılanlara Baskı Yapıldığı İddiası Asılsızdır
Ali Şeref Gider mahkeme ifadesinde, geçmişte camiamızdan uzaklaşmak istediğinden, ancak bunu hemen yapamadığından, çünkü yapmış olsaydı camiamızın kendisini güya sinek gibi ezeceğinden bahsetmiştir.
Bu asılsız iddia da aynı diğerleri gibi arkadaşımıza zorla söyletilmiştir. Komplocu odaklar, Sayın Adnan Oktar’ı ve arkadaşlarımızı güya insanları zorla alıkoyan, baskıyla ve tehditle çalıştıran örgüt mensupları gibi göstermek için bu ve benzeri asılsız iddiaları dosyadaki birçok ifadenin içine bilinçli olarak yerleştirmişlerdir. Çünkü etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanan arkadaşlarımızın ifadelerinde sıralamak zorunda kaldıkları sözde korkunç suçlara rağmen, 10-20-30 yıl boyunca neden camia içinde kalmaya devam ettikleri çelişkisine kendilerince bir açıklama bulmaya ihtiyaçları vardır. Nitekim bir insanın bir yerde yıllar boyunca sözde tecavüzlere, zulümlere, baskılara, şiddete ve hakarete uğramasına ve bunlar benzerlerine şahit olmasına rağmen, bu suçları işlediklerini ileri sürdükleri kişilerle beraber yaşamaya devam etmesi elbette ki anormal ve gerçek hayatta asla olmayacak bir davranıştır. İşte komplocular hedeflerine ulaşmak için mutlaka kapatmaları gereken bu açığa kendilerince bir ç��züm düşünmüşler, bu amaçla da arkadaşlarımızın güya karşılaştıkları baskı ve tehditler nedeniyle aramızdan ayrılamadıkları yalanını türetmişlerdir.
Bu asılsız iddianın ne gerçekliği ne tutarlılığı ne de somut, hukuki bir delili vardır.
Bugüne kadar Sayın Adnan Oktar ve arkadaş çevresiyle tanışan, görüşen, hatta uzun yıllarını birlikte geçiren sonra da çeşitli kişisel nedenlerle aramızdan ayrılan binlerce insan olmuştur. bu kişilerin aramıza katılmaları nasıl gönül rızasıyla olduysa, ayrılmaları da kendi özgür istek ve rızalarıyla olmuştur. Bu kişiler camiamızdan ayrıldıktan sonra diledikleri hayatı sürmüşler, bu konuda camiamızdan gelmiş hiçbir baskı veya engellemeyle karşılaşmamışlardır. Geçmişte uzun yıllar camiamızda kalmasına rağmen zamanla yollarımızın ayrıldığı, bugüne bakıldığında ise toplumda önemli mevkilere ulaşan veya istedikleri şekilde hayatlarını kurmuş olan binlerce insan bu gerçeğin açık delilleridir. Bu insanların bir kısmı hala zaman zaman, işinden gücünden fırsat buldukça bizlerle görüşmektedir. Bu onbine yakın insanın, bugüne kadar onlarca yıldır böyle hayali bir baskı, tehdit ya da şantaja uğradığına dair tek bir şikayeti, mağduriyeti hatta ifadesi dahi olmamıştır. Yalnızca, birkaç husumetli müşteki ve zorla (sözde) itirafçı ya da etkin pişman yapılmış küçük bir grup dışında...
Sayın Adnan Oktar da, diğer mensuplarımız da insanlara baskı ve zorlamayla hiçbir işin yaptırılmaması veya hiçbir düşüncenin empoze edilmemesi gerektiğini çok iyi bilen insanlardır. Nitekim baskı ve zorlama dinde yasaklanmıştır. Bakara Suresi’nin 256. ayetinde “Dinde zorlama (ve baskı) yoktur. Şüphesiz, doğruluk (rüşd) sapıklıktan apaçık ayrılmıştır. Artık kim tağutu tanımayıp Allah'a inanırsa, o, sapasağlam bir kulpa yapışmıştır; bunun kopması yoktur. Allah, işitendir, bilendir.” diye buyrulmuştur. Bu ayete iman eden mensuplarımız da her konuda en küçük bir baskı veya zorlamanın bile insanlara zulmetmek anlamına geleceğini ve sadece ikiyüzlü, samimiyetsiz bir yapının oluşmasına yol açacağını çok iyi bilmektedir.
Kimseyi aramıza katılmaya veya aramızda tutmaya zorlamaları ise hiçbir zaman söz konusu bile olamaz. Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımızın değer verdiği yegane dostluk, yakınlık ve bağlılık ise, zorla değil ancak Allah rızası için olan, sevgi, saygı, muhabbet ve ahiret kardeşliği üzerine kurulu olandır.
Kamuoyunun bilgisine saygılarımızla sunarız.
#adnan oktar#ali şeref gider#harun yahya#hukuk#adalet#delil#belge#fuat selvi#hitler#joseph goebbels#medya#yalanlar#mahkeme#savcılık#zorlama ve baskı yok#şantaj yok#asılsız ithamlar#kara propaganda#adnan hoca#kedicikler#komplo#kumpas#kuranosuke koibuchi#ınfak
0 notes
Photo
Yapmazlar, yapamazlar, yaptırmayız... kavgaları.
Lüzumsuz tartışmalar, yersiz ithamlar, asılsız iddialar...
Hepsi geride kaldı.
Bu eser yaşayacak.
AKM bugün Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan tarafından açılıyor.
İstanbul ve ülkemiz muhteşem bir esere daha kavuşuyor. #AKMyeniden #AtatürkKültürMerkezi
(Kaynak: https://twitter.com/ikalin1/status/1454027878295814151)
#sözler #anlamlısözler #güzelsözler #manalısözler #özlüsözler #alıntı
1 note
·
View note
Text
İDDİANAMEDE, SN ADNAN OKTAR'IN KENDİSİNİ GÜYA "MEHDİ RESUL" İLAN ETTİĞİNE DAİR İTHAMLAR TÜMÜYLE GERÇEK DIŞIDIR
İddianamede Sn. Adnan Oktar hakkında öne sürülen, güya kendisinin "Mehdi Resul" olduğunu iddia ettiğine dair akıl, mantık ve sağduyuya tümüyle aykırı olan gerçek dışı asılsız ithamlar, somut deliller bakımından geçersiz ve her türlü dayanaktan yoksundur.
Şöyle ki:
1– "Mehdi Resul" Şeklinde Uydurma Bir Tabir 1400 Senelik İslam Tarihinde İlk Defa Huzurdaki Davanın İddianamesinde Karşımıza Çıkmaktadır
İddianamede, Sn. Adnan Oktar hakkında yer alan gerçek dışı isnadlardan birisi de güya, "kendisini Mehdi Resul olarak gördüğü ve bu nedenle kendisine mutlak itaat edilmesi gerektiğini çevresindekilere empoze ettiği" şeklindeki asılsız ve mesnetsiz ithamdır.
Konuyla ilgili olarak iddianamede, Sn. Adnan Oktar'a yöneltilen dayanaksız iddia şu şekildedir:
"... BAZI KAYNAKLARDA geçen 'Mehdi Resul' ifadesinden hareketle, kendisinin 'hem Mehdi hem de Resul' olduğunu iddia etmiştir."
Görüldüğü üzere iddianamede, söz konusu iddia ile ilgili olarak sözde "BAZI KAYNAKLAR"a gönderme yapılmakta, ancak –İDDİANAMENİN, SOMUT DELİL VE MESNET GÖZETİLMEKSİZİN YALNIZCA ZAN OLUŞTURMAYA YÖNELİK GENEL MUĞLAK ÜSLUBUYLA ÖRTÜŞÜR BİÇİMDE– bu kaynakların neler olduğu belirtilmemektedir. Belirtilmesi mümkün de değildir, zira böyle bir kaynak yoktur.
Her şeyden önce şunu vurgulamak gerekir ki, "Mehdi Resul" diye UYDURMA BİR TABİR İslam tarihinde ilk olarak huzurdaki davanın iddianamesinde yer almaktadır. Ne yüce Kitabımız Kuran-ı Kerim’de ne Peygamberimiz (sav)’in hadislerinde ne sahabe-i kiramın sözlerinde ne de gelmiş geçmiş muteber İslam alimlerinin eserlerinde "Mehdi Resul" şeklinde bir kavram bulunmamaktadır.
Ayrıca, böyle uydurma bir kavram, Sn. Adnan Oktar Adnan Oktar'ın 40 yıldan bu yana kaleme aldığı eserlerin, makalelerin, yerli-yabancı medyaya verdiği röportajların, televizyon programlarındaki, canlı yayınlarındaki konuşmalarının hiçbir yerinde ve hiçbir tarihte yer almamaktadır.
Diğer yandan, "Mehdi Resul" şeklinde bir ifade ne emniyet tarafından TBAV camiasına yönelik 2 yıl boyunca yürütülen teknik takip dökümlerinin ne Sn. Adnan Oktar ve arkadaşlarının günlük konuşmalarının ne de emniyet ve mahkeme ifadelerinin tek bir yerinde dahi geçmemektedir.
Kısaca "Mehdi Resul" diye bir kavram, 1400 yıllık İslam tarihinde ilk kez Sayın Savcı'nın iddianamesinde karşımıza çıkan bir kavramdır.
2– Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin Eserlerinde Geçen "Mehdi-i Al-i Resul" Kavramı İddianameye Çarpıtılarak "Mehdi Resul" Şeklinde Yansıtılmıştır
Bilgi eksikliğinden kaynaklanabileceğini düşündüğümüz söz konusu tutarsızlık, muhtemelen Sayın Savcının, Bediüzzaman Said Nursi hazretlerinin eserlerinde yer alan ve Hz. Mehdi’nin Peygamberimiz (sav)'in soyundan gelecek bir şahıs olacağını belirtmek için kullandığı "MEHDİ-İ AL-İ RESUL" tabirini yanlış anlaması sonucunda ortaya çıkmıştır.
Bediüzzaman Said Nursi hazretlerinin eserlerinde Hz. Mehdi'nin, Resulullah (sav)'in ehl-i beytinden olacağını vurgulamak için kullandığı "MEHDİ-İ AL-İ RESUL" ifadesi şöyle geçmektedir:
… Çok defa mektuplarımda işaret ettiğim gibi MEHDİ-İ ÂL-İ RESUL'ün temsil ettiği kudsî cemaatinin şahs-ı manevîsinin üç vazifesi var. (Emirdağ Lâhikası – I s.251-270)
Said Nursi hazretlerinin Hz. Mehdi'nin Peygamber Efendimiz (sav)'in neslinden olacağına dair Risale-i Nur'larda yer alan ifadelerinden diğer bazı örnekler de şöyledir:
Rivayetlerde, âhir zamanın alâmetlerinden olan ve ÂL-İ BEYT-İ NEBEVÎ’DEN HAZRET-İ MEHDİ, radıyallahu anh hakkında ayrı ayrı haberler var.
… rahmet-i İlahiye ile her devirde belki her asırda bir nevi MEHDİ, ÂL-İ BEYT'ten çıkmış, ceddinin şeriatını muhafaza ve sünnetini ihya etmiş. (Beşinci Şua, Ondokuzuncu Mesele)
Görüldüğü gibi Risale-i Nur'daki anlatımlarda, Hz. Mehdi'nin –haşa– Resul olma gibi bir vasfından kesinlikle söz edilmemekte, yalnızca Resul (sav)'ün neslinden mübarek bir şahıs olacağına muhtelif vesilelerle dikkat çekilmektedir.
Hal böyleyken görünen odur ki iddianamede, Risale-i Nur'larda geçen "Mehdi-i Al-i Resul" (yani, Resulullah (sav)'ın soyundan gelen Mehdi) ifadesi, "Mehdi Resul" (yani haşa, "Resul olan Mehdi") şeklinde ÇARPITILARAK, Sn. Adnan Oktar'ın de güya bu kavramı, "Mehdi'nin Resul olacağı, dolayısıyla kendisine de –haşa– bir Resul olarak itaat edilmesi gerektiği yönünde kullandığı" şeklinde gerçek dışı, asılsız ve mesnetsiz bir kurgulama oluşturulmak istenmiştir.
GERÇEĞİ TÜMÜYLE ÇARPITMAYA VE İNSANLARI YANILTMAYA YÖNELİK BÖYLE SAHTE BİR KURGUYLA İSE, GÜYA SN. ADNAN OKTAR'IN ÖRGÜT LİDERİ OLDUĞUNA VE BUNA BAĞLI SÖZDE BİR EMİR-KOMUTA SİSTEMİ BULUNDUĞUNA DAİR ASILSIZ VE UYDURMA İDDİAYA DÜZMECE BİR DAYANAK OLUŞTURMA GAYRETİNE GİRİLMİŞTİR.
Ne var ki bu gayretin ne derece zorlama, anlamsız ve mantık dışı olduğu çok açıktır. Çünkü "Mehdi Resul" uydurması, HİÇBİR MUTEBER, GEÇERLİ, SAĞLAM BİR İSLAMİ TEMELİ, KAYNAĞI VE DAYANAĞI OLAN BİR KAVRAM DEĞİLDİR Kİ İNSANLARI SÖZDE BİR DİNİ İTAAT SİSTEMİNE TABİ OLMAYA ZORLAMADA KULLANILABİLSİN. Aklı ve şuuru yerinde, ortalama bir zekaya ve dini bilgiye sahip olan herhangi bir insanın böyle bir iddiaya hiçbir şekilde itibar etmeyeceği son derece açıktır.
Resul olduğunu, diğer bir deyimle "Risalet" iddia etmenin KÜFÜR anlamına geldiğini her Müslüman gayet iyi bilir. Böyle bir iddiayı öne süren bir kişinin de sapkın bir inanca sahip olduğunu anlar ve kesinlikle kendisine itibar ve itimat etmez.
Dolayısıyla, DİNİ HİÇBİR TEMELİ OLMAYAN BÖYLE SAÇMA, TEMELSİZ VE UYDURMA BİR İDDİA İLE, İDDİANAMEDE ÖNE SÜRÜLDÜĞÜ GİBİ, GÜYA İNSANLARIN DİNİ DUYGULARI SÖMÜRÜLEREK KAPSAMLI VE SARSILMAZ BİR İTAAT VE EMİR-KOMUTA ZİNCİRİ KURULABİLMESİ MÜMKÜN DEĞİLDİR.
3– İslami Terminolojiye Göre Resul, Kendisine Kitap İndirilen Peygamber Anlamına Gelir
Herkesin bildiği gibi, "Resul" kelime anlamı olarak İslami literatürde "kendisine kitap indirilen Peygamber" anlamına gelmektedir. Bu konuyla ilgili İslami kaynaklar şu bilgileri vermektedir:
Diyanet İşleri Başkanlığı'nın Kuran-ı Kerim tefsirinde :
Resul kelimesinin İslâmî terminolojideki anlamlarına gelince, bu husustaki tanımlar, “ALLAH TARAFINDAN KENDİSİNE BİR KİTAP İNDİRİLEN, bu kitabın içerdiği bilgi ve hükümleri insanlara tebliğ etmekle yükümlü kılınan kişi” şeklinde özetlenebilir. (https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/A%27râf-suresi/1111/157-ayet-tefsiri)
Diyanet Vakfı Yayınları'nda da "Resul" kavramı hakkında şu açıklamalara yer verilmektedir:
Resul ise, Resul olması haysiyetile, Nübüvvet Vahy'inin fevkında özel bir Vahy ile üstün kılınmış olan ve kendisine CEBRAİL ALEYHİSSELÂMIN, ALLAH TARAFINDAN ÖZEL OLARAK İNDİRDİĞİ KİTAB İLE VAHY ETMİŞ OLDUĞU (Seyyid-Tarifat s.162), Yüce Allah'ın hükümlerini, halka, tebliğ etmek üzere gönderdiği Kâmil İnsan, demektir. (Seyyid Tarifat s.75) BUNUN İÇİN; "HER RESUL, NEBİ’DİR; FAKAT, HER NEBİ, RESUL DEĞİLDİR." Denilmiştir. (Kadı İyaz-Şifa c.1, s.206, Fahrurrazi-Tefsir c.23, s.49, Kurtubi-Tefsir c.12, s.80, Seyyid-Tarifat s.75.)
(M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları; 1/7)
Bu açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, Resul olduğunu iddia eden bir kişi gerçekte, NEBİ YANİ PEYGAMBER OLDUĞUNU da açıkça kabul ve iddia ediyor demektir. Dahası, Nebiler arasında da özel bir konuma sahip, KENDİSİNE KİTAP İNDİRİLEN bir Peygamber olduğunu da iddia ediyor demektir.
Ne var ki iddianamede YALNIZCA, Sn. Adnan Oktar'ın güya "Resul olduğunu iddia ettiği" belirtilmiş, ancak Resullük iddiasının aynı zamanda yukarıda bahsi geçen Peygamberlik, vahiy alma, kendisine İlahi Kitap indirilmesi gibi tümüyle küfür ve şirk anlamlarına gelen son derece vahim ve sapkın iddiaları da içerdiğine dair hiçbir ayrıntıya girilmemiştir. Oysa, Resullük iddiası tüm bu sapkın iddiaları da içeren, beraberinde barındıran bir iddiadır. Bu bakımından çok daha ciddi ve kapsamlı ele alınması ve ortaya konması gereken bir konudur.
Ne var ki, iddianamede bu konuya yalnızca, "bunu da BİRKAÇ CÜMLEYLE ARAYA SIKIŞTIRIP GEÇELİM" mantığında yer verilmiştir. Nedeni de, bu hayal ürünü iddianın da tüm diğer mesnetsiz iddialar gibi, yalan beyanlar dışında, altını dolduracak hiçbir somut delil ve belgenin olmamasıdır. ÇÜNKÜ, SN. ADNAN OKTAR'IN HİÇBİR ZAMAN VE ASLA BU TÜR BİR İDDİASI OLMAMIŞTIR.
Gerçekten de ortada böyle bir durum olsa, normalde böylesine vahim ve sapkın bir iddianın çok daha kapsamlı ve somut delileriyle güçlü bir biçimde vurgulanması, incelenmesi ve gözler önüne serilmesi gerekirdi. Ne var ki, bu ithamın son derece yüzeysel bir üslupla geçiştirilmesi, "Resullük iddiası" isnadının ne derece asılsız, gerçeklik ve ciddiyetten uzak, uydurma, düzmece, her türlü şüpheden arındırılmış somut delillerden yoksun bir itham olduğunun açık bir göstergesidir.
Kaldı ki, bugüne kadar Sn. Adnan Oktar'ın –haşa– Peygamber olduğuna, vahiy aldığına, kendisine kitap indirildiğine dair tek bir konuşması, izahı, kelimesi, iması bile olmadığı gibi, böyle bir iddiada bulunduğuna dair ne bugün ne de geçmiş herhangi bir tarihte arkadaş çevresi tarafından veya dışardan, hatta müştekiler tarafından dahi öne sürülmüş tek bir iddia yoktur.
Hepsinden ötesi, tüm benliğiyle Kuran'a ve Resulullah (sav)'ın sünnetine bağlı olan MÜVEKKİL NEZDİNDE böyle sapkın bir iddia ancak çok büyük bir ŞİRK ve KÜFÜRden başka bir şey değildir. Zira, Risalet iddiası kendisine vahiy geldiğini, Hz. Cebrail (as)'le görüştüğünü ve kendisine Kitap indirildiğini iddia etmek anlamına gelir ki bunu iddia eden ve buna inananların da küfre ve delalete düşeceği ortadadır.
Diğer yandan, Sn. Adnan Oktar'ın arkadaşları da, böyle sapkın iddialarda bulunabilecek bir kimsenin yanında bir saniye bile durmayacak şekilde üstün bir imana, ferasete, Kurani bilgi ve olgunluğa sahip hepsi aklı başında, şuurlu insanlardır. Oysa ki, Sn. Adnan Oktar ve arkadaşları arasında 40 yıldan bu yana süregelen ve bugün de katlanarak devam eden büyük ve coşkulu bir sevgi ve sarsılmaz bir bağlılık bulunmaktadır. Dolayısıyla, yalnızca bu apaçık gerçek bile söz konusu iddianın tümüyle uydurma ve hayal mahsulü olduğunun en net delillerinden biridir.
BU İTİBARLA, HAYATININ HER DÖNEMİNDE ALLAH'A, KURAN'A VE RESULULLAH (SAV)'A OLAN SARSILMAZ İMANINI VE BAĞLILIĞINI SAYISIZ KERELER EN GÜÇLÜ BİR BİÇİMDE İFADE ETMİŞ, TÜM HAYATINI KURAN YOLUNA ADAMIŞ VE HER FIRSATTA İNSANLARA DA BU EN DOĞRU YOLU ÖĞÜTLEMİŞ OLAN MÜVEKKİL'E YÖNELİK –HAŞA– "KENDİSİNE RİSALET VERİLDİĞİ, DOLAYISIYLA DA KİTAP İNDİRİLDİĞİ, CEBRAİL (AS) İLE GÖRÜŞTÜĞÜ VE VAHİY ALDIĞI ŞEKLİNDE SAPKIN İDDİALARDA BULUNDUĞU" İTHAMI SON DERECE HUKUK DIŞI, TEMELSİZ, DAYANAKSIZ, YAKIŞIKSIZ, DÜZMECE BİR İTHAMDIR. HER TÜRLÜ SOMUT VE GERÇEKÇİ DELİL VE DAYANAKTAN YOKSUN OLAN BU ÇİRKİN İTHAMIN YALNIZCA, "ÇAMUR AT İZİ KALSIN" ZİHNİYETİYLE TOPLUM KARŞISINDA BİR KARALAMA VE İTİBARSIZLAŞTIRMA, ŞAİBE VE İNFAL MEYDANA GETİRME DIŞINDA HİÇBİR AMACI OLMADIĞI AÇIKTIR.
4– Sn. Adnan Oktar Hayatının Hiçbir Döneminde, –Haşa– Resullük İddiasında Bulunmadığı Gibi, İddianamede Israrla Kendisine Mesnetsiz Bir Biçimde İsnat Edilmeye Çalışılan Mehdilik İddiasında Da Asla Bulunmamıştır
Daha önceki dilekçelerimizde detaylı olarak açıkladığımız üzere, Sn. Adnan Oktar Adnan Oktar hiçbir zaman kendisinin Mehdi olduğuna veya olacağına dair bir iddia veya açıklamada bulunmamıştır. Tam aksine kendisinin Mehdi olmadığına ve hayatı boyunca da asla Mehdilik iddiasında bulunmayacağına dair defalarca yemin etmiştir. Bu konuyla ilgili TV programlarında, basında ve sosyal medyada da sayısız açıklamaları yer almıştır. Örneğin;
– "BEN MEHDİ DEĞİLİM!" (https://www.haber3.com/magazin/adnan-oktar-ben-mehdi-degilim-haberi-458299)
– "MEHDİLİK İDDİAM YOK" (https://www.dailymotion.com/video/x1y1742)
– "BENİM MEHDİLİK İDDİAM YOK. HİÇBİR ZAMAN DA OLMAZ. DEFALARCA DA YEMİN ETTİM, YAŞAMIM BOYUNCA ASLA BÖYLE BİR İDDİADA BULUNMAYACAĞIM DİYE." (https://www.timeturk.com/tr/2013/03/09/adnan-oktar-dan-mehdilik-aciklamasi-mehdilik-alametleri-bana-uyuyor.html)
Sn. Adnan Oktar kendisini onbinlerce kişinin takip ettiği sosyal medya hesaplarından da aynı hayati açıklamaları defalarca yapmıştır. Sn. Adnan Oktar'ın bu konuda Twitter'dan yaptığı paylaşımlarından bazı örnekler şöyledir:
– 7 Aralık 2017 tarihli A9 TV canlı yayınından bir kesit:
ADNAN OKTAR: “BEN DEFALARCA YEMİN ETTİM, MEHDİLİK İDDİASINDA BULUNMAYACAĞIMI SÖYLEDİM, LANETLEŞTİM DE.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi Sn. Adnan Oktar Adnan Oktar’ın, hayatının hiçbir safhasında Mehdilik iddası olmamış ve bu yönde hiçbir söylemde bulunmamıştır. Tam aksine, Mehdilik konusunda araştırma ve kitap çalışmaları yapmaya başladığı yıllardan günümüze kadar sayısız kez “MEHDİ'DE OLMASI GEREKEN BİRÇOK ÖZELLİĞİN KENDİSİNDE BULUNMADIĞINI, MEHDİLİK İDDİA ETMENİN HARAM OLDUĞUNU, DİNDEN ÇIKMAK ANLAMINA GELDİĞİNİ” belirtip “MEHDİLİK GİBİ BİR İDDİASININ HİÇBİR ZAMAN OLMADIĞINA VE ÖLENE KADAR DA OLMAYACAĞINA DAİR DEFALARCA YEMİN EDİP, LANETLEŞMİŞTİR”. Ancak bu apaçık gerçeğe rağmen Savcılık Makamı, hala ısrarla tüm suçlamalarını Sn. Adnan Oktar'ın hiçbir zaman vaki olmamış sözde Mehdilik iddiası üzerine kurmaktadır.
BU KONU GEÇMİŞTEN GELEN BAZI HUSUMETLİ ÇEVRELERİN ORTAYA ATTIĞI GALİZ BİR İFTİRADAN İBARETTİR. Bu iftiraya karşın Sn. Adnan Oktar da kararlı bir şekilde kendisinin asla bir Mehdilik iddiasının olmadığını ve ölene kadar da olmayacağını yıllardır her ortamda sayısız kereler tekrar etmiştir. Sn. Adnan Oktar'ın bu konudaki ifadelerinden birkaç örnek vermek gerekirse:
– "Sen Mehdilik iddia ediyorsun... ETMİYORUM canım kardeşim. MEHDİLİK İDDİA ETMİYORUM VE ETMEYECEĞİM DE. Diyorum bak: “ALLAH’IN, MELEKLERİN, BÜTÜN İNSANLARIN LANETİ ÜZERİME OLSUN. ÖLÜNCEYE KADAR BEN MEHDİLİK İDDİA ETMEYECEĞİM. Ne yapacaksın şimdi?..."
– "Mehdiyet iddia değildir, ispattır. Allah Mehdisini çıkartır, telaş etmeye gerek yok. BEN MEDRESE EĞİTİMİ GÖRMEDİM, HOCALIK EĞİTİMİ ALMADIM. ORDAN BURADAN OKUDUĞUM KİTAPLARDAN SAMİMİ OLARAK NAKLEDİYORUM, HERHANGİ BİR TÜRK VATANDAŞIYIM, HOCALIK, ALİMLİK İDDİAM YOK BENİM. SÖYLÜYORUZ! ADAMLAR BİR TÜRLÜ SAKİNLEŞMİYORLAR YA! NASIL YAPALIM BUNLARA NE DİYELİM BİLMİYORUM Kİ. ŞİMDİ MEHDİ’DEN KİM BAHSEDERSE BUNLAR MEHDİLİK İDDİASI VAR ZANNEDİYOR. Mesela Mehmet Şevki Eygi hocamız hep Mehdi’den bahseder, tamam diyorlar Mehdi iddiası var. Mesela Mehdilik ile ilgili birisi bir kitap yazsın tamam Mehdilik iddiası var. Kardeşim ne alakası var. Resulullah (sav) bildirmiş, Hz Musa (as) bildirmiş. Allah’ın vahyetmesi ile 5000 yıllık geçmişte her yerde bunu görüyoruz bütün dinlerde bütün tahrif olunmuş dinlerde bozulmuş hak dinlerde Mehdi var, İnka yazıtlarında var, en eski efsanelerde var, Ahir zamanda birisinin geleceği bütün dünyanın tek inançta toplanacağı hatta Firavun devrinde Firavun'un kendisi de biliyor söylüyor onların yazıtlarında da var." (https://www.youtube.com/watch?v=k4I31Fd3g1E)
– "Benim hiçbir zaman Mehdilik iddiam olmadı, olmaz. BÖYLE BİR İDDİAM OLSA CÜBBEYLE, SARIKLA YAYINA ÇIKAR, KADINLARLA HİÇ GÖRÜŞMEZ, MASON OLMAZ TÜM DÜNYAYA HAKİM OLAN GELENEKÇİ İSLAM ANLAYIŞINI ELEŞTİRMEZDİM. MEHDİLİK İDDİASINDA OLAN BİR İNSAN OLMADIM, OLMAYACAĞIM. BENZEMEK MEHDİYET İÇİN İSPAT DEĞİLDİR. Mehdi’yi şöyle anlarız: İslam hakim olur, Müslümanların başında bir manevi lider olur, İslam Birliği tam sağlanır, Hz İsa (as) namazda o şahsı öne geçirir, o zaman “Allahualem bu kişi Mehdi” deriz." (Adnan Oktar, A9 TV, 7 Ocak 2018)
– "Yiğit Bulut: Siz Mehdi olduğunuzu mu ima ediyorsunuz?"
Adnan Oktar: "HAYIR ben haddimi bilirim, ben Allah’ın herhangi bir kuluyum, aciz bir kuluyum. ÖYLE BİR İDDİAM YOK, NİÇİN OLSUN, HEM HARAMDIR MÜSLÜMAN BÖYLE BİR İDDİADA BULUNAMAZ, BUNU DERSE DİNDEN ÇIKAR..." (Habertürk, Sansürsüz Programı)
Görüldüğü üzere, Sn. Adnan Oktar Adnan Oktar hayatının hiçbir döneminde Mehdi olduğunu iddia etmemiş, tam aksine, yıllardır kendisinin Mehdi olmadığını, sadece bu konuda çalışmalar yapan bir araştırmacı ve yazar olduğunu, her Müslüman gibi kendisinin de Hz. Mehdi’yi beklediğini ve onun bir talebesi olmak için dua ettiğini, yeryüzünde Hz. Mehdi’nin fiziki özelliklerini taşıyan çok sayıda insan olduğunu, ancak kimin gerçek Mehdi olduğunun yalnızca Yüce Allah'ın bilgisi dahilinde olduğunu defalarca açıklamıştır. Dolayısıyla, Mehdilik ilan etmenin aynı zamanda –haşa– gaybı bildiğini iddia etmekle bir olduğunu, bunun da dinden çıkmak ve küfre düşmek anlamına geldiğini, bu nedenle böyle bir iddiadan her zaman Allah'a sığındığını defaten ifade etmiştir.
Ayrıca, kendisiyle hadislerde tasvir edilmiş olan Hz. Mehdi arasında gözlemlenen bazı fiziki benzerliklerin hiçbir anlam ifade etmediğini, kendisinin Hz Mehdi’yle benzer olmayan da birçok özellik taşıdığını çoğu kereler ifade etmiştir. Tüm bunlara ilaveten, kamuoyu önünde Hz. Mehdi olmadığı ve gelecekte bu şekilde bir iddiasının da asla olmayacağı yönünde birçok kez yemin etmiş ve lanetleşmiştir.
Ancak, tüm bu açık gerçeklere rağmen bazı husumetli çevrelerin, kasıtlı olarak çarpıtarak sık sık gündeme getirdikleri asılsız, delilsiz ve dayanaksız sözde Mehdilik iddiasına, iddianamede adeta somut bir gerçekmiş gibi yer verilmiştir.
SONUÇ
Buraya kadar açıkladığımız üzere, iddianamede geçen, Sn. Adnan Oktar'ın güya "Mehdi Resul" olduğunu iddia ettiğine dair ithamın hiçbir somut ve hukuki delili ve dayanağı bulunmamaktadır. İddianamede bahsi geçen "Mehdi Resul" kavramı, ne Yüce Kitabımız Kuran-ı Kerim'de ne de hadisi şeriflerde yer almadığı gibi, 1400 seneden bu yana yazılmış hiçbir muteber İslami kaynakta da böyle bir kavrama rastlamak mümkün değildir.
Dahası, bugüne kadar Sn. Adnan Oktar'ın hayatının hiçbir döneminde böyle bir iddiası ya da iması olmadığı gibi, ne kendisinin ne de yakın çevresinin "Mehdi Resul" diye bir kavramdan söz ettikleri duyulmuş değildir. "Mehdi Resul" kavramı ilk defa huzurdaki iddianamede icat edilmiş uydurma, hayali bir kavramdır. İddianamede öne sürülen sözde örgütün sözde liderlik, itaat ve hiyerarşi sistemine dayanak olabilmesi arayışıyla türetilmiş, hiçbir dini temeli olmayan düzmece bir kavramdır.
Ancak, bu tümüyle boş ve beyhude bir arayıştır. Zira, hiçbir İslami temeli ve dayanağı, hiçbir muteber dini kaynağı bulunmayan böyle uydurma, mesnetsiz ve düzmece bir sıfata en basit zeka ve eğitime sahip bir kimsenin bile itibar etmesi mümkün değildir. DOLAYISIYLA, BÖYLE SAÇMA VE UYDURMA BİR KAVRAMLA İNSANLARIN İRADESİNİ FESADA UĞRATMANIN VE BU SURETLE ONLARI SÖZDE DİNİ BİR ÖRGÜTÜN İTAAT SİSTEMİNE TABİ OLMAYA ZORLAMANIN NE DERECE ABES BİR ÇABA OLACAĞI, HİÇBİR ETKİ VE FAYDASININ OLMAYACAĞI ÇOK AÇIKTIR.
Sn. Adnan Oktar'ın, bugüne kadar hayatının hiçbir döneminde Resullük iddiası olmadığı gibi, kesinlikle bir Mehdilik iddiası da olmamıştır.
Kaldı ki, bir an için Sn. Adnan Oktar'ın böyle bir iddiada bulunduğunu varsaysak dahi, İslam itikadına göre Mehdiyet konusuna ve bir kimsenin Mehdi olup olmadığına inanmak kesinlikle farz değildir. Bu nedenle Mehdiyet konusu, tümüyle insanların h��snü zan ve vicdani kanaatlerine bırakılmış ihtiyari bir konudur. Dolayısıyla, inanması bile farz olmayan bir konunun sözde bir mutlak itaat sisteminin farziyetine gerekçe gösterilmesinin hiçbir mantığı yoktur.
Diğer bir deyişle, itikadi olarak Hz. Mehdi’ye inanmak bile farz değilken, ona mutlak itaat edilmesi gerektiği şeklinde bir konudan bahsedilemeyeceği çok açıktır. Dolayısıyla sırf bu yönüyle bile, Sn. Adnan Oktar hakkında ileri sürülen sözde Mehdiyet iddiası, iddianamede ileri sürülen sözde "mutlak liderlik", "mutlak itaat sistemi" gibi senaryoları açıklamaktan tümüyle yoksundur.
Bu durum Savcılık makamınca da farkedilmiş olsa gerek ki bu açığı kapatmak amacıyla "Mehdi Resul" diye gerçek dışı bir kavram icat edilip iddianameye eklenerek güya bu açık kapatılmaya çalışılmıştır. Ancak, bu uydurma kavramın İslami literatürde hiçbir yerinin olmadığı Savcılık Makamı tarafından fark edilmemiştir.
Şurası bir gerçektir ki, Peygamber Efendimiz (sav)'in ahir zaman ve Mehdiyetle ilgili verdiği haber ve müjdelerin son birkaç on yıldır ardı ardına ve tam tarif edildiği şekilde gerçekleştiğini bizzat müşahade etmenin verdiği heyecan ve coşku ile bu konularda yaptığı araştırmalar ve kaleme aldığı eserler münasebetiyle Sn. Adnan Oktar, her dönem husumetli bir kısım çevreler tarafından güya "Mehdilik iddia ettiği"ne dair kuru iftiralara maruz kalmıştır. Husumetli çevrelerin yaklaşık 40 yıldan bu yana ortaya attıkları bu asılsız iftiralar, Sn. Adnan Oktar hakkında şaibe oluşturarak kamuoyunda ve özellikle de İslami kesimlerde kendisini itibarsızlaştırma amacını taşımaktadır.
Bugün de dosyada müşteki, tanık ya da itirafçı gibi sıfatlarla yer alan husumetli bir grup hem kamuoyunda aleyhinde olumsuz algı oluşması hem de kendisine sözde "örgüt liderliği" şeklinde suçlamalar yüklenebilmesi amacıyla Sn. Adnan Oktar hakkında aynı asılsız iftiraya başvurmuşlardır.
Ne var ki bu sefer Sn. Adnan Oktar'ın, sözde yalnızca Mehdilik değil, Resullük de iddia ettiği gibi çok daha ölçüsüz ve abartılı bir iftiraya başvurarak kendilerince daha güçlü ve kesin bir netice alacakları kanaatine kapılmışlardır. Ancak, iftira atmada bu derece ölçüsüz, pervasız ve abartılı bir yol izlemeleri, dilekçemizde kapsamlı şekilde ele aldığımız gibi, söz konusu iftiraların da ne derece gerçek dışı, tutarsız ve çelişkili olduğunu çok daha bariz bir biçimde gözler önüne sermiştir.
Bu itibarla, Sn. Adnan Oktar'ın ne Resulluk ne de Mehdilik iddia etmekle uzaktan yakından ilgisinin olmadığı akıl, mantık ve delil bakımından her yönden sabittir. Dolayısıyla, hakkında atılı olan suçlamaların temelini teşkil eden bu ithamlardan masum olduğu ortadadır. Bu nedenle, hakkındaki suçlamalara en temel dayanak olarak iddianamede öne sürülen 'Mehdi Resul'lük iddiasının çökmesi, buna dayalı suçlamaların da geçersiz olduğu gerçeğini ortaya koymaktadır.
#adnan oktar#harun yahya#mehdi#hz mehdi#resul#peygamber#evliya#Allah dostu#kul#insan#inanç#özgürlük#anayasa#Türkiye#iftira#yemin#yalan dolan#ben mehdi değilim#kuran#hadis#kedicikler#a9tv#istanbul#ingiliz derin devleti
1 note
·
View note
Text
"ALIKONMA" SAFSATASI
Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımıza yönelik kumpası düzenleyen organize çete, aleyhimizde olumsuz kamuoyu algısı oluşturmak ve süregiden davayı baskı ve etki altında bırakmak amacıyla Sabah grubundaki adamları İsa Tatlıcan'ı kullanmaktadır.
Camiamıza eski husumetlilerden olduğu bilinen İsa Tatlıcan da, büyük bir görev aşkıyla koskoca Sabah medya grubunu 1.5 senedir bu karanlık oyuna alet etmeyi sürdürmektedir.
İsa Tatlıcan, kumpasçılara yaranma gayretiyle, aylardır büyük küçük, doğru yanlış demeden, her türlü günlük magazin ya da polisiye haberden, Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımıza iftira içerikli asılsız ithamlar, göndermeler, imalar yapmaya çalışmaktadır.
Hepsinin gerçek dışı olduğu defalarca ispatlanmış olan, camiamız aleyhindeki içi boş iftira ve yalanları düzenli aralıklarla ısıtarak, düzeysiz ve avami üslubuyla güncel haberlerin arasına sıkıştırıp servis etmeyi adet haline getirmiştir.
İsa Tatlıcan, geçtiğimiz günlerde yayınlanan bir Sabah haberinde, her biri onlarca yıldır camiamız mensubu olan ve her daim kendilerine çok büyük değer verilen, hürmet edilen bayan arkadaşlarımızı güya alıkonmuş mağdurlar gibi gösterme aldatmacasına başvurmuştur.
Her şeyden önce belirtmek gerekir ki, camiamız mensubu olan ve halen büyük bölümü tutuklu ya da adli kontrol kapsamında ev hapsinde olan bayan arkadaşlarımızı, 4 Ocak 2020 tarihli Sabah haberinde yer alan, maddi menfaatle kandırılarak alıkonuldukları iddia edilen bazı şahıslara benzetmek son derece art niyetli ve seviyesiz bir harekettir.
Sözde "alıkonma iftirası"na gerekçe gibi gösterilmeye çalışılan bayan arkadaşlarımız onlarca yıldır Sn. Adnan Oktar’ı tanıyan, seven, sayan, kendisinin ilmi ve kültürel faaliyetlerini maddi manevi tüm imkanlarıyla, canı gönülden Allah rızası için destekleyen samimi Müslümanlardır. Dolayısıyla Sabah'ın haberinden yalan ve iftira yoluyla camiamıza gönderme yapılmaya çalışılan iddianın ne derece içi boş, asılsız ve uydurma olduğunu anlamak son derece kolaydır.
Özellikle A9 kanalının kurulduğu 2008 yılından bu yana geçen 12 yıllık zaman zarfında, bahsi geçen uydurma Sabah haberine konu yapılmaya çalışılan hanım arkadaşlarımızın hepsinin, A9 TV kanalında tüm Türkiye'nin gözleri önünde yoğun bir şekilde milli ve manevi değerlerimizi savundukları, Allah'ın varlığını, birliğini, Kuran mucizelerini, iman hakikatlerini anlattıkları, PKK, IŞİD, vb. terör odaklarının devlet, millet karşıtı düşünce ve eylemlerine karşı ilmi ve fikri alanda mücadele ettikleri, hükümetimize ve Sn. Cumhurbaşkanımızı her dönem ve her koşulda var güçleriyle destekledikleri, sahip çıktıkları tüm kamuoyunun malumudur.
HİÇBİR ALIKONMUŞ İNSANIN, HERKESİN GÖZLERİ ÖNÜNDE BÖYLE YOĞUN, DEĞERLİ, GÖNÜLLÜ, KARARLI, AKILCI, ETKİLİ VE SAMİMİ FAALİYETLER YÜRÜTMESİ DÜNYA ÜZERİNDE GÖRÜLMÜŞ ŞEY DEĞİLDİR. SÖZ KONUSU İDDİANIN NE DERECE GÜLÜNÇ VE UYDURMA OLDUĞUNUN BİR BAŞKA DELİLİDİR.
Bu değerli insanların Youtube, instagram, twitter, facebook gibi sosyal mecralardan, yapmış oldukları programların, ulusal kanallarda katılmış oldukları canlı yayınların ve konuşmacı olarak katıldıkları binlerce konferans, panel ve seminer gibi kültürel aktivitelerin kayıtlarını izlemek mümkündür.
Tarafsız bir gözle incelendiği zaman tüm bayan arkadaşlarımızın alıkonulmak bir yana, her birinin teker teker entellektüel seviyelerinin son derece yüksek fikir insanları, dahası tüm baskılara rağmen çizgisinden sapmayan kararlı, yiğit, üstün imanlı, yüksek ahlaklı birer dava insanı oldukları açıkça görülebilir. Bayan arkadaşlarımızın her biri yüksek okul mezunu, iş hayatları, geniş sosyal çevreleri olan, birçoğu tanınmış ailelere mensup akıllı, kültürlü, zeki insanlardır.
Tüm kamuoyunun hemen her gün gözleri önünde olan böyle güzide, aklı başında, kişilikli insanların, hiçbirinin ses çıkarmadan, itiraz etmeden, tepki vermeden, hatta dışarıya bir an bile sezdirmeden 20-30 yıl boyunca alıkonma gibi korkunç bir eyleme maruz kaldıklarını ileri sürmek ancak ya çok büyük bir artniyet ya da ciddi bir akıl ve şuur zafiyetinin göstergesi olabilir.
Nitekim, 18 aydır süregelen zorlu gözaltı, tutukluluk ve cezaevi şartlarına, her türlü baskı, tehdit ve korkutma girişimlerine rağmen bayan arkadaşlarımızın iftiracı olmayı reddetmeleri, operasyon öncesinde hiçbir baskı, eziyet ya da esaret altında olmadıklarının en büyük kanıtıdır. Dahası, her biri hem emniyet hem de mahkeme önünde, yani olabilecek en emniyetli, güvenli ve korunmalı ortamlarda ne Sayın Adnan Oktar'dan ne de camiamızdaki herhangi bir kimseden hiçbir şiddet, baskı ya da eziyet görmediklerini, sadece sevgi ve saygı gördüklerini hür iradeleriyle beyan etmişlerdir. Ayrıca aylardır süren tutuklulukları süresince de, gerek bayan arkadaşlarımıza, gerek Sn. Adnan Oktar’a olan sevgi ve saygılarını, özlemlerini ifade eden samim ve içten yüzlerce mektup yazmışlardır.
Tüm bu gerçeklere rağmen bu gerçekleri görmemekte direnerek sistematik bir şekilde aleyhimizde yalan haber üretmeyi sürdüren bir kısım medya ve onların perde arkasındaki bir takım artniyetli kişi ve çevrelere tam bir cevap olması bakımından aşağıdaki diğer önemli hususları da kamuoyunun dikkatine sunuyoruz:
Öncelikle, kaçırılan ya da zorla alıkonan kişiler
– Kimseyle karşılaşma ya da alıkonulduğunu belli etme imkanı olmayacak ıssız, sessiz, tenha, ücra yerlerde tutulur, esir hayatı yaşar, gerektiğinde eli kolu, hatta gözleri bağlanır;
– Kaçmaması için kapalı bir odada, mahzende, bodrumda, vb. bir yerde kilitli tutulur;
– Asla dışarı bırakılmaz, serbestçe dolaşmasına izin verilmez, insan içine çıkarılmaz, kimseyle görüştürülmez, dışarıdan görülebileceği bir yere konulmaz;
– Kimsenin yerini ve varlığını bilmemesine yönelik özel önlemler alınır;
– Hiç kimsenin görmesi, sesini, bağırmasını, yardım istemesini duyma imkanı olmayan izole yerlerde tutulur;
– Dış dünyayla bağlantısı kesilir; cama, pencereye, balkona, bahçeye, kapının önüne, sokağa çıkarılmaz;
– Bakkala, AVM'ye, işe, okula, spor salonuna, gezmeye, dolaşmaya, cafeye, restorana gönderilmez;
– Buralarda arkadaşlarıyla fotoğraflar, selfiler çekmesine izin verilmez;
– Eline telefon, bilgisayar, internet asla verilmez;
– Kendi adına sosyal medya hesapları açtırılmaz, bu hesaplardan her gün onlarca paylaşım yapmasına, fotoğraf ve konum göndermesine, onbinlerce takipçisiyle yazışmasına izin verilmez;
– Canlı yayınlara çıkarılmaz, hele kendisini alıkoyduğu iddia edilen kişiyle birlikte hiçbir şekilde çıkarılmaz;
– Muhtelif ulusal TV kanallarındaki programlara, röportajlara gönderilmez;
– Ailesi, akrabası ya da tanıdığı ile görüştürülmez;
– İstediği zaman ailesinin, arkadaşlarının, akrabalarının evinde kalmasına izin verilmez...
......
Oysa bayan arkadaşlarımızın her biri:
– Sn. Adnan Oktar ile hiçbir zorlama olmadan kendi istekleriyle tanıştılar. Bu gerçeği duruşma sürecinde kendi hür ifadeleriyle beyan ettiler.
– Sanatçılarla, köşe yazarlarıyla, hukukçularla, siyasetçilerle ve hükümet görevlileriyle görüştüler, ofislerinde, devlet binalarında toplantılara katıldılar. Yüzlerce konferansa konuşmacı olarak katıldılar. Eğer zorla alıkonulmluş olsalardı, ilk fırsatta görüştükleri bu insanlara durumlarını anlatıp yardım talep ederlerdi.
– Yerli ve yabancı gazetecilerle röportajlar yaptılar. Eğer alıkonma olsaydı, herhangi bir basın mensubuna bu bilgiyi rahatlıkla verebilirlerdi. Kadınları zorla alıkoyan birinin, alıkoyduğu kimselerin gazetecilerle muhtelif konularda röportaj yapmasına izin vermesi gibi bir olay dünya tarihinde görülmüş bir şey değildir. Kimse böyle bir riske girmez.
– Çeşitli ulusal kanalların stüdyolarında canlı yayınlara katıldılar. Dileseler canlı yayında suç duyurusunda bulunabilirlerdi. Bir insan zorla alıkoyduğu bayanları saydığımız bu aktivitelere yollar mı? Teşvik eder mi? Elbette ki hayır.
– Yoğun bir şekilde telefon, bilgisayar ve internet kullanıyorlar. Nitekim operasyon öncesi 2 senelik teknik takip bu sayılanların hepsini doğrular nitelikte. O halde her türlü teknolojik imkanı olan bir bayan, zorla alıkonuluyorsa dilediği anda ailesine, emniyet güçlerine haber veremez mi? Konumunu gönderemez mi? Internetten e-devlet üzerinden suç duyurusunda bulunamaz mı? Dahası, zorla alıkoyan bir kişi, esir konumundaki birine bu tür teknolojik imkanları tanır mı?
– Hepsinin kendi isimleriyle blog siteleri, sosyal medyada aktif hesapları var. Onbinlerce takipçileri, hayranları var. Kullanıcılar kendileriyle tanışmak istediklerinde uygun gördükleriyle tanışıp arkadaş oluyorlar, sorulan soruları cevaplıyorlar. Eğer alıkonuluyor olsalar bunlardan herhangi birinden yardım isteyemezler mi?
– Dışarıda alışveriş yapıyorlar, geziyorlar, spor yapıyorlar, yemeğe gidiyorlar, cafelerde oturuyorlar, birlikte fotoğraflar, selfieler çekiyorlar, her türlü arkadaş toplantısı, gezi, doğum günü, açılış, davet gibi sosyal aktivitelere sıradan bir insandan çok daha fazla katılıyorlar. Zorla bayanları alıkoyan biri bu sosyal ortamlara girmelerine müsaade eder mi?
– Arkadaşlarıyla, aileleriyle istedikleri yerde görüşüp ailelerini Sn. Adnan Oktar ile tanıştırıyorlar. Evladı zorla alıkonan bir aile Sn. Adnan Oktar’ı sevip, camiamızı desteklediğini samimi ve içten sözlerle ifade eder mi ?
– Eğitim hayatlarına diledikleri okulda devam ediyorlar. Hatta aralarında iki üniversite mezunu olanlar, master ve doktora yapmış olanlar da var. Zorla alıkonan biri eğitimine nasıl devam edebilir?
– Bayan arkadaşlarımızın hepsinin Sn. Adnan Oktar'a karşı sevgisi, saygısı, vefası yüzlerinden okunuyor. Sayın Adnan Oktar ve diğer arkadaşlarıyla birlikteyken hissettikleri sevinç, neşe, mutlulukları, rahatlıkları, samimiyetleri açıkça ortada. Hal ve tavırlarında hiçbir zorlama, yapmacıklık, rahatsızlık olmadığı, fotoğraflarda, A9 TV programlarında ve canlı yayınlarda açıkça görülüyor.
– Baskı ve tehdit altında olan bir insanın durumu daha ilk bakışta yüzünden ve tavırlarından anlaşılır. Nitekim, aramızdayken son derece neşeli, mutlu, rahat, güler yüzlü olan ancak sonradan zor, tehdit ve baskıyla bize karşı iftiracı olmak zorunda bırakılan arkadaşlarımızın dış görünümleri, bakışları, tedirginlikleri, gerginlikleri, korkuları üzerlerindeki baskı ve tehdidin ağırlığı derhal yüzlerinden okunabiliyor.
– HEPSİNİN ÖTESİNDE, TEMMUZ 2018’DE CAMİAMIZA DÜZENLENEN OPERASYONDAN 2 SENE ÖNCE BAŞLAYAN VE OPERASYON GÜNÜNE KADAR SÜREN GİZLİ POLİS TEKNİK TAKİBİ SÜRECİNDE İZLENEN TELEFON KONUŞMALARI, MESAJLAŞMALAR, ELDE EDİLEN FOTOĞRAFLAR, KAMERA KAYITLARI, ORTAM DİNLEMELERİ, VB. GİBİ SOMUT VERİLERİN HİÇBİRİNDE HERHANGİ BİR ZORLA ALIKONMA, ŞİDDET, ESARET VB. BİR DURUMU GÖSTEREN, KANITLAYAN, HATTA DOLAYLI İŞARET YA DA İMA EDEN BiLE TEK BiR KONUŞMA, YAZIŞMA, SES, RESiM VEYA GÖRÜNTÜYE RASTLANMAMIŞTIR. Çünkü bu iddia tümüyle uydurma ve asılsızdır. Kaldı ki, ortada böyle somut tek bir belge ya da kanıt olsaydı, tahmin edileceği gibi bugüne kadar malum medya kanallarında binlerce kez aleyhimizde haber malzemesi olarak kullanılırdı.
– TEMMUZ 2018’DE GERÇEKLEŞEN OPERASYONDA, EŞ ZAMANLI OLARAK ARKADAŞLARIMIZIN YAŞADIĞI 120 FARKLI ADRESE SABAHIN ERKEN SAATLERiNDE, KAPILARI KOÇ BAŞLARIYLA KIRILARAK BASKIN YAPILMIŞTIR. BU EVLERİN HİÇBİRİNDE NE ALIKONAN, NE ESİR TUTULAN HİÇBİR KADINA, KIZA RASTLANMADIĞI GİBİ, TEK BİR SUÇ, SUÇÜSTÜ YA DA SUÇ UNSURUYLA, DAHASI TEK BİR UYGUNSUZ DURUMLA DAHİ KARŞILAŞILMAMIŞTIR. Oysa, İstanbul'da rastgele herhangi 120 eve bile ani baskınla girilse böyle kusursuz bir durumla karşılaşılması imkansız denebilecek ölçüde çok düşük bir ihtimaldir.
– Operasyon yapılan bu adreslerde güya alıkonmuş, esir tutulan kişiler olsaydı, bu duruma çok sevinir, mutlu olur, operasyonun hemen akabinde, kolluk kuvvetlerine, Cumhuriyet Savcılarına verdikleri ifadelerinde yaşadıkları sözde esaret ve işkenceleri, baskı ve tehditleri detaylarıyla anlatır özgür kalmanın sevinç ve neşesiyle yeni özgür hayatlarına devam ederlerdi. Oysa operasyonda bu şekilde, sözde kurtarılan, özgürüğüne kavuşturulan herhangi bir kimse yoktur. Aksine, operasyonda baskın yapılan adreslerdeki tüm bayanlar, esir olmak şöyle dursun, şüpheli sıfatıyla gözaltına alınarak özgürlükleri ellerinden alınmıştır. Asıl zulüm ve esaret dönemleri operasyondan sonra başlamıştır ve halen de görülmemiş haksızlık ve hukuksuzluklarla birlikte devam etmektedir. Operasyonda çok az bölümü gözaltına alınan hanım arkadaşlarımızın büyük bölümü tutuklanmış, çok az bir bölümü de adli kontrol şartıyla serbest bırakılmıştır. Bir kısmı da aylar sonra bulundukları cezaevlerinin zorlu koşulları, ölümcül sağlık sorunları ve kumpasçıların ağır ve yoğun baskı, tehdit ve korkutmaları sonucunda camiamız aleyhinde olmadık yalanları ve iftiraları söyleme şartıyla serbest bırakılmışlardır.
Tüm Türkiye'nin şahit olduğu, gözler önündeki bu durum da baskı, şiddet, eziyet, esaret ve zulmün camiamız tarafından değil tam tersine, asıl camiamız üzerinde uygulandığının en açık ispatıdır.
Ne var ki bir kısım medya, tüm bu açık gerçekleri titizlikle örtbas ederek, lehimize olan, bizi aklayan hiçbir olumlu konuyu kesinlikle görmezden gelip gündeme getirmemektedir. Tam aksine bulduğu en küçük bir fırsatta bile aleyhimizde tarihte görülmemiş derecede uydurma, asılsız, gerçek dışı ve art niyetli haberler servis ederek 18 aydır anlaşılmaz bir husumet ve öfkeyle, sistematik bir kara propaganda yürütmektedir.
Bir kısım medyanın, camiamız aleyhinde sürdürdüğü ve artık skandal boyutlarına varmış bu taraflı, gerçek dışı, ilkesiz, uydurmacı, art niyetli ve karalama odaklı habercilik anlayışından vazgeçmesi en büyük dileğimizdir.
Kamuoyunun bilgilerine saygılarımızla sunarız.
#adnan oktar#harun yahya#adnan hoca davası#kedicikler#müşteki#alıkonma safsatası#iftiralar#yalanlar#iddialar#sosyal medya#alışveriş#selfie#cafe#restaurant#spor#özgür irade#ulusal ve yerel kanallar#a9tv#istanbul#Türkiye#mahkeme#yargı#isa tatlıcan#sabah gazatesi#you tube#Facebook#internet
0 notes
Text
ÇOK DEĞERLİ BİR SİYASİ BÜYÜĞÜMÜZE AÇIK MEKTUP
Sayın Adnan Oktar'ın tümüyle haksız ve hukuksuz olarak tutuklanmasının ardından bugüne kadar 18 aylık bir süre geçti. Son birkaç aydır devam eden duruşma sürecinde dava dosyasının her yönden bomboş olduğu tüm detaylarıyla ortaya çıktı. Atılan bütün iftiralar, asılsız suçlamalar delilleriyle birer birer çürütüldü. Öne sürülen iddiaların geçersiz ve gerçek dışı oldukları tek tek, ayrıntılı biçimde gözler önüne serildi. İlk gün ortaya atılan 33 uydurma suçtan tek bir tanesi bile kalmadı. Dosyayı ve iddianameyi inceleyen hukukçular, bilim adamları dosyanın bomboş olduğu gerçeğinde ittifak etti.
Hal böyleyken Müslüman bir kardeşimiz olarak sizden beklediğimiz, kendilerine atılan çirkin ve asılsız iftiralara, yalanlara, uğradıkları zulüm ve haksızlıklara karşı 1.5 yıldır zorlu, onurlu, tarihi bir mücadele veren Müslümanların aklanmasını, bu iftiralardan temize çıkmalarını sevindirici, müjdeli bir olay olarak karşılamanızdı. Bir kardeşleri olarak haklarında olumlu, takdir edici, şevklendirici ve hüsnü zanlı konuşmanızdı.
Ancak siz, henüz davası devam eden, masumiyet karinesine sahip, aleyhinde hiçbir kesinleşmiş yargı kararı bulunmayan, bugüne kadar hiçbir suça karışmamış, tek bir sabıka kaydı dahi bulunmayan Sayın Adnan Oktar hakkında peşin hükümle, adeta yargısız infaz niteliğinde bir açıklama yaptınız. Süregiden bir davada mahkemeyi etki altında bırakmaya teşebbüs etme hatasına düştünüz.
Ne yazık ki kullandığınız üslup ne size ne de konumunuza hiç yakışmadı.
Oysa, sizin karşı olmanız gereken Müslümanlar değil, asıl bu Müslümanların yıllar boyu hayatlarını vakfederek, canlarını ve mallarını ortaya koyarak en etkili ilmi ve fikri mücadeleyi yürüttükleri ve hepsinin düşmanlığını kazandıkları PKK, PYD, YPG, FETÖ, DEAŞ ve hepsinin üzerindeki İngiliz Derin Devleti gibi Türkiye düşmanı, bölücü şer yapılardır. Asıl bu sinsi ve hain odakları devletimize ve milletimize karşı tehdit olarak görmeniz ve göstermeniz gerekirken, bunlarla mücadele eden Sayın Adnan Oktar gibi yerli, milli ve gerçek vatansever Müslümanları tehdit olarak gösterme yanılgısına düştünüz.
Eğer, gerçekten ortada güya böyle bir tehdit olsaydı zaten herkesten önce Sayın Cumhurbaşkanımız gerekli açıklamayı yapardı. Ancak, bilindiği gibi kendisinin 18 aydır aleyhte tek bir yorum ya da açıklaması olmadı. Dolayısıyla, Sayın Cumhurbaşkanımızın aleyhte hiçbir ifadesi yokken sizin geçmiş yıllarda yaşanan, Bülent Arınç tarzı yersiz ve anlamsız bir çıkış yapmanız ne yazık ki doğru bir davranış olmadı. Vefa, dostluk ve kardeşliğe sığmadı.
Son dönemde, güya Mahkeme üzerinde etkili olduğunu iddia ederek Sayın Adnan Oktar'ın tahliyesi karşılığında 45 milyon dolar talep eden bir haraç çetesinin bu çirkin talebinin REDDEDİLMESİ ve kendilerine hiçbir ödeme yapılmayacağının söylenmesi üzerine, ilginç bir biçimde ortada bir takım aleyhte konuşmalar, umulmadık aksilikler ve terslikler baş göstermeye başladı.
Şahsınızı tenzih ediyoruz fakat 18 aydan bu yana, ortada bir oyun ve kumpas olduğunu bilen ne siz ne de hiçbir Ak Partili kardeşimiz aleyhimizde hiçbir demeç vermediğiniz halde, bir anda anlaşılmadık bir biçimde yaptığınız konuşmanın, bizden red cevabı alan söz konusu haraç çetesine mensup bazı kişilerin kızgınlık anıyla aynı zamana denk gelmesi ister istemez tedirgin edici bir durum meydana getirdi. Özellikle, 18 ay bekleyip de dosyanın bomboş olduğunun ayyuka çıktığı şu günlerde aleyhimizde mesnetsiz ithamlar içeren bir üsluba başvurmanız zihinlerde soru işareti oluşturdu. Elbette, bu olaylar arasında bir bağlantı olduğunu iddia etmiyoruz, sadece iki gelişmenin de eşzamanlı olmasına şaşırdık. Zira, bu haraç çetesinin sizi böyle bir ifadeye zorladığına inanmıyoruz, çünkü sizin hiç kimsenin oyununa gelmeyecek kadar dürüst ve aklı başında bir insan olduğunuzu biliyoruz. Ancak, bu durum haliyle bizi tedirgin etti.
Değerli Bakanımız, evet Celal Ülgen'in bize karşı olan aleyhteki tutumunu anlıyoruz. Ancak, sizin aynı çizgideki konuşmanıza bir türlü anlam veremedik. Celal Ülgen yıllardır Sayın Cumhurbaşkanımıza, Ak Parti'ye karşı olmasıyla, ateist-materyalist sol görüşü savunmasıyla tanınan bir kişi. Onun bize karşı kullandığı aynı üslupla bizim aleyhimizde beyanda bulunmanızı kardeşlik hukukuna yakıştıramadık.
Ayrıca, bizim güya devleti ele geçirmek gibi bir çaba içinde olduğumuzu belirtmişsiniz. Sayın büyüğümüz, bu zatıalinize hiç yakıştıramadığımız çok yakışıksız bir ifade. Sizin gibi aklı başında bir abimizin bunları söylemesine hiç anlam veremiyoruz. Biz 150 kız, 100 erkekle devleti nasıl ele geçirelim. Devlet, vatan, millet zaten bizim, daha nesini ele geçireceğiz. Asıl devlet bizi ele geçiririr, biz devletin evlatlarıyız.
Dolayısıyla, vefa ve kardeşlik hukukuna uygun düşmeyen söz konusu konuşmaları sehven yaptığınızı düşünüyor ve en kısa zamanda düzelteceğinizi umuyoruz.
Bu İtibarla, Bazı Önemli Gerçekler Hakkında Tekrar Hatırlatma Yapmanın Faydalı Olacağını Düşünüyoruz.
Sizin De Çok İyi Bildiğiniz Ve Takdir Edeceğiniz Üzere:
– Daha siz ortada yokken Ak Parti'ye en güçlü desteği veren ve Hükümetin ideolojik zeminini oluşturan kişi Sn. Adnan Oktar'dı.
– Sn. Adnan Oktar, ilk günden itibaren Ak Parti'ye güzel, kaliteli bir vitrin oluşturdu. Sayın Erdoğan Belediye Başkanı seçildiğinde sağında ve solundaki kişiler Adnan Bey’in arkadaşlarıydı.
– Sn. Adnan Oktar, eserleriyle, konferanslarıyla, ilmi ve fikri faaliyetleriyle tüm Türkiye ve dünya çapında Darwinizmin-Materyalizmin yıkılmasına, evrim teorisinin bilimsel olarak yerle bir edilmesine vesile oldu. Bu sayede, sizin daha bu konulardan haberiniz bile yokken Ak Parti'nin felsefi ideolojik zeminini oluşturdu.
– Adnan Bey'in başlattığı ve Kuran mucizelerinin, iman hakikatlerinin, Darwinizm ve materyalizmin geçersizliğinin anlatıldığı yıllar süren yoğun, kapsamlı, yaygın, sistemli, akılcı ve etkili tebliğ faaliyeti sonucunda önceden halkın %70'inin Darwinizme inandığı ve dine mesafeli durduğu ülkemizde dindar bir toplum ve dindar bir nesil gelişti. BUGÜN ADNAN BEY'İN VESİLESİYLE TÜRKİYE'DE DARWİNİZME İNANANLARIN ORANI %5 BİLE DEĞİL.
– Yoksa, eskisi gibi Darwinizmin, materyalizmin yaygın kabul gördüğü, temel eğitim politikası olarak benimsendiği bir ülkede dindar bir hükümetin siyasi başarı kazanabilmesi asla mümkün olmazdı. Bu gerçeği başta DOĞU PERİNÇEK olmak üzere birçok önemli düşünür ve kanaat önderi de açık bir şekilde dile getirdi.
– Dolayısıyla, Adnan Bey ülkemizde inançlı, dindar bir toplumsal zemin oluşmasına vesile olduğu için Ak Parti hükümeti iktidara geldi, siz de bu sayede milletvekili ve bakan oldunuz.
– Ne var ki, 11 Temmuz operasyonuyla Adnan Bey’in yıllardan beri süren ilmi ve fikri desteği kesilerek Ak Parti'nin sürekli kan kaybetmesine ve gerilemesine neden olacak uğursuz bir sürecin de düğmesine basılmış oldu.
– Sn. Adnan Oktar ve arkadaşlarına yapılan operasyonla bu önemli desteğin kesilmesi Ak Parti oylarının %30’a kadar düşmesine yol açtı. Son seçimlerde Ankara, İstanbul gibi büyük şehirler ONLARCA YILDAN SONRA bir anda ŞOK BİR BİÇİMDE Ak Parti'nin elinden çıktı.
– Muhafazakar Ak Parti tabanıyla modern, özgür, batılı yaşam tarzını benimseyen toplum kesimleri arasında herkesin itibar ettiği bir köprü rolü oynayan Sn. Adnan Oktar ve arkadaşlarının engellenmesi sonucunda İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük şehirlerde ve sahil kesimlerinde Ak Parti oyları daha önceden görülmemiş bir biçimde düştü. Bunun farkında mısınız?
– Normal şartlarda, seçim sonralarında belirsizlik ortadan kalktığı, istikrar ve güven ortamı oluştuğu için her zaman döviz kurlarında gerileme, ekonomide iyileşme eğilimleri görülür. Ancak ADNAN BEY'İN TUTUKLANMASININ HEMEN ARDINDAN BİR İLK DAHA GERÇEKLEŞTİ: Seçimlerin yapıldığı Haziran ayında dolar kuru ortalama 4.63 TL. seviyesinde iken 10 TEMMUZ'DA KABİNENİN AÇIKLANMASI VE HEMEN ERTESİ GÜNÜ YAPILAN 11 TEMMUZ OPERASYONU SONRASINDA DOLAR 4.97 REKOR SEVİYESİNİ GÖRDÜ. Adnan Bey'in tutuklandığı 11 Temmuz tarihini müteakiben başlayan ve aralıksız tırmanan bu EKONOMİK KRİZ sonucunda birkaç hafta içinde DOLAR TARİHİ REKORU OLAN 7.24 TL SEVİYESİNİ GÖRDÜ (KARA CUMA). Bu, yılbaşına göre yaklaşık %70, bir önceki aya göre ise %36 gibi akıl almaz bir artıştı. GÖRÜLDÜĞÜ GİBİ, BAZI ÇEVRELERCE 2018 AĞUSTOS AYINDA MEYDANA GELMİŞ GİBİ GÖSTERİLMEYE ÇALIŞILAN EKONOMİK KRİZ, GERÇEKTE ADNAN BEY'İN TUTUKLANDIĞI 11 TEMMUZ'UN HEMEN ARDINDAN PATLAK VERMİŞ VE GÖRÜLMEMİŞ BİR HIZLA TIRMANMAYA DEVAM ETMİŞTİR.
– Türkiye, Ak Parti hükümeti ve Sayın Erdoğan aleyhinde yıllardan beri bu şer planları ince ince hazırlayan ve sinsi bir biçimde uygulamaya koyan İngiliz Derin Devleti'ni ve oyunlarını deşifre eden yine Sn. Adnan Oktar oldu. Ne var ki Adnan Bey ve arkadaşları İngiliz Derin Devleti ile mücadele ederken siz istemeden ve farkında olmadan İDD'nin safında yer aldınız.
– Türkiye’nin güneydoğu sınırında PYD-YPG adı altında dev bir PKK devleti kuruldu. Adnan Bey PYD-YPG'nin PKK'yla aynı kanlı terör örgütü olduğunu söylediğinde ilk başta bazı hükümet üyeleri buna karşı çıkıp PYD'nin müstakil demokratik bir oluşum olduğunu iddia etmişti. Şimdi ise PYD'nin terör örgütü PKK'nın Suriye kolu olduğunu görüp anlamayan kalmadı. Sonuçta, ADNAN BEY HER ZAMAN YOL GÖSTERİCİ OLDU. Ülkemiz, devletimiz ve hükümetimiz aleyhinde gelişen sinsi ve potansiyel tehlikelere karşı hep önceden dikkat çekip uyardı, en akılcı çözüm önerilerini sundu.
– Müslümanlar arasında mazlum, masum hatırı sayılır bir kitle var. Yıllar boyunca, gazinolarda, diskolarda eğlenen, dans eden, plajlarda bikiniyle gezen, denize giren, dekolte giyinen kişiler bu mazlum Müslümanları haşa küçük görüp onlarla kendilerince alay ettiler. Bizim ultra modern görünümümüzün ve söz konusu sosyal faaliyetleri yapmamızın en önemli nedeni ise, önceden Müslümanları böyle asosyal, ezik, içine kapalı gören, rahat ve özgür dünyanın güzelliklerinden, modernizmden mahrum olduklarını, her zaman da mahrum kalacaklarını düşünen bu kişilerin Müslümanlara gıpta gözüyle bakmasını sağlamaktı.
Sözde evrimle, tesadüfler sonucunda meydana geldiklerini sanan, ahiret inancı olmayan ciddi bir kesimde Müslümanların, inkar edenlerin sahip oldukları dünya nimetlerine, imkan ve güzelliklere asla sahip olamayacağı fikri hakimdi. Biz de Müslümanlara kibirli ve üst perdeden bakan bu düşünceyi kırmak için bu faaliyetleri yaptık. Müslümanların da bu güzellikleri helal dairesinde çok daha üst boyutta yaşayabileceğini, asıl güzelliğin İslam'da olduğunu, dünyada ve ahiretteki en güzel imkanlara, nimetlere ve güzelliklere asıl Müslümanların layık olduğunu, İslam'ı yaşayanların da rahatlıkla gülüp eğlenip dans edebileceğini, modern ve dışa dönük olabileceğini gösterdik. Müslümanların belini büküp kendilerince onlarla alay edenlere bir ders vermek, onların Müslümanları manen ezmelerini, hor görmelerini engellemek için bir nevi tedbir olarak böyle bir modeli uyguladık.
Bu uygulamanın hikmetlerini ve faydalarını görüp anlamak, ÖNYARGILI VE YÜZEYSEL DEĞİL, ANCAK DERİN BİR BAKIŞ AÇISIYLA mümkün olabilir. Yoksa, kimse dansın, dekoltenin, meraklısı değil! Özellikle de belli kesimler tarafından yadırganacağını, eleştiri ve kınama oklarının, bilinçsiz ve ölçüsüz saldırıların hedefi olacağını bile bile... Nasıl ki Sayın Adnan Oktar'ın bilimsel ve kültürel faaliyetleri sonucunda Darwinizm ve materyalizmin beli kırıldı ve artık ayağa kalkamıyorsa, önceden MÜSLÜMANLARLA ALAY EDEN BOZUK ZİHNİYET DE BU MODEL VE FAALİYETLER SONUCUNDA EZİLMİŞ OLDU. Böylelikle amaç da yerine gelmiş oldu. Sonuçta, zahirinde bazı kimselerin karşı olduğu bu olayın batınında derin bir amacı ve anlamı vardı. FAYDASI GÖRÜLDÜ, NETİCESİ ALINDI, BUNDAN SONRA DA DAHA FAZLA DEVAM EDİLMESİNE GEREK KALMADI.
Özetle, hayatını Allah yoluna adamış, tüm vaktini İslam'a ve Müslümanlara hizmet etmekle geçirmiş, her daim Müslümanlara destek olmuş, onların yolunu açmış, başarı ve zaferlerine vesile olmuş, Türk-İslam Birliği'ni, Kızıl Elma'yı savunan yerli, milli bir insana nasıl böyle görülmemiş zulümler yapılır, nasıl böyle olmadık çirkin iftiralar atılır diye sormak, araştırmak yerine bu olumsuz sözleri sarfetmenizi hayretle karşıladık. Geceli gündüzlü emek verip Ak Parti'nin bugünlere, sizin de o makama gelmenize vesile olan bir kişiye bunları söylemenizi hiç yakıştıramadık. Bir takım art niyetli ve maddi çıkar peşindeki kişilerin, "Tayyip Bey sizin üstünüzü çizdi" şayialarının ortalıkta dolaştığı bir dönemde böyle bir demeç vermenizi son derece yadırgadık. Güzel bir vesileyle bunu telafi edeceğinizi umuyoruz.
Aksi takdirde, böyle gerçeklere aykırı ADALETSİZ ÜSLUPLAR, YARGISIZ İNFAZLAR GAYRETULLAHA DOKUNUR. Bir insanın dilini bağlayıp kilitli bir hücreye koyduktan sonra gıyabında olumsuz sözler sarfetmek samimi, dürüst, saygın bir insana yakışmaz. Sayın Adnan Oktar hakkında bu tür ifadeler kullanmak kimseye itibar kazandırmaz. Zamanında Bediüzzaman Said Nursi, Süleyman Hilmi Tunahan, Adnan Menderes gibi isimler de çok kötü sözlere ve karalama girişimlerine maruz kaldılar. Ancak onlar kendilerine karşı söylenenlerle değil, bu eziyetler karşısında gösterdikleri sabır, yiğitlik ve kararlılıkla tarihe geçtiler.
7 gün 24 saat herkesin gözleri önünde olan, evleri, yerleri, mekanları belli olan insanları gece baskınıyla türlü eziyet ve hakaretler eşliğinde toplayıp sıkıştırılmış kelepçeli ellerinden kanlar akarak nezarethanelere atıp ortada hiçbir suç, somut suç delili ya da suçüstü olmadan günlerce aç, susuz, uykusuz gözaltında tutmak; hayatında karakol, emniyet, cezaevi görmemiş gencecik kızları belki bu işkencelerden yılarak Müslümanlar aleyhinde yalan ve iftira atarlar beklentisiyle en ağır suçları işlemiş katillerin, canilerin, travestilerin arasına atmak bir kahramanlık ya da başarı değil tam aksine İNSANLIK ADINA UTANÇ VESİLESİDİR. Biz sizin gibi bir Müslüman kardeşimizden asıl bu kanunsuz, hukuksuz insanlık ayıbını, bu görülmemiş vahşeti kınamanızı beklerdik.
Bugün ülkemizde bu tür insanlık dışı, vahşet derecesindeki uygulamalar halkımızı son derece tedirgin etmektedir. "Acaba yarın başıma ne gelir, kapıma kim dayanır" diye sürekli kaygı içinde yaşayan, biraz imkan bulunca hemen yurt dışına yerleşmeyi planlayan, gelecek korkusu ve güvensizlikten her türlü girişim ve yatırımdan kendini uzak tutarak ekonomik çöküşü tetikleyen bir kitle günden güne büyümektedir.
Bu felaketi önleyecek tek çözüm ise Müslümanların, şer odakların kışkırtmalarına kapılarak birbirleriyle uğraşmadan, tam aksine kardeşlik ruhuyla birlik ve beraberlik içinde hareket etmeleri, devlet, vatan, millet ve İslam düşmanlarına karşı elbirlik mücadele etmeleridir.
Zatıalinizden de bu birbirine düşürme oyununa gelmeden, yüzeysel değerlendirmelerden kaçınıp derin düşünerek baskı ve zulüm altındaki Müslüman kardeşlerinize sevgi, şefkat ve adaletle yaklaşmanızı, onlara sahip çıkmanızı bekliyoruz. Yanlış gördüğünüz, düzeltmemizi düşündüğünüz, eleştirdiğiniz konuları da doğrudan Kurani delilleriyle emr-i bil maruf ve nehy-i anil münker üslubunca hatırlatmanız ve uyarmanız gerektiğini düşünüyoruz.
Müslüman Müslümanın kardeşidir. Cenab-ı Allah Kuran'da şöyle buyurmaktadır:
"Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin." (Hucurat Suresi, 10)
"İnkâr edenler birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu yapmazsanız (birbirinize yardım etmez ve dost olmazsanız) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk (fesat) olur." (Enfal Suresi, 73)
Kamuoyunun bilgisine saygılarımızla sunarız.
Teknik ve Bilim Araştırma Vakfı
#adnan oktar#tbav#vakfı#harun yahya#kardeşlik#dostluk#samimiyet#aslanlar#kedicikler#celal ülgen#33 suç dosyası#açık mektup#siyasiler#mektup#erdoğan#ak parti#bülent arınç#terör örgütü#pkk#ypg#daeş#fetö#darwinizm#evrim teorisi#adnan hoca#a9tv
0 notes
Text
FİŞLEME SAFSATASI
SAYIN ADNAN OKTAR VE TBAV MENSUPLARI ALEYHİNDEKİ FİŞLEME İFTİRASI VE BU İFTİRANIN ZEMİNİNİ HAZIRLAYAN EMNİYET VE YARGI İÇİNDE YUVALANMIŞ KARANLIK YAPI HAKKINDA KAMUOYU BİLGİLENDİRMESİ
Sayın Adnan Oktar ve TBAV mensupları, 11 Temmuz 2018 tarihinde yapılan polis operasyonunun ilk anından itibaren, kanun, hukuk ve insanlık dışı sayısız uygulamalara ve kötü muamelelere maruz kalmışlar ve halen de kalmaktadırlar.
Gözaltı sürecinde başlayan kin ve öfke dolu hukuksuz uygulamalar, geçen 1 yıllık süre zarfında dilekçelerin dosyaya verilmesinin engellenmesi, kendilerini polis olarak tanıtan karanlık kişilerin cezaevleri önlerinde ziyarete gelen ailelerin yolunu keserek onları tehditle "dayatılmış itirafçılık"a zorlamaları, cezaevindeki tutuklu arkadaşlarımızın cinayetten müebbet hükmü almış, vb. ağır suçlular ve travestilerle aynı koğuşlarda tutulmaları nedeniyle ciddi can güvenliği sorunları yaşamaları, sürekli eziyet ve tehditlere maruz kalmaları, harcırahlarına el konması, astım hastalarının havalandırması olmayan yoğun sigara içilen koğuşlara konulmaları kanser, kalp hastası ve ameliyatlı hasta arkadaşlarımızın tedavilerine izin verilmemesi, kış koşullarında soğuk koğuşlarda tutulmaları... gibi hukuk, vicdan ve insaf dışı uygulamalar bunlardan yalnızca bazılarıdır.
11 Temmuz 2018 operasyonu sırasında ve sonrasında yaşanan, Türk adalet tarihinde eşi benzeri görülmemiş hukuksuz uygulamalar ne yazık ki halen de devam etmektedir. Operasyon esnasında ve operasyondan önceki 2 yıllık gizli araştırma ve teknik takip süresince hiçbir somut delil bulunamadığı halde emniyet ve yargı içine sızmış karanlık bir yapı, medya içindeki kirli bağlantılarını da kullanarak yürüttüğü iftira kampanyası ile ilk günden bu yana kamuoyunda TBAV camiasını suçluymuş gibi gösterebilmek amacıyla yoğun bir algı kampanyası sürdürmektedir.
17 Haziran 2019 tarihinde basında çıkan, güya Sn. Adnan Oktar ve TBAV mensuplarının insanları "fişledikleri" yönündeki asılsız ve tümüyle dayanaksız iddiaları içeren haberlerin de bu algı operasyonu kapsamında servis edildikleri anlaşılmaktadır. Bilindiği gibi, 1999'da Sn. Adnan Oktar ve arkadaşlarına yapılan operasyonda ortada hiçbir suç unsuru bulunmadığı için bir kısım emniyet mensupları yapay müşteki ve suç üretebilmek amacıyla "basın kanalıyla şikayetçi toplama" yöntemine başvurmuşlardır.
Ne yazık ki bugün de Devletin kendilerine verdiği adalet, huzur ve asayişi sağlama gibi kutsal görevleri suistimal eden, emniyet birimlerimize sızmış "kripto FETÖcü" olmaları kuvvetle muhtemel bir kısım karanlık kişilerin bugün de 99'da başvurulan birebir aynı kirli yöntemlere tevessül ettikleri endişeyle gözlenmektedir.
Ancak şu hususu da önemle belirtmemiz gerekir ki, Sayın Adnan Oktar ve TBAV camiasının her dönem sevgi ve saygı duyduğu, desteklediği, her vesileyle koruyup kolladığı, savunduğu şerefli kahraman polisimiz, askerimiz, hakimlerimiz ve savcılarımız yukarıda sözünü ettiğimiz bir kısım kriptoların bu karanlık girişimlerinden tümüyle münezzehtir.
17 Haziran 2019 tarihinde “Fişleme” başlığı altında medyada yayınlanan Ali Eyüpoğlu haberi de, 99 operasyonunda emniyete sızmış karanlık çevrelerin basını kullanarak şikayetçi devşirme yöntemini andıran bir görünüm içermesi bakımından dikkat çekicidir.
Söz konusu haberde yer alan mesnetsiz iddiaya gerekçe gösterilen konu ise Beyaz TV'de Ali Eyüboğlu'nun sunuculuğunu yaptığı bir magazin programındaki kişilik haklarını ihlal eden hukuka aykırı iddialara karşı, Sayın Adnan Oktar'ın A9 TV kanalında belge ve delilleriyle cevap hakkını kullanmasından ibarettir. Sözünü ettiğimiz magazin programındaki asılsız iddialarla ilgili olarak, arkadaşlarımızdan Didem Ürer hanımefendi de Beyaz TV'ye canlı yayın sırasında telefonla bağlanarak camiamıza yönelik iftiraları delilleriyle çürüten açıklamalar yapmıştır.
Kısaca, ortada "fişleme" gibi uydurma, hayali bir olay değil, insanların kendilerine atılan iftiralara karşı en doğal olan savunma ve cevap haklarını belge ve delilleriyle kullanmaları durumu söz konusudur.
Öncelikle belirtmemiz gerekir ki, ne Sayın Adnan Oktar’ın ne de TBAV camiası mensuplarının gazeteci Ali Eyüpoğlu'nun veya çalıştığı kurumun aleyhinde bir tavır ya da düşünceleri yoktur. Ali Eyüpoğlu'nun çalıştığı TV kanalı nasıl bir medya kuruluşu ise A9 TV kanalı da bir medya kuruluşudur. Her medya kurumu ve ilgili çalışanları kendilerine sayısız kanaldan ulaşan bilgi, belge, resim, görüntü ve fotoğrafları değerlendirerek derleyip, yorumlayıp haber ya da program haline getirirler. Hal böyleyken, medya kurumlarının arşivlerinde saklı bulunan, olaylar ve kişilerle ilgili milyonlarca bilgi, belge, resim ve haberin bugüne kadar "FİŞLEME" olarak nitelendirildiği görülmüş şey değildir.
Ne var ki Sayın Adnan Oktar ve TBAV mensuplarının, A9 TV vasıtasıyla aleyhlerinde ortaya atılan iddialara karşı cevap haklarını kullanırken internette herkesin erişebileceği, kamuoyuna açık bilgi ve belgelerden faydalanmaları, güya "TBAV camiasının insanları fişlediği" şeklinde akla ziyan bir iddiaya dönüştürülmüş ve bu safsatadan yapay suç ve şikayetçiler oluşturma çabasına girilmiştir.
Herkesçe bilineceği üzere fişleme denilen uygulama gizli olur. Kimsenin bilmediği, internetten veya kamuoyunun kullanımına açık bilgi kaynakları vasıtasıyla ulaşamayacağı gizli, özel bilgi, belge ve görüntüler içerir. A9 TV kanalında yayınlanan her türlü bilgi, belge, resim ve görüntü ise gizli, saklı ya da özel değil internetten herkesin rahatlıkla ulaşabileceği kamuoyuna açık dokümanlardır.
Herkesin internetten kolayca ulaşabildiği bu tür bilgilerin güya bir flaş diskte fişleme şeklinde saklandığının iddia edilmesi de son derece mantıksız ve akıl dışıdır. Bu tür ucuz mantıklarla, herhangi bir medya kurumunun son derece legal bir bilgi ve görüntü arşivi bile "fişleme" olarak itham edilebilir. Böyle bir saçmalığa ise kimsenin itibar etmeyeceği açıktır.
Hepsinden ötesi tüm kamuoyunun her gün A9 TV'deki canlı yayınlarından da şahit olduğu üzere, Sayın Adnan Oktar açıklamalarını her zaman kesin belge ve kanıtlara dayandıran, aleyhindeki iddialara kanunlar çerçevesinde cevap veren, iftiralar karşısında daima hukuki yolları benimseyen, doğruları söylemekten asla çekinmeyen, 304 kitap yazmış bir fikir adamıdır. Fişleme gibi gizli-saklı, hukuksuz, karanlık ve çirkin yöntemlere asla tevessül etmeyeceği açıktır.
Tüm diğer uydurma ve dayanaksız ithamlar gibi, insanları "fişleme" iddiası da dava dosyasının ne derece boş olduğunun ve doldurmak için aylardır nasıl çaresizce beyhude bir gayret içinde olunduğunun bir başka göstergesidir.Aynı zamanda, Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarına karşı düzenlenen komployu hazırlayan, emniyetin içine sızarak müştekilerle ortak hareket eden karanlık kişilerin varlığı hakkında da önemli bilgiler vermektedir.
Nitekim, 17 Haziran 2019 tarihinde basında yer alan bu “Fişleme” yalanı aslında son derece planlı ve organize bir komplo zemini üzerine düzenlenmiş 11 Temmuz Operasyonu'nun ilk günden bu yana nasıl ve kimler tarafından etki altında tutulmaya ve manipüle edilmeye çalışıldığının net bir göstergesidir. Bu tümüyle gerçek dışı iftira, Sayın Adnan Oktar ve TBAV üyelerine düzenlenen komployla ilgili bazı çok önemli, temel gerçeklerin bir kez daha gün ışığına çıkmasını sağlamıştır. Şöyle ki:
1-Fişleme gibi safsata derecesinde bir iftiranın ortaya atılması, OPERASYONDAN ÖNCEKİ 2 YIL VE SONRASINDAKİ 1 YILLIK SÜRE ZARFINDA YAPILAN ARAŞTIRMALAR, TEKNİK TAKİPLER KOĞUŞTURMALAR VE SORUŞTURMALAR SIRASINDA ALEYHTE HİÇBİR SOMUT DELİL OLMADIĞININ, DİĞER BİR DEYİMLE DOSYANIN BOMBOŞ OLDUĞUNUN GÖSTERGESİDİR.
2-Operasyonun ilk gününden itibaren boş dava dosyasını doldurabilmek gayretiyle ortaya atılan hayali şantaj-montaj kasetleri, vb. türünden uydurma iddiaların ne derece boş ve gerçek dışı olduğu, bugüne kadar bu tür asılsız iddiaları destekleyen hiçbir somut kanıta ulaşılamadığı için sözde fişleme iftirası üzerinden, son derece zorlama, mesnetsiz, hukuksuz ve akılsızca suni suç ve şikayetçiler üretme telaşına girildiği açıkça gözler önüne serilmiştir.
3-Fişleme iftirası, emniyet ve yargı içine sızmış karanlık kripto yapının bu dava ile ilgili her türlü gayrı meşru yola tevessül edebilecek, son derece gözü dönmüş, kin, nefret, öfke ve hasetle hareket eden, pervasız, düşük ahlaklı, kanun-hukuk tanımaz bir güruhtan ibaret olduğunu ortaya koymaktadır.
4- Fişleme iftirasının düşündürdüğü bir başka vahim gerçek de, üzerinde "GİZLİLİK KARARI" bulunan dava dosyası yargı makamlarının incelemesi altında iken, operasyonun başından beri dosyanın içeriğiyle ilgili her türlü bilgi ve konunun nasıl olup da basına sızdırıldığı ve bu hukuksuz duruma da hayret verici bir biçimde nasıl hukuksuz olarak göz yumulduğudur.
5-Tüm bunların ötesinde, fişleme konusunun gündeme gelmesi, çok önemli bir kanunsuzluğu ve illegal durumu ortaya koymaktadır. Bilindiği üzere, fişleme konusu tanınmış bir gazetecinin, emniyet birimlerince aranıp, "MÜŞTEKİ OLMAYA" çağrıldığını söylemesi ile gün yüzüne çıkmıştır. İlgili gazetecinin haberinde yer verdiği ayrıntı çok dikkat çekicidir :
“Israrla çalınca açtım, arayan İstanbul Emniyet Müdürlüğü Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü polisi çıktı ve şöyle dedi: “Fişlendiğinizi saptadık, O nedenle İstanbul Emniyet Müdürlüğü Aklama Suçları Birim Amirliği’ne gelip, ‘MÜŞTEKİ’ OLARAK İFADE VERMENİZ LAZIM.” (Ali Eyüboğlu17.06.2019 Milliyet Gazetesi)
Uydurma suçlar üreterek insanları da bunlardan dolayı şikayetçi olmaya zorlamanın ne kanunla ne hukukla hiçbir ilgisi yoktur. Bu olay, söz konusu karanlık ve gayrı meşru faaliyetin yalnızca bir basın mensubuna denk geldiği için gün yüzüne çıkmış çok küçük bir örneğidir. 11 Temmuz Operasyonu öncesinde ve sonrasında namuslu, şerefli, samimi, dürüst, vicdanlı ve adil emniyet ve yargı mensuplarımızı etki altında bırakmaya ve yanlış yönlendirmeye çalışan, husumetli müştekilerle, sahte tanıklarla işbirliği içinde hareket eden sözünü ettiğimiz kripto yapının bunun gibi basına yansımayan, ancak tarafımızca bilinen yüzlerce kişiyi arayıp korkutarak müşteki olmaya zorlamaları, cezaevlerinde de aynı yöntemle "dayatılmış itirafçılar" devşirmeye çalışmaları son derece hukuksuz, vahim bir durumdur.
Bu itibarla, emniyet ve yargı birimleri içinde yuvalanmış, kin, nefret ve husumetle hareket eden bu karanlık ve hukuksuz yapının acilen araştırılıp tespit edilerek etkisiz hale getirilmesi, bu yapıya kimlerin dahil olduğunun deşifre ve ifşa edilmesi, karanlık bağlantılarının, özellikle dış odaklarla ilişkilerinin ortaya çıkarılması kamuoyunun devlete, yargıya ve polise olan güveninin zedelenmemesi açısından son derece hayatidir.
Bu şer yapıya en kısa zamanda müdahale edilmesi, Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarının nasıl tarihi bir komploya maruz kaldıklarını ve masumiyetlerini gösteren gerçeklerin de gözler önüne serilmesini sağlayacaktır.
Saygılarımızla Kamuoyunun Bilgisine Sunulur.
#adnan oktar#harun yahya#a9tv#tbav#fişleme iddiası#kln#nefret#kıskançlık#husumet#ali eyüpoğlu#fetö#kripto#müşteki#kumpas#komplo#ingiliz derin devleti#müebbet#cezaevi#istanbul#medya#didem ürer#beyaz tv#röportaj#hukuk#kanunlar#emniyet#operasyon#iftiracılık#dayatma#baskı
0 notes
Text
KARA PARA AKLAMA İDDİALARINA CEVAP
08.07.2019 günü itibariyle Sabah Gazetesi ve A Haber internet siteleri kaynaklı olarak servis edilen “Adnan Oktar’ın Kara Para Aklama Üssü A9” başlıklı habere karşı cevap hakkımızı kullanmak istiyoruz.
Haber içeriğindeki gerçek dışı iddialara karşı cevaplarımızı sunmadan önce belirtmemiz gereken çok önemli iki husus bulunmaktadır;
1. Sayın Adnan Oktar ve arkadaşları hakkında devam eden soruşturma Sayın Savcılığın talebi ve İstanbul 7. S.C.Hâkimliği’nin 2018/3756 d.iş sayılı kararı ile “gizli” olarak yürütülmektedir. Ancak 11 Temmuz 2018 tarihli polis operasyonundan bu yana, dosyadaki gizlilik kararı, camiamıza husumetli bazı odaklar tarafından kasıtlı olarak ihlal edilmekte ve ne yazık ki bu yöndeki suistimallere de göz yumulmaktadır. İşte, Sabah ve A Haber internet siteleri tarafından yapılan haberler de, bu suistimalin ve hukuksuzluğun çok açık ve somut bir örneğidir.
Adı geçen haber sitelerinin, yaklaşık 3 yıldır gizlilik esasıyla yürütülen bir dosyadaki, henüz savunma müdafilerinin dahi görmediği gizli bir MASAK raporuna nasıl ulaşabildikleri tam bir muammadır. Dosyanın taraflarının ve müdafilerinin ısrarlı taleplerine rağmen kendilerine gösterilmeyen bir raporun, dosyayla uzak yakın ilgisi olmayan bir haber muhabiri tarafından ele geçirilmesi ve tüm basın, etik ve ahlak kurallarının çiğnenmesi suretiyle “soruşturmanın gizliliğini ihlal” suçuna vücut veren bir hukuksuzlukla yayınlanması son derece yanlıştır.
2. Haber içeriğinde kullanılan dil, seçilen kelimeler ve haberin geneline yaygın olan üslup tamamen Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarının masumiyet karinelerini ve en temel kişilik haklarını ihlal eder niteliktedir. Adı geçen haber siteleri, kaynağı belli dahi olmayan bir rapor üzerinden adeta kendi mahkemesini kurmuş, kendi yargılamasını yapmış ve kendi nihai hükmünü vermişçesine bir haber yayınlamışlardır. Ancak ne basın kanunumuz, ne ceza kanunlarımız ve Anayasamız, ne de ahlaki değerlerimiz bir basın kuruluşuna bu denli sorumsuzca davranma hakkını vermemektedir. Anayasamız m.38/4 kapsamında güvence altına alınan masumiyet karinesinin ve diğer tüm kişilik ve savunma haklarının bu kadar rahat bir şekilde çiğnenebiliyor olması, basına ve adalete olan inancın azalmasına hizmet etmekten öteye gitmez. Basın ahlakının ve güvenilirliğinin sıkça tartışılmaya başlandığı şu günlerde böylesi bir habercilik anlayışının ısrarla sürdürülmesi ülkemizin itibarını ve Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın öncülüğünde başlatılan yeni reform hareketlerini açıkça hedef almaktadır.
Tüm bu nedenlerden ötürü asli görevleri “hukuk çerçevesinde kalarak tarafsız ve objektif bir şekilde kamuoyunu aydınlatmak” olan basın kuruluşlarımıza bu sorumluluklarını böylece tekrar hatırlattıktan sonra haber içeriğindeki gerçek dışı iddialara karşı cevaplarımızı sunmaya geçiyoruz.
Haber içeriğinde yer alan iddiaların hiçbirisi doğru değildir. Az önce de söylediğimiz gibi dosyadaki gizlilik nedeniyle habere konu edilen MASAK raporunu henüz görebilmiş değiliz. Ancak kendimizden emin bir şekilde ve çok büyük bir rahatlıkla söyleyebiliriz ki; ne A9 TV’nin ne de arkadaşlarımıza ait diğer şirketlerin hiçbirisinde en ufak bir hukuka aykırılık yoktur. Kaldı ki haberdeki iddiaların tamamen çarpıtma bilgilere dayalı olduğu daha ilk bakışta rahatlıkla anlaşılmaktadır. Haber içeriğinde bariz mantık hataları yer almaktadır. Şöyle ki;
Söz konusu haberde güya A9 TV’nin yasadışı para akladığı iddialarına dayanak olarak, şirket hesaplarına güya kimin yatırdığı belli olmadığı iddia edilen paralar gösterilmiştir. İddianın devamından ise bu paraların miktarının 2bin, 5bin, 500 lira gibi küçük meblağlar olduğu söylenmiştir.
Öncelikle günümüzde herhangi bir hesaba değil 500 lira, 5 lira dahi yatırırken mutlaka ad soyad, TC kimlik numarası ve telefon numarası gibi kişisel bilgiler kullanılmaktadır. İster banka gişelerinden isterse bankamatikten yatırılsın mutlaka bu bilgilerin sisteme girilmesi gerekmektedir. Bu işlemlerin sonucunda göndericiye bir dekont verilir. Ayrıca ilgili bankada ilgili hesap hareketleri tüm detayları ile birlikte muhafaza edilir. Bu çok temel bir uygulamadır ve tahmin ediyoruz ki bu uygulamadan haberi olmayan bir Türk vatandaşı yoktur.
Ancak bu herkesçe bilinen basit gerçek bile tamamen çarpık bir üslupla sunularak sanki ortada bir suç varmış algısı oluşturulmak istenmiştir. Çünkü, A9 TV hesabına bu paraları gönderen kişiler bellidir, hiçbir şekilde gizli saklı bir durum yoktur, tüm bu kişilerin bilgileri ilgili banka kayıtlarında, şirketin muhasebe kayıtlarında ve daha da önemlisi MASAK raporunda bulunmaktadır. Bu meblağları yatıran herkes şirket ile bağı olan kişilerdir ve yapılan ödeme dekontlarının “açıklama” kısmında bu paraların yatırılma nedenleri yazmaktadır. Kısaca ortada yasadışı hiçbir durum yoktur.
Kaldı ki A9 TV ticari bir kurumdur, dolayısıyla yaptığı ticari faaliyet gereği çeşitli kişi ya da kurumlar arasında para transferlerinin gerçekleşmiş olması, son derece doğaldır.
Ayrıca, polis operasyonundan bu yana özellikle bazı basın organlarınca kopartılmaya çalışılan yaygara ile habere konu iddialar birbirine tamamen tezattır. Öncesinde güya yurt dışı kaynaklı olarak elde edilen bir takım yasadışı gelirlerin A9 TV üzerinden aklandığına dair çok büyük ve vahim iddialar bulunmaktayken, sonrasında güya aklandığı iddia edilen paraların şirket hesabına yatırılan 2bin, 5bin ve 500 liralar ile açıklanmaya çalışılması gülünç ama bir o kadar da aciz bir iddiadır. Sadece bu gerçeklik bile söz konusu haberlerin tamamen “çamur at izi kalsın” taktiğiyle yapıldığını açıkça gözler önüne sermektedir. Sabah grubu, operasyonun ilk günlerinde ortaya attığı tüm uydurma, hayali ithamlar gibi, "toprağa gömülü milyonlarca para" şeklindeki asparagas haberlerinin de asılsız çıkması üzerine bugün 500-1000 TL gibi komik rakamlardan medet umma konumuna gelmiştir.
Kaldı ki geçtiğimiz aylarda TMSF Başkanı Sayın Muhittin Gülal bir açıklama yapmış ve arkadaşlarımıza ait el konulan şirketlerin kayda değer bir aktif büyüklüklerinin olmadığına ve hepsinin gayet sıradan şirketler olduğuna işaret etmiştir. Yani bugüne kadar kopartılmaya çalışılan yaygaranın altını dolduracak somut bir delil hiçbir zaman bulunamamıştır. Belli basın organlarının ilk günden bu yana tek yaptıkları ellerindeki medya gücünü kullanarak algı operasyonu yürütmekten ibarettir. Görüyoruz ki bu yöndeki çalışmalar halen de devam etmektedir.
Ayrıca haber içeriğinde yer alan şu cümle, “..Aslında eldeki verilere göre ortakların şirkete hiçbir para yatırmadığı, zaman zaman banka hesabına ortaklar tarafından para yatırılmış gibi gösterilse de bunun hangi ortak tarafından yapıldığının açıkça yazılmadığı belirtildi…” Yani haber içeriği bile kendi içerisinde çelişkiler barındırmaktadır. Haberin ana amacının kafa karışıklığına yol açacak cümlelerle kamuoyunda yanlış kanaat uyandırmak olduğu çok açıktır. Tamamen zorlama mantıklarla algı oluşturmak amacıyla yapılan bu haber dikkatlice okunduğunda ortada hiçbir suç olmadığı rahatlıkla anlaşılmaktadır.
Tüm bunların haricinde A9 TV, güzel dinimizi insanlara tanıtmak, Yüce Rabbimizin yaratma sanatının sayısız örneklerini anlatmak, Müslümanların bilim, sanat ve modernliğin ön plana çıktığı bir hayat içerisinde yer alabileceklerini göstermek gibi amaçlarla yola çıkmış bir kuruluştur. Bu kuruluşun faaliyetlerinde hiçbir şekilde kar amacı güdülmemiştir. Nitekim A9 TV’nin herhangi bir gününe ait yayın akışını ön yargılardan uzak bir şekilde takip eden herkes bahsettiklerimizin doğruluğunu kendi vicdanında teyit edecektir.
Sonuç olarak kısaca toparlamak gerekirse; dosyadaki gizlilik kararının kaldırılması akabinde tüm bu iddialara karşı detaylı cevaplarımız ve karşı delillerimiz savunma müdafileri tarafından dosyaya sunulacaktır. Bu savunmalar ve deliller dosyaya sunulduğunda ortada en ufak bir suç unsuru dahi olmadığı herkesçe görülecektir.
Ancak şu aşamada basın kuruluşlarımızdan talebimiz, ahlaki ve cezai kurallar çerçevesinde kalınması ve yapılan haberlerde dosyadaki gizlilik kararına ve arkadaşlarımızın masumiyet karinelerine saygı gösterilmesidir.
Kamuoyuna saygılarımızla duyurulur…
#adnan oktar#harun yahya#a9tv#adnan hoca#kedicikler#aslanlar#tbav#tmsf#masak#raporu#belge#gerçeklik#soruşturma#mahkeme#iddialar#iftira habercilik#haber#medya#kara para aklama#sabah#a haber#sabah gazatesi#para#gizlilik#ahlak#kanunlar
0 notes
Text
YENİ AKİT GAZETESİ VE ODA TV’DE YER ALAN “UYAP’TAN SANIĞIN ADI SİLİNDİ” HABERİNE CEVAP
YENİ AKİT GAZETESİ VE ODA TV’DE YAYINLANAN, “UYAP’TAN SANIĞIN ADI SİLİNDİ” HABERİ HİÇBİR YÖNÜ DOĞRU OLMAYAN MESNETSİZ İTHAMLARDIR
Yeni Akit gazetesinin internet sayfasının ve Oda TV sitesinin 03.05.2020 tarihli yayınlarında Mine Kırıkkanat’ın Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan ve tamamen gerçek dışı ithamlar ve kurgular üzerine kurulu yazısını esas alarak Sn. Adnan Oktar ve arkadaşları davasıyla ilgili olarak bir takım gerçek dışı bilgilere yer vermiştir.
Öncelikle şunu ifade etmek isteriz ki Yeni Akit gazetesindeki dostlarımız ve kardeşlerimizin de Oda TV’de kıymetli gazetecilerin de hukuk ve insan haklarına saygılı yayıncılık anlayışlarına güveniyoruz. Her iki yayın grubunun da inandığı ve savunduğu basın etik ve evrensel hukuk ilkelerinin ve temel ahlaki değerlerin ana hususlarından biri olan “masumiyet karinesi”nin Sn. Adnan Oktar ve arkadaşları içinde geçerli olması gerekir. Henüz yargılaması bitmemiş ve hüküm verilmemiş bir dosyada, hiçbir delili ve bulgusu olmadan ortaya atılan iddialara dayanarak tek taraflı yayın yapmak Yeni Akit’teki dostlarımıza, kardeşlerimize de Oda TV’deki değerli gazetecilere de yakışmıyor diye düşünüyoruz.
Ortada bir suç örgütü yoktur. Sn. Adnan Oktar 40 yıllık ilmi mücadelesi Devletin ve halkın gözü önünde olan, yüce Türk Devletine bilinen ve bilinmeyen sayısız hizmeti bulunan, tüm hayatını sevgi, dostluk ve barış için geçirmiş yerli ve milli bir insandır. Çevresindeki arkadaşları da onun bu güzel, asil, nezih, sevgi dolu ruhuna olan hayranlık ve sevgilerinden dolayı onunla birlikte Allah sevgisinin ve Kuran’ın güzel ahlakının yayılması için gayret etmektedirler.
UYAP’tan Bilgi Silinmesi Mümkün Değildir !
Mine Hanım’ın yazısında ifade ettiği sözde “Sihirli bir değneğin UYAP sisteminden Pelin Akçalı’nın ismini sildiği” iddiası baştan sona UYAP sisteminin nasıl işlediğini dahi bilmemesinden kaynaklanmaktadır. Adalet Bakanlığı tarafından oluşturulup denetlenen UYAP sistemi, Türkiye Cumhuriyeti’nin her türlü yargısal, idari ve denetim faaliyetlerinin elektronik ortamda yürütüldüğü alandır. Bu sistemden Adnan Oktar veya herhangi bir arkadaşı tarafından bir veri silinmesi teknik olarak imkansız olduğu gibi UYAP sistemine giren bir evrakın Mahkemelerce dahi silinemediği somut bir durumdur. Bu nedenle de dosyada tutuksuz yargılanan arkadaşımız Pelin Akçalı hakkında herhangi bir dosyanın silinmesi de söz konusu dahi olamaz. Adli makamların aldığı kararlar ve bu kararlara yapılan itirazlarla yürüyen baştan sona hukuki bir süreç söz konusudur.
Bu hukuki süreci kısaca özetlemek gerekirse; 11 Temmuz 2018 tarihindeki operasyonda birçok arkadaşımız gibi 6 farklı suçlama ile gözaltına alınan Pelin Akçalı çıkarıldığı Mahkeme tarafından adli kontrolle serbest bırakılmış, daha sonra ise TCK “109/2, 103/2, 102/2, 282/2, 107” maddelerinden hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. 12/07/2019 tarihli ve 19/07/2019 tarihinde İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesince kabul edilen iddianamenin sevk maddelerinin gösterildiği tabloda da İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Bürosu tarafından Pelin Akçalı hakkında bu bilgi aynen böyle yer almıştır. Hatta bu sevk tablosunda sadece TCK 220/2-3 sevk edildiği ve yargılanması istendiği de belirtilmiştir.
Ancak süreç içerisinde Pelin Akçalı için açılmış bir kamu davasının dahi olmadığını savcılık makamı anlamıştır. Çünkü savcılık makamı bu olayla ilgili olarak diğer suçlamalarla beraber Örgüt Üyeliği suçlamasından da arkadaşımız hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Daha sonra savcılık makamı hazırlamış olduğu 26.02.2020 tarihinde İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen 2019/313 Esas sayılı dosya ile birleştirme talepli hazırlanan iddianamede de bunu gereceği aynen şöyle ifade etmiştir;
“Soruşturma dosyamız şüphelisi Pelin AKÇALI'nın hakkında mahkemenize hitaben düzenlenen ilk iddianamenin 2319-2329 sayfa sırasında şüphelinin eylemlerinin değerlendirildiği ancak şüpheli Pelin AKÇALI hakkında Suç İşlemek Amacıyla Kurulan Örgüte Üye Olma suçundan kamu davası açmaya yeterli delil olduğu ve şüphelinin düzenlenen iddianame içeriğinde belirtildiği ancak Uyap sistemi üzerinden yapılan tefrik neticesinde sehven suç örgütüne üye olma suçundan Kovuşturmaya Yer Olmadığına Dair karar verildiğinin anlaşılması üzerine 30/09/2019 tarih ve 2019/78041 sayılı Kovuşturmaya Yer Olmadığına Dair kararın İstanbul 1. Sulh Ceza Hakimliğinin 25/10/2019 tarih ve 2019/4691 D. İş sayılı kararına istinaden Şüpheli yönünden Kovuşturmaya Yer Olmadığına Dair kararının kaldırıldığı…”
Dolayısıyla Mine Hanım yazısında yer alan bilgi tamamen yanlış olduğu gibi soruşturma makamlarını ve adli mercilerimizi dahi zan altında bırakacak niteliktedir.
Davada Her Şeyin Usulsüz Bir Şekilde Adnan Oktar ve Arkadaşları Lehine İşlediği İddiası Gerçek Dışıdır
Ayrıca Yeni Akit Gazetesi ve Oda TV, yine Mine Kırıkkanat’ın yazısına dayanarak, yargılama sürecindeki gelişmeleri “hepsi sanıkların lehine işleyecek şekilde” diye nitelemiş ve dosyaya girmesi beklenen bazı raporların gelmemesinin sanki sanıkların lehine bir durum gibi lanse etmişlerdir. Operasyonun ilk gününden bu yana arkadaş camiamızın karşılaştığı hukuksuzluklar, iddianamenin hazırlanmasındaki özensizlik, alenen ihlal edilen onlarca hukuk ilkesi ve duruşmalar boyunca yapılan usulsüzlükler hukuk tarihine ibret olarak geçecek kadar çoktur. Savcılığın az yukarıda bahsetmiş olduğumuz açıklaması da bu açıklamamızın tezahürü mahiyetindedir. Buna rağmen arkadaş camiamız Yüce Türk Adaletine ve Devletimize sonuna kadar güvenmekte, sabır ve itidalle yargılamanın neticelenmesini beklemektedir.
Sözde Adnan Oktar’a ait olduğu iddia edilen ancak kurgu ve montaj ile hazırlandığı alenen belli olan bir takım ses kayıtlarının incelenmesini Mahkemeden talep eden ise Adnan Oktar’ın bizzat kendisi ve avukatlarıdır. Dolayısıyla bu raporun bir türlü hazırlanmaması Mine Hanımın öne sürdüğü gibi yargılananların lehine bir durum değildir. Tam tersine Sn. Adnan Oktar ve arkadaşlarının dosyada yaşadığı sayısız mağduriyetten sadece biridir. Zira bu rapor geldiğinde koskoca bir dosyanın baştan sona kurgu, montaj ve iftira üzerine kurulu olduğu bilimsel olarak ortaya konacaktır.
Yazıda konusu geçen bazı bayanların iddianamede yaşları büyük olarak geçmesi ise bir hata değildir. Arkadaşlarımızın “küçük çocuğa cinsel taciz” gibi ahlak dışı bir suçu hiçbir zaman işlemediğinin göstergesidir. Dosyada tecavüze uğrayan küçük çocuk olmadığı Adli Tıp Raporlarıyla da belgelenmiştir.
Görüldüğü gibi Mine Kırıkkanat hanımın bilgi eksikliği veya yanlış yönlendirilmesinden kaynaklanan asılsız ithamlarla dolu yazısını, araştırıp incelemeden dosyanın taraflarının bilgisine başvurmadan yayınlamak Yeni Akit Gazetesi ve Oda TV’nin de gerçek dışı bir habere aracı olmasına sebep olmuştur. Aklına, vicdanına, temel insan haklarına gösterdikleri saygıya inandığımız bu kardeşlerimize yakışan ön yargılardan ve ideolojik taassuplardan uzak, tarafsız, adil, hakkaniyetli bir yayın çizgisini muhafaza etmeleri, her zaman sevgiden ve kardeşlikten yana, yapıcı ve birleştirici bir üslupla iyiliklere vesile olmalarıdır.
Bu tarz gerçek dışı spekülatif haberlerin basınımızda hiç yer almaması temennisiyle, doğruları kamuoyunun bilgisine sunarız.
Saygılarımızla.
#adnan oktar#uyap#oda tv#yeni akit#gazetesi#mine kırıkkanat#pelın akçalı#cumhuriyet gazetesi#harun yahya#adnan hoca#kedicikler
0 notes
Text
ARKADAŞIMIZ SEDAT ALTAN'DAN DEĞERLİ GAZETECİMİZ SAYIN AHMET HAKAN'A AÇIK MEKTUP
Değerli Üstadımız Sayın Ahmet Hakan;
Ben, Cem Sedat Altan. Sayın Adnan Oktar ve arkadaşları hakkında açılan dava kapsamında 2 yıldan bu yana tutuklu bulunuyorum. Adnan Bey ve diğer arkadaşlarım gibi ben de hayatımda hiçbir suça karışmadm. Bu dava dosyasında da hiçbir suçum olmadığı ve aleyhimde öne sürülen ithamlarla ilgili tek bir suç delili bile ortaya konmadığı halde camiamıza yönelik çok kapsamlı bir kumpasın parçası olan yalan beyan ve iftiralar nedeniyle halen Silivri 9 No.lu Kapalı Ceza İnfaz Kurumu'nda tutukluluğum devam ediyor.
9 Haziran 2010 tarihinde yayınlanan “Askeri casusluk ve gazetecilik” başlıklı makalenizde aydın, dürüst, tecrübeli, açık sözlü ve haksızlıklara karşı kararlı duruşuyla tanınmış bir gazetecimiz olarak, basın mensupları Müyesser Yıldız ve İsmail Dükel’in siyasal ve askeri casusluk suçlamasıyla gözaltına alınmalarını gündeme getirdiniz.
Yazınızda, aynı zamanda bizim camiamızı da yakından ilgilendiren ve tümüyle katıldığımız çok önemli bir tespitinizi dile getirdiniz:
"Askeri casusluk” iddiası, çok ama çok ciddi bir iddia...
Vatana ihanetin en üst noktas��...
Daha ötesi yok!
İşte tam da bu nedenle böyle bir iddianın altının çok sağlam kanıtlarla doldurulması şart...
Hangi askeri belge, nereden temin edilmiş?
Belgeler hangi düşman kuvvetlere verilmiş?
Hepsinin tek tek ortaya konması ve bütün kuşkuların ortadan kaldırılması gerekir."
Sayın Adnan Oktar ve aynı dava kapsamında yargılanan tüm arkadaşlarımız adına benzer mağduriyetleri misliyle yaşayan bir camianın mensupları olarak bu konuya gösterdiğiniz hassasiyeti son derece vicdani, tespitinizi de çok doğru, isabetli ve haklı bulduğumuzu belirtmek istedik.
11 Temmuz 2018 tarihli polis operasyonunda Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımızın gözaltına alınmalarıyla birlikte kendimizi bir anda TCK'daki neredeyse tüm suç maddeleriyle suçlanıyor vaziyette bulduk. Ne var ki ortada, bu uydurma suçlara dayanak olacak hiçbir suç unsuru, somut, inandırıcı ve gerçek bir suç delili ya da bir suçüstü durumu yoktu.
Sadece, geçmişten camiamıza husumetli olan bazı müştekilerin ve onların baskı ve tehditleriyle korkutularak sözde itirafçı ya da etkin pişman yapılarak aleyhimizde asılsız ve uydurma itham ve iftiraları sarf etmeye mecbur bırakılan bazı çaresiz arkadaşlarımızın gerçek dışı beyanları dışında dava dosyası bomboştur. Türkiye'nin önde gelen hukukçularının da ortak kanaati budur.
İtham edildiğimiz söz konusu suç maddeleri arasında aynı Sayın Müyesser Yıldız'a da yöneltildiği gibi "siyasi ve askeri casusluk" isnadı da var. Ancak, bu iddiaya dayanak olarak gösterilen, birkaç müşteki ya da sözde itirafçıya kurgulanıp dikte ettirilmiş beyanlar dışında öne sürülen tek bir somut delil yok.
Sizin de yazınızda dikkat çektiğiniz mantıklar doğrultusunda söz konusu iddiayı değerlendirmek gerekirse;
Bu iddianın altını dolduracak tek bir sağlam kanıt var mı? Sağlam değil, zayıf kanıt bile yok!
Hangi resmi, siyasi ya da askeri kurumdan bir gizli bilgi, belge ya da devlet sırrı kaçırılmış? Hiçbir kurumdan!
Hangi siyasi veya askeri gizli bilgi, belge, devlet sırrı kaçırılmış? Ortada öyle bir belge ya da sır yok!
Sözde gizli bilgi, belge, devlet sırları kim tarafından kaçırılmış? Hiç kimse!
Bu sözde casusluk faaliyeti hangi yabancı ülke adına yapılıyor? Hiçbir ülke!
Sözde siyasi ve askeri casuslarımız CIA mi, FSB mi, MI6 mi, Mossad mı... hangi istihbarat örgütüne çalışıyor? Hiçbiriyle uzaktan yakından ilgileri yok!
Arkadaşlarımız arasında herhangi bir devlet memuru, askeri ya da siyasi kurumlarda görevli kimse var mı? Tek bir tane bile yok!
İşte, her ne kadar garip görünse de bu akla ziyan iddianın saçmalığını ve mesnetsizliğini tam olarak ifade edebilmek için bu soruları sorup cevaplarını da ortaya koymak gerekiyor.
Sizin deyiminizle "çok ama çok ciddi" olan bu iddianın sözde dayanağı yalnızca, Türkiye ile yabancı bir ülkenin resmi görüşmelerinde zaman zaman ücretli simültane tercümanlık yapan yabancı uyruklu bir kişinin bazı arkadaşlarımızla olan tanışıklığından ibaret. Kaldı ki bu yabancı tercümanın görüşmelerden kaçırabileceği gizli bir bilgi, bir devlet sırrı da yok. Çünkü katıldığı bütün görüşmeler iki ülkeden çeşitli yöneticilerin ya da temsilcilerin katıldığı halka ve basına açık bilgilendirme toplantıları ve görüşmeleri... Konuyla ilgili olan herkes bilir ki ülkelerin aralarında düzenledikleri gizlilik gerektiren ikili kapalı görüşmelere ancak o ülkelerin Dışişleri Bakanlıkları'nın kayıtlı personeli olan belirli yeminli tercümanlar katılabilir. İddiaya dayanak gösterilen kişi ise ne herhangi bir ülkenin Dışişleri'ne ne de başka resmi kurumuna kayıtlı olmayan, yalnızca gizlilik gerektirmeyen halka açık basın ve bilgilendirme toplantılarına zaman zaman çağrılan freelance bir tercüman.
Diğer yandan, hakkımızda öne sürülen askeri casusluk iddiası başından beri hep âtıl kaldı. İddianame hiçbir somut delile dayandırılamadığı gibi, mahkeme sürecinde de hiçbir casusluk belgesi ortaya konamadı. Hangi askeri bilginin veya belgenin, kime, ne karşılığında iletildiği hususları hep delilsiz ve dayanaksız kaldı.
Konuyla ilgili gönderdikleri yazılarda, Dışişleri Bakanlığımız ve MIT teşkilatımız da, iddiaya sözde dayanakmış gibi gösterilen kişi ve olaylardan yola çıkarak bir casusluk ithamı yapılmasının mümkün olamayacağını belirtmişlerdir.
Belgelerdeki ilgili bölümleri bir kopyasını aşağıda bilgilerinize takdim ediyorum :
Takdir edersiniz ki, gerçekten bir askeri casusluk durumu olsaydı, daha ilk günden bunun detayları konuşulur, konu günlerce, haftalarca gündemde kalır, halk ayağa kalkardı. Ama böyle bir şey 2 yıldır yaşanmadı, casusluk suçlaması da "önce ortaya atalım sonra altını doldururuz" türünden tüm diğer hayali suçlamalar gibi altı boş bir iddia olarak yalnızca lafta kaldı.
Ancak, ne acıdır ki bu tür sinekten yağ çıkarma metodlarıyla devlet, millet, vatan aşığı insanların hiçbir kanun ve hukuk gözetilmeden, tekrar sizin deyiminizle "vatana ihanetin en üst noktası" anlamına gelen, akla hayale sığmayacak en uç ithamlarla suçlanmaya ve karalanmaya çalışıldığı vahim ve ürkütücü hadiselere giderek daha sık şahit olmaktayız. Daha da acı olan bu haksızlık ve hukuksuzlukların yine kanun-hukuk mekanizmaları kullanılarak yapılmaya çalışılması.
Sayın Hakan, basından da takip etmiş olacağınız üzere, bize yöneltilen ithamlar aynı bu sözde askeri ve siyasi casusluk, vatan hainliği iftiraları gibi, hep kamuoyunda infial oluşturmayı hedefleyen özel seçilmiş ve kurgulanmış ithamlar. Kadınlara şiddet, işkence, alıkoyma, cinsel saldırı, çocukların istismarı... gibi.
Hepsi de akla gelebilecek en uç, en abartılı, insanları galeyana getirmeye, ortadaki asıl zulmü perdelemeye ve işlenen haksızlık ve hukuksuzlukları meşru göstermeye yönelik delilsiz, mesnetsiz, abartıda ve alçaklıkta sınır tanımayan iftiralardan ibaret. Hiçbirinin tek bir sağlam, somut, geçerli ve hukuki kanıtı yok. Bu suçlamalara tek dayanak gibi gösterilen ise yalan beyan ve iftiralar.
Bu yalan beyan ve iftiraların çok büyük bölümü ise, sonradan, baskı ve tehditle korkutularak sözde itirafçı ya da etkin pişman olmaya mecbur edilen arkadaşlarımıza aittir. Sırf dava dosyasına Sayın Adnan Oktar ve camiamız aleyhinde malzeme doldurmak adına, kumpasçılar tarafından arkadaşlarımıza, normalde hiçbir kadının kendi aleyhinde asla sarf etmeyeceği aşağılatıcı ve küçük düşürücü sözler söyletilmiştir. Olmadık iğrenç ve dehşet verici senaryoları hem ifadelerinde hem de medyada tekrar tekrar anlatmaya mecbur bırakılmışlardır.
Gerçekteyse, cinsel taciz, saldırı, tecavüz gibi suçlamaları somut olarak ispatlamak son derece kolaydır. Binlerce sayfa dolusu itham, iftira, hikaye veya senaryo uydurulana kadar tek bir iç çamaşırı, doku veya DNA örneği, tıbbi rapor, sözde tecavüzler sonrası hemen polise, savcılığa yapılmış başvurular, doktorlara, kliniklere, hastanelere gitme, tedavi görme, vb. olaylar ve bunların belgeleri, kayıtları sunulsa bu sözde iddialar desteklenmiş olurdu. Ancak, dosyada böyle tek bir somut belge, kayıt, delil, vb. yoktur. Çünkü asıl amaç hukuki bir dosya sunmak değil amansız bir karalama kampanyası yapmak olduğu için binlerce sayfalık hiç yaşanmamış kurgu hikayeler, akıl almaz çirkin ve ahlak dışı anlatımlar üretilmiştir.
Dahası, tecavüze uğradıklarını iddia edenlerin bu iddialarının asılsız olduğu, Adli Tıp kurumunda yapılan detaylı tetkik ve muayeneleri sonucunda hazırlanan ruhsal ve fiziksel heyet raporları ile tek tek çürütülmüştür. Sözde çocuk istismarına dayanak gibi gösterilen ve A9 stüdyosunun bahçesinde toplu çekilmiş bir hatıra fotoğrafının ise annenin refakatinin olduğu bir ortamda çekildiği ancak bu fotoğrafın, annenin görüntüsü özellikle kesilip çıkarıldıktan sonra savcılığa verildiği ortaya çıkmıştır.
Diğer yandan, operasyonun hemen öncesinde emniyet ve yargı birimleri camiamızı 2 yıl boyunca gizli teknik takip altına alarak tüm hareketlerimizi, konuşmalarımızı, mesajlaşmalarımızı izlemiş, ortam dinlemeleri yapmış, kamera kayıtları almıştır.
Bu nedenle, eğer iddia edildiği gibi ortada köle haline getirilmiş, esir tutulan, her gün cinsel şiddete, sömürüye, saldırıya maruz kalan kadınlar varsa, küçük çocuklara korkunç cinsel istismarlar yapılıyorsa, askeri ve siyasi casusluk faaliyetleri tüm hızıyla sürüyorsa, her türlü suç işleniyorsa, 2 yıl boyunca bizi an an, adım adım takip eden emniyet birimlerimizin bu dehşetli suçların işlenmesine göz yumması, hiçbir suç üstü yapmaması, müdahale etmemesi, o sözde zavallı kadınları, küçük çocukları kurtarmaması, devlet sırlarının yabancı ülkelere sızdırılmasına izin vermesi elbette ki olacak şey değildir.
Demek ki iddia edilen bu uydurma suçların, bu hayali olayların hiçbiri gerçekte yaşanmamıştır. Zira, teknik takibin başlamasından operasyon anına kadar geçen 2 sene boyunca emniyet güçlerimiz tarafından hiçbir suçüstü ya da müdahale yapılmamış, bunu gerektirecek hiçbir durum vaki olmamıştır. Operasyon esnasında da aynı şekilde, eş zamanlı olarak kapıları koç başlarıyla kırılarak ani baskınla girilen 120 ayrı evin hiçbirinde herhangi bir suç unsuru ya da suç üstü olayla karşılaşılmadığı gibi, tek bir uygunsuz duruma dahi rastlanmamıştır.
Eğer bu dosyada öne sürülen iddialardan tek bir tanesi bile doğru olsaydı, gerçekten de ortada iddia edildiği gibi çok çok ciddi, vahim, akıl almaz suçlar olsaydı Türkiye'de yer yerinden oynar, insanlar galeyana gelirdi. Ancak, bir kısım medyanın aleyhimizde 2 yıldır her çeşit iftira, karalama ve provokasyon yöntemini denemesine rağmen manipüle edilmeye açık, sürü psikolojisiyle güdülen cahil ve bilinçsiz küçük bir güruh dışında aklı başında, şuurlu, uyanık hiç kimse bu saçma ve uydurma iddialara zerre kadar itibar etmemekte, kale bile almamaktadır. En üst düzeydeki insandan sokaktaki vatandaşımıza kadar herkes bu iddiaların gerçek olmadığının farkındadır ve tüm bu dehşet verici hayal mahsulü hikayelere karşı en ufak bir reaksiyon gösterme ihtiyacı dahi hissetmemektedir.
Sizin de belirttiğiniz gibi, vatana ve millete karşı işlendiği öne sürülen her suçlama çok ağır ve ciddi ithamlardır ve ancak kesin ve somut delillere dayanıyorsa ciddiye alınıp değerlendirilmelidir. Bu şartı yerine getirmeyen ve delili olmayan her iddia ise açık birer iftiradır.
Geriye sadece dekolte giyindiği, dans ettiği ve bu medeni davranışları takdir ve tasvip ettiği için akla ziyan bir biçimde haklarında yüzlerce yıl istenen insanlar kalmıştır.
Her şeyin alabildiğince bu derece özgür bir şekilde yaşandığı ülkemizde bazı arkadaşlarımızın dekoltesinin ve eğlencesinin neden bu kadar büyük bir öfke ve nefrete sebep olduğu üzerinde durulması gereken ciddi bir sorundur. Öyle ki bu nefret, sırf dekolte giydiler ya da dekolte giyilmesine karışmadılar diye arkadaşlarımızın yüzlerce yılla yargılanmalarına sebep olmaktadır.
Eğer bu insanlar bizim camiamız içinde yer almasalar, Sayın Adnan Oktar'ın arkadaşları olmasalar ama yine o dekolte kıyafetleri giyseler, yine o dansları yapsalar, yine o bikinilerle poz verseler hatta tüm bunların onlarca kat fazlasını misliyle yapsalar kimse onlara karışmayacak, bu durumdan rahatsız olmayacaktı.
Bugün dekolte kaynaklı rahatsızlık sebebiyle yüzlerce yılla yargılanan arkadaşlarımız bizim camiamızdan ayrıldıklarını söyleseler ve aynı dekolte yaşamlarına devam etseler hiç kimse giyimine kuşamına, yaşam biçimine karışmayacaktı.
Bugün A9 TV yayınlarındaki dansı, eğlenceyi gece gündüz eleştirenler yarın aynı arkadaşlarımız aynı dansı ve daha fazlasını bizim camiamız dışındaki bir ortamda mesela bir tatil beldesinde, bir diskoda, gece klübünde yapsa alkışlarla izleyeceklerdir. Açıktır ki burada asıl rahatsızlık konusu olan dekolte değildir.
Bizden asıl istenen de kimin ne giydiği, nasıl yaşadığı değil, 30 yıllık, 40 yıllık arkadaşlarımızla, dostlarımızla, ahiret kardeşlerimizle, Adnan abimizle bundan böyle asla görüşmememiz, kısaca dağılıp gitmemizdir.
Bizim de asla böyle bir düşünce ve niyetimiz olmadığını ve olamayacağını da burada yeri gelmişken belirtmek istiyoruz. Değerli gazetecilerimizin istenmedik gözaltı ve tutukluluk olaylarına gösterdiğiniz hassasiyet vesilesiyle bizim de 2 yıldır yaşadığımız mağduriyetleri güvendiğimiz değerli bir kardeşimiz olarak sizinle de paylaşmak istedik.
En içten saygılarımla ve başarı dileklerimle.
Cem Sedat Altan
#adnan oktar#cem sedat altan#sedat altan#casusluk#askeri casusluk#iddiaları#tbav#kadına şiddet alıkoyma#zulüm#işkence#tehdit#harun yahya#adnan hoca#dava#mahkeme#silivri#istanbul cezaevi#tutuklu yargılama#medya#ahmet hakan#müyesser yıldız#dış işleri bakanı#mıt#gizli istihbarat#cıa#mı6
0 notes
Text
MUHAFAZAKAR CAMİADA HAKKIMIZDA MERAK EDİLEN BAZI SORULARA CEVAPLAR
Zaman zaman basına yansıyan gerçek dışı haberlerin etkisiyle zaman zaman da önyargılardan kaynaklanan bazı soruların cevaplarını kamuoyu ile paylaşmakta fayda görüyoruz.
SORU –1–Sizler örgüt gibi hareket eden bir arkadaş grubu musunuz? Yaptığınız tüm faaliyetler örgütlü bir faaliyet olarak görülemez mi? Ortada bir suç örgütü olmadığının delilleri var mı?
CEVAPLARIMIZ :
Bizler sadece Allah rızası için, samimiyetle ve iyi niyetle hareket eden, aynı inanca ve aynı ülküye sahip, inancımız ve ideallerimiz için her türlü fedakarlığa hazır, vatana aşık, Devlete itaatli, dindar bir arkadaş grubuyuz. Sayın Adnan Oktar beyin dürüstlüğü, candanlığı, tevazusu, azmi, cesareti ve temiz vicdanının her birimiz üzerindeki olumlu ve güzel etkisi, bizleri vatana millete faydalı insanlar haline getirmiştir. 40 yıldır Devletimizin gözleri önünde olan insanlarız, birden bire yerin altından çıkmadık, bugüne kadar hiçbir gizli saklı faaliyet içinde olmadık. Her şeyimizi ekranlarda milyonların gözü önünde yaşadık, ne düşünüyorsak, neye inanıyorsak milyonların gözü önünde anlattık. Kanunlarımıza hiçbir zaman saygısızlık yapmadık. Allah’ın sınırlarını koruduk. Bir hatamız ve yanlışımız olduğu söylendiğinde de eleştiriye hep açık olduk. Türk İslam Birliği’nin oluşması, İslam ahlakının dünyaya yayılması, Darwinizm ve materyalizmin bilimsel olarak yıkılması için örneğine az rastlanır bir gayret ve etkiyle yaptığımız kültürel faaliyetlerin malum çevrelerde oluşturduğu rahatsızlık zaman zaman camiamıza karşı kumpasların, komploların kurulmasına sebep olmuş, bu kumpaslar doğrultusunda defalarca “suç örgütü suçlamasıyla” karşı karşıya kalmışızdır. Ancak, her defasında Yüce Türk Adaleti bu kumpasları bozmuş, hukuki olarak da suç örgütü olmadığımız, bu tür illegal bir faaliyet ve yapılanma içinde olmadığımız ispatlanmıştır.
Türkiye’de bir vakıf etrafında faaliyet gösteren sayısız dindar ve milliyetçi camia vardır. Cemaatler ve tarikatlar da ülkemizin kıymetli değerleridir. Örneğin Süleyman Hilmi Tunahan Hazretlerine sevgi, hürmet ve içten bir saygıyla bağlı olan, ona duydukları sevgiden hareketle bir araya gelmiş ve Kuran ahlakının yayılması için yıllardır özveriyle hareket eden Süleymanlı kardeşlerimiz, Mahmut Efendi Hazretleri’nin etrafından toplanmış İsmailağa camiası, birbirinden kıymetli Nur Talebeleri, her kesimden gence kapısı açık olan Menzil Cemaati, bir çok siyasetçimizin de tedrisatından geçtiği İskender Paşa Cemaati gibi birlikte hareket eden, ortak değerlere sahip, birbirine kardeş gibi sevip koruyan ve sahip çıkan, fedakar ve cefakar çok sayıda grup bulunmaktadır. Her birinin vakıfları, bu vakıflar bünyesinde gerçekleştirdikleri kültürel faaliyetleri vardır. Televizyon yayınları, radyoları, gazeteleri bulunmaktadır. Her bir camia kendi içinde kıyafetleri, zevkleri, üslupları, yaşam tarzları, dini yorumlama şekilleri tek bir yapı göstermektedir. Hatta öyle ki dış görünümüne, konuşma üslubuna, seçtiği kelimelere, kıyafet rengine hatta bıyık ve sakal modeline bakarak dahi hangi kişinin hangi cemaatten olduğunu anlayabilmek mümkündür. Tüm bunlarla birlikte, Süleymanlılar, Nur Talebeleri, Menzil cemaati, İsmail Ağa Camiası, İskender Paşa cemaati ve daha niceleri nasıl asla suç örgütü olarak görülemez ve değerlendirilemezse bizler için de suç örgütü ifadesinin kullanılması imkansızdır. Bu mümtaz cemaatlerin her birinin dini kendine göre farklı yorumlaması ve uygulaması, cemaat mensuplarının birbirleriyle ticaret yapmaları, birbirlerini koruyup kollamaları, aynı cemaat içinden evlilik yapmaları, düşünceleri doğrultusunda birlikte kültürel faaliyetler düzenlemeleri, vakitlerini birlikte geçirmeleri, aynı camide toplanıp aynı derneklerde bir araya gelmeleri nasıl suç olarak görülemezse bizlerin yaşantısında da suç olarak görülecek hiçbir yön yoktur. İnanıyoruz ki bizlere bu soruları yöneltenlerin bir çoğu da bu cemaatlerden herhangi birine mensup olmuştur ve bu gerçekleri bizden daha iyi bilmektedir.
1999 yılında da -28 Şubat döneminin getirdiği ortam içerisinde- camiamıza yapılan operasyon sonucunda günümüzdeki aynı iddialarla “SayınAdnan Oktar ve arkadaşlarının suç örgütü olduğu” iddia edilmişti.O zaman da şimdi olduğu gibi hiçbir hukuki dayanağı ve somut delili olmadığı halde “İslamcılık kisvesi altında bir suç örgütü oluşturulduğu … İslam dinini kendine göre yorumladığı … Dini kuralları kendilerince değiştirdikleri … Sundukları imkan ve cazibelerle ya da gerçekleştirdikleri şantaj, komplo ve tehditlerle insanları kendilerine tabi kılmaya çalıştıkları … bu kişileri cinsel ve ekonomik yönden sömürdükleri bunu gerçekleştirmek için de baskıcı yöntemler kullanıp insanları yıldırmaya, korkutmaya sindirmeye çalıştıkları …” gibi sayısız iftiraya dayalı isnatlar ortaya konulmuştu. Ancak yargılama süreci bu iddia ve isnatların geçersiz olduğunu gözler önüne serdi.İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 2006/26 Esas ve 2007/7 Karar sayılı dosyası ile suç örgütü yöneticisi ve üyesi iddiaları ile yargılanan kişiler hakkında beraat kararı verildi.Bu karar kesinleşti. Böylece bugün olduğu gibi o zaman da hakkımızda öne sürülen güya suç örgütü olma, sözde şantaj ve tehditlerde bulunma, cinsel taciz ve tecavüz olaylarının olması, infak adı altında gelir elde edilmesi gibi asılsız ithamlar her yönüyle araştırıldı, incelendi, değerlendirildi ve sonuç olarak TÜM BUNLARIN SADECE İFTİRADAN İBARET OLDUĞU HUKUKEN ORTAYA KONULDU.
O dönemde de aleyhimizdeki ithamlar hem hukuki hem de ilmi olarak çeşitli makamlar, bilirkişiler ve kurullar tarafından da değerlendirilmiştir. Sunulan sayısız mütalaa ve konusunda uzman yetkililerin verdiği raporlar gerçeklerin bu iftiralarla uyumlu olmadığını ortaya koymuştur:
– Sayın Adnan Oktar’ın kitapları hakkında İlahiyat Fakülteleri’nin ve konusunda uzman din alimlerinin hazırladığı raporlar bu kitaplarda Kuran’a ve sünnete uygun olmayan tek bir husus dahi olmadığını belgelemiştir.
– Sözde örgüt evi olarak gösterilmeye çalışılan evlerimizde konuk ettiğimiz sayısız Bakan, Milletvekili, bürokrat, akademisyen, aydın ve Türkiye’nin önde gelen insanları hayatımıza şahit olduklarını, evlerimize defalarca geldiklerini, örgütsel hiçbir faaliyet görmediklerini Mahkemeye yazılı beyanlarıyla bildirmişlerdir. Devleti yöneten bilgi birikimine ve tecrübeye sahip bu kişilerin en ufak bir örgütsel tutumu gözlemleseler ya da tanık olsalar asla bizlerin evlerinde konuk olmayacakları aşikardır.
– Çok sayıda profesör ve hatta hukuk fakültesinin ceza ve ceza usul anabilim dalı hocalarının, TCK’nu hazırlayan kıymetli hukuk insanlarının, hocaların hocası olarak kabul edilen zatların dahi tamamının hazırlamış oldukları mütalaalar da “suçun olmadığını ve suç örgütüne yönelik şartların kesinlikle gerçekleşmediğini, bu nedenle de suç örgütünün oluşmadığını” hukuk açısından bilimsel olarak ortaya koymuştur. Dosyayla ilgili olarak Almanya, İngiltere, İtalya gibi ülkelerde hukuk eğitimi veren Profesörlerden alınan mütalalarda da camiamızın bir suç örgütü olamayacağı delilleriyle anlatılmıştır. Dosyamıza, bir suç örgütü olmadığımıza dair mütalaa sunan isimlerden bazıları şunlardır:
PROF. DR. ERSAN ŞEN, PROF. DR. MEHMET EMİN ARTUK, PROF. DR. AHMET GÖKÇEN, PROF DR. BAHRİ ÖZTÜRK, PROF. DR. ÜMİT KOCASAKAL, PROF. DR. ÇETİN ÖZEK, PROF. DR. DOĞAN SOYASLAN, PROF. DR. EROL CİHAN, PROF. DR. A. CANER YENİDÜNYA, PROF. DR. TURHAN TUFAN YÜCE, PROF. DR. UĞUR ALACAKAPTAN,
OXFORD ÜNİVERSİTESİ, ALMANYA KÖLN ÜNİVERSİTESİ, WASHİNGTON HUKUK KOLEJİ İNSAN HAKLARI MERKEZİ, ROMA ÜNİVERSİTESİ, BARİ ÜNİVERSİTESİ, İTALYA CAMERİNO ÜNİVERSİTESİ, İTALTA URBİNO ÜNİVERSİTESİ, CASSİNİ ÜNİVERSİTESİ, FERRARA ÜNİVERSİTESİ, İNDİANA ÜNİVERSİTESİ, ALMANYA MANHEİM ÜNİVERSİTESİ, PALERMO ÜNİVERSİTESİ, ALMANYA REGENSBURG ÜNİVERSİTESİ, AVUSTURYA SALZBURG ÜNİVRSİTESİ, ALMANYA TUBİNGEN ÜNİVERSİTESİ CEZA HUKUKU PROFESÖRLERİ,
“SINIR TANIMAYAN AVUKATLAR” İSİMLİ İNSAN HAKLARI ÖRGÜTÜ’NÜN İTALYA ŞUBESİ BAŞKANI PROF. AV. PAOLO IORIO BAŞTA OLMAK ÜZERE, ORDİNARİUS PROF. DR. WALTER GROP, İNGİLTERE “INSS OF COURT SCHOOL OF LAW” HUKUK EĞİTMENİ ADRIAN EVITTS, CEZA HUKUKU TULLIO GALLIANI.
Özetle, şu anda dosya kapsamında korkutma, zorlama ve yıldırmayla alınan gerçek dışı beyanlar haricinde tek bir somut delil bulunmamaktadır. O zaman olduğu gibi şimdi de bu iddiaların hukuki bir değeri yoktur. Bu, hukuki delillere dayanan bir suç örgütü davası değil, yerli ve milli olduğumuz için, Darwinizme ve materyalizme ilmi darbe indirdiğimiz için, Hükümetimizin ve Devletimizin yanında olduğumuz için, Müslümanların aydınlık yüzü olduğumuz için, İngiliz derin devletinin oyunlarını ifşa ettiğimiz için düzenlenen bir linç ve imha operasyonudur. Bu operasyon o zaman da başarılı olamamıştır, şimdi de başarılı olamayacaktır.
SORU –2–Aranızda hiyerarşik bir yapılanma var mı? Yargılananların duruşma salonunda Adnan Oktar’a gösterdikleri sevgi ve ilgi, verdikleri ifadelerde birbirlerine sevgilerini anlatmaları ve Adnan Oktar’a hürmetlerini dile getirmeleri ortada hiyerarşik bir yapılanma olduğu anlamına gelmez mi?
CEVAPLARIMIZ :
Her şeyden önce gerek eğitimimiz gerek içinde bulunduğumuz sosyal çevre, gerek kişiliklerimiz sebebiyle aramızda hiyerarşik bir yapılanma olması teknik olarak mümkün değildir. Bizleri tanıyan herkesin yakından bildiği bu gerçek yargılama süresince Mahkeme huzurunda da müşahade edilmiştir. Bizlerin herhangi bir kişiden talimat alması ya da bir insana talimat vermesi kabullenebileceğimiz bir durum değildir. Bizler talimatımızı sadece kendi vicdanlarından alan hür iradeye ve vicdana sahip insanlarız. Eğer bir iyilik yapmak için, Kuran ahlakını yaşamak için, güzel ahlak göstermek için talimat almamız gerektiği iddia ediliyorsa bu aslında bizlere yönelik bir nevi hakaret gibi olur. Bizlerin iman, vatan, millet için hizmetleri talimatların değil içimizden gelen coşkunun neticesidir. Üstelik birçoğumuz birbirimizi neredeyse bir ömür boyudur tanımaktadır. 30 yılı aşkın dostluğumuz içinde kimsenin kimseye Kuran’da bildirildiği gibi “takva dışında bir üstünlüğü yoktur.” Bu üstünlük de ancak Allah Katında ve takdirindedir. Bizler, “Allah yolunda kurşunla kaynatılmış gibi” birbirini çok seven ve değer veren kardeşleriz.Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin hikmetle ifade ettiği gibi, “Kardeş kardeşe peder olamaz, mürşid vaziyeti takınamaz” inancına sahibiz.
Sayın Adnan Oktar’a olan sevgimiz ve hürmetimiz ise her birimizin kendi hayatımızda bizzat şahit olduğumuz güzelliklere dayalı, içten gelen, engellenmesi ve durdurulması ise mümkün olmayan samimi bir duygudur. Bu, Adnan Oktar Bey'den yıllar boyunca gördüğümüz karşılıksız sevgi, ince düşünce, nezaket, saygı ve içtenlik; her durumda kendisinden önce hep Müslümanları düşünüyor olmasına binlerce defa tanık olmamız, hayatının her anına hakim olan müthiş fedakarlık, hamiyet ve akıl, Allah aşkı ve Allah korkusu, Kuran’a titizlik, insanları ısrarla hep iyiye ve güzelliğe çağırması, asla bir insandan vazgeçmemesi, hep sabırlı, şefkatli ve merhametli olması, her zaman sözün en güzelini söylemesi gibi yüzlerce somut delile dayalı, aklen ve kalben oturmuş bir sevgidir.Böyle samimi bir sevgi engel tanımaz. Dostların ve kardeşlerin birbirine sevgi göstermesi de yerle mekanla sınırlı olmaz. Mahkeme salonunda da olsak sarayda bir davette de bulunsak önceliğimiz her zaman sevdiklerimize ilgimiz, alakamız, güzel söz ve bakışlarımız, inceliğimiz, nezaketimizdir. Bizlerin Kuran’dan ve Peygamberimiz (sav)’in üstün ahlakından aldığımız ders budur. Dolayısıyla, Adnan Oktar Bey’e mahkeme salonunda gösterilen teveccüh herhangi bir hiyerarşinin değil, insanların büyük çoğunluğunun belki de hayatında hiç yaşamadığı o yüzden de gıpta ile izlediği coşkulu bir sevginin tezahürüdür. Kanunlarımıza göre ise sevgi suç değildir.
Bu güzel sevginin örnekleri Türk Siyasi hayatı içinde de çokça görülmektedir. Örneğin Sayın Turgut Özal, Sayın Süleyman Demirel, Sayın Erbakan Hocamız hep ehli tarik insanlardı. Sayın Cumhurbaşkanımız da ehli tarik bir insandır. Kendisinin sık sık tarikat ve cemaat büyüklerini ziyaret edip ellerini öpmesi, yanlarında hürmet ve saygı ile bulunması nasıl ki hiyerarşik bir yapılanma anlamı taşımıyorsa bizlerin sevgisinin de hiyerarşik bir yönü yoktur. Ak Partili birçok milletvekilimiz ve bakanımızın Menzil Cemaati başta olmak üzere çeşitli cemaatlere çok yakın olduğu bilinen bir gerçektir. Benzer şekilde bürokraside, akademide, devletin çeşitli kademelerinde çok sayıda ehli tarik insan vardır. Bilinen bazı hukukçu profesörlerimiz de ehli tariktir. Bu onların bir hiyerarşi içerisinde hareket ettiği ya da suç işlemek için ya da başka bir nedenle emir aldığı anlamına gelemez. Nasıl ki bazı devlet büyüklerimizin, siyasilerimizin, akademisyenlerimizin, hukukçularımızın farklı cemaatlerin mensubu olması hiyerarşik bir yapının içinde olmak şekliden değerlendirilemezse aynı şekilde Adnan Oktar ve bizler de bu anlayışa değerlendirilemeyiz.
Kaldı ki o mahkeme salonunda başka bir camia yargılanıyor olsa, örneğin Süleymanlılar grubunun davası söz konusu olsa aynı sevgi o camiadan kardeşlerimiz tarafından büyüklerine karşı da gösterilecektir. İsmailağa cemaati yargılanıyor olsa ve salona Mahmut Efendi Hz.leri girse haklı olarak kardeşlerimiz büyük bir hürmet göstereceklerdir. Bunu bir suç örgütü yapılanmasına özgü hiyerarşik bir tutum olarak algılamak en hafif tabiriyle imani sevgiyi bilmemekten kaynaklanıyor olabilir. Bunun yanı sıra bir üniversite hocası, bir sevilen bir hukuk profesörü bir toplantı salonuna girdiğinde nasıl talebeleri tarafından ilgiyle karşılanıyorsa, yıllarını insanlarım maneviyatına vermiş insanların da ilgi ve sevgiyle karşılanması olağandır.
Şunu da ifade etmek gerekir ki, katı hiyerarşinin olduğu ortamlarda sevgi olmaz. Sadece korku, dehşet, aklın dumura uğraması ve gerginlik olur. Adnan Oktar beye yönelik coşkulu sevgi ve ilgi ise tek başına bizlerin arasında hiyerarşik bir yapı olmadığının, bir ast üst ilişkisi bulunmadığının, talimatla hareket etmenin asla söz konusu olmadığının en açık ve net ispatıdır.
#adnan oktar#merak edilen sorular#muhafazakarlar#adnan hoca#kedicikler#tbav#süleymancılar#mahmut efendi#süleyman demirel#turgut özal#necmettin erbakan#tarikat#mahkeme#müştekiler#iftira#kumpas#tck#kanunları#profesör#avukatlar#iddianame#ismailağa#istanbul#türkiye#silivri cezaevi#sorular#cevaplar#merak edilenler
0 notes
Text
SN. ENVER AYSEVER’İN PROGRAMINDA GÜNDEME GELEN İTHAMLARIN CEVAPLARI
4 Mayıs 2020 tarihinde, Enver Aysever’in Halk TV’de yayınlanan Ayrıntılar isimli programında, Mine Kırıkkanat ve Adil Serdar Saçan tarafından camiamız hakkında hiçbir doğruluğu olmayan ithamlara yer verilmiştir. İfade özgürlüğüne ve basın etiğine olan inancına güvendiğimiz Enver Aysever Bey’den beklentimiz konunun tüm taraflarına kendini ifade etme hakkı vermesiydi. Yayın esnasında bu imkan bizlere tanınmamış olduğu için, Sn. Adnan Oktar ve arkadaşlarımız hakkında ortaya atılan tümüyle gerçek dışı ve hiçbir somut delil ve belgeye dayanmayan bu ithamlarla ilgili cevaplarımız aşağıda yer almaktadır.
Öncelikle ifade etmek isteriz ki gerek kendi köşesinde gerekse söz konusu yayında bir takım mesnetsiz ithamlarda bulunan Sn. Mine Kırıkkanat davanın taraflarından biridir. Mine Hanım, tarafı olduğu bir dava hakkında kamuoyunu ve yargıyı yönlendirmek anlamına gelebilecek açıklamaların hukuka ve temel insani değerlere uygun olmadığını son derece iyi bilecek eğitim, görgü ve kalite anlayışında olduğuna inandığımız bir gazetecidir. Hukukun temel ilkesi olan “masumiyet karinesi”ni yani, "suçu ispatlanana kadar her insanın masum olduğu" gerçeğini kendisine hatırlatarak aşağıdaki hususları kamuoyunun takdirine sunuyoruz.
Sn. Adnan Oktar ve arkadaşları hiçbir somut delile ve bulguya dayanmayan, tamamen afaki beyanlar üzerine bina edilmiş bir iddianame sebebiyle 22 aydır tutuklu yargılanmaktadırlar. Haklarında öne sürülen ithamların hiçbirinin doğru olmadığı ise yargılama süreci boyunca dosyaya giren Adli Tıp, Masak, Dış İşleri Bakanlığı, MİT gibi devlet kurumları tarafından hazırlanan raporlarla yani somut belge ve bulgularla açıkça ortaya çıkmıştır. Yani bir yanda hiçbir delili olmayan, gerçeği yansıtmayan baskı ve zor altında verilmiş asılsız, uydurma beyanlar diğer yanda ise masumluğumuzun ispatı olan somut deliller vardır. Hukuk somut delillere göre ilerleyen bir süreçtir. Mine Hanım ve Enver Bey’in de afaki beyanlara değil somut belge ve delillere itibar etmeleri gerektiğini düşünüyoruz.
Mine hanımın yazısında ve açıklamasında ısrarla kullandığı “mafya” kelimesi ise Sn. Adnan Oktar ve arkadaşlarıyla aynı cümlede asla yanyana gelemeyecek bir kavramdır. Adnan Oktar, hayatını Allah rızası için sevgiye, dostluğa, kardeşliğe adamış olan, yaklaşık 40 yıldır her konuyu sevgiyle çözmenin mücadelesini veren bir insandır. Kendisini tanıyan herkes Adnan Bey'in bir sevgi insanı, sevgi öğretmeni olduğuna bizzat şahit olmuştur. Nitekim, eğer iddia edildiği gibi camiamızda sevgisiz bir ortam söz konusu olsaydı bunca insan bir saniye bile o ortamda durmazdı. Sadece Adnan Oktar’ı sevdikleri ve arkadaşlıklarını devam ettirmek istedikleri için tutuklanma, iftiralara maruz kalma, mallarına mülklerine el konulması gibi sayısız badireye göğüs germezlerdi.
Aslında, Mine Hanım’ın yayın esnasında kullandığı bir ifade, anlattığı ithamlara kendisinin de inanmadığını göstermektedir. Adnan Oktar ve arkadaşlarının güya casusluk ve diğer bazı illegal yöntemlerle sözde mafyavari hareket ederek elde ettiği sonucun ne olduğunu Mine Hanım şöyle ifade etmektedir: “Milli Eğitim Bakanlığı'nın müfredatından evrim teorisini çıkartıp yaratılış teorisini ortaya koyabiliyorsanız bu mafyadan da öte bir şeydir.” Görüldüğü gibi tek başına bu cümle dahi ortada ne bir suç örgütü ne bir mafya ne de gerçek dışı beyanlarda anlatıldığı gibi casusluk, şantaj, tehdit gibi şeylerin olmadığının ispatıdır. Dünyanın hiçbir yerinde öğrencilerin doğru ve bilimsel bilgiye ulaşması için sözde mafyavari bir örgüt kurup güya casusluk yaptığı görülmemiştir. Adnan Oktar Bey de 1979’dan bu yana evrim teorisinin geçersizliğini anlatmaktadır. Bunu da yazılar, kitaplar, konferanslar, sergiler, internet siteleri, belgeseller gibi tamamen ilmi ve kültürel bir yolla yapmaktadır. Bir insanın fikrini, inancını, dünya görüşünü anlatması ve yayması ise anayasal güvence altında olan bir haktır.
Mine Hanım’ın yanlış bilgilendirilmiş olmaktan kaynaklandığını düşündüğümüz bir başka yanılgısı da, Adil Serdar Saçan ve bazı arkadaşlarımız arasında devam eden işkence davası hakkındadır. İşkencelere, baskılara ve her türlü dayatmaya karşı olduğuna inandığımız Mine Hanım’a yakışan işkence gibi en ağır insanlık suçu hakkında yorum yaparken çok daha titiz olmasıdır. Mine Hanım’ın bilmediği açık olan konulardan biri, söz konusu davada işkence olduğuna dair somut raporlar ve Mahkeme kararları olduğudur. 1999 yılında göz altına alınan ve Adil Serdar Saçan yönetimindeki İstanbul Organize Suçlarla Mücadele Şubesinde günler kalan arkadaşlarımızın bu süre zarfında işkenceye maruz kaldığı Adli Tıp Raporlarıyla sabittir. Hatta işkenceye maruz kalan arkadaşlarımızdan Halil Hilmi Müftüoğlu’nun yaşadıkları, Türk Tabipler Birliği ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı tarafından hazırlanan İşkence Atlası kitabına da konu olmuş, Türkiye’deki işkencelere örnek vaka olarak bu kitapta yer almıştır. Yargılama sürecinde 19 ayrı rapor ile arkadaşlarımızın işkence gördükleri konusunda uzman bilim adamları tarafından tespit edilmiş ve bu raporlar yargı makamına sunulmuştur.
Arkadaşımız Halil Hilmi Müftüoğlu'na 1999'da, Adil Serdar Saçan'ın müdürlüğü döneminde Organize Şube'de gözaltındayken yapılan işkence Türkiye İnsan Hakları vakfı tarafından hazırlanan "İşkence Atlası" kitabına geçmiştir
Daha da önemlisi aynı operasyonda Emre Çalıkoğlu isimli arkadaşımın işkence gördüğü İstanbul 1. Ağır Ceza Mahkemesi 2004/367 no.lu dosya, 2005/517 no.lu kararla hükme bağlanmıştır. Bu kararda, arkadaşımızın Adil Serdar Saçan yönetimindeki Organize Suçlar Şubesinde işkence gördüğüne hükmedilmiş, ancak işkence gördüğü esnada gözleri bantlı olduğu için işkenceyi yapan memurun tespit edilememesi sebebiyle yargılanan kişiler hakkında beraat kararı verilmiştir. Yani bu mahkeme kararı İŞKENCENİN KESİN OLARAK VAR OLDUĞUNU ortaya koymuş, yalnızca ilgili makamlar işkenceyi yapan memuru tespit edememişlerdir. Bu mahkeme kararının ardından İstanbul 3. İdare Mahkemesi 2016/2355 no.lu kararıyla da Emre Çalıkoğlu’na Adil Serdar Saçan ekibinden gördüğü işkence sebebiyle tazminat ödenmesine hükmetmiştir.
İstanbul 3. İdare Mahkemesi'nin, arkadaşımız Emre Çalıkoğlu'nun Adil Serdar Saçan'ın Müdürlüğü'nü yaptığı dönemde Organize Suçlarla Mücadele Şubesi'nde işkence gördüğünün sabit olduğunu hükme bağlayan kararı
Mine hanımın yanlış bilgilendirildiği bir diğer konu ise, kendisinin iddia ettiği gibi hiç kimse 19 yıl sonra ortaya çıkıp herhangi bir ithamda bulunmamıştır. Olayın gerçekleştiği 1999 yılında, hemen sonrasında işkence gören arkadaşlarımızın ailelerinin Devletimizin çeşitli birimlerini bilgilendirmeleri neticesinde 2006yılında yargılama başlamıştır. Aradan 19, 20, 30 yıl geçtikten sonra suni mağdurlar ve baskıyla oluşturulmuş şikayetçiler ortaya çıkaran ise Adnan Oktar ve arkadaşları değil, onlara karşı bu kumpası kuranladır. Şu anda Adnan Oktar ve arkadaşlarının yargılandığı davada gerçek dışı beyanlar vermeye mecbur bırakılan, zorla müşteki yapılan insanların büyük çoğunluğu 20-30 yıldır arkadaş çevremizde son derece mutlu bir hayat sürmüş insanlardır. Zorla, öyle olmadıkları halde sözde mağdurmuş gibi ortaya çıkmaya mecbur bırakılmışlardır.
Adil Serdar Saçan
Görüldüğü gibi, arkadaşlarımıza işkence yapıldığı Adil Serdar Saçan’ın öne sürdüğünün aksine, afaki bir iddia değil bilimsel raporlar ve mahkeme kararlarıyla sabit bir gerçektir. Adil Serdar Saçan’ın yayın sırasında gündeme getirdiği yargılama süreciyle ilgili ithamlar da gerçeği yansıtmamaktadır. Türkiye’de yargının ağır işlediği bilinen bir gerçektir. Her yargılama sürecinde karşılaşılan doğal süreçlerin ve yargının kendi içindeki işleyişinin Adnan Oktar ve arkadaşlarının suçuymuş gibi yansıtılması ise adil bir yorum değildir. Adil Serdar Saçan’ın iddiasının aksine, A9TV’de bir kez bile hakkında karalama yapılmamış, asılsız veya belgesiz bir açıklamada bulunulmamıştır. Yukarıda örneklerini vermiş olduğumuz işkence yapıldığının sabit olduğunu gösteren mahkeme kararlarının A9 yayınları esnasında gündeme gelmiş olması karalama değil, kamuoyunu bilgilendirmedir
Kamuoyunun bilgilerine saygılarımızla sunarız.
#mine kırıkkanat#adnan oktar#a9tv#enver aysever#halk tv#cumhuriyet gazetesi#Türkiye#işkence#darp#şiddet#tehdit#iftira#gerçekler#yalanlar#mahkeme#medya#basın#yayın#kuruluş#adil serdar saçan#işkenceci#harun yahya#istanbul#kitap#rapor#adli tıp kurumu#aslanlar#kedicikler#adnan hoca
0 notes
Text
'ABD' iddialarına Türkiye'den çok sert açıklama!
‘ABD’ iddialarına Türkiye’den çok sert açıklama!
Türkiye’nin Amerikan kanunlarını aşmak için komplo kurduğuna dair asılsız iddiaları yayma çabalarından derin endişe duyduklarını belirten Altun şunları kaydetti:
”Türkiye’nin Amerikan kanunlarını aşmak için komplo kurduğuna dair asılsız iddiaları yayma çabalarından derin endişe duyuyoruz.
Bu ithamlar, 15 Temmuz 2016’da yaşanan ve 251 masum insanın şehit edilmesiyle sonuçlanan hain darbe…
View On WordPress
0 notes
Text
3. Havalimanı'nda yolsuzluk tartışması
Detaylar için https://bagimsizweb.com/3-havalimaninda-yolsuzluk-tartismasi/
3. Havalimanı'nda yolsuzluk tartışması
CHP Milletvekili Aykut Erdoğdu, önemli iddialar öne sürmüştü. İGA Havalimanı İşletmesi İcra Kurulu Başkanı Kadri Samsunlu, yaptığı yazılı açıklamada iddiaları yalanladı.
Samsunlu, “Sayın Aykut Erdoğdu tarafından daha önce de ileri sürülen bu iddialar, geçmişte de yanıtlanmış ve resmî belgelerle asılsız olduğu kamuoyuna o zaman da belirtilmiştir. Buradan hareketle ortaya yeniden atılan aynı minvaldeki iddialar; 29 Ekim 2018 tarihinde açılışı yapılacak olan İstanbul Yeni Havalimanı ve İGA hakkında sürdürülen karalama kampanyasının devamı niteliğindedir. Tüm propagandanın kamuoyu nezdinde olumsuz algı yaratmak amacını güttüğü açıktır. Öncelikle ve önemle belirtmek gerekir ki, şirketimizin ve pay sahiplerinin yeni havalimanı projesinden 4,5 milyar Avro haksız kazanç elde ettiği iddiası, tamamen gerçek dışı olup ve son derece ağır bir iftiradır. İGA, tüm faaliyetlerini, yer teslimi, kot seviyesi ve kira ödeme takvimine ilişkin hususlar da dahil olmak üzere; mevzuata, Uygulama Sözleşmesi’ne ve İhale Şartnamesi’ne uygun olarak gerçekleştirmiştir ve gerçekleştirmeye devam etmektedir” dedi.
‘DHMİ’NİN KREDİ BORCUNA KEFALETİ KESİNLİKLE SÖZ KONUSU DEĞİLDİR’
Samsunlu, “Haksız kazanç elde etmek bir yana; bilakis, İGA ve pay sahipleri projenin yapım aşamasında, Uygulama Sözleşmesi’ndeki esaslı bazı maddi haklarından feragat etmiştir. Türkiye’yi dünya sivil havacılık sektörünün vazgeçilmez ülkesi yapmayı hedefleyen proje, İGA ve pay sahibi şirketler için milli bir görev niteliğindedir. Bu sebeple de yapılan fedakârlıklar, hiçbir zaman gündeme getirilmemiştir, getirilmesi de düşünülemez. İddialarda yer aldığı üzere, DHMİ’nin kredi borcuna kefaleti kesinlikle söz konusu değildir. Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı Basın ve Halka İlişkiler Müşavirliği’nin 26 Eylül 2018 tarihli basın açıklamasında da belirtildiği gibi, İstanbul Yeni Havalimanı projesinde hazine garantisi de bulunmamaktadır. Bu gerçek gerek medya gerek kamuoyu nezdinde defalarca tekrarlanmıştır” ifadelerini kullandı.
SAMSUNLU, ‘YIKICI VE PROVOKATİF’ DEDİ
Yeni havalimanıyla ilgili gerekli testlerin de yapıldığını kaydeden Kadri Samsunlu, “İstanbul Yeni Havalimanı ihalesinin kazanılmasından yer teslimine kadar olan süreçte İGA, gerekli zemin etüdü çalışmaları ile rüzgâr dahil sair çevresel etkilerin uluslararası standartlara uygun olarak ölçümlemesini yapmıştır. Bu konuyla ilgili düzenli olarak DHMİ, ilgili diğer resmi kuruluşlar, projeye finansman sağlayan kurumlara bilgi sağlanmıştır. Ne devlet kurumlarının ne de dünyaca saygınlığı bilinen finans kuruluşlarının iddia edilen teknik riskleri ihtiva eden bir projeye finansman temin etmeyeceği aşikardır. Sadece ‘kulaktan dolma duyumlara dayanan’, ‘resmî belgelerle desteklenemeyen’ iddialarla özverili çalışmaları gölgeleyecek söylemlerde bulunmak, büyük bir sorumsuzluk örneğidir. Dahası, yöneltilen asılsız iddialar, havalimanını 42 ay gibi dünya rekoru bir sürede yetiştiren emekçilere yapılmış bir hakarettir. Bu minvalde, projenin tamamlanması için bugüne kadar ter döken çalışanlarımızın iş koşullarına yönelik mesnetsiz ithamlar, işçi haklarını koruma kisvesi altında esasen projeye yönelik olarak sergilenen yıkıcı ve provokatif yaklaşımın bir tezahürüdür” dedi.
‘İGA VE HİSSEDARLARI GEREKLİ TÜM YASAL YOLLARA BAŞVURACAKTIR’
Samsunlu, ” İGA, İstanbul Yeni Havalimanı projesini bir ‘gurur projesi’ olarak görmektedir ve bu gurur bir şirkete ya da bir kesime değil, tüm milletimize aittir. Ortak milli kültür ve değerlerimiz, toplumun övünç kaynaklarını engelleyebilecek, onların önüne geçecek her türlü yanlışlığın karşısında durmamızı gerektirir. İGA , şu an yanında bulunan 32 bin işçisiyle ortak kültür ve değerlerimizin bu şekilde istismar edilmesinin karşısında durmaya, istismara engel olmaya devam edecektir. Projeyi ve projeyi gerçekleştirmekte olan şirket ya da pay sahiplerini karalama gayesiyle Sayın Aykut Erdoğdu’nun öne sürdüğü ve / veya aynı mantıkla öne sürülen/sürülecek tüm asılsız iddialara ilişkin İGA ve hissedarları gerekli tüm yasal yollara başvuracaktır” açıklamasında bulundu.
AYKUT ERDOĞDU, İGA’NIN AÇIKLAMASINA YANIT VERDİ: BOŞ BOŞ KONUŞMAYIN
CHP İstanbul Milletvekili ve Genel Başkan Yardımcısı Aykut Erdoğdu ‘nun 3. Havalimanı inşaatında 4,5 milyar avro haksız kazanç elde edildiği yönündeki iddialarına inşaatı yapan ve beş şirketin ortaklığıyla oluşan İGA’nın açıklamasına sosyal medya hesabı üzerinden yanıt veren Erdoğdu, “boş boş konuşmayın” dedi.
0 notes
Text
Maskelerle ilgili tıbbi atık uyarısı! Yıkanarak tekrar kullanılamaz
Maskelerle ilgili tıbbi atık uyarısı! Yıkanarak tekrar kullanılamaz
Küresel bir salgın haline dönüşmesiyle birlikte Mart ayı içerisinde ülkemizde de görüldükten sonra kullanımı zorunlu hale gelen maskelerin, yıkanarak tekrar kullanılabileceği gündeme geldi. Ancak bu konuda önemli bir uyarı yapan uzmanlar, maskelerin kullanıldıktan sonra tıbbi atık sayıldığı ve bir poşetin içerisine konularak 72 saat bekletildikten sonra atılması gerektiğini, yıkanarak tekrar kullanımının mümkün olmadığını söylüyorlar. Tıbbi Atık Olduğunu Unutmayın Covid-19 virüsü salgınıyla mücadele kapsamında en güçlü koruyucular arasında yer alan maskelerin kullanımıyla ilgili önemli açıklamalarda bulunan Tüm Eczacı İşverenler Sendikası Genel Başkanı Nurten Saydan, "Kullanıldıktan sonra tıbbi atık sayılan maskelerin yıkanarak tekrar kullanılması imkansızdır. Ancak bu tür kullanımlara maalesef tanıklık ediyoruz. Vatandaşlarımız, maskeyi kullandıktan sonra bir poşetin içerisine koyarak ağzını bağladıktan sonra evsel atık olması için 72 saat bekleterek çöpe atmalıdır." dedi. Sıvı İle Temas Etmemelidir Maskelerin kullanımı esnasında zarar görmesi ya da sıvı ile temas etmesi halinde sağlıksız hale geldiğini ve derhal değiştirilmesi gerektiğini söyleyen Nurten Saydan, "Maskeler mümkünse kutu halinde satılmalıdır. Ancak böyle bir imkana sahip olunamadığı durumlarda da 5 ya da 10'lu paketler halinde satılmalıdır. Bu düzenleme toplum sağlığı açısından çok önemlidir. Maskelerini yıkadıktan sonra kullanan vatandaşlarımız, toplum sağlığına verecekleri ürkütücü boyuttaki zararı düşünsünler. Vatandaşlarımız, sağlık otoriteleri haricinde yayılan kirli bilgilere inanarak hareket etmesinler." ifadelerine yer verdi. Pahalı Satıyorlar İthamlarına Üzülüyoruz Eczanelerde maske satılırken 1 lira tavan fiyatın aşıldığına dair gündemde yer alan iddialara üzüldüklerini dile getiren Nurten Saydan, "Ülkemiz ve dünya çok zorlu bir süreçten geçiyor. Bizler, sadece eczacılık hizmeti vermiyoruz. Ücretsiz kamu hizmeti de veriyoruz. Covid-19 virüsü salgınıyla 7/24 mücadele veren eczacılara yönelik böyle anlamsız ithamlar, sosyal medyadan ve bazı basın yayın organlarından atılan asılsız iftiralar ile eczacılar itibarsızlaştırmaya çalışılmaktadır. Bu türden çabaları şiddetle kınayarak, kendilerini basın ve meslek ilkelerinin sorumluluğu gereği bilinçli haberciliğe davet ediyoruz. Yeni tip koronavirüsten korunabilmek ve virüsün yayılmaması için kullanılan maskelerin, kullanıldıktan sonra tıbbi atık sayıldığı ve tekrar kullanılamayacağı uyarısı yapıldı. Küresel bir salgın haline dönüşmesiyle birlikte Mart ayı içerisinde ülkemizde de görüldükten sonra kullanımı zorunlu hale gelen maskelerin, yıkanarak tekrar kullanılabileceği gündeme geldi. Ancak bu konuda önemli bir uyarı yapan uzmanlar, maskelerin kullanıldıktan sonra tıbbi atık sayıldığı ve bir poşetin içerisine konularak 72 saat bekletildikten sonra atılması gerektiğini, yıkanarak tekrar kullanımının mümkün olmadığını söylüyorlar. Tıbbi Atık Olduğunu Unutmayın Covid-19 virüsü salgınıyla mücadele kapsamında en güçlü koruyucular arasında yer alan maskelerin kullanımıyla ilgili önemli açıklamalarda bulunan Tüm Eczacı İşverenler Sendikası Genel Başkanı Nurten Saydan, "Kullanıldıktan sonra tıbbi atık sayılan maskelerin yıkanarak tekrar kullanılması imkansızdır. Ancak bu tür kullanımlara maalesef tanıklık ediyoruz. Vatandaşlarımız, maskeyi kullandıktan sonra bir poşetin içerisine koyarak ağzını bağladıktan sonra evsel atık olması için 72 saat bekleterek çöpe atmalıdır." dedi. Sıvı İle Temas Etmemelidir Maskelerin kullanımı esnasında zarar görmesi ya da sıvı ile temas etmesi halinde sağlıksız hale geldiğini ve derhal değiştirilmesi gerektiğini söyleyen Nurten Saydan, "Maskeler mümkünse kutu halinde satılmalıdır. Ancak böyle bir imkana sahip olunamadığı durumlarda da 5 ya da 10'lu paketler halinde satılmalıdır. Bu düzenleme toplum sağlığı açısından çok önemlidir. Maskelerini yıkadıktan sonra kullanan vatandaşlarımız, toplum sağlığına verecekleri ürkütücü boyuttaki zararı düşünsünler. Vatandaşlarımız, sağlık otoriteleri haricinde yayılan kirli bilgilere inanarak hareket etmesinler." ifadelerine yer verdi. Pahalı Satıyorlar İthamlarına Üzülüyoruz Eczanelerde maske satılırken 1 lira tavan fiyatın aşıldığına dair gündemde yer alan iddialara üzüldüklerini dile getiren Nurten Saydan, "Ülkemiz ve dünya çok zorlu bir süreçten geçiyor. Bizler, sadece eczacılık hizmeti vermiyoruz. Ücretsiz kamu hizmeti de veriyoruz. Covid-19 virüsü salgınıyla 7/24 mücadele veren eczacılara yönelik böyle anlamsız ithamlar, sosyal medyadan ve bazı basın yayın organlarından atılan asılsız iftiralar ile eczacılar itibarsızlaştırmaya çalışılmaktadır. Bu türden çabaları şiddetle kınayarak, kendilerini basın ve meslek ilkelerinin sorumluluğu gereği bilinçli haberciliğe davet ediyoruz. Münasıran Haberler, Son Dakika Haberler - Canlı Haber Otomatik Alınan Haber Kaynak linki Tıklayın Haber Kaynağına gidin var reklamstore_region_id = 540842; Read the full article
0 notes