#Hristiyan
Explore tagged Tumblr posts
ilmiyyat1453 · 20 hours ago
Text
"Bid'atlerin en çirkini ise Müslümanların bayramlarda, Hristiyanlara benzeyerek onların yemeklerini yiyerek, onlara hediyede bulunarak ve onlardan hediye kabul ederek tâbi olmalarıdır.''
El-Fetâvâ el-Fıkhiyye, İbn-i Hâcer
9 notes · View notes
triptoartsworld · 2 years ago
Text
İsa seni kutsasın
Tumblr media
151 notes · View notes
kubalatte · 2 months ago
Text
İnsanların tanrı inancını sadece sıkıntılarından bir kaçamak, umut olarak kullanması o kadar rezil geliyor ki… Kötü bir olay yaşıyorlar ve tanrı inancını sadece bu kötü olaydan bir kurtuluş kaçamak olarak kullanıyorlar evet bana bu kötü olayı yaşattı şuan mutlu ama bunun karşılığını elbet diğer dünyada alacak diye kendilerini tatmin ediyorlar. Madem tanrı inancını nasılsa diğer dünyada karşılığını alacak diyerek bir tatmin aracı olarak kullanıyorsun, senin yaptığın kötülüklerin diğer dünyada bir karşılığı olup olmayacağını neden düşünmüyorsun? İnsanlar o kadar nankör ki normalde aklının ucuna bile gelmeyen tanrı inancını kötü olay yaşadığında ağrı hafifletici olarak kullanır. Madem tanrıya bu kadar bağlısınız onu sadece acınızda bir karşılık verici olarak kafanızda bulundurmayın. Çünkü çok aciz duruyor.
3 notes · View notes
serhatnigiz · 3 months ago
Text
Tarihsel Din ve İnanç Temsiliyetizminden Hareketle Kızılbaş-Aleviliğe Dair Genel Bir Değerlendirme
Tumblr media
Antik Sümer tabletlerinde “Al” ya da “la” kadın “ay tanrıçası” olarak geçmektedir. Sümerlerde üç büyük tapınaktan birinin adı “kerim” tapınağıdır. Başka bir deyişle, “Al kerim” ya da “la kerim” tapınakları ay tanrıçasının tapınaklarıdır. Sümer tanrılarının zaman içinde Mısır’ın “çok tanrılı” Amon dinine ve “tek tanrılı” Aton dinine geçtiği bilinmektedir. Aynı şekilde bu tanrıların Mısır üzerinden Yahudilik, Hristiyanlık ve İslamiyet gibi tek tanrılı semavi dinlere geçtiği de bilinmektedir.
İslam’da “la” ya da “al” (Arapça’da “a“ harfi olmadığı için “el” olarak çevrilmiştir) “el-la-h” (“h” yaratıcılık simgesidir) “el-lah”, “yaratıcı tanrıçanın Ay’a yansıyan nuru” (ışığı) anlamına gelmektedir. “La ilahe” (kadın tanrıca) ve “İllallah” (erkek tanrılar) ilişkisi ise; kadın tanrıca etrafına dizilmiş erkek tanrıları sembolize etmektedir. Zira erkek tanrıların baş tanrısı da “al” ve “la” tanrıçasıdır.
Dolayısıyla; “Al-i lik” bu tanrıçanın en yüksek tanrı olduğunu sembolize eden kavramlardan biri ola gelmiştir. Misal, Osmanlı Hanedanlığın da bile “Al-i Osman”, “yüksek Osman” anlamında kullanılmaktaydı. Başka bir deyişle, bu kavram “tanrının en yüksek makamına” ve onun yeryüzündeki “gölgesine” işaret etmektedir.
Alevilik kendisini ister Sümerlere ister Hititlere dayandırmaya çalışsın, hatta Alevilik kendisinin “gerçek İslam” olduğunu iddia etsin ya da Alevilik kendisinin “İslam öncesi bir inanç veyahut din” olduğunu iddia etsin, neticede Alevilikte tıpkı İslam gibi, bir dinsel temsil sistemi olarak Sümer dinine, Mısır dinine, İbraniliğe, gök-tengriciliğe, güneş tanrısına (“Ra” ya “Tug-ra” ya) kadar uzanan geniş bir din ve inanç spektrumunun bir parçası ola gelmiştir. Aleviliğin ya da benzeri inançların tek bir kökenden ya da orijinden geldiği söylenemez. Başka bir deyişle, Alevilikte diğer dinler gibi birçok kaynak ve ölçekten ayrı ayrı süzülerek günümüze kadar gelmiş olan bir inanç sisteminin devamıdır.
Yukardaki tanımlara ek olarak şunu da belirtmek gerekir ki; “Aya yansıyan nur/güneşin nuru/ışığıdır”. Güneş tanrısı gerçekte bir erkek tanrısıdır. Yine de evrenin merkezinde toplanmış bu erkek güneş tanrılarının merkezinde ise baş tanrı olarak daima baş kadın tanrıca bulunmaktadır. İşte çok farklı inanç ve dinlerde kendisini gösteren “la” dan “ra” ya, “ra” dan “la” ya yansıyan bu nur/ışık baş kadın tanrıçanın nuru/ışığıdır. Tüm kültürlerde göstermelikte olsa kadın cinsinin ve bu cinsin icatçı-doğurganlık rolünün “kutsanmasının” kökeninde de yine din ve inanç merkezli bu bakış açısı vardır. Her ne kadar farkında dahi olunmasa da! İnsan başta tapınmaya “kadına” tapınmayla başlamıştır. Keza insan olarak erkeğinde kadınında asıl kaynağı “doğuran” ve “yaratan” kadından başkası değildir.
Son yıllarda “Al-i liğe” işaret eden ve “Alev” kavramı ile “ışık” kavramını birleştiren kimi yorumcular Aleviliğin en eski inançlardan/dinlerden biri olduğunu ileri sürmektedir. Aynı yorumcular Aleviliğin kökenlerini Sümer öncesi “Mu medeniyetine” kadar götürmektedir. Mu Aristoteles öncesi eski Greklerin (deniz kolonileri döneminde) Akdeniz’de battığını iddia ettiği medeniyettir. Gerçekte ise İslam’da dahil olmak üzere tüm dinlerin/inançların kökeninde alev/ateş/ışık dini/inancı zaten vardır. Haliyle Aleviliğin İslam öncesi dönemine yapılan göndermelerin tümü Alevilik ile ilkel “eşitlikçi” komünal sistem arasında bir bağ kurma çabasına dayanmaktadır. Lakin kurulmak istenen bağın ilkel komünal dönemden günümüze kadar “süreklilik içinde kopuş olmadan” devam eden bir inanç/din olduğu iddiası ise abartılı ve ütopik bir yaklaşımdır. Dahası bu iddianın somut delilleri ve antropolojik bulguları da ele geçmemiştir.
Her şeyden önce dünya üzerinde var olmuş olan tüm dinler ve inançlar (ve onların ürettiği semboller ve sembolik diller) temsiliyetizmin gölgesinde belirmişlerdir. Örneğin, Alevilikte gözlemlenen Ali ve Ali’nin etrafındaki 12 İmanlar sembollüde temsiliyetist bir semboldür. İsa ve 12 havariler sembollüde temsiliyetist bir semboldür. Dahası; “al” ve “la” ile başlayıp devam eden tüm inanç ve din sembolleri temsiliyetist sembollerdir. Ve bu semboller bugünde farklı dinler ve inançlar tarafından kullanılmaya devam etmektedir. Dolayısıyla, bu sembollerin tek bir din ve inanç kaynaklı olduğunu sanmak bu türden tezler ortaya koymaya çalışanları da derin bir yanılgıya sürüklemektedir. Keza mistik, dinsel ve inançsal temsiliyetizm formlarının kültürel yansımaları tarihsel ve kozmopolit bir içeriğe de sahiptir.
Alevilikte tüm din ve inanç sistemleri gibi kendisine hangi yorumu ve sembolü seçerse seçsin içinden çıktığı tarihsel ve toplumsal koşulların bir ürünüdür. Bu da Aleviliğin her zaman değil, zaman zaman devrimci bir toplumsal nesnellik örüntüsüne sahip olduğunu göstermektedir. Haliyle bu örüntü her din her inanç ve her mezhep gibi devlet ve egemen iktidar örüntüsü altında biçimlenen bir örüntüdür. Başka bir deyişle, temsiliyetist yorum ve sembollere sahip olan tüm inanç ve din sistemleri temsiliyetizmin bir başka görüngüsü olan devlet, devletlü-sınıflar ve egemen iktidar ilişkilerine dayanan tarihsel ve toplumsal örüntülerle birlikte oluşa gelmişlerdir. Haliyle bu gerçeğin üzerinden atlanarak din ve inanç sistemlerine dair hakikatler de ortaya konulamaz. [1].
Tüm inanç ve din sistemlerinin kökeninde mutlaka temsiliyetizm yatmaktadır. Dolayısıyla; dinsel ve inançsal temsiliyetizm, gerçekte toplumsal “alt yapı”nın “üst yapı”daki tezahüründen bağımsız olmadığı gibi, toplumsal alt yapıdaki icatçı-kullanıcı emek araçlarından, devletlerden, devletlü sınıflardan ve zümrelerden de asla bağımsız olamamıştır.
Aleviliğin çok eski bir inanç ve din olduğu ile ilgili pek çok şey söylene dursun, tarihte birkaç dönem hariç (Karmatiler, İsmaililer vs.), Alevilik her daim dışlanmış bir din ve inanç sistemi ola gelmiştir. Aleviliğin “ötekileştirilmediği” böylesi bir dönem olmuşsa da; İslam öncesi Aleviliğe ilişkin çok fazla kayıt olmadığından dolayı, İslam öncesi Aleviliğe dair yapılan yorumların önemli bir bölümünün de ayakları yere basmamaktadır. Her “Alevilik çeşidi”, her çağa, her coğrafyaya göre kendine haz bir çizgiye sahip olmuştur. Alevilik yeri geldiğinde ezilenlerin destansı miti haline gelmiş (örneğin, Hallacı Mansur, Pir Sultan Abdal vs.); yeri geldiğinde ise yönetimsel bir erke dönüşmüştür (örneğin, Osmanlı’nın başlangıcındaki ahilik, Yeniçerilerdeki ocak geleneği, İsmaililer devleti vs.). Başka bir deyişle, Alevilikte tıpkı diğer dinler ve inançlar gibi kendi çağının temsiliyetizm biçimlerinin belirli bir tezahürü ola gelmiştir.
Öte yandan, Alevilik Horasan/Yesevilik/Hacı Bektaşi Veli, Anadolu ve Ortadoğu/Irak/Bağdat/Basra/Vefailik/Batinilik gibi geniş bir coğrafyayı kapsayan inançsal ve dinsel bir temsil figürüdür de. Bu sebeple eski Türk inancı ve dini olan gök-tengricilikten hareketle Aleviliğin gerçekte bir Türk dini ve inancı olduğunu iddia eden akımlarda aynı derece de sorunludur. Gök-tengri inancının ve dininin kökeninde yer alan “güneş giysili insanlar” mitinden kalkarak (Sakalar, İskitler vs.) Aleviliğin salt Türklere ait bir din ve inanç olduğunu varsaymak ile tıpkı gök-tengrici pro-türklüğün Amerikan yerlilerini de kapsadığını varsaymak arasında pek bir fark bulunmamaktadır. Şayet bu yorumcular gibi hareket edecek ve mantık kuracak olursak; tüm Kızılderilerin Türk olduğunu iddia edebileceğimiz gibi, Aleviliğinde tümden bir Türk inancı ve dini olduğunu da iddia edebiliriz! Maalesef bu Türkçü yorumcuların Aleviliğe dair çok eski kaynakların günümüze ulaşmamasının getirdiği hırçınlıkla Asya’ya, Afrika’ya ve hatta Amerika’ya kadar uzanan gök-tengriciliğe (paganizme) Aleviliği de katmasına şaşırmamak gerekir. Gerçi bu yorumcuların tümü, göktengrici kökenli toplulukları ırksal manada Türk ilan ederek, kendi kafalarında yaratmış oldukları Pantürkizm ütopyasına sahte bir “bilimsel zemin” yaratmanın da peşindedir.
Diğer yandan, “alev-ateş-ışık” “mu-sümer-hitit” hattında ilerleyen yorumcularda Aleviliğin ilkel komüninal bir din ve inanç olduğunu iddia etmektedir. Biraz çekingence de olsa bu iddiayı destekleyen yorumcuların Aleviliği ilkel komünal bir inanç ve din olarak görmelerindeki temel kaygı ise ku��kusuz siyasi ve ideolojiktir. Bu da bir noktaya kadar mazur görülebilir. Zira salt duyusal olan bu ihtiyaç, emeğin ansal ve soyut düzleminin bir varlık nedeni de olabilir. Dolayısıyla; emeğin ansal ve soyut düzleminde kaldığı oranda bu duyusal ihtiyaç bir sorun da yaratmaz. Lakin bu ihtiyaç somut davranışın belirlenmesine vesile olursa, bu seferde klan ve soy kültüne doğru ilerleyerek, yeni tip bir dinsel ırkçılığın türevine de dönüşebilir. Dolayısıyla; bu temsiliyetist kimlikçi eğilimde zaman içinde Türkçü aleviciliğin ya da Kürtçü aleviciliğin içine düştüğü durum gibi bir hal de alabilir. Ki dönem dönem Alevilik bu şekilde haller aldıkça siyasal atmosfer çok sıcak çatışmalara da gebe olabilmektedir.
Tarihsel dinlerin ve inançların analizinden hareketle Aleviliğe dair kimi tespitler yaptıktan sonra, Aleviliğe ilişkin günümüz Türkiye’sinde devam eden tartışma başlıklarına da kısaca değinmek gerekir. Kuşkusuz bu değinmeler yine Aleviliğin İslam öncesi ve İslam’la birlikte içine girdiği yeni evreye ilişkin olmak zorundadır.
Alevilik denilince toplum içerisinde akla gelen ilk sorular şunlardır: Alevilik İslam’ın içinde mi, dışında mı, özünde mi, yoksa kenarında mı köşesinde mi? Yazı içerisinde de belirtilmiş olduğu gibi özellikle “yurt dışındaki Alevilerin” bir bölümü ateşli bir biçimde “Alevilik İslam’ın dışındadır” tezini savunmaktadır. Bu tezi savunanlara göre Aleviliğin kökenleri 3000 yıl öncesine Sümerlere, Hititlere, Luvilere vs. kadar uzanmaktadır. Bu tez Aleviliğin İslamiyet öncesine dair kimi doğrulara işaret etse de, yazı içerisinde de belirtilmiş olduğu gibi bu tez eksik bir tezdir. Aleviliğe ister inanç diyelim, ister din diyelim, ister mezhep diyelim hepsi bir yola çıkar. Tüm inançlar, tüm dinler, tüm mezhepler, bir yol olma iddiasındadır. Bu yolda yürüyüp yürümemeye (talip olmaya) o inanca, o dine, o mezhebe, (o yola) mensup olan kişiler karar verir. Dolayısıyla; o yol, o yolda yürüyenin de bir dizi kurala ve kaideye uymasını buyurur. Misal, Aleviler arasında sıkça kullanılan "eline beline diline hakim ol!" sözü bu kurallara ve kaidelere verilebilecek olan ahlaki bir örnektir. Kuşkusuz Alevilik sadece bundan ibarette değildir. Ayrıntıya girilecek olursa; semah, cem ayini, deyişler, söylenceler vs. gibi Alevi ritüellerinin tarihsel, sınıfsal ve kültürel uzamlarına dair de pek çok şey söylenebilir.
Alevilik İslam içinde mi, dışında mı tartışmasına dönersek; Alevilerin diğer kesimi ise “Alevilik İslam’ın içindedir”, Alevilik İslamiyet’in içinde Hz. Ali’nin ve Ehlibeyt’in yolunu takip etmektir tezini savunmaktadır. Hak-Muhammed-Ali yoluyla kastedilen de budur. Başka bir deyişle, bu 12 imamların yoludur. Şimdi bu durum da kim haklı? Gerçekte her iki tarafta tarihsel olarak kısmen haklıdır. Dolayısıyla; Alevilik İslam’dan önce var olduğu gibi, İslam içinde de varlığını sürdürmeye devam eden bir inanç, din ve kültür dünyasıdır.
Alevi İslam Hak-Muhammed-Ali’yi merkezine alan bir inançtır, dindir. Kaldı ki; Aleviliğin Sünni İslamla da bir bağı yoktur. Osmanlı’nın müslümanlaşması sürecinde İslamla tanışan bu kitleler İslam’ın içinde konumlanarak ali taraftarlarına dönüşmüşler ve merkezi Sünnilik karşısında muhalif bir konumda yer almışlardır. İslam tarihinde merkezde kim varsa; Emeviler, Abbasiler, Osmanlılar vs. o zamanda "ali taraftarları" bu merkezlere karşı muhalif konumdaydılar. İslam tarihinde Hz. Muhammed’in damadı olan Ali yaşadığı dönemde kim merkezde ise Ebubekir’e, Ömer’e, Osman’a vs. hepsine muhalefet etmiştir. Kısacası, Alevilerin "Aliciliği" yine merkeze muhaliflikleriyle paralellik içindedir. Hz. Muhammed öldükten sonra Hz. Ali hep muhalif konumdadır, ta ki öldürülene kadar! Dolayısıyla; İslam tarihinde kim ki muhaliftir (Sünni bile olsa) muhakkak Ali’yi kendine bayrak edinmiştir. Keza bu “alici muhalefet” dönemin dinsel temsiliyetist iktidar mücadeleleri ile yakından bağlantılıdır. Lakin bu muhalefet devlet odaklı iktidar temsiliyetizmine dayanan bir muhalefetten çok, dini ve ruhani bir muhalefet olma özelliğine de sahiptir. Biz ati Hz. Ali’nin “muhalifliğinin” tüm detayları ise bu yazının konusu değildir.
Anadolu’da Ali’nin tarafını tutanlar Kızılbaş-Alevilerdir. Bunun İran’daki Şii Alicilikle ya da Suriye’deki Arap Aliciliği ile bağı yoktur. Bağ varsa bile bu bağ mutlak değil, kısmi bir bağdır. Alevi Aliciliği Anadolu’ya özgü bir Aliciliktir. Nasıl ki İslamiyet öncesi Alevilik kavramı alevden ya da ışıktan yana olanlar (medusilik, zerdüştlük, alev-ışık dinleri vs.) gibi bir anlama geliyorsa, İslamiyet’in içine giren Alevilik kavramı da bu sefer “alinin tarafını tutanlar” manasına gelmektedir. Ya da bunu soyutlama diliyle söylememiz gerekir ise, İslamiyet içinde “merkeze karşı muhalefet eden Ali’cilere” Alevi adı verilir. Dolayısıyla; bir din ve inanç olmanın da ötesinde Alevilik gerçekte son derece muhalif bir akımdır da; bu muhalifliği onun daima sapkın (heretik) olarak damgalanmasına da neden olmuştur.
Alevilik İslam’dan önce hatta Hristiyanlıktan öncede Anadolu’da vardı. Ancak İslam’ın içinde bir anlamda “İslam’ın özünü” yani Muhammedi İslam’ı savunan ve Emevilere, Abbasilere, Osmanlılara muhalif durmuş olanlarda yine Kızılbaş-Alevi topluluklarının içinden çıkmıştır. Sonuç olarak; İslamiyet öncesi İslamiyet dışı bir Alevilik olduğu gibi, İslamiyet sonrası İslamiyet içi bir Alevilikte vardır. İslam gelmeden çok önce antik dönemde saz çalan, deyiş söyleyen, semah yapan “alev-ışık toplulukları” vardır ama bu İslamiyet öncesi Ali’siz Aleviliktir. Hatta bu Alevilik (adı Alevilik olmasa da) Yahudilikten ve Hristiyanlıktan bile öncedir. Bu dönemde “alev-ışık dini” olarak “arkaik-Alevilik” fetiş doğa inanışlarının ve ritüellerinin özelliklerini göstermektedir.
Kısacası, Alevilik ilkçağlardan başlayarak bugüne kadar devam eden bir sürecin sonucunda oluşmuş olan çok boyutlu bir kimliktir. Dahası; geçmişten süzülüp gelen “totem Aleviliğini”, “fetiş Aleviliğini”, “pagan Aleviliğini” günümüzün modern kavram setleriyle yorumlayarak, Alevi tarihini bu şekilde okuyanların olduğunu da biliyoruz. Bütün bu tartışmalara tanıklık ediyoruz. Her ne kadar bu Alevilik formlarının İslam Aleviliği ile bağı yokmuş gibi gözükse de, temsiliyetist din ve inanç biçimlerinin totemden pagandan süzüle süzüle semaviye kadar çıktığına ve iç içe geçerek dinsel ve inançsal bir armoniye dönüştüğüne şahit olsak da, her semavi dinin içerisinde tüm din ve inanç biçimlerinin olduğunu da bildiğimizden dolayı, Aleviliği ilkel komünalizme kadar götürmeye çalışmanın bir din olduğuna da tanıklık etmekteyiz.
İster alici Alevilik ister alisiz Alevilik tüm din ve inanç sistemlerinin kaynağında temsiliyetist tarihsel ve toplumsal algılar yatmaktadır. Bu yüzden Hindistan’daki Hindulardan tutunda Anadolu’daki Aleviler arasında temsiliyetizm açısından çokta bir fark yoktur. Dolayısıyla, insanlar kendi varlıklarını dinsel ve mistik varoluş çerçevesi içinde her ne kadar ifade etmiş olsalar da, temsiliyetist dinin ve mistizmin gölgesinde var olduklarının farkında dahi değildirler. Özetle, Aleviliğin bir din ve inanç olarak geldiği son nokta budur. İslam’ın hem içindeki hem de dışındaki en muhalif ekollerden biri kuşkusuz Aleviliktir. Aleviliğe dönük düşmanlığın arka planında yatan nedenlerden biri de budur. Bu nedenledir ki, İslam tarihinde “merkezde” kim yer alıyorsa son çözümlemede Alevilikten pekte haz etmemiştir. Bu yüzden Alevilik daima “dinsiz” bir akım olarak görülmüştür. Başka bir yandan da Alevilik; merkezi bir din ve inanç sistemi olmaktan çok “iktidarsızlık perspektifi” ile hareket eden nesnel ve ruhsal bir geleneğe de sahip olmuştur. Bu geleneğin çok katmanlı yapısı ise bu değinmenin konusu dışında kalmaktadır. İşin kötü tarafı bu “çok katmanlı yapı” bugün dahi yeterince incelenmiş değildir.
Öte yandan, her kim “Alevilik İslam dışıdır” derse, kuşkusuz bu yaklaşımda bir yorum olarak Alevilik dışı kabul edilemez. Herkes din ve vicdan özgürlüğüne sahip olmalıdır. Hiç kimse bir inanca inanmak ya da inanmamak zorunda bırakılamaz. İnanç ve din konuları tüzerk değil, özerk olmak zorundadır. Örneğin bir devletin resmi dini olamaz. Dahası, din devlet olamaz. Tersi de devlette din olamaz. Maalesef tüm devlet ve din-inanç sistemleri bu gerçeği birbirine karıştırmaya devam etmektedir. Zira inanç ve din alanı kişilerin tercihidir ve sadece onları bağlamaktadır. Bu yüzden bir kimse bir başkasını her hangi bir inanca ya da dine zorlayamayacağı gibi, kendisi de başkaları tarafından her hangi bir dine ya da inanca zorlanmamalıdır. İnanç ve din meselesi karşısındaki gerçek özgürlükçü ve devrimci tutum bunu gerektirmektedir.
Dipnot
[1] 15. Yüzyıldan sonra Osmanlı egemenliği altındaki Alevilik feodal döneme özgü devrimci bir isyan hareketidir de. Zira Sünni Osmanlının baskısı karşısında Aleviliği benimsemiş Türkmen, Kürt, Zaza halklarının oluşturduğu bu hareket aynı zamanda devrimci bir isyan hareketi olma özelliğine de sahiptir. Dolayısıyla; resmi tarih yazımına karşı çıkmak adına Aleviliğin salt din ve inanç kavramları üzerinden tartışılması, Kızılbaş-Aleviliğin bu yönünün gizlenmesinden başka da bir sonuç doğurmamaktadır. Haliyle bu tutum Aleviliği sürekli töhmet altında bırakmaya çalışan hakim sınıf ideolojilerinin de ekmeğine yağ sürmektedir. Tarihsel açıdan egemenlerin ve özellikle de Türkiye’deki devletçi ve statükocu kesimlerin Alevi düşmanlığının temelinde Aleviliği sadece Sünni İslam anlayışına dönük bir tehlike olarak görmeleri yatmamaktadır. Zira tarih boyunca egemenlerin yaptığı en başarılı işlerden biri de ezilenlere kendi tarihlerini unutturabilmiş olmalarıdır. Kaldı ki; bu düşmanlığın asıl nedeni Aleviliğin tarihsel dokusunun muhalif ve isyancı olmasıdır. Aleviler hem İslamiyet öncesi (ki o zaman kendilerine Alevi demiyorlardı) hem de İslamiyet sonrası dönemde yerleşik düzenle ve baskın otorite ile mücadele halinde olmuşlardır. Ve genellikle de ezilenden ve azınlık olandan yana tavır koymuşlardır. Dolayısıyla; Alevilik bir din ve inanç olduğu kadar, tarihsel dokusu itibariyle de içinde Türk, Kürt, Zaza, Arap vs. farklı etnik grupların da yer aldığı sosyal bir hareket olarak (özellikle de Anadolu coğrafyasında) doğmuş ve gelişmiştir. Dolayısıyla; Alevilik pek tabii bu coğrafyanın içinden çıkan “en yerli ve milli” hareketlerin başında gelmektedir. Aynı zamanda Alevilik yer yer ezilen feodal alt sınıfların sözcüsü olma özelliğini de kazanmıştır. Bu da Aleviliğin daha çok araştırılmasını ve arkasında bıraktığı sosyal ve kültürel izlerin daha da dikkatli bir şekilde (ayrıştırılarak ve süzülerek) incelenmesini zaruri kılmaktadır.
22.09.2024
Serhat Nigiz
2 notes · View notes
seslimeram · 11 months ago
Text
Yarın İhtimali Kalır Mı?
Tumblr media
Zembereğinden boşalırcasına – kötülük temsili ile kuşatılıyor ülke. Erk, muktedir, iktidar siyasal istemi, figürünün tamamlayıcısı olagelen şiddet dozu günbegün arttırılırken nefret edimine kol kanat geren, ırkçı kümelenmesiyle birlikte bir kötülük temsili farazi değil ol marazi ülke gerçekliğini imliyor artık. Ekonomik, sosyal politik, güncel hayata doğrudan ve kesintisiz bir çökertme haline denek edilmiş insanların, o yoksunluk hallerinde bir de bütünüyle kimlikleri / inançlarına yönelik ayrımcılık ile kuşatılıyor olmasıdır meselesidir bu kötülük temsili. Genel geçer değil basbayağı tertipli bir düzen / nizam halinin içinde ol muktedirin aştık dediği ayrım, bir iktidar pratiğini somutlaştıran diğer kliklerin katkısıyla birlikte süreğen bir gerçekliğe / hakikate dönüştürülür. Cerahat nüfusu arttırıldıkça yıkımı peyderpey var edildikçe kötülük bir normatif kılınır. Tüm bu memleket profili yeniden ve yılmadan biçimlendirilirken kötülük bir sabit, nefret bir olgu, ayrımcılık merkez sağcılık için elzem bir tavra dönüştürülür. Geçtiğimiz yıllarda yaşadığımız salgın güncesinden bu yana sürgit yeniden denenen bir pratik toplamında bu ülkenin ötekileri için hayat zindan kılınmaya çalışılır. Biyopolitik bir mezbaha haline dönüştürülen yerde öteki değil ol halk toplamının sahibi / vatanın gerçek sahibi olduğu söylenen kesimler de dahil hedefe açık bir halde konulur. Ne ki kimseler farkına varmaz.
Tümüyle kötülük sahiplenilirken ayrımcılığın kimleri nasıl kapsayacağından bahis hiç açılmaz. Lakin günbegün yaratılan iklimde bir gün o Türk, ertesi gün Suriyeli mülteci, bir başka gün Ermeni, beri gün Yahudi muhakkak ki o yıkıcı / kör karanlığı sabitleyici olan o nefrete yem edilir. Bunu iktidar söylemlerinin cafcaflı hallerindeki aştık / bitti bahsinin de tam da kıyısında biriken, faşist partinin pratikleriyle görebilmek zaten mümkündür. Hepsi bir, hep birden var edilen nefret söylemi o kötülük halini duraksamadan bir başkasına açık ve aleni ayrımcılığı imgeler. Aralıksız bir biçimde süre giden o hedefleme halinin başta ve kalıcı bir yıkıma önayak olmasının içler acısı pratikleriyle yaşam kuşatılır. Duraksama nedir bilinmeden imal edilen ayrımcılık hallerinin takvim yaprakları acıya çıkan bir ülke sınırlarında her günü nasıl da mahvettiği artık az çok belirginken halen bu inat, bu kör kör karanlıklara devam diyebilme cüretinin sorgulanması ne zamandır hangi zaman? Bitimsiz olagelen ayrıştırma, mamafih yenilenen ve sürgit devamlılığına çabalanan ötekileştirme hal ve istikametinde kime nasıl bir yer, nasıl bir yurt vaat edilebilir. Böyle bir sahnenin ol yurt olma ihtimali hala var mıdır?
Agos Gazetesinden aktaralım: “İstanbul Sarıyer Büyükdere'deki Santa Maria Kilisesi'ne pazar ayinine maskeli 2 saldırgan tarafından silahlı saldırı düzenlendi.
Saldırıdan hemen sonra ajanslara yansıyan bilgilere göre maskeli iki kişi ayin sırasında kiliseye girerek ateş açtı. Kilisede bulunanlar, kendilerini korumak içini kendini yere attı.
Saldırıda ayine katılanlar arasında bulunan C.T. adlı kişi hayatını kaybetti.
Bölgeye çok sayıda polis ve sağlık ekibi sevk edildi.
Emniyet güçleri, saldırganları yakalamak için çalışma başlattı.
Saldırı anına ilişkin görüntüler medyaya yansıdı.
İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya şu açıklamayı yaptı:
"Bugün Saat 11.40 sıralarında Sarıyer Büyükdere Mahallesinde bulunan Santa Maria Kilisesindeki ayin sırasında, ayine katılanlar içinde bulunan C.T. maskeli 2 kişi tarafından silahlı saldırıya uğramış ve maalesef hayatını kaybetmiştir.
Konuyla ilgi geniş çaplı soruşturma ve saldırganları yakalamak için çalışmalar başlatılmıştır.
Bu alçak saldırıyı şiddetle kınıyoruz."
Saldırıyı gerçekleştirdiği düşünülen kişilerin kameri görüntüler de basınla paylaşıldı.
Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, saldırıyla ilgili olarak İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturma başlatıldığını belirterek "Olayın aydınlatılması için bir başsavcı vekili ve iki cumhuriyet savcısı görevlendirilmiştir" açıklamasında bulundu.
AKP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Ömer Çelik, sosyal medya hesabından "Ayin sırasında bir vatandaşımıza yönelik silahlı saldırıyı şiddetle kınıyoruz. Güvenlik güçlerimiz konuyla ilgili geniş çaplı bir soruşturma yürütmektedir. Vatandaşlarımızın huzur ve güvenliğine kast edenler, asla emellerine ulaşamayacaktır. " açıklamasında bulundu.
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz, "İstanbul Sarıyer’de Santa Maria Kilisesinde ayin sırasında bir şahsa yapılan silahlı saldırıyı en güçlü şekilde kınıyor, hayatını kaybeden şahsın ailesine başsağlığı diliyoruz. Güvenlik güçlerimiz olayın aydınlatılması ve faillerin adalet önünde hesap vermesi için geniş çaplı bir soruşturma yürütmektedir." dedi.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu "Sarıyer’deki Santa Maria Kilisesi'nde yapılan pazar ayinine yönelik silahlı saldırıyı kınıyorum. Şehrimizin inanç mekanlarına saldırarak birliğimizi ve huzurumuzu bozmaya çalışanlara asla izin vermeyeceğiz" dedi.
İstanbul Valisi Davut Gül ise "Saldırı tek kişiye oldu, yaralanan yok" açıklamasında bulundu.
Davut Gül, "Hepimizin başı sağ olsun. 52 yaşında bir vatandaşımız hayatını kaybetti. Polisimizin savcılığımızın araştırması devam ediyor. Yaralı yok, tek bir kişiye saldırı olmuş. İçeri girilmiş ve vefat eden kişiye saldırıda bulunulmuş. İçişleri Bakanlığımızın açıklaması olayın çerçevesini çiziyor. Paylaşılan diğer bilgilere itibar etmeyelim. Olay çok yeni. Herkes görevini yapıyor. Failler yakalanıp yargılanacak. Cumhurbaşkanımız olayı takip ediyor." açıklamasında bulundu.”
Cumhurbaşkanı Erdoğan, saldırıyla ilgili Sarıyer Kaymakamı Ömer Kalaylı, Santa Maria İtalyan Kilisesi Rahibi Anton Bulai ve Polonya’nın İstanbul Başkonsolosu Witold Lesniak ile bir telefon görüşmesi gerçekleştirdi.
Tüm cemaate başsağlığı ve geçmiş olsun dileklerini ileten Erdoğan, faillerin en kısa sürede yakalanması için gereken adımların atılmakta olduğunu ifade etti.
İstanbul Valisi Davut Gül "Saldırı tek kişiye oldu, yaralanan yok" dedi.
Saldırı anına ilişkin görüntüler medyaya yansıdı.
Ölen Tuncer Murat Cihan’in yeğeni Çağın Cihan, Gazete Duvar'dan Ferhat Yaşar'a konuştu. Cihan “Kendisi amcam olur. Sadece oraya ziyarete geldi ve tesadüfen ona denk geldi. Sade masum biriydi ve kesinlikle masum bir kurbandı. Emekliydi, hafif zihinsel engelliydi. Son iki aydır da pazarları kiliseye gidip geliyordu" dedi.
Saldırıda ölen Cihan’ın dayısı Kazım Aydemir ise “Benimle birlikte kiliseye geliyordu. Cemaat tarafından çok sevilen biriydi. Boşu boşuna öldürdüler. Çok fazla üzgünüz” dedi”
Daha önce Bakırköy, Kuzguncuk Ermeni Kiliseleri’nde yaşatılanlarda olduğu gibi daha önce Gevriye Eğo’nun Merdin’de, Şimuni ve Hürmüz Diril’in kayıp / eksikli kılınan ol cinayetleri ve sonrasındaki muğlaklıktan haberdar olduğumuz bir tedirginlik haline yine esir edilir ülkedeki bir avuç Hristiyan yurttaş. Kötülüğü bir normatif kılanların aralıksız olarak nefreti yaygınlaştırma gayretine düşen, yazsak en az on parti, söylesek en azından milyonlarca insan tarafından desteklenen / yönlendirilen ocaklar, dernekler, siyasi denile gelirken bildiğiniz çeteleşmiş ari ırk sevdalısı zümreler vesaireler vesaireler etraflıca bu karanlığı yenilerken kim Tuncer Murat Cihan’ın hesabını verecektir sahi ama sahiden de! Düzeni var eden temsilin, bir yandan olayı gizlilik örtüsü ile kapatmaya teşne olması bir yandan da o salyalar saçarak nefretini kusmaya devam diyen yapıların üstün körü olayı, cinayeti (adı üstünde) geçiştirmeye çalıştığı zeminde kim güvende olabilir sahi ama sahi. Kolay lokma olarak tanımlanan, nasılsa kuşatıldıkları vakit teslim olacaklarına dair bir algı / olgu ekseninde hayatları gözetim ve denetime tabi kılınan insanların hakikatleri her ne olacaktır? İki zanlının kamu önüne alelacele çıkartılması sonrasında birliğimiz asla ve kata bozamayacaklar şablonu yeniden sakız edilirken o cinayetin faillerinin sırtları sahi ama sahiden de sıvazlanıp durulmamıştır diyebilir miyiz? Kolluk kuvvetinin bir var hep yok addedildiği bir sahneleme sonrasında kim nasıl güvende hissedebilir ki? Soruların ardılı sıra geldiği bir cinayet / tahakküm / yıkım girdabının ardından geriye kocaman bir boşluk kalıyor. İnsanların kimliklerinin, aidiyet ve inançlarının halen mesel teşkil edildiği bir yerde, hayatların biricikliği söz konusu edilmesin isteniyor. Kötülük temsili her yanı, her günü kuşatırken bunlar dert edilmesin isteniyor. Lafta değil doğrudan / sahiden bir yerin yaşamla bağları kopartılırken yarın her neyi getirecektir. Tümüyle bu girdap halinin içerisinde bir yarın ihtimali kalır mı? Bırakılmış mıdır.... Bir avuç kalakalan azınlıkların bu günlerdeki en büyük meselesi budur, bu kadardır. Bir yarın ihtimali söz konusu mudur.
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: Santa Maria Latin Katolik Kilisesi’nden – Dilara ŞENKAYA – Reuters
2 notes · View notes
axacde · 1 year ago
Text
Müslüman Türk'sen Araplaşmış Türk'sün. Ama Gagavuz Türk'üysen, Hristiyan olduğun (Müslüman olmadığın) için, "öz" Türk'sün. Bu nasıl bir çifte standart? İsa(a.s.) İbrani asıllıydı, ama Hristiyanlık ondan itibaren ortaya çıktı. E o zaman, Hristiyan olanlara da çakma Yahudi ya da yan sanayi malı Yahudi falan mı diyeceğiz?
3 notes · View notes
oseytorvan · 2 years ago
Text
Okay, someone has to say it.
The Bible is not a fairy tale.
The Bible is more than a book.
Christianity is not a fandom. And even if you don't believe in God, you can't deny it.
Writing fanfiction about the Bible is blasphemy.
To ship biblical characters is blasphemy.
Making offensive jokes about God is blasphemy.
This is an obvious truth that many do not understand.
2 notes · View notes
rayhaber · 2 months ago
Text
IKBY Genel Seçimleri İçin Sandık Başına Gidiyor
IKBY’de Genel Seçimler İçin Sandık Başına Gidiliyor Irak’ın kuzeyinde bulunan Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY), 6 yıl aradan sonra gerçekleştireceği genel seçimler için halkını sandık başına çağırıyor. Bu seçimlerde, 2 milyon 899 binden fazla seçmenin oy kullanması bekleniyor. Oy verme işlemleri, bugün saat 07.00’de başlayarak 18.00’de sona erecek. Parlamentodaki 100 milletvekilini belirlemek…
0 notes
gundemsivas · 6 months ago
Text
Tumblr media
Aziz Vlas’ın anıt mezarı açılış için gün sayıyor https://gundemsivas.com/aziz-vlasin-anit-mezari-acilis-icin-gun-sayiyor/?utm_source=dlvr.it&utm_medium=tumblr
0 notes
israelandarabpeaceblog · 8 months ago
Text
İslam, Hristiyanlar ve Yahudileri nasıl görüyor?
İslam, Hristiyanlık ve Yahudilikle birlikte üç büyük semavi dinlerden biridir. Bu dinler, Allah olarak adlandırılan tek bir Tanrı'ya inançlarını paylaşırlar. Müslümanlar, Allah'ın İbrahim, Musa, İsa ve diğer peygamberlere kendini açıkladığına inanırlar.
İslam'ın kutsal kitabı olan Kuran, Hristiyanlar ve Yahudileri "kitap ehli" olarak tanır. Bu terim, Muhammed'den önce ilahi kitaplar alanları ifade eder. Kuran, Hristiyanlar ve Yahudilerin Tanrı ile geçerli bir antlaşmaya sahip olduklarını ve iyi işlerinden ötürü ödüllendirileceklerini doğrular.
İslam, Müslümanlar, Hristiyanlar ve Yahudiler arasındaki tarihsel ve teolojik bağlantıyı da kabul eder. Hepsi tek Tanrı'nın soyundan gelirler ve İbrahim'i tek tanrıcılığın babası olarak kabul ederler. Ayrıca farklı dillerde ve kültürlerde birçok ismi ve özelliği olan aynı Tanrı'ya taparlar.
Bu nedenle İslam, Hristiyanlar ve Yahudileri belirli bir etnik köken, ırk veya coğrafya ile sınırlı olmayan, tek bir Tanrı'ya inanan tüm müminlerin bulunduğu İslam topluluğunun (umma) sadık üyeleri olarak görür. İslam, Müslümanları, Hristiyanlar ve Yahudilerle, aynı değerler ve çıkarlar temelinde saygı göstermeye, diyalog kurmaya ve işbirliği yapmaya teşvik eder. İslam aynı zamanda çeşitliliğin kutlandığı ve insanlık onurunun korunduğu barışçıl ve hoşgörülü bir ortamı teşvik eder.
İslam, tek bir Tanrı'ya inanç etrafında tüm müminleri bir araya getirme ve semavi dinler arasında diyalogu teşvik etme potansiyeline sahiptir. Bu bakış açısı, tüm Hristiyanları ve Yahudileri İslam topluluğunun sadık üyeleri olarak kabul etmeyi destekler. Dinler arası ilişkileri güçlendirerek ortak değerleri vurgulayan İslam, barış ve anlayışın gelişimine katkıda bulunabilir.
0 notes
ilmiyyat1453 · 1 year ago
Text
"Tıpkı 1932’de Belçika’daki Güzellik Yarışması’nda Müslüman Türk kızının mayo ile karşılarında olmasına sevinip onu şampiyon yapan Hristiyan jüri üyeleri gibi.. Allah’ın rızası olmadıktan sonra Dünya Şampiyonu olmuşsun.. hava!”
Düzce Kaynaşlı Belediye Başkanı Birol Şahin
50 notes · View notes
sadrusseria · 1 year ago
Text
Ibn Katheer - may God Almighty have mercy on him (died 774 AH) - said:
The first word spoken by Christ while he was in the cradle: “I am the servant of God.”
He did not say: Son of God.
📙 Interpretation [677/2]
‏قال ابن كثير - رحمه الله تعالى (توفي٧٧٤هــ) :
أول كلمة نطق بها المسيح وهو في المهد ﴿ إني عبد الله ﴾
ولم يقل : ابن الله
📙 التفسير [٦٧٧/٢]
İbn Kesîr rahimehullah dedi ki :
Hz. Îsâ'nın (aleyhisselâm) beşikteyken söylediği ilk kelime "Ben Allah’ın kuluyum",
Ben "Allah'ın Oğluyum" demedi.
6 notes · View notes
ateist · 4 months ago
Text
Tumblr media Tumblr media
0 notes
dilperisanimmmm · 1 year ago
Text
Ateistlerin sürekli ateist olduklarını gösterme, duyurma çabaları ne boktan. Bok bok. Bok gibi değil, bombok. Olum anladık ateistin. Ben ateist olsam dümdüz davranırdım. Bunu birilerinin bilmesine gerek yok ki. Gerek yok. Biri sorunca söylersin. Ama ha bire ha bire. Çarpıcam bi tane ağzının ortasına o zman rahatlayacağım :) böyleleri karşıma canlı çıkarsa eğer düşünmeden şaplatırım, düşünmeden.
0 notes
seslimeram · 17 days ago
Text
Başkalarının Hayatı...
Tumblr media
Başkalarının, bambaşka hayatların mahvından aleni kıvanç duyulan bir menzil var edildi. Kendine dokunmadığı müddetçe hiçbir fecaat için ah etmeyen, hiçbir yaranın da varlığını asla sorgulamayan bir cenah ol ötekisinin başına getirilenleri fırsat görüp oh olsun çekiyor şimdilerde. Kötülüğü kendisine yakıştırıp, duraksamadan bir taraf gibi yıkıcılığı sahiplene duran, o kendisinden saymadığına reva görülen her türden şiddeti hak görüp gerekli sayan bir kötülük sarmalı var ediliyor ne eksik, ne fazla. Cürmün, cerahatin, ceberut devlet aklı ve zikrinin sunduğu dar alandan çıkagelen her cehennem pratiğine alkış tutuluyor. Katran karanlığı her güne içkin. Her gün delik deşik. Her şekilde kötülüğün el aldığı, yüz tuttuğu, bulduğu kendisini onaylattığı bir cerahat sarmalı yer ülke diye pazarlanır hala. Andersen’in masallarından birisindeki gibi kral çıplaktır her şey de ulu orta meydandadır. Lakin görmeye çabalayanların sayısı bir avuçtur. Bir gösteri toplumuna dönüşmüş, artık ekranlardan ne verilirse, her şey nasıl bildirilirse öyle anlayan bir düzlemde fecaat arasız, fasılasız daimdir. Düzenin var ettiği nefret tahayyüllerine sonsuz itimatla yıkım dört bir yana taşınırken, ötekisine ne oluyor / olmakta bu sorulmasın istenir. Bir yerdeki bozguna, yıkıma her şekilde başarı denilmesi bundandır. Cerahat, cürüm ve ceberut olan akla seza hamlelere arka çıkılır. Yalan her yerdedir. Riya her ana içkindir. Kendisine dönüştürdüğü, benzettiği insanların var ettikleri yıkımlardan kıvanç duymalarını beklerken muktedir tüm o kenarda kalanların haklarının talanını dert edinenleri teröristlikle itham eder. Bütünüyle o terörü bizatihi kendisi var ederken.
Başkalarının, başkası sanılanların hayatlarının mahva rehin olunmasının yolunun temelini bu tahayyül atar. Sonrası gelsin bildik senaryolar. Bitimsiz bir iletişim işleri başkanlığının var ettiği hikayeler, baş efendinin emirleri doğrultusunda ekranlarda bitiveren bir muğlak, ne dediği, ne eylediği, neye hizmet ettiği hiçbir zaman anlaşılmayan tiplemelerden çıkan, tamamlayıcı cümleler. Son yirmi iki yıllık hazin ülke tiradının bitimsiz devamı, her şeyin boşluğa çıktığı bir maraz sahneleme. Otuz iki kısım tekmili birden var edilen dün öyle ya da böyle denilen için bunların inkar olunduğu bir zemin gerçekliği, yarın her şeyin alenen değişecek olduğunun yanılgısına esir olmuş muktedir yancısı tiplemelerin var ettiği bildik hezeyanlarla donatılan bir sahneleme. Gündelik yaşam tarumar edilirken, memleketin hiç ama hiçbir yarası çözüme tam olarak kavuşturulamazken her şeyin tozpembe kılındığı bir masalsı tahayyüle inanç beklenir. Tümüyle ötekilerin başına getirildiği zikredilenler ise ol tedbirsizlik, bilinçli görmemezlik sayesinde artık herkesin olağanıdır. Piyangonun kimlere her ne şekilde vuracağı muğlaktır sadece.
Tarafgir olunan tüm uluslararası hukuki normları talan ederek, bir başka ülkenin içinde yer edinen, işgal ettiği yerleri cihatçı artıkları, eski ışid nam terörün dinci yüzeyinden en radikallerle iş tutarak var eden bir ülkenin hazin hikayesindeki iş veren olmak gibi nicesi o piyangonun kime nasıl vurabilecek olduğunu da imgeler. Çözüm üretmektense daimi bir halde yinelenen büyük ülke nidalarını sakız edip çürümenin değirmenine su taşımak bir biçimde Suriye’de yeniden hedef ülkenin, yönlendirici, tetikçi ülkelerden birisinin işte bu Türkiye devleti olduğunu örneklemeye kafi gelir. Sınırın içinde daha o Beşşar Esad’ın koltuğundan düşürülmesi haberinin duyulması sonrasında, yallah memleketinize Araplar çığlıkları yükselir. İktidarın sermayeye peşkeş çektiği, sigortasız, güvencesiz, geleceksiz çalıştırdığı, sermayenin dinamosuna eklenmiş olagelen insanların alelacele apar topar gönderilmesi sultandan ricacı olunur. Bir kör karanlık haline, Rojava sahanlığında muhafaza edilen güvenli bir bölge dışında kalan her yerin ateş hattına, bizatihi Türkiye, Amerika, Rusya, İran ve dolaylı yollardan İsrail eliyle var edilmiş olmasına rağmen ol ötekisine karşıtlık yeniden gemiyi azıya alır. Alnımıza çalınacak tek bir lekemiz yok, biz kimseleri kesmedik, ezmedik, yok etmedik derken modern zamanlardan bir başka tehcirin bir an önce var edilmesi için çırpına duran insanların ortasında hangi yara fark edilebilir ki!
Yeni Yaşam Gazetesinden aktaralım: “Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi, Suriye hükümetinin devrilmesine ilişkin açıklama yaptı. Reqa’daki Özerk Yönetim binası önünde yapılan açıklamanın metni Arapça ve Kürtçe okundu. Yürütme Meclisi Eşbaşkanı Evin Siwêd açıklamanın Kürtçesini okudu.
Açıklamada şu ifadeler yer aldı:
“Öncelikle zalim Suriye rejiminin yıkılmasından dolayı tüm Suriye halkını tebrik ediyor, özgürlük ve eşitlik için en kıymetli değerlerini veren halkımızı selamlıyoruz. 14 yıl süren mücadele ve çatışmaların ardından zalim Suriye rejimi, tüm kurumları ve ordusuyla birlikte yıkıldı. Bu rejim, Suriyelilerin ulusal ve kültürel kimliklerini yok saymış, demokratik güçlere aykırı bir politika izlemiş ve Suriye halkının haklarını inkar etmiştir.
‘Rejim diyalogtan kaçtı’
Milliyetçiliği, dini ve mezhepçiliği temel alarak Suriye’nin kötü durumlara düşmesine neden oldu. Yüzbinlerce kişinin ölümüne, milyonlarca Suriyelinin yerinden edilmesine neden oldu. Bölgelerimizin Suriye’nin en mazlum bölgelerinden biri olduğu Kuzey ve Doğu Suriye bileşenleri olarak halkımızı korumak için binlerce şehit verdik, acı çektik ve birçok hak ihlaline maruz kaldık. Devrimin geçmiş yıllarında, Suriye sorunlarına barışçıl yollarla çözüm bulunması yönündeki tüm yerel ve uluslararası çabalara rağmen rejim, dışlayıcı politikalarını sürdürmüş, ciddi ve yapıcı diyalogdan kaçınmıştır. Suriye krizinin daha geniş çapta büyümesine zemin hazırlayacak zaman kazanma politikası esas alındı. Suriye’de şu anda yaşananların nedeni bu istikrarsız rejime dayanıyor. Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi olarak kriz yıllarında Suriye’deki sorunlara barışçıl çözüm bulunması için her türlü fırsatı verdik ancak Suriye rejimi bu çabaya yanıt vermedi ve bu nedenle sorumludur.
‘Barışçıl diyalog dilini kullanacağız’
Geçmişte üzerinde çalıştığımız ölçülere bağlı olduğumuzu beyan ediyoruz. Suriye’nin yapısı ve coğrafyasının bir parçası olarak Suriye halkının birliğini ve Suriye topraklarının bütünlüğünü korumak için çalışacağız. Suriye’de hiçbir tarafı dışlamadan sorunların çözümü için barışçıl diyalog dilini kullanacağız. Tüm Suriye halkının haklarını ayrımcılığa uğramadan güvence altına alan, demokratik ve çeşitlilik içeren bir Suriye’nin inşasında öncü bir rol oynayacağımızı teyit ediyoruz. Suriye’deki tüm siyasi güçleri geçmişi hesaba katmaya, ders almaya ve ülkeyi bu beladan kurtarmak için çalışmaya çağırıyoruz.
‘Bu aşamayı yeni bir sayfaya çevirelim’
Bu aşamayı tüm Suriye halkının çıkarlarına hizmet edecek anlaşmalara varmak için birlikte iş birliği yapabileceğimiz yeni bir sayfaya çevirelim. Herkesi, Suriye rejiminin geçmişte benimsediği dışlama ve ihmal politikasından uzak durmaya çağırıyoruz. Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi olarak diyaloğa hazırız, geleceğin Suriye’sinin işaretlerini hep birlikte çizmek için Suriye’nin her tarafına elimizi uzatıyoruz.”
Bu açıklamanın üstünden çok vakit geçmeden Menbiç teslim edilir. Deyr-Ez Zor için muamma açıklamalar birbiri peşi sıra yinelenirken, dört günlük rejim değişikliğinin ol nihai bilançosunda Kürd ve onlarla birlikte hareket eden Mezopotamya halklarının eşit, adil, özgür ülke tahayyüllerine kibrit suyu dökülür. Selefi, İslami Faşist, El Kaide ya da herhangi bir fundamentalist bir yapıyı sonuna kadar savunabilecek tıynetteki Türk devleti ve epey hallice milletinin onayıyla, Kürdün başı ezilsin talimatının yerine getirilmesi için salavat duaları var edilir, zincir beddualar canlı canlı zikredilir. Genel geçer değil burnu o boktan hiç çıkmayan bir ülke için, onlardan fersah fersah ötede, akla, fikre ve eylemselliği benimsemiş, önce demokrasi ve adalet tahayyülünü var edebilen bir Rojava devriminin sorun teşkil edeceği çok açıktı. Öylesine değil, 2015 seçimleri sonrasında resmi davetiye ile alenen çağrılmış cihatçıların yurttaşlarını katlettiği bir menzilde hiçbir doğru düzgün adalet tahayyülünü var etmeyen, dünyada da yerin dibine gitmiş bir adalet endeksi sırasıyla arzı endam eyleyen bir devlet için o inançlı, yürekli insanların evlerini savunabilmeleri dert olunur. Kobane düştü düşecek şartlanmış şaklabanlığını Işid ile bir ve beraber sakız etmiş insanı temsilin, kalkıp yeniden ve tek arzusunun oradan başlayarak fırsat bu fırsat yıkımlara / cinayetlere ve kendi imzasıyla tehcire imza atma gayretinin ortasında o oh olsun çekenlerin kirli elleri, sermaye diye çıkagelen kanlı paraların aklanması, bitmeyen bir iktidar heveskarlığının sonsuzluğu içinde hayat çarçur edilendir. Bitimsiz bir kayıtsızlıkla, barış demekten kendini alıkoyan, bunu dahi bunca açık yıkıma sahne edilen bir Suriye gerçekliği karşısında susmayı tercih eden Türkiye halkları karşısında hayatı ehven olandan ayrılması kesintisizdir. Sokaklarından devrik liderin ol işkenceci suretini tekrarlayan, bir kereliğine değil topyekun o toprakların dinamiklerini bir kere daha altüst edecek olan cerahatin var edebileceği yegane şey dipsiz bir karanlığın ta kendisidir. Buradan görünen köy, kılavuzsuz bu haldedir.
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: Rojava Revolution Anonymous via Socialist Project
Meramda Paylaşılan Haber
Özerk Yönetim’den Açıklama: Diyaloğa Hazırız - Yeni Yaşam
https://yeniyasamgazetesi6.com/ozerk-yonetimden-aciklama-diyaloga-haziriz/
0 notes
onderkaracay · 1 year ago
Text
Tumblr media
🔘 Kimin Hakkı ile Dünyanın ve Ülkelerin En Zengini Oldular?
Dünyanın ve insanlığın en önemli sorunlarından biri zengin fakir ayrımcılığıdır.
Kimsenin midesi kimseden büyük olmadığına göre kimse kimseden daha fazla maddi zenginliğe ulaşmamalıdır.
Kişi ve şirk kurumu şirketlerin zengin edilmesi o topluma ve devlete karşı en büyük tehdidi büyütmektir.
Nitekim her mahallede bir milyoner üreteceğiz zihniyetinin zengin ettiği aymazlık dünya mafyaları ile gizli iş tutarak o niyete hizmet amaçlı bizi bugün devlet yok şirk kurumu şirketler var diyerek tehdit etmişlerdir.
Fakir yetki faşizmi ve yasal hileler ile hakkı çalınan ve maddi olanaklara muhtaçlığı sistematik artırılan insanlara denmez.
Kime denir?
Sahip oldukları maddi zenginlik ile yetinmeyen ve daha fazlasını isteyenlere aç gözlü doyumsuzluğa fakir denir.
Oysa zengin gönlü zengin olan, kimsenin hakkına el uzatmayan, hepsini istemeyen, en güçlü ve büyük olmak peşinde koşmayan, maddi zenginliklerin eşit paylaşılmasından yana olan yaşamak için zaman ayıran insanlara denir.
Hakkını çalarak muhtaç bırakıp bu çaresizliği sömüren depdebeyi zenginlik ve itibar göstermek insanlığın utancıdır.
Ne demek dünyanın en zengin insanı ne demek ülkenin en zenginleri.
Onlara dense dense dünyanın ve her ülkenin sömürgeci mafyaları demek gerekir.
Onların çıkarlarını koruyan hukuku olan toplumlarda adalet yoktur.
Kişilerin ve şirk kurumu şirketlerin anormal boyutlarda zengin edilmesi o topluma dolayısıyla insanlığa ve doğaya karşı yapılmış bir zulümdür.
Bunun bir bedeli vardı.
Yaşadılar, yaşıyorlar ve yaşayacaklar.
Çocuklarının geleceğinden endişe duyan o kodamana soruyoruz; bizim çocuklarımızın geleceği yok mu? Neden sizin çocuklarınızın geleceği bizim çocukların geleceğinden daha önemli oluyor.
Bu eşitliği bu ülkede ilk kim bozdu?
Darbeci generale mektup yazarak emrindeyim diyen dedenin yaptıkları yanınıza kar mı kalacaktı?
Gazetelere ilan vererek ürettiklerinizi saklayıp ülkede yokluk var diyerek hükümet düşürüp fahiş fiyatlarla mal satarak zengin olduğunuzu bilmiyor muyuz?
2001 yılı krizini sizlerin çıkardığını merkez bankası başkanı olarak oraya sızdırdığınız bilderberg para cemaati mafyasının adamının kurun iki katına çıkacağı haberi ile bir gecede servetinize servet kattığınızı, bu toplumdan çaldıklarınız ile özelleştirme talanı sayesinde ne var ne yok ele geçirdiğinizi bilmiyor muyuz?
Biliyoruz ve hepsini geri alacağız.
Beşeri yasalar ile mümkün olmuyordu, kozmik ve metafizik bir fırtına ile mümkün hale geliyor.
İmanı olanlar anlayabilir. Hristiyan ve Yahudi bozgunculuğuna alet olanlar anlayamaz.
] Önder KARAÇAY [
0 notes