Tumgik
#Harbiye Bakanı
haytaogluyunus · 3 months
Text
Tumblr media
ANMA:
BUGÜN: 24 MART (1971) YAZARLARIMIZDAN VE
TÜRKÇÜ KADINLARIMIZDAN OLAN VE TARİHÇİ EMEL ESİN’İN ANNESİ MÜFİDE FERİT TEK’İN VEFATININ YIL DÖNÜMÜ.
Müfide Ferit Tek
(29 Nisan 1892, Kastamonu - 24 Mart 1971, İstanbul), Türk romancı.
Türkçülük akımının roman türündeki ilk temsilcilerindendir. Türk Kurtuluş Savaşı'na kalemiyle katılmış bir kadın yazardır. Türkiye'nin ilk İçişleri Bakanı Ahmet Ferit Tek'in eşidir. Sanat tarihçi Emel Esin'in annesidir.
Babası Kemahlı Mazhar Paşa'nın oğlu ve "hürriyet" yanlısı bir subay olan Şevket Bey, annesi Plevne şehitlerinden Zâimzâde İsmail Efendi'nin kızı Feride Hanım'dır.
Babasının görevi dolayısıyla ilköğrenimine Trablusgarp'ta başladı. Trablusgarp'ta henüz bir Türk mektebi olmadığı için İtalyanların yönetiminde bulunan St. Joseph Rahibe Okulu'nda okudu. Okulda İtalyanca ve Fransızca öğrendi. Ayrıca özel ders yoluyla Arapça ve Farsça öğrendi. O yıllarda, İstanbul'da bulunan Harbiye Mektebi'nde bir kanundışı faaliyetlerde bulundukları gerekçesiyle Fizan'a sürgün edilen bir grup öğrenci arasında Ahmet Ferit Tek ile Yusuf Akçura da vardı. İleride evleneceği Ahmet Ferit Bey ile burada tanıştı.
Yazar, 1903 yılında gizlice gönderildiği Paris'te Versailles Lisesi'ne kaydedildi. Onun Paris'teki öğrenimini, velisi sıfatıyla babasının yakın arkadaşı ünlü Jön Türklerden Ahmet Rıza Bey takip etti. Müfide Ferit, Trablus'tan kaçarak Paris'e gelmiş olan Ahmet Ferit Tek ile 1907 yılında -15 yaşında iken - evlendi. Bundan sonraki hayatı, kocasının sürgün veya görevli olarak bulunduğu çeşitli şehir ve ülkelerde geçti.
İkinci Meşrutiyet'in ilan edilmesinden sonra eşi ile İstanbul'a geldi. Ahmet Ferit Tek, İttihat ve Terakki'ye muhalefetten Sinop'a sürülünce Müfide Ferit Hanım, kocasıyla birlikte Sinop'a gitti. 1913- 1918 arasındaki yıllarını Sinop ve Bilecik'te geçirdi. Bu arada Yusuf Akçura'nın desteğiyle ilk romanı olan Aydemir'i' yazdı ve 1918 yılında yayınlattı. Halide Edip'in 1912'de yayımlanan Yeni Turan adlı romanından sonra ikinci "Turancı" roman olan bu eser, birkaç gazetede tefrika edildi. Roman, bir kuşağı etkiledi ve yıllar sonra Şevket Süreyya Bey, Aydemir soyadını bu romandan etkilenerek aldı.
1 note · View note
baybaykus · 10 months
Text
O'na dil uzatmayın;
Şimdi ben orduyu Nato'ya bağlayan Adnan Menderes'in, devlet maaşıyla kumar oynayıp boş zamanlarında "şiir" yazan Necip Fazıl'ın, düşmana teslim olan Vahdeddin'in, Kuvayi Milliye ordusunun İzmir'e girişini duyunca palayı pırtıyı toplayıp kaçan Damat Ferit'in, Kurtuluş Savaşı boyunca Mustafa Kemal aleyhine paçavra gazetelerinde yazılar yazan ve "İnşallah Yunanlılar kazanır" diye dua eden Ali Kemaller sürüsünün, Meclisi fesheden ve ülkeyi yıllarca tek başına yöneten baskıcı Abdulhamid'in, hamamda cariye kovalarken ayağı kayıp düşen Sarı Selim'in, öz oğlunu tuzağa düşürüp öldüren Kanuni'nin, Alevi kıyımı ve katliamıyla ün salan Yavuz Selim'in, kundaktaki öz kardeşini boğdurtup öldürten Fatih'in, taht kavgasıyla Osmanlı'yı dörde bölen Çelebi kardeşlerin, Şeyh Bedreddin, Börklüce ve Torlak Kemal gibi halk önderlerini katleden ve "mülk Allahındır" diyerek adalet istedikleri için binlerce insanın başını giyotin kütüklerinde kesen Şehzade Murat'ın, Ankara Savaşı'da Aksak Timur'a yenilip esir düştükten sonra intihar eden Yıldırım BaYezid'in... Bu zincir, Taa Emevi'ye, ordan da halifeler dönemine kadar uzar gider. Bunlar hakkında kalkıp bir laf söylesem, ter ter tepinir, bir de "ölülerin ardından konuşulmaz" diye din ve ahlak dersi vermeye kalkışırsınız.
Peki o zaman siz neden 85 yıl önce Hakkın huzuruna çıkmış olan bir lidere, bu milletin kurucusuna ve kurtarıcısına iftira atıyorsunuz? Hepimizin "anne" bildiği Zübeyde Hanım'a kendi pisliğinizi sıçratırken, siz hangi dinden ve ahlaktan bahsediyorsunuz?
Bakın soytarılar; eğer Yunan Generali Papulas bu iftirayı atsa, tamam der anlarım. Hatta anlamakla da kalmaz hak veririm. Çünkü Mustafa Kemal, Bizans'ı hortlatmak isteyen Papulas'ın hayallerini suya gömdü. Yunan İyonyası ve Ege kıyılarında Büyük Helen İmparatorluğu hayalleri unufak oldu.
Peki Mustafa Kemal sizin hangi hayallerinizi suya gömdü soytarılar? Saltanat ve hilafet mi, monarşi mi, teokrasi mi?
İngiliz Mühipleri Derneği'nin sadık ve gayretli üyesi,gizli ve karanlık işlerin vazgeçilmez adamı Sait Molla bu iftirayı atsa,anlarım.Hatta anlamakla da kalmaz hak veririm.Çünkü adamcağız İngilizlerin g.tüne kıl olmak istedi,olamadı. Peki siz kimin nesi olmak istediniz de Mustafa Kemal bunu önledi soytarılar?Amerika'ya kıl oldunuz zaten...
Yunan Savaş Bakanı (Harbiye Nazırı) Teotokis bunu söylese,anlarım. Hatta anlamakla da kalmaz hak veririm. Adamcağız Sakarya'ya kadar geldi,amacı Ankara'ya girip meclisi teslim almak ve Mustafa Kemal'i meydanda ayaklarından asmaktı. Fakat Mustafa Kemal onu ordusuyla birlikte Sakarya'da balçığa gömdü. Peki,Mustafa Kemal sizin neyinizi balçığa gömdü? Hangi kirli emellerinizi, hangi karanlık düşlerinizi?
Bu iftirayı Yunan Kralı Konstantin atsa,anlarım. Hatta anlamakla da kalmaz hak veririm. Adamcağız İngiliz Başbakanı Lloyd George'nin gözüne girmek ve Osmanlı paylaşılırken İstanbul'u kapmak gibi ham bir hayalin peşinde koşuyordu. Mustafa Kemal bu hayali de yerle bir etti. Peki,Mustafa Kemal sizin neyinizi yerle bir etti? Hurafelerinizi mi?
General Glikopis,General Dienis gibi Yunan komutanları bu iftirayı atsa,bu balçığı sıvasa, tamam der anlarım. Hatta anlamakla da kalmaz hak veririm. Çünkü onlar Büyük Taarruz'da esir düştüler. Mustafa Kemal'in çadırına getirildiklerinde, ezik, büzük,mahcup, aciz ve çaresizdiler.Bunu görünce Mustafa Kemal onlara sigara,kahve ikram etti, "üzülmeyin,savaşta olur böyle şeyler" diye de teselli etti...
İzmir'e girdiğinde Mustafa Kemal'in ayakları altına Yunan bayrağı serdiler, "tepele bu bayrağı Paşam!" dediler, fakat o asil ruh, "kaldırın bu bayrağı,bir milletin timsali tepelenmez" dedi. "Fakat onlar bizim bayrağımızı tepelediler" diye itiraz ettiler. "Onlar yanlış yapmış,ben aynı yanlışı tekrarlayamam" dedi Mustafa Kemal.
Mustafa Kemalde bu asalet ve bu insanlık farkını gören İzmirliler hüngür hüngür ağladı. "Bak şu asaletin büyüklüğüne, onlar galip gelselerdi bizim Paşamızı asacaklardı,ama bizim Paşamız onların bayrağını çiğnemiyor!" dediler.
Alıntıdır
1 note · View note
OSMANLI DÖNEMİNDE HAVACILIK ÇALIŞMALARI-1.BÖLÜM
Bugün sizlerle Osmanlı dönemindeki havacılık çalışmalarını iki bölümde inceleyeceğiz. 19. Yüzyılda ve 20. Yüzyılın başlarında Osmanlı İmparatorluğunun hem sivil alanda hem de savunma kuvveti olarak havacılıkta ne tür gelişmeler olmuştu, bunları kısaca anlatmaya çalışacağız. 17.YÜZYILDA OSMANLI HAVACILIK ÇALIŞMALARI 17 ve 18. yüzyılda, Lagari Hasan Çelebi’nin 7 kollu bir roketin atış gücünden…
View On WordPress
2 notes · View notes
doriangray1789 · 2 years
Text
GÖLGE ORDU: SADAT KİTABI ( kırmızı kedi yayınlarından çıktı) 1990 lardan günümüze kadar incelenmiş 2015 yılında bir fikir ortaya atılmıştı - İslam ordusu kurulması   34 İslam Ülkesinin bir araya gelip 100 bin kişilik bir ordu kurması... Tuğgeneral Adnan Tanrıverdi’nin kurucusu ve başkanı olduğu SADAT 15 Temmuz öncesi 7 Mart 2015 tarihinde Genelkurmay’ı ziyaret ediyor...dönemin gazete başlıkları: '' SADAT heyetiyle 7 Mart'ta, Genelkurmay Plan Prensip Başkanı Korgeneral Salih Ulusoy görüştü. Tanrıverdi, görüşmede ele alınan konuları SADAT birimlerine iç yazışmayla duyurdu. Yazışmada 'İslam Ordusu kavramının içinin nasıl doldurulacağı' konusu dikkat çekiciydi, Suriye ve Libya da iç savaşta bu ordunun kullanılması da gündeme geldi'' Afrika ülkeleri başta olmak üzere 60 a yakın ülkede eğitim kamplarının kurulması da söz konusu olmuştu...Hatta TÜGVA ile ortak eğitimler de verilmiş.... ABD Trump da bu fikre karşı çıkmadı, neden çıksın ki yeşil kuşak projesi bizatihi onlara aittir... (yeşil kuşak projesi 1947 Truman doktrini ile BOP projesi altında hayat bulmuştur.. Amaç soğuk savaş döneminde SSCB yi çevrelemekti 1977-1981 Jımmy Carter döneminde orta doğu da proje hız kazanmıştır 1980 Kenan Evren darbesi, Pakistanda Ziya Ülhak darbesi, İran İslam devletinin kurulması) Şimdi aklıma geldi ÖSO nun kurulması da acaba bu İslam Ordusu projesinin ürünü müydü? İslam Ordusu projesi 15 temmuz 2016 hain fetö darbesiyle sekteye uğradı bir süre ses çıkmasa da SADAT’ın strateji merkezi olan ASSAM’ın İslam Devletler Birliği fikri ile gerçekleştirdiği 2017 yılında ki toplantılar (o toplantıya şimdiki maliye bakanı Nurattin Nebati de katılmış) ''mehdiyi bekliyoruz'' sözleri ile 15 temmuzdan sonra kapatılan ve milli savunma bakanlığına bağlanan askeri okullara subay alım mülakatlarında, bir zamanlar şeriatçı davranışlar nedeniyle ordudan uzaklaştırılan eski subayların yer alması ( bir iddia ya göre 3 yıl boyunca) vb. gibi konularla proje ve SADAT ı tekrar gündeme taşıdı.... Aslında İslam ordusu fikri Kafkas İslam Ordusu adıyla Osmanlı Devleti'nin Mart-Ağustos 1918 tarihleri arasında kurduğu Doğu Ordular Grubu'na bağlı bir askeri birimdi. Harbiye Nazırı Enver Paşa'nın emriyle ve tamamen Müslümanlardan oluşmuştur. I. Dünya Savaşı'nda Kafkasya Cephesi'nde yer almıştır.
Tumblr media
İslam ordusu fikri İslam ülkelerinin güvenliğine yönelik tehditte devreye girmesi için planlanmış bir fikir... Ancak Türkiye de federatif bir yapıya sıcak bakması ve milli ordunun yerine ümmetçi bir ideolojiye sahip yeni bir ordu oluşturulması fikri birlikte değerlendirilmelidir
Not: Orta Doğu’nun Jeopolitik Konumu ABD-Pentagonda nasıl tanımlanır...Coğrafi, ekonomik ya da siyasi olarak bölgeler özelliklerine göre şekil alırlar. Aynı zamanda diller, dinler ya da mezhepler bölgeye şekil vermede ve tanımlamada esas alınabilir. Kısaca bir bölgeyi tanımlamada anlamlı ve sistemik ortak özellikler bulunmalıdır. Bu esasları göz önüne aldığımızda Orta Doğu diye bir bölge tanımlaması olmamaktadır. Günümüzde ‘Orta Doğu’ olarak adlandırılan coğrafya; Türk-İran havzası (Türkiye, İran, Afganistan) Arap Yarımadası (Suudi Arabistan, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt, Umman, Katar, Yemen) Bereketli Hilal diye tabir edilen bölge (Irak, İsrail, Ürdün, Lübnan, Suriye) ve Afrika kıtasındaki Mısır‘dan müteşekkildir...
5 notes · View notes
cinaraslan · 3 years
Text
Tumblr media
Cumhuriyetimizin kurucularından, 2. Cumhurbaşkanımız İsmet İnönü'yü vefatının 48. yılında rahmet ve minnetle anıyorum.
Mustafa İsmet İnönü (24 Eylül 1884- 25 Aralık 1973)İsmet İnönü 24 Eylül 1884 tarihinde İzmir'de Reşit Efendi ile Cevriye Temelli Hanım'ın ikinci oğulları olarak dünyaya gelmiştir.İlk ve orta öğrenimini Sivas'ta tamamlamış, Sivas Mülkiye İdadisinden 1896'da mezun olduktan sonra 1897 yılında İstanbul'daki Mühendishane İdadisi'ne girmiştir. 14 Şubat 1901'de Mühendishane-i Berr-i Hümâyun'a (topçu okulu) girip, 1 Eylül 1903 tarihinde topçu teğmeni olarak mezun olmuştur. 26 Eylül 1906 tarihinde Erkân-ı Harbiye Mektebi'ni birincilikle bitirerek kurmay yüzbaşı rütbesiyle Edirne'deki 2. Ordu'nun 8. Topçu Alayı'nda 3. Batarya Bölük komutanı olarak kurmay stajını yapmıştır.1908 yılında 2. Süvari Tümeninin kurmay subaylığına atanmış ve 31 Mart İsyanında Hareket Ordusu karargâhında görev almıştır. 1910'da 4. Kolordu kurmay subaylığına getirilmiş, 1911'de de Yemen Kuvayi Mürettebe Komutanlığı kurmay subaylığına atanmıştır. 26 Nisan 1912 tarihinde binbaşı rütbesine terfi etmiş ve Yemen Kuva-yi Umumîye Komutanlığı Kurmay Başkanlığı görevine atanmıştır.1912-1913 yılları arasında Harbiye Nezareti'nde Başkomutanlık Karargâhı 1. Şubede görevlendirilmiş ve İkinci Balkan Savaşı'nda Çatalca Ordusu Sağ Cenah Komutanlığı kurmay subaylığına getirilmiştir. 29 Kasım 1914 tarihinde kaymakam (yarbay) rütbesine terfi etmiş ve 2 Aralık 1914 tarihinde Genel Karargâh 1. Şube Müdürü olarak atanmıştır. 9 Ekim 1915 tarihinde 2. Ordu Kurmay Başkanlığına getirilmiş ve 14 Aralık 1915 tarihinde miralay (albay) rütbesine terfi etmiştir.I. Dünya Savaşı sırasında Kafkas Cephesi'nde Kolordu Komutanı olarak, Mustafa Kemal Paşa ile birlikte çalışmıştır. 12 Ocak 1917 tarihinde 4. Kolordu Komutanlığı'na atanmış ise de bir süre sonra İstanbul'a Genel Karargâhta görevlendirilmek üzere geri çağrılmıştır. Halep’te 7. Ordu'nun oluşturulmasında görev almış, 1 Mayıs 1917 tarihinde Filistin Cephesi'nde 20. Kolordu Komutanlığı'na, 20 Haziran'da da 3. Kolordu Komutanlığı'na atanmıştır. Filistin cephesindeki muharebeler sırasında yaralanınca İstanbul'a dönmek zorunda kalmıştır.Mondros Ateşkes Anlaşmasından sonra İlk kez 8 Ocak 1920 tarihinde Ankara'ya gelmiş ancak yeni kurulan Ali Rıza Paşa hükûmetinde Harbiye Nazırı olan Fevzi Paşa'nın çağrısı üzerine şubat sonlarında İstanbul'a geri dönmüştür. 9 Nisan 1920 tarihinde Mustafa Kemal Paşa'nın çağrısı üzerine tekrar Ankara'ya gelerek, İstanbul ile bütün resmî bağlarını koparmıştır. 23 Nisan 1920 tarihinde açılan Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne Edirne milletvekili olarak katılmıştır.3 Mayıs 1920 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetleri Genelkurmay Başkanlığı görevine getirilmiştir. 10 Kasım 1920 tarihinde Batı cephesi Kuzey Kesimi Komutanlığı'na atanmıştır. Çerkez Ethem ayaklanmasının ve iç isyanların bastırılmasında etkin rol oynamıştır. Batı Cephesi Kuzey Kısım Komutanı olarak, Ocak 1921 tarihinde Birinci İnönü Muharebesi'ni kazanarak Yunan ilerlemesini durdurmuş ve bu başarısı nedeniyle Mirliva rütbesine terfi ettirilmiştir.  Mayıs 1921 tarihinde Batı Cephesi Komutanlığına atanmıştır. Sakarya Meydan Muharebesinde Batı Cephesi Komutanlığı görevinde bulunmuş, Büyük Taarruzdan sonra Ferik rütbesine terfi ettirilmiştir. Millî Mücadele'nin sonunu belirleyen 3 Ekim- 11 Ekim 1922 tarihleri arasında gerçekleşen Mudanya Mütarekesi görüşmelerinde baş delege olarak görev yapmıştır. 26 Ekim 1922 tarihinde TBMM tarafından Dışişleri Bakanı olarak görevlendirilmiştir. Lozan görüşmelerinde Türk heyetinin başkanlığını yapmıştır. Yeni Türk devletin bağımsızlığını ve egemenliğini onaylayan, Lozan Antlaşması'nı TBMM Hükümeti adına imzalamıştır.29 Ekim 1923 tarihinde cumhuriyetin ilanı ile 30 Ekim 1923 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk hükûmetini kurmakla görevlendirilmiş ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Başbakanı olmuştur. 3 Mart 1924 tarihinde öğretimin birleştirilmesi, halifeliğin kaldırılması ve Diyanet İşleri Başkanlığı'nın kurulması onun başbakanlığı döneminde yapılmıştır. 8 Kasım 1924 tarihinde başbakanlıktan istifa etmişse de doğudaki Şeyh Said İsyanı üzerine 3 Mart 1925 tarihinde Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal tarafından yeniden hükûmeti kurmakla görevlendirilmiştir. 1926 yılında Orgeneral rütbesine terfi ettirilmiş, 1927 yılında kendi isteğiyle askerlikten emekli olmuştur. 1934 yılında Soyadı Kanunu'nun yürürlüğe girmesinden sonra Mustafa Kemal Atatürk tarafından kendisine İnönü soyadı verilmiştir. 1924 yılından 1937 yılına kadar başbakanlık görevini aralıksız olarak sürdürmüştür. Bu dönemde ülkedeki bütün önemli siyasal gelişmelerde ve devrimlerin uygulanmasında önemli rolü olmuştur.Eylül 1937 tarihinde Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’ün isteği ile başbakanlık ve CHP Genel Başkan Vekilliği görevlerinden istifa etmiş ve TBMM'de Malatya milletvekili olarak görev yapmıştır. 10 Kasım 1938 tarihinde Mustafa Kemal Atatürk'ün ölümü üzerine, 11 Kasım 1938 tarihinde olağanüstü toplanan TBMM tarafından oy birliğiyle cumhurbaşkanlığına seçilmiştir.Cumhurbaşkanı seçilmesinden hemen sonra başlayan II. Dünya Savaşı döneminde, ülkeyi savaştan uzak tutmaya çalışmıştır. II. Dünya Savaşı'nın hemen ardından, çok partili sisteme geçilerek serbest seçimlere dayanan demokratik düzeninin yerleşmesine ön ayak olmuştur.14 Mayıs 1950 genel seçimlerinde Partisinin seçimleri kaybetmesi üzerine Cumhurbaşkanlığından ayrılmak durumunda kalarak, ana muhalefet partisi lideri olarak siyasi mücadelesine devam etmiştir.27 Mayıs 1960 Darbesi sonrasında yeni anayasanın kabul edilmesinden sonra, yapılan genel seçimlerinden CHP tek başına iktidar olacak çoğunluğu sağlayamasa da birinci parti olarak çıkınca, 24 yıl sonra yeniden başbakan olarak hükûmeti kurmakla görevlendirilmiştir. Ancak 1965 yılında mecliste yapılan bütçe oylamasında İnönü hükûmetinin azınlıkta kalması üzerine başbakanlıktan istifa etmiştir. 5 Kasım 1972 tarihinde, 49 yıldır üyesi olduğu, 33 yılını genel başkan olarak geçirdiği Cumhuriyet Halk Partisinden, 14 Kasım 1972 tarihinde de milletvekilliğinden istifa eden İsmet İnönü, Eski Cumhurbaşkanı sıfatıyla tabii senatör olarak Cumhuriyet Senatosu'nda görev almıştır.Siyasi hayattan hiçbir zaman kopmayan İsmet İnönü, 17 Aralık’ta geçirdiği rahatsızlıktan sonra 25 Aralık 1973’te Ankara’da hayata veda etmiştir.Millî Mücadelenin ve Cumhuriyetimizin kuruluşunda önemli görevlerde bulunmuş İsmet İnönü’ye Allah’tan rahmet dilerim. Mekânı cennet, Ruhu şad olsun.
4 notes · View notes
yusufserkan · 4 years
Text
Biz şimdi Türklerle savaş halindeyiz. Türklere yenilirsek bütün etkimizi kaybedeceğiz…” (Amiral de Robeck'ten Lord Curzon'a telgraf, 26 Haziran 1920)
Tescilli Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlarının çok sevdikleri eski bir yalan, üstelik TBMM'nin açılışının 100. yılında, 23 Nisan 2020'de yeniden ısıtılıp gündeme getirildi; “Kurtuluş Savaşı'nda İngilizlerle savaşılmadığı” iddia edildi. İşte bugün, bu bayat iddiaya cevap vereceğim. Dünyada emperyalizme karşı kazanılan “ilk bağımsızlık savaşı” durumundaki “Türk Kurtuluş Savaşı”nın aslında neden bir Türk-İngiliz savaşı olduğunu anlatacağım.
TÜRKİYE'NİN İŞGALİ BİR İNGİLİZ PLANIDIR
İngiltere açısından I. Dünya Savaşı'nın temel amaçlarından biri Osmanlı İmparatorluğu'nu parçalamaktı. 1914'te İngiltere Harbiye Bakanı Lord Kitchener, “Türkiye'yi mahvedinceye kadar savaşa devam edeceğiz” demişti. (Avcıoğlu, s. 33)
İngiltere, I. Dünya Savaşı sonunda Türkiye'yi, adeta elini kolunu bağlayıp Yunanistan'ın önüne attı. Mondros Ateşkes Antlaşması ile Türkiye'nin silahlarını elinden aldı, ordularını dağıttı, limanlarına, tünellerine, tersanelerine, bütün yer altı ve yer üstü kaynaklarına el koydu. Bu antlaşmanın 7. ve 24. maddelerine dayanarak İngiltere Türkiye'yi doğrudan işgal etmeye başladı: 1918-1920 arasında Musul'u, Çanakkale'yi, İskenderun'u, Antakya'yı, Batum'u, Kilis'i, Ankara istasyonunu, Antep'i, Haydarpaşa istasyonunu, Konya istasyonunu, Turgutlu-Aydın demiryolunu, Maraş'ı, Birecik'i, Samsun'u, Urfa'yı, Merzifon'u, Kars'ı, İzmit'i, Marmara kıyılarını, Karamürsel'i, Mudanya'yı ve İstanbul'u işgal etti. Anadolu'ya “İngiliz kontrol subayları” ve “ajanlar” gönderdi.
İzmir'in işgal planını hazırlayanlardan biri de İngiliz Başbakanı Lloyd George'du. 15 Mayıs 1919'da İzmir'i işgal eden 16 Yunan gemisinin ve 2 Yunan muhribinin taşıdığı işgal donanmasına 4 İngiliz muhribi refakat etti.
İngilizler, İstanbul'da asker, sivil yurtseverleri tutuklayıp Bekirağa zindanlarına hapsettiler. İşbirlikçi Osmanlı Saray Hükümeti'nin yardımıyla hazırladıkları “kara listelerle” (black lists) Cevat Paşa, Mersinli Cemal Paşa, Ali İhsan Paşa, Yakup Şevki Paşa, Fahrettin Paşa gibi onlarca komutanı Malta'ya sürdüler. İngilizlerin Malta sürgünlerine karşılık Atatürk de Anadolu'daki -çoğu subay- 29 İngilizi esir aldı. (Şimşir, Malta sürgünleri, s. 39-76, 423, 453, 454)
Osmanlı Saray Hükümeti, İngilizlerin isteğiyle Anadolu'daki milli harekete karşı 1920'de iç savaş başlattı. 10 Nisan 1920'de “Şeyhülislam Dürrizade Fetvası” yayınlandı: “Kuvayı Milliyecilerin katli vaciptir” diyen bu ihanet fetvası, İngiliz uçaklarıyla, İngiliz zırhlılarıyla ve İngiliz subaylarıyla Anadolu'ya dağıtıldı.
18 Nisan 1920'de Osmanlı Saray Hükümeti, İngilizlerin de onayıyla Kuvayı Milliye'ye karşı Kuvayı İnzibatiye'yi (Halifelik Ordusu'nu) kurdu. Bu paralı ordunun görevi İzmit ve çevresindeki İngiliz tampon bölgesini millicilerden temizlemekti. Bu ihanet ordusunun silah ve cephanesini İngilizler sağladılar.
İngilizler, Noel gibi bazı casuslarıyla Güneydoğu Anadolu'da bazı Kürt aşiretlerini de isyana teşvik ettiler. “Kara Cumbo” adlı casusluk teşkilatıyla bilgi toplayıp Yunanlara verdiler.
İngiltere, bir taraftan işbirlikçi Osmanlı Saray Hükümeti eliyle, diğer taraftan Yunan ordusuyla milli harekete karşı çift yönlü bir savaş yürüttü.
İngiliz ordusunun 25 Haziran 1920'de Mudanya'yı işgali.
Anadolu'daki Yunan saldırısı, İngiliz-Yunan ortak hareketiydi
1920 yılı içinde Avrupa'da tam 102 oturum sonunda Türkiye'yi paramparça eden 433 maddelik Sevr Antlaşması hazırlandı. (Olcay, s. 1,445,589-599). İngilizler, -sözde tarafsızlık politikasına rağmen- Sevr Antlaşması'nı Ankara'daki TBMM'ye imzalatmak için Yunan ordularını Anadolu içlerine sevk ettiler. 17 Şubat 1920'de Lord Curzon, Amiral de Robeck'e “Yunan ordusuna Türklere saldırması için gerekli emri verdiğini” yazdı. (Ulubelen, s. 236). Doğan Avcıoğlu'nun ifadesiyle “22 Haziran 1920 Yunan ilerlemesi tamamen İngiltere'nin kontrolünde bir saldırıdır. Saldırı planları, İngiliz kurmayları ile birlikte hazırlanmıştır. Prof. A. Toynbee saldırı planlarının İngiliz kurmayları ile birlikte hazırlandığını yazmaktadır.” Dahası, 22 Haziran 1920 Yunan saldırısını, İngiltere ile Yunanistan birlikte yürüttü. Mudanya, Gemlik, Karamürsel gibi Marmara Denizi sahil kasabaları İngiliz-Yunan ortak hareketiyle işgal edildi. (Avcıoğlu, s. 167, 168) Nitekim 26 Haziran 1920'de Amiral de Robeck, Lord Curzon'a gönderdiği bir telgrafta, “Biz şimdi Türklerle savaş halindeyiz. Türklere yenilirsek bütün etkimizi kaybedeceğiz…” diyordu. (Ulubelen, s. 252)
Prof. Toynbee'nin deyişiyle Yunanlar, İngiliz ve Fransızların verdikleri hiç kullanılmamış silahlarla donatılmıştı. 1914-1920 arasında Yunanistan'a yapılan İngiliz yardımının miktarı 16 milyon sterlini aştı. İngiliz Başbakanı Lloyd George, İngiliz firmalarının Yunan ordusuna silah ve cephene satmasına izin verdi. Yunanistan'da top, tüfek fabrikası yoktu. Yunan silah ve cephanesinin çoğu İngiltere'den sağlandı. Sakarya Savaşı öncesinde “Bank of England” Yunanistan'a kısa vadeli kredi açtı. İngiltere Sanayi ve Ticaret Odalarına Yunanistan'a yardım talimatı verildi. Anadolu'daki bazı Yunan birlikleri doğrudan İngilizlerin komutası altındaydı. Örneğin Kocaeli'ndeki bir Yunan tümeni ve Beykoz'daki bir Yunan birliği doğrudan doğruya İngiliz komutanların emrindeydi. Yunan ordusunda çok sayıda İngiliz askeri danışman vardı. İstanbul'daki İngiliz donanması sık sık Karadeniz limanlarını bombaladı. (Avcıoğlu, s. 162, Şimşir, Sakarya'dan İzmir'e, s. 160, 197,198)
İngilizler Mudanya'yı işgal ettiklerinde, aralarında çocuk yaşta direnişçilerin de olduğu yurtseverleri esir aldılar. (Haziran 1920)
Sevr Antlaşması'na göre İstanbul bir “özerk bölge” yapılacaktı. İngiltere sadece İstanbul'u değil, İzmir'i de Türkiye'den koparmak istiyordu. Lord Curzon'un planına göre İzmir de “özerk bölge” olacaktı. Bu proje daha sonra “İyonya Devleti” projesine evrildi. İngilizler bir taraftan Yunan ordusunu desteklerken diğer taraftan Ankara'da Atatürk'e karşı “darbe” ve “suikast” planlıyordu. O suikastçılardan biri, Mustafa Sagir Ankara'ya kadar geldi. Yakalanıp idam edildi. Bu arada TBMM'nin Fransa ile anlaşması üzerine İngiltere, Fransa'yı ihanetle suçladı. İngiltere, Sakarya Savaşı'ndan sonra işlerin sarpa sardığını gördüğünde Yunanistan'ı korumak için Sevr Antlaşması'nı yumuşattı, TBMM'ye barış teklifleri sundu. Atatürk “tam bağımsızlık” dışında hiçbir “sahte barış teklifini” kabul etmeyince İngiltere yine gizli, açık Yunanistan'ı desteklemeye devam etti. İngilizler, Büyük Taarruz sonrasında, Türk orduları İzmir'e ilerlerken bile hâlâ Yunan ordusundan umudu kesmemişti. Öyle ki, 4 Eylül 1922'de İngiliz Yüksek Komiseri H. Rumbold, “Yunan ordusu Alaşehir hattında tutunabilirse nefes alacak zaman bulabiliriz” diyordu. 5 Eylül'de de General Harington, “Yunan ordusunun Alaşehir'de tutunmasını umuyoruz” diye hayal görüyordu. (Şimşir, Sakarya'dan İzmir'e, s. 492, 493, 500). Sonunda İngilizler, -ileri karakolları durumundaki- Yunan ordusunun yenilgisini kabul ederek 7 Eylül'de mütareke teklif ettiler. 11 Ekim 1922'de -Yunanistan'la değil- İngiltere, Fransa ve İtalya ile Mudanya Mütarekesi'ni imzaladık. (Yunanistan sonradan onayladı.) Çünkü aslında Türk-Yunan savaşı –Doğan Avcıoğlu'nun ifadesiyle– bir Türk-İngiliz savaşıydı. Mudanya Mütarekesi'nin imzalandığı günlerde İstanbul ve Boğazlar hâlâ İngiliz işgali altındaydı.
Milli Mücadele'de Türk-İngiliz savaşları ve çatışmaları
1.Dünya Savaşı sonrası İngiliz Hükümeti'nin elinde İngiltere'de 49 piyade taburu vardı, ki bu ülke içindeki toplumsal kavgaları bastırmaya bile yetmezdi. 38 piyade taburu ise bağımsızlık hareketini önlemek için İrlanda'da bulunuyordu. 1920 yılı sonunda Türkiye'de 10 bin İngiliz, 8 bin Hintli, 8 bin Fransız, 2 bin de İtalyan askeri vardı. (Avcıoğlu, s. 171,172). Ali Fuat (Cebesoy) Paşa, “İngilizlerin Türkiye'de 27. ve 28. Fırkaları vardı. Bu kadar az bir kuvvetle Anadolu içlerinde bir harekete teşebbüs edeceklerine asla ihtimal vermemiştim” diyor. (Cebesoy, s. 255). Durum böyle olunca İngiltere Başbakanı Lloyd George, 15 Ağustos 1920'de Avam Kamarası'nda, Anadolu'nun dağlık bölgelerine kadar İngiliz orduları gönderilemeyeceğine göre tek seçeneklerinin “her iki tarafı sonuna kadar vuruşturmak olduğunu” söyledi. (Şimşir, Sakarya'dan İzmir'e, s. 140,141). İngiltere, zaman içinde 200 bine yaklaşacak olan Yunan ordusuna güveniyordu.
İngilizler, Atatürk'ün düzenli orduları karşısında doğrudan bir cephe açamasalar da “Clearing Up Operatin” adlı askeri operasyonlar gerçekleştirdiler.
16 Mart 1920'de İngilizler İstanbul Şehzadebaşı'ndaki 10. Tümen Karargâhı'nı basıp 5 erimizi şehit ettiler, 9 erimizi de ağır yaraladılar.
Atatürk, 18 Mart 1920'de Eskişehir'deki İngilizlerin bölgeden çıkarılmasını emretti. 24-30 Mart 1920'de 24. Fırka Komutanı Yarbay Mahmut Bey, İngilizleri geri püskürtüp Eskişehir'den çıkardı. Lefke köprüsündeki çatışmada İngilizler 5-6 yaralı ve ölü verdi. Böylece Şehzadebaşı'nda şehit edilen Mehmetçiklerimizin intikamı alındı. Batı Cephesi Kuvayı Milliye Komutanı Ali Fuat (Cebesoy) Paşa şöyle diyor: “İkinci Eskişehir harekâtı bir hafta sürdü… Milli harekâtın şiddet ve kesinliği karşısında İngiliz kıtaları dayanamadılar, telaşla geriye çekildiler. İnsan bakımından az, fakat eşya bakımından oldukça çok kayıp verdiler.” (Cebesoy, s. 357, 358)
İngilizler, Haziran 1920'de İzmit'i işgal ettiler. Yurtseverleri vahşi hayvanlar gibi tel örgülerle çevrili kafesler içinde hapsettiler. Bazı Kuvayı Milliyecileri İzmit Tersane Bahçesi'nde kurşuna dizdiler. 14 Haziran 1920'de İngilizler, İzmit'in doğusunda Kuvayı İnzibatiye ile çarpışan Türk kuvvetlerine ateş açtılar. Türk-İngiliz çatışması başladı. Bu sırada İngiliz uçakları da Türk birliklerini bombaladı. İngiliz savaş gemileri, 19 Haziran 1920'de İzmit Çuha Fabrikası'nı bombalayıp harbeye çevirdiler. İngilizler, 29 Haziran 1920'de İzmit Körfezi Derince limanındaki Türk cephaneliğini havaya uçurdular. Üç büyük savaş gemisiyle Türk köylerini bombardıman ettiler. İzmit'teki Türk-İngiliz savaşı sırasında –İleri Gazetesi'nin haberine göre- İngilizler 23 yaralı ve 15 ölü verdiler. (Cebesoy, s. 453-455. Oral, s.290-323)
25 Haziran 1920'de Yunan ilerlemesini kolaylaştırmak isteyen bir İngiliz birliği Mudanya'ya çıktı. Türk birliğinin ateşi sonrası karşılıklı birkaç kayıp verildi. 6 Temmuz 1920'de İngilizler Mudanya'yı yeniden işgal etmek istediler. Türk birliğinin ateşle karşılık vermesi üzerine İngilizler, Türk mevzilerini, denizden, üç saat boyunca top ateşine tutarak Mudanya'yı işgal ettiler. 25 Türk askerini şehit ettiler. İngilizler Mudanya'da 16-17 yaşlarında Türk çocuklarını bile esir aldılar.
İngilizler İzmit'i işgal ettiklerinde Tersane bahçesinde Kuvayi Milliyecileri böyle kurşuna dizdiler. (Haziran 1920)
25 Haziran 1920'de Karamürsel'e çıkan İngiliz birliği oradaki küçük bir Türk kuvvetince ateşle karşılandı.
6 Temmuz 1920'de Gemlik'e çıkan bir İngiliz birliği Gemlik'teki Türk yerleşim birimlerini bombaladı.
7 Temmuz 1920'de bir Yunan birliği ile bir Türk birliği arasında Beykoz'da bir çatışma çıktı. Bu çatışmada bir İngiliz birliği ile bir İngiliz torpidosu Yunan birliğine yardım etti.
20 Temmuz 1920'de Tekirdağ'a yapılan Yunan çıkarması İngiliz filosunun himayesinde yapıldı.
1922 Haziran'ından 1922 Eylül'ü sonuna kadar Musul'da bizzat Atatürk tarafından görevlendirilen Özdemir Bey komutasındaki birliklerle İngilizler arasında çok ciddi çarpışmalar oldu. 31 Ağustos 1922'de Revandiz Müfrezesi İngilizlere karşı Derbent Zaferi'ni kazandı.
9 Eylül 1922'de İzmir'in kurtarılmasından sonra Türk orduları İstanbul ve Çanakkale'ye doğru ilerlemeye başladı. İngiltere, 15 Eylül-30 Ekim 1922 arasında savaş hazırlıklarına girişti. Ancak sömürgelerden yanıt alamayan, buna karşın Hindistan'ın ve Sovyet Rusya'nın Türkiye'nin arkasında olduğunu gören İstanbul'daki İngiliz komutan Harington, az sayıdaki kuvvetle Atatürk'ün zafer kazanmış ordusunun önüne çıkmaya cesaret edemedi, kendisine verilen “ateş” emrini ağırdan aldı. Sonuçta İngilizler mütarekeye razı oldular. Lozan'dan sonra geldikleri gibi gittiler.
İngiliz Başbakanı Lloyd George ise Türk-İngiliz savaşının kaybedeni olarak istifa etmek zorunda kaldı.
Atatürk'ün önderliğindeki Türk Kurtuluş Savaşı İngiliz emperyalizminin büyüsünü bozdu; Hindistan başta olmak üzere birçok sömürgeye bağımsızlık cesareti ve özgürlük umudu verdi.
3 notes · View notes
typewavymami · 4 years
Text
Babıali baskını hakkında
II. Anayasa Monarşisi'nin deklarasyonunda rol oynayan Birlik ve İlerleme Komitesi, orduya dayanan hükümetin kontrolünü aldıktan sonra ülke yönetiminde tek taraf oldu. Sendikacıların Birliğe dayalı diktatörlük rejiminin uygulanması, ülkede hızla gelişen bir muhalefet cephesini de ortaya koydu. 1911 yılında Hürriyet ve Atıf Partisi kuruldu. Sendikacılar 18 Ocak 1912 seçimlerini kazandılar. Bu seçimler yoğun baskı altında yapıldı ve daha sonra "sopa seçimi" olarak anıldı. Bundan sonra, Sendikacıların partizanlık tutumları daha da arttı. Arnavutluk'taki isyanı bastırmak için gönderilen askerler arasında, Sendikacıların politikasını sevmeyen muhalif subaylar, "Khashaskârân" veya "Hahaskar Zabita" adlı bir grup kurdular ve dağlara gittiler. İstanbul'daki bu grubun üyeleri, hükümete bir muhtıra vererek, meclisin dağıtılacağını, Kıbrıs Türk Kamil Paşa başkanlığında yeni bir hükümet kuracaklarını, aksi takdirde idareyi ele geçireceklerini belirttiler. Sendikacılar buna boyun eğmek zorunda kaldılar ve 16 Temmuz 1912'de Gazi Ahmed Muhtar Paşa'nın başkanlığında Said Paşa kabinesi yerine yeni bir hükümet kuruldu. Sadrazam'ın talebi üzerine padişah, “Büyük Kabine” veya “Baba-Oğul Kabini” olarak adlandırılan yeni hükümetin, Sendikacıların çoğunluğunun bulunduğu meclisten güvenoyu alamamasının ardından parlamentoyu kaldırdı.
8 Ekim 1912'de ortaya çıkan Balkan Savaşı, siyasi muhalefet tarafından parçalanan Osmanlı ordusu tarafından yakalandı. Birbirlerinin arkasındaki kötü sonuçlar Gazi Ahmed Muhtar Paşa'nın hükümetini istifaya zorladı. Kıbrıslı Kamil Paşa kabinesi, Balkan devletlerinin Trakya'ya doğru hareket ettiği bir zamanda kuruldu (29 Ekim 1912). İktidarı yeniden kazanmak için mücadele eden ve yenilgiyi hükümetin değişmesi için kullanmayı amaçlayan Sendikacılar, ordu içinde kısmen hareket etmekte tereddüt etmediler. Hahaskanan grubunun üyesi olmayan birçok memuru işe aldılar ve ordudaki eski destekçilerini siyasi faaliyetlere yönlendirdiler.
Tumblr media
Bu arada Bulgar ordusu Çatalca'ya güveniyordu ve Edirne ve Adalar nedeniyle Londra'daki Balkan ülkeleriyle görüşmeler sonuçsuz kaldı. Büyük Avrupa devletleri, Edirne'den 17 Ocak 1913'te Bâbiâli'ye verdikleri bir notla kendilerine bırakılmasını istedi. Önerileri tartışmak için Dolmabahçe Sarayı'nda devlet adamlarının iktidar ve muhalefetin katıldığı bir “shura-y umi umi” toplandı. Edirne için yeni bir çözüm öneren bir cevap notu yazmaya karar verildi (22 Ocak 1913). Bu arada, Birlikçiler uzun süredir tasarladıkları hükümet darbesini gerçekleştirmek için harekete geçtiler. Bir gün önce sarayda alınan kararların ve büyük devletlerin cevabının hazırlanmadığını bilmelerine rağmen, kamuoyuna Kıbrıslı Kamil Paşa kabinesini sanki göstererek hükümet darbesine ulusal bir darbe vermek istediler. Edirne'yi Bulgarlara bıraktılar. Hükümet, Yâkub Cemil, Mümtaz, Mustafa Necib, Ömer gibi Birlik ve İlerleme partisinden sekiz on kişi ile elçilere verilen yanıt notunu tartışmak üzere Bâbâli'de (23 Ocak 1913) toplandı. Nâci ve Nuruosmaniye Şeref caddesindeki partinin merkezi. Ata bindi ve Babıali için yola çıktı. Öte yandan, Talat Bey birkaç sendikacı ile kıyafet değiştirmiş ve daha önce Bâbiâli'ye gitmişti. Enver Bey ve ona eşlik eden, çoğunluğu çocuk olan insanlar da katıldı. Kalabalığın elinde bayraklar olmasına rağmen, bir tekbir getirdiler ve Babıali'ye doğru ilerlediler. Büyükbabası Nâfiz Bey geldiğinde Enver Bey ve komşuları odasından kaçtıklarında akıncıların ateşiyle öldürüldü. Harbiye bakanı oğlu Tevfik Bey de aynı şekilde vuruldu. Tevfik Bey ölmek üzereyken, Sendikacıların kurbanlarından Mustafa Necib Bey'i ateş ettiği silahla öldürdü. Sokakları dehşete düşürmek için salonun pencereleri vuruldu ve pencereler büyük gürültülerle yere indirildi. Gürültüyü duyan kabine üyelerinin her biri bir yere sığındı. Ne olduğunu anlamak için Harbiye Naziri Nâzim Paşa koştu. Akıncılar ayrıca, kapıyı bekleyen polis komiseri Celâl Bey'i öldürerek iç kanepeye girdi. Nâzım Paşa, Sendikacılara yönelip Yâkub Cemil tarafından vurularak öldürüldü.
Enver ve Talat beyler kapıyı hızla açıp sadrazamın odasına girdiler. Bay Enver, Sadrazam'a sert bir ifadeyle ulusun onu istemediğini ve istifa ettiğini söyledi. Kıbrıslı Kamil Paşa da padişaha, hiçbir şey söylemeden bir kağıt alarak askerin aldığı öneri üzerine istifa etmek zorunda kaldığını yazdı.
youtube
1 note · View note
tarik-bahadir-61 · 2 years
Text
Tumblr media
MAREŞAL FEVZİ ÇAKMAK’I
VEFATININ 72. YIL DÖNÜMÜNDE RAHMETLE, ÖZLEMLE, SAYGIYLA, ŞÜKRANLA ANIYORUZ. RUHU ŞAD, MEKANI CENNET OLSUN.
(12 Ocak 1876, İstanbul - 10 Nisan 1950, İstanbul), Türkiye'nin Mustafa Kemal Atatürk'ten sonraki ikinci ve son mareşali. İlk Millî Savunma Bakanı ve Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Cumhuriyet Dönemi’ndeki ilk genelkurmay başkanıdır.)
Fevzi Çakmak, 12 Ocak 1876'da İstanbul Anadolu Kavağı'nda Çakmakoğullarından Topçu Albayı Ali Sırrı Bey'in oğlu olarak dünyaya geldi.
"Mustafa Fevzi" adını alan Fevzi Çakmak, 10 yaşında Selanik'te askeri ortaokula başladı. Daha sonra 1887'de İstanbul'da Soğukçeşme Askeri Ortaokulu’na geçen Fevzi Çakmak, buradaki eğitimini tamamladıktan sonra Mart 1890'da başladığı Kuleli Askeri Lisesi’ni Şubat 1893'te ikincilikle bitirdi.
Aynı yıl Kara Harp Okulu’na geçen, burayı da piyade subayı olarak tamamlayan Fevzi Çakmak, başarıları dolayısıyla kurmay sınıflara devam hakkı kazanarak Harp Akademisi’ne geçti. 16 Mart 1897'de üsteğmen, 25 Aralık 1898'de de kurmay yüzbaşı unvanıyla akademiden mezun olan Fevzi Çakmak, Genelkurmay Başkanlığı Karargahı'na atandı.
Çakmak, burada karargah subaylığı, Metroviçe Tümeni Karargah Subaylığı, HATİLLA (Taşlıca) Mutasarrıfı ve Komutanlığı, Mürettep Kosova Kolordusu Kurmay Başkanlığı, Mürettep Garp Ordusu Kurmay Başkanlığı, Nizamiye Yakova Tümen Komutanlığı, Kosova Kuvayi Umumiyesi Kurmay Başkanlığı, Vardar Ordusu’nda Şube Müdürlüğü görevlerini yürüttü.
22 Aralık 1914'de 5'inci Kolordu Komutanlığı'na getirilen Fevzi Çakmak, 2 Mart 1915'te mirliva (tuğgeneral) unvanını aldı.
Birinci Dünya Savaşında kolordusu ile Çanakkale savaşlarına katılan Fevzi Çakmak, savaş sonunda Atatürk'ün Anafartalar Grup Komutanlığından ayrılması üzerine bu göreve vekalet etti ve düşman bu cepheden ayrılana kadar görevini sürdürdü.
Ardından II. Kafkas Kolordusu Komutanlığı ve II. Ordu Komutanlığı görevlerinde bulunan Fevzi Çakmak, 28 Temmuz 1918'te korgeneralliğe (ferik) yükseldi. Fevzi Çakmak, Mondoros Mütarekesi'nin imzalanmasının ardından 24 Aralık 1918'te de Genelkurmay Başkanlığı’na atandı, bu makamda bulunduğu sürece pek çok silah ve cephanenin düşman eline geçmesini de önledi.
Mondoros Mütarekesi'nin tek taraflı uygulanması ve İzmir'in Yunan Ordusu tarafından işgaline karşı çıkan Fevzi Çakmak, 1919 yılı mayıs başlarında Yunanlıların İzmir'e çıkarma yapma hazırlıkları sürerken, Harbiye Nazırı Şakir Paşa'nın makamında bulunmadığı kısa bir süreden yararlanarak, İzmir'deki Kolordu Komutan Vekili Albay Süleyman Fethi Bey'e "Çıkarılan devriyelerin peyderpey miktarlarının artırılarak Yunanlıların İzmir'i işgal etmeleri ve bir oldu bitti yaratmaları muhtemeldir. Bunun için derhal Averof Zırhlısı komutanına, badema (bundan sonra) devriye çıkarılırsa, bunları Türk birliklerinin silahla karşılayacağını tebliğ ediniz." telgrafını çektirdi.
Bu tebliğe karşılık Süleyman Fethi Bey'in "Dinlemeyip çıktıkları takdirde bu emir yerine getirilecek midir?" sorusuna da "Tereddüt edilmeden ateş edileceği" yanıtını verdi.
Tebliğ etkisini gösterdi, işgal gününe kadar bir daha Yunan devriyeleri İzmir'e ayak basmadı. İtilaf devletlerinin baskısı ile Fevzi Paşa Genelkurmay Başkanlığı’ndan uzaklaştırılırken Yunanlılar da 15 Mayıs 1919 günü İzmir'e çıktı.
Daha sonra Fevzi Çakmak önce I. Ordu Komutanlığına, ardından 3 Şubat 1920'de Harbiye Nazırlığına (Milli Savunma Bakanlığına) atandı.
Fevzi Çakmak, bu görevi sırasında Milli Mücadeleye değerli hizmetlerde bulunurken, İstanbul'dan birçok silah ve cephanenin Anadolu'ya taşınması ve değerli komutanların Anadolu'ya geçmesinde rol oynadı.
İstanbul müttefik kuvvetler tarafından resmen işgal edilince Fevzi Çakmak, Harbiye Nazırlığı görevinden 21 Nisan 1920'de ayrılarak Anadolu'ya geçti.
Fevzi Çakmak Anadolu'ya geçtikten sonra Ankara Hükümeti’nce 3 Mayıs 1920'de Kozan Milletvekili sıfatıyla Milli Savunma Bakanlığı’na ve Bakanlar Kurulu Başkan Vekilliği’ne seçildi. Burada çalışmalara başlayan Fevzi Çakmak, yeni ordunun kurulmasında büyük rol oynadı.
İstanbul Hükümeti tarafından Anadolu'ya geçmesi hoş karşılanmayan Fevzi Çakmak için 27 Mayıs 1920'de İstanbul I. İdare-i Örfiye Divan-ı Harbi tarafından gıyaben askerlikten uzaklaştırılmasına, nişan ve madalyalarının geri alınmasına ve idamına karar verildi.
9 Kasım 1920'de Genelkurmay Başkanı Albay İsmet Bey'in Batı Cephesi Kuzey Kesimi Komutanlığı'na atanarak ayrılması nedeniyle Genelkurmay Başkan Vekilliği’ni de üstlenen Fevzi Çakmak'ın rütbesi II. İnönü Zaferi'nin ardından 3 Nisan 1921'de TBMM tarafından orgeneralliğe (Birinci Ferik) yükseltildi.
Fevzi Çakmak, Eskişehir ve Kütahya'da istenilen sonucun alınamaması üzerine halkta ve ordu içerisindeki moral bozukluğuna karşı gerek TBMM'de yaptığı konuşmalarla gerekse verdiği beyanatlarla moral yükselten kişi oldu.
Fevzi Çakmak, moral bozukluğuna karşı gelmek için verdiği bir beyanatında, "Düşmanın ilerlemesine karşı halkın katiyen tereddüt ve endişe etmesine mahal yoktur. Düşmanın, Anadolu içerisine doğru uzanmak isteyen kolları mezarlarına yaklaşıyor. Bu yeni sefer, düşmanın ölüm yolculuğudur." ifadelerini kullandı.
Milli Savunma Bakanlığından 5 Ağustos 1921'de ayrılan ve asaleten Genelkurmay Başkanı olan Fevzi Çakmak, 12 Temmuz 1922'de Büyük Taarruz hazırlıklarıyla ilgilenmek üzere cepheye gitti.
Fevzi Çakmak, 31 Ağustos 1922 tarihinde de Büyük Zafer'in kazanılmasındaki yüksek hizmetlerinden dolayı TBMM tarafından mareşalliğe terfi ettirildi. Böylece Kurtuluş Savaşı'nın Atatürk'ten sonra ikinci mareşali Fevzi Çakmak oldu.
Fevzi Çakmak, 5 Ağustos 1921- 3 Mart 1924 tarihlerinde Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekilliği, 3 Mart 1924'ten yaş haddinden emekli olduğu 12 Ocak 1944 tarihine kadar da Genelkurmay Başkanlığı görevini sürdürdü.
Yaşamının büyük kısmını asker olarak geçiren ve yurt savunmasında titizlikle görev yapan Fevzi Çakmak, yarım asrı bulan fiili hizmetinin büyük bölümünde Arnavutluk Harekatı, İtalyan Harbi, Arnavutluk İsyanı'nın bastırılmasını sağlayarak, Balkan Harbi, I. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı cepheleri ve muharebe meydanlarında tümen, kolordu ve orduları komuta etti.
Bu savaşlardaki üstün gayretleri ve zafere katkıları karşılıksız kalmayan Fevzi Çakmak'a çok sayıda madalya ve nişan verildi.
"Ordunun politikaya karışmasına razı olamam"
Büyük Önder Atatürk'ün sevdiği, saydığı ve güvendiği bir komutan olan Fevzi Çakmak ile Çanakkale'de başlayan dostluğu karşılıklı sevgi, saygı ve bağlılıkla sürdü.
TBMM'deki muhalefet grubunun, Mustafa Kemal Paşa'nın yerine kendisini geçirme fikrini açtığı Fevzi Çakmak, bunu tereddütsüz reddetti ve şu yanıtı verdi:
"Bana böyle bir mevkiyi layık gördüğünüz için teşekkür ederim fakat bu teklifinizi kabul edemeyeceğim. Bu dediğiniz şey hiçbir zaman olamaz. Sizin de bu yolda çalışmaktan vazgeçmenizi tavsiye ederim. Hepimiz bulunduğumuz mevkilere rıza gösterecek ve el birliği ile memleketin yükselmesi için çalışacağız; yapılacak o kadar çok işimiz var ki hepimize bol bol yeter. Eğer bu yolu bırakarak birtakım siyasi entrikalara kapılacak olursak bu memleketi batırırız. Buna da hakkımız yoktur. Hele ordunun politikaya karışmasına hiçbir şekilde razı olamam. Ben bugün ordunun en sorumlu bir yerinde bulunuyorum. Teklifinizi kabul edecek olursam yarın benim yerime geçecek olan bir paşa da ordunun kendisine bağlı olduğuna güvenerek beni devirir ve yerime geçer. Onu da çok geçmeden bir üçüncü paşa taklit eder. Memleket asıl o zaman askeri diktatörlüğe doğru kayar ve memleketin bizden beklediği hizmetlerin hiçbirisi yapılamaz."
Atatürk'ün vefatından sonra tekrar Fevzi Çakmak'a Cumhurbaşkanlığı teklifi ile gelindi ve "Meclis'te ve orduda çoğunluk sizi Cumhurbaşkanı görmek istiyor." denildi.
Fevzi Çakmak ise Genelkurmay Başkanı olduğunu belirterek, "Anayasaya göre Cumhurbaşkanı ancak Meclis'in içinden seçilebilir" yanıtını verdi. "Peki bize aday gösterebilir misiniz?" sorusuna da Çakmak, "Bana kalırsa bugünkü durumda Atatürk'ün yerine geçmeye en layık olan şahıs, İsmet İnönü'dür. Bu benim sadece kendi düşüncemdir. Fakat Büyük Millet Meclisi kimi layık görür de seçerse o benim de Cumhurbaşkanım olur. Yeter ki bu seçilme, kanuna ve anayasaya uygun olsun." yanıtını verdi.
II. Dünya Savaşı başladığında ise Fevzi Çakmak, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'ye her fırsatta savaşın sınırların uzağında olduğuna, orduyu kuvvetlendirecek fakat savaşın dışında kalmak için çalışacaklarına ilişkin sözleriyle, ülkenin II. Dünya Savaşı'na katılmamasında önemli bir rol üstlendi.
Mareşal Fevzi Çakmak, askeri hayatı sona erip emekli olduktan sonra 1945'te çok partili hayata geçilmesiyle Demokrat Parti'nin kurulmasına destek verdi. 1946 seçimlerinde İstanbul milletvekili olarak parlamentoya giren Fevzi Çakmak, bir süre sonra parti içinde çıkan anlaşmazlıklar neticesinde Demokrat Partiden ayrılarak, Millet Partisi'ne geçti ve bu partinin onursal başkanlığını yaptı. Mareşal Fevzi Çakmak 10 Nisan 1950 Pazartesi sabahı saat 07.30'da vefat etti ve Eyüp Mezarlığı'na defnedildi.
Fıtnat Hanım ile evli ve iki çocuk babası olan Mareşal Fevzi Çakmak, Fransızca, İngilizce, Almanca, Rusça, Farsça, Arapça, Arnavutça ve Sırpça biliyordu.
"Bir ordunun muharebe vasıta ve usulleri alınabilir, lakin milli seciye ve ruh kıymeti nesilden nesile intikal eder." sözüyle tarihe not düşen Mareşal Fevzi Çakmak'ın "Büyük Harpte Şark Cephesi Hareketleri", "Garbi Rumeli'nin Suret-i Ziyaı ve Balkan Savaşı'nda Garp Cephesi" adlı eserleri bulunuyor.
0 notes
mehmetkali · 3 years
Text
Radar ve Sınır Güvenliği Zirvesi’nde CSH ve UAVERA’ya Büyük İlgi https://ift.tt/3AnBiPn
Radar ve Sınır Güvenliği Zirvesi’nde  Coşkunöz Savunma Havacılık ile UAVERA’ya Büyük İlgi
Coşkunöz Savunma Havacılık (CSH) ve UAVERA, son teknoloji ürünleriyle yer aldıkları 3. Uluslararası Askeri Radar ve Sınır Güvenliği Zirvesi’nde katılımcılardan büyük ilgi gördü.  
İçişleri Bakanlığı himayelerinde, Millî Savunma Bakanlığı ve Savunma Sanayi Başkanlığı’nın destekleriyle Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği (MÜSİAD) Ankara Şubesi tarafından düzenlenen 3. Uluslararası Askeri Radar ve Sınır Güvenliği Zirvesi 5-6 Ekim tarihlerinde Hacettepe Beytepe Kongre Merkezi’nde yapıldı. Birçok firmanın katıldığı fuarda, Coşkunöz Holding’e bağlı savunma sanayii şirketleri CSH ve UAVERA da milli imkânlarla geliştirdikleri son teknoloji ürünlerini sergiledi. 
CSH ve UAVERA Standı Büyük İlgi Gördü 
Yaptıkları projeler ve geliştirdikleri ürünlerle ülke savunması ve güvenliğine büyük katkı sağlayan CSH ile UAVERA, stantlarında sergiledikleri yenilikçi ve milli ürünleriyle büyük ilgi gördü. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank, Savunma Sanayii Başkanı Prof. Dr. İsmail Demir ve Hacettepe Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmet Cahit GÜRAN ile üst düzey askeri ve sivil yetkililerin de stand ziyaretinde bulunarak bilgi aldığı fuarda CSH ve UAVERA’nın son teknoloji ürünleri yoğun ilgi ile karşılandı.
CSH, Türk Savunma Sanayiine Yüksek Katma Değer Sunuyor
Güney Kore genel maksat helikopterinin en önemli bölümlerinden birisi olan Orta Gövde (Center Fuselage) montajı imalatı ile bu alanda Türkiye’de gövde montajı gerçekleştirebilen iki firmadan birisi olan CSH, yetkinliğini daha da geliştirmek için çalışıyor. Havacılık ve Uzay alanındaki sabit ve döner kanatlı platformlar için gövde montajı, komponent montajı, hassas parça üretimi, hassas parça montajı faaliyetleri ile kabin içi bitmiş ürün üretimi yapan CSH; Boeing, Airbus, Bombardier, Fokker, KAI gibi pek çok global firmaya yapısal platformlarının imalatında geniş bir ürün gamı ile hizmet veriyor. 
Çağatay İHA Kendi Kulvarında Öne Çıkıyor
UAVERA Türkiye’de dikey iniş kalkış yapabilen küçük İHA ve hedef İHA pazarında, pazar lideri ve teknoloji geliştiricisi olmak için yola çıktı. Yerli ve milli İHA ve uçuş kontrol sistemleri geliştirmeyi amaçlayan UAVERA’nın Çağatay İnsansız Hava Aracı CGT50, kendi kulvarında belirgin özellikleriyle öne çıkıyor. Piste ihtiyaç duymadan dikey iniş kalkış yapabilen ve yerli yazılım ve kontrolcüler ile donatılmış olan Çağatay İHA, zorlu hava koşullarında ve tam otonom olarak görev yapabiliyor. Bulut altı İHA sınıfında yer alan Çağatay İHA, 6 saate kadar havada kalma ve 150 kilometreye kadar olan iletişim menzili ile sınıfında lider konumda.
3. Uluslararası Askeri Radar ve Sınır Güvenliği Zirvesi’nde sergilenen Çağatay İHA, HAVELSAN ve UAVERA ekiplerinin birlikte yürüttükleri bir proje ile HAVELSAN ’ın sistemlerine entegre edildi. Böylece Çağatay İHA uçuş anında HARBİYE sisteminin kullanıcıları tarafından sahadaki bir unsur olarak takip, komuta ve kontrol edilebilecek ve saha ekiplerine bulut altı keşif, gözetleme hava desteği sağlanabilecek.
CSH ve UAVERA, milli imkanlarla geliştirdikleri son teknolojilerle global pazarda da savunma ve havacılık alanında genişleme hedefiyle çalışmalarını sürdürüyor. 
from Aeroportist I Güncel Havacılık Haberleri https://ift.tt/3BnUMEV via IFTTT
0 notes
kunyekultursanat · 3 years
Text
Osmanlı’nın Son Paşası: Enver Paşa
Osmanlı’nın Son Paşası: Enver Paşa
Asya Türklerinin fetihlerle kazanılan topraklarda ve adaletli hükümlerle elde edilen insan toplulukları üzerinde kurdukları tarihinin en uzun ömürlü devletinin son günlerinde genç bir asker dikkatleri çekiyor…Enver Paşa…Osmanlı Devleti’nin son “Harbiye Nazırı” yani şimdiki karşılığı ile “Milli Savunma Bakanı” Enver Paşa…Kısacası Enver… Bir zamanlar yabancıların Türkiye’yi “Enver’in…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
mgmstrateji · 4 years
Text
Bolşevik Devrimi ve Lenin’in Politikaları
Tumblr media
Giriş Son yazımızda Tarihe Yön veren önemli insanlardan olan Lenin’den bahsetmiş ve onun hayatını kısaca, özet olarak sizlere aktarmaya çalışmıştık. Lenin’i tarihte önemli şahsiyetler arasına sokan olay elbette ki Bolşevik Devrimidir (Ekim Devrimi) Lenin’in hayatını anlattıktan sonra Bolşevik Devriminden bahsetmeden geçmek olmaz. Bu yazımızda sizlere Lenin’in liderlik ettiği Bolşevik devrimini kısaca anlatmaya çalışacağız, daha ayrıntılı bilgilere ulaşmak isteyenler kaynakçamızdan faydalanabilirler. Lenin önderlik ettiği Bolşevik devrimiyle Dünya tarihini derinden etkilemiştir. Devrim neticesinde Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği kurulmuş, Çarın diğer ülkelerle yaptığı gizli antlaşmalar açıklanmış, I. Dünya Savaşının seyri değişmiştir. Çanakkale’de İngilizlere geçit vermeyen Mustafa Kemal nasıl ki Çarlık Rusyası’nın yıkılmasına ve Bolşevik Devrimine dolaylı katkı sağlamışsa Sovyetler Birliği de Doğu’dan gelen yardımların Anadolu’ya geçişine verdiği destekle Türk Kurtuluş Mücadelesine katkı sağlamıştır. Bolşevik Devrimi 1917 EKİM (6 kasın 1917) devrimini hazırlayan sebepleri tespit edebilmek için öncelikle 19. yüzyılın ikinci yarısındaki ve 20. yüzyıl başlarındaki Rusya’yı iyi tahlil etmek gerekir.  19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Rusya’da önemli ekonomik ve toplumsal değişiklikler meydana gelmeye başlamış, ekonomik ve toplumsal sistemdeki dönüşüm ve çözülmeler de devrimi hazırlamıştır. 19’ncu yüzyılda Rusya ağırlıklı olarak askeri ve feodal yapılı, devasa bürokratik yapıya sahip bir devletti. 1789 ve 1848 devrimlerinin etkisi ile Rusya’da da burjuva demokratik devrimine ve işçi hareketlerine ilişkin önemli gelişmeler yaşanmıştır. İlk olarak 1825’te saray muhafızlarının anayasa istekleri gündeme gelmiştir. Hatta rivayet edilir ki anayasa isteyen saray muhafızlarının çoğu anayasanın (Rusçası Konstitutsya) ne demek olduğunu bile bilmiyorlar, anayasayı çarın karısı sanıyorlardı. Bu hareket çar tarafından hemen bastırılmış ve harekete katılan askerler tutuklanmışlardır. Bundan sonraki gelişmeler ise özellikle Kırım savaşı ve sonrasındaki köylü isyanları ile birlikte hız kazanmış ve Rusya’da işçi hareketlerinde önemli gelişmeler ve yoğunlaşmalar başlamıştır. Kırım savaşındaki yenilgi ve köylü isyanları neticesinde Çar kurtuluş bildirgesi yayınlayarak serfliği kaldırmış, bazı özgürlükler getirmiştir. Bu gelişmeler sırasında da Rusya’da kapitalizm gelişmeye başlamış ve işçi sayılarında önemli artışlar kaydedilmiştir. 1865 - 1890 yılları arasında işçi sayısı 700.000’den 1.500.000’e kadar çıkmıştır. Kapitalist büyük sanayi 1890 yıllarından sonra daha da büyük gelişme kaydetmiş ve işçi sayısı 2,5 milyona yaklaşmıştır. Bolşevik Devrimini hazırlayan sebepleri birbirlerinden bağımsız olmamak kaydıyla üç ana başlıkta inceleyebiliriz. Bu sınıflama, sadece devrimin nedenlerini daha iyi anlayabilmek için yapılmıştır. Yoksa bu nedenler birbirlerinden tamamen bağımsız değildir. Kimi nedenler bir diğerinin sonucu, kimisinin sonuçları da bir diğerinin nedeni olmuştur. Bazen de neden olarak sayacağımız şeyler hem neden hem de sonuçtur.  Bunları: 1.İktisadi Sebepler, 2.Toplumsal Sebepler, 3.Dış Sebepler olarak sıralayabiliriz. İktisadi Sebepler Daha önceki bölümde de bahsettiğimiz gibi 19’ncu yüzyılda Rusya kapitalist gelişme yoluna geç katılmıştır. 1860’lı yıllara kadar Rusya’da çok az fabrika vardı, ekonomi, ağırlıklı olarak feodal bir yapıya sahipti. Serflik düzeni devam etmekteydi. Özgür olmayan serflerin çalışma verimi düşüktü. Çarlık hükümetinin serfliği kaldırması da feodal ekonomik yapıda tam bir iyileşme sağlayamamış, özgürleşen köylüler gene toprak ağaları için çalışmaya devam etmişler, çoğu da toprak sahiplerine borçlandıkları ve borçlarını ödeyemez duruma geldikleri için toprakları ve köylerini terk ederek şehirlere göç edip orada iş aramaya başlamışlardı. Aslında serfliğin kaldırılması köylüleri özgürleştirmemiş, aksine daha da kötü hale getirmişti. Toprağı işleyen serflerin köyü terk ederek şehirlere, yeni kurulan fabrikalarda iş aramaya gitmeleri, kırsal alandaki toprakların önemli bir kısmının işlenememesine yol açmıştı. Bu da tarımsal üretimin düşmesi ve neticesinde de açlık tehlikesi demekti. Yabancı sermayenin yatırım yapmasıyla Rusya’da 1860’lı yıllardan sonra kapitalist ekonomi giderek gelişip büyümeye başladı. İşçi sayısı her geçen gün artıyor, kırsal alandan şehirlere göç oluyordu. Kapitalist fabrika sahipleri için bu ucuz iş gücü demekti. Rusya’da sanayi gelişiyordu. Bu da demiryollarının gelişmesine bağlıydı. Demiryollarının lokomotifleri, vagonları ve rayları için dev ölçüde madene ihtiyaç vardı. Demiryollarında bol miktarda kömür ve petrol tüketiliyordu. Bu demir ve yakıt sanayinin gelişmesine neden oldu. Ancak tüm bu sınaî gelişmeye, artan işçi sayısına ve fabrikaya karşın, üretim araçları mülkiyetlerinin paylaşımında ve işçi ücretlerinde sorunlar vardı. İşçilerin çalışma saatleri çok uzundu ve aldıkları ücretler de çok azdı. Ayrıca patronların işçiler üzerinde kurduğu baskılar, Çar devletinin sermaye sahiplerini koruyan tutumları işçiler arasında huzursuzluklara yol açıyordu. Bir yandan fabrikalar çoğalırken, bir yandan da ülkede yoksulluk ve açlık giderek artıyordu. 1890’larda iktisadi ortamdaki gerginlik artmaktaydı, Rus halkı, savaşların da etkisiyle, yoksulluk , açlık ve ağır çalışma koşulları altında ezilmekteydi. Rus halkı üçlü bir sömürünün kıskacındaydı adeta, yabancı sermaye sahipleri, derebeyleri ve Çarlık devleti Rus halkını eziyordu. Bu durum Lenin’in de belirttiği gibi çelişkilerin birikmesine yol açıyor, bu da ekonomik gelişmeyi engelliyordu. Çelişki birikimlerinin yol açtığı gerginlik, devrime giden yolun taşlarını örüyordu sanki. Toplumsal Sebepler Yukarıdaki bölümde anlattığımız iktisadi koşullar altında açlık ve yoksulluktan kırılan halk katmanlarında önemli huzursuzluklar vardı. Kapitalizmin gelişmesi ve serfliğin kaldırılmasından sonra iş bulma umuduyla şehirlere göç eden insanlar aynı zamanda ileride baş gösterecek toplumsal huzursuzlukların da habercisi gibiydi. Serflikten kurtularak özgürlüğüne kavuşan köylüler toprak ağalarının topraklarını en ağır şartlarla kira ile tutmak zorunda kalmışlardı. Bunun yanı sıra toprak ağaları köylüleri beylerin arazisini karşılıksız işlemeye zorluyorlardı. Köylü, ayrıca elde ettiği ürünün yarısını toprak ağalarına vermek zorundaydı, devletin koyduğu vergiler de cabasıydı. Aslında köylü hukuken özgürleşmesine rağmen, durum serflik döneminden daha da iyi değildi. Tüm bu olumsuzluklar altında ezilen halk, köylü, iş bulup daha iyi şartlarda çalışıp yaşayabilmek için şehirlere göç etmeye başladı. Bu da şehirlerde yeni sorunlar demekti aynı zamanda. Barınma olanakları da başlı başına bir sorundu. Birçok insan, neredeyse insanlık dışı denebilecek koşullarda, 10-15 kişinin bir arada yaşadığı barakalarda yaşıyorlardı. Ücretler ve çalışma koşulları kötüydü. Patronların baskıları ve aşırı cezaları da buna eklenince çoğu zaman işçiler için hayat dayanılmaz olmaktaydı. Nitekim işçi grevleri ve bu grevlere katılan işçiler her geçen gün daha da artmaktaydı. Örgütlenen işçiler, patronlara ve devlete karşı başkaldırıyorlardı. Çarlık devletinin de tüm bu gelişmeler sırasında halktan değil de sermaye ve derebeylerinden yana tavır koyarak onları koruması, savaşlarda alınan yenilgiler ve devletin bürokrasisi ve jandarması ile halka baskı yapması halk nezdinde devlete olan güveni ortadan kaldırmıştı. Rusya’da halk patlamaya hazır bir bombaydı sanki. Dış Sebepler Tüm bu nedenlerin dışında, 1789 Fransız devriminden bu yana Avrupa’da gelişen devrimci hareketler, işçi hareketleri ve Marksist düşünceler de Rusya’da aydınlar arasında önemli bir taraftar kitlesi bulmuştu. 1895’te Lenin tarafından kurulan İşçilerin Kurtuluşu İçin Mücadele Birliği bunun en önemli örneklerindendi. Daha önce yayınladığımız Lenin’in hayatını anlatırken bahsettiğimiz gelişmeler de Rusya’daki siyasi ve düşün hayatının nasıl olduğunu göstermektedir. Siyasi ve düşün hayatının dışında, iktisadi sebepleri anlatırken bahsettiğimiz, emperyalist yabancı sermayenin kar amaçlı, Rus halkını düşünmeyen kapitalist yatırımları ve Rus Çarlığının o dönemlerde girmiş olduğu savaşlar da bu devrimi tetikleyici gelişmelere sebep olmuştur. Savaşlarda alınan yenilgiler halkın devlete olan güvenini sarsmış, savaşlarda yeni zenginler meydana çıkmış ancak, halk yoksullaşmıştır. Yukarıda kategorik olarak sıralamaya çalıştığımız nedenler Rus Bolşevik devriminin hazırlayıcısı olmuştur. Ayrıca Lenin’e göre 1905 Rus ihtilali Ekim 1917 Devriminin en önemli hazırlayıcılarındandır ve Ekim Devriminin bir provasıdır. Lenin; “1905 genel provası olmasaydı Ekim 1917 zaferi imkansız olurdu” demiştir. 1905 Ocak ayında Petersburg’daki işçi grevleri kanlı bir şekilde bastırılınca grev ve işçi hareketleri yaygınlaştı ve 1905 öncesi grevlerdeki işçi sayısı 40000 civarındayken 1905 Ocağındaki grevlere katılan işçi sayısı 450,000’i bulmuştur. Bütün 1905 yılı içerisinde grevlere katılan işçilerin toplam sayısı 3 milyona yaklaşacaktır. Ekim ayına gelindiğinde grevler yaygınlaşmış işçi hareketleri çoğalmış ve Petersburg’da ilk işçi delegeleri Sovyet’i kurulmuştur. 1907-1912 yıları arası bir karşı devrim şeklinde devam etmiş, çarlık Rusya’sı tüm muhalefeti susturmaya çalışmıştır. Bu yıllar bıkkınlık, yılgınlık yılları olarak da anılmıştır. Daha sonra I. Dünya Savaşının da etkileri ile Marksist hareketler ve işçi hareketleri Rusya’da yaygınlaştı ve 8 Mart 1917 günü tüm Marksistler ve halk Menşevikler de dâhil ayaklandılar, durum gerçek bir ihtilal halini aldı. 12 Mart 1917’de Petersburg’da işçilerin ve askerlerin Sovyet’i kuruldu. 14 Martta liberal bir geçici hükümet kurularak Çarın istifa etmesine karar verildi,  Çar istifayı kabul etmeyerek Petersburg’a askeri harekât yapmak istedi ancak hiçbir asker buna yanaşmayınca istifa etmek zorunda kaldı ve prens Livov başkanlığında geçici bir hükümet kuruldu. Kerensky de harbiye bakanı oldu, ancak Bolşevikler, Lenin bu liberal burjuva devrimin bir işçi devrimine dönüşerek proletaryanın iktidarı ele alması gerektiğini söylüyordu ve geçici hükümetin savaşa devam kararını eleştiriyordu. Leni’in “Ekmek, barış, hürriyet ve bütün iktidar Sovyetlere” sloganı ile Bolşeviklerin gücü günden güne artmaktaydı. Kerensky’nin doğu cephesine taarruzu başarısızlıkla sonuçlanınca, yeni bir ayaklanma patlak verdi ve bunun üzerine Livov hükümetten çekildi ve yerine Kerensky Başbakan oldu. Ayaklanma dolayısı ile aldığı sıkı tedbirler neticesinde Lenin tekrar gizlenmek zorunda kaldı. 14 Eylülde de Kerensky cumhuriyeti ilan etti. Fakat memleketin durumu pek iç açıcı değildi, her yerde ayaklanmalar ve karışıklıklar vardı, Bolşevikler bu durumdan yararlanarak bir askeri ihtilal komitesi kurdular ve 5 Kasım da hükümet darbesine giriştiler, 7 Kasımda hükümet darbesi başarılı oldu ve 8 Kasımda Lenin gizlendiği yerden çıkarak Petersburg’a geldi. Artık Bolşevik rejim başlamıştı. Lenin’in Dış Politikası Lenin’in dış politikası Marksizm’e ve devrime ilişkin düşüncelerinden ayrı değerlendirilemez. Lenin kariyerinin başlarında, sosyal demokrat hareketin özü gereği enternasyonal olduğunu söylüyordu. Slogan “Bütün ülkelerin işçileri birleşin!” idi. Lenin sınıfa bağlılığın her zaman için ulusa bağlılıktan önce gelmesi gerektiğine inanıyordu. Bu düşüncesinden dolayı da 1914’te açıkça, süregiden I. Dünya Savaşının bir iç savaşa dönüştürülmesi gerektiğini söylüyordu. Rusya’da patlak verecek bir devrimin Avrupa ve Asya’ya yayılacağını öngörüyordu. Rusya’da kurulacak proleter bir hükümetin ilk görevinin ülke içindeki demokratik devrimi tamamlayarak demokratik barış sloganını öne çıkarmak ve Asya’da emperyalist devletlere karşı ulusal devrimleri kışkırtmak olacaktı. 1915’deki bu düşüncelerinin ışığında Lenin, iktidara gelir gelmez ilk iş olarak barış kararı ve toprak kararını yürürlüğe koymaya girişti. Barış kararına göre Lenin tüm ülkelere koşulsuz demokratik barış çağrısı yaptı. Bu kararla amaç, savaşan ülkelere reddedemeyecekleri ve reddettikleri takdirde de zor durumda kalacakları bir barış teklifi sunarak Avrupa ülkelerinin halklarını savaş karşıtı olmaya ve kendi hükümetlerine karşı baskı oluşturmaya zemin hazırlamaktı. Ancak bu barış kararnamesinde, Lenin’in 1915 yılında söylediği, devrimin yayılması ile ilgili görüşlerinden pek fazla iz yoktu, bu kararname Marksist olmaktan çok, Wilsoncu idi. Kararname bütün hükümetlere ve halklara hitap ediyor, sosyalist olmaktan çok, adil, demokratik bir barış talep ediyordu. Hatta bu kararnamenin, iki ay sonra yayınlanacak olan Wilson prensiplerine ilham kaynağı olduğu da söyleniyordu. Lenin’in ve Bolşeviklerin bir diğer dış politika ilkesi ise gizli anlaşmalara son vermek ve bunları yayınlamaktı. Bu teminat barış kararnamesinde de yayınlanmıştır. 1914 ve 1917 arasında imzalanan anlaşmaların yayımı 10/23 Kasım 1917’de başladı ve 1917 Aralık, 1918 Şubat’ında da peş peşe devam etti. Bu belgelerin İngilizce olarak ilk kez Manchester Guardian gazetesinde yayınlanması da Amerika ve İngiltere’de oldukça önemli yankı yarattı. Kamuoyunda barışın açık amaçlarına ilişkin talepler canlılık kazandı. Açık diplomasinin önü açılmıştı. Amerika’da da senatonun onayından geçmeyen hiçbir anlaşmanın yürürlüğe girmeyeceği karara bağlandı. Lenin İktidarı ele geçirdikten sonra, önemli sorunlarla karşı karşıyaydı. Ülke savaş ve devrimlerde iyice harap olmuş, halk yoksullaşmış ve ekonomi oldukça zor durumdaydı. Açlık ve yoksulluk çeken halk, özellikle köylüler, zengin toprak sahiplerinin mallarını yağmalıyor ve yakıp yıkıyorlardı. Her yerde isyan ve ayaklanma vardı, ülke bir iç savaş halindeydi. Rejimi yerleştirebilmek için halkın desteği gerekiyordu. İşte barış kararnamesi ve toprak kararnamesi bu yüzden önemli idi. Barış kararnamesinin bir amacı da savaşta olan ülkenin savaşı sonlandırmak suretiyle, dış etkilerden kurtulup ülkeyi mamurlaştıracak ve rejimi yerleştirecek adımları atabilmekti. Toprak kararnamesi ise isyan halinde olan köylünün desteğini almaktı. Rusya nüfusunun yaklaşık 5/6’sı tarımla uğraşan köylülerdi. Onların desteği rejimin geleceği için önemliydi. 1918-19’daki Kızıl Ordunun başarıları devrimin Avrupa’ya yayılacağı inancını artırmıştı. Artık Avrupa’da bir devrim olma olasılığı çok yüksekti. Ancak Polonya ile girilen savaş, Kızıl Ordunun Varşova önlerinde uğradığı bozgun ve 12 Ekim 1920’de yapılan ateşkes bu hayallerin uçmasına neden oldu. Dünya devrimi bir kez daha geleceğe ait bir rüya, dış politika da bir kez daha aslen diplomatik manevra ve müzakerelerle ilgili bir mesele haline geldi. Sovyetler Birliği en büyük hasımlarından birisi olan İngiltere ile müzakerelere kaldığı yerden devam etti ve bu müzakereler 1921 Mart’ında imzalanan bir Sovyet-İngiliz Ticaret anlaşması ile sonuçlandırıldı.   Lenin’in Ekonomik Politikası 1920 sonbaharında, iç savaş bittikten ve Bolşevikler rejimi ülke çapında yerleştirip halkın desteğini aldıktan sonra en önemli sorun ülkede ekonomiyi düzeltmekti. Savaş komünizmi ile bunu sağlamak zor görünüyordu. Köylüler huzursuzdu. Sermayeye ihtiyaç vardı, yatırımlar ve sanayileşme için. Bunun üzerine Lenin 1920 yılında YEP (Yeni Ekonomik Politika, İngilizcesi NEP, New Economic Policy) olarak da adlandırılan ekonomik politikaları yürürlüğe koydu. Lenin’in düşüncesine göre, YEP’in tek nedeni savaş ekonomisinden sosyalizmin kuruluşuna geçişin zorlukları ve kapitalizme ödünler vermek zorunluluğu olmamıştır. Daha derin olarak YEP’in politik kapsamı işçi sınıfı ile köylülerin sosyalizmin inşası sürecinde ekonomik ittifakı olmuştur. Bu küçük Pazar üretimine karşı ödünler içermekteydi. YEP, ticaret özgürlüğünü ve kapitalizmin kaçınılmaz olarak yeniden gelişmesini, tarımsal çalışmanın verimliliğinin artmasını aynı zamanda sağlamaktaydı. YEP’in en önemli sonuçlarından birisi, dış politika açısından, kapitalist devletlerle Sovyetler Birliği’nin ekonomik ve politik münasebetlerinin başlaması idi. Küçük çapta da olsa ülkeye yabancı sermaye girişi de sağlanmıştı. YEP yürürlüğe girene kadar olan sürçte, Rusya’daki devrime sıcak bakmayan ve kendileri için tehlike olarak gören kapitalist devletlerin Rusya’ya uyguladıkları tecrit politikaları da YEP ile birlikte son bulmuştu diyebiliriz. Sovyetler Birliği’nin Devrimi dünyaya yayma politikaları YEP ile birlikte değişmişti, bu da kapitalist devletlerin Sovyetler Birliğine Bakışını değiştirmiş ve ilişkiler normale dönmeye başlamıştı. Sonuç Lenin hayatı boyunca Marksist felsefeye ilişkin vermiş olduğu eserler ve yarattığı devrime yönelik teorilerle, Marksist yazına önemli katkılarda bulunmuş ve 20nci yüzyıla damgasını vurmuş önemli bir liderdir. Marksizmi yeniden tahlil edip yorumlaması ve devrim pratiğine ilişkin teorileri, ölümünden sonra da birçoklarınca benimsenmiş ve takip edilmiştir. Marksizm deyince Lenin’den ayrı düşünülemez. Genelde Marksizm ve Leninizm bir arada anılırlar. Lenin bilimsel sosyalizmin kuruculuğu ve Marksizm’e katkılarından başka Bolşevik devrimine önderlik etmesi ile de yüzyılı etkilemiş ve uluslararası sistemde ideolojik kamplaşmalar dönemini de başlatmıştır. Sovyetler Birliği dağılana kadar geçen süreçte dünya Doğu ve Batı bloğu olarak ikiye ayrılmış, doğunun önderliğini Sovyetler Birliği yapmıştır. Bolşevik devrimi Avrupa’da 1789’da Fransız devrimi ile başlayan devrimler sürecini Doğu’ya taşımış ve Asya’da devrimleri tetiklemiştir. Ülkemiz açısından bakacak olursak, 1917 yılında başlayan Bolşevik devrimi ve devamında gelen süreç ülkemizdeki kurtuluş savaşını da yakından etkilemiştir diyebiliriz. En azından dolaylı etkileri olmuştur. Bolşevik Devrimi ile Rusya’nın savaş dışı kalması, Kurtuluş savaşı yapan Türkiye’nin doğu cephesini sağlamlaştırmasına katkı sağlamış kuvvetlerini batı cephesine sevk etmesini kolaylaştırmıştır. Ayrıca Doğu’dan gelen maddi yardımlar da Sovyetler Birliği üzerinden Türkiye’ye gelmiştir. Kaynakça Armaoğlu, Fahir, 19. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1789-1914), Alkım Yayınevi, İstanbul,2006. Armaoğlu, Fahir, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1914-1980), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1983. Carr,E.H, Sovyet Rusya tarihi, Bolşevik Devrimi 1917-1923 Cilt III, Türkçesi: Tuncay Birkan, Metis Yayınları, İstanbul,2004. Cristman, Henry.M, Essential Works of Lenin: What is to be Done? And other writings, , Google books http://www.google.com/books?hl=tr&lr=lang_en|lang_tr&id=Qk_A74ZnjNMC&oi=fnd&pg=PA1&dq=LEN%C4%B0N&ots=oDPiDO831o&sig=7Otwm4facJtQ-Pt3Mpkm4O5-mUM#v=onepage&q&f=false, E.T : 05 ‎Nisan ‎2010 ‎Pazartesi, ‏‎00:07:33. Lefebvre, Henri, V.İ.Lenin’in Hayatı ve Filozofik Ekonomik Politik Düşüncesi, Türkçesi:Rasih Nuri İleri, Yalçın Yayınları, Üçüncü Basım, ilk basım 1955. Sonnotlar Lefebvre, Henri, V.İ.Lenin’in Hayatı ve Filozofik Ekonomik Politik Düşüncesi, Türkçesi:Rasih Nuri İleri, Yalçın Yayınları, Üçüncü Basım, ilk basım 1955. S.66,67 Armaoğlu, Fahir, 19. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1789-1914), Alkım Yayınevi, İstanbul,2006. S.791 A.g.e s. 791 Lefebvre, Henri, V.İ.Lenin’in Hayatı ve Filozofik Ekonomik Politik Düşüncesi, Türkçesi:Rasih Nuri İleri, Yalçın Yayınları, Üçüncü Basım, ilk basım 1955. S.60 A.g.e s 58 Lefebvre, Henri, V.İ.Lenin’in Hayatı ve Filozofik Ekonomik Politik Düşüncesi, Türkçesi:Rasih Nuri İleri, Yalçın Yayınları, Üçüncü Basım, ilk basım 1955. S.61 A.g.e s.57 Armaoğlu, Fahir, 19. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1789-1914), Alkım Yayınevi, İstanbul,2006. S.793-797 Lefebvre, Henri, V.İ.Lenin’in Hayatı ve Filozofik Ekonomik Politik Düşüncesi, Türkçesi:Rasih Nuri İleri, Yalçın Yayınları, Üçüncü Basım, ilk basım 1955. S.85 Armaoğlu, Fahir, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1914-1980), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1983, s.132 A.g.e s.132 Carr,E.H, Sovyet Rusya tarihi, Bolşevik Devrimi 1917-1923 Cilt III, Türkçesi: Tuncay Birkan, Metis Yayınları, İstanbul,2004, s. 13 A.g.e s. 13 A.g.e s. 19 A.g.e s. 20 A.g.e s. 22 A.g.e s. 22 A.g.e s. 255 Lefebvre, Henri, V.İ.Lenin’in Hayatı ve Filozofik Ekonomik Politik Düşüncesi, Türkçesi:Rasih Nuri İleri, Yalçın Yayınları, Üçüncü Basım, ilk basım 1955. S.163,164 A.g.e.,s. 164 Read the full article
0 notes
seslimeram · 5 years
Text
Vaka-i Adiye
Tumblr media
Bir bütünlükle, bariz bir yapım; faşizan, nobran ve yıkımın süreğen olduğu bir zemin ülke diye kanıksatılmaya çalışılıyor. Var edilip sonsuz kılınmış karanlığı tüm o cüretle sunulan tavır bütününü, hezimeti sanki zafermiş gibi duyuruyor muktedir. Erk, muktedir, iktidarın var ettiği hemen her hamlede bir kez daha ama asla son kez değil bütünlüklü bir cürmün devamlılığı sağlama alınıyor artık. Bir yıldırı ikliminde “hayat” teferruata dönüştürülüyor. Biçimlendirilen yıkım göz ardı ediliyor / ettiriliyor işte. Bir düzlemde hayatı var eden her etmen, hemen her olgunun yıkımı bariz bir devamlılıkla sabık bir tahayyülle savunuluyor. Yaratılmış iklim çürümenin kokusunu da, dokusunu da beraberinde koruyor!
Bir bütünlük içerisinde hayata kasıt olağan kılınandır. Hemen her hamle yaratılmış her eylemle birlikte cürümlerle yolunu bulan bir yer var edilendir. Baş Amirle şürekası için on sekiz yılda var edilen yekun bu toplamdır. Boş laf değil, durmak yok yola devam bu tahakküm gailesinin temel olgusu ve yapı taşıdır. Bugün yaşanan ülkenin yönelimi ve ulaştığı düzlem kanıttır. Bugün bir ülke diye bildirilen, varlığı tescillenen şey dehşetin sahnesidir. Bugün “gerçek” kılınmış olan yakıcılığın ta kendisidir. Bir faşizan aksam üstünden ilerleyen, tekleme ya da bekleme olmaksızın yıkımın mihmandarlığını yapan bir zemin gerçekliği söz konusu olunandır. Yeni Türkiye kendi garabetliğini güncelleyen, eskinin dehşetini bugün içinde var eden bir sarmaldır.
Mezopotamya Ajansı’ndan aktaralım “Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Bursa Şube Başkanı Ali Öztürk’ün evinin kapısına kimliği belirsiz kişi veya kişiler tarafından yazılama yapıldı. Öztürk’ün Yıldırım Mahallesinde bulunan evinin kapısına ve duvarına “Ölüm vaktin geldi” ve “Ecel zamanı geldi” şeklinde yazılama yapıldı. Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Genel Merkezi, konuya ilişkin yazılı açıklama yaptı. Açıklamada, “Pir Sultan Abdal örgütlülüğümüze ve Alevi halkımıza dönük kapı işaretleme, yazılama ve hakaret içeren bildiriler bırakma gibi tehdit ve gözdağı içeren saldırılara dün bir yenisi daha eklendi. Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Bursa Şube Başkanımız Ali Öztürk’ün, evine sprey boyalarla hakaret ve küfür içeren yazılar yazılmak suretiyle hedef gösterilip tehdit edilmiştir” denildi.”
Aleviler olarak daha öncede benzer şeylerle karşılaştıklarına yer verilen açıklamada, “Her defasında yetkililer ‘çocuklar yapmıştır’, ‘bunlar münferit olaylardır’, ‘yapan kişinin akli dengesi bozuktur’ gibi ciddiyetten uzak, saldırıların üstünü kapatmaya dönük yaklaşımlarla hareket etmişlerdir. Ancak bizler bu yaşananların bireysel ve münferit saldırılar olmadığının fazlasıyla bilincindeyiz. Devletin en üst yetkilileri tarafından defalarca ayrımcılık ve nefret içeren söylemlere maruz kaldık. Maraş’ta, Çorum’da ve Sivas’ta Alevileri katledenler ile onların avukatları çeşitli şekillerde ödüllendirildiler. Aleviler halkımıza dönük olarak devlet tarafından uygulanan sistematik bir ayrımcılık, ötekileştirme ve asimilasyon projesi bütün hızıyla devam etmektedir. O yüzden Bursa’da yaşanan bu saldırı tesadüfi bir saldırı olmayıp sistematik bir asimilasyon ve yok etme politikasının bir yansımasıdır” diye belirtildi.
Açıklamanın devamında şöyle denildi: “Pir Sultan Abdal Kültür Derneği olarak Bursa Şubemizin ve Şube Başkanımız Ali Öztürk’ün sonuna kadar yanında olacağız. Gerekli bütün yasal işlemleri en kısa sürede başlatacağımızı ilan ediyoruz. Bu alçak saldırıyı şiddetle kınıyoruz. Tehditler bizi yolumuzdan döndüremez! Baskılar bizi yıldıramaz!”
Bir ülke diye kanıksatılmaya çalışılanın var ettiği cürümler ortadadır. Bursa’da yaratılan vahşet bunun bir örneğidir hali hazırda. Cüretle, cinnet arasında, nefretle ayrımcılığın tam da birlikteliğinde, kötülük ile faşizanlığı tescilli bir ırkçılığın ta kendisinin kümesinde bir yurt tahayyülü gerçekliğe kavuşturulandır. Bugün yaşatma hali içerisinde yürünen, yön tayinine girişilen, suç var edilip ardından cezasızlığın tescillendiği yer hakikat kılınır. Erk, muktedir, iktidar, ayrımcı, gerici ve ırkçı söylemlerini güncellemekte, ortaya çıkan şey daha vahim bir yansıyı görünür kılmaktadır. Bursa’daki mesel bir asırdır bu sahada dolaşan bir gölgenin ta kendisidir.
Ötekisine nefret normatif kılınandır. Şiddet parametreleri güncellenirken ol oluşturulan düzlem herkesin köşeye kıstırılmasını, suskunluğa rehin edilmesi halini öne sürerek yinelenir. Yönlendirilen, yapılandırılan, güncellenen daimi bir Türkiye Türklerindir “kimdir ki o özbeöz Türk” bahsidir. Bir yurt kimliklerinden arındırılıp tek tip bir tahayyüle rehin olunurken, cerahat umursanıp sorgulamasın istenir, var edilen yaralar görülmesin, bilinmesin. Hiçliğin ortasında, çürümenin bağrında yol alıp ilerlerken bir devlet tahayyülü bunca nobran bir siyasetle, böylesine safiyane kötülükle bir güncelliğin kuşatılması kesintisizleştirilir. Ajanslara düşen her haber bir kez daha bu bahsin kanıtları olarak çıkagelir.
Tumblr media
Mezopotamya Ajansı’ndan aktaralım: “15 Temmuz Darbe Girişimi sonrasında tutuklanıp, müebbet hapis cezası verilen Harbiyeli öğrencilerin anneleri ile yaklaşık 7 aydır kayıp olan Mustafa Yılmaz’ın annesi, Meclis’in Dikmen Kapısı önünde basın açıklaması yapmak istedi. Annelere Halkların Demokratik Partisi (HDP) Kocaeli Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu ve Saadet Partisi (SP) İstanbul Milletvekili Cihangir İslam de destek verdi.
Harbiyeli Anneler’in çocuklarının durumunu ve taleplerini anlattığı sırada yapılan eylemin yasal olmadığını belirten polisler, eylemi engellemeye çalıştı. Duruma tepki gösteren vekiller, Meclis önünde herhangi bir yurttaşla görüşme yapabileceklerini belirterek, ailelerle görüşmeye devam etti.
Bu sırada konuşan Harbiyeli öğrencilerden birinin annesi olan Melek Çetinkaya, 19 yaşındaki askeri öğrencilerin müebbet hapis cezası aldığını ve hukuksuz yere yüzlerce kişinin cezaevinde tutulduğunu söyledi. Çetinkaya, “Çocuklarımızın 15 Temmuz’dan sonra ‘kahraman askerler’ diye haberleri yapıldı. Çocuklarımızın balistikleri alındı, ateş etmedikleri ve kimseyi öldürmedikleri ortada olmasına rağmen, 15 Temmuz askeri darbesi askeri öğrencilerin ve on beş günlük erlerin üzerine yıkılmaya çalışılıyor. Biz 3 yıldır Meclis’teyiz. Bütün milletvekillerine anlatıyoruz. Fakat bir türlü çözüm bulunamadı. Biz çocuklarımızın özgürlüğünü talep ediyoruz. Birliğinden hiç çıkmamış olan erler, daha askere o gün gitmiş çocuklar müebbet aldılar” diye konuştu.
SP’li vekil Cihangir İslam ise, CHP, HDP ve SP olarak konuyla ilgilendiklerini ancak asıl AKP ve MHP’nin bu durumla ilgilenmesi gerektiğini ifade etti. SP’li İslam konuştuğu sırada polisler, anneler ve vekilleri alandan uzaklaştırmaya çalıştı. İslam, bu duruma karşı çıkan Ömer Faruk Gergerlioğlu’nu provokasyon yapmakla suçlayan polise de “Milletvekili ile böyle konuşamazsın sen” diyerek tepki gösterdi.
Polisler, bu sırada kendilerini alkışlarla protesto eden annelere müdahale etmeye başladı. Yapılan müdahalede annelerden 12’si tartaklanarak gözaltına alındı. O anları görüntülemeye çalışan basın çalışanlarını engellemeye çalışan polisler, ajansımız muhabirini de “Sen bu ara her yerde karşımıza çıkıyorsun. Sonun hiç iyi olmaz” diyerek tehdit etti.
Milletvekili iki isim, annelerin tartaklanarak gözaltına alınmasına yine Meclis önünde yaptıkları açıklama ile tepkilerini gösterdi. Ömer Faruk Gergerlioğlu, bu gözaltı görüntülerinin Türkiye’de hukuk ve demokrasinin ayaklar altına alındığının göstergesi olduğunu söyledi. Derdini anlatmak isteyen herhangi birine anında gözaltı işlemi yapıldığını söyleyen Gergerlioğlu, şöyle konuştu: “Dertlerini anlatmalarına bile tahammül edemediler. Annelerimizden birinin ayağı sakat, bandajlıydı. Buna rağmen gözaltına aldılar. Bu anneler sadece hak arıyorlar. Mesele Yargıtay’da ama Yargıtay’dan önce bu meseleyi kamu vicdanı kabul etmiyor.” Cihangir İslam ise, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya seslenerek, “Bu tip işgüzarlıklar yapacağına sen git Nadira Kadirova davasını çöz. Delilleri saklama, hepsini ortaya çıkar” diye seslendi.”
Bir ülke diye kanıksattırılmaya çalışılanın dehşet verici hallerinden birisi milletin olduğu zikredilen meclisin kapısında var edilen şiddetten bariz kılınır. İşkence insanlık suçudur! O insanlar serbest bırakılır lakin, çözüm talep ettikleri evlat / çocuklarının / yakınlarının alıkonulma süreçlerine, akıbetlerine dair bir ayrıntı yoktur, bildirilmeyendir. Çürümüş hal ve istneci bu sathın ayrışmaz bir gündelik meseli kılarak oluşturulan hakir görmeyi var edip, mütemadiyen yinelyerek kendi yeni ülke form / biçemini var eder muktedir. Böylesi bir halde bariz kılınmış bir şiddetle ol darbenin karanlığı ile yüzleşilmesi bir yana yeni yıkımların yol ve rotası belirginleştirilir. Harbiye’li Annelerinden, Karar Hükmündeki Kararnamelerle işsiz koyulanlara, Amed’de bekleyen insanlardan, AKP kapısında direniş gösterip meramlarını bildirmek isteyenlere, Bakur Kürdistan’ından Türkiye’nin kalanına, canları çalınan, gasp edilen, rehin kılınanlara bu birörnek tahakküm reçetesi bugünlerde bir kez daha aktifken kim güvendediri, kim huzurludur! Adalet her nerededir?
Artı Gerçek’ten aktaralım: “Şırnak'ın Dicle Mahallesi'nde 3 Ekim 2015'te zırhlı aracın arkasına bağlanarak sürüklenen Hacı Birlik'in ölümünün üzerinden 4 yıl geçti. Telsiz ve görüntü kayıtlarının ortada olmasına rağmen savcılık, etkili bir soruşturma yürütmediği gibi, Baba Hasan Birlik hakkında, oğlunun cenazesine katılmaktan 'terör örgütü propagandası' suçlamasıyla soruşturma başlattı.
Olay gününe ilişkin telsiz kayıtlarının dosyaya eklenmesiyle birlikte, avukatlar bir dilekçe daha vererek konuşmaları yapan polislerin tespitini talep etti. Talep dilekçesini kabul eden savcılık, olay günü telsiz konuşmalarında emri veren ve telsiz konuşmalarını yapan şahısların açık kimlik bilgilerini istedi. Emniyet verdiği cevapta,  "telsiz kodlarının personele tahsisli olduğunu ancak olay günü gerçekleşen yoğun muhabere sebebiyle aynı telsizin farklı  personel tarafından kullanılmış olma ihtimali’’ ile talep edilen konuşmaların kime ait olduğunun tespitini yapamadıklarını belirtti. Sonrasında, avukatların talebi üzerine savcılık telsiz kayıtlarının hangi personele tahsisli olduğunu istedi.
Söz konusu telsiz kayıtlarının bir bölümünde şu diyaloglar yer aldı:
“A telsizi: Asayiş… Anlaşıldı fotoğraf çekebilirseniz fotoğraf çekin.
A telsizi: Asayiş… Doğru değil, şahsı almadık, ona kanca takalım mı müdürüm?
B telsizi: Asayiş…  Doğrudur. Kanca şu an kanca geçmiş olması lazım, kanca vasıtası ile sürükleyip çıkartalım oradan.
A telsizi: Asayiş… Anlaşıldı. Şu an seyyar kancası olan ekip var mı?
C telsizi: Asayiş… Bende bunu çekecek ip halat var. Sen de… Ben bunu çeke çeke götürürüm.
A telsizi: Asayiş… Anlaşıldı biz ön tarafa geçiyoruz. Siz o kancaya takın.
C telsizi: Asayiş…  Tamam abi sen öne doğru çık, ön sütreye ben arabayla yanaşacağım. İpi bağlayacağım, çekeceğim tamam mı?
A telsizi: Asayiş… Çıkış yapıyorsun diye anlaşıldı. Çekiyor musun yani?
C telsizi: Asayiş… Şimdi çekmeye başlayacağım abi. Arkamdan siz de kontrol edin tamam mı?
A telsizi: Asayiş… Efendim güvenlik açısından uygun olursa en son siz terk edin burayı…
C telsizi: Asayiş… Efendim bu p..i nereye götürelim?
D telsizi: Asayiş…  Emniyet Müdürlüğü’ne götürün.
E telsizi: Asayiş… Bu çeken ekip karakolun önüne alalım. Bunu alalım etrafa görüntü vermeyelim. Arkanda duruyorum. Kapatalım yolu. Bunu alalım öyle içerde götürelim.
29 Aralık 2016 tarihinde Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığı, bir kez daha emniyetten 2036, 2166, 2262, 2263, 2110 ve 2412 telsiz kodlarının hangi personele tahsisli olduğunu  ve açık kimlik bilgilerini istedi. 2 Şubat 2017 tarihinde telsiz kodlarının hangi personele ait olduğu dosyaya sunuldu. 2110 telsiz kodunun dönemin Özel Harekat Şube Müdürü M.K.’ye, 2036 telsiz kodunun ise dönemin 1'inci Sınıf Emniyet Müdürü E.R.‘ye ait olduğu ortaya çıktı.
Olay yaşandıktan 2 gün sonra ise Birlik'in aile avukatları, Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığı'na  'Kasten Öldürme', 'İşkence ve Kötü Muamele', 'Kişinin Hatırasına Hakaret', 'Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik veya Aşağılama', 'Suç İşlemeye Tahrik', 'Görevi Kötüye Kullanma ve Suç İşlemek Amacıyla Örgüt Kurmak' suçlamalarıyla şüpheliler hakkında suç duyurusunda bulundu.
Suç duyurusunda, Birlik’in vurulduğu  ve sürüklendiği yere  yakın işyerlerinin kamera görüntüleri, sürüklenerek getirildiği karakolun kamera kayıtlarının ve MOBESE kayıtlarının dosya içerisine alınması talep edildi. Ayrıca, zırhlı araç içerisindeki  polislerin ve sürükleme esnasında küfür eden polisin kimlik bilgilerinin tespitini ve şüphelilerin tespitinden sonra tutuklama ve kaçak durumda olanlar için yakalama kararı çıkarılması talep edildi.
Suç duyurusunu kabul eden savcılık ise, emniyetten Birlik’i sürükleyenleri, kayda alanları ve internet ortamında kimin paylaştığının tespitini istedi. Ancak, emniyet ve ilgili kurumlar tarafından gönderilen cevaplarda ya kameraların arızalı olduğu ya da olay gününe dair bir kayda rastlanmadığı iddia edildi. Birlik ailesi avukatları, suç duyurusunun yanı sıra bazı görüntülere ulaşarak dosyaya sundu. Görüntülerde 30’a yakın polisin Hacı Lokman Birlik’in cenazesinin önünde toplu fotoğraf çektiği görüldü.”
Adalet her ne haldedir? Hacı Lokman Birlik, Bakur Kürdistan’ındaki abluka sırasında katledilmiştir! Devletin, cezasızlığa sırtını verip işine bakan kolluğunun var ettiği cürmün ardılı sıra ifşası şu yukarıdaki satırlarla paylaşılandır. Bir ülke diye kanıksatılmaya halen çalışılanın cürümlerle hemhal halinin var ettiği yıkım saklanamayacak bir biçimde ulu ortadadır. Hacı Lokman Birlik şahsında bu yurt denilenin her nasıl can çalan onu var ettikten sonra her nasıl insanlık suçu olan işkenceye sahne olduğunun varlığıdır dert, mesel, yara. Yurdun yurttaşına devletlinin reva gördüğü şey budur, bu kadarlık halidir mesele. Bunca afaki olanın tahayyülünde yol her nereyedir? Hiçliğin, cürümle kol kola bir yıkımın ardışık olduğu yerde her nasıl hayattan söz açılabilir!
Bir yıldırı ikliminde “hayat” teferruata dönüştürülüyor. Biçimlendirilen yıkım göz ardı ediliyor / ettiriliyor. Bütün, birlikte ve süreğen kılınan her hamleyle bir demokrasi meseli bu topraklarda bir kez daha yıkıma terk ediliyor. Var edilen karanlığın hacmi, oluşturulan kötülüğün cüreti, kesintisiz kılınan hiddetin yönü / yönelimi ile biyopolitik bir cerahatin tam da ortasında yaşam varmış gibi yapılıyor. Gün geçmiyor, vakit sekmiyor, her şeyin her bir durumda çürümeye rehin edildiği bir menzil hakikat kılınıyor. Bunca hazan olanın birlikteliğinde umudun yitimi süreğen kılınıyor. Sorguların geçersiz kılındığı yerde hayatı yerle bir etmek vaka-i adiye addediliyor. Hayat hiçbir zaman bunca sıradana karşıt, bu kadar açık bir biçimde yerle bir edilmenin eşiğine taşınmamış bir meselken nedir vaka-i adiye! Soruyor musunuz.... Bu kadar katran karanlığında bir güne varılmayacağını artık anlıyor musunuz?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2019
Görseller: Шәц'оит – Melih DÖNMEZER – Kiosk Of Democracy
0 notes
samosanborucu · 5 years
Text
Milliyetçi Fevzi Çakmak
https://samosan.com/milliyetci-fevzi-cakmak/ adresinde yayınlandı
Milliyetçi Fevzi Çakmak
Tumblr media Tumblr media
Yaşamının yarısından fazlasını savaş meydanlarında geçiren, 10 Nisan 1950’de vefat eden Türkiye’nin ikinci ve son mareşali Fevzi Çakmak, İzmir’in Yunan ordusu tarafından işgaline karşı durması başta olmak üzere verdiği kararlarla milli mücadelenin en önemli isimlerinden biri olarak tarihteki yerini aldı.
Türkiye Büyük Millet Meclisi ordusunun ikinci, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ilk Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak, 12 Ocak 1876’da İstanbul Anadolu Kavağı’nda dünyaya geldi. Babası Çakmakoğulları’ndan Tophane kâtibi Miralay Ali Sırrı Bey, annesi Var­nalı Müftü Hacı Bekir Efendinin kızı Hasene Hanım’dır.
“Mustafa Fevzi” adını alan Fevzi Çakmak, 10 yaşında Selanik’te askeri ortaokula başladı. Daha sonra 1887’de İstanbul’da Soğukçeşme Askeri Ortaokuluna geçen Fevzi Çakmak, buradaki eğitimini tamamladıktan sonra Mart 1890’da başladığı Kuleli Askeri Lisesini Şubat 1893’te ikincilikle bitirdi.
Aynı yıl Kara Harp Okuluna geçen, burayı da piyade subayı olarak tamamlayan Fevzi Çakmak, başarıları dolayısıyla kurmay sınıflara devam hakkı kazanarak Harp Akademisine geçti. 16 Mart 1897’de üsteğmen, 25 Aralık 1898’de de kurmay yüzbaşı unvanıyla akademiden mezun olan Fevzi Çakmak, Genelkurmay Başkanlığı Karargahı’na atandı.
Çakmak, burada karargah subaylığı, Metroviçe Tümeni Karargah Subaylığı, Taşlıca Mutasarrıfı ve Komutanlığı, Mürettep Kosova Kolordusu Kurmay Başkanlığı, Mürettep Garp Ordusu Kurmay Başkanlığı, Nizamiye Yakova Tümen Komutanlığı, Kosova Kuvayi Umumiyesi Kurmay Başkanlığı, Vardar Ordusunda Şube Müdürlüğü görevlerini yürüttü.
22 Aralık 1914’de 5’inci Kolordu Komutanlığı’na getirilen Fevzi Çakmak, 2 Mart 1915’te mirliva (tuğgeneral) unvanını aldı.
Birinci Dünya Savaşında kolordusu ile Çanakkale savaşlarına katılan Fevzi Çakmak, savaş sonunda Atatürk’ün Anafartalar Grup Komutanlığından ayrılması üzerine bu göreve vekalet etti ve düşman bu cepheden ayrılana kadar görevini sürdürdü.
Ardından 2’nci Kafkas Kolordusu Komutanlığı ve 2’nci Ordu Komutanlığı görevlerinde bulunan Fevzi Çakmak, 28 Temmuz 1918’te korgeneralliğe (ferik) yükseldi. Fevzi Çakmak, Mondoros Mütarekesi’nin imzalanmasının ardından 24 Aralık 1918’te de Genelkurmay Başkanlığına atandı, bu makamda bulunduğu sürece pek çok silah ve cephanenin düşman eline geçmesini de önledi.
İzmir’in Yunan ordusu tarafından işgaline karşı çıktı
Mondoros Mütarekesi’nin tek taraflı uygulanması ve İzmir’in Yunan ordusu tarafından işgaline karşı çıkan Fevzi Çakmak, 1919 yılı mayıs başlarında Yunanlıların İzmir’e çıkarma yapma hazırlıkları sürerken, Harbiye Nazırı Şakir Paşa’nın makamında bulunmadığı kısa bir süreden yararlanarak, İzmir’deki Kolordu Komutan Vekili Albay Süleyman Fethi Bey’e “Çıkarılan devriyelerin peyderpey miktarlarının artırılarak Yunanlıların İzmir’i işgal etmeleri ve bir oldu bitti yaratmaları muhtemeldir. Bunun için derhal Averof zırhlısı komutanına, badema (bundan sonra) devriye çıkarılırsa, bunları Türk birliklerinin silahla karşılayacağını tebliğ ediniz.” telgrafını çektirdi.
Bu tebliğe karşılık Süleyman Fethi Bey’in “Dinlemeyip çıktıkları takdirde bu emir yerine getirilecek midir?” sorusuna da “Tereddüt edilmeden ateş edileceği” yanıtını verdi.
Tebliğ etkisini gösterdi, işgal gününe kadar bir daha Yunan devriyeleri İzmir’e ayak basmadı. İtilaf devletlerinin baskısı ile Fevzi Paşa Genelkurmay Başkanlığından uzaklaştırılırken Yunanlılar da 15 Mayıs 1919 günü İzmir’e çıktı.
Daha sonra Fevzi Çakmak önce 1’inci Ordu Komutanlığına, ardından 3 Şubat 1920’de Harbiye Nazırlığına (Milli Savunma Bakanlığına) atandı.
Fevzi Çakmak, bu görevi sırasında Milli Mücadeleye değerli hizmetlerde bulunurken, İstanbul’dan birçok silah ve cephanenin Anadolu’ya taşınması ve değerli komutanların Anadolu’ya geçmesinde rol oynadı.
Paris Barış Konferan­sı’nın Türkiye hakkında aldığı kararları kabul etmedi. Bu arada İstanbul’dan Ankara’ya silah, cephane ve insan kaçırma konu­sundaki çalışmalarına hız verdi. Anadolu’daki harekâtın güçlenmesi için bütün gücüyle çalıştı ve her yeni gelişme­yi Mustafa Kemal’e bildirdi. Nihayet İn­gilizler İstanbul’u resmen işgale başla­yınca Fevzi Paşa da makamından düş­man askerleri tarafından çıkarıldı (16 Mart 1920). İstanbul müttefik kuvvetler tarafından resmen işgal edilince Fevzi Çakmak, Harbiye Nazırlığı görevinden 21 Nisan 1920’de ayrılarak Anadolu’ya geçti.
Artık İstanbul’da yapılacak bir şey ol­madığını anlayan Fevzi Paşa, Beykoz’da­ki evinden gizlice Ankara’ya doğru yola çıktı. Fevzi Paşa’nın geçeceği yollarda önlemler alarak onu yakalamak istediler. Ancak bütün engellemelere karşın An­kara’ya ulaşabildi. O sırada toplantıda olan Büyük Mil­let Meclisi (TBMM) üyeleri Fevzi Paşa’nın hep bir­likte karşılanmasını kararlaştırdı ve karşıladı. Fevzi Paşa’nın Ankara’ya gelişi ve TBMM’de yaptığı konuşma met­ni bir tamim olarak bütün memlekete ve ordu birliklerine gönderildi.
Fevzi Çakmak Anadolu’ya geçtikten sonra Ankara hükümetince 3 Mayıs 1920’de Kozan Milletvekili sıfatıyla Milli Savunma Bakanlığına ve Bakanlar Kurulu Başkan Vekilliğine seçildi. Burada çalışmalara başlayan Fevzi Çakmak, yeni ordunun kurulmasında büyük rol oynadı.
İdamına karar verildi
İstanbul hükümeti tarafından Anadolu’ya geçmesi hoş karşılanmayan Fevzi Çakmak için 27 Mayıs 1920’de İstanbul 1’inci İdare-i Örfiye Divan-ı Harbi tarafından gıyaben askerlikten uzaklaştırılmasına, nişan ve madalyalarının geri alınmasına ve idamına karar verildi.
9 Kasım 1920’de Genelkurmay Başkanı Albay İsmet Bey’in Batı Cephesi Kuzey Kesimi Komutanlığı’na atanarak ayrılması nedeniyle Genelkurmay Başkan Vekilliğini de üstlenen Fevzi Çakmak’ın rütbesi İkinci İnönü Zaferi’nin ardından 3 Nisan 1921’de TBMM tarafından orgeneralliğe (Birinci Ferik) yükseltildi.
Fevzi Çakmak, Eskişehir ve Kütahya’da istenilen sonucun alınamaması üzerine halkta ve ordu içerisindeki moral bozukluğuna karşı gerek TBMM’de yaptığı konuşmalarla gerekse verdiği beyanatlarla moral yükselten kişi oldu.
Fevzi Paşa, Kozan milletvekili olarak katıldığı TBMM tarafın­dan kurulan İcra Vekilleri Heyetine (Bakanlar Kurulu) Müdâfaa-i Milliye Vekili (Milli Savunma Bakanı) seçildi. İcra Vekil­leri Heyeti de onu başkan seçti. Bu görevde bulunduğu sırada özellikle dü­zenli ordu kurulması konusunda büyük hizmetleri oldu. Fevzi Paşa, II. İnönü Savaşı’nın ka­zanılmasından sonra İsmet Bey’in (İnönü) yerine önce vekâleten, son­ra asâleten Erkân-ı Harbiyye-i Umûmiyye Reisliğine getirilince vekillikten ayrıl­dı (5 Ağustos 1921). Sakarya Savaşı’nın kazanılmasında da büyük hizmetleri oldu.
“Düşmanın kolları mezarlarına yaklaşıyor”
Fevzi Çakmak, moral bozukluğuna karşı gelmek için verdiği bir beyanatında, “Düşmanın ilerlemesine karşı halkın katiyen tereddüt ve endişe etmesine mahal yoktur. Düşmanın, Anadolu içerisine doğru uzanmak isteyen kolları mezarlarına yaklaşıyor. Bu yeni sefer, düşmanın ölüm yolculuğudur.” ifadelerini kullandı.
Milli Savunma Bakanlığından 5 Ağustos 1921’de ayrılan ve asaleten Genelkurmay Başkanı olan Fevzi Çakmak, 12 Temmuz 1922’de Büyük Taarruz hazırlıklarıyla ilgilenmek üzere cepheye gitti. Yunan ordusunu ke­sin yenilgiye uğratan Başkomutanlık Meydan Savaşı’nın planları Fevzi Paşa tarafından hazırlanmıştı. Kendisine, Mustafa Ke­mal’in önerisiyle TBMM ta­rafından 31 Ağustos 1922 tarihinde mareşallik rütbesi verildi. Böylece Kurtuluş Savaşı’nın Atatürk’ten sonra ikinci mareşali Fevzi Çakmak oldu.
Kozan’dan ve İstanbul’dan olmak üzere iki kez Millet Meclisi üyeliği yapan Fevzi Pa­şa, 30 Ekim 1924’te, asker olan milletvekillerinin politikayı ya da askerliği seçmeleri istenin­ce çok sevdiği askerlik mesleğini tercih etti. İstanbul milletvekilliğinden ayrıla­rak Erkân-ı Harbiyye-i Umumiyye Reis­liği görevini 12 Ocak 1944’te yaş haddinden emekli oluncaya kadar sürdürdü.
“Ordunun politikaya karışmasına razı olamam”
Büyük Önder Atatürk’ün sevdiği, saydığı ve güvendiği bir komutan olan Fevzi Çakmak ile Çanakkale’de başlayan dostluğu karşılıklı sevgi, saygı ve bağlılıkla sürdü.
TBMM’deki muhalefet grubunun, Mustafa Kemal Paşa’nın yerine kendisini geçirme fikrini açtığı Fevzi Çakmak, bunu tereddütsüz reddetti ve şu yanıtı verdi:
“Bana böyle bir mevkiyi layık gördüğünüz için teşekkür ederim fakat bu teklifinizi kabul edemeyeceğim. Bu dediğiniz şey hiçbir zaman olamaz. Sizin de bu yolda çalışmaktan vazgeçmenizi tavsiye ederim. Hepimiz bulunduğumuz mevkilere rıza gösterecek ve el birliği ile memleketin yükselmesi için çalışacağız; yapılacak o kadar çok işimiz var ki hepimize bol bol yeter. Eğer bu yolu bırakarak birtakım siyasi entrikalara kapılacak olursak bu memleketi batırırız. Buna da hakkımız yoktur. Hele ordunun politikaya karışmasına hiçbir şekilde razı olamam. Ben bugün ordunun en sorumlu bir yerinde bulunuyorum. Teklifinizi kabul edecek olursam yarın benim yerime geçecek olan bir paşa da ordunun kendisine bağlı olduğuna güvenerek beni devirir ve yerime geçer. Onu da çok geçmeden bir üçüncü paşa taklit eder. Memleket asıl o zaman askeri diktatörlüğe doğru kayar ve memleketin bizden beklediği hizmetlerin hiçbirisi yapılamaz.”
Atatürk’ün vefatından sonra tekrar Fevzi Çakmak’a Cumhurbaşkanlığı teklifi ile gelindi ve “Meclis’te ve orduda çoğunluk sizi Cumhurbaşkanı görmek istiyor.” denildi.
Fevzi Çakmak ise Genelkurmay Başkanı olduğunu belirterek, “Anayasaya göre Cumhurbaşkanı ancak Meclis’in içinden seçilebilir” yanıtını verdi. “Peki bize aday gösterebilir misiniz?” sorusuna da Çakmak, “Bana kalırsa bugünkü durumda Atatürk’ün yerine geçmeye en layık olan şahıs, İsmet İnönü’dür. Bu benim sadece kendi düşüncemdir. Fakat Büyük Millet Meclisi kimi layık görür de seçerse o benim de Cumhurbaşkanım olur. Yeter ki bu seçilme, kanuna ve anayasaya uygun olsun.” yanıtını verdi.
İkinci Dünya Savaşı başladığında ise Fevzi Çakmak, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’ye her fırsatta savaşın sınırların uzağında olduğuna, orduyu kuvvetlendirecek fakat savaşın dışında kalmak için çalışacaklarına ilişkin sözleriyle, ülkenin İkinci Dünya Savaşı’na katılmamasında önemli bir rol üstlendi.
Siyasi yaşamı
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP)’ne girmesi ve milletvekili olması konu­sunda bizzat Cumhurbaşkanı İsmet İnö­nü tarafından yapılan önerileri kabul et­medi. CHP’ye duydu­ğu kırgınlık dolayısıyla bu partiye karşı kurulan Demokrat Parti (DP)’yi destekledi. Bu partinin listesinden bağımsız aday ola­rak 21 Temmuz 1946’da İstanbul Milletvekili seçildi. Bir süre sonra parti yönetici­leriyle anlaşmazlığa düşerek DP’den ayrıldı (12 Temmuz 1947). Mil­let Partisi’nin kurucu üyeleri arasında yer aldı (20 Temmuz 1948) ve bu partinin şeref başkanı seçildi.
Fevzi Çakmak, Teşvikiye Sağlık Yurdu’nda öldüğü zaman, hükümet millî yas ilân etmediği için; halk, CHP aley­hine büyük tepki gösterdi. Beyazıt Camisi’nde kılınan namazdan sonra çoğun­luğu üniversite gençliği olmak üzere, ka­labalık bir cemaatle toprağa verildiği Eyüp Sultan’a ka­dar eller üzerinde taşındı. Halkın Fevzi Çakmak’ın cenazesine duyduğu bu bü­yük ilgi, CHP’ye kar­şı gösterilen ilk açık direniş hareketi ve İsmet İnönü’nün önemli bir siyasî yenil­gisi olarak yorumlandı.
Fevzi Çakmak başarılı askerlik yaşamı boyunca çalışkan, alçak gönüllü, sağlam iradeli ve karakterli, dinine bağlı bir komutan olarak sevildi ve sayıldı. En bü­yük zevki kitap okumak olan Paşa, geniş bir kültüre sahipti. Özellikle tarih, edebiyat ve toplumbilime çok önem verir­di. Fransızca, İngilizce, Arapça ve Fars­ça yanında bazı Balkan dillerini de bilir, günlük politikadan hoşlanmazdı. Aske­rin politik çekişmelerin dışında tutulmasını savunurdu. Balkan Savaşı’nın kaybedilmesinin en büyük sebebini ordunun siyasete bulaş­mış olmasında gören Fevzi Paşa, orduyu daima politikadan uzak tutmuştur.    
Fevzi Paşa, Harp Akademisi’nde verdi­ği konferanslarını 1927’de kitap olarak yayımladı. Ta­mamen kendi inceleme ve saptamalarıyla belgelere dayanan bu eserde, Balkan felâketlerinin siyasî, sosyal ve as­kerî bakımlardan tahlilini yapmaktadır. Ayrıca Doğu cephesinde bulunduğu yıllar­daki gözlem ve incelemelerini de 1936’da kitap olarak yayımladı. Sade bir üslûpla, askeri başarılarını öğünme vesilesi yapmadan anlattığı eserleri harb edebiyatımızın başarılı örnek­lerindendir. Fevzi Paşa’nın bir hayli hacimli olan anıları ise ailesinde olup tamamı henüz yayımlanmamıştır. Fevzi Paşa,
Başarılı hizmetlerinden dolayı çeşitli liyakat, imtiyaz, harp madalyaları ve nişanlarla ödüllendirilmiş olan Mareşal Fevzi Çakmak; doğal olarak da İstiklal Madalyasına sahip olduğu gibi; Gümüş İmtiyaz Madalyası, Altın İmtiyaz Madalyası, Altın Muharebe Liyakat Madalyası ve İstiklal Madalyası ile Avusturya-Macaristan Harp Nişanı, Alman Kronodör Nişanı, Alman Demir Haç Nişanı, 1. Mecidi Nişanı, 5. Mecidi Nişanı, Kılıçlı 2. Osmani Nişanı, 4. Osmani Nişanı sahibidir.
Fıtnat Çakmak ile evlenmiş olan Mareşal Fevzi Çakmak’ın iki çocuğu vardır. İngilizce, Almanca, Fransızca, Rusça, Farsça, Arapça, Arnavutça ve Sırpça bilmekteydi.
Mareşal Fevzi Çakmak 10 Nisan 1950 Pazartesi sabahı saat 07.30’da vefat etti , İstanbul’da Eyüp Sultan Mezarlığı’nda toprağa verilmiştir.
ESERLERİ:
Garbî Rumeli’nin Suret-i Ziyâ ve Balkan Harbinde Garp Cephesi Hakkında Konferanslar (1927), Büyük Harb’de Şark Cephesi Harekatı (1936).
KAYNAKÇA: Falih Rıfkı Atay / Ondokuz Mayıs (1944), Süleyman Külçe / Mareşal Fevzi Çakmak (1953), Ali Fuat Cebesoy / Millî Mücadele Hatıraları (1953), Kâzım Karabekir / İstiklal Harbimiz (s. 389-396 / 650-654, 1960), Sinan Omur / Büyük Mare­şal: Fevzi Çakmak (1962), Adnan Çak­mak / Mareşal Fevzi Çakmak’ın Hatıraları (Hürriyet, 10 Nisan – 19 Mayıs 1975), Ali Gümüş, Kahraman Asker Mareşal Fevzi Çakmak (Tercüman gazetesi eki, 1986), Ayfer Özçelik / TDV İslâm Ansiklopedisi (c. 8, s. 190-192, 1993), Kemal Öztürk / İlk Meclis (s.149-151, Aralık 1999), Fevzi Çakmak (www.tsk.tr, 28.7.2015).
Tumblr media
Fevzi Çakmak
0 notes
cinaraslan · 2 years
Text
Tumblr media
📗TARİHTE BUGÜN(1 MAYIS)👇🏻
1 Mayıs İşçi ve Emekçiler Bayramı, işçi ve emekçiler tarafından dünya çapında kutlanan, birlik, dayanışma ve haksızlıklarla mücadele günü. Dünya üzerindeki pek çok ülkede, resmî tatil olarak kabul edilmektedir. Türkiye'de ilk kez 1923'te resmî olarak kutlanmıştır. 2008 Nisan'ında, "Emek ve Dayanışma Günü" olarak kutlanması kabul edilmiştir. 22 Nisan 2009 tarihinde TBMM'de kabul edilen 5892 sayılı yasanın, 27 Nisan 2009'da Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmesi ile, 1 Mayıs resmi tatil ilan edilmiştir.
1889 - 1 Mayıs, işçilerin ortak bayramı olarak kabul edildi.
1906 - Türkiye'de günümüzde bilinen ilk 1 Mayıs İzmir'de kutlandı
1909 - Selanik'te Selanik Sosyalist İşçi Federasyonu tarafından örgütlenen 1 Mayıs etkinlikleri düzenlendi.
1918 - Brest Litovsk Barış Antlaşması sonrası Alman birlikleri Don Sovyet Cumhuriyeti'ne girdi.
1921 - Tersane İşçileri, işgal altındaki İstanbul'da 1 Mayıs'ı kutladı. İştirakçi Hilmi önderliğinde Sosyalist Fırka'nın düzenlediği 1 Mayıs'a işçiler kızıl bayraklarla katıldı ve Kasımpaşa'dan Şişli Hürriyet-i Ebediye Tepesi'ne kadar yürüdüler.
1922 - Ankara'da Türkiye Halk İştirakiyyun Fırkası'nın örgütlediği İmalat-ı Harbiye işçileri arasında 1 Mayıs düzenlendi. Aynı zamanda Sovyet Elçiliği'nde de kutlandı.
1925 - Takrir-i Sükun Kanunu'yla her türlü gösteri ve yürüyüş yasaklanınca, 1 Mayıs da kitlesel olarak kutlanamaz hale geldi.
1935 - Aydın demiryolu, hükûmetçe satın alındı.
1945 - Alman Nazi Propaganda Bakanı Joseph Goebbels, Sovyet Birlikleri Berlin'e girerken karısını ve altı çocuğunu öldürerek intihar etti.
1945 - II. Dünya Savaşı'nın sonu: Zafer Sancağı, Berlin'deki Reichstag binası üzerine göndere çekildi.
1959 - CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, Uşak'ta, sayıları bine yaklaşan kalabalığın saldırısına uğradı. İnönü, atılan taşla yaralandı.
1971 - Başbakan Nihat Erim, Anayasa için, "Türkiye böyle bir lüksü kaldıramaz" dedi.
1976 - 50 yıllık aradan sonra 1 Mayıs İşçi Bayramı İstanbul Taksim Meydanı'nda yapılan büyük bir mitingle kutlandı. DİSK'in düzenlediği 1976 1 Mayıs'ı, Türkiye'de kitlesel 1 Mayıs kutlamalarının başlangıcı oldu.
1977 - İstanbul Taksim Meydanı'nda kutlanan 1 Mayıs İşçi Bayramı kutlamaları sırasında yaşanan olaylarda 34 kişi öldü, 136 kişi yaralandı. Olay, tarihe Kanlı 1 Mayıs olarak geçti.
1979 - İstanbul'da 1 Mayıs kutlamaları yasaklandı ve sokağa çıkma yasağı getirildi. Sokağa çıkan Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı Behice Boran ve 1000'e yakın kişi gözaltına alındı. Behice Boran ve 330 Türkiye İşçi Partili 6 Mayıs'ta tutuklandı. DİSK'e bağlı bir grup sendika ise İzmir'de "izinli" 1 Mayıs kutlaması yaptı.
1980 - 12 Eylül darbesinden önce son "yasal" 1 Mayıs kutlamaları yapıldı. Sıkıyönetim altındaki İstanbul, Ankara ve İzmir'de gösteriler yasaklandı. DİSK, Mersin'de "izinli" 1 Mayıs kutlaması yaptı. 12 Eylül 1980 askerî darbesinden sonra, o zamana kadar "Bahar Bayramı" adıyla resmi tatil günü olan 1 Mayıs, çalışma günleri arasına dahil edildi.
1988 - Cumhurbaşkanı Kenan Evren, Rize'de konuştu: "Bana şahsen her şey söyleyebilirler ancak '12 Eylül Harekâtı yapılmamalıydı." diyemezler. Diyemezler çünkü bu millet bunu istedi."
1999 - TRT internet sitesi trt.net.tr yayına başladı.
2008 - Türkiye'de 1 Mayıs İşçi Bayramı'nı Taksim Meydanı'nda kutlamak isteyen işçi sendikaları ile onlara izin vermeyen yürütme organı arasında yaşanan gerginlik sokaklara yansıdı. Sabah 06:30'dan itibaren Şişli ve çevresinde toplanan gruplara, polisin müdahalesi biber gazı, gaz bombası, cop, panzer, sapan ve tazyikli boyalı suyla oldu. CHP milletvekili Mehmet Ali Özpolat, sıkılan biber gazı nedeniyle kalp spazmı geçirdi. Pek çok örgüt üyesi olan veya olmayan vatandaş, ağır yaralarla hastaneye kaldırıldı ve geçici sakatlıklar yaşadı. Gün içinde DİSK, insanların ölmesinden korktuğu için, Taksim hedefinden vazgeçti.
2009 - 31 yıl sonra resmi olarak 5 bin kişilik bir grup, DİSK organizasyonuyla 1 Mayıs kutlamaları için Taksim'e çıktı
👇🏻DOĞUMLAR👇🏻
1910 - Behice Boran, Türk siyasetçi ve sosyolog (ö. 1987)
1 note · View note
the34mag · 7 years
Photo
Tumblr media
Şimdi ben orduyu Nato'ya bağlayan Adnan Menderes'in, devlet maaşıyla kumar oynayıp boş zamanlarında "şiir" yazan Necip Fazıl'ın, düşmana teslim olan Vahdeddin'in, Kuvayi Milliye ordusunun İzmir'e girişini duyunca palayı pırtıyı toplayıp kaçan Damat Ferit'in, Kurtuluş Savaşı boyunca Mustafa Kemal aleyhine paçavra gazetelerinde yazılar yazan ve "İnşallah Yunanlılar kazanır" diye dua eden Ali Kemaller sürüsünün, Meclisi fesheden ve ülkeyi yıllarca tek başına yöneten baskıcı Abdulhamid'in, hamamda cariye kovalarken ayağı kayıp düşen Sarı Selim'in, öz oğlunu tuzağa düşürüp öldüren Kanuni'nin, Alevi kıyımı ve katliamıyla ün salan Yavuz Selim'in, kundaktaki öz kardeşini boğdurtup öldürten Fatih'in, taht kavgasıyla Osmanlı'yı dörde bölen Çelebi kardeşlerin, Şeyh Bedreddin, Börklüce ve Torlak Kemal gibi halk önderlerini katleden ve "mülk Allahındır" diyerek adalet istedikleri için binlerce insanın başını giyotin kütüklerinde kesen Şehzade Murat'ın, Ankara Savaşı'da Aksak Timur'a yenilip esir düştükten sonra intihar eden Yıldırım BaYezid'in... Bu zincir, Taa Emevi'ye, ordan da halifeler dönemine kadar uzar gider. Bunlar hakkında kalkıp bir laf söylesem, ter ter tepinir, yır yır yırtınır, bir de "ölülerin ardından konuşlulmaz" diye din ve ahlak dersi vermeye kalkışırsınız. Peki O zaman siz neden seksen yıl önce Hakkın huzuruna çıkmış olan bir lidere, bu milletin kurucusuna ve kurtarıcısına iftira atıyorsunuz? Hepimizin "anne" bildiği Zübeyde Hanım'a kendi pisliğinizi sıçratırken, siz hangi dinden ve ahlaktan bahsediyorsunuz? Bakın soytarılar; eğer Yunan Generali Papulas bu iftirayı atsa, tamam der anlarım. Hatta anlamakla da kalmaz hak veririm. Çünkü Mustafa Kemal, Bizans'ı hortlatmak isteyen Papulas'ın hayallerini suya gömdü. Yunan İyonyası ve Ege kıyılarında Büyük Helen İmparatorluğu hayalleri unufak oldu. Peki Mustafa Kemal sizin hangi hayallerinizi suya gömdü soytarılar? Saltanat ve hilafet mi, monarşi mi, teokrasi mi? İngiliz Mühipleri Derneği'nin sadık ve gayretli üyesi, gizli ve karanlık işlerin vazgeçilmez adamı Sait Molla bu iftirayı atsa, tamam der anlarım. Hatta anlamakla da kalmaz hak veririm. Çünkü adamcağız İngilizlerin götüne kıl olmak istedi, olamadı. Peki siz kimin götüne kıl olmak istediniz de Mustafa Kemal bunu önledi soytarılar? Amerika'ya kıl oldunuz zaten... Yunan Savaş Bakanı (Harbiye Nazırı) Teotokis bunu söylese, tamam der anlarım. Hatta anlamakla da kalmaz hak veririm. Adamcağız Sakarya'ya kadar geldi, amacı Ankara'ya girip meclisi teslim almak ve Mustafa Kemal'i meydanda ayaklarından asmaktı. Fakat Mustafa Kemal onu ordusuyla birlikte Sakarya'da balçığa gömdü. Peki soytarılar, Mustafa Kemal sizin neyinizi balçığa gömdü? Hangi kirli emellerinizi, hangi karanlık düşlerinizi? Bu iftirayı Yunan Kralı Konstantin atsa, tamam der anlarım. Hatta anlamakla da kalmaz hak veririm. Adamcağız İngiliz Başbakanı Lloyd George'nin gözüne girmek ve Osmanlı paylaşılırken İstanbul'u kapmak gibi ham bir hayalin peşinde koşuyordu. Mustafa Kemal bu hayali de yerle bir etti. Peki soytarılar, Mustafa Kemal sizin neyinizi yerle bir etti? Hurafelerinizi mi? General Glikopis, General Dienis gibi Yunan komutanları bu iftirayı atsa, bu balçığı sıvasa, tamam der anlarım. Hatta anlamakla da kalmaz hak veririm. Çünkü onlar Büyük Taarruz'da esir düştüler. Mustafa Kemal'in çadırına getirildiklerinde, ezik, büzük, mahcup, aciz ve çaresizdiler. Bunu görünce Mustafa Kemal onlara sigara ikram etti, kahve ikram etti, "üzülmeyin, savaşta olur böyle şeyler" diye de teselli etti... İzmir'e girdiğinde Mustafa Kemal'in ayakları altına Yunan bayrağı serdiler, "tepele bu bayrağı Paşam!" dediler, fakat o asil ruh, "kaldırın bu bayrağı, bir milletin timsali tepelenmez" dedi. "Fakat onlar bizim bayrağımızı tepelediler" diye itiraz ettiler. "Onlar yanlış yapmış, ben aynı yanlışı tekrarlayamam" dedi Mustafa Kemal. Mustafa Kemal işte böyle büyük bir adamdı soytarılar. Bu asalet ve bu insanlık farkını gören İzmirliler hüngür hüngür ağladı. "Bak şu asaletin büyüklüğüne, onlar galip gelselerdi bizim Paşamızı asacaklardı, ama bizim Paşamız onların bayrağını çiğnemiyor!" dediler. Yaaa işte böyle soytarılar. Mustafa Kemal büyük bir adamdır. Siz ufacıksınız. Mini mınnacıksınız. Ona dil uzatmayın. Bu yolla hiçbir bok kazanamazsınız. Başka yollar deneyin.
11 notes · View notes
mustafakemalimcom · 4 years
Text
Atatürk Ankara'da Yapılan Güreşlerde
Atatürk Ankara’da Yapılan Güreşlerde
Güneş Kulübü tarafından 9 Mart 1938 Perşembe gecesi saat 21’de Ankara Halkevi’nde güreş teşvik müsabakaları tertip edilmişti. Bu güreşle­re Ankaragücü, Demir-Çankaya, Çankaya, Harbiye İdman Yurdu ve Mu­hafız Gücü kulüplerine mensup 35 güreşçi iştirak etmiştir.
Cumhurbaşka­nı Atatürk de ani olarak saat 22’ye doğru yüksek huzurlarıyla güreşleri seyretmek üzere Halkevi’ne gelir.(1)
Beraberin…
View On WordPress
0 notes