#Göl Yazı
Explore tagged Tumblr posts
Text
“İyilik sahipsiz değildir, sadece sessizdir”
11 notes
·
View notes
Text
maalesef sevgilimle ayrıldık. 27 martta, dünya tiyatrolar gününde. unutmak da mümkün değil, her sene büyük bir coşkuyla kutlanıyor. ne kadar üzgünüm anlatamam. her saniye üzerimden dolu hafriyat kamyonları geçiyormuş da ölemiyormuşum gibi. canım acıyor. vücudum acıyor. bazen çenem zonkluyor. haftalarca ne uyudum ne de yemek yiyebildim. uykum hala yok da yemeği hallediyorum artık. alışmaya çalışıyorum. hayatımda karşıma çıkan en büyük zorluklardan birisi. kalbindeki sevgi o kadar büyüktü ki sevgi mabedim gibiydi, ona bana daha fazla sevgi vermesi için yalvarıyorum. kendimi parçaladım desem yalan olmaz. ondan çok şey öğrendim. sayesinde ailemle iletişimimi bile iyileştirdim. mesela anneler gününde annemi güzel bir göl kenarı restoranda yemeğe götürdüm. kardeşime araba sürmeyi öğretiyorum, babamdan borç isteyip borçlarımı kapattım ve böylece gelirimi giderimi her şeyimi anlatabildim. ayrıldık maalesef ama bu tür etkileri içime dolan sevgiye imanın gücüyle hala benimle.
benim için büyük bir anlamı vardı, siyah bir zehirle dolmakta olan kalbimde yeşillikleri çoğaltmıştı. güzeli daha net ve hem geniş açıdan hem de yakından görebiliyordum. gönül gözümün pikselini artırdı karı.
onu hep çok özlüyorum. kendime gelmeye başladıkça halimin de farkında varmaya başladım. yapmakta olduğum ve yapmayı planladığım şeylerin içleri giderek boşalıyor. bugün çalışırken birden masadan uzaklaşıp 15 dakika kadar sadece klavyeme baktım. napıyorum, niye yapıyorum, diye. artık sebep bulamıyorum. birlikteyken hep onunla kurduğumuz hayalleri gerçekleştirmek ve ona daha fazla tanık olabilmek için yapıyordum ne yapıyorsam.
evinin kokusunu özlüyorum, yastığının yüksekliğini özlüyorum, diafonun yanıp sönen mavi ışığını özlüyorum, tuvaletinin ışığının rengini özlüyorum. ona dair her şeyi özlüyorum. bazen öpüşürken kötü kokan ağzını özlüyorum. hiç ihtimal vermedim günün birinde bir daha o dudaklarda ıslanamayacağıma.
yazıya nasıl son yazacağımı bilmiyorum, bu yazı böyle bitiyor. bizim ilişkimiz gibi. belki şöyle bir masal sonu yazılabilir: çok mutluyduk ama gitti. gitmesi gerekiyormuş. psikoloğu böyle demiş. git demiş. başka erkeklerle takılmak istiyormuş. günün birinde belki dönermiş ama belki de dönmezmiş. bunun adı bir süre görüşmeyelim'miş. anlamı da içimde yanan ateş'miş. iyi uykular çocuklar.
8 notes
·
View notes
Text
“HİÇ DE BİZİM ORMANLAR GİBİ DEĞİL…”
Rahmetli babam (Namı diğer Ormancı Bekir), bir dönem “Türkiye Ormancılar Birliği Sendikası Genel Başkanlığı” yapmıştı.
Sendika başkanı olarak Almanya’ya ormanları inceleme gezisine gitmişti.
Tüm gezisini en küçük ayrıntısına kadar not almış, sonra bunları yazı dizisi halinde sendikanın aylık çıkardığı bültende yayımlamıştı.
İşte o gezi yazısını orijinal haliyle biraz kısaltarak sizlerle paylaşıyorum…
“ALMANYA’DA GÖRDÜKLERİM…
Saat 11,30
9.7.1972 günü Yeşilköy’den uçakla Almanya'ya hareket ettim. Saat 14.20 Nürnberg hava alanına indim. Tabi yabancılık olduğundan insan biraz olsun gariplik içinde oluyor. Alanda iki kızım, iki damadım beni karşıladılar. Nürnberg düz araziye yayılmış büyük bir şehir her tarafı ormanla kaplanmış sanki yeşil bir orman denizi. Çocukların arabası ile eve geldik, hoş beş çocuklar her şeyi hazırlamışlar. Bir saat dinlenme yemek faslından sonra Almanların adetleri üzerine iki taksi ile pazar tatili yapmak üzere göller bölgesi denen Nürnberg’e 120 Km. olan göl kenarına hareket ettik.
Nürnberg’den göller bölgesine kadar mesafede hiç açık arazi göremedim. Hep Orman içinde yürüdük. Ormanları gördükçe içimden sevinç gelmeye başladı. Bazı ormanlarda Tıraşlama kesim görüyorum. Merak edip çocukları durduruyorum. Hiç de bizim ormanlar gibi değil. Yol boyu veya ormanın içinde hiçbir ağaçta baltasını biletip ağaçta prava yapılmış ağaca rastlamadığım gibi ne de (Pedavra) hiçte başka türlü kesim göremedim.
Meşhur gölün kenarına geldik. Göl o kadar büyük olmamakla birlikte bir vadi arasında. Her tarafı yükselen Çam, Ladin ağaçları ile çevrili. Günün pazar olması nedeni ile sanki şehirde insan kalmamış hepsi buraya ailece gelmiş, yemek içmek eğlenmek başka hiçbir şey yok. Bendeki merak ise eğlenmek değil bu ormanları nasıl yetiştirmişler niçin hiç kesmemişler. Bunları öğrenmek, öğrendiğimi gördüklerimi memleketimde meslektaşlarıma duyurmak.
Tarih 16.7.1972 çok sevdiğim Susurluklu olan, 12 senedir Nürnberg’de bulunan Ahmet Mirza bey yanıma geldi. ‘Misafirimsin seni gezdireyim’ dedi. Kendisine minnettar olarak şu cevabı verdim. ‘Biliyorsun ben ormancıyım, beni gezdireceğin yerler ormanlık olsun. Orman teşkilatını ve bu teşkilata bağlı kuruluşları gezelim.’
Sağ olsun benim isteğim üzerine Nürnberg’in doğusuna hareket ettik. Behringersdorf isminde 40 Km. orman içinde Tauf isminde kaza, Hormerdorf köyleri ki bunlar tamamen ormanın içinde. O gün 145 Km. gezmişiz. Her gittiğim yerde bir köylü veya bir şehirli ile konuşuyorum. Tabi Almanca olarak amma tercümanlığımı değerli arkadaşım Ahmet yapıyor. Averbah köyünde yemek yememiz icap etti.
(Burada araya giriyorum ama aşağıdaki sohbeti dikkatle okumanızı tavsiye ediyorum.)
Dieter Sandel ismindeki köylüye soruyorum:
-Geçiminizi nerden temin ediyorsunuz?
-Çiftçilikle
-Ormanın içinde oturuyorsunuz, işittiğime göre köyünüz 350 nüfuslu imiş. Hepsi çiftçi mi?
-Evet.
-Ormandan ne gibi faydalanıyorsunuz?
-Anlayamadım, dedi.
Sorumu tekrarladım.
Güldü. -Orman bizim malımız, faydalanmak dediğiniz nedir? diye bana sordu.
-Yani odun için ağacı keser misiniz?
Adamın tuhafına gitmiş olacaktı ki gülerek -Hiçbir zaman ağaç kesmeyiz. Ormanın havası suyu bizim için önemli. İhtiyacımız olduğu zamanda yani orman işletmesine baş vurur (Ober Forstuncister), ihtiyacımızı alırız.
Tekrar sordum, -Sizde kaçakçılık olur mu?
Yine güldü -İnsan kendi malını nasıl kaçırır.
-Peki ormandan köyünüzde kaç suçlu var biliyor musunuz?
-Ne suçlusu hayır olamaz.
-Orman memurları sık sık gelirler mi?
-Orman memurları bizleriz. Ayrıca orman memuru yoktur. Türkiye’de bu söyledikleriniz var mı?
Ben -Evet- demeden geçemedim.
Ve ilave etti, -Türkiye’de orman var mı?
Üzülerek söyledim, -Var.
-Bu duruma göre orman olmaması gerekir, dedi.
Yemek de bitmişti. Vedalaştık, ayrıldık…”
Ormanlarımızın neden bu halde olduklarını hala merak ediyor musunuz?...
Ramazan S.TOPRAKTEPE
1 note
·
View note
Text
Gürültülü. Ama böyle tuttuğun takımın maçında, statta çıkan ses gibi değil bu gürültü. Başka bi gürültü. Acı bi gürültü. Nasıl anlatırım, nasıl tarif ederim diye düşündüğüm bi gürültü…
Bir göl kenarındasın. Hava mis gibi. Hafif hafif esen rüzgar saçlarında geziyor. Arkadaki ağaçlardan kuşlar katılıyor rüzgarın sesine. Müzik dinlemeye gelmişsin ama elin gitmiyor kulaklığı takmaya. Doğanın senfonisi daha cazip geliyor. Biraz kafa dinleyeyim diyorsun. Mükemmel bi manzara, müthiş bi orkestra ile birleşince başka türlüsünü düşünemezdin ki zaten… Gözlerin yavaşça kapanıyor bununla birlikte hayal gücün işe koyuluyor. O an sevdiğini düşünüyorsun belki, aileni, kaybettiklerini hatta kazanamadıklarını bile olabilir. Derin bir iç çekiyorsun. İş, güç, para, huzur, mutluluk… Neydi asıl aradığın? Seni sen yapacak yapbozun eksik parçası hangisiydi? Ya da sen tamam mıydın böyle? İnsan her şeye sahip olsaydı hayal kurabilir miydi? Değildin ya, hiçbirimiz değildik, değiliz de bence. Düşüncelerinin derinleştiği noktada bir konuda karara varmıştın en azından. Evet, tamam değildin ama eksik parça hangisiydi? Bu bir şahıs mıydı sana sevdalı? Belki de sen ona sevdalısındır kim bilir? Hafif gülümseyerek beni kimse sevmez diye mi düşündün yoksa? Yoo, sevilmeyecek neyim var diye kızdın kendine belki de… Şahıs değilse neydi o halde? Belki bi his gerekliydi sana. Aklını başından alan veya aklını başına getiren. Sonuç değişmezdi bence. İkisinin de etkisi aynı türden nasıl olsa. Genelde insan en büyük dertlerden zamanı bahane ederek sıyrılırdı ya. “Her şeyin ilacı zaman” vb… Senin de parçan zamanla bulunur muydu? Sanmam. Bulunmayacağından değil, zamanın güçlü kollarının altına saklanacak kadar korkak biri değilsin sen. Eğer öyleysen de çabuk silkelen. Böylesine içinde güç barındıran biri, nasıl olur da böyle korkak davranabilir? Şaşırdım kaldım. Gel şansını uğurlu eşyalardan deneyelim. Belki bi madeni para gerek sana yazı-tura yapıp hayatına yön verdiğin? O kadar kaderci misin ki? Bilmem. Şahıs olmadı, his beklemeye değmez, zaman acizce, şanslı eşyalar çok kaderci… Aslında buraya sadece kafa dinlemeye gelmiştin dimi? Güzel bi manzara eşliğinde, kuşların son bestesini dinlemek yanında müthiş bir promosyondu. Gözlerini araladın hafifçe. Dinlenmiş, rahatlamış olması gereken zihnin daha da doluydu sanki. Buradan gitmek gerekliydi, uzaklaşmak. Burası sanki biraz şeydi; gürültülü…
Gürültülü. Ama böyle tuttuğun takımın maçında, statta çıkan ses gibi değil bu gürültü. Başka bi gürültü. Acı bi gürültü.
1 note
·
View note
Photo
“Mutlu olmak her şeye sahip olmak değil, sahip olduğun kadarını her şey yapabilmektir.”
Kahraman Tazeoğlu
‘Azla Mutlu Olmak’ kitabının yazarı Francine Jay, “Dolaplarımızda alan kazanmanın dünyayı kurtarmamıza nasıl yardımcı olacağını keşfedeceğiz.” derken sade yaşamının önemini vurguluyor.
Kütüb-u Sitte’de yer alan bir hadiste; “Bir gün ashab Peygamberimizin (asm) yanında dünyadan bahsettiler. Bunun üzerine Resullullah (asm) buyurdu: ‘Siz işitmiyor musunuz, siz işitmiyor musunuz? Sade yaşamak imandandır; sade yaşamak imandandır.” (Ebû Davud, Tereccül, 1/4161)
#sade yaşamak#kahraman tazeoğlu#francine jay#hadis#azla mutlu olmak#göl#orman#alıntı#tumblr yazıları#yazı
6 notes
·
View notes
Photo
- Varlığına şahit arayanlar Gecenin yolunu bekleyenler R-uhum azmetti Sizin içindir güzel günler - Yerimiz belli olsun diye Mezar demişler sonumuza dünyada - Kalp buldum cümlelerimle Gayret ettiğim ilimle Sirayet etsin diye geleceğe Nice ağaca, buluta Yağmurun her damlasına Toprağın yaratılmış en mücellasına Mirasımızdır ömür Feda olsun 27.01.ondokuz - #poem #poet #poetry #şiir #şair #edebiyat #literature #literatura #writer #writing #yazmak #yazı #manzume #metin #beykozkorusu #tree #lake #göl #ağaç #beykoz #istanbul https://www.instagram.com/p/BtHSVZnBSAq/?utm_source=ig_tumblr_share&igshid=lm7qn66013jh
#poem#poet#poetry#şiir#şair#edebiyat#literature#literatura#writer#writing#yazmak#yazı#manzume#metin#beykozkorusu#tree#lake#göl#ağaç#beykoz#istanbul
1 note
·
View note
Text
SEN YAPMAK, ETMEK, BAŞARMAK İSTEMİYORSUN Kİ. YAPMIŞ, ETMİŞ, BAŞARMIŞ OLMAK İSTİYORSUN. GÖLE GİTMEK DEĞİL, GÖLDE OLMAK İSTİYORSUN. SÜREKLİ BİR YERE GİDER GİBİ DEĞİL DE, BİR YERE VARMIŞ GİBİ YAŞADIĞIN İÇİN YORGUNSUN...
#edebiyat#yazı#yazar#şair#şiir#şairane#alıntı#sen#ben#başarmak#göl#gitmek#yorgun#yaşamak#hayat#insan#poem#dize#mısra#şiirsokakta#kitap#kitap alıntıları#kitap alıntısı#raksh4sa#rakshasa#kraliyet mavisi
55 notes
·
View notes
Text
Merhaba Sevgilim..
Buraya bu ağlamasını durduramayan, kendi kendine zırıldayan halimle yazı yazmaya başlayacağımı hiç düşünmemiştim. İnan bana planlarımda çok daha farklı şeyler vardı, olmadı. Aylar öncesinden açtığım bu hesabın yazılarını buraya ekleyecekken bir defterde toparlayıp tarafına teslim ettim ama ikimizin de aynı anda ulaşabileceği bir platform sanırım daha uygun olacak gibi. O halde başlıyoruz, bundan böyle her iç döküşüm buradan ulaşacak tarafına. Tıpkı şimdi olacağı gibi.
Şu an içimdeki harabelerin altında kendi halimde büzülmüş şekilde sessiz sessiz ağlıyorum. Belki yanında olsam sımsıkı sarılır ağlamama izin vermezdin. Daha kolay atlatılırdı o zaman her şey. Şimdi böyle düşününce ulaşamadığımız o çatının altında olacağımız günler daha da uzaklaşmış gibi geliyor ve gözlerimi daha da çok dolduruyor. İçimin toz dumanından nefes alamıyorum. Olay burada ev bulamamamız değil ki, benim için burada olay; her dakika senden uzak kalarak yaşamak. Çünkü senin yanında bulduğum o huzur alanına öyle çabuk öyle çok alıştım ki uzak kalmak canımı acıtıyor. Tabi bir de bugün yaşadığımız benim eski travmalarımı yeniden hortlatan mini mini yeni bir durumumuz da bulunuyor.
Maalesef burası sevgilim, işte tam da burası benim çok defa kırılıp incindiğim yer. En çok kanadığım, kan kaybettiğim büyük savaş meydanımın tam da merkezi. Benim için burası Şebnem'in dediği gibi mayın tarlasının tam ortası. Tekrar gücümü toparlayıp patlayan mayınların oluşturduğu harabelerin altında canlı kalmaya çalıştım zamanında. Aylarımı hatta yıllarımı aldı bu kısmın yaralarını iyileştirmeye çalışmak. Yalan değil, sen geldikten sonra iyileşmeye başladı yaralarım. Sen yokken sadece kabuk bağlıyordu, sonra benim arsız parmaklarım kabukları tekrar kaldırıyordu yerinden bir hışımla ve baştan kanıyordu yaralar. Sen geldiğin zaman ben yaralarımın üzerindeki kabukları soymayı unutup kafamı kaldırdım. Yüzünü yıllar sonra o zaman gördüm. Hayran kaldım, geçmişi yeniden hatırladım ama bu kez can acıtanından değildi. Özlem duyduğum ışıldayan bir çift gözün tatlı hatırasıydı. Sonra gözlerinin güzelliğinde deryalara bıraktım kendimi. Çakır gözlerin yosun yeşilinden çimene oradan berrak bir su gibi parıldayan bir göl kıyısına döndü. Böyle böyle unuttum yaralarımı ve bir bir kabuk bağladıktan sonra kabuklar kendiliğinden düştü iyileşerek. Bugüne gelene kadar da yaralarımın hepsi geçti bildim. Geçti dedim kendime, dedim de hâlâ en derin olan yaram geçmemiş, nereden bilebilirdim? Yüzleşmemiştim ki. Sonra korktuğum başıma geldi. Ben birlikte olduğumuz süre boyunca ilk kez canımın acısından ağladım bugün. Başta tuttum kendimi ağlamamak adına. Aynada karşılaştığım yansımamda güçsüz görünmekten ve geçmişe ağlamaktan haya ettim ama başaramadım. Ağladım.. Bu kez kendime kızıp sinirimden ağladım. Aynı sınava defalarca girmekten daha berbat olan başka bir şey var mı? Sanmam.. Bıktırıyor bir yerden sonra, istiyorsun ki bir an önce geçsin ve bitsin. Artık son bulsun bu imtihan ve bir adım sonrasında gelecek olan özgürlüğe ya da varsa yeni sınavlara hazırlanayım istiyorsun da olmuyormuş işte öyle. Bak durmuyor gözyaşlarım, durmadan akmaya devam ediyorlar. Ben doğru zamanda yanlış insanlara fazlaca vakit harcadım, en büyük pişmanlığımdır bu. Artık hayatımda aynı evrelerden bir kez daha geçerken -bu kez doğru insanlar hayatımdayken- kaçırdığım zamanı yakalamaya hiç değilse telafi etmeye zorluyorum ama yolumuzda çıkan bu aksilikler beni senden ayrı tutuyor. Ben artık ağlayacaksam bile kollarında teselli bulmak istiyorum. Ağlamayı da hiç sevmiyorum mesela ama illaki akacaksa gözlerimden bu yaşlar, senin ellerinde son bulsun. Ben yalnız ağlamayı istemiyorum, çünkü bu ağlamak bir başlayınca dinmiyor. Nefret ediyorum bu durumdan.
Şimdi ardından ağladığım, boşa harcadığım onca zaman koca bir boşluk yarattı içimde. Aslında varlığını bilmesem belki hâlâ kabuklarımı koparmaya ve yaralarımı kanatmaya devam edecektim. Kaybettiğim zamanlara da yanmayacaktım yara, kabuk ve kan döngüsüne kapılarak. Ama şu an senin varlığını biliyorum ve en çok budur benim canımı acıtan. Dünya üzerindeki sensiz geçe vakitlerimi düşündükçe aklımı kaçıracak gibi oluyorum. Senden uzakta kaldıkça hayatı kaçırdığımızın farkına varıyorum. Bu da beni huzur bulduğum o göl kıyısından sanki çekip bataklığa saplıyor. Öyle içine çekiyor ki o bataklık, sanki hiç kurtulamayacakmışım gibi. Sanki sana hiç kavuşamayacakmışım gibi.. Vaktim doluyor, saatin tik takları beynimi dolduruyor. Sanki her seste bir parçam daha gömülüyor o bataklığa ve korkarım ki harabelerimde oturup ağlarken gözyaşlarımın oluşturduğu bu bataklık beni boğup toprağa karıştıracak. Üzerime herkesten önce en çok karanlık yanım toprak atacak. Çok korkuyorum sevgilim. Senin olmadığın bu insan içindeki yalnızlıktan, senden başka kimsenin beni kurtaramayacağını bildiğimden, bu bataklıkta kendi kendine boğulmaktan çok korkuyorum. Tut elimden çek çıkar beni ne olursun. Ben çıkmaya çabaladıkça daha da çok battığımı fark ettim. Sensiz kalmak artık bu denli zor benim için.
Sözü sonlandırsam iyi olacak gibi. Peki sana bir soru, bataklıkta boğulsan son sözlerin ne olurdu? Ben boğulacak olursam şayet, olur da yetişemezse ellerin beni çekip kurtarmaya, iyi ki geçtin hayatımdan umudum diye bağıracağım. Belki duyarsın beni belki duymazsın, bilemem. İyi ki geçtin bu ömürden, iyi ki sevdim seni ömrümce. Bana yaşattığın şu kısacık zaman diliminde kafamı kaldırıp gökyüzüne bakmayı hatırlattın yeniden. Şimdi boğulsam bile gözlerim gökyüzünden bir dem ayrılmayacak çünkü bunu bana sen öğrettin. Ben yine kendi beceriksizliğim ile bir anda düştüm bu bataklığa ama boğulacaksam bile senin adını söyleyecek bu dilim. Ama sen yine de beni bana bırakma ne olursun, elimi tutanım sen ol. Hatta tut elimi buradan, bu mayın tarlasının ortasında oluşan bataklıktan gidelim. Söz üstüne çamur bulaşırsa ben temizlerim.
Seni çok seviyorum..
4 notes
·
View notes
Text
Çok uzun yazılar yazmak istiyorum şimdi. Böyle hissetmeyeli aylar oldu. Yani çok uzun yazı yazma hissiyatımı. O derin duygulardan uzak kaldığım doğruydu. Ne içimden geliyordu ne de elim varıyordu. Duygularımdan ne kadar az bahsedersem o kadar iyi geçerdi zaman belki de. Durum hikayeciliğini terk etmiştim. Olaylar üzerinden derdimi anlatmak içimden kaçmak içindi. Müzikler bile seçiliyordu dünyamda, bir tedavi şekli uydurdum belki de. İyi olmam gerekliydi ve bunu yapabilecek en önemli kişi de bendim. Dün üzüldüğüm şeyle ilgili şaka yaptım, niye öyle diyorsun diye beni ciddiye aldılar hatta belki içlerinden üzüldüler de. Onlar ciddiyetini biliyorlar ben ise gözümden düşürüyorum zamanla. Ara sıra sessizleşiyorum ben de farkediyorum. Ama bu benim karakterimde olan şeydi zaten. Bilmiyorum bazen bu anda, bu zamanda değilim çok özlediğim bir şey varmış, gurbetteymişim gibi oluyor. Düşündüğüm de birşey yok. O an aklımdan da birşey geçmiyor aslında. Sadece durgunluk.
'hazana durmuş bahçelerim'
Her anımı çocuğumu izler gibi izliyorum, farkımda oluyum istiyorum. Kendi halimi, kendimi sık sık kontrol ediyorum. Sakındığım duygulardan uzak kalmak için, kendimi hırpalamayım diye, kendime eziyet ederim çünkü pişmanlığım ve keşkelerimle boğarım. Özellikle bunu yapmamak için o hale ne zaman meyletsem uzaklaştırmaya çaba gösteriyorum. Bu yüzden uzun uzun yazmak benim için öyle değerli ki, kendimde bunu görmek içimde acılarımı sıradan halde yaşayabildiğim anları yeniden hissettirdi. Kendi halimi bulduğum, sevdiğim de anlarımdan biriydi bu, özlediğimi şimdi farkediyorum. Bu öyle kıymetli ki, insanın her acısını üzüntüsünü rahatlıkla yaşayabilmesi..
Etkisinin çok büyük olduğu bir acı yaşayınca o acı içinde bir göl oluyor, diğer tüm acıların da önünde oluyor, başka üzüldüğü ne varsa yuvarlanıp o koca acı gölünde kayboluyor. Böyle olunca da o gölde boğulmamak için diğer acılarından da sakınır hale geliyor insan. Yuvarlanıp gideceği yeri bildiği için...
O gölün kaybolduğunu, tamamen kuruduğunu kim söyledi? Bugün bir cümle boynumu büktü, eğdirdi beni bir anı mesela. Ama gölün küçüldüğü aşikar. Şimdi önemli olan etrafındaki yükseltinin de azaldığı, diğer acılarım yuvarlanmıyor eskisi kadar. İçimden bahsetmek hürriyetini yeniden soluyorum belki de.
Bu dağlar, bu acılar, bu göl benim. Ama aklıma gelmezdi hiç üzüldüğüm neyse sakınmadan üzülebildiğim için, sadece onu yaşayabildiğim için şükredeceğim. Derinliğine inebileceğim için..
9 notes
·
View notes
Text
Hangi günün gecesidir / yazı kışta kılan bilir
Gün içinde görünmeden / günü suya salan bilir
Dağlar düze iner birden
Aşkı sonsuz kılan bilir / rüzgarla bir olan bilir
Göl göl olur damda biri / çentik atar günlerine
Sel sel akar diğerleri / güneş güler tenlerine
Biri bine döner birden
Yolu yakın kılan bilir / rüzgarla bir olan bilir
Rüzgar çocuk sesleriyle / mavi bir düş kurar gökte
Sözde türkü dalda çiçek / olur açar her yürekte
Gözden perde iner birden
Düşü gerçek kılan bilir / rüzgarla bir olan bilir
Adnan Yücel
27 notes
·
View notes
Text
"Onca erdemlilik taslayanda onca küçüklük"
~Göl yazı, Enis Batur.
3 notes
·
View notes
Text
Yekta Kopan'ın Önerdiği 36 Kitap
Yekta Kopan’ın Önerdiği 36 Kitap
Yekta Kopan, twitter hesabından takipçilerine kitap önerilerinde bulunuyor. Bizde bu listeyi Yekta Kopan’ın önerdiği kitaplardan derleyip sizler için hazırladık.
Yazar: Leo Löwenthal Çevirmen: Beybin Kejanlıoğlu Yayınevi: Metis Yayıncılık Sayfa Sayısı: 248
Frankfurt Okulu’nun önde gelen düşünürlerinden Leo Löwenthal, sosyolojik bir çerçevede Batı’da edebi sanatların ve kitle iletişim araçlarının…
View On WordPress
#aile fotoğrafı#akılla konuşmam oldu#aktör dediğin nedir ki#Ayaklarına Dokunurum Gölgede#Ben Ayşegül Sönmez Çağın İçinde#Bir Namus Meselesi#bırak üzülsünler#Bırak Üzülsünler-Türkiye&039;de Büyümek#biz hep şatoda yaşadık#çeviri atölyesi#dar zamanlar#dev havuç#dişlerimin hikayesi#dolambaç#dublinesk#edebiyat#göl yazı#görkemli kaybedenler#güzellik bir yaradır#hayır...#hikaye avcısı#ilk filmim#ince yolcular#kırmızı kazak#kitap#kitap listesi#kitap tanıtım#kitap tavsiye#kitap tavsiyesi#kitaplar
0 notes
Text
Bursa Doğal Güzellikleri - Gezmeniz Gereken 16 Doğal Yer
Bursa Doğal Güzellikleri – Gezmeniz Gereken 16 Doğal Yer
Merhaba, bu hafta Bursa şehrinin doğal güzelliklerinden sizlere bahsedeceğiz. Yeşil olarak yaşayan şehri Bursa, inanılmaz doğal güzellikleriyle gezmeye doyamayacağınız alanlara sahip. Sizlere bunlardan kısaca bahsetmeye çalışacağız.
SALTANAT KAPISI
Bursa‘nın bir çok tarihi yeri olduğu gibi bunlardan bir taneside Saltanat Kapısı dır. Bursa‘nın temiz ve iyi hissetmemizi sağlamakta olan Saltanat…
View On WordPress
#bursa#Bursa Doğal Güzellikleri#Bursa Etkinlikleri#Bursa gezilecek yerler#Doğal Güzellikler#Doğal yerler#Göl Yazı#Longoz#Orman#Şelale#İnegöl
0 notes
Text
ya dün bi makale buldum başlığı harikaydı
çekip istakrama koydum. sonra indirdim o resmi buraya atacaktım ama dün çok garip bir şekilde ve hızla geçti gitti. şimdi de pek atacak halim yok. lavoratuvar zaten kokuyor ve ben yazın ortasında hastalanıyorum.
istemeye istemeye bi kahve yaptım belki içince açılırım. somurtmaktan başka bir şey yaptığım yok şu ana kadar. geçen kitapyurdundan dune serisini aldım, yerdeniz serisini de tamamladım. yanına da iki kitap ekledim ve dağıtıma çıkmış. bakalım gecikmeden gelir inşallah. şu an onu biraz heyecanla bekliyorum. o kadar.
dün bir de onenote kullanarak makale okumaya başladım. makalede önemli bulduğum yerleri kendime not alarak yazıyorum. yazı çok ilginç bir şey. yazı üzerine çeşitlemeler diye bir deneme okuyorum ve bu yazıyı daha da ilginç görmeme neden oluyor. hayat zaten garip de yazı çok daha ilginç baksanıza kafamdaki şeyleri ses çıkartmadan size aktarıyorum, siz de alıyorsunuz ve -muhtemelen- siz de ses çıkartmadan anlayıveriyorsunuz. bunun internet denen acayip şeytan icadı ortamda olması durumu aslında daha ilginç kılmıyor bence. yani bir denize bir göl katmak gibi. kendime gelene kadar çalışmıycam. belki blender falan oynarım. o kadar. başım da ağrıyo zaten
1 note
·
View note
Text
Londra’da Hayat Parklarda Akıyor...
Londra diyince akla ilk gelen konu başlıklarından birisi elbette Londra parklarıdır. Yaklaşık 1 aylık kalış sürem içinde yolum nerdeyse hemen hemen hergün bir parktan geçti diyebilirim. Şehrin parklara ve bahçelere ayırdığı o kadar çok alan var ki adeta parklar yaşam tarzıyla bütünleşmiş. İngilizler bir damla güneş görmeyegörsün, hemen çimlere serilip güneşlenme moduna geçiyorlar. Tabi cepleri çantaları muhakkak küçük bir şarap veya bira ile dolu. Bende hemen bu günlük geleneğe ayak uydurarak soluğu farklı bir parkta aldım. Gitmeden mutlaka Tesco gibi supermarkete uğrayıp atıştırmalık,aburcuburlarla çantayı cepleri dolduruyordum. Bu arada market alışverişlerinde plastik poşet çevre kuralları gereği yasak olduğu için para ile satılmaktaydı bu nedenle herkes mutlaka bez çanta veya file taşıyor. Bende deneyimlediğim parkları paylaşmak istedim.
Londra’da var olan The Royal Parks kavramı Mart 2017'de kurulan ve Londra'daki 5000 dönümlük Royal park alanını desteklemek ve yönetmek için Temmuz 2017'de resmen başlatılan bir hayır kurumunu ifade eder.
Londra'nın en büyük sekiz açık alanı; Hyde, The Green, Richmond, Greenwich, St James’s, Bushy ve Regent’in Parkları ve Kensington Bahçeleri’dir. Ayrıca Grosvenor Square Garden, Brompton Mezarlığı, Victoria Tower Gardens, Canning Green ve Poet’s Corner gibi başkentteki diğer önemli açık alanlarından bazılarıdır.
2017 yılında, Kültür Parkları ve Spor Dairesi (DCMS) eski bir yürütme ajansı olan Royal Parks Ajansı'nın parklarını yönetmenin yanı sıra Royal Parks Vakfı'ndan bağış toplama ve bazı eğitimleri de üstlenmiştir. İki kuruluş, hayır kurumu oluşturmak ve bağış toplama, eğitim ve park yönetiminin en iyi yanlarını bir araya getirmek için güçleri birleştirmiştir.
Hyde Park-Kensington Palace
Tabi ki dünyaca ünlü bu parkı 1 numaraya koymalıydım ancak bence doğal güzellik ve habitat anlamında Londra’daki en güzel 3. veya 4. park diyebilirim. Burası en popüler park konusunda birinciliği alır ancak diğer konularda sınıfta kaldı. Hyde Park’ı Londra’nın kalbi gibi düşünebiliriz. Neredeyes her yol toplamda 150 hektar olan Hyde’a çıkıyor. Parkın ortasında sayısız ördek kuğu ile bezeli kocaman bir gölet, çimlerde ise dinlenerek parkın tadını çıkarabileceğiniz ücretli (saati 2 pound gibi tam Türk işi) şezlonglar var.
Hyde Park
Hyde Park
Hyde Park’ın batı yakasında bulunan Kensington Palace ve Kensington Gardens Prenses Diana’nın bir dönem yaşadığı yer olarak kayıtlara geçer. İçerisinde Kensington Sarayı, İtalyan Bahçeleri, Albert Anıtı, Peter Pan Heykeli ve Serpentine Galerisi yer alan Kensington Gardens muhteşem ağaçlar ve dekoratif çiçek yataklarıyla çevrilidir. Ayrıca Diana Anıtsal Oyun Alanı’na da ev sahipliği yapmaktadır.
Kensington Gardens
Richmond Park
Bence Londra’daki en büyük ve habitat olarak en renkli park! Aynı zamanda Londra’nın en büyük kraliyet parkı olarak da bilinir. Thames Nehri; King Henry's Mound yakınında parkı ikiye böler. Buarada King Henry's Mound’u baz alarak tepeye tırmanırsanız inanılmaz keyifli bir manzaraya ortak olabilirsiniz. Bana da bir arkadaşım tavsiye etti, gerçekten şahane. Burada bulunan publardan biranızı alıp çimlere serilebilirsiniz.
Regent’s Park-Primrose Hill
1811 yılında dizayn edilen bu park en çok müthiş güzellikteki gül bahçeleri ile bilinir. Regent’s Park ayrıca futbol, rugby, kriket gibi açık hava sporlarına da ev sahipliği yapar. Bunun dışında içerisinde bir açık hava tiyatrosu ve Londra Hayvanat Bahçesi yer alır.
Regent’s Park
Primrose Hill
Primrose Hill ‘e ise Chalk Farm durağından ulaşabilen, müthiş Londra manzarasına sahip bir tepelik. Regent’s Park’a tepeden bakmış olup bu güzergahtan ulaşırken Chalcot Cres sokağında bulunan yanyana renkli evlerin arasında fotoğraflar çekebilirsiniz.
Chalcot Cres Sokağı
Hampstead Park- Golders Hill
Hampstead Park; şehrin kuzey batısında kalıyor. Bu parka Hampstead istasyonunda inip 10 dakikalık yürüyüşle ulaşabilirsiniz. Burası tamamıyla ormanlık alandan oluşan bizim Belgrad Ormanlarını andıran doğal bir park. Bir kısmı parkın ortasından geçen anayol ile ayrılarak Golders Hill’i oluşturmaktadır. Golders Hill’de aynı zamanda ücretsiz küçük bir açıkhava hayvanat bahçesi de bulunuyor.
Hampstead Heath
Golders Hill ‘e giderseniz kısa bir yürüyüş ile The Hill Garden and Pergola’yı da görmenizi tavsiye ederim. Pergola, Hampstead Heath'un gizli lezzetlerinden biridir. 1904 yılında Lord Leverhulme’un North End Way'e bakan ve önemli bir ev olan The Hill'i satın aldıktan hemen sonra yandaki büyük arazininde sahibi olmuş. Bahçe partileri ve yaz akşamı yürüyüşleri için hayal ettiği bahçenin yapımına 1905 yılında başlanmış. Çalışmanın ilk kısmı 1906'da tamamlanmış. Daha fazla mülk elde edildiğinde 1911'de genişletilmiş. Nihai yapının iki bölümü arasında kamu hakkı yolunun zorluğu, kamu yolu üzerinde ince bir taş köprünün inşasıyla aşılmıştır. Hill Garden olarak bilinecek olan peyzaj çalışması, daha sonra Büyük Savaş tarafından kesintiye uğramış. Proje Lord Leverhulme’in ölümünden kısa bir süre önce 1925’te tamamlanmış.
The Hill Garden and Pergola
Greenwich Park
Eğer 1 gününüzü uzun uzun Greenwich’e ayırırsanız mutlaka Greenwich Park’da 1-2 saat geçirmenizi, çimlerde uzun uzun keyif yapmanızı tavsiye ederim. Burada 0 meridyen çizgisini görmek için Royal Observatory’e girmeniz gerekmektedir ancak buraya giriş ne yazık ki Londra’da alışkın olduğumuz gibi ücretsiz değil. 2018 yazı için yaklaşık 14 Pound civarında olan bileti almanız gerekiyor. Dilerseniz biletsiz, dışarıdan içeriyi gözleyedebilirsiniz :) Greenwich hakkında detaylı yazıya Greenwich yazımdan ulaşabilirsiniz.
Greenwich Park
Green Park
Londra’ daki Kraliyet parklarından en küçüğüdür. Ancak yine de her yıl milyonlarca kişi tarafından ziyaret edilir. Bu park da Buckingham Palace’ ın yanı başında yer alır ve özellikle güzel havalarda tercih edilen piknik ve güneşlenme alanlarına sahiptir. Yolunuz şehir içinden yürüyerek Buckingham Palace’a düşerse tahmin ediyorum ki tesadüfen bu parktan da geçmiş olacaksınızdır.
St. James’ s Park
Bu park Kraliyet parklarından en eskisidir ve Buckingham Palace’ a giden yolda yer alır. Parkın içerisinde küçük bir göl ve gölün üstünde de iki adacık bulunur. St. James’ s Park pelikanlarıyla meşhurdur.
3 notes
·
View notes
Text
New Post has been published on Lutars Turizm
New Post has been published on https://www.lutarsturizm.com/modern-turk-siirinin-kurucularindan-ahmet-hasim.html
Modern Türk şiirinin kurucularından: Ahmet Haşim
Sembolizmin temsilcilerinden olan Ahmet Haşim denilince aklımıza Merdiven şiiri gelir. Türk edebiyat tarihinin unutulmazları arasında yer alan Ahmet Haşim, iyi eğitim aldı.
Bu eğitimden harika şiirler doğdu. Dönemin ünlü şairleriyle bir arada oldu.
Bu yazı Ahmet Haşim için yazıldı…
Fizan Mutasarrıfı Arif Hikmet Bey ile Sara Hanım’ın oğlu olarak 1887’de Irak’ın başkenti Bağdat’ta dünyaya gelen Haşim, baba tarafından Bağdatlı Alusizadeler’e, anne tarafından da Kahyazadeler’e mensuptu.
Babasının Arap vilayetlerinde sürdürdüğü memuriyeti sebebiyle ilk öğretimini farklı yerlerde tamamlayan Haşim, bu dönemde Arapça da öğrendi.
Annesini 8 yaşındayken kaybeden yazarın çocukluğu, ileride hatıralarını yazacağı “Şiir-i Kamer”deki dizelerde izlerinin görüleceği yalnızlık ve acı duygularıyla Dicle kıyılarında geçti.
Ünlü Merdiven şiirini yazan şair, büyük bir takdir topladı.
İşte şairin o meşhur şiiri..
Ağır, ağır çıkacaksın bu merdivenlerden, Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak, Ve bir zaman bakacaksın semâya ağlayarak…
Sular sarardı… yüzün perde perde solmakta, Kızıl havâları seyret ki akşam olmakta…
Eğilmiş arza, kanar, muttasıl kanar güller; Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller, Sular mı yandı? Neden tunca benziyor mermer?
Bu bir lisân-ı hafîdir ki ruha dolmakta, Kızıl havâları seyret ki akşam olmakta…
Ünlü isimlerden dersler aldı
Haşim, annesinin vefatının ardından babasıyla İstanbul’a geldi ve Numune-i Terakki okuluna başladı. Türkçesini geliştirdikten sonra Mektebi Sultani’de (Galatasaray Lisesi) eğitim almaya başlayan edebiyatçı, Tevfik Fikret ve Ahmed Hikmet Müftüoğlu gibi hocalardan eğitim alarak 1907’de liseden mezun oldu.
İil şiir
“Hayal-i Aşkım” başlıklı ilk şiirini 13-14 yaşlarında kaleme alan Haşim’in bu şiiri, Ömer Seyfettin’in de yazdığı “Mecmua-i Edebiye” dergisinde yayınlandı.
Ahmet Haşim’in arkadaş çevresinde İzzet Melih Devrim, Hamdullah Suphi Tanrıöver, Emin Bülent Serdaroğlu ve Abdülhak Şinasi Hisar gibi isimler vardı.
Mezuniyetinin ardından bir süre Osmanlı İmparatorluğu’nun tütün inhisarını elinde bulunduran Reji İdaresi’nde memur olarak çalıştı.
Edebiyat anlayışı
Galatasaray Lisesi’nde sanata ve edebiyata ilgi duymaya başlayan şair, 1909’da başlayan Fecr-i Ati hareketine katıldı. Edebiyat ve sanat dergilerinde yazan genç edebiyatçıların birleşmesiyle oluşan ve “Edebiyatı ideolojinin değil, estetiğin emrine vermek” prensibinden hareketle çalışmalarda bulunan topluluğun dağılmasının ardından Haşim, uzun bir sessizlik dönemi geçirdi.
Haşim, İzmir Sultanisi’nde Fransızca öğretmenliğine atandıktan sonra hukuk öğreniminden vazgeçerek, 1910’da İzmir’e yerleşti ve 1912-1914 arasında öğretmenlik ve Maliye Nezareti’nde çevirmenlik yaptı.
Anadolu’ya geci…
Yakup Kadri Karaosmanoğlu ile birlikte, 1. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla dört yıl ihtiyat zabiti olarak görev yapan Haşim, askerliği süresince Anadolu’nun pek çok farklı yerini görme fırsatı buldu. Ahmet Haşim, savaştan sonra Düyun-u Umumiye İdaresi’nde ve bu kurumun dağılmasının ardından Osmanlı Bankası’nda çalıştı.
Gzetelerdeki yazılarını kitaplaştırdı
Memuriyet hayatına devam ederken İstanbul’da çıkan “Akşam” ve “İkdam” gazetelerinde fıkra, tenkit ve kronikler yazmaya başlayan usta edebiyatçı, gazetede yazdıklarının bir kısmını daha sonra “Gurabahane-i Laklakan” adlı kitabında topladı.
“Dergah” dergisinde yayınladığı şiirlerinin bir kısmını da “Göl Saatleri” adlı kitapla okurların beğenisine sunan Haşim, Şeyh Galip’ten izler taşıyan ve “Göl Saatleri”, “Göl Kuşları”, “Serbest Müstezatlar” ve “Muhtelif Şiirler” olmak üzere dört bölümden oluşan bu kitap üzerine, Türk şiirinde Yahya Kemal Beyatlı’dan sonra saf (öz) şiirin en önemli temsilcisi olarak gösterildi.
Böbrek rahatsızlığı tedavisi için 1924’te Düyun-ı Umumiye’den aldığı ikramiyeyle Paris’e giden Haşim, 1926’da yeniden Paris’e, 1932’de ise Frankfurta gitti, ancak iyileşemeden döndü.
Haşim, “Resimli Kitap”, “Dergah” ve “Yeni Mecmua”da 1905-1908 yılları arasında yazdığı şiirlerini, 1926’da “Piyale” adlı kitabında bir araya getirdi.
Günün meselelerine dair kaleme aldığı makalelerin bir kısmını, Paris gezi notlarını da ekleyerek, 1928’de “Bize Göre” adlı kitabında toplayan yazar, Frankfurt’taki günlerini de “Frankfurt Seyahatnamesi”nde yazıya döktü.
Şiirlerinde musikiye de yer verirken eserlerini empresyonizmle sembolizmin etkisiyle ele alan şair, şiirlerinde imge ve iç ahenk bakımından zengin bir üslup kullanırken Türk edebiyatında “akşam şairi” olarak tanındı.
Ahmet Haşim öldü
Yaşamının son günlerinde “Güzin” ismiyle seslendiği Zarife Özgünlü ile evlenen Haşim, 4 Haziran 1933’te Kadıköy’deki evinde, 49 yaşındayken vefat etti ve Eyüpsultan Mezarlığı’na defnedildi.
0 notes