#Fırsat Eşitliğine Karşı
Explore tagged Tumblr posts
Text
César Rendueles – Fırsat Eşitliğine Karşı (2024)
‘Fırsat Eşitliğine Karşı’, adının açıkça ifade ettiği gibi, “fırsat eşitliği” yaklaşımını reddederek, gerçek (veya derin) bir eşitliğin gereğini ve ahlâkını savunuyor. Fırsat eşitliği kavramının, sadece biçimsel ve meritokratik (liyakatçi), dolayısıyla sınırlı bir ufku olduğunu anlatıyor. Alt başlığının (Eşitlikçi Bir Bildiri) açıkça ifade ettiği gibi, genel olarak eşitlik fikrinin siyasal,…
View On WordPress
#2024#César Rendueles#Eşitlikçi Bir Bildiri#Fırsat Eşitliğine Karşı#Süleyman Doğru#İletişim Yayınları
0 notes
Text
ÇYDD İzmir İktisadi İşletmesi Buca 'da bir araya Geldi
Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD) İzmir Şubesi'nin İktisadi İşletmesi tarafından düzenlenen geleneksel sonbahar kahvaltısı, 11 Ekim 2024'te Buca Sini Restoran'da yoğun katılımla gerçekleşti. Etkinliğin açılış konuşmalarını ÇYDD İzmir İktisadi İşletmesi Yönetim Kurulu Başkanı Gönül Kaya ve İzmir Şube Yönetim Kurulu Başkanı Onur H. Ertürkan yaptı. Gönül Kaya, bu yılki buluşmanın, yaz döneminde yapılan çalışmaların değerlendirilmesi ve gelecek planlarının paylaşılması açısından önem taşıdığını belirtti. 2020'de açılan ve büyümeye devam eden 2. El Giysi ve Hediyelik Eşya Mağazası'nın, çocuklar ve gençlerin eğitim projelerine destek sağladığını ifade eden Kaya, mağazanın sürdürülebilirliğini sağlamak adına doğa dostu ürünler geliştirme sürecine başladıklarını ve kadın kooperatifleriyle iş birliği yaptıklarını söyledi.
Çağdaş yaşamı destekleme derneği Konuşmasında, Türkiye'de artan eşitsizlik, yoksulluk ve çağdaş eğitimin giderek yok oluşuna dikkat çeken Kaya, "Laik, demokratik, bilimsel ve kamusal eğitim sistemimizin yok oluşuna tanıklık ediyoruz. Ancak tüm bu olumsuzluklara karşı, dernek olarak toplumda umut olmaya devam ediyoruz" dedi. Mustafa Kemal Atatürk’ün izinde Cumhuriyet'e olan borçlarını ödemeye kararlı olduklarını belirten Kaya, “Çocuklarımız ve gençlerimiz için daha çok çalışmaya ve dayanışmaya ihtiyacımız var. Hep birlikte daha aydınlık yarınlar için mücadelemizi sürdüreceğiz” sözleriyle konuşmasını tamamladı. Onur H. Ertürkan ise 11 Ekim Dünya Kız Çocukları Günü' ne vurgu yaparak, bu özel günün kız çocuklarının haklarına erişiminin önemini dile getirdi. "Türkiye'de kız çocuklarımızın karşılaştığı eşitsizlikler ve çocuk yaşta evlilikler gibi sorunlara karşı mücadelemizi kararlılıkla sürdürüyoruz. Kız çocuklarımızın eşit bir geleceğe sahip olması, aydınlık yarınların teminatıdır" dedi. Ayrıca, geçtiğimiz yıl şubenin gerçekleştirdiği çalışmalardan bahsederek, eğitimde fırsat eşitliğini artırmaya yönelik projelere dikkat çekti ve benzer çalışmaların kararlılıkla sürdürüleceğini belirtti. Her iki konuşmacı da Cumhuriyet'in 101. yıldönümünde, Cumhuriyet'in kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ü ve Milli Mücadele kahramanlarını saygıyla anarak, Cumhuriyet'in temel ilkelerine ve eğitimde fırsat eşitliğine olan inançlarını vurguladı. ÇYDD İzmir İktisadi İşletmesi'nin düzenlediği kahvaltı etkinliği, katılımcıların şubenin yeni dönemde çocuklara, gençlere ve kadınlara yönelik projeleri hakkında bilgi alışverişinde bulunmaları ve gelecek planlarını şekillendirmeleri açısından faydalı ve anlamlı bir buluşma oldu. Katılımcılar, bu tür organizasyonların önemini vurgularken, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği İzmir İktisadi İşletmesi ve ÇYDD İzmir Şubesi'nin çalışmalarına olan desteklerini yinelediler. https://www.youtube.com/watch?v=jg6UyWG0pj0 https://www.youtube.com/watch?v=3bq176HGTQk Read the full article
#Buca#bucahaberleri#çağdaşyaşamıdesteklemederneği#çydd#DünyaKızÇocuklarıGünü#GönülKaya#izmir#OnurH.Ertürkan
0 notes
Text
DEMOKRATİK TÜRKiYE İÇİN TOPLUMSAL SÖZLEŞME
21-22 Eylül`de yapılacak DEMOKRATİK TÜRKiYE İÇİN TOPLUMSAL SÖZLEŞME konferansı sekretaryası tarafından kamuoyuna deklere edilen basın açıklamasının metnini sizlere gönderiyoruz.
Toplumsal barışa inanan, eşit, adil, özgür bir ülke ve dünya isteyen herkese çağrımızdır.
Bizler, hayatlarının bir noktasında sürgünde yaşamak zorunda bırakılmış ama doğup büyüdüğümüz topraklara ve bir zamanlar içinde yaşadığımız topluma dair umudunu kaybetmemiş insanlar olarak, uzaklardan ülkemizi seyretmeye razı değiliz. Kürt sorununa şiddeti çözüm gören bir anlayışla, savaşlarla ve savaş tehdidiyle bütün yaşam alanlarımız yerle bir ediliyor, her gün evlerinde, işyerlerinde ya da sokaklarda kadınlar katlediliyor, çocuk istismarı normalleşiyor, etnik kimliği sebebiyle insanlar linç edilip, cinsel kimliği nedeniyle yok sayılıp yok ediliyor. Munzur... Kaz Dağları... Salda Gölü... Cerattepe.. Hasankeyf... Doğa ve tarih adeta işgal altında bir ülkedeymiş gibi talan ediliyor, insanlar yer ve yurtlarından ediliyor. Bunlara gözümüzü kapamamız mümkün değil. Ancak farklılıklarımızın bir suç unsuru olarak görülmediği, hiçbir kişi ya da topluluğun ötekileştirilmediği, toplumun tamamının kendi renkleriyle bir arada kardeşçe yaşayacağı bir ülke ve bir dünyayı kurmak mümkün. Bunun için bir araya gelmemiz, tartışmamız ve yarınları kurmamız gerekli. Gelecekte farklı bir Türkiye düşleyen, buna katkı yapmak isteyen, savaşa karşı barışı, erk ve erkek şiddetine karşı kadın mücadelesini, homofobi, transfobi ve bifobiye karşı aşkın cinsiyetsizliğini, doğanın talan edilmesine karşı tabiatı, belirli bir zümrenin din istismarıyla iktidarını perçinlemesine karşı tüm inançlara eşit mesafeyi ve fırsat eşitliğine dayanan eğitimi önceleyen bir toplumu ve bilcümle kötülüğün karşısında iyiliği savunan herkesi birlikte hareket etmeye çağırıyoruz. Türkiye dışında ve Türkiye’de her şeye rağmen mücadeleye devam eden tüm arkadaşlarımızdan ilham alıyor onların açtığı yola gücümüzü katıyoruz. Köklerimizden, sevdiklerimizden, yerimizden yurdumuzdan edildik ama biliyoruz ki bir gün geri döneceğiz ve o gün gelene kadar umudumuzla, neşemizle, öfkemiz ve direncimizle bir arada olmanın, söz söylemenin, eylem üretmenin yollarını arayacağız. Çağrımız Türkiye’nin geleceğini birlikte düşlemek isteyen herkese: Gelin toplumsal barışı birlikte inşa edelim. Gelin Anayasası insan haklarından referans alan, parlamenter demokrasi yanlısı, yerel özerklikleri tanıyan, sosyal devlet anlayışına dayalı, insan, hayvan ve tüm doğanın kendi habitatında yaşam hakkını önceleyen, farklı kimliklerin hak ve gereksinimlerini gözeten, eşitlikçi, aydınlanma yolunda ve seküler bir toplumu nasıl kuracağımızı birlikte tartışalım. Gelin bundan sonra beraberce nasıl bir Türkiye’de yaşamak istediğimizi konuşalım. Gelin özgür bir Türkiye’nin ihtiyaçları hakkında sözlerimizi birleştirelim.
KONFERANSI ÇAĞRICILARI: 1. Dr. MUSTAFA ALTIOKLAR (Yönetmen) Yazar 2. PROF. NEŞE ÖZGEN (Akademisyen- Selanik) 3. CELAL BASLANGIÇ (Gazeteci) 4. BARBAROS ŞANSAL (Yazar, Modacı) 5. LATİFE AKYÜZ (Bilim İnsanı -Sosyolog-FRANKFURT) 6. HATİP DİCLE (Siyasetçi) 7. DOC. NAZAN ÜSTÜNDAĞ (Barış Akademisyeni) 8. RAGIP DURAN (Gazeteci) 9. ASLI TELLİ (Barış Akademisyeni) 10. RAGIP ZARAKOLU (Gazeteci) 11. HAYKO BAĞDAT (Gazeteci) Yazar 12. FERHAT TUNÇ (Sanatçı) 13. DOC. Dr. ENGİN SUSTAM (Barış Akademisyeni) 14. PINAR SENOGUZ (Barış Akademisyeni) 15. Doc. Dr. Selim Eskiizmirliler (Baris akademisyeni) 16. AHMET NESİN (Gazeteci) 17. MUSTAFA SARISÜLÜK (Gezi Ailesi) 18. ERK ACARER (Gazeteci) 19. İSMAİL ÖZEN OTTO (Sporcu) 20. NAZMİ KIRIK (Sinemacı) 21. ÖNDER CAKIR (Sinemacı) 22. RUŞEN BUDAK (Sendikacı) 23. MUZAFFER KAYA (Barış Akademisyeni) 24. UTKU SAYAN (Barış Akademisyeni) 25. GÖKAY AKBULUT (Federal Almanya Milletvekili) 26.SERDAR BENLI (Danimarka Sosyalist Halk partisi Genel Başkan Yardımcısı) 27. HAKAN TAŞ (Berlin Eyalet Parlamenteri) 28. BERİVAN ASLAN (Avusturya Yesiller Partisi Adina Siyasetci ve Hukukcu) 29. MEMET KILIÇ (Avukat ve Federal Almanya Parlamentosu Yeşiller Eski Milletvekili) 30. İBRAHİM DOĞUŞ (Londra-Lambeth Belediye Başkanı) 31. KEMAL HÜR (Gazeteci) 32. SAFTER CINAR (Sendikacı) 33. NURSEL AYDOĞAN (HDP Önceki Dönem Milletvekili) 34. MEHMET ALİ CANKAYA (AABK- Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu 2. Baskani) 35. MUTI SUMAKOGLU (AAAF- Avrupa Arap Alevi Federasyonu) 36. AZMİ BERBEROGLU (Avrupa Demokratik Çerkes Platformu 37. SAYAD TEKIN, ERMENİLER (NOR-ZARTONK Sözcüsü) 38. LATİFE FEGAN (İsveç Kadın Barış Hareketi Sözcüsü) 39. FATOŞ GÖKSUNGUR (Avrupa Demokratik Kürdistanlılar Toplum Kongresi Eşbaşkanı) 40. YÜKSEL KOÇ (Avrupa Demokratik Kürdistanlılar Toplum Kongresi Eşbaşkanı) 41. A. MAHİR OFCAN (ALTERNATIF/Avrupa Karadenizliler İnisiyatifi) 42. AZİZ GERGIN (ESU- Avrupa Süryaniler Birliği) 43. TUNCAY YILMAZ (SYKP Sosyalist Yeniden Kurtuluş Partisi Kurucu Es Baskani) 44. BESİME KONCA TJK-E (Avrupa Kadın Hareketi) 45. AVRUPA HALKEVCİLER 46. İRFAN KESKİN (Türkiye Yeşil Sol Parti Temsilcisi) 47. METİN AYÇİÇEK (ASM (Avrupa Sürgünler Meclisi) 48. MEMİLİ GÜNGÖR (Dersimi Yeniden İnşa Kongresi) 49. KEMAL KIRAN (FİDEF -Federal Almanya İşçi Dernekleri Federasyonu) 50. SÜLEYMAN GÜRCAN (ATİK -Avrupa Türkiyeli İşçiler Konfederasyonu) 51. SÜLEYMAN SEVER (Kurdische Gemeinde Stutgart e.V) 52. AZİZ TUNÇ, (Yazar ve MARDEF-Maraş Demokratik Dernekler Federasyonu Eşbaşkanı) 53. KULTİST (Kültür İnisiyatifi İstanbul Sanatçılar Derneği) 54. SERHAT ÇETİNKAYA (KKP-Kürdistan Komünist Partisi Temsilcisi)
3 notes
·
View notes
Text
Açık, kadın yönetici ve kadın girişimci sayısının artmasına yönelik çözüm önerilerini paylaştı
Elazığ İş Kadınları Derneği (ELİKAD) Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Yasemin Açık, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla yaptığı açıklamada, ekonominin ve şirketlerin sürdürülebilirliği için kadınların çok yönlü güçlendirilmesi gerektiğini söyledi. Özellikle üst kademelere çıkıldıkça kadın temsil oranının azaldığına dikkat çeken Açık, kadın yönetici ve kadın girişimci sayısının artmasına yönelik çözüm önerilerini paylaştı. Kadınların sosyal ve ekonomik yaşamda daha etkin ve yetkin bir şekilde yer almasına katkı sağlamak ve çalışan kadınlar arasındaki iletişim ağını güçlendirmek amacıyla 2008 yılında kurulan Elazığ İş Kadınları Derneği’nin (ELİKAD) Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Yasemin Açık, 8 Mart Kadınlar Günü dolayısıyla yaptığı açıklamada iş hayatında yükselmeyi hedefleyen veya kendi işini kuran kadınların yaşadıkları zorluklara dikkat çekerek, çözüm önerilerinde bulundu. Birleşmiş Milletler’in Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları arasında yer alan toplumsal cinsiyet eşitliği alanında dünya genelinde iyi bir sınav verilmediğini vurgulayan Açık, “Şöyle ki dünya genelinde her üç kadından biri şiddete maruz kalıyor. Okuma-yazma bilmeyen yaklaşık 750 milyon kişinin üçte ikisini kadınlar oluşturuyor. Dünya genelinde parlamentolarda her dört milletvekilinden yalnızca biri kadın. Bu hızla devam edildiği takdirde parlamentoda eşit temsile ancak 2063 yılında ulaşılabileceği öngörülüyor. Dünya Ekonomik Forumu’nun Küresel Cinsiyet Eşitsizliği Endeksi'ne göre cinsiyet eşitsizliği alanında 156 ülke arasında 133’üncü sırada yer alan Türkiye’nin de bu alanda kat etmesi gereken çok uzun bir mesafe bulunuyor. Kadınların toplumsal statüsü maalesef olması gerekenin ve özlenenin çok gerisinde” dedi. Prof. Dr. Yasemin Açık: “Kadınların üst kademelerdeki temsil oranın düşüklüğü en az istihdam kadar önemli bir sorun” Cinsiyet ve fırsat eşitsizliğinin en az istihdam kadar önemli bir sorun olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Yasemin Açık, “Ülkemizde kadın istihdamının son derece düşük olmasının yanı sıra önemli bir sorun da kadınların temsil oranının özellikle üst kademelere çıktıkça hem kamuda hem de özel sektörde düşmesidir. Her ne kadar cinsiyet ve fırsat eşitliğinden söz edilse de kadınlar üst düzey görevlerde açıkça ifade edilmeyen, görünmez engellerle yani cam tavanlarla karşı karşıya kalabiliyor. Türkiye’de yönetim kurullarında kadın temsiliyetinin de son yıllarda bir artış göstermesine rağmen henüz yüzde 17 seviyesine ulaşabilmesi de bunu gösteriyor. Benzer şekilde kendi ayakları üzerinde duran girişimci kadınlar da yeterince desteklenmedikleri için sürdürülebilir bir başarı yakalamakta büyük zorluklar çekiyor” diye konuştu. “Kadın yöneticisi olan şirketlerin performansı artıyor” Yönetim kurullarında ve üst düzey görevlerde kadınların yer aldığı şirketlerin daha başarılı olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Açık, “Uluslararası yönetim danışmanlık firması McKinsey’in geçtiğimiz yıllarda yayımladığı ‘Women Matter’ raporuna göre en az üç kadın yöneticisi bulunan şirketlerin finansal performansları ve kurum çalışma ortamı, koordinasyon, denetim, dışa dönüklük gibi değerleri, kadın yöneticisi bulunmayan şirketlere göre daha yüksek. Dolayısıyla eşitliğin sağlanması aslında şirketler için de yüksek performanslı ve sürdürülebilir bir yönetimi beraberinde getiriyor. Bu da yalnızca şirketlerin değil ülke ekonomisinin de daha güçlü ve sürdürülebilir olması anlamına geliyor” açıklamasında bulundu. “Söylemden eyleme geçmeliyiz” Kadınların çok yönlü güçlendirilmesi ve toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması için vakit kaybetmeden söylemden eyleme geçilmesi gerektiğinin altını çizen Prof. Dr. Açık, şu önerileri paylaştı: 1- Toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlayıcı hukuki düzenlemeler ve politikalar oluşturulmalıdır. 2- Çalışma süresi, eğitim, eşit ücret, yükselme ve karar mekanizmalarına katılım gibi alanlarda liyakat esas alınmalıdır. 3- Her bir ticaret odası veya kalkınma ajansı bünyesinde ‘kadın eğitim ve geliştirme merkezi’ kurulmalı, kadınlara fizibilite hazırlama, satış pazarlama stratejileri, devlet kaynakları ve teşvikleri, teknoloji, inovasyon gibi konularda sürekli pratik ve teorik eğitim ile danışmanlık verilmelidir. 4- Kadınlara katma değeri yüksek alanlarda girişimcilik fırsatları oluşturmak için teknokentlerde ve teknoloji vadilerinde kadınlara ve kız çocuklarına özel eğitimler planlanmalı, teşvikler sağlanmalıdır. 5- Çalışan kadınların çocuk bakımı ve kreş ihtiyacını karşılayacak kaliteli altyapı kurulmalıdır. 6- Kadın kooperatiflerinin daha aktif olmasını sağlamak amacıyla bu kooperatiflerle iş birliği yapan işletmelere teşvik sağlanmalı, yerel yönetimler, kooperatifleri desteklemelidir. “Ortak akıl ile sistemsel bir yaklaşım ortaya koymalıyız” ELİKAD adına 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü kutlayan Prof. Dr. Yasemin Açık, “Kadınların sosyal, ekonomik ve toplumsal hayata katılımının önündeki her türlü engeli ortadan kaldırmak için ortak akıl ile hareket ederek, sistemsel bir yaklaşım ortaya koymalıyız. Ülkemizin ve dünyanın güçlü kadınları ile cinsiyet eşitliğine inanan erkeklerinin bunu hep birlikte başarabileceğine inanıyor, ELİKAD olarak 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü kutluyoruz” sözleriyle açıklamasını tamamladı. Read the full article
0 notes
Text
Çürük!
Mutlak, kati ve kesin olarak bir ülkede yaşamın kodları artık geri çekilemeyecek hiçbir zaman düzeltilemeyecek kadar derin bir yıkıma tabi tutulmaktadır. Bu sahanın salt yıkımlarla yönünü belirlemesi bir kez daha sıradan olanın hemen her anını çalmaya, yağmalamaya, tükenişe sevk ediyor. Bununla birlikte tüm o biyopolitik tahakküm ‘yaşam kodlarına’ taarruzların ana hattını oluşturuyor. Tek dil, tek din, tek adam, tek ülkü tek... diye ilerleyen menzil tek adamın tekil ve değişmez şablonunda bütün bu yıkımın dönüşümünü güncelliyor. “Hayatın muhteviyatı” artık devlet denilen mekanizmanın şimdiki sahibi olana göre “alenen” belirleniyor.
Çürütmek, kast etmek, mahvın kıyısına terk etmek ve fazlası tekmili birden deneme ve yanılma ile gel gelelim hep olduğu gibi paldır küldür karar hükmünde kararnameler, olağanüstü hal güncellemeleri ile imal olunuyor. Yeni Türkiye bizatihi dünün, katran karanlığında aynı yollardan geçilerek bina olunuyor. Yeni Türkiye, yaptık oldu, dedik hakikat kılındı, hali ve tavırlarında cürüm hemhal, dünün kötülüğünü kendine kılavuz edinip var ediliyor. Yıkımı tümleşik bir mesel olarak icraat kabilinden ortaya salan bir menzildir işte söz konusu olan.
Yaşamın kodları muktedirin lehine dönüştürülürken mihmandarlığı yapılan kötülük menzildeki tek var edilen edim oluyor. Bütün yapı salt bu yapımın üstünde icra olunuyor. Yeni diye bildirilen bizatihi dünün, eskinin aslında hemen hiç yıpranmamış olan ol geçmişin devamı olarak kuruluyor. Yaşamın kodları benzerleri bu toprakların tarihinde görülmüş olan katran karası bir tahayyülle boğulmak isteniyor. Bizzat dünün o yok eden, kan kusturan, iç kıran daim çürüten ahvali bugün sanki birer icraatmış gibi yeniden pazarlanıyor. Yaşamın kodları bir kez daha sıradandan çalınıyor. Yıkımı var ettikçe ol süreğen kılınan istimlak bir taarruz olarak güncelleniyor. Yok yere değil sahiden hayatlarımızı bir biçimde tükenen bir meseleye dönüştürme çabası “gerçek” kılınıyor.
Yaşamın kodları bariz bir düş kırımı ile güncelleniyor buralarda. Hayatın bu ülkede bir ihtimal dahi yaşatılması imha olunmaya çalışılıyor. Sözün çürütülmesinden, bedene karşıtlığa bütünlüklü çaba halen bu hali, bu tavrı güncellemektir. Güncel siyasetin daima, oldu bitti haline denk getirdiği şey cerahatin yeknesak bir tekrar imalidir. Hayat hakkı bu sınırlarda adı kazınan, cismi unutturulan, eylemi tüketilendir. Hepimizin müşterekleri basit bir ifade olarak çürütülendir. Biyopolitik dönüşüm tahakkümün yeniden ve hep yeniden kurulumu yaşamın kodlarını altüst etmektedir. Ciğer dağlayan o soluğa kasteden eylemlilik artık hayatlarımızdadır. Yön nereyedir işte o kısım hala muallaktır.
Her nerede durulacaktır bu bahis açıklanmayandır. Yeni faşizmin doktrini güncel bir edim kılınırken icra edilen cerahat yaşam kodlarına taarruzdadır. Basit, düz anlam genel geçer değil doğrudan, çetrefilli ve hep süreğen kılınan bir eylem artık Yeni Türkiye’nin tanımına ilave edilendir. Çürüme sahicidir. Büyük resim diye anılan hepimizin hayatının bir çarmıha gerildiği, eksiltildiği sahnedir. Müşterek talanı yinelenirken olan biten cana kasıttır. Bir geleceği kalmamış menzil budur. Bir yarın bırakılmayan tuzaklarla dolu ülke hakikattir.
Ülkeden geriye kalan kocaman çukursa tek paylaştığımızdır. Bir çukurun derinliğini arttırma çabası her günü iğfal edilerek söz konusu edilir. Yıkıma yeni rotalar belirlenirken, taşınırken çukur halini güncelleyen menzil içi artık; kör karanlığındır. Karanlık çağ vaatlerin en kalıcısı olarak atılan her adımla belirginleşir. Büyük biraderin ülkesi bir distopya olan Bin Dokuz Yüz Seksen Dört bugün bu sathi mahalin gerçeğidir.
Tarihini daima yıkım, yağma ve yok etmekten ibaret bilen / bildiren akıl o distopyayı bugün yeniden bir gayret ile bu çukurda hakikat kılma çabasındadır. Dünün karanlığı şimdidedir. Gerçek Bakanlığı’na hacet olmadan yalanlara, yeni ve daha çetrefillilerinin eklendiği bir yerdir güncellenen. Devletin propagandası, her yerdeliği ve her şekilde sıradan olanın sözüne kasıtla biçimlendirilendir. Yaşamak bu ülkede bahanesiz, doğrudan ve kesintisiz bir cürüm sistemi sayesinde yok edilendir. Gerçekten gerçek olan aleni bir şablondur.
Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın yaşadıkları işkenceden bile bariz olandır mesele. Geleceğini böylesine rahatça çürüten bir menzilde hayat hakkının imhası da aleni ve açıktan yapılandır. Geleceğini böyle hoyratça heder eden ülkede, işimi istiyorum diye adım atmak, eyleme geçmek suç addedilendir. Yeni Gerçeklik Bakanlığı olarak çalışmaya hala devam diyen İçişleri Bakanlığının yayınladığı kitapçıktan, gün aşırı onlar terörist, bakın şunlar da gizli tanıklıklar, bilmiyoruz hangi ağızdan yüz kere yazılsa da saçmalıklarıyla kendini ele veren tahayyüllerle Gülmen ve Özakça’nın hayatlarına düşürülen gölgedir mesele.
150 gündür mahpus edilen iki insandan Özakça, tellerle çevrilmiş pencereli bir odada, yerin altında izbede bir mekanda, on üç günlük tecridinde olduğu gibi baskı altında tutulan Gülmen’in yaşadıkları, yaşatılanlardır en başından bu yana anlatmaya çalıştığımız. Bin dokuz yüz seksen dört basit bir tahayyülken şu yeni diye anılan ülkenin her günündeki fecaat apayrı bir hakikattir. Bütün, bariz, kesin ve kesintisiz cürümlerle yol alan, yön tayin eden menzilde yaşamın kodları çalınmaktadır. Uydur, kaydır yazılmış, mübalağa ile desteklenmiş her an biraz daha şişirilmiş bir düşman tanımında iş bu ülke dönüştürülmektedir.
Yıkımın rotası daim muktedir tahayyülüne bırakılmış olandır. Çürüme artık kesintisiz, cürüm artık biteviye, yıkım ise hemen her yerdedir. Her ana denk getirilen bir gözdağı ile bu ülkenin yaşam kodlarına müdahale sabit kılınır. Her an vuku bulan şiddet sarmalı, var edilen nefret söylemi ile bütünlüklü mahvın döngüsü kesintisiz kılınır. Bin dokuz yüz seksen dört bir mübalağa sanatıdır. Yaşanan bahisler bugün, burada bir gerçek kılma eyleminin omurgasıdır. Günümüz tıpkı dünümüz gibi bu vahşi karanlığı yol ve yordam belleyenlerin elinde çürütülendir. İstikamet tüm ol katran karanlığı geçmişin en can yakıcı yeniden yapımını bina etmektedir.
Yaşamın kodlarının imhası bu bahistedir. Artık hayat��n değil çürütmenin tanıklığıdır hepimize paylaştırılan. Tanıklığına koşturulduğumuz şey katran karanlığının ta kendisidir. İçinden dışına, her çeperde var edilen yegane şey mutlak teslimiyet vurgusudur. Vurgunlar, yıkım ve tehditler, biteviye linçler ülkesinde ayrıştırma süreğen bir haldir, tavırdır hala. Bin dokuz yüz seksen dört yazını ile ol yüz yıllık tehdit mekanizmalarının son kırk yıla mal olmuş o cerahatli darbe aklının işletildiği bir çürüme halidir işte en baştan bu yana diri tutularak güncellenen.
Selahattin Demirtaş için kurulan cümleden Osman Kavala gibi burjuvazi mensubu olup da insan haklarının ortaklığına, hemen herkes için eşitliğine çabalayan bir ismi gözaltına almaya uzanan bir sarmaldır güncellenen bu ülkede var edilen. Baskıların artık baskınlarla, derdest etmelerle çıka geldiği en son Etkin Haber Ajansı muhabirlerine kolluğun saldırısına kadar süreğen bir tahayyüldür bu hakikat kılınan.
Gizlilik, örtbas edilen hakikatler ve mütemadiyen yinelenen cürümler o 1984’ün bu menzil dahilindeki cerahatli imalini keskinleştirmektedir. Yıkım her yerdedir. Memleketin, o halini yarattığından bihaber olup böyle bir dünyada yaşamak istemiyorum diyen Amir ol yeni 1984’ü bildirmektedir. Amir olan zat Trt Dünya Forumunda tam olarak şu cümleyi kurmuştur.
“Maalesef dünyada adalet yok. Özellikle ekonomik noktada güçlü olanın haklı olarak takdim edildiği bir dünyada yaşıyoruz. Haklı olanın güçlü olduğu değil, güçlü olanın haklı olduğu bir dünya. Böyle bir dünyayı kabullenmek mümkün değil. Ben böyle bir dünyada yaşamak istemiyorum. Böyle bir dünyada yaşamak bize bir zul. Şu anda Türkiye Suriye’den kaçan 3,5 milyon insana ev sahipliği yapıyor. Şu ana kadar harcadığımız para 30 milyarın üzerinde.”
Kamu yayıncılığı iddiasındaki bir televizyonun ekranında saatlerce parselleyen amirin ettiği o söz yumağının kıyısında cürümler işlenmeye devam olunmaktadır. Böyle bir dünyada sahiden de yaşamak zulümdür, zordur, aşılması imkansızdır. Amir ettiği beyanla düşman addettiklerini yerle bir ettiğini var sayarken, menzilin içinde edilmedik fecaat tam da dediği gibi adaletsizlik almış başını yürümüştür. “ESP'ye yönelik operasyon kapsamında Çarşamba, 02.00 sıralarında çok sayıda eve baskın düzenlenir. Özel harekat polislerinin de katıldığı baskınlarda evler darmadağın edilir.
Baskınlarda ETHA editörü İsminaz Temel, ETHA muhabiri Havva Cuştan, ESP Genel Başkan Yardımcısı Avukat Özlem Gümüştaş ile Ezilenlerin Hukuk Bürosu avukatlarından Sosyalist Kadın Meclisi MYK üyesi Sezin Uçar, ESP MYK üyesi Özgen Sadet, Nihat Göktaş, ESP üyeleri Meral Tatar, Mazlum Demirtaş, Mehmet Aslan, HDP Bağcılar İlçe yöneticisi Erkan Kakça ile İlhan Aslan ve Onur Binbir gözaltına alınır. Kısıtlılık kararı olduğu belirtilen soruşturma kapsamında, 20'den fazla kişi hakkında gözaltı kararı olduğu ifade edildi.”
ETHA’nın haberine göre, “Havva Cuştan'ın evine yapılan baskında polisler, duvarlara "Bozkurtlar geldi" diye yazdı. Baskın yapılan evde bulunan Semiha Şahin, yaşananları şöyle anlattı: “Evimiz saat 02.00 civarında özel harekat polislerince basıldı. Herhangi bir şey sormaya fırsat bulamadan, silah doğrultularak yere yatırıldık. Karşı çıkmaya kalktığımızda başımıza ayaklarıyla bastılar. Evde dört kişiydik. Hepimiz yere yatırıldık. Havva'nın kim olduğunu sordular. Ardından TEM polisleri içeri girdi. O sırada Havva'yı kendi odasına, bizi de salona götürdüler. Burada yüzümüz duvara dönük şekilde saatlerce ayakta bekletildik. Havva tek başına polislerle birlikte kaldı. 'Kendilerinin bozkurt olduğunu, vatan hainlerine günlerini göstereceklerini' söyleyerek tehdit ve hakaretlere başladılar. Yanı sıra sırtımıza yumruklarla vurarak fiziki işkence yaptılar.”
Polisin ölümle tehdit ettiğini de belirten Şahin, “Polisler gittikten sonra manzara ortadaydı. Bütün odalar darmadağın edilmişti. Sarı kırmızı yeşil fuları, benim basın kartımı lavaboda yakmışlar. Odaların tüm duvarlarına, dolap kapılarına üç hilal çizip, 'Bozkurtlar buradaydı', 'Bozkurtlar geldi' gibi yazılar yazdıklarını gördük” diye devam etti. Şahin aramalara eşlik edemediklerini de söyledi.” Böyle bir dünyada gerçekten yaşamak zuldür, pekiyi şu yapılanlar necidir?
Etkin Haber Ajansı muhabirlerinden hemen sonra Cuma gününün sabah saatlerinde, Ankara’da Mezopotamya Ajansı ve Jinnews’ın muhabirlerinin evlerine sabah saatlerinde baskın düzenlenir. Beş gazeteci “ihbar” gerekçesiyle gözaltına alınır. Ankara’da sabah saatlerinde gazetecilere operasyon yapıldı. Muhabirlerimiz Selman Güzelyüz ve Diren Yurtsever ile Jinnews editörü Sibel Yükler, muhabirler Duygu Erol ve Habibe Eren’in evlerine polis baskın düzenledi. Evlerde yapılan aramalardan sonra 5 gazeteci de “hakkınızda ihbar var” gerekçesiyle gözaltına alınarak Ankara İl Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldü. Tek dil, tek din, tek adam, tek ülkü tek... diye ilerleyen menzil tek adamın tekil ve değişmez şablonunda yıkımın dönüşümünü güncelliyor. Emniyet ifadeleri alınan Mezopotamya Ajansı muhabirleri Selman Güzelyüz, Diren Yurtsever ile Jinnews editörü Sibel Yükler serbest bıraklır. Duygu Erol ve Habibe Eren'in ise Pazartesi günü emniyet ifadelerinin alınacağı bildirilir. Yıkım hala sabittir.
Gözaltı, baskı ve çok daha fazla zulüm ile bir menzilde istikbal devşirilmeye çalışılıyor. Yolun, yordamın kötülüğün ta kendisine kestirmeden bağlandığı saha gerçek kılınıyor. Yalancılıkla, riya ve inkarla az değil basbayağı nefret ile bir ülkenin dönüşümü mutlak ve kati ve kesintisiz çürümeyle hemhal kılınıyor. İstikamet bırakılmayan bir menzilde, Semih Özakça aylar sonra hapisten gün yüzüne kavuşur. Nuriye Gülmen ise halen mahpus tutulmaya devam olunur. Sincan’daki mahkemenin bir mizansen olması tescillenirken, yıkım sahicidir.
Bütün anlatmaya çalıştığımız o mizansenler sergilenirken oluşan yıkımdır. Yaşamın kodları çürütülürken, söz hakkı açıktan yağmalanandır. Gülmen rehindir hala! Bu sınırlarda darbenin bile senaryo olduğu konusunda paldır küldür açıklamalar yapılırken, yıkımın bunca açıktan sergilenmesi sorgulanmamaktadır budur zaten çürümek. Hayatın tüm kodları altüst edilirken hepimize kocaman bir soru işareti, basbayağı dipsiz bir karanlık bırakılmaktadır. Artık yegane emin olduğumuz şey çukurumuz, dibine doğru yollandığımız karanlıktır.
Sêrt’in Çal mahallesinde önceki gün devriye gezen polislere ait zırhlı araç, kardeşi ile birlikte sokakta bekleyen 7 yaşındaki Felek Batur’a çarpar. “Kardeşiyle el ele olduğu belirtilen Felek, zırhlı araç altında ezilerek olay yerinde yaşamını yitirirken, kardeşi şans eseri yara almadan kurtuldu. Felek, mahalle sakinleri tarafından Siirt Devlet Hastanesi’ne götürüldüğünde yapılan müdahalelere yanıt vermedi.” Ajansa düşen iki satırlık haber metnindeki gibi her şeyin uluorta sergilendiği bir cerahat sarmalıdır güncellenen, dibine çekildiğimiz. Çukurumuz, en başta çocuklara, gençlere, kadınlara gözdağı ile yinelene gelen bir vahamet döngüsüdür. Hiç ama hiçbir şerh barındırmayacak kadar aleni bir cehennemî güncelliği yaşıyoruz. Yaşıyor muyuz sorusunun yanıtı hala muallak... Sözün yitimi artık standart, işkence artık standart, can yitimi artık standart, yaşamak artık standart bile değil... çürük!
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2017
Görsel - Surreal Photography - Kylli SPARRE – 123Inspiration
#devlet102#yıldırı#tahakküm#biyopolitika#şablon#mesele#yok etme cüreti#soykırım#sözün yağması#canın yakılması#yol nereye#yeni türkiye#anlatılmayan#hikayet#hayat meseli#çürüme#çürük#çürüten#bakur kürdistan#insan hakları#sospol#deneme#felsefe#fragmanlar#kylli sparre#inspiration#words#çocuklar ölmesin#gazetecilik suç değildir
2 notes
·
View notes
Text
Ulusların Düşüşü [Daron Acemoğlu & J.A. Robinson]
Ülkenin herhangi bir köşesinde, Kars’taki bir dağ köyünde ya da İstanbul’un kenar semtlerinden birinde, dünyaya bir Einstein gelmiş olsun, ya da Bill Gates ya da Mozart… bu yeteneğin asla harcanmayacağından emin olunacak bir kurumsal yapı içerisinde olmalı ülke. Fırsat eşitliği olmalı. İnsanların yeteneklerini ortaya çıkaracak ortamları olmalı. Bu ortam o kişinin nerede doğduğundan, nasıl bir sosyal yapıdan geldiğinden, mezhebinden, dininden, cinsiyetinden bağımsız olmalı. Fırsat eşitsizliği tamamiyle ortadan kaldırılmalı. Daron Acemoğlu ve James A. Robinson’un eserleri, Ulusların Düşüşü de hemen hemen aynı şeyi anlatmaya çalışmış. Hatta tek bir şeyi anlatmış: Özgürlük iyidir. “Ekonomik ve siyasi güce sahip olanlar bu gücü ellerinde tutmak için kurumlar inşa ederler ve bunda da başarılı olurlar. Bu tip kısırdöngüler sömürücü kurumların ve aynı elitlerin azgelişmişlikle birlikte kalıcı hale gelmesine yol açar.” Ulusların Düşüşü, ekonomik başarı ve başarısızlığı geniş bir ölçekte incelemiş. Başarı ve başarısızlığın formülünün çok açık çok basit olduğunu ispatlamak için on iki bin yıl öncesine de gitmiş beş yüz yıl öncesine de. Kurumların kuruluşları ve işleyişleri incelenmiş. Ekonomik ve siyasi kurumların sömürücü ya da kapsayıcı olmaları bağlamında ulusların başarılı ya da başarısız olacağı neredeyse ispatlanmış gibi. “Büyük Britanya ya da Birleşik Devletler gibi ülkeler, yurttaşları gücü ellerinde tutan elitleri devirdikleri ve siyasal hakların çok daha yaygınlaştırıldığı; hükümetin yurttaşlara karşı sorumlu ve duyarlı olduğu; geniş halk kitlelerinin ekonomik fırsatlardan yararlanabildiği bir toplum yarattıkları için zengindirler.” Kitabın birinci bölümünde bir bölümü Meksika’da, bir bölümü ABD’de kalan bir şehri incelemiş yazarlar. Aynı şehir, aynı halk, aynı kültür ve gelenekler, aynı genetik yapı. Fakat ekonomik olarak arada neredeyse uçurum var. Peki, nereden kaynaklanıyor bu uçurum? “Meksika’nın aksine, Birleşik Devletler’de yurttaşlar siyasetçileri kontrol altında tutabilir ve makamlarını kendilerini zengin etmek ya da ahbaplarına tekeller kurmak için kullananları görevden alabilirler.” Cevap açık. Daha özgür ülke, daha özgür kurumlar, eşitlik ve adalet. Meksika’da milyoner Carlos Slim’in ülkenin telekomünikasyon şirketini satın alış şekli ibretlik: “Slim hisse bedellerini hemen ödemek yerine Telmex’in kendi temettü hisselerini kullanarak ödemeyi ertelemeyi başardı. Önceden bir kamu tekeli olan, şimdi Slim’in tekeline dönüşmüştü ve muazzam ölçüde kârlıydı.” Hangi muz cumhuriyeti müsaade eder ki buna? Ancak böyle adaletin ve eşitliğin olmadığı bir ülkede gerçekleşir böylesi bir soygun. Tarlanın taşıyla tarlanın kuşunu vuracak, tarlanın parasını öyle ödeyeceksin. Birleşik Devletler’de bir girişimcinin motive olmasının ortamı nasıl yaratılmış, bir de buna bakın: “Bu girişimciler rüya projelerinin hayata geçirilebileceğine başından beri güven duyuyorlardı. Kurumlara ve bu kurumların meydana getirdiği hukukun üstünlüğüne güvenleri tamdı ve mülkiyet haklarının emniyetinden endişe etmiyorlardı. Son olarak, siyasal kurumlar istikrar ve sürekliği güvence altına aldılar. Her şeyden önce, bir diktatörün iktidara gelip oyunun kurallarını değiştirmeyeceğinden, varlıklarına el koymayacağından, hapse atmayacağından ya da yaşamlarını ve geçimlerini tehdit etmeyeceğinden emindiler. Ayrıca toplumdaki hiçbir özel menfaatin hükümeti ekonomik bakımdan felaketlerle dolu bir yöne sürükleyemeyeceğinden de emindiler; siyasal güç hem sınırlandırılmış hem de yeterince geniş bir biçimde dağıtılmış olduğundan refah için teşvik sağlayan bir dizi ekonomik kurum oluşabilmişti.” Yukarıdaki cümle, kitabın hemen hemen başlarında sarf edilen bu cümle her şeyi özetliyor. Bir ülkenin yükselmesi için ekonomik kurumlarının teşvik edici ve kapsayıcı olması gerekiyor. Özgürlükler kısıtlanmamalı, kimse can ve mal güvenliği için şüpheye düşmemeli. Kitabın ikinci bölümünde, Sanayi Devrimi sonrası ortaya çıkan büyük eşitsizliklerin sebebi olarak ortaya atılan bazı hipotezler incelenmiş. Coğrafya-kültür-cehalet başlığı altında öne sürülen hipotezler çürütülmüş. İktidarda olanların tercihleri yüzünden eşitsizliğin ortaya çıktığı –sosyal bilimlerde ispat olmaz ama- ispatlanmış. Kapsayıcı ekonomik kurumlar: eşit şartlar yaratan ekonomik kurumlardır: “Ekonomik kurumların kapsayıcı piyasaların potansiyelinden yararlanma, teknolojik yeniliği teşvik etme, insanlara yatırım yapma ve çok sayıda insanın yetenek ve becerilerini harekete geçirme kudreti ekonomik büyüme için hayati niteliktedir.” Kapsayıcı ekonomi kurumların nasıl inşa edildiği İngiltere örneğinde çok detaylı bir şekilde incelenmiş kitapta. 1688 Görkemli Devrimi ile Kralın ve aristokratların güçlerinin kısıtlanması ekonomik olarak ilerleme için kilit bir rol oynamış. Yargı sisteminin yönetici sınıfın çıkarlarına hizmet etmesi engellenmiş. Fikri mülkiyet haklarının korunması yeni icatları ve girişimleri teşvik etmiş bu süreçte. Daha ne olsun. Bu süre içerisinde, daha güçlü ülkeler ve imparatorlukları idare edenler kendi güçlerinin azalmasına sebep olacak yeniliklere gerektiğinde kanlı bir şekilde engel olmuşlar. Dünyanın bir köşesindeki bir ada ülkesinin bugünkü hâkimiyetine bir bakar mısınız? Hepimiz ikinci dil olarak İngilizce öğrenmiyor muyuz? Ulusların binlerce yıllık mücadelesinde neticeyi kimin daha önce kralların, asillerin, yöneticilerin yetkilerini sınırlandırdığı sorusunun cevabı belirlemiş. Kim müstebitlerden daha önce kurtulduysa o öne geçmiş. Kim demokrasiyi en çoğulcu ve en kapsayıcı şekilde tesis ettiyse o öne geçmiş. Kimin açlıktan kırıldığını görmek istiyorsanız dünyadaki diktatörlere ve ülkelerine bakın. Kimin geri kaldığını görmek istiyorsanız düşüncelerinden dolayı insanları katledildikleri, hapsedildikleri ülkelere bir bakın. “Çin büyük bir deniz gücüydü ve uzun mesafeli deniz ticaretiyle meşgul olmaya Avrupalılardan yüzlerce yıl önce başlamıştı. Fakat 14. yüzyıl sonları ve 15. yüzyıl başlarında Ming imparatorları artan uzun mesafeli ticaretin ve bunun getirebileceği yaratıcı yıkımın saltanatlarını tehdit edebileceğine karar verince okyanuslardan çok yanlış bir zamanda yüz çevirdi.” “Sömürücü kurumlar iki nedenden ötürü sürdürülebilir teknolojik değişim üretemezler; ekonomik teşviklerin yokluğu ve yaratıcı yıkımın siyasal sonuçlarından korkulması. Buna ek olarak, gayet verimsiz bir biçimde kullanılan tüm kaynaklar sanayiye aktarıldığında geriye devlet zoruyla elde edilebilecek çok az bir kazanç kalacaktır.” Bu sömürücü kurumlar, gücün tek elde toplandığı ülkelerin bu tekelliğin sürdürülmesi için kullandığı kurumlardır. Güç ve refah kitlelere yayılmaz asla. Yaratıcı yıkım da bu kitabın anahtar kavramlarından birisi. Teknolojik bir yenilik olduğu zaman beraberinde bir yıkım da gerçekleşir. Otomobiller yayıldıkça at arabaları azalacaktır, matbaa yayıldıkça kâtipler işsiz kalacaktır. Bunu baskıcı yönetimler kabul edemezler zira halk arasında huzursuzluk çıkacak ve yönetim zorlaşacaktır. Demokratik yönetimler olayları kendi seyrine bırakırlar ve yaratıcı yıkım ilerleme olarak geri döner. İyi fikirler, korunmaya değer fikirlerdir. Ulusları ilerletecek şeylerdir. Bir ulusun ilerlemesinin altında yatan ana unsur iyi fikirlerdir. Bu fikirler baskıyla ortaya çıkmaz. Bir fikri olan kişi, bunun kendisine fayda getirmeyeceğini görürse bu fikri kendisiyle birlikte mezara götürür. Büyük bir ilmi keşif ya da ticari başarı ile neticelenecek olsa dahi baskı altında kimse fikrini söylemez hatta düşünmez bile. “Teknolojik yeniliğin olmayışının bir başka önemli nedeni de köleliğin yaygınlığıydı. Romalıların kontrolündeki bölgeler genişledikçe muazzam sayıda insan köleleştirildi ve çoğunlukla büyük malikânelerde çalıştırılmak üzere İtalya’ya getirildi. Pek çok Roma yurttaşının çalışmaya ihtiyacı yoktu; devletten gelen bağışlarla geçimlerini sağlayabiliyorlardı. Yenilik nereden gelecekti? Daha önce tartıştığımız gibi yenilik, eski problemlere yeni çözümler getiren yeni fikirlere sahip yeni insanlardan gelir. Roma’da üretimle meşgul olanlar köleler ve sonraları yarı-köle statüsündeki colonus’lardı. Herhangi bir yenilikten fayda sağlayan onlar değil efendileri olduğundan yenilik için çok az teşvike sahiplerdi. Bu kitapta pek çok kez göreceğimiz gibi, emek sömürüsüne dayalı ekonomilerle kölelik ve serflik gibi sistemlerin yenilikçi olmadığı herkesçe bilinir. Bu durum antik dünyadan modern çağa kadar geçerlidir. Örneğin Birleşik Devletler’de Sanayi Devrimi’nde rolü olan kuzeydeki eyaletlerdir, güneydekiler değil. Elbette kölelik ve serflik köle sahiplerine ve serfleri kontrol altında tutanlara olağanüstü zenginlik sağladı fakat teknolojik yenilik ya da toplum için refah üretmedi.” Kitap Güney Amerika, Afrika ve Asya’daki bazı az gelişmiş ülkelerin neden az gelişmiş olduklarını da mercek altına almış. Sömürmek için buraya girenlerin burada yaptıkları en temel eylemin demokrasilerini geliştirmelerinin önüne geçmek olduğu açık. İngiltere kendi içinde demokrasiyi hayata geçirerek gelişirken dünyanın geri kalanını sömürmek için silah soruyla girdiği yerleri oranın güçlü insanlarına teslim etmekte bulmuş başarıyı. Ne kadar az demokrasi, o kadar az sorun demek sömürenler için. Kitapta bahsedilmesine rağmen formüle edilmemiş bir gerçek herhangi bir ülke ile dünya arasındaki benzerlik. Dünyadaki gelişmiş ülkeler aynı az gelişmiş ülkelerin elitleri gibi. Kendi içlerinde kapsayıcı kurumlar inşa ederken (kendi refahlarını sürekli geliştirirken) dünyanın geri kalanı için baskıcı-sömürücü bir siyaset uyguluyorlar. Bu da dünya genelindeki adaletsizliğin temelini teşkil ediyor. Verimli döngü, kitaptaki bir diğer anahtar kavram: “Kapsayıcı ekonomik ve siyasal kurumlar bir kez sahneye çıktıklarında bu kurumların kalıcı hale gelmesini hatta genişlemesini muhtemel kılan bir verimli döngü, yani bir olumlu etkileşim süreci oluşturmaya eğilimlidir.” “Gücün bir bireyin ya da dar bir grubun elinde yoğunlaşması her iki durumda da çoğulcu siyasal kurumların temellerine zarar verir ve çoğulculuğun gerçek ölçütü tam da bu tür girişimlere karşı direnç gösterme kabiliyetindedir. Ayrıca çoğulculuk hukukun üstünlüğü nosyonunu, yani yasaların herkese eşit uygulanması gerektiği ilkesini yüceltir; bu bir mutlak monarşide doğal olarak imkânsız bir şeydir.” “Ülkeler sömürücü kurumlar yüzünden ekonomik başarısızlığa uğrarlar. Bu kurumlar yoksul ülkelerin yoksul kalmasını sağlar ve bir ekonomik büyüme rotasına girmelerini engeller.” Düşünce dünyama ve ufkuma çok katkıda bulundu bu eser. Şu alıntıları aktarırken kitabın ana temasını da aktarabildiğimi düşünüyorum. Bir memleket özgür olduğu kadar ilerleyişi ne onun coğrafi konumu ile alakalıdır ne halkının ve kültürünün özellikleri ne de kahramanlıkları ile. Yer altı zenginliklerinin de bir şey ifade etmediğini biliyoruz. Az gelişmiş, yönetimi bir grup elitin elinde olan bir ülkeye her sene trilyon dolar da verseniz nihayetinde aç kalmaya mahkûmdur. Aslolan o ülke insanının ne kadar refaha sahip olduğudur. Bu refahın da temel kaynağı özgürlüktür. Kapsayıcı ekonomik ve siyasi kurumları olan ülkeler, demokrasinin kapsayıcı olduğu, fırsat eşitliğinin olduğu ve herkesin bundan emin olduğu, mal ve can güvenliğinin düşünülmesinin bile abes olduğu ülkelerde yaşayan insanlar refah içinde olacaklar. Diğerleri için bkz: Afrika, Ortadoğu, Güney Amerika… Daron Acemoğlu ve James Robinson’un bu çalışması Doğan Kitap tarafından basılmış. Faruk Rasim Velioğlu ise 500 sayfalık bu eseri dilimize kazandırmış. Hepsine sonsuz teşekkürler. Read the full article
0 notes
Text
Fırsat Eşitliği
Fırsat eşitliği kamunun imkanlarından, eşit şekilde faydalanma hakkı olarak tanımlanıyor. Ama bu kadar basit değil hadise. Fırsatlar da sadece kamuyla ilgili değil zaten, tartışalım... İnsanlık varoluşundan başlayarak bir eşitlik arayışı içerisindedir. Kadın erkeğe, genç yaşlıya, engelli sağlıklıya, işçi patrona, köle efendiye..... herkes birbirine eşit olmak istemiş hep. Düzeltiyorum herkes birbirine değil; engelli, köle, fakir; yani zayıflar güçlülerle eşit olmak istemişler hep... Ve güçlüler de direnmişler. Hegemonya ve sömürü düzenlerinin yıkılmasına karşı çıkmış ve sosyal hayatı zayıf ve güçsüzlere dar etmişler tarih boyunca... Etnik kökeni, dili, yaşam biçimi, dini inanışları, derisinin rengi, yaşadığı coğrafi koşullar, ekonomik veya sosyal statüsü vs.vs.... İnsanları hep bir kast oluşturma, bir sınıf belirleme veya zümrelere bölünme gibi sosyolojik sıkıntılara duçar etmiş... Bu durum, toplum psikolojisini, bireylerin bileşkesi halinde ve birbirini negatif etkileyen kısır döngülere itmiş ve ruh halini bozmuştur. Toplumsal endişe hali, giderilemez yaralara yol açmış ve açmaktadır... Eşitlik Fırsat eşitliği konusunu daha iyi kavramak için, genel anlamda eşitlik nedir bilmek gerekir. Bir kere kesinlikle belirteyim ki, mutlak eşitlik yoktur. Olamaz ve tarih boyunca da olamamıştır. Mesela yönetici arkadaşlarım bilirler. Herkese eşit ücret adil değildir. Verimli de değildir. Eşit işe eşit ücret, doğru uygulama olup, adildir ve verimlilik ve etkinliği de destekler. Burada az para kazanan sömürülmüyor sadece tembel olan, çalışkandan ayrılıyor. Tıpkı bunun gibi eşitlik kavramı, eşit şartlara haiz insanların, eşit görülmesidir. Yani bir insanın, sadece insan olduğu için gördüğü değer ve atfedilen hürmet, her insan için aynı olmalıdır. Böyle bir toplum bulursak, orada insanları mutlu göreceğiz... İnsaf ve İdrak Eşitlik ve adalet olmuyor, olamıyor bir türlü. Çünkü insanlık "insaf" ve "idrak" gerçekliğinden çok uzak düşmüştür. Çünkü insanoğlu rasyonel değildir. Kompleksleri vardır. Hırsları ve bitmek bilmez ihtiyaçları vardır. Kanaat ve erdem sahibi olanlar, o kadar azınlıkta kalıyorlar ki, onlara marjinal diye bakılıyor! Heyhat! Esasen mutluluk şifreleri göz önünde ama gören yok... İnsanın doğruları bilmesi dahi onları uygulayıp hayatına geçirmesi anlamını taşımıyor. Kaldı ki doğruların bir öğreti haline geldiğini de söyleyemeyiz zaten... Hal böyle iken, "herkes eşit, ama ben daha eşitim" ilkesi; bencillik, haset ve ego kötülüklerinin sonucu olarak meydanda bulunmaktadır. Eşitlik bekleyen, insanlık için eşitlik isteyen herkes kendine bakmalı, adil ve objektif olmalı; erdemli olmalı ve bunun maliyetine katlanmalıdır. Olgun ve duyarlı insanların eşitlik gütmeleri için, kanun hükmüne gerek yoktur. İnsan doğru düşünüş ve davranış modelleri benimsemiş ise, zaten eşitlik peşinde ve adaletlidir. Mütevazi insanlar için herkes kendisinden üstündür zaten. Neyin peşinde olsun ki! Güzide insanlar için seviye, ancak insani değerlerin yüksekliği ile ölçülür. Eşit olunmayacak ise sebebi insanı insan yapan ihtiyaçlar olmalı. Esas zorlanacak şey, insani değerlerini kaybeden güruhun, ölmeyecekmiş gibi yaşadığı ve yaşattığı zulümdür. Kişi kendini bilmelidir. Kişiler kendilerini bilirler ise, o toplumda eşitlik sağlanır ve güzellikler kaçınılmazdır... Burada şu gerçeği kabul edelim. Toplumlar idare edenler ve idare edilenler ağı ile yapılanıyor. Hal böyle iken eşitlik ihtiyacı; hakimiyet çabaları altında ezilip gidiyor... Fırsat Eşitliği Milli Eğitim Temel Kanunu konuya şöyle bakmış : Eğitimde kadın, erkek herkese fırsat ve imkan eşitliği sağlanır. Maddi imkanlardan yoksun başarılı öğrencilerin en yüksek eğitim kademelerine kadar öğrenim görmelerini sağlamak amacıyla parasız yatılılık, burs, kredi ve başka yollarla gerekli yardımlar yapılır. Özel eğitime ve korunmaya muhtaç çocukları yetiştirmek için özel tedbirler alınır. Yayımlandığı R.Gazete : Tarih : 24/6/1973 Sayı : 14574 / madde 8 Bu konu gerçek bir toplumsal yaradır. Nitekim insanların hukuksal olarak fırsat eşitliğine sahip olmaları, bunu kullanabilecekleri anlamına gelmiyor.. Yani tek başına mevzuatla ilgili değil fırsat eşitliği... İnsanların sosyoekonomik durumları, demografik alt yapıları ve vizyonları ile gelenekleri de çok etkilidir. Ayrıca devlet ekonomisi de önem arz etmektedir. Ülkemizin toplam bütçeden ayırdığı en büyük parça eğitim giderleri içindir ve bu gurur vericidir. Ama yetmiyor, yetmiyor, yetmiyor... Fırsat Eşitliğini Etkileyen Detaylar: Kişisel Durum: İnsanların bir bütün olarak yapıları önemlidir. Yani zeka, kişilik, yetenek gibi değişkenler, fırsat eşitliğini etkiler. Her engeli kaldırsak dahi, insanların bireysel halleri, bir eşitsizlik vesilesi olabilir. Doğal hayatın bir sonucudur bu; ve mutlak eşitlik yoktur söylemimizi destekler.Sosyal Durum : Yukarıda belirtmiştim. İnsanların etnik kökeni, dili, yaşam biçimi, dini inanışları, derisinin rengi, ve sosyal statüsü, toplumsal bilinç ve nüfus yoğunluğu da fırsat eşitliğini etkiler. Ekonomik Durum : Hem devletin ve hem de bireyin iktisadi gücü fırsat eşitliğinde belirleyicidir.Coğrafi Durum : Taşra yaşamı, köyler ve kentler, gelişmiş şehirlere yakınlık, bulunulan lokasyonda eğitim-öğretim hakkında ki genel tutum belirleyicidir.Siyasal Durum : Ülkelerin siyasi yönetimleri eğitim politikalarını belirler ve uygular. Eğitimde eşitsizliklerin doğmasına sebep olabilecek uygulamalar ve mevzuat bu konuda hükumetlerin sorumluluğundadır. Eğitimci Eğitimi Durumu : Öğretmenler fırsat eşitliği konusunda çok önem arz eder. Onların eğitilip yetiştirilmeleri ve iş hayatlarında ki yerinde tespit ve çalışmaları, eşitsizlik giderici nitelik arz edebilir. Hayat Boyu Fırsatlar Değerli okuyucum. Çok büyük insanların, bilim adamlarının, sanatçıların, iş adamlarının ne kadar kötü şartlardan gelip de, söz konusu başarılara imza attıklarını okur dururuz değil mi? Fırsatların eşit olmayışı başka bir motivasyon kaynağı mı acaba? Literatürde ki bu fırsat eşitliği tartışmaları büyük ve stratejik öneme sahiptir. Fakat bizlerin "fırsat eşitliği yok" bahanesiyle köşemize çekilmemizi haklı çıkaracak düzeyde etkili de değildir. Nitekim kim hangi konuda eşitsiz durumda tam tespit edilebilir mi acaba? Fakir ama sevgi dolu bir ailede ki çocuk, anne babasının doğurduğu huzurlu ve samimi ortamda, daha mı rahat eğitim öğretim alır? Bu çocuk için ulaşılması gereken hedefler daha çok ve uzak oluşu ile; iştiyakı daha mı yüksek tutar ? Yoksa bu yavrumuz fırsat eşitliği yok diyerek vaz mı geçer? yada; Maddi durumu çok iyi olan, anne ve babası yüksek kariyer yapmakta olan fakat hep tartışan ve az görüşen, az bir araya gelebilen bir ailenin çocuğunu kıyaslayalım. En iyi kolejde okuyup, istediği her şeye de rahatça ulaşmakta bu çocuğumuz. Özel ders de alıyor, ata da biniyor... Ne dersiniz, eğitimde fırsat eşitliği hangi çocuğumuzun lehinde sizce... Dedim ya, çok net tespit edilemez... Orta öğrenim veya yüksek öğrenim sınavlarında çok yüksek başarılarla anılan, çiftçi, fakir veya çoban çocukların başarılarını izlemişsinizdir. Fırsat eşitliğini beklemediler, tartışmadılar ve bunun için üzülmediler. Sadece üstlerine düşen vazifeleri samimiyetle yerine getirip çalıştılar. Başardılar hepsi bu! Kendimizi, hayatı ve ötesini fark edeceğiz. Evrensel hoşgörü ve sınırsız sevgi ile hayatlarımızı renklendirip, faydalı olmak gayesi ile çabalayacağız. Başaracağız inanın..! Read the full article
0 notes
Text
'Akhisar maçı kolay olmayacak'
https://haberoldu.com/akhisar-maci-kolay-olmayacak
'Akhisar maçı kolay olmayacak'
Karşılaşmanın oynanacağı Spor Toto Akhisar Stadı’nda düzenlenen basın toplantısında konuşan Machin, farklı galip geldikleri ilk maçı geride bıraktıklarını belirterek, yarın da kazanmak için sahaya çıkacaklarını ifade etti.
Maçın zorluk derecesine dikkati çeken Machin, “Açıkçası bizim için iki maçtaki zorluk derecesi aynı. Yarınki maç daha kolay olacak, diye bir şey yok. Yarın için bizim daha favori olduğumuz düşünülüyor ama önemli olan bunu göstermek. Futbolda zaman çok önemli, anlık değişimler çok önemli. Bazen hiç ummadığınız şeyler olabiliyor ve birden maçı kaybedebiliyorsunuz. O yüzden bizim yarın çok dikkatli olmamız gerekiyor. Oyuncularımdaki hırsı ve hedefi görüyorum. Yarın bu maçı kazanmaktan başka bir sorumluluğumuz yok.” diye konuştu.
Son oynadıkları Real Sociedad maçında iki forvet oyuncusunun sakatlandığını hatırlatan Machin, “Evet yarınki maçta iki oyuncumuz oynayamayacak. Onların yerine iki farklı oyuncumuz yer alacak. Daha önce o pozisyonda oynamamış futbolcular oynayacak. Futbolculardan ben her zaman fedakarlık beklerim. Bazen istemedikleri pozisyonda da oynayabilirler. Yarın da böyle bir durum olacak.” ifadelerini kullandı.
– “Akhisarspor önceki maçlarında şanssızlık yaşadı”
Machin, Akhisarspor’un UEFA Avrupa Ligi’nde oynadığı diğer maçları iyi analiz ettiklerini anlatarak şunları kaydetti:
“Akhisarspor’un önceki maçlarında şanssızlık yaşadığını gördüm. Açıkçası şartlarımızın çok farklı olduğunu düşünmüyorum. Bizde de çok sakatlıklar var. Bizim iki golcümüz yarınki maçta olmayacak. Defansta da eksiklerim var. Akhisarspor’un da böyle bir sorunu olduğunu biliyorum. Bunlara takılmamak lazım. Her takımın farklı kapasitesi var. Akhisarspor da burada taraftarının önünde kayıplarını düzeltmek için daha fazla çaba gösterecektir, daha fazla pozisyona girebilirler. Bunlar futbolda olur. Mesela erken gelen bir gol ya da bir oyuncunun oyundan atılması bütün oyunu etkileyebilir. Böyle şeylerin olabileceğini düşünüyorum. Umarım biz de iyi oynarız, siz de iyi oynarsınız, hak eden kazanır.”
– Escudero: “Bence eşitliğin olacağı bir maç olacak”
Basın toplantısına katılan Sevilla’nın savunma oyuncusu Sergio Escudero da yarınki maçın çok farklı olacağına işaret ederek, “İlk maçta çok kolay 2 gol atmıştık. Bunlar işimizi kolaylaştırmıştı. Şu an deplasmandayız. Çok daha farklı bir atmosferle karşı karşıya olacağız. O yüzden bence eşitliğin olacağı bir maç olacak. İlk maçtan çok farklı bir maç olacağı düşüncesindeyiz. Biz yarın için sadece 3 puana odaklanmış durumdayız. Bu maçı kazandıktan sonra grup aşamalarına geçip orada da elimizden geleni yapmak istiyoruz.” değerlendirmesinde bulundu.
Escudero, sakatlıktan yeni çıktığını belirterek, “Gereğinden uzun bir sakatlıktı ama işte yarın kendimi göstermek için bir fırsat. Bunu göstermek için buradayım. Hangi mevkide oynadığımdan çok benim için hocamızın bana uygun gördüğü pozisyon önemli.” ifadelerini kullandı.
Kaynak: HABER7.COM
0 notes
Photo
KentDenizli.com sizler için yeni bir haber hazırladı: https://www.kentdenizli.com/buldan-demet-sabanciyi-agirladi.html
Buldan Demet Sabancı’yı Ağırladı
Sabancı Holding’in ortağı, DENSA Holding kurucusu ve sahibi Demet Sabancı Çetindoğan, Buldan Belediye Başkanı Mustafa Gülbay’ın konuğu olarak geldiği Buldan’ı çok sevdi.
Sabah erken saatte Denizli Çardak Havaalanından Belediye Başkanı Mustafa Gülbay tarafından alınan Demet Sabancı Çetindoğanilk olarak Buldan Yenicekent mahallesindeki Kamara kaplıcalarını ziyaret etti. Burada yapılan kahvaltının ardından antik kent Tripolis’e geçen Sabancı ve Başkan Gülbay, kazı heyeti başkanı Doç. Dr. Bahadır Duman rehberliğinde antik kenti gezdiler.
Daha sonra Buldan’a geçen ekip, burada Buldan’ın eski ve tarihi evlerinin bulunduğu sokakları gezdiler. Dokuma Pazarı Caddesindeki, Buldan Meslek Yüksekokuluna tahsisi edilmiş olan Beyler Konağı’nda yapılan incelemenin ardından, Buldan Belediyesi El Sanatları ve Kültür Merkezi’ne (BELKÜM) geçen Demet Sabancı Belediye Başkanı Mustafa Gülbay’le birlikte buradaki dokuma tezgahları ve el dokumalarını inceledi. Sabancı el dokuma tezgahına girerek, bir süre dokuma yapmayı denedi.
BELKÜM’de yenen yemeğin ardından, Belediye Başkanı Mustafa Gülbay, tarihi ve kültürel mirasın korunmasına yaptığı katkılar nedeniyle, tarihi ve kültürel mirasa sahip olan Buldan adına Demet Sabancı Çetindoğan’aplaket takdim etti.
Buldan’dan ayrılırken kendisine gösterilen yakın ilgi için çok teşekkür eden Sabancı, Buldan’ı hiç unutmayacağını, ilerleyen bir zamanda tekrar gelmek istediğini söyledi.
DEMET SABANCI ÇETİNDOĞAN KİMDİR?
Demet Sabancı Çetindoğan, merhum Hacı Sabancı ve Özcan Sabancı çiftinin kızı Adana`da dünyaya gelmiştir. Demet Sabancı Çetindoğan, yetiştiği toprakların insanının özelliklerini yaşamına taşımaya, her zaman özen göstermiştir. Üniversite eğitimini, Londra`nın seçkin eğitim kurumlarından RichmondCollege`da, işletme üzerine almış, 1988 yılında eğitimini tamamlayarak yurda dönmüştür. Çocukluğundan beri ailesi dolayısı ile iç içe bulunduğu tekstil sektörüne karşı koyamadığı bir ilgi duyması, onu ailesinin tekstil yatırımlarında görev almaya itmiştir.
Sabancı Çetindoğan`ın Sabancı tekstil işletmelerindeki ilk durağı, 1988 yılında çalışmaya başladığı TEKSA A.Ş. olmuştur. Bu kurumda çeşitli kademelerde çalıştıktan sonra, 1995 yılında, Sabancı Grubu`nun ilk sanayi atılımı olma özelliğini taşıyan BOSSA T.A.Ş.`ne geçmiştir. Başarı ile yürüttüğü görevlerin ardından, 2003 ile 2008 yılları arasında hem BOSSA T.A.Ş. hem de YÜNSA A.Ş. Yönetim Kurulu Üyeliğini üstlenmiştir.
Demet Sabancı Çetindoğan’ın girişimci olarak kariyeri ise, 1999`da eşi Cengiz Çetindoğan ile birlikte kurduğu perakende tekstil firması DEMSA A.Ş. ile başlamıştır. İlk olarak anne-çocuk markası Mothercare ile işbirliğine giden DEMSA, zaman içinde SalvatoreFerragamo,ElieTahari, Longchamp, GerardDarel, D&G, GianfrancoFerre, Kurt Geiger, Guess, Laura Ashley, Fendi, Versace gibi pek çokmarka ve modacıyı Türk tüketicisi ile buluşturmuş ve ardından kendi markası olan “Brandroom”u yaratmıştır. Ünlü İngiliz perakende zinciri HarveyNichols`ı da Türkiye`ye getiren DEMSA, markanın farklı bir tarz yansıtan mağazaları ile büyük başarı sağlamıştır. DEMSA A.Ş. halen, Türkiye çapında 89 mağaza ve 845 çalışanla perakende tekstil sektörünün en büyük firmalarından biri olarak faaliyetine devam etmektedir.
Sabancı Çetindoğan, girişimcilik kariyerine, 2006 yılında kurduğu MEDİASA Yayıncılık A.Ş. ile devam etmiştir. Tematik kanallar üstüne uzmanlaşmayı hedefleyen MEDİASA, faaliyetine, moda kanalı Fashion TV`nin Türkiye yayın haklarını alarak başlamıştır. Şirket bundan kısa süre sonra, yılda dört kez yayınlanan; yayın sıklığı, içeriği ve okuyucu kitlesi ile moda dergileri arasında özel bir yere sahip olan Fashion TV Magazine`i hazırlayarak, yazılı basın alanında da varlığını göstermiştir. 2007 yılında ise, eğitimde fırsat eşitliğine katkıda bulunma amacıyla ZTV kurulmuştur. ZTV, Türkiye`nin ilk eğitim ve gençlik kanalı olma niteliğini taşımaktadır. Kanal kısa sürede, YGS, LYS, SBS, KPSS gibi sınavlara ve Polis Meslek Yüksek Okulu (PMYO) sınavlarına hazırlanan, derslerine takviye almak ya da “Açık İlköğretim” ve “Açık Lise” ders programını takip etmek isteyen, öğrencilerin, maddi boyutta sıkıntı yaşamadan yararlanabileceği önemli bir kaynak olmuştur. Kanalın usta eğitimciler desteği ile hazırlanan içeriği, 2009 yılında Milli Eğitim Bakanlığı ile imzalanan ve Açık Öğretim Kurumları tarafından üretilen içeriğin TV ortamında hiçbir ücret alınmadan yayınlanmasını öngören iş birliği protokolü ile daha da güçlendi. 2011 yılında ise, gezi ve turizm üstüne uzmanlaşan, geleneksel televizyonculukla internetin sağladığı gelişmiş teknolojik olanakları birleştiren World Travel Channel hayata geçirilmiştir. WTC, Türkiye’nin ve dünyanın ilk ve en kapsamlı turizm ağıdır.
MEDİASA Yayıncılık A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı olan Demet Sabancı Çetindoğan, DEMSA A.Ş. Yönetim Kurulu Başkan Vekili görevini de devam ettiriyor. Bunların yanında, 2006 yılında kurduğu, kök hücre araştırmaları yapan ONKİM`in Yönetim Kurulu Başkanlığı`nı, 2008`de kıurulan uluslararası deniz taşımacılığı şirketi Densa Deniz Taşımacılık`ın Yönetim Kurulu Başkan Vekilliği`ni de üstlenmiştir.
ONKİM, ulusal ve uluslararası kuruluşlara Ar-Ge desteği verebilecek vasıfta, GMP (GoodManufacturePractice – İyi Üretim Pratiği) koşullarına sahip bir araştırma kuruluşudur. 2010 yılının Ocak ayında ArthroKinetics firmasıyla anlaşma yaparak, otolog kıkırdak dokusu üretimine başlamıştır.
Demet Sabancı Çetindoğan, ağabeyi Ömer Sabancı ile ortak kurmuş olduğu DENSA şirketinde ise, uluslararası deniz taşımacılığı yapmaktadır. Şirketin 1.5 milyon ton taşıma kapasiteli filosunda, toplam 20 yük gemisi bulunmaktadır.
Toplumsal sorumluluk bilinciyle hareket eden Demet Sabancı Çetindoğan`a, katkılarından dolayı Mimar Sinan Üniversitesi, Başbakanlık Çocuk Esirgeme Kurumu, Unicef Türkiye Milli Komitesi, TOÇEV gibi pek çok kurum ve kuruluş tarafından teşekkür ve şükran plaketleri sunulmuştur. Cengiz Çetindoğan`la evli olan Demet Sabancı Çetindoğan, üç çocuk annesidir. Halihazırda TİKAD (Türkiye İş Kadınları Derneği) Yüksek İstişare Konseyi Başkanı ve YÇD (Yaratıcı Çocuklar Derneği) Yürütme Kurulu Başkanı`dır. WAAS ( The World Academy of Art andScience) üyeliği bulunan Sabancı Çetindoğan, Türk resminin seçkin eserlerini barındıran bir müze kurmak için yola çıkmıştır. Müze binasının tasarımı için, uluslararası üne sahip mimar ZahaHadid ile anlaşmaya varılmıştır.
Demet Sabancı Çetindoğan, ülkesinin ve toplumunun kazanımını odakta tutarak yaptığı yenilikçi yatırımlara devam etmeyi hedeflemektedir.
0 notes
Text
TOPLUMSAL HAFIZA
YENİ SOL, YENİ BİR GELECEK
1991 yılında Sovyetler Birliği’nin dağılması ile birlikte tüm dünyada bir dönem kapandı. Bilindik anlamdaki sol demir perde, Berlin Duvarı’nın altında kaldı ve Francis Fukuyama’nın deyimiyle insanlık liberal düşüncenin mutlak zaferiyle yani “tarihin sonu” ile karşılaştı.
ABD’nin tek süper güç olarak kaldığı bu yeni dönem, yeni düşünce akımlarını ve yeni aktörleri de tarih sahnesine taşıdı. “Third Way” (Üçüncü Yol) olarak adlandırılan ve özü itibariyle kapitalist sistemin birtakım sol politikalarla dizginlenmesi demek olan bu yeni ideoloji, ilk olarak ABD’de 1993 yılında Bill Clinton tarafından iktidara taşındı. Bunu İngiltere’de “New Labour” (Yeni İşçi Partisi) sloganıyla önce parti liderliğini sonra da 1997 yılında başbakanlığı devralan Tony Blair ve Almanya’da şansölyelik koltuğuna oturan Gerhard Schröder izledi. Akademik anlamda kavramsallaştırılması London School of Economics öğretim üyelerinden Prof. Anthony Giddens tarafından yapılan bu yeni fikir akımı, İtalya ve Hollanda’da da iktidara gelerek yeni dünya düzeninde yeni bir sol anlayış olarak ��nemli bir yer edindi.
Batı dünyasında tüm bunlar yaşanırken, 11 Eylül 2001 gününde ABD’nin kalbinde yaşananlar artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını gösterdi. Washington’daki Pentagon binası ve New York’taki İkiz Kuleleri hedef alan intihar saldırılarının ardından başlayan Afganistan ve Irak harekatları sırasında ABD’nin en yakın müttefiki, Tony Blair liderliğindeki İşçi Partisi tarafından yönetilen İngiltere oldu.
Varşova Paktı’nın yenilgisiyle sonuçlanan soğuk savaşın ardından adeta mutlak doğru olarak kabul edilen ve “Neoliberalizm” adıyla kitlelere pazarlanan; ama özünde kapitalizmin vahşi bir uygulamasından ibaret olan anlayış, 2009 yılında patlak veren global finansal kriz ile tüm dünyayı derin etkileri olan bir sürecin eşiğine getirdi. Kapsamı ve etkileri itibarıyla 1929 Büyük Buhranı’nı hatırlatan kriz neticesinde refah sembolü olmuş ülkeler, çöken dev şirketler, artan işsizlik ve kemer sıkma politikaları ile yüz yüze geldiler.
Ekonomik gelişmelerin siyaset ve toplum yapısı üzerindeki etkisi, tarih önündeki örnekler de dikkate alındığında yadsınamaz bir gerçektir. 2009 yılında başlayan ve tüm yer küreyi etkisi altına alan bu kriz de “siyasi merkezin” özellikle de 90’lı yıllarda kapitalizme tasma takabileceğini sanan “liberal sol” anlayışın sonunu getirdi. Kitlelerin artan taleplerini karşılamaktan uzak ve sermayenin eteğine yapışmış, köhnemiş bu siyasi partiler, teker teker çökmeye başladı. Yunanistan’da yıllarca iktidar veya ana muhalefet olmuş merkez sol parti PASOK, kriz sonrası yapılan ilk seçimde sandığa gömüldü. Tony Blair ve anlayışı, Irak Savaşı’nın tüm günahları ile birlikte sahneden çekildi. Fransa’nın iki büyük ve köklü partisinden biri olan Sosyalist Parti adayı Hamon, cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turunda oyların ancak %8’ini alabildi. Martin Schulz liderliğindeki Alman Sosyal Demokratlar ise 2017 Eylül’ünde yapılan seçimlerde %7 oy kaybederek art arda dördüncü kez Merkel’e karşı mağlup olmaktan kaçamadı. ABD’de Demokratların adayı olarak seçime giren ve kanımca son yıllarda ön plana çıkan en antipatik siyasetçilerden biri olan Hillary Clinton örneği ise sanıyorum anlatmak istediğim hususu en iyi açıklayan vakaydı.
Ünlü Türk düşünürü Süleyman Demirel’in isabetle işaret ettiği gibi siyaset boşluk kaldırmaz ve nitekim kaldırmadı da. Siyasi merkezin çökmesi ile birlikte bu aktörlerin yerini, sorunlara köklü çözümler getirmekten uzak, ırkçı, faşist-popülist sağ parti ve figürler almaya başladı. Fırtına ilk olarak kendini Brexit referandumuyla İngiltere’de gösterdi. Çıkan sürpriz sonuçları ABD’de Trump’un seçim zaferi izledi. Dünya henüz şoku atlatamamışken Fransa’da babasının izinden giden Marine Le Pen, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kayda değer bir oy alarak ikinci tura kaldı. Son dokunuşu ise Almanlar yaptı. Yapılan son genel seçimlerde en masum tabirle post-modern Nazi olarak adlandırılabilecek bir siyasi partiyi, %13 oy ile üçüncü büyük parti olarak parlamentoya göndererek tüm insanlığın unutmak istediği bir kabusu bir kez daha zihinlerde canlandırdı.
Merkez solun çökmesi ve popülist-faşist sağın güçlenmesi gibi iç karartıcı gelişmeler karşısında geleceğe dair ümit beslememize vesile olan “yeni bir sol” anlayışın da filizlendiğine ve giderek güçlendiğine şahit oluyoruz. Bu doğrultuda, ilk kıvılcım Yunanistan’da Alexis Tsipras liderliğindeki SYRIZA ile ortaya çıktı. Yapılan ilk seçimlerde iktidara gelen ve kısa süre içerisinde yapılan erken genel seçimde iktidarı perçinleyen SYRIZA, her ne kadar AB ile yapılan müzakerelerde vaat ettiklerini tam olarak yerine getiremese ve sonunda tabir-i caizse teslim bayrağını çekmiş de olsa açmış olduğu yol ve önerdiği fikri doğrultu ile diğer ülkelerde ortaya çıkması muhtemel hareketler için bir işaret fişeği rolü üstlendi. SYRIZA’yı İspanya’da seçimlerden kısa süre önce kurulan ve 35 yaşındaki Pablo Iglesias’ın liderliğini üstlendiği PODEMOS hareketi takip etti. Aynı düşünce akımı kendisini ABD’de Demokrat Parti başkan adaylığı yarışında Bernie Sanders üzerinde gösterdi. Wall Street’in adayı ve tüm sistemin çürümüşlüğünün sembolü olan Hillary Clinton’ın karşısında öne sürdüğü fikirler ile Amerikan toplumunun ezberini bozdu ve özellikle genç seçmenden beklenmedik ölçüde destek buldu. Ancak bu yeni sol anlayış en tutarlı ve iddialı atılımını İngiltere’de Jeremy Corbyn liderliğindeki İşçi Partisi ile yaptı. Brexit sonrası başbakan olan Theresa May’in erken seçim hamlesi, Corbyn’nin olağanüstü seçim kampanyasıyla ters tepti. Seçime aylar kala anketlerde %25 civarında gözüken İşçi Partisi oyları, medyanın ve sermaye gruplarıın aksi yöndeki tüm çabalarına karşın seçim günü sandıktan %40 olarak çıktı ve sol adına yeni bir dönemin başladığını tüm dünyaya ilan etti.
Evet, yeni bir anlayış, yeni bir fikir akımı dünya genelinde etkisini artırmakta. Yazı başlığında “Yeni Sol” olarak belirttiğim; ancak içeriği açısından solun bildiğimiz anlamda ideolojik birikiminden doğan bu hareketlerin savunduğu ortak ilkeler, ülkeler özelinde başlayıp tüm dünya genelinde yaşanabilir “Yeni Bir Gelecek” inşa etmemizde temel olacaktır. Aksi takdirde Amin Maalouf’un “Ölümcül Kimlikler”de ifade etmiş olduğu kimlikleri, etnisiteyi ve inançları aşacak “yeni bir evrenselliği” yakalamamız mümkün olmayacaktır:
1) Toplumun her kesimi için kaliteli, adil ve ücretsiz sağlık hizmet,
2) Fırsat eşitliğine dayalı, ülke geneline yayılmış kaliteli ve ücretsiz eğitim hizmeti,
3) Gerçekleri söylemekten çekinmeyen, sermayeden değil emekçi ve yeni orta sınıflardan yana tavır alan cesur bir yeni söylem,
4) Gelir dağılımında adaleti gözeten, dolaylı vergileri azaltıp doğrudan vergileri artıran adil bir vergi sistemi,
5) Denetlenebilir, şeffaf kurumlar eliyle regüle edilen ekonomik hayat,
6) Toplumun kılcal damarlarına kadar giden yeni bir örgütlenme modeli,
7) Kendi yaşam alanlarını ve yaşam tarzını korumaktan çekinmeyen yeni bir anlayış,
8) Yeşilin önemini bilen ve yenilenebilir enerjiyi önceleyen bir yönetim,
9) Tüm bu hareketlerin başarısının evrensel ve tüm insanlığı ele alan bir yaklaşımda olduğunu kavrayan bir bakış açısı,
10) Hareketli bir sivil toplumun ve sendikal hareketlerin önemini kavrayan, sokaktan korkmayan barışçıl bir tavır.
0 notes
Text
EMEĞİMİZİN GELECEĞİ İÇİN HER ALANDA ‘EŞİTLİK’ İSTİYORUZ!
DİSK Yönetim Kurulu adına DİSK Genel Sekreteri Arzu Çerkezoğlu kadın istihdamı genelgesi ile ilgili bir açıklama yaptı.
Açıklamanın tam metni şöyle:
Geçtiğimiz günlerde TBMM Plan ve Bütçe Komisyonunda “Kadın İstihdamının Arttırılması ve Fırsat Eşitliği” başlığı altında başbakanlık genelgesi taslak çalışması oluşturuldu. Yeni taslak çalışma, 2010 yılında aynı konuda çıkan genelgenin ‘güncellenmesi’ adı altında kadınların her alandaki eşitliğini yok saymaktadır. Yeni genelge taslağı kadın istihdamının niteliksel olarak güçlendirilmesi ve toplumsal cinsiyet eşitliği anlamında kadınlara hiçbir şey vaat etmemektedir. 2010 genelgesinde yer alan, istihdamda fırsat eşitliği ve cinsiyet eşitliğine ilişkin tüm maddeler yeni taslakta çıkarılmıştır. Aynı zamanda kamu kurum ve kuruluşlarında fırsat eşitliğinin sağlanması ve bunun raporlarla denetlenmesi ile kamu ve özel sektöre ait işyeri denetimlerinin cinsiyet eşitliğine uyulup uyulmadığına yönelik işlem yapılması, “güncellenen” genelgede yer almamaktadır. Ev eksenli çalışan kadınlara ilişkin sistematik ve düzenli verilerin oluşturulmasına yönelik araştırmaların yapılacağına ilişkin madde de kaldırılmıştır. Özelde ve kamuda kreş ve gündüz bakım evleri kurulması ve kurulup kurulmadığının denetlenmesi maddelerinin hiçbiri yeni genelge taslağı içinde de yer almamaktadır.
25 Mayıs 2010 tarihinde Başbakanlık tarafından çıkarılan ‘Kadın İstihdamının Arttırılması ve Fırsat Eşitliğinin Sağlanması’ adlı genelge, yetersizliklerine ve eksikliklerine rağmen olumlu bir adım olarak değerlendirilmiştir. 2010 yılında çıkarılan genelgede ‘eşitlik’ kavramından sıkça söz edilmektedir. Eşit işe eşit ücret, toplumsal yaşamdan kadın-erkek eşitliğinin sağlanması, fırsat eşitliği kavramlarını neredeyse her maddede görebilmek mümkündür. İş Kanunun 5. maddesi olan ‘Eşit Davranma İlkesi’ referans verilerek cinsiyet eşitliğine vurgu yapılmaktadır. Genelgenin 12. maddesi çalışma yaşamında kadınlara ilişkin istatistiklerin toplanmasını düzenlemiştir. Ayrıca ev eksenli çalışan kadınlarla ilgili düzenli ve sistematik istatistiklerin toplanacağı ve araştırmaların yapılacağına dair takip sürecinin başlatılacağı söylenmektedir.
Fakat “güncelleştirilen” genelge tüm bu olumlu adımları ortadan kaldırmaktadır. Kadın İstihdamını Ulusal İzleme ve Koordinasyon Kurulu toplantısında bahsedilen güncelleştirme ihtiyacı bu değişiklikler için gerekçe olarak gösterilmektedir. Ancak şurası bilinmelidir ki o toplantıda yapılan sunum ve söylenen sözler ile ‘güncelleştirilen’ bu genelge hiç bir biçimde birbiriyle uyuşmamaktadır. Anlaşılan o ki bu güncelleme, kadın erkek eşitliğine inanmadığını her fırsatta beyan edenlerin yaklaşımı çerçevesinde şekillenmiştir.
Kaldırılan genelgedeki ‘cinsiyet eşitliği’ ve ‘istihdamda fırsat eşitliği’ ifadeleri yeni çalışma taslağında yer almalıdır. Yüksek işsizlik oranlarından en çok etkilenen grup olan kadınların, insan onuruna yakışır işe ulaşmaları ve işi korumaları ancak her alanda eşitliğin sağlanması ile mümkündür. 4857 sayılı İş Kanunu hükümleri gereği kamu ve özel iş yerlerinde kreş ve gündüz bakımevi yükümlülüğünün yerine getirilmemesi kadınların istihdama katılımının önündeki en büyük engeldir.
Çalışma hayatının merkezine esnekleştirme ve güvencesizliği almış, eşitliğe inanmadığını beyan eden bir hükümet, bugün kadınları daha esnek, daha güvencesiz ve daha ucuz çalıştırmayı hedeflemektedir.
Eşitliği yok etmeye, emeğimizi görünmez kılmaya çalışanlara karşı örgütlü mücadelemizi sürdürmeye devam edeceğiz!
http://ift.tt/2BjuMM8
0 notes
Text
Vip Transfer
Kadınların sosyal hayatta, Vip Transfer ekonomik aktivitelerde ve özellikle siyasette hak ettikleri yere kavuşabilmeleri için hükümet olarak yoğun çaba gösterdiklerini vurgulayan Erdoğan, 2004'te kadın-erkek eşitliğini en üst seviyede sağlamaya yönelik olarak Anayasa'nın 10. maddesini değiştirdiklerini, ''Devlet bu eşitliğin yaşama google.com geçmesini sağlamakla hükümlüdür'' ibaresini de Anayasa'ya yerleştirdiklerini hatırlattı.
İş yerlerinde cinsiyet Vip Transfer ayrımcılığını kaldırmaya yönelik adımlar attıklarını, Türk Ceza Kanunu'nda yaptıkları değişiklikle kadınlara yönelik şiddetin cezasını artırdıklarını trdriver.com kaydeden Başbakan Erdoğan, kadına yönelik şiddete karşı topyekun mücadele başlattıklarını belirtti.
Belediyeler Kanunu'nda Vip Transfer yapılan değişiklikle kadın ve çocuklar için sığınma evleri açtıklarını anlatan Erdoğan, ''Gerçi o sığınma tabiri benim pek hoşuma gitmiyor. Hep bunu hanım kardeşlerime de söylüyorum. Sığınma çok çirkin. Onun yerine başka bir ifade bulalım diyorum. İnşallah onu da kısa zamanda bulur ve onu da değiştiririz'' diye konuştu.
''Haydi Kızlar Okula'' ve ''Ana-Kız Okuldayız'' kampanyalarıyla 350 bine yakın kız çocuğunu ve kadını havalimanı tr driver eğitimle buluşturduklarını ifade eden Erdoğan, kadın girişimciliğini teşvik ettiklerini, Vip Transfer esnaf-sanatkara sağlanan düşük faizli kredide kadınlara pozitif ayrımcılık uyguladıklarını dile getirdi.
''Bunlar bizim dönemimize kadar Vip Transfer olmayan şeylerdi'' diyen Erdoğan, kadınların çalışma hayatına katılımı için 5 yıl boyunca SSK işveren primlerini ödediklerini hatırlattı.
AK Parti hükümeti döneminde TBMM'de ''Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu'' kurulduğuna işaret Vip Transfer eden Erdoğan, kadınların evlerinde ürettikleri ürünlerin vergiden muaf tutulduğunu da ifade etti.
''Hanım kardeşlerimiz siyasi hayatın her alanında aktif şekilde yer alsın istedik. Milletvekili, belediye başkanı, meclis üyesi olarak hanım kardeşlerimizi siyasete teşvik ettik. Biz işin edebiyatını yapmadık. Kadınları, meseleleri arkasına samimi, güçlü bir irade koyarak yer alsın istedik. Daha atmamız gereken çok adım var, almamız gereken çok Vip Transfer mesafe var. Çünkü bir zihniyet değişimini gerçekleştirmek öyle kolay değil. Tabii ki erkeklerin elinden de bazı yetkileri koparıp almak da kolay bir iş değil. O da zaman alıyor. Bunu son seçimlerde de yaşadım. Özellikle havaalanitransfer.club bir genel başkan olarak bir prensip, ilke kararı almamıza rağmen bu ilke kararlarının nasıl çiğnendiğini de gördük. Maalesef... Bunu kendi partimde yaşadığım için açıkça söylüyorum ama aşacağız, olacak.
Tüm bunların dışında Vip Transfer hanım kardeşlerimizin sorunlarına karşı tarihi nitelikte bir mücadele başlattık. Biz bu mücadeleyi sonuna kadar sürdüreceğiz. Bu ülkenin kadınlarının hiçbir ayrımcılığa, hiçbir havaalanı transfer horlanmaya, istismara, engellemeye maruz kalmadan hayatlarını idame ettirmeleri için ne gerekiyorsa yaptık, yapıyoruz ve yapacağız. Hiç şüphesiz bunu sizlerle birlikte başaracağız.
Ben ülkemin tüm kadınlarından, tüm hanım kardeşlerimizden bu mücadeleye destek olmalarını, sorunlarının çözümü Vip Transfer noktasında bizim gayretlerimize omuz vermelerini rica ediyorum. Haklarınızı size birilerinin vermesini bekleyemeyin.
Toplumunun en temel dayanak noktasının aile olduğunu anlatan Erdoğan, ailenin kişiyi var eden ve ayakta tutan Vip Transfer en güçlü zenginlik olduğunu kaydetti. Başbakan Erdoğan, şöyle konuştu:
''Aileyi ne kadar muhafaza edersek geleceğe de o denli güvenli bakabiliriz. Her türlü sosyal meselenin, her türlü Vip Transfer toplumsal hastalığın şifası da panzehiri de ailedir. Eğitim aileden başlar. Anne ve baba okul ve öğretmenden önce gelir. Çocuklarımız trdriver.com bizim geleceğimiz ve onları en iyi şekilde geleceğe hazırlamak da bizlerin ellerinde. Sizlerin aile kurumunun muhafaza edilmesi, onun her türlü harici saldırıdan korunması noktasında özellikle hassas olmanızı rica ediyorum. Sokağa bırakamayız, sokağın terbiyesine bırakamayız. Ondan sonra feryat ederiz ama iş işten geçmiş olur. Çocuklarımızın her türlü tehlike karşısında korunması önce sizlerin, shuttle hizmeti bizlerin tabii ki hepsinin ardından da hükümet, devlet olarak bizim vazifemiz. Hep birlikte aileyi yüceltelim. Hep birlikte bu en büyük zenginliğimizi güçlü bir şekilde geleceğe taşıyalım.''
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ''Dünya Kadınlar Günü münasebetiyle bir kez daha ülkemin tüm annelerinden tüm kadınlardan yaşanan bu acıyı durdurmak için yüreklerini ortaya koymalarını rica ediyorum. Bölücü ter��r örgütüne destek veren annelere Vip Transfer de sesleniyorum, evladını kaybeden anneler yerine kendinizi koyarak düşünün. Lütfen evlatlarınızın dağlara birer terörist olarak çıkmasına engel olun'' dedi.
Şanlıurfa'da Devlet Su İşleri Salonunda ''Dünya Kadınlar Günü'' çerçevesinde düzenlenen, ''GAP ve Kadının Güçlendirilmesi'' panelinin açılışında konuşan Erdoğan, ''Allah bize yeryüzünün en Vip Transfer bereketli, en mümbit topraklarını bahşetti. Şu yanı başımızdaki Harran ovası, Muş ovası öbür tarafta Konya ovası, Menderes, Bafra, Tekirdağ ovası. Binlerce yıldır ekilen tohumlara misliyle karşılık verdi'' diye konuştu.
''Üzerinde yaşadığımız, binlerce yıldır ektiğimiz, biçtiğimiz o toprak bizi birbirimize akraba eyledi, hatta Vip Transfer birbirimize kardeş eyledi. Biraz önce Kurtuluş Savaşı'nda isimlerini tarihe yazdırmış kadın kahramanların ismini andım. Şanlıurfa'dan, Kahramanmaraş'tan, Gaziantep'ten, Batman'dan, Şırnak'tan, Siirt'ten, Mardin, Diyarbakır, Erzurum, Eskişehir, Edirne, İstanbul, İzmir'den erkeklerle birlikte yiğit kadınlar da bu topraklar için canını verdi. Gün oldu omuz omuza verdik. Çanakkale'de düşmana 'dur' dedik. Ertesi gün yine omuz omuza verdik, Van'ı düşmandan kurtardık. Bitlis'te, Gaziantep'te, Urfa'da düşmanı uzaklaştırdık, nefes almadan şöförlü araç kiralama koştuk Sakarya'da, İzmir'de cepheye yetiştik. Biz artık etle tırnak gibiyiz. Biz artık adeta bir tarağın dişleri gibi biriz, beraberiz. Hiçbir güç bizi husumete sevkedemez. Hiçbir güç aramıza nifak sokamaz, aramızda fesat çıkaramaz.''
''Gece yarısı telefon acı acı çaldı, gece yarısı kapıya geldiler, 'anacığım çocuğun dağda şehit düştü, yavrun hayatını kaybetti' dediler. Bunun nasıl bir his olduğunu, nasıl bir acı olduğunu havaalanitransfer.club düşünebiliyor musunuz? Bebekler dünyaya geldiklerinde üzerlerinde Vip Transfer cennetin kokusunu taşırlar. Bebekler saftır, temizdir. Bebekler annenin yüreğinden bir parçadır. Evinin önüne oturmuş, gözünü yollara dikmiş ha geldi ha gelecek diye yavrusunu bekleyen bir anne, evladının dağ gibi yere yığıldığını öğrendiğinde yüreğinde nasıl bir acı hisseder, nasıl bir sızı hisseder? Bunu anlayabiliyor musunuz, anlayabiliyor muyuz? Doğduğunda okşamaya kıyamıyordu, öpmeye doyamıyordu. Ninnilerle büyüttü. Gece demedi, gündüz demedi, uykusuz kaldı. Şarkılarla türkülerle büyüttü, oyunlarla manilerle yetiştirdi ama daha mürüvvetini göremeden kara toprağa verdi. İşte 30 yıldır bu ülkenin doğusunda batısında, kuzeyinde güneyinde bazı anneler bu acıyı ne yazık ki yaşadı, babalar bu acıyı yaşadı. Kadınlar eşlerini kaybetmenin, nişanlılarını, sözlülerini kaybetmenin derin acısını yaşadı. Peki soruyorum size, kim kazandı? Annelerin kaybettiği bir ortamda hiç kimse kazanamaz. Kazanan maalesef kan tacirleri oldu, istismarcılar oldu, silah tüccarları oldu. Biz bu acıyı daha fazla taşıyamayız, bu acıya daha fazla Vip Transfer tahammül edemeyiz.''
#Vip Transfer#Vip Transfer ankara#Vip Transfer istanbul#Vip Transfer izmir#ankarada Vip Transfer#istanbulda Vip Transfer#izmirde Vip Transfer#havaalanı transfer#shuttle hizmeti#şöförlü araç kiralama#trdriver.com
0 notes