#sözün yağması
Explore tagged Tumblr posts
Text
- Alime bu akvaryumdaki suyu bir hafta boyunca temizlemezsek ne olur?
+kirlenir ve balık kalp krizi geçirir.
- pekii, denizlerde kirlenir mi. .
+ evet insanlar kirletince atıklarla, petrollerle denizler kirleniyor.
- peki insanlar kirletmezlerse binlerce canlının yaşadığı deniz kirlenir mi?
+🤔🤔
- kirlenmez tatlım kirlenmez. Çünkü bir el sürekli temizliyor denizleri. Havayı ve vücudumuzu temizlediği gibi.
+ Eveet Rabbimiz. - El- Kuddüs olan Rabbimiz.
🌾
Allah Kuddüs’tür. Bütün kusur ve noksanlıklardan uzaktır. Âcizlikten, fakirlikten, zaaftan ve bütün eksikliklerden münezzehtir. Bu ismin diğer bir manası ise bütün yarattıklarını maddi ve manevi kirlerden temizleyendir.
Evet, güzellik güzelden gelir, mükemmellik kemalden gelir, ihsan cömertlikten ve servet zenginlikten gelir. Bu âlem bütün güzelliğiyle Cenab-ı Hakk’ın güzelliğine, kusursuzluğuyla O’nun sonsuz ilmine, icadı ve intizamlı hareketleriyle O’nun eşsiz kudretine, hazineleriyle nihayetsiz servetine, ihsanlarıyla O’nun sınırsız cömertliğine işaret eder. Yani sözün özü: Kâinat bütün güzelliğiyle ve mükemmelliğiyle O’nun kemaline ve Kuddüs ismine bir aynadır.
"Beşerin bulaşık eli karışmamak şartıyla, hiçbir şeyde hakikî nezafetsizlik ve çirkinlik görünmüyor." (Lem'alar)
Acaba yaratılış gayemiz ve vazifemiz Allah’ı tanımak ve O’nu isim ve sıfatlarıyla bilmek olmasına rağmen, hiç bulutlardan indirilen yağmur damlalarıyla yeryüzünün yıkandığını gördüğümüzde Allah’ı Kuddus ismiyle yâd ettik mi? Yağmurların yağması Kuddüs isminin bir cilvesi olduğu gibi, rüzgârların esmesi de bu ismin bir tecellisidir. Bu sayede havadaki pis kokular ve zemin yüzü temizlenir. Ve göz kapakları gözleri temizlemekle bu isme aynadır. Ve biz her nefes alıp vermekte kanımızın temizlenmesiyle Kuddüs isminin cilvesine her an mazhar oluruz. Ve bu ismin tecellisi sayesinde simsiyah topraktan ve kupkuru dallardan çıkartılan tertemiz sebze, meyve ve çiçeklere bak!
Ve sonra, Ya Kuddüs! Ya Kuddüs! Ya Kuddüs! diyerek yaratanını tesbih et!
#tesbih #kuddüs #yağmur #göz #gözyaşı #böbrekler #biyoloji #deniz #balık #su #hava #dünya #yaratıcı #alem #rabb #esmaihüsna #ağaçlar #oksijen #beşer #şaşar #oyunabirazara #rabbimizitanıyoruz https://www.instagram.com/p/CCWIc3Ljr-s/?igshid=fa2qoclsut0w
3 notes
·
View notes
Text
Çürük!
Mutlak, kati ve kesin olarak bir ülkede yaşamın kodları artık geri çekilemeyecek hiçbir zaman düzeltilemeyecek kadar derin bir yıkıma tabi tutulmaktadır. Bu sahanın salt yıkımlarla yönünü belirlemesi bir kez daha sıradan olanın hemen her anını çalmaya, yağmalamaya, tükenişe sevk ediyor. Bununla birlikte tüm o biyopolitik tahakküm ‘yaşam kodlarına’ taarruzların ana hattını oluşturuyor. Tek dil, tek din, tek adam, tek ülkü tek... diye ilerleyen menzil tek adamın tekil ve değişmez şablonunda bütün bu yıkımın dönüşümünü güncelliyor. “Hayatın muhteviyatı” artık devlet denilen mekanizmanın şimdiki sahibi olana göre “alenen” belirleniyor.
Çürütmek, kast etmek, mahvın kıyısına terk etmek ve fazlası tekmili birden deneme ve yanılma ile gel gelelim hep olduğu gibi paldır küldür karar hükmünde kararnameler, olağanüstü hal güncellemeleri ile imal olunuyor. Yeni Türkiye bizatihi dünün, katran karanlığında aynı yollardan geçilerek bina olunuyor. Yeni Türkiye, yaptık oldu, dedik hakikat kılındı, hali ve tavırlarında cürüm hemhal, dünün kötülüğünü kendine kılavuz edinip var ediliyor. Yıkımı tümleşik bir mesel olarak icraat kabilinden ortaya salan bir menzildir işte söz konusu olan.
Yaşamın kodları muktedirin lehine dönüştürülürken mihmandarlığı yapılan kötülük menzildeki tek var edilen edim oluyor. Bütün yapı salt bu yapımın üstünde icra olunuyor. Yeni diye bildirilen bizatihi dünün, eskinin aslında hemen hiç yıpranmamış olan ol geçmişin devamı olarak kuruluyor. Yaşamın kodları benzerleri bu toprakların tarihinde görülmüş olan katran karası bir tahayyülle boğulmak isteniyor. Bizzat dünün o yok eden, kan kusturan, iç kıran daim çürüten ahvali bugün sanki birer icraatmış gibi yeniden pazarlanıyor. Yaşamın kodları bir kez daha sıradandan çalınıyor. Yıkımı var ettikçe ol süreğen kılınan istimlak bir taarruz olarak güncelleniyor. Yok yere değil sahiden hayatlarımızı bir biçimde tükenen bir meseleye dönüştürme çabası “gerçek” kılınıyor.
Yaşamın kodları bariz bir düş kırımı ile güncelleniyor buralarda. Hayatın bu ülkede bir ihtimal dahi yaşatılması imha olunmaya çalışılıyor. Sözün çürütülmesinden, bedene karşıtlığa bütünlüklü çaba halen bu hali, bu tavrı güncellemektir. Güncel siyasetin daima, oldu bitti haline denk getirdiği şey cerahatin yeknesak bir tekrar imalidir. Hayat hakkı bu sınırlarda adı kazınan, cismi unutturulan, eylemi tüketilendir. Hepimizin müşterekleri basit bir ifade olarak çürütülendir. Biyopolitik dönüşüm tahakkümün yeniden ve hep yeniden kurulumu yaşamın kodlarını altüst etmektedir. Ciğer dağlayan o soluğa kasteden eylemlilik artık hayatlarımızdadır. Yön nereyedir işte o kısım hala muallaktır.
Her nerede durulacaktır bu bahis açıklanmayandır. Yeni faşizmin doktrini güncel bir edim kılınırken icra edilen cerahat yaşam kodlarına taarruzdadır. Basit, düz anlam genel geçer değil doğrudan, çetrefilli ve hep süreğen kılınan bir eylem artık Yeni Türkiye’nin tanımına ilave edilendir. Çürüme sahicidir. Büyük resim diye anılan hepimizin hayatının bir çarmıha gerildiği, eksiltildiği sahnedir. Müşterek talanı yinelenirken olan biten cana kasıttır. Bir geleceği kalmamış menzil budur. Bir yarın bırakılmayan tuzaklarla dolu ülke hakikattir.
Ülkeden geriye kalan kocaman çukursa tek paylaştığımızdır. Bir çukurun derinliğini arttırma çabası her günü iğfal edilerek söz konusu edilir. Yıkıma yeni rotalar belirlenirken, taşınırken çukur halini güncelleyen menzil içi artık; kör karanlığındır. Karanlık çağ vaatlerin en kalıcısı olarak atılan her adımla belirginleşir. Büyük biraderin ülkesi bir distopya olan Bin Dokuz Yüz Seksen Dört bugün bu sathi mahalin gerçeğidir.
Tarihini daima yıkım, yağma ve yok etmekten ibaret bilen / bildiren akıl o distopyayı bugün yeniden bir gayret ile bu çukurda hakikat kılma çabasındadır. Dünün karanlığı şimdidedir. Gerçek Bakanlığı’na hacet olmadan yalanlara, yeni ve daha çetrefillilerinin eklendiği bir yerdir güncellenen. Devletin propagandası, her yerdeliği ve her şekilde sıradan olanın sözüne kasıtla biçimlendirilendir. Yaşamak bu ülkede bahanesiz, doğrudan ve kesintisiz bir cürüm sistemi sayesinde yok edilendir. Gerçekten gerçek olan aleni bir şablondur.
Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın yaşadıkları işkenceden bile bariz olandır mesele. Geleceğini böylesine rahatça çürüten bir menzilde hayat hakkının imhası da aleni ve açıktan yapılandır. Geleceğini böyle hoyratça heder eden ülkede, işimi istiyorum diye adım atmak, eyleme geçmek suç addedilendir. Yeni Gerçeklik Bakanlığı olarak çal��şmaya hala devam diyen İçişleri Bakanlığının yayınladığı kitapçıktan, gün aşırı onlar terörist, bakın şunlar da gizli tanıklıklar, bilmiyoruz hangi ağızdan yüz kere yazılsa da saçmalıklarıyla kendini ele veren tahayyüllerle Gülmen ve Özakça’nın hayatlarına düşürülen gölgedir mesele.
150 gündür mahpus edilen iki insandan Özakça, tellerle çevrilmiş pencereli bir odada, yerin altında izbede bir mekanda, on üç günlük tecridinde olduğu gibi baskı altında tutulan Gülmen’in yaşadıkları, yaşatılanlardır en başından bu yana anlatmaya çalıştığımız. Bin dokuz yüz seksen dört basit bir tahayyülken şu yeni diye anılan ülkenin her günündeki fecaat apayrı bir hakikattir. Bütün, bariz, kesin ve kesintisiz cürümlerle yol alan, yön tayin eden menzilde yaşamın kodları çalınmaktadır. Uydur, kaydır yazılmış, mübalağa ile desteklenmiş her an biraz daha şişirilmiş bir düşman tanımında iş bu ülke dönüştürülmektedir.
Yıkımın rotası daim muktedir tahayyülüne bırakılmış olandır. Çürüme artık kesintisiz, cürüm artık biteviye, yıkım ise hemen her yerdedir. Her ana denk getirilen bir gözdağı ile bu ülkenin yaşam kodlarına müdahale sabit kılınır. Her an vuku bulan şiddet sarmalı, var edilen nefret söylemi ile bütünlüklü mahvın döngüsü kesintisiz kılınır. Bin dokuz yüz seksen dört bir mübalağa sanatıdır. Yaşanan bahisler bugün, burada bir gerçek kılma eyleminin omurgasıdır. Günümüz tıpkı dünümüz gibi bu vahşi karanlığı yol ve yordam belleyenlerin elinde çürütülendir. İstikamet tüm ol katran karanlığı geçmişin en can yakıcı yeniden yapımını bina etmektedir.
Yaşamın kodlarının imhası bu bahistedir. Artık hayatın değil çürütmenin tanıklığıdır hepimize paylaştırılan. Tanıklığına koşturulduğumuz şey katran karanlığının ta kendisidir. İçinden dışına, her çeperde var edilen yegane şey mutlak teslimiyet vurgusudur. Vurgunlar, yıkım ve tehditler, biteviye linçler ülkesinde ayrıştırma süreğen bir haldir, tavırdır hala. Bin dokuz yüz seksen dört yazını ile ol yüz yıllık tehdit mekanizmalarının son kırk yıla mal olmuş o cerahatli darbe aklının işletildiği bir çürüme halidir işte en baştan bu yana diri tutularak güncellenen.
Selahattin Demirtaş için kurulan cümleden Osman Kavala gibi burjuvazi mensubu olup da insan haklarının ortaklığına, hemen herkes için eşitliğine çabalayan bir ismi gözaltına almaya uzanan bir sarmaldır güncellenen bu ülkede var edilen. Baskıların artık baskınlarla, derdest etmelerle çıka geldiği en son Etkin Haber Ajansı muhabirlerine kolluğun saldırısına kadar süreğen bir tahayyüldür bu hakikat kılınan.
Gizlilik, örtbas edilen hakikatler ve mütemadiyen yinelenen cürümler o 1984’ün bu menzil dahilindeki cerahatli imalini keskinleştirmektedir. Yıkım her yerdedir. Memleketin, o halini yarattığından bihaber olup böyle bir dünyada yaşamak istemiyorum diyen Amir ol yeni 1984’ü bildirmektedir. Amir olan zat Trt Dünya Forumunda tam olarak şu cümleyi kurmuştur.
“Maalesef dünyada adalet yok. Özellikle ekonomik noktada güçlü olanın haklı olarak takdim edildiği bir dünyada yaşıyoruz. Haklı olanın güçlü olduğu değil, güçlü olanın haklı olduğu bir dünya. Böyle bir dünyayı kabullenmek mümkün değil. Ben böyle bir dünyada yaşamak istemiyorum. Böyle bir dünyada yaşamak bize bir zul. Şu anda Türkiye Suriye’den kaçan 3,5 milyon insana ev sahipliği yapıyor. Şu ana kadar harcadığımız para 30 milyarın üzerinde.”
Kamu yayıncılığı iddiasındaki bir televizyonun ekranında saatlerce parselleyen amirin ettiği o söz yumağının kıyısında cürümler işlenmeye devam olunmaktadır. Böyle bir dünyada sahiden de yaşamak zulümdür, zordur, aşılması imkansızdır. Amir ettiği beyanla düşman addettiklerini yerle bir ettiğini var sayarken, menzilin içinde edilmedik fecaat tam da dediği gibi adaletsizlik almış başını yürümüştür. “ESP'ye yönelik operasyon kapsamında Çarşamba, 02.00 sıralarında çok sayıda eve baskın düzenlenir. Özel harekat polislerinin de katıldığı baskınlarda evler darmadağın edilir.
Baskınlarda ETHA editörü İsminaz Temel, ETHA muhabiri Havva Cuştan, ESP Genel Başkan Yardımcısı Avukat Özlem Gümüştaş ile Ezilenlerin Hukuk Bürosu avukatlarından Sosyalist Kadın Meclisi MYK üyesi Sezin Uçar, ESP MYK üyesi Özgen Sadet, Nihat Göktaş, ESP üyeleri Meral Tatar, Mazlum Demirtaş, Mehmet Aslan, HDP Bağcılar İlçe yöneticisi Erkan Kakça ile İlhan Aslan ve Onur Binbir gözaltına alınır. Kısıtlılık kararı olduğu belirtilen soruşturma kapsamında, 20'den fazla kişi hakkında gözaltı kararı olduğu ifade edildi.”
ETHA’nın haberine göre, “Havva Cuştan'ın evine yapılan baskında polisler, duvarlara "Bozkurtlar geldi" diye yazdı. Baskın yapılan evde bulunan Semiha Şahin, yaşananları şöyle anlattı: “Evimiz saat 02.00 civarında özel harekat polislerince basıldı. Herhangi bir şey sormaya fırsat bulamadan, silah doğrultularak yere yatırıldık. Karşı çıkmaya kalktığımızda başımıza ayaklarıyla bastılar. Evde dört kişiydik. Hepimiz yere yatırıldık. Havva'nın kim olduğunu sordular. Ardından TEM polisleri içeri girdi. O sırada Havva'yı kendi odasına, bizi de salona götürdüler. Burada yüzümüz duvara dönük şekilde saatlerce ayakta bekletildik. Havva tek başına polislerle birlikte kaldı. 'Kendilerinin bozkurt olduğunu, vatan hainlerine günlerini göstereceklerini' söyleyerek tehdit ve hakaretlere başladılar. Yanı sıra sırtımıza yumruklarla vurarak fiziki işkence yaptılar.”
Polisin ölümle tehdit ettiğini de belirten Şahin, “Polisler gittikten sonra manzara ortadaydı. Bütün odalar darmadağın edilmişti. Sarı kırmızı yeşil fuları, benim basın kartımı lavaboda yakmışlar. Odaların tüm duvarlarına, dolap kapılarına üç hilal çizip, 'Bozkurtlar buradaydı', 'Bozkurtlar geldi' gibi yazılar yazdıklarını gördük” diye devam etti. Şahin aramalara eşlik edemediklerini de söyledi.” Böyle bir dünyada gerçekten yaşamak zuldür, pekiyi şu yapılanlar necidir?
Etkin Haber Ajansı muhabirlerinden hemen sonra Cuma gününün sabah saatlerinde, Ankara’da Mezopotamya Ajansı ve Jinnews’ın muhabirlerinin evlerine sabah saatlerinde baskın düzenlenir. Beş gazeteci “ihbar” gerekçesiyle gözaltına alınır. Ankara’da sabah saatlerinde gazetecilere operasyon yapıldı. Muhabirlerimiz Selman Güzelyüz ve Diren Yurtsever ile Jinnews editörü Sibel Yükler, muhabirler Duygu Erol ve Habibe Eren’in evlerine polis baskın düzenledi. Evlerde yapılan aramalardan sonra 5 gazeteci de “hakkınızda ihbar var” gerekçesiyle gözaltına alınarak Ankara İl Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldü. Tek dil, tek din, tek adam, tek ülkü tek... diye ilerleyen menzil tek adamın tekil ve değişmez şablonunda yıkımın dönüşümünü güncelliyor. Emniyet ifadeleri alınan Mezopotamya Ajansı muhabirleri Selman Güzelyüz, Diren Yurtsever ile Jinnews editörü Sibel Yükler serbest bıraklır. Duygu Erol ve Habibe Eren'in ise Pazartesi günü emniyet ifadelerinin alınacağı bildirilir. Yıkım hala sabittir.
Gözaltı, baskı ve çok daha fazla zulüm ile bir menzilde istikbal devşirilmeye çalışılıyor. Yolun, yordamın kötülüğün ta kendisine kestirmeden bağlandığı saha gerçek kılınıyor. Yalancılıkla, riya ve inkarla az değil basbayağı nefret ile bir ülkenin dönüşümü mutlak ve kati ve kesintisiz çürümeyle hemhal kılınıyor. İstikamet bırakılmayan bir menzilde, Semih Özakça aylar sonra hapisten gün yüzüne kavuşur. Nuriye Gülmen ise halen mahpus tutulmaya devam olunur. Sincan’daki mahkemenin bir mizansen olması tescillenirken, yıkım sahicidir.
Bütün anlatmaya çalıştığımız o mizansenler sergilenirken oluşan yıkımdır. Yaşamın kodları çürütülürken, söz hakkı açıktan yağmalanandır. Gülmen rehindir hala! Bu sınırlarda darbenin bile senaryo olduğu konusunda paldır küldür açıklamalar yapılırken, yıkımın bunca açıktan sergilenmesi sorgulanmamaktadır budur zaten çürümek. Hayatın tüm kodları altüst edilirken hepimize kocaman bir soru işareti, basbayağı dipsiz bir karanlık bırakılmaktadır. Artık yegane emin olduğumuz şey çukurumuz, dibine doğru yollandığımız karanlıktır.
Sêrt’in Çal mahallesinde önceki gün devriye gezen polislere ait zırhlı araç, kardeşi ile birlikte sokakta bekleyen 7 yaşındaki Felek Batur’a çarpar. “Kardeşiyle el ele olduğu belirtilen Felek, zırhlı araç altında ezilerek olay yerinde yaşamını yitirirken, kardeşi şans eseri yara almadan kurtuldu. Felek, mahalle sakinleri tarafından Siirt Devlet Hastanesi’ne götürüldüğünde yapılan müdahalelere yanıt vermedi.” Ajansa düşen iki satırlık haber metnindeki gibi her şeyin uluorta sergilendiği bir cerahat sarmalıdır güncellenen, dibine çekildiğimiz. Çukurumuz, en başta çocuklara, gençlere, kadınlara gözdağı ile yinelene gelen bir vahamet döngüsüdür. Hiç ama hiçbir şerh barındırmayacak kadar aleni bir cehennemî güncelliği yaşıyoruz. Yaşıyor muyuz sorusunun yanıtı hala muallak... Sözün yitimi artık standart, işkence artık standart, can yitimi artık standart, yaşamak artık standart bile değil... çürük!
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2017
Görsel - Surreal Photography - Kylli SPARRE – 123Inspiration
#devlet102#yıldırı#tahakküm#biyopolitika#şablon#mesele#yok etme cüreti#soykırım#sözün yağması#canın yakılması#yol nereye#yeni türkiye#anlatılmayan#hikayet#hayat meseli#çürüme#çürük#çürüten#bakur kürdistan#insan hakları#sospol#deneme#felsefe#fragmanlar#kylli sparre#inspiration#words#çocuklar ölmesin#gazetecilik suç değildir
2 notes
·
View notes
Photo
... Kaç mevsim geçti ben yerimde sayıyorum. Ne kârın yağması, Ne çiçeklerin açması, nede yaprakların sararması... Hiç bir şey Eylül kadar duygulandırmaz beni. Ayrı bir hüzün sarar beni. Insan olmanın en güzel yanını hatırlatır eylül hüznü. Kâlbim var ve ben insanım derim. Cemal Sureyyadan, Eylülü dinlemeyide bir başka severim. Üstat derki, "Eylül’dü dalından kopan yaprakların, Sararan yanlarına yazdım adını. Sahte bir gülüşten ibarettin oysa. Ve hiç bilmedin ellerimin soğuğunu. Eylül’dü… Di’li geçmiş bir zamandı yaşadığımız, Adımlarımızın kısalığı bundandı. Bundandı gözlerimin durgunluğu. Sarı sıcak cümlelerde sözün kadar yalan, Ellerin kadar ıssız, Sen kadar zamansız molalar veriyordum. Ve çocuksu bir bencillikti hüznümüz. Eylül’dü… İzlerini çizdiği zaman ansızın gidişin, Şimdi yoktu bi anlamı suskunluğun. Çırılçıplak kalakaldım sessizliğinin orta yerinde. Sonra sesime yankı vermeyen uçurumlar kıyısında yürüdüm bir zaman. En çok sesini aradım. Gözlerinse asılı bıraktığın yerdeydiler hâlâ. Gözlerini sildi zaman. Dedim ya… Eylül’dü. Savruluşu bundandı kimsesizliğimizin. . #azize #ayyüzlüm #aykiriduygular #CemalSüreya #eylül https://www.instagram.com/p/B16zZazFIyPdTOuTubQFWfunbklpf2o9uPr5aY0/?igshid=bni3pyx7x8qt
10 notes
·
View notes
Photo
- Alime bu akvaryumdaki suyu bir hafta boyunca temizlemezsek ne olur? +kirlenir ve balık kalp krizi geçirir. - pekii, denizlerde kirlenir mi. + evet insanlar kirletince atıklarla, petrollerle denizler kirleniyor. - peki insanlar kirletmezlerse binlerce canlının yaşadığı deniz kirlenir mi? +🤔🤔 - kirlenmez tatlım kirlenmez. Çünkü bir el sürekli temizliyor denizleri. Havayı ve vücudumuzu temizlediği gibi. + Eveet Rabbimiz. - El- Kuddüs olan Rabbimiz. 🌾 Allah Kuddüs’tür. Bütün kusur ve noksanlıklardan uzaktır. Âcizlikten, fakirlikten, zaaftan ve bütün eksikliklerden münezzehtir. Bu ismin diğer bir manası ise bütün yarattıklarını maddi ve manevi kirlerden temizleyendir. Evet, güzellik güzelden gelir, mükemmellik kemalden gelir, ihsan cömertlikten ve servet zenginlikten gelir. Bu âlem bütün güzelliğiyle Cenab-ı Hakk’ın güzelliğine, kusursuzluğuyla O’nun sonsuz ilmine, icadı ve intizamlı hareketleriyle O’nun eşsiz kudretine, hazineleriyle nihayetsiz servetine, ihsanlarıyla O’nun sınırsız cömertliğine işaret eder. Yani sözün özü: Kâinat bütün güzelliğiyle ve mükemmelliğiyle O’nun kemaline ve Kuddüs ismine bir aynadır. "Beşerin bulaşık eli karışmamak şartıyla, hiçbir şeyde hakikî nezafetsizlik ve çirkinlik görünmüyor." (Lem'alar) Acaba yaratılış gayemiz ve vazifemiz Allah’ı tanımak ve O’nu isim ve sıfatlarıyla bilmek olmasına rağmen, hiç bulutlardan indirilen yağmur damlalarıyla yeryüzünün yıkandığını gördüğümüzde Allah’ı Kuddus ismiyle yâd ettik mi? Yağmurların yağması Kuddüs isminin bir cilvesi olduğu gibi, rüzgârların esmesi de bu ismin bir tecellisidir. Bu sayede havadaki pis kokular ve zemin yüzü temizlenir. Ve göz kapakları gözleri temizlemekle bu isme aynadır. Ve biz her nefes alıp vermekte kanımızın temizlenmesiyle Kuddüs isminin cilvesine her an mazhar oluruz. Ve bu ismin tecellisi sayesinde simsiyah topraktan ve kupkuru dallardan çıkartılan tertemiz sebze, meyve ve çiçeklere bak! Ve sonra, Ya Kuddüs! Ya Kuddüs! Ya Kuddüs! diyerek yaratanını tesbih et! #tesbih #kuddüs #yağmur #göz #gözyaşı #böbrekler #biyoloji #deniz #balık #su #hava #dünya #yaratıcı #alem #rabb #esmaihüsna #ağaçlar #oksijen #beşer #şaşar #oyunabirazara #rabbimizitanıyoruz https://www.instagram.com/p/CCWIc3Ljr-s/?igshid=fa2qoclsut0w
#tesbih#kuddüs#yağmur#göz#gözyaşı#böbrekler#biyoloji#deniz#balık#su#hava#dünya#yaratıcı#alem#rabb#esmaihüsna#ağaçlar#oksijen#beşer#şaşar#oyunabirazara#rabbimizitanıyoruz
1 note
·
View note
Text
Hayat Sahiden Bunca Değersiz Midir?
Bir tahlil olmaktan çoktan çıkartılarak, var edilenlerle o “yıkımın” güncel, daimi bir meseleye evrimi tamamlanmaktadır. Cerahatin peyderpey şu hayatın orta yerinde var edilmesi kesintisiz bir edimdir eylemselliktir. Devletli için sıradan olanın hayat hakkı elinden alınıp derdest edilip sınırlandırılıp, sıfırlanıp daim yeniden düzenlenebilir bir mesel olarak güncellenmesi bu yıkım döngüsünü var etmektedir. Cerahat hayata kastın şablonu o oyun kurucusudur. Cüret bu zemin üstünde yükseltilen doğrudan ve kesintisiz kılınan “faşizan döngünün” itici kuvvetidir.
Yıkım güncellenirken tüm o cüret kati ve kesin teslimiyeti var etmek içindir. Erk, muktedir, iktidar hayatın doğrudan dönüşümünü bütün bu biyopolitik etmenleri günbegün yineleyerek var eder. Hayatımızın orta yerinde kocaman gedikler açılmaktadır. Hayatın ortası, yangın yeridir. Hayat basitçe hiç kılınan, her şeyin muktedir tahayyülüne göre düzenlendiği bariz ‘kırım’ döngüsüne rehin bırakılandır. Ya yaşam, ya tahayyül, ya eylem hepsi birden hepsi tükettirilendir. Bir buna çabalamaktadır muktedir. Yeni ülke inat tüm o sabık tutkunundur ve onun adınadır.
Yeni halen ve gelecekte de dünün, eskinin, pespayenin ve silme kör kötülüğün varisidir onun takipçisidir. Türkiye gerçekliği, yıkımı var edilen karanlığı ile bu tabloda bariz olandır halen. On İki Eylül 1980 darbesinin üstünden ol otuz yedi koca yıl devrilmiş olsa da tahakküm, yıldırı ve zorbalık hep güncellenendir. Bir tahlil olmaktan çoktan çıkartılarak, hayat unutturulurken o çürüme var edilmektedir kesintisiz olarak. Yıkım hemen her gün bir biçimde bu hayatın sınırlarını alaşağı ederek daraltmaktadır. Memleketin vardığı odak ol yaşatılan çürümeyle hemhal olan karanlık basitçe değil hesaplı, kitaplı bir yönelimdir.
Yüz yıllık öteki nefreti, katletme cüreti ile doksan dört yıllık kimliksizleştirme ile otuz yedi yıllık biyopolitik işkence ve sona, en sonuna eklenen neoliberal politikalarla bir menzilin yıkımlarla teşviki mesaisi güncel daim kılınandır. Cerahat artık uzak ötede değil tam da gözümüzün önünde hayatımızın tüm yol çizgilerinde belirendir. Yaşadığımız sokaklardan evimize bir denetim, gözetim ve tahakküm üçlüsü üstüne çaba sarf edilen bir yıkım döngüsü harcıdır. Hayat hep ucuz, hayat hep biçare, hayat hep zapt edilebilir kılınandır.
Bir tahlil olmaktan ötede “yıkım” süreğen bir tahayyül olarak bu sınırın yegâne ve tek hakikati kılınmaya çalışılmaktadır. Kuşatılan gün değildir an değil hayat akışının topyekûn tamamıdır. Kuşatmak istenen bizzat sıradanın ta kendisidir. Hemen her şekilde onu yok etmek derdest etmek, biteviye rehin almak, öyle kılmak tasavvurdan enikonu hakikate ulaştırılandır. Memleketin dönüşümü artık bariz ve süreğen bu hattın üstünde güncellenmektedir.
Memleket artık yaşatan değil, silme tüketen, çokça kıran bir habis urunu ta kendisine rehindir. Yaşam bu bahislerde anılmayandır artık. Yaşam bu istikamette rivayet bile olsa tanımlanamayacak kadar ezilen bir daha seslendirilmesi imkânsız bir tahayyülle dönüştürülendir. Bir tahlil olmaktan da ötede var edilen şey baskın, zorba ve faşist bir iklimde hayat ediminin hiçleştirilmesidir bugün yaşatılan karanlık döngü, tanımlanması zor kılınan şey halen iş bu bahiste saklıdır hala.
On İki Eylül 1980’deki, “darbeci” kliğin tasarımı olarak binan olunan menzil, bugün tüm o yüzleşme bahisleri çoktandır unutturulmuşken yeni ülkenin temelleri olarak güncellenendir. Bugün bina olunan menzil o karanlık cüretin izlerinin, yaptıklarının üstünde yükseltilendir. Hayata kastın sıradanlaştırılması Lice ve Colemerg’de sivillerin katledilmesini “su testisi suyolunda kırılır”, onlar “terörist”, “bu ülkenin ekmeğini yiyip ihanet edenler kurşunu yer” vs. vecizlerle karşılayarak, katliamları onaylayarak söz konusu edilendir.
Cüretin açıkça, alenen sergilendiği yerde hayat hakkı yerle yeksan olunmaktadır. Lice’den sonra Colemerg’de yaşatılan tam da bu bahistir. Kesintisiz olarak yıkımı var etmek için Kenan Evren ve beraberindeki zırtapozlar sürüsünün eylediği fecaati kendilerine referans belirleyen bir ülkenin şimdisinde var ettikleri şeydir aslen anlatmaya çalıştığımız. Tehdit, yıldırı ve biteviye nefret sembollerini hayatta tek, yegâne gerçeklik kılan bir aklın tezahürüdür mesel.
Bugüne kadar devam eden devletlinin ol kör karanlık, her dem mimli geçmişini bugüne taşımak, bugün o geçmişin yıkımını en olamaz denilenleri var ederek güncellenendir. Bir mezara saldırabilecek kadar cüreti kendilerinde hala bulan bir ülkedir mesele. Bir tahlil olmaktan çok daha ötede yıkımın ve süreğen kılınan tehdit mekanizmalarıyla bu sathı mahalde yegâne gerçeklerinden olan ırkçılıkla birlikte işlenen ve eylenen bir çabadır mesele. Var edilen menzil bütün bu çürütme nesnelliğine ‘teslim’ olandır.
Faşizmi arzulayan, nefretsiz gününü geçirmeyen bırakın ötekinin soluk almasını hayatta varım demesine bile artık tahammül etmeyen ülke yıkıma rehindir. Bir çukura dönüşmüş olan yerde vandalizm artık normatif, tepkime, sataşma gibi kadük ifadelerle geçiştirilmesi bahsidir yıkım. Bu ülke iç kıyan, çürüten, tüketen bir vahamet deneyidir halen. Bu ülke denilen saha bütün ol geçmişin karanlığıyla hemhal yön tayinine girişendir. Bir yeni ülke senaryosu yazılıp söylenip çizilirken aslen dünün devamlılığın bahsi söz konusudur.
1894 – 1896 Katliamları, 1915’in ol derin karanlığı ta ki 1920’ye kadar süreğen yıkımın izleridir güncellenmek istenen. Üç milyon civarında gayrimüslim için hayatın heder edildiği, hiç kılındığı zamanın da canın da aynı anda çalındığı bir soykırım döngüsünün yinelenmesi gayretidir mesele. 1923’de kurulan ülkenin ol zamane şartları değil, bizatihi hesaplı kitaplı yer değiştirmeler, nüfuza etkilerinin sonuçları hiç kestirilmeden yapılan müdahalelerle bu hayat akışının yıkımı yeniden var edilir. Gayrimüslim olanlardan hayatta kalanlar için yeni sınavların yolu da açılmıştır.
1937 – 1938 yılları arasında ol Dersim Tertelesi, kalanların, diğerleriyle birlikte kırıma yollandığı ilk çabadır. Aleviler ve Kürdler de hedeftedir artık. Yeni kurulan ülke o günden bu yana belirli aralıklarla, Müslüman olmayan her kesimi, kendi mezhebine yakın durmayan her aklı, fikri, kimliği ötekileştirip işte bu sınırlarda onların canına kast etmiştir. Daha süreğen bir ifadeyle, 1915 Soykırımı her gün, hemen her anlamda yinelene gelmiştir. Doksan dört yıllık cumhuriyet rejiminin belki de sabık bir tahayyülle yönünü dünün karanlığına en çok kırmaya hevesli olan, bu on beş senelik süreç içerisinde baş aktör AKP’nin Roboski Katliamı buna bir örnektir, otuz üç canın çalındığı yeri, sahneyi var edendir ol yeni denilen eski ülke.
Roboski’nin ardından, Lice’den, Colemerg’e ol Şirnex’ten, Cizir’e, Farqin’den, Sûr’a tekrar Roboski’ye sınırın dört bir yanında, özellikle de o Bakur Kürdistanı coğrafyasında bu dönüşüm mutlak çürütme istenci hayata geçirilir. En sonu 31 Ağustos günü Silahlı İnsansız Hava Aracı ile yapılan bir insanın katledildiği o dehşetten bu bahis okunabilir. Daha on beş gün olmadan bu seferinde de Ankara’nın göbeğinde bir cenaze hedef gösterilendir. Daha on beş gün önce insanların canına kıyan cerahatli akıl, her yurttaşını ayrı değerlendirmesi gereken devletli, onları toptan terörist diye itham eden akıl bu sefer yasa, bu sefer cenazeye saldıran bir ‘güruhun’ önünü açar.
HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı Aysel Tuğluk'un annesi Hatun Tuğluk'un cenaze törenine faşistler saldırır. “Kandıra F Tipi Hapishanesi'nde tutuklu bulunan Tuğluk, hapishaneden izinli olarak çıkarıldı ve cenazeye katıldı. Gölbaşı İncek Mezarlığı'na defin işlemi yapılırken, dışarıdan getirilen faşist bir grup ırkçı slogan ve hakaretlerle cenazenin gömülmesini engellemek istedi. Defin işlemi yapıldı, ancak gerilim sürer. HDP Eş Genel Başkanı Serpil Kemalbay, milletvekillerinin de bulunduğu cenazeye katılanlar, sosyal medyadan "faşistler etrafımızı sardı" şeklinde paylaşımda bulunur. “Burası Ermeni toprağı değil” diye bağıran faşistlerin sayısı artarken, polisin müdahalede bulunmaması dikkat çekti. Faşistlerin saldırıları devam ederken, Hatun Tuğluk'un cenazesi mezarından çıkarıldı. Cenazeyi alan HDP'lilerin de etrafı faşistlerce sarılmış durumda. Aile cenazeyi Dersim'e götürmeyi karar verdi. Cenaze cemevine kaldırıldı.”
Etkin Haber Ajansı tarafından geçilen birkaç satırlık haber zaten tüm olan biteni de aksettirmektedir. Bir tahlilden öteye varmış olan yıkım artık yegane hakikattir. Bir cürüm örneğidir ki cenazeye bile saldırıp, o insanın cansız bedenini mezardan çıkarttırma zorbalığını bu ülkede var ettirir. Bay Bozdağ, Bay Soylu, Bay Ünal ve Bay Erdoğan ve daha nice beyefendinin dillerinden dökülen nefretin vurduğu yerdir işte Ankara’nın ortasındaki bir cenazeyi faşistlere yem ettiren. Kendilerince ol doğrunun o Hatun Tuğluk’un mezara konmaması olduğunu, orasının Ermeni toprağı olmadığı bahsine tutunarak, bunu iddia ederek bir büyük provokasyonun daha altına imzasını atar yeni ülke.
Dünün devletlisi ile şimdinin birbiriyle hemhal yeni dönemi karşılamaya hazırlandığı bu yerde derin devletin ikinci sürümü, Jitem yerine Sadat gibi örgütlerle, Osmanlı Ocakları gibi o ismi cismi belli, gerisi tamamen karanlık yapılarla, şiddetin ve kaçınılmaz olan bir savaş isteği ile bu ülkenin cehennemi dört yanda var edilmektedir. Hatun Tuğluk bu yıkım istenci için işte bu sınırlarda can verdikten sonra kurban addedilen ilk insandır. Bağırır ol güruh: “Burası Kürt mezarlığı değil, Alevi mezarlığı değil!” “Buraya Kürd’ü, Alevi’yi, Ermeni’yi gömdürtmeyiz!” “Burada şehit cenazesi var, buraya terörist cenazesi gömdürmeyiz!” “Gömerseniz de çıkartır parçalarız!” bunca sinsi, bunca açıktan kötü, bu kadar kesintisiz bir nefretle bir cana kastedip, yitirilen insanın acısına, yasına saldırmayı kendilerine uygun görenlerin ülkesi ifşa olandır işte bu kadar hazin.
Dönüşüm bahsini kindar ve dindar bir nesil olarak kodlayan, kendisi gibi olmayanlar için Türk değilse hazmetmeyen, yaşatmayan bir menzil var edilmeye bir adım daha atılmıştır iş bu sahanlıkta. 6 – 7 Eylül 1955’in yıl dönümünde bu ülkede yeniden o karanlığın bu sefer iş bu defa bir cenazeye saldırma cüretiyle çıkagelmesidir mesele olunması gereken. Yıkım artık bir mizansen değildir hayatın tam da merkezindedir. Yıkım artık uzak öte değildir tam da o en akla getirilmeyecek olan şerrin, fenanın, kötülüğün cisimleştirildiği anda ortaya çıkandır.
İşte bugün bu menzilde var edilen geçmişiyle durmadan yarışan bir kötülük sarmalı olduğu artık şu raddede barizdir. İçişleri Bakanı olduğu zikredilen, gölgede Mehmet Ağar gibi bir ‘katilin’ direktifleriyle hareket eden, Bay Soylu’nun Hatun Tuğluk’un cenazesine saldırılması ile ilgili söyledikleridir. “Defin işleminin hemen akabinde gerçekleşen bu olaylar, bizi üzmüştür. Sayın Cumhurbaşkanı’mızın bir ifadesi var. Bu, sloganik bir ifade değildir. Bu ifade, bizim temel felsefemizdir. ‘Tek devlet, tek vatan, tek millet, tek bayrak’ ne demek; biz, bunları biliyoruz. Tekrar üzüldüğümü ifade etmek istiyorum. Gerekli idari ve adli tahkikatlar da başladı. İlgili gözaltı işlemleri de başlamıştır. Gözaltı var”
Oysa ortada elli kişi civarında bir güruh vardır. Oysa ortada bile isteye resmedilmiş, hakikat kılınmış bir nefret vardır. Oysa ortada o tekillik tekerlemesi çevrilirken yaşamın yağmalanması söz konusudur. Her günü paramparça eden bir menzilin hakikati vardır. Bay Soylu bunlara değinmemektedir. Hatun Tuğluk’un bedeni ancak bir gün sonra Dersim’e gömülebilir. Bu ülkede yıkımın şablonunda bir detay olarak anılmaya bile ancak yirmi dört saat dayanılmış olan bir cerahat bir başkası var edilene kadar unutulacak ve anılmayacaktır nasıl olsa.
Bu ülkede yıkımın güncelliği, güncellenen yegane şey bu kırımın bunca açıktan nefretin artık olur addedilmesidir. Sorumlular hesap vermek bir yana susarak bu yıkıma gözlerini yummaktadır. Bu ülkede yaşam her ne demektir? Bu ülkede cana verilmeyen değer her ne olacaktır? Bir tahlil olmaktan artık hakikate varmış olan şey cühela cüretinin tüm o kötülükle olan teşviki mesaisinin sürekliliğidir. Bu ülkede hayat artık dişlerinin arasından bu menzile tıslayan, kötülüğü tasavvur edip eylem isteyen kıt, kötü, bet ve feci devletlinin oyun sahasıdır.
İç kırımın tezgahta işlendiği menzil burasıdır. Soykırımın sözde diye adedildiği hep bu bahsin işlendiği bir yer hakikatken yıkımın güncelliği daimidir. Etnik temizliğin kan kızılın tonlarından önce beyaza şimdi yeniden siyaha dönüştürüldüğü menzil burasıdır, bu kadar açık ve alenidir. Hayat arık hedef gözetilip çürütülmeye çalışılan cana kast edilip yaşam ihtimalleri ve olanaklarını sıfırlayan bir döngüye mahkum edilendir.
Hatun Tuğluk’un Ankara’da mezarı olarak tasarlanan sahaya yapılan taciz bu aklın bir tezahürüdür. Bu ülkenin asıl sahibi biziz, en hakiki sahibi x kimliğinden olanlardır, bu ülkede x vardır, gerisi onun için köledir, kuldur, hizmetkardır. Yaz, çiz, dök, karala, sil en baştan yaz yüzlerce itham binlerce ön yargı bulunan bir menzilin bağında cerahatin göründüğü bir sahnedir Ankara’da yaşatılan. Hayat sahiden de bunca değersiz midir?
İçişleri Bakanı Soylu’nun zanlılardan biriyle çekilmiş resimleri düşer sosyal medyaya. Göz altına alınanların da salıverildiği haberi düşer bir yandan. Daha cümle tamamlanmadan başka bir yıkım bina olunur. Tuğluk Ailesinin yaşadığı bir zalimlik artık ülkenin ortasında capcanlı işlenmektedir. Bir mezarlık ebadına sıkışıp kalmış ülke bugünün gerçekliğidir. Milyonlarca metrekarenin hesabı yapılırken bir avuç toprağı esirgemiş olmakla övünülmektedir. Yaraların hiçbirisini kapatmaya imkan, zaman, zemin bırakmayan bir menzilde o yaraları kanatacağız diyen akıl yeniden eylemektedir. Hayat sahiden bunca değersiz midir?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2017
Görseller – HDP’li Aysel Tuğluk’un annesinin cenazesine saldırdılar: Cenaze Mezardan Çıkarıldı! - Yurt Gazetesi
#xatun tuğluk#yıkım#faşist saldırı#karanlık çağ#karabasan#yeni türkiye#yok etme cüreti#sözün yağması#söz bitti#çürüme#devlet 102#devlet nedir?#on iki eylül#kürdler#ermeniler#siyasa#azınlık hakları#eşitsizlik#türkiye gerçeği#mesele#meram#arzihal#eskimeyen ülke#1915#yara meseli#çürüme hali#acı#yas#öfke#hayat hakkı
0 notes