#hikayet
Explore tagged Tumblr posts
Text
Moses, Mosaics, and Manna
According to the Old Testament (Deuteronomy, 34:6), Moses--at 120 years--ascended the highest crest of Mount Nebo (800m) to view the Jordan Valley.
View On WordPress
0 notes
Text
Karanlık gecede yankılanan sessiz çığlıklar,
Yabancı ellerin dokunuşu, kalpte kıvılcımlar.
Gölgeler arasında kaybolan masumiyet,
Tacizle örülen acı dolu bir hikayet.
Kırık dökük ruhlar, yarım kalmış hayaller,
Gözlerde yansıyan korku ve çaresiz haller.
Sessiz çığlıklarla anlatılan acı gerçek,
Umutsuzca bekleyen yürek, içten içe çek.
Karanlık denizde kaybolan bir deniz kabuğu,
Operasyon gibi acı, yürekte derin bir yara tuğu.
Deniz Demir gibi sert, soğuk bir yabancı,
Aşk katil gibi sinsice yaklaşan bir düşmanı.
Bu şiir, tacizin karanlık yüzünü yansıtır,
Umudu, direnişi ve içten gelen çığlık sesini anlatır.
2 notes
·
View notes
Text
Dağlarının, dağlarının ardı Nasıl anlatsam... Ağaçsız, kuşsuz, gölgesiz. Çırılçıplak, Vay kurban... "Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda." Yiğitlik, sen cehennem olsan bile Fedayı kabul etmektir, Cennet yapabilmek için seni, Yoksul ve namuslu halka. Bu'dur ol hikayet, Ol kara sevda.
Seni sevmek, Felsefedir kusursuz. İmandır, korkunç sabırlı. İp'in, kurşun'un rağmına, Yürür pervasız ve güzel. Sıradağları devirir, Akan suları çevirir, Alır yetimin hakkını, Buyurur, kitabınca...
Gün ola, devran döne, umut yetişe, Dağlarının, dağlarının ardında, Değil öyle yoksulluklar, hasretler, Bir tek başak tanesi bile dargın kalmayacaktır, Bir tek zeytin dalı bile yalnız... Sıkıysa yağmasın yağmur, Sıkıysa uyanmasın dağ. Bu yürek, ne güne vurur... Kaçar damarlarından karanlık, Kaçar, bir daha dönemez, Sunar koynunda yatandan, Hem de mutlulukla sunar Beynimizin ışığında yeraltı.
Her mevsim daha genç, daha verimli, Sunar, pırıl - pırıl, sebil, Ömrünün en güzel aşk hasadını, Elimizin hünerinde yeryüzü. Dolu sofra, gülen anne, gülen çocuklar, Bir'e on, bir'e yüz'le akşama gebe Şafakla doğan işgücü. Yalanım yok, sözüm erkek sözüdür, Ol kitapta böyle yazılıdır, Ol sevda, böyledir çünkü...
AHMED ARİF
#VAZGEÇMELER USTASI#Aşk#Edebiyat#Şiir#Alıntılar#Hasretinden Prangalar Eskittim#Vay Kurban#Ahmed Arif#Black and White#GIF#ART#Black & White
9 notes
·
View notes
Quote
Hicran destanını kendinden oku, Mecnun’dan duyup da rivayet etme. Aşkın Leyla’sını gördünse söyle. Söz temsili bulup hikayet etme.
2 notes
·
View notes
Text
Dağlarının, dağlarının ardı,
Nazlıdır.
Uçurum kıyısında incecik bir yol
Gider dolana - dolana,
Bir hastan vardır, umutsuz,
Belki Ayşe, belki Elif
Endamı kuytuda başak,
Memesinin, memesinin altında,
Bir sancı,
Bir hayın bıçak...
Ölüm bu,
Fıkara ölümü
Geldim, geliyorum demez.
Ya bir kuşluk vakti, ya akşam üstü,
Ya da seher, mahmurlukta,
Bakarsın, olmuş olacak.
Bir hastan vardı umutsuz,
Hasreti uykularda,
Hasreti soğuk sularda.
Gayrı, iki korku çiçeğidir gözleri,
İki mavi, kocaman korku çiçeği,
Açar, derin kuyularda...
Dağlarının, dağlarının ardı korkunçtur.
Hiç akıl edip de düşünen var mı?
Gün kimin hesabına tutar akşamı,
Rahmetinden kim demlenir bulutun,
Hayırlı evlat makina
Nasıl canavar kesilir.
Kurdun, karıncanın rızkını veren
Toprak nasıl ayartılır,
Yüz vermez topal öküze,
Ve almaz koynuna kara sabanı.
Sepetçioğlu'm kömür işçisidir,
Mavzer değil, kürek tutar Urfalı Nazif
Mal, haraç - mezattır,
Can, pazar - pazar.
Kırmızı, ak ve esmer,
Yumuşak ve sert buğdaları
Yaratan ellerin sahibidir bu,
Kör boğaz, nafaka uğruna,
Haldan düşmüş, tebdil gezer...
Dağlarının, dağlarının ardı
Nasıl anlatsam...
Ağaçsız, kuşsuz, gölgesiz.
Çırılçıplak,
Vay kurban...
"Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda."
Yiğitlik, sen cehennem olsan bile
Fedayı kabul etmektir,
Cennet yapabilmek için seni,
Yoksul ve namuslu halka.
Bu'dur ol hikayet,
Ol kara sevda.
Seni sevmek,
Felsefedir kusursuz.
İmandır, korkunç sabırlı.
İp'in, kurşun'un rağmına,
Yürür pervasız ve güzel.
Sıradağları devirir,
Akan suları çevirir,
Alır yetimin hakkını,
Buyurur, kitabınca...
Gün ola, devran döne, umut yetişe,
Dağlarının, dağlarının ardında,
Değil öyle yoksulluklar, hasretler,
Bir tek başak tanesi bile dargın kalmayacaktır,
Bir tek zeytin dalı bile yalnız...
Sıkıysa yağmasın yağmur,
Sıkıysa uyanmasın dağ.
Bu yürek, ne güne vurur...
Kaçar damarlarından karanlık,
Kaçar, bir daha dönemez,
Sunar koynunda yatandan,
Hem de mutlulukla sunar
Beynimizin ışığında yeraltı.
Her mevsim daha genç, daha verimli,
Sunar, pırıl - pırıl, sebil,
Ömrünün en güzel aşk hasadını,
Elimizin hünerinde yeryüzü.
Dolu sofra, gülen anne, gülen çocuklar,
Bir'e on, bir'e yüz'le akşama gebe
Şafakla doğan işgücü.
Yalanım yok, sözüm erkek sözüdür,
Ol kitapta böyle yazılıdır,
Ol sevda, böyledir çünkü...
VAY KURBAN -AHMED ARİF
2 notes
·
View notes
Text
Berhema klasîk a kurdî Durrul Mecalis hatiye çapkirin
Durrul Mecalisa ku ji alîyê Mela Mûsayê Hekarî di navbera sedsalên 16 û 17ê de hatiye nivîsandin, niho ji nû ve hatiye amadekirin. Taybetîyên berhemê Berhema ku ji alîyê Ramazan Pertev ve hatiye amadekirin, gelek hikayetên girîng ên wek “Silêman û Belqîsa”, “Ferhad û Şîrîn” û “Yûsif û Zilêxa” di nav xwe de dihewîne. Ev hikayet li ser erdnîgarîyeka berfireh a ku Îran, Hindistan, Kurdistan, Misir…
0 notes
Text
Dede Korkut Hikayelerini Kim Yazmıştır?
New Post has been published on https://eserozetleri.com/dede-korkut-hikayelerini-kim-yazmistir/
Dede Korkut Hikayelerini Kim Yazmıştır?
(adsbygoogle = window.adsbygoogle || []).push();
Dede Korkut Hikayelerini Kim Yazmıştır? – Türk kültürünün önemli eserleri arasında kabul edilen dede korkut hikayeleri özellikle Türklerin yaşayışları hakkında toplum bilgisi vermesi aynı zamanda epik veya dese hanımını hikayelerden oluşması ile halk edebiyatının önemli eserleri arasında yer almaktadır.
(adsbygoogle = window.adsbygoogle || []).push();
Dede korkut hikayelerini kim yazdı? Sorusu bu noktada özellikle birçok kişi tarafından merak edilmekte olup kaç hikayeden oluştuğu veya ne zaman yazıya geçirildiği de sıkça araştırılan konular içerisinde yer almaktadır.
Dede korkut hikayeleri Türk edebiyatının sözlü gelenek kapsamı içerisinde ortaya çıkmış önemli bir ürün olması nedeniyle halk edebiyatında oldukça önemli bir konuma sahiptir. Buradan anlaşıldığı üzere ilk ortaya çıktığı dönemlerde yazılı halde bulunmayan bu eser daha sonra kaybedilmemesi için kaleme geçirilmiştir.
Halkın ürünü olan anonim eser özelliği gösteren dede korkut hikayeleri bunda özellikle Türk toplumlarını yansıtıcı özelliği sayesinde Türk milleti için oldukça önemlidir.
(adsbygoogle = window.adsbygoogle || []).push();
Dede Korkut Hikayeleri Ne Zaman Yazıya Geçirilmiştir?
Dede korkut hikayeleri ne zaman yazıya geçirilmiştir? sorusuna yönelik olarak aslında eserin anonim bir halk ürünü olması nedeniyle ilk ortaya çıktığında yazılı bir eser olarak bulunmamakta olup 15 yüzyılda yazıya geçirilmiştir.
Dede korkut hikayeleri özellikleri genel olarak şöyledir;
Epik destanlara benzerler,
Halk hikayeciliğine geçiş dönemi eseridir,
Sözlü geleneğin bir ürünüdür,
Destanımsı özellikler içerir,
Olağanüstü ögeler barındırır,
İçeriğinde Türklerin eski yaşayışlarına dair bilgiler barındırır,
Anonimdir,
Nazım ile nesir iç içe bir dille yazılmıştır,
Arı bir dile sahip olup, yalındır,
Dede Korkut hikayeleri konuları içerisinde aşk, savaş ve kahramanlık yer almaktadır,
Azeri Türkçesi ile oluşturulmuştur.
Dede korkut hikayesi oğuz Türkçesi ile kaleme alınmış olup genel olarak Azerbaycan, Türkiye ve Türkmenistan ülkelerinin anonim eseri olarak kabul edilmektedir.
Dede Korkut Hikayelerini Kim Yazmıştır?
(adsbygoogle = window.adsbygoogle || []).push();
Dede Korkut Hikayeleri Kaç Hikayeden Oluşur?
Dede korkut hikayeleri kaç hikâyeden oluşur? Sorusu bu noktada oldukça merak edilen konular içerisinde yer almaktadır. Toplamda 3 nüshaya sahip olan bu eserin dresden nüshasında toplam 12 hikâye bulunmaktadır. Dede korkut hikaye isimleri ise şöyledir;
Dirse Han Oğlu Boğaç Han,
Kam Büre Beg Oğlu Bamsi Beyrek,
Basat’ın Tepegözü Öldürmesi Hikayesi,
Kazan Beyin Oğlu Uruz Beyin Tutsak Olması Hikayesi,
Salur Kazanın Evinin Yağmalanması,
Koca Duha Oğlu Deli Dumrul Hikayesi,
Kazıcık Koca Oğlu Yiğenek Hikayesi,
Begil Oğlu Emren’in Hikayesi,
Uşun Koca Oğlu Seğrek Hikâyesi,
Kanlı Koca Oğlu Kan Turalı Hikayesi,
İç Oğuz Dış Oğuz Asi Olup Beyrek’in Öldüğü
Salur Kazanın Tutsak Olup Oğlu Uruzun Çıkardığı Hikayesi,
Bazı kaynaklarda eserin 14 hikâyeden oluştuğu söylenirse de elimizde bulunan Dresden nüshasında toplamda 12 hikaye bulunmaktadır.
(adsbygoogle = window.adsbygoogle || []).push();
Vatikan yazmasında ise toplamda 6 öykü bulunmakta olup bu öykülerin isimleri ise şöyledir;
Hikayet-i Salur Kazan’ın Evi Yağmalanduğudur
Hikayet-i Taş Oğuz İç Oğuz’a Asi Olup Beyrek Vefatı
Hikayet-i Kazan Begün Oğlu Uruz Han Tutsak Olduğudur
Hikayet-i Bamsı Beyrek
Hikayet-i Kazılık Koca Oğlu Yegenek Bey
Hikayet-i Han Oğlu Boğaç Han
0 notes
Text
Çürük!
Mutlak, kati ve kesin olarak bir ülkede yaşamın kodları artık geri çekilemeyecek hiçbir zaman düzeltilemeyecek kadar derin bir yıkıma tabi tutulmaktadır. Bu sahanın salt yıkımlarla yönünü belirlemesi bir kez daha sıradan olanın hemen her anını çalmaya, yağmalamaya, tükenişe sevk ediyor. Bununla birlikte tüm o biyopolitik tahakküm ‘yaşam kodlarına’ taarruzların ana hattını oluşturuyor. Tek dil, tek din, tek adam, tek ülkü tek... diye ilerleyen menzil tek adamın tekil ve değişmez şablonunda bütün bu yıkımın dönüşümünü güncelliyor. “Hayatın muhteviyatı” artık devlet denilen mekanizmanın şimdiki sahibi olana göre “alenen” belirleniyor.
Çürütmek, kast etmek, mahvın kıyısına terk etmek ve fazlası tekmili birden deneme ve yanılma ile gel gelelim hep olduğu gibi paldır küldür karar hükmünde kararnameler, olağanüstü hal güncellemeleri ile imal olunuyor. Yeni Türkiye bizatihi dünün, katran karanlığında aynı yollardan geçilerek bina olunuyor. Yeni Türkiye, yaptık oldu, dedik hakikat kılındı, hali ve tavırlarında cürüm hemhal, dünün kötülüğünü kendine kılavuz edinip var ediliyor. Yıkımı tümleşik bir mesel olarak icraat kabilinden ortaya salan bir menzildir işte söz konusu olan.
Yaşamın kodları muktedirin lehine dönüştürülürken mihmandarlığı yapılan kötülük menzildeki tek var edilen edim oluyor. Bütün yapı salt bu yapımın üstünde icra olunuyor. Yeni diye bildirilen bizatihi dünün, eskinin aslında hemen hiç yıpranmamış olan ol geçmişin devamı olarak kuruluyor. Yaşamın kodları benzerleri bu toprakların tarihinde görülmüş olan katran karası bir tahayyülle boğulmak isteniyor. Bizzat dünün o yok eden, kan kusturan, iç kıran daim çürüten ahvali bugün sanki birer icraatmış gibi yeniden pazarlanıyor. Yaşamın kodları bir kez daha sıradandan çalınıyor. Yıkımı var ettikçe ol süreğen kılınan istimlak bir taarruz olarak güncelleniyor. Yok yere değil sahiden hayatlarımızı bir biçimde tükenen bir meseleye dönüştürme çabası “gerçek” kılınıyor.
Yaşamın kodları bariz bir düş kırımı ile güncelleniyor buralarda. Hayatın bu ülkede bir ihtimal dahi yaşatılması imha olunmaya çalışılıyor. Sözün çürütülmesinden, bedene karşıtlığa bütünlüklü çaba halen bu hali, bu tavrı güncellemektir. Güncel siyasetin daima, oldu bitti haline denk getirdiği şey cerahatin yeknesak bir tekrar imalidir. Hayat hakkı bu sınırlarda adı kazınan, cismi unutturulan, eylemi tüketilendir. Hepimizin müşterekleri basit bir ifade olarak çürütülendir. Biyopolitik dönüşüm tahakkümün yeniden ve hep yeniden kurulumu yaşamın kodlarını altüst etmektedir. Ciğer dağlayan o soluğa kasteden eylemlilik artık hayatlarımızdadır. Yön nereyedir işte o kısım hala muallaktır.
Her nerede durulacaktır bu bahis açıklanmayandır. Yeni faşizmin doktrini güncel bir edim kılınırken icra edilen cerahat yaşam kodlarına taarruzdadır. Basit, düz anlam genel geçer değil doğrudan, çetrefilli ve hep süreğen kılınan bir eylem artık Yeni Türkiye’nin tanımına ilave edilendir. Çürüme sahicidir. Büyük resim diye anılan hepimizin hayatının bir çarmıha gerildiği, eksiltildiği sahnedir. Müşterek talanı yinelenirken olan biten cana kasıttır. Bir geleceği kalmamış menzil budur. Bir yarın bırakılmayan tuzaklarla dolu ülke hakikattir.
Ülkeden geriye kalan kocaman çukursa tek paylaştığımızdır. Bir çukurun derinliğini arttırma çabası her günü iğfal edilerek söz konusu edilir. Yıkıma yeni rotalar belirlenirken, taşınırken çukur halini güncelleyen menzil içi artık; kör karanlığındır. Karanlık çağ vaatlerin en kalıcısı olarak atılan her adımla belirginleşir. Büyük biraderin ülkesi bir distopya olan Bin Dokuz Yüz Seksen Dört bugün bu sathi mahalin gerçeğidir.
Tarihini daima yıkım, yağma ve yok etmekten ibaret bilen / bildiren akıl o distopyayı bugün yeniden bir gayret ile bu çukurda hakikat kılma çabasındadır. Dünün karanlığı şimdidedir. Gerçek Bakanlığı’na hacet olmadan yalanlara, yeni ve daha çetrefillilerinin eklendiği bir yerdir güncellenen. Devletin propagandası, her yerdeliği ve her şekilde sıradan olanın sözüne kasıtla biçimlendirilendir. Yaşamak bu ülkede bahanesiz, doğrudan ve kesintisiz bir cürüm sistemi sayesinde yok edilendir. Gerçekten gerçek olan aleni bir şablondur.
Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın yaşadıkları işkenceden bile bariz olandır mesele. Geleceğini böylesine rahatça çürüten bir menzilde hayat hakkının imhası da aleni ve açıktan yapılandır. Geleceğini böyle hoyratça heder eden ülkede, işimi istiyorum diye adım atmak, eyleme geçmek suç addedilendir. Yeni Gerçeklik Bakanlığı olarak çalışmaya hala devam diyen İçişleri Bakanlığının yayınladığı kitapçıktan, gün aşırı onlar terörist, bakın şunlar da gizli tanıklıklar, bilmiyoruz hangi ağızdan yüz kere yazılsa da saçmalıklarıyla kendini ele veren tahayyüllerle Gülmen ve Özakça’nın hayatlarına düşürülen gölgedir mesele.
150 gündür mahpus edilen iki insandan Özakça, tellerle çevrilmiş pencereli bir odada, yerin altında izbede bir mekanda, on üç günlük tecridinde olduğu gibi baskı altında tutulan Gülmen’in yaşadıkları, yaşatılanlardır en başından bu yana anlatmaya çalıştığımız. Bin dokuz yüz seksen dört basit bir tahayyülken şu yeni diye anılan ülkenin her günündeki fecaat apayrı bir hakikattir. Bütün, bariz, kesin ve kesintisiz cürümlerle yol alan, yön tayin eden menzilde yaşamın kodları çalınmaktadır. Uydur, kaydır yazılmış, mübalağa ile desteklenmiş her an biraz daha şişirilmiş bir düşman tanımında iş bu ülke dönüştürülmektedir.
Yıkımın rotası daim muktedir tahayyülüne bırakılmış olandır. Çürüme artık kesintisiz, cürüm artık biteviye, yıkım ise hemen her yerdedir. Her ana denk getirilen bir gözdağı ile bu ülkenin yaşam kodlarına müdahale sabit kılınır. Her an vuku bulan şiddet sarmalı, var edilen nefret söylemi ile bütünlüklü mahvın döngüsü kesintisiz kılınır. Bin dokuz yüz seksen dört bir mübalağa sanatıdır. Yaşanan bahisler bugün, burada bir gerçek kılma eyleminin omurgasıdır. Günümüz tıpkı dünümüz gibi bu vahşi karanlığı yol ve yordam belleyenlerin elinde çürütülendir. İstikamet tüm ol katran karanlığı geçmişin en can yakıcı yeniden yapımını bina etmektedir.
Yaşamın kodlarının imhası bu bahistedir. Artık hayatın değil çürütmenin tanıklığıdır hepimize paylaştırılan. Tanıklığına koşturulduğumuz şey katran karanlığının ta kendisidir. İçinden dışına, her çeperde var edilen yegane şey mutlak teslimiyet vurgusudur. Vurgunlar, yıkım ve tehditler, biteviye linçler ülkesinde ayrıştırma süreğen bir haldir, tavırdır hala. Bin dokuz yüz seksen dört yazını ile ol yüz yıllık tehdit mekanizmalarının son kırk yıla mal olmuş o cerahatli darbe aklının işletildiği bir çürüme halidir işte en baştan bu yana diri tutularak güncellenen.
Selahattin Demirtaş için kurulan cümleden Osman Kavala gibi burjuvazi mensubu olup da insan haklarının ortaklığına, hemen herkes için eşitliğine çabalayan bir ismi gözaltına almaya uzanan bir sarmaldır güncellenen bu ülkede var edilen. Baskıların artık baskınlarla, derdest etmelerle çıka geldiği en son Etkin Haber Ajansı muhabirlerine kolluğun saldırısına kadar süreğen bir tahayyüldür bu hakikat kılınan.
Gizlilik, örtbas edilen hakikatler ve mütemadiyen yinelenen cürümler o 1984’ün bu menzil dahilindeki cerahatli imalini keskinleştirmektedir. Yıkım her yerdedir. Memleketin, o halini yarattığından bihaber olup böyle bir dünyada yaşamak istemiyorum diyen Amir ol yeni 1984’ü bildirmektedir. Amir olan zat Trt Dünya Forumunda tam olarak şu cümleyi kurmuştur.
“Maalesef dünyada adalet yok. Özellikle ekonomik noktada güçlü olanın haklı olarak takdim edildiği bir dünyada yaşıyoruz. Haklı olanın güçlü olduğu değil, güçlü olanın haklı olduğu bir dünya. Böyle bir dünyayı kabullenmek mümkün değil. Ben böyle bir dünyada yaşamak istemiyorum. Böyle bir dünyada yaşamak bize bir zul. Şu anda Türkiye Suriye’den kaçan 3,5 milyon insana ev sahipliği yapıyor. Şu ana kadar harcadığımız para 30 milyarın üzerinde.”
Kamu yayıncılığı iddiasındaki bir televizyonun ekranında saatlerce parselleyen amirin ettiği o söz yumağının kıyısında cürümler işlenmeye devam olunmaktadır. Böyle bir dünyada sahiden de yaşamak zulümdür, zordur, aşılması imkansızdır. Amir ettiği beyanla düşman addettiklerini yerle bir ettiğini var sayarken, menzilin içinde edilmedik fecaat tam da dediği gibi adaletsizlik almış başını yürümüştür. “ESP'ye yönelik operasyon kapsamında Çarşamba, 02.00 sıralarında çok sayıda eve baskın düzenlenir. Özel harekat polislerinin de katıldığı baskınlarda evler darmadağın edilir.
Baskınlarda ETHA editörü İsminaz Temel, ETHA muhabiri Havva Cuştan, ESP Genel Başkan Yardımcısı Avukat Özlem Gümüştaş ile Ezilenlerin Hukuk Bürosu avukatlarından Sosyalist Kadın Meclisi MYK üyesi Sezin Uçar, ESP MYK üyesi Özgen Sadet, Nihat Göktaş, ESP üyeleri Meral Tatar, Mazlum Demirtaş, Mehmet Aslan, HDP Bağcılar İlçe yöneticisi Erkan Kakça ile İlhan Aslan ve Onur Binbir gözaltına alınır. Kısıtlılık kararı olduğu belirtilen soruşturma kapsamında, 20'den fazla kişi hakkında gözaltı kararı olduğu ifade edildi.”
ETHA’nın haberine göre, “Havva Cuştan'ın evine yapılan baskında polisler, duvarlara "Bozkurtlar geldi" diye yazdı. Baskın yapılan evde bulunan Semiha Şahin, yaşananları şöyle anlattı: “Evimiz saat 02.00 civarında özel harekat polislerince basıldı. Herhangi bir şey sormaya fırsat bulamadan, silah doğrultularak yere yatırıldık. Karşı çıkmaya kalktığımızda başımıza ayaklarıyla bastılar. Evde dört kişiydik. Hepimiz yere yatırıldık. Havva'nın kim olduğunu sordular. Ardından TEM polisleri içeri girdi. O sırada Havva'yı kendi odasına, bizi de salona götürdüler. Burada yüzümüz duvara dönük şekilde saatlerce ayakta bekletildik. Havva tek başına polislerle birlikte kaldı. 'Kendilerinin bozkurt olduğunu, vatan hainlerine günlerini göstereceklerini' söyleyerek tehdit ve hakaretlere başladılar. Yanı sıra sırtımıza yumruklarla vurarak fiziki işkence yaptılar.”
Polisin ölümle tehdit ettiğini de belirten Şahin, “Polisler gittikten sonra manzara ortadaydı. Bütün odalar darmadağın edilmişti. Sarı kırmızı yeşil fuları, benim basın kartımı lavaboda yakmışlar. Odaların tüm duvarlarına, dolap kapılarına üç hilal çizip, 'Bozkurtlar buradaydı', 'Bozkurtlar geldi' gibi yazılar yazdıklarını gördük” diye devam etti. Şahin aramalara eşlik edemediklerini de söyledi.” Böyle bir dünyada gerçekten yaşamak zuldür, pekiyi şu yapılanlar necidir?
Etkin Haber Ajansı muhabirlerinden hemen sonra Cuma gününün sabah saatlerinde, Ankara’da Mezopotamya Ajansı ve Jinnews’ın muhabirlerinin evlerine sabah saatlerinde baskın düzenlenir. Beş gazeteci “ihbar” gerekçesiyle gözaltına alınır. Ankara’da sabah saatlerinde gazetecilere operasyon yapıldı. Muhabirlerimiz Selman Güzelyüz ve Diren Yurtsever ile Jinnews editörü Sibel Yükler, muhabirler Duygu Erol ve Habibe Eren’in evlerine polis baskın düzenledi. Evlerde yapılan aramalardan sonra 5 gazeteci de “hakkınızda ihbar var” gerekçesiyle gözaltına alınarak Ankara İl Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldü. Tek dil, tek din, tek adam, tek ülkü tek... diye ilerleyen menzil tek adamın tekil ve değişmez şablonunda yıkımın dönüşümünü güncelliyor. Emniyet ifadeleri alınan Mezopotamya Ajansı muhabirleri Selman Güzelyüz, Diren Yurtsever ile Jinnews editörü Sibel Yükler serbest bıraklır. Duygu Erol ve Habibe Eren'in ise Pazartesi günü emniyet ifadelerinin alınacağı bildirilir. Yıkım hala sabittir.
Gözaltı, baskı ve çok daha fazla zulüm ile bir menzilde istikbal devşirilmeye çalışılıyor. Yolun, yordamın kötülüğün ta kendisine kestirmeden bağlandığı saha gerçek kılınıyor. Yalancılıkla, riya ve inkarla az değil basbayağı nefret ile bir ülkenin dönüşümü mutlak ve kati ve kesintisiz çürümeyle hemhal kılınıyor. İstikamet bırakılmayan bir menzilde, Semih Özakça aylar sonra hapisten gün yüzüne kavuşur. Nuriye Gülmen ise halen mahpus tutulmaya devam olunur. Sincan’daki mahkemenin bir mizansen olması tescillenirken, yıkım sahicidir.
Bütün anlatmaya çalıştığımız o mizansenler sergilenirken oluşan yıkımdır. Yaşamın kodları çürütülürken, söz hakkı açıktan yağmalanandır. Gülmen rehindir hala! Bu sınırlarda darbenin bile senaryo olduğu konusunda paldır küldür açıklamalar yapılırken, yıkımın bunca açıktan sergilenmesi sorgulanmamaktadır budur zaten çürümek. Hayatın tüm kodları altüst edilirken hepimize kocaman bir soru işareti, basbayağı dipsiz bir karanlık bırakılmaktadır. Artık yegane emin olduğumuz şey çukurumuz, dibine doğru yollandığımız karanlıktır.
Sêrt’in Çal mahallesinde önceki gün devriye gezen polislere ait zırhlı araç, kardeşi ile birlikte sokakta bekleyen 7 yaşındaki Felek Batur’a çarpar. “Kardeşiyle el ele olduğu belirtilen Felek, zırhlı araç altında ezilerek olay yerinde yaşamını yitirirken, kardeşi şans eseri yara almadan kurtuldu. Felek, mahalle sakinleri tarafından Siirt Devlet Hastanesi’ne götürüldüğünde yapılan müdahalelere yanıt vermedi.” Ajansa düşen iki satırlık haber metnindeki gibi her şeyin uluorta sergilendiği bir cerahat sarmalıdır güncellenen, dibine çekildiğimiz. Çukurumuz, en başta çocuklara, gençlere, kadınlara gözdağı ile yinelene gelen bir vahamet döngüsüdür. Hiç ama hiçbir şerh barındırmayacak kadar aleni bir cehennemî güncelliği yaşıyoruz. Yaşıyor muyuz sorusunun yanıtı hala muallak... Sözün yitimi artık standart, işkence artık standart, can yitimi artık standart, yaşamak artık standart bile değil... çürük!
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2017
Görsel - Surreal Photography - Kylli SPARRE – 123Inspiration
#devlet102#yıldırı#tahakküm#biyopolitika#şablon#mesele#yok etme cüreti#soykırım#sözün yağması#canın yakılması#yol nereye#yeni türkiye#anlatılmayan#hikayet#hayat meseli#çürüme#çürük#çürüten#bakur kürdistan#insan hakları#sospol#deneme#felsefe#fragmanlar#kylli sparre#inspiration#words#çocuklar ölmesin#gazetecilik suç değildir
2 notes
·
View notes
Text
sar basa kardesim saaaarrr baaaassaaaaaa
3 notes
·
View notes
Quote
Belki cennette bize verilecek en büyük ödül bu dünyada insanlar gibi hayvanların da çektiği bütün acıların rüya olduğunu kavramak olacak. Bundan büyük cennet olur mu ? “Bu kadar acı beni bozar,” dediğimde uyarıyorlar: “Bu kadar acı bazende inşa eder.” Ama ben düştüğüm kuyudan çıkamıyorum. Prens Mişkin'e yöneltilen eleştiriyi üstüme alıyorum : “Ama dostum siz dünyanın cennet olmasını istiyorsunuz.” Doğru. Çünkü aslen oralıyım. Yoksa böyle acı çekmezdim.
39 notes
·
View notes
Text
Vay Kurban
Dağlarının, dağlarının ardı,
Nazlıdır.
Uçurum kıyısında incecik bir yol
Gider dolana - dolana,
Bir hastan vardır, umutsuz,
Belki Ayşe, belki Elif
Endamı kuytuda başak,
Memesinin, memesinin altında,
Bir sancı,
Bir hayın bıçak...
Ölüm bu,
Fıkara ölümü
Geldim, geliyorum demez.
Ya bir kuşluk vakti, ya akşam üstü,
Ya da seher, mahmurlukta,
Bakarsın, olmuş olacak.
Bir hastan vardı umutsuz,
Hasreti uykularda,
Hasreti soğuk sularda.
Gayrı, iki korku çiçeğidir gözleri,
İki mavi, kocaman korku çiçeği,
Açar, derin kuyularda...
Dağlarının, dağlarının ardı korkunçtur.
Hiç akıl edip de düşünen var mı?
Gün kimin hesabına tutar akşamı,
Rahmetinden kim demlenir bulutun,
Hayırlı evlat makina
Nasıl canavar kesilir.
Kurdun, karıncanın rızkını veren
Toprak nasıl ayartılır,
Yüz vermez topal öküze,
Ve almaz koynuna kara sabanı.
Sepetçioğlu'm kömür işçisidir,
Mavzer değil, kürek tutar Urfalı Nazif
Mal, haraç - mezattır,
Can, pazar - pazar.
Kırmızı, ak ve esmer,
Yumuşak ve sert buğdaları
Yaratan ellerin sahibidir bu,
Kör boğaz, nafaka uğruna,
Haldan düşmüş, tebdil gezer...
Dağlarının, dağlarının ardı
Nasıl anlatsam...
Ağaçsız, kuşsuz, gölgesiz.
Çırılçıplak,
Vay kurban...
"Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda."
Yiğitlik, sen cehennem olsan bile
Fedayı kabul etmektir,
Cennet yapabilmek için seni,
Yoksul ve namuslu halka.
Bu'dur ol hikayet,
Ol kara sevda.
Seni sevmek,
Felsefedir kusursuz.
İmandır, korkunç sabırlı.
İp'in, kurşun'un rağmına,
Yürür pervasız ve güzel.
Sıradağları devirir,
Akan suları çevirir,
Alır yetimin hakkını,
Buyurur, kitabınca...
Gün ola, devran döne, umut yetişe,
Dağlarının, dağlarının ardında,
Değil öyle yoksulluklar, hasretler,
Bir tek başak tanesi bile dargın kalmayacaktır,
Bir tek zeytin dalı bile yalnız...
Sıkıysa yağmasın yağmur,
Sıkıysa uyanmasın dağ.
Bu yürek, ne güne vurur...
Kaçar damarlarından karanlık,
Kaçar, bir daha dönemez,
Sunar koynunda yatandan,
Hem de mutlulukla sunar
Beynimizin ışığında yeraltı.
Her mevsim daha genç, daha verimli,
Sunar, pırıl - pırıl, sebil,
Ömrünün en güzel aşk hasadını,
Elimizin hünerinde yeryüzü.
Dolu sofra, gülen anne, gülen çocuklar,
Bir'e on, bir'e yüz'le akşama gebe
Şafakla doğan işgücü.
Yalanım yok, sözüm erkek sözüdür,
Ol kitapta böyle yazılıdır,
Ol sevda, böyledir çünkü...
37 notes
·
View notes
Text
Hicran destanını kendinden oku, Mecnun'dan duyup da rivayet etme. Aşkın Leyla'sını gördünse söyle. Söz temsili bulup hikayet etme.
Yüz bin Leyla doğar alemde her gün, Senin aradığın zevk, sefa düğün. Tutacağın işi önceden düşün; Daha ilk adımda nedamet etme.
Sevdanın oduna pek güvenilmez, Tutuşurşan eğer kolay sönülmez. Bu yolun hükmüdür geri dönülmez, Canına kıymazsan seyahat etme.
İyi bak kabına, olmasın delik, Boşuna taşırsın ,gider gündelik. Anında olmalı, ettiğin iyilik, Alem duysun diye, inayet etme.
Kabe'den maksadın varmaktır yara, Kör gibi tapınma, kara duvara, Hızır'ı ararsan kendinde ara, Bulamadım gibi rezalet etme.
Muhabbet herkesin aklını çelmez, Gönül viranesi kolay düzelmez. Alemden çekinme bir zarar gelmez, Sen kendi kendine hıyanet etme.
Şen şatır gönlüne hicran dolmasın, Gençliğin gülşeni gamla solmasın. Neyzen gibi aklın yarda olmasın, Özründen çok büyük kabahat etme.
9 notes
·
View notes
Text
Ben insanları düğünümde taktıklarıyla etiketleyen biri olmak istemiyorum. Ben sırf görünüşü güzel olsun diye yarın kullanmayacağım saçmalıkları üzerime yük edinen biri olmak istemiyorum. Ben insanlarla konuşurken giysilerine yaptıklarına odaklanan biri olmak istemiyorum Allahım. Bazı şeyler kalbimi çok yoruyor. Bunları görmek duymak kalbimi yoruyor Rabbim. Şikâyet değil hikayet etmek istiyorum. Allahım bana doğrularımı savunma gücü lutfet. Allahım ben güzellik algısını maddi boyutuyla sınırlı olmadığını anlatabilmek istiyorum.
40 notes
·
View notes
Text
Dağlarının, dağlarının ardı,
Nasıl anlatsam…
Ağaçsız, kuşsuz, gölgesiz.
Çırılçıplak,
Vay kurban…
“Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda.”
Yiğitlik, sen cehennem olsan bile
Fedayı kabul etmektir,
Cennet yapabilmek için seni,
Yoksul ve namuslu halka.
Bu’dur ol hikayet,
Ol kara sevda.
Ahmed Arif
2 Haziran 1991
Anısına saygıyla...
4 notes
·
View notes
Text
Dağlarının, dağlarının ardı,
Nazlıdır.
Uçurum kıyısında incecik bir yol
Gider dolana - dolana,
Bir hastan vardır, umutsuz,
Belki Ayşe, belki Elif
Endamı kuytuda başak,
Memesinin, memesinin altında,
Bir sancı,
Bir hayın bıçak...
Ölüm bu,
Fıkara ölümü
Geldim, geliyorum demez.
Ya bir kuşluk vakti, ya akşam üstü,
Ya da seher, mahmurlukta,
Bakarsın, olmuş olacak.
Bir hastan vardı umutsuz,
Hasreti uykularda,
Hasreti soğuk sularda.
Gayrı, iki korku çiçeğidir gözleri,
İki mavi, kocaman korku çiçeği,
Açar, derin kuyularda...
Dağlarının, dağlarının ardı korkunçtur.
Hiç akıl edip de düşünen var mı?
Gün kimin hesabına tutar akşamı,
Rahmetinden kim demlenir bulutun,
Hayırlı evlat makina
Nasıl canavar kesilir.
Kurdun, karıncanın rızkını veren
Toprak nasıl ayartılır,
Yüz vermez topal öküze,
Ve almaz koynuna kara sabanı.
Sepetçioğlu'm kömür işçisidir,
Mavzer değil, kürek tutar Urfalı Nazif
Mal, haraç - mezattır,
Can, pazar - pazar.
Kırmızı, ak ve esmer,
Yumuşak ve sert buğdaları
Yaratan ellerin sahibidir bu,
Kör boğaz, nafaka uğruna,
Haldan düşmüş, tebdil gezer...
Dağlarının, dağlarının ardı
Nasıl anlatsam...
Ağaçsız, kuşsuz, gölgesiz.
Çırılçıplak,
Vay kurban...
"Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda."
Yiğitlik, sen cehennem olsan bile
Fedayı kabul etmektir,
Cennet yapabilmek için seni,
Yoksul ve namuslu halka.
Bu'dur ol hikayet,
Ol kara sevda.
Seni sevmek,
Felsefedir kusursuz.
İmandır, korkunç sabırlı.
İp'in, kurşun'un rağmına,
Yürür pervasız ve güzel.
Sıradağları devirir,
Akan suları çevirir,
Alır yetimin hakkını,
Buyurur, kitabınca...
Gün ola, devran döne, umut yetişe,
Dağlarının, dağlarının ardında,
Değil öyle yoksulluklar, hasretler,
Bir tek başak tanesi bile dargın kalmayacaktır,
Bir tek zeytin dalı bile yalnız...
Sıkıysa yağmasın yağmur,
Sıkıysa uyanmasın dağ.
Bu yürek, ne güne vurur...
Kaçar damarlarından karanlık,
Kaçar, bir daha dönemez,
Sunar koynunda yatandan,
Hem de mutlulukla sunar
Beynimizin ışığında yeraltı.
Her mevsim daha genç, daha verimli,
Sunar, pırıl - pırıl, sebil,
Ömrünün en güzel aşk hasadını,
Elimizin hünerinde yeryüzü.
Dolu sofra, gülen anne, gülen çocuklar,
Bir'e on, bir'e yüz'le akşama gebe
Şafakla doğan işgücü.
Yalanım yok, sözüm erkek sözüdür,
Ol kitapta böyle yazılıdır,
Ol sevda, böyledir çünkü...
VAY KURBAN -AHMED ARİF
5 notes
·
View notes
Text
VAY KURBAN
Dağlarının, dağlarının ardı, Nazlıdır. Uçurum kıyısında incecik bir yol Gider dolana - dolana, Bir hastan vardır, umutsuz, Belki Ayşe, belki Elif Endamı kuytuda başak, Memesinin, memesinin altında, Bir sancı, Bir hayın bıçak... Ölüm bu, Fıkara ölümü Geldim, geliyorum demez. Ya bir kuşluk vakti, ya akşam üstü, Ya da seher, mahmurlukta, Bakarsın, olmuş olacak. Bir hastan vardı umutsuz, Hasreti uykularda, Hasreti soğuk sularda. Gayrı, iki korku çiçeğidir gözleri, İki mavi, kocaman korku çiçeği, Açar, derin kuyularda... Dağlarının, dağlarının ardı korkunçtur. Hiç akıl edip de düşünen var mı? Gün kimin hesabına tutar akşamı, Rahmetinden kim demlenir bulutun, Hayırlı evlat makina Nasıl canavar kesilir. Kurdun, karıncanın rızkını veren Toprak nasıl ayartılır, Yüz vermez topal öküze, Ve almaz koynuna kara sabanı. Sepetçioğlu'm kömür işçisidir, Mavzer değil, kürek tutar Urfalı Nazif Mal, haraç - mezattır, Can, pazar - pazar. Kırmızı, ak ve esmer, Yumuşak ve sert buğdaları Yaratan ellerin sahibidir bu, Kör boğaz, nafaka uğruna, Haldan düşmüş, tebdil gezer... Dağlarının, dağlarının ardı Nasıl anlatsam... Ağaçsız, kuşsuz, gölgesiz. Çırılçıplak, Vay kurban... "Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda." Yiğitlik, sen cehennem olsan bile Fedayı kabul etmektir, Cennet yapabilmek için seni, Yoksul ve namuslu halka. Bu'dur ol hikayet, Ol kara sevda. Seni sevmek, Felsefedir kusursuz. İmandır, korkunç sabırlı. İp'in, kurşun'un rağmına, Yürür pervasız ve güzel. Sıradağları devirir, Akan suları çevirir, Alır yetimin hakkını, Buyurur, kitabınca... Gün ola, devran döne, umut yetişe, Dağlarının, dağlarının ardında, Değil öyle yoksulluklar, hasretler, Bir tek başak tanesi bile dargın kalmayacaktır, Bir tek zeytin dalı bile yalnız... Sıkıysa yağmasın yağmur, Sıkıysa uyanmasın dağ. Bu yürek, ne güne vurur... Kaçar damarlarından karanlık, Kaçar, bir daha dönemez, Sunar koynunda yatandan, Hem de mutlulukla sunar Beynimizin ışığında yeraltı. Her mevsim daha genç, daha verimli, Sunar, pırıl - pırıl, sebil, Ömrünün en güzel aşk hasadını, Elimizin hünerinde yeryüzü. Dolu sofra, gülen anne, gülen çocuklar, Bir'e on, bir'e yüz'le akşama gebe Şafakla doğan işgücü. Yalanım yok, sözüm erkek sözüdür, Ol kitapta böyle yazılıdır, Ol sevda, böyledir çünkü... Ahmed ARİF
54 notes
·
View notes